Yak kendini. bir kandil gibi titrek titrek değil ama dev bir şehir gibi yak. new york gibi, paris gibi, istanbul gibi yak kendini. yalımları göğe ulaşsın kalbinden, beyninden ve saçlarından yükselen ateşin. kıpkırmızı bir ateş topu gibi yürü üstüne hayatın. üretilen ve paketlenen ve kirli ve temiz ve iyi ve kötü ve çirkin herşeyin üzerine yürü. tutunduğun bütün dalları ve sana yasaklanan ormanları yak. sherwoodu yak, robin hoodu ve diğerlerini ve bizimkileri ve sizinkileri ve ergenekonu ve endülüsü ve bu sabun kokulu tarihi ve veliaht ölülerini ve kazanılmış bütün zaferleri yak.
yak kendini ve tutuşan saçlarından çıkan alevler yutsun bütün yalanları, bütün hayalleri ve bütün masalları. kopar zincirlerini ve YAK, YAK, YAK zinciri tadan kollarını, zincire teşne bedenini, ziniri düşleyen zihnini. ve ateşten bir zinciri tutarak uçlarından, koş dünyanın uçlarına, ücrasına yeryüzünün ve göğün altında ne varsa bize benzeyen ve benzemeyen ve dost ve düşman ne varsa göğün altında tutuştur gitsin. dev ve kıyamet sesli alevlerle yansın bedenin, aklın yansın, insafın yansın. acıma, hiç ama hiç acıma tutuşan avuçlarına ve dokunduğun herşeye bulaştır kucakladığın ateşi. olimpos dağından indir ve bölüştür ve paylaştır ve yay yeryüzünün her santimine bizden esirgenen kıvılcımları. efesin tapınaklarını yak önce, babilin kulelerini ve ehramlarını mısırın ve bütün firavunları ve firavun köpeklerinive köle tacirlerini ve gülkokulu cariyeleri ve ardından yürüdüğümüz şatafatlı komutanları ve atlarını onların ve mızraklarını yak.
yak kendini. cayır cayır yanan bir barbar ordusu gibi dayan şehrin kapılarına. avrupaya, asyaya, amerikaya dayan ve kır önünde açılmayan bütün kapıları, eğilmeyen kolları. YAK, YAK, YAK, sana söylenen, anlatılan ve iletilen herşeyi yak.kristof kolombun amerikayı keşfini, napolyonun mısıra girişini, istanbula taşınan ganimetleri, endülüsü terkeden müslüman orduları, roma önlerinden dönen attilayı yak. bütün devrimleri, karşı devrimleri, akınları, akıncıları yak.ulaşsın heryere ve herşeye göğsünden kopan ateş dilimleri ve yakılan tarihe, yanan bugüne ve yakılacak yarınlara değdir. çoğalt ateşi, körükle, yay. köroğlunun babasının gözlerine çekilen mili kapıp celladın avuçlarından, dağla efendilerin, beylerin, kralların, firavunların gözbebeklerini. birbirine benzeyen ve içinde zulümlerin raksettiği,yurtsuzların tepelendiği, kölelerin dövüldüğü o kimsesiz göbebeklerini dağla dönme asla geriye ve sen de yan, kül ol ve kül et kavmini. kimseye kalmasın bu devasa ateş ve kimse yangın yerlerine konaklar kuramasın bundan sonra.
'Rezil olma hakkımı kullanıyorum, beyaz çorap giyme ve halk otobüslerinde yolculuk etme hakkımı. 'yoz' diye bir köşeye attığınız ne kadar müzik varsa dinleyeceğim hepsini ve Mülüm Gürses konserlerine cebimde jiletle gireceğim. simit yiyeceğim ve lahmacun ve kebap ve isot biberi yiyeceğim ve ayran içeceğim bunların üstüne. korktuğunuz partilere oy vereceğim ve sonra o partileri pat diye bırakıp başka partileri deneyecek keyfimin kahyası. günün en civcivli saatlerinde uzanıp uyuyacağım parklarda ve topuğunu ezdiğim ayakkabı cesetleri yattığım bankların ucuna düşecek. terleyeceğim ve hayatının en uzun koşusuna çıkmış bir at gibi kokacak vücudum. cicili bicili sözleri, ince iltifatları tutmayacak aklım ve ilk kez gördüğüm birşey gibi bakacağım bana 'beyefendi' diyenlerin suratına. adımla çağırın beni, sadece babamın kulağıma okuduğu isimle.
saçmalama hakkımı kullanıyorum kaldırımlarda bir meczup gibi dolaşma ve otobüslerde arkaya doğru gitmeme hakkımı. vitrinlerinizin önünden, cicilerinizin, modalarınızın, ve kokulu sabunlarınızın önünden en kayıtsız halimle geçeceğim. bana hiçbir şey satamayacaksınız ve ben size hiçbir şey satmayacağım. sigortasız, pasaportsuz, ehliyetsiz dolaşacağım ve korkacaksınız gözlerime bakmaya. (bu yazıyı okurken bile ürperdiniz!) gözlerim üzerinize toprak atmaya hazırlanan bir mezarcının kıllı elleridir çünkü. korkacaksınız ve ben fütursuz yürürken yollarınızda siz kenara çekileceksiniz hep. sizin göreviniz, sizin gibi olmayanlardan korkmaktır. korkun bizden; biz öcüyüz beyzade ve beyaz semtlere kıstırdığımız her seçkin beyaz kafaya 'pöhhh! ' deme hakkımızı kullanıyoruz. pöhhh! acaip kotkuyorsunuz ve fakat bitirdiğiniz okullar tutamıyor elinizden, çalıştığınız temiz işler saçlarınızı okşayamıyor, sakinleştiremiyor sizi yaşadığınız o 'bal dök yala' evleriniz. ne aciz kadınlarınız var sizin, ne kadar çıtkırıldım ve ne kadar kompleksli. (zayıflama seanslarından, güzellik salonlarında bulursunuz hep onları) avutamıyorlar sizi ve ağlayamıyorsunuz yanlarında. oysa erkekler ağlar beyzade, erkekler ağladıkça yiğitleşir ve daha iyi savaşır gözünde yaş olanlar.
serserilik hakkımı kullanıyorum, çatalla kaşığı biribirni karıştırma ve yemeğe parmaklarımla uzanma hakkımı. tanımadığım ve kapısından içeri alınmadığım ve gidip bir bardak çayını içemediğim yerlerden gelen faturaları ödemeyeceğim. ayakkabılarımı boyatmayacağım ve tükürerek bakacağım afişlere, lüks lokantalara, ve insansız otellere. neon ışıkları kaldırımlardaki su birikintilerine vuracak ve bıçaklanan bir kadının kanı karışacak aynı anda aynı suya.ve işte beyazların medeniyeti ve ben asla girmeyeceğim bu oyuna ve ben asla cafcaflı görüntülerine aldanmayacağım bu uygarlığın.bizi kandıramayacaksınız, bizi pazarınıza indirip suyu çekilmiş ıspanaklar gibi satamayacaksınız. adam olmayacağız, hizaya gelmeyeceğiz, ve uzatmayacağız boyunlarımızı uysal koyunlar gibi sizin imansız bıçaklarınıza. gidin burdan, cellatlarınızı ve katillerinizi de alıp gidin, kapılarınızda bekleyen köpekleri ve boynuna kurdele bağladığınız sümsük kedilerinizi de alarak gidin.
adam olmama hakkımı kullanıyorum, harfleri eciş bücüş yazma ve meclisin tavanına çiğ köfte atma hakkımı. dilime doğru iteklediğiniz bütün yabancı sözcükleri yanlış ve yersiz kullanacağım. karşınızda bacak bacak üstüne atarak konuşacak ve manasız şeylerden bahsedeceğim. cahil kalacağım ve ısrarla eğitmeyeceğim kendimi, inceltmeyeceğim ve ısrarla yanlış yapacağım bana ezberletmeye çalıştığınız herşeyi. ısrarla başka şekilde giyinip, başka şekilde büyüteceğim çocuklarımı. başka bir müzik dinleyip, başka düğünlerle evleneceğim. kulağınızın dibinde naralar atıp, evinizin önünde şarjör boşlatarak göndereceğim oğlumu askere. demokrasiyi yanlış anlayacağım ve ısrarla ve dilinize plesenk ettiğiniz her açıklama benim kapılarımdan içeri yanlış içeriklerle girecek. plastik çiçekleri ve kabe resimli duvar halılarını seveceğim ısrarla. ben adam olmayacağım ve unutacağım rakamlarınızı. her yanından kan damlayan kavramlarınız için, demeçleriniz ve istatistikleriniz için kılımı bile kıpırdatmayacağım. ben öcüyüm, ben tehditim ve sizden nefret ediyorum. ısrarla ve her gün yeniden ve usanmadan ve gülümseyerek ve içimdeki bıçakları okşayarak nefret ediyorum sizden.'
Bize İtalyan Usulü Sos Hazırlamayı Öğret Beyaz Oğlan
haberlerin içinden bir haber öylesine akıp gidiyor. sakin ve normal bir tarzda anlatıyor ntv'nin spikeri: 'x semtinde yeni bir diyet ve vejeteryan lokantası açıldı. yemekler italyan usulü hazırlanıyor. menüde her yemeğin içinde ne kadar yağ, ne kadar kolesterol bulunduğu belirtilmiş.' bu minval üzre akıp giden haberin sonunda lokantanın sahibi kahramanca açıklamalar yapıyor: ' kebap ve lahmacun kültürüne karşı mücadele veriyoruz.' mücadeleni sevsinler senin beyaz oğlan. cici çocuk, pembe yanak; KORU BİZİ KENDİ KÜLTÜRÜMÜZDEN; italyan mutfağını tattır bize; medeniyet öğret. yanık bağrımıza ve acılı kursağımıza italyan soslu bişeyler dök, fransızca azarla bizi, ingilizce döv.
bütün bunlar olurken ekranda hafızam bir yıl kadar öncesine gidiyor ve bir haberi çıkartıp koyuyor önüme: 'iranlı turist adana kebabı fazla kaçırınca öldü! ' işte biz buyuz beyaz oğlan. adana kebep yüzünden öleceğiz biz, lahmacun, mısır ekmeği, sırtı lacivert hamsi, alinazik ve şirden dolması yüzünden öleceğiz. kaşıkla çatalı yanlış tutacağız ve daha tadına bile bakmadan tuz dökeceğiz kuru fasulyeye. hadi gel beyaz çocuk, bize kebaptan nefret etmeyi öğret. hadi gel de bir dene, gözlerimize bakarak italyan sosu hazırlamayı. gel de, şu bizim kara, hem de kapkara semtlerimizde ekmek arası domates yiyen çocuklarımıza ve üzümü ekmeğe katık eden ihtiyarlara medeniyeti anlat. et yemenin zararlarından bahset bize. hadi gel beyaz oğlan, hadi gel...
ey arsızların medeniyeti, pişkinlerin kültürü, densizlerin uygarlığı, boğazımızdan çaldığınız zenginliklerle kurduğunuz şatolarda gözlerimize baka baka incelip gözlerimize baka baka çıldırıyorsunuz.aklınızı italyan usulü yiyip, vicdanınızı ingiliz stıli süpürüyorsunuz.siz orada abidik gubidik işlerle uğraşırken biz merdivenden düşen çocuklarımızı hastaneye bile götüremiyoruz burada. çaresizliğin, olanaksızlığın, yoksulluğun bütün halleriyle yuvarlandığımız bu hayat soya fasulyesini mideye indirdiğiniz masaların çaprazına kurulan televizyonlara malzeme kılınırken; pişkin, densiz, iğrenç gülüşünüzle kameraların karşısına geçip ' kebeba karşı açılan topyekun savaşt'an bahsediyorsunuz. siz kimsiniz be, siz kimsiniz? nasıl bir ülkede doğdunuz, hangi başkentleri başken bellediniz, hangi lisanla rüyalar gördünüz geceleri? hangi toprakların yamyamısınız siz? hangi ülkelerin işbirlikçisi, hangi kültürlerin taklitçisi, hangi satırların hainisiniz siz? hadi gel beyaz oğlan, hadi gel de bunları anlat bize. seni bir güzel dövelim!
Adamın aklı, hayatın bütün arazilerinde dolaşıp, kuytu bir köşe buldu kendine ve orada kurudu fikrininince gülü. adamın aklı, ülke adını verdiği topraklarda, doğduğu yerlerde patlayan balonlarda ve o balonların içinde kıvranan inanç kırıntılarında kaldı. adamın aklı, olan biteni anlayamaz oldu artık. bütün ömrünce ve babasının ömrünce ve dedelerinin ömrünce güneşe tuttukları o güzelim anadolu günlerinde kızaran, allaşan, Allah'ın en güzel nimetlerinden biri olan şeftaliyi, karanlık ve ürkütücü salonlarda parçaladılar. sarı etindeki şeker, kanlı mendillere aktı. adamın aklı mendillere bulaşan şekerde kaldı. bin yıllardır saraylara taşınan sarı buğday, üzümün en iyisi, elmanın en tazesi, suyun en temizi, tütünün en kalielisi niye geriye, onları taşıyanlara dayak, zulüm ve işkence olarak dönüyor. niye o taşıdıklarımızla beslenen zihinler, bize dönüp 'fazla yaklaşmayın şehirlere', 'masamızdaki üzümden bir tane dahi kopartmayın', 'çimenlerimizi uzanmayın', çiçeklirimizi koklamayın', çocuklarınızı çocuklarımızın arasına karıştırmayın' diyor. işte adamın aklı bunlarda kaldı. geriye doğru gidip beyninin içinde, az sonra içne dalacakları şehirlere şöyle bir baktığı an'ı hatırladı adam ve topların gürültüsünü duyduğunda ileriye doğru attığı ilk adımları. şimdi o şehirler, o şehirlerin kapıları, meydanları, parkaları, okulları 'topyekûn' kapanıyor yüzlerine. 'sokaklarında gerine gerine gezinemediğimiz bu şehirleri niye fethettik biz? ' diye sordu adam ve adamın aklı bu soruyu başka sorularla çarptı. kızlarımızı gönderemediğimiz okullar niye kuruldu? çimenlerine uzanamadığımız parklara niye ağaçlar diktik? ve niye şairin biri ' bir gün bu şehrin sokaklarında kendi elbisesiyle, mavi iş tulumuyla dolaşacaktır hürriyet' dedi ve fakat asla dolaşmadı? niye şiirler yalan, romanlar kurgu, gazeteler hayal mahsulü? adamın aklı alfabenin onikinci harfinde kaldı. gözleri gördüklerinin içinde kayboldu.duyduğu şeyler kulaklarını çekti ve karatahtanın önünde cevaplandıramadığı şeyleri hatırladı adam. İKİ KERE İKİNİN DÖRT ETTİĞİNİ ÖĞRETTİLER ONA ZORLA, FAKAT ASLA İKİ KERE İKİ DÖRT ETMEDİ. aklın ve matematiğin başka kurallarla işlediği bir ülkede doğdu ve mahkeme kuytularında başka bir matematikle yargılandı adam.başka bir matematikle çekti cezasını, maaşını başka bir matematikle aldı ve oy verdiği partinin oyları başka bir matematikle hesaplandı.çocukları oldu ve çocuklarını 'iki kere iki dört eder'le büyütüp, 'iki kere iki beş ederl'le astılar. aklı 'modern matematik'te kaldı. ÇÜNKÜ 'MODERN MATEMATİK' ASIRLARDIR BÜYÜTTÜKLERİ ŞEFTALİDE ONLARA BİR ISIRIKLIK DAHİ YER BIRAKMIYORDU ve aynı moderninançlarını çarpım tablosunun dışına atıp, kıyafetlerini suyun kaldırma gücüne aykırı buluyordu. adamın aklı, nice soğuklarda inançlarının ateşiyle ısınan, güneşli günlerde bir muştu gibi allaşan morlaşan, asırladır elden ele geçirip, bir ırkın bütün hayalleriyle irileştirdikleri, tadından yenilmez kıldıkları şeftaliyi hoyrat midelerine indiren karanlık ağızlarda kaldı. teypte 'oy memişler memişler, şeftaliyi yemişler cinsinden bir şarkı çalıyordu o an ve adam aklının kaldığı yerlerden dönemedi. kaybolan bir akla, kaybolan gözlerle bakakaldı öylece.
Portakal Sandığı, Çakı Bıçağı ve pencere camının Meselesi
'Benim meselem mühim mesele' diyor Müslüm Gürses bir şarkısında ve aklımızın ince kıvrımlarında dolaştırıp bu sözü, meselenin vehametini tartıyoruz. bizim meselemiz dünyanın en kadim meselesidir. yeşil seccadelerimiz, ezan okuyan saatlerimiz, duvarlarımızdaki resimler, vitrinlerimizin oymaları, çekyatlarımızın kumaşı, duvar halılarımızın geyikleriyle dalga geçenlerle aramızdaki kültürel, sosyal, politik ve ekonomik uçurum her iki tarafın aklına başka dünyalar koymuştur. bu, sokak kedisiyle ciğercinin kedisi arasındaki devasa boşluktur ki, atılan bütün tiradların sonunda birini soğuk sokaklar, diğerini sıcak soba önleri bekler. biz ki 'mühim mesele'nin en mühim tarafı olarak, anlaşma masalarında, siyaset zirvelerinde, ekonomi pazarlıklarında toplam sonuç, okuma oranı, doktor başına düşen hasta sayısı, mevsimlik işçi oranı olarak zikredilip geçtik. oy verdiğimiz partiler, çocuklarımızı gönderdiğimiz okullar, zeytin peynir aldığımız bakkallar, tezgahlarına dokunduğumuz fabrikalar, imdat istediğimiz gazeteler, okuduğumuz yazarlar, dinlediğimiz şarkılar, çözdüğümüz bulmacalar lanetlendi. para uzmanları için 'kayıtdışı ekonomi, siyasetçiler için 'kararsız seçmen kitlesi', marksistler için 'lumpen proleterya', sosyologlar için 'kent yoksulu', telefon idaresi için ' sayın abone', bankalar için 'mudi', emniyet teşkilatı için 'eşkali belirsiz şahıs', entellektüeller için 'yığın' ağalar için 'maraba' ve çay içmeye gittiğimiz yerlerde 'adisyon'duk biz. bile isteye lidersiz, bile isteye kayıtdışı, bile isteye lumpen, bile isteye maraba, bile istatistiki bir veri olarak bırakıldık. marks okusak suç, Kur'an okusak suç, Hazreti Ali ve hayber cengi okusak suç, rüya tabiri okusak suç oldu. dokunduğumuz herşeye, oy verdiğimiz bütün partilere, ardından yürüdüğümüz bütün liderlere, mırıldandığımız bütün şarkılara,girdiğimiz bütün evlere sıtımızdaki kadim laneti de bulaştırdık. meydanlarda sekerek yürüyen evlatlarımızı vurdular bizim. mum ışığında gizlice, müslüman bir ülkede gizlice Kur'an okuduk ve mumun karanlık yerlerinden gelip vurdular bizi.arka odalarda, soğuk gecelerde gizlice, bir fikre inanmanın bütün gizliliğiyle marks okuduk, satırların arasından çıkarak vurdular bizi. ergenekon destanının içinden çıkarak vurdular bizi. pir sultan türkülerinin içinden çıkarak vurdular bizi. hatta teksas-tommikslerin çizgilerinden çıkarak vurdular bizi.neye inansak, neyi hayal etsek, kime baksak vurdular bizi.meydanlarda sekerek yürüyen evlatlarımızı vurdular. kestiğimiz kurbanları, içtiğimiz çayları, bayramlarımızı, oturduğumuz portakal sandıklarını vurdular. bütün gece Müslüm Gürses dinledim ve daha dinlenmeden vurulan bir şarkının üzerindeki gazete kağıtlarını kaldırdım usulca. kan görmek ürkütmüyor beni. bir hayale inanmak için kan görmeye alışmak gerekiyor demek ki.
hey en arkadaki, hey sen! toplu resimlerin en köşesinde ve en gerisinde duran. vitrinlerin dışında ve uzağında duran sen. cici yerlere alınmayan, kaloriferli mekanlara sokulmayan, şehrin kenarında tutulan kara çocuk! bu şehirler senin sayende alındı ve sokaklarına medeniyetin senin omuzlarına basılarak girildi. bayrakları diken sendin anlı şanlı zaferlerin alnına. ve yine senin avuçlarından dökülen tohumlar başağa dönüştüğünde, budadığın asmalar üzüm verdiğinde, kahrını çektiğin buzağılar süte durduğunda, bunların hepsi ama hepsi alımlı arabalarla konaklara taşındı. ve o konakların temelini kazan, duvarını ören, çatısını çakan sendin. ve konaklara taşınan buğdayı, üzümü, sütü yemeğe, aşa, ekmeğe sen dönüştürdün. ve o pişen aşı, nar gibi kızaran ekmekleri kocaman kelleli adamların, hastalıklı hanımların, şımarık çocukların masasına sen servis yaptın.
dünyadaki en kaliteli seslerden biri olduğu inkar edilemez. kişilik tahliline gelirsek, hangi sanatçının kişiliği mükemmel. hepsi havalarda hepsi kaprisli çekilmez insanlar değil mi?
bir de şöyle düşünün siz olsanız onun yerinde, hayatıon dibinden bir mağaradan geliyorsunuz kaldırabilirmisiniz bu kadar parayı, şöhreti? insanlar size hayran insanlar etrafınızda pervane, şımarmaz mısınız? bir sürü kadın gözünüzün içine bakıyor harika kadınlar! ne kadar sabredebilirsiniz? siz ki yoldan geçenin içine düşeceksiniz neredeyse kaç tanesine hayır diyebilirsiniz? insaf biraz insaf. o kıroca yapıyor diğerleri çaktırmadan ince ince yoksa diğerleri çok iyi değil. ibo da en azından hakedilmiş bir şımarıklık ve cahilliğin mazereti var.
evet bu adamın tüm yaptıkları hakkıdır. helal olsun.
bazen içimde veya tüm hücrelerimde hissettiğim sıcak, emli bir duygu. hissetmek olağanüstü amaçok nadir gelir.
Beni Yak, Kendini Yak, Her Şeyi Yak
Yak kendini. bir kandil gibi titrek titrek değil ama dev bir şehir gibi yak. new york gibi, paris gibi, istanbul gibi yak kendini. yalımları göğe ulaşsın kalbinden, beyninden ve saçlarından yükselen ateşin. kıpkırmızı bir ateş topu gibi yürü üstüne hayatın. üretilen ve paketlenen ve kirli ve temiz ve iyi ve kötü ve çirkin herşeyin üzerine yürü. tutunduğun bütün dalları ve sana yasaklanan ormanları yak. sherwoodu yak, robin hoodu ve diğerlerini ve bizimkileri ve sizinkileri ve ergenekonu ve endülüsü ve bu sabun kokulu tarihi ve veliaht ölülerini ve kazanılmış bütün zaferleri yak.
yak kendini ve tutuşan saçlarından çıkan alevler yutsun bütün yalanları, bütün hayalleri ve bütün masalları. kopar zincirlerini ve YAK, YAK, YAK zinciri tadan kollarını, zincire teşne bedenini, ziniri düşleyen zihnini. ve ateşten bir zinciri tutarak uçlarından, koş dünyanın uçlarına, ücrasına yeryüzünün ve göğün altında ne varsa bize benzeyen ve benzemeyen ve dost ve düşman ne varsa göğün altında tutuştur gitsin. dev ve kıyamet sesli alevlerle yansın bedenin, aklın yansın, insafın yansın. acıma, hiç ama hiç acıma tutuşan avuçlarına ve dokunduğun herşeye bulaştır kucakladığın ateşi. olimpos dağından indir ve bölüştür ve paylaştır ve yay yeryüzünün her santimine bizden esirgenen kıvılcımları. efesin tapınaklarını yak önce, babilin kulelerini ve ehramlarını mısırın ve bütün firavunları ve firavun köpeklerinive köle tacirlerini ve gülkokulu cariyeleri ve ardından yürüdüğümüz şatafatlı komutanları ve atlarını onların ve mızraklarını yak.
yak kendini. cayır cayır yanan bir barbar ordusu gibi dayan şehrin kapılarına. avrupaya, asyaya, amerikaya dayan ve kır önünde açılmayan bütün kapıları, eğilmeyen kolları. YAK, YAK, YAK, sana söylenen, anlatılan ve iletilen herşeyi yak.kristof kolombun amerikayı keşfini, napolyonun mısıra girişini, istanbula taşınan ganimetleri, endülüsü terkeden müslüman orduları, roma önlerinden dönen attilayı yak. bütün devrimleri, karşı devrimleri, akınları, akıncıları yak.ulaşsın heryere ve herşeye göğsünden kopan ateş dilimleri ve yakılan tarihe, yanan bugüne ve yakılacak yarınlara değdir. çoğalt ateşi, körükle, yay. köroğlunun babasının gözlerine çekilen mili kapıp celladın avuçlarından, dağla efendilerin, beylerin, kralların, firavunların gözbebeklerini. birbirine benzeyen ve içinde zulümlerin raksettiği,yurtsuzların tepelendiği, kölelerin dövüldüğü o kimsesiz göbebeklerini dağla dönme asla geriye ve sen de yan, kül ol ve kül et kavmini. kimseye kalmasın bu devasa ateş ve kimse yangın yerlerine konaklar kuramasın bundan sonra.
Sizden Nefret Ediyorum
'Rezil olma hakkımı kullanıyorum, beyaz çorap giyme ve halk otobüslerinde yolculuk etme hakkımı. 'yoz' diye bir köşeye attığınız ne kadar müzik varsa dinleyeceğim hepsini ve Mülüm Gürses konserlerine cebimde jiletle gireceğim. simit yiyeceğim ve lahmacun ve kebap ve isot biberi yiyeceğim ve ayran içeceğim bunların üstüne. korktuğunuz partilere oy vereceğim ve sonra o partileri pat diye bırakıp başka partileri deneyecek keyfimin kahyası. günün en civcivli saatlerinde uzanıp uyuyacağım parklarda ve topuğunu ezdiğim ayakkabı cesetleri yattığım bankların ucuna düşecek. terleyeceğim ve hayatının en uzun koşusuna çıkmış bir at gibi kokacak vücudum. cicili bicili sözleri, ince iltifatları tutmayacak aklım ve ilk kez gördüğüm birşey gibi bakacağım bana 'beyefendi' diyenlerin suratına. adımla çağırın beni, sadece babamın kulağıma okuduğu isimle.
saçmalama hakkımı kullanıyorum kaldırımlarda bir meczup gibi dolaşma ve otobüslerde arkaya doğru gitmeme hakkımı. vitrinlerinizin önünden, cicilerinizin, modalarınızın, ve kokulu sabunlarınızın önünden en kayıtsız halimle geçeceğim. bana hiçbir şey satamayacaksınız ve ben size hiçbir şey satmayacağım. sigortasız, pasaportsuz, ehliyetsiz dolaşacağım ve korkacaksınız gözlerime bakmaya. (bu yazıyı okurken bile ürperdiniz!) gözlerim üzerinize toprak atmaya hazırlanan bir mezarcının kıllı elleridir çünkü. korkacaksınız ve ben fütursuz yürürken yollarınızda siz kenara çekileceksiniz hep. sizin göreviniz, sizin gibi olmayanlardan korkmaktır. korkun bizden; biz öcüyüz beyzade ve beyaz semtlere kıstırdığımız her seçkin beyaz kafaya 'pöhhh! ' deme hakkımızı kullanıyoruz. pöhhh! acaip kotkuyorsunuz ve fakat bitirdiğiniz okullar tutamıyor elinizden, çalıştığınız temiz işler saçlarınızı okşayamıyor, sakinleştiremiyor sizi yaşadığınız o 'bal dök yala' evleriniz. ne aciz kadınlarınız var sizin, ne kadar çıtkırıldım ve ne kadar kompleksli. (zayıflama seanslarından, güzellik salonlarında bulursunuz hep onları) avutamıyorlar sizi ve ağlayamıyorsunuz yanlarında. oysa erkekler ağlar beyzade, erkekler ağladıkça yiğitleşir ve daha iyi savaşır gözünde yaş olanlar.
serserilik hakkımı kullanıyorum, çatalla kaşığı biribirni karıştırma ve yemeğe parmaklarımla uzanma hakkımı. tanımadığım ve kapısından içeri alınmadığım ve gidip bir bardak çayını içemediğim yerlerden gelen faturaları ödemeyeceğim. ayakkabılarımı boyatmayacağım ve tükürerek bakacağım afişlere, lüks lokantalara, ve insansız otellere. neon ışıkları kaldırımlardaki su birikintilerine vuracak ve bıçaklanan bir kadının kanı karışacak aynı anda aynı suya.ve işte beyazların medeniyeti ve ben asla girmeyeceğim bu oyuna ve ben asla cafcaflı görüntülerine aldanmayacağım bu uygarlığın.bizi kandıramayacaksınız, bizi pazarınıza indirip suyu çekilmiş ıspanaklar gibi satamayacaksınız. adam olmayacağız, hizaya gelmeyeceğiz, ve uzatmayacağız boyunlarımızı uysal koyunlar gibi sizin imansız bıçaklarınıza. gidin burdan, cellatlarınızı ve katillerinizi de alıp gidin, kapılarınızda bekleyen köpekleri ve boynuna kurdele bağladığınız sümsük kedilerinizi de alarak gidin.
adam olmama hakkımı kullanıyorum, harfleri eciş bücüş yazma ve meclisin tavanına çiğ köfte atma hakkımı. dilime doğru iteklediğiniz bütün yabancı sözcükleri yanlış ve yersiz kullanacağım. karşınızda bacak bacak üstüne atarak konuşacak ve manasız şeylerden bahsedeceğim. cahil kalacağım ve ısrarla eğitmeyeceğim kendimi, inceltmeyeceğim ve ısrarla yanlış yapacağım bana ezberletmeye çalıştığınız herşeyi. ısrarla başka şekilde giyinip, başka şekilde büyüteceğim çocuklarımı. başka bir müzik dinleyip, başka düğünlerle evleneceğim. kulağınızın dibinde naralar atıp, evinizin önünde şarjör boşlatarak göndereceğim oğlumu askere. demokrasiyi yanlış anlayacağım ve ısrarla ve dilinize plesenk ettiğiniz her açıklama benim kapılarımdan içeri yanlış içeriklerle girecek. plastik çiçekleri ve kabe resimli duvar halılarını seveceğim ısrarla. ben adam olmayacağım ve unutacağım rakamlarınızı. her yanından kan damlayan kavramlarınız için, demeçleriniz ve istatistikleriniz için kılımı bile kıpırdatmayacağım. ben öcüyüm, ben tehditim ve sizden nefret ediyorum. ısrarla ve her gün yeniden ve usanmadan ve gülümseyerek ve içimdeki bıçakları okşayarak nefret ediyorum sizden.'
Bize İtalyan Usulü Sos Hazırlamayı Öğret Beyaz Oğlan
haberlerin içinden bir haber öylesine akıp gidiyor. sakin ve normal bir tarzda anlatıyor ntv'nin spikeri: 'x semtinde yeni bir diyet ve vejeteryan lokantası açıldı. yemekler italyan usulü hazırlanıyor. menüde her yemeğin içinde ne kadar yağ, ne kadar kolesterol bulunduğu belirtilmiş.' bu minval üzre akıp giden haberin sonunda lokantanın sahibi kahramanca açıklamalar yapıyor: ' kebap ve lahmacun kültürüne karşı mücadele veriyoruz.' mücadeleni sevsinler senin beyaz oğlan. cici çocuk, pembe yanak; KORU BİZİ KENDİ KÜLTÜRÜMÜZDEN; italyan mutfağını tattır bize; medeniyet öğret. yanık bağrımıza ve acılı kursağımıza italyan soslu bişeyler dök, fransızca azarla bizi, ingilizce döv.
bütün bunlar olurken ekranda hafızam bir yıl kadar öncesine gidiyor ve bir haberi çıkartıp koyuyor önüme: 'iranlı turist adana kebabı fazla kaçırınca öldü! ' işte biz buyuz beyaz oğlan. adana kebep yüzünden öleceğiz biz, lahmacun, mısır ekmeği, sırtı lacivert hamsi, alinazik ve şirden dolması yüzünden öleceğiz. kaşıkla çatalı yanlış tutacağız ve daha tadına bile bakmadan tuz dökeceğiz kuru fasulyeye. hadi gel beyaz çocuk, bize kebaptan nefret etmeyi öğret. hadi gel de bir dene, gözlerimize bakarak italyan sosu hazırlamayı. gel de, şu bizim kara, hem de kapkara semtlerimizde ekmek arası domates yiyen çocuklarımıza ve üzümü ekmeğe katık eden ihtiyarlara medeniyeti anlat. et yemenin zararlarından bahset bize. hadi gel beyaz oğlan, hadi gel...
ey arsızların medeniyeti, pişkinlerin kültürü, densizlerin uygarlığı, boğazımızdan çaldığınız zenginliklerle kurduğunuz şatolarda gözlerimize baka baka incelip gözlerimize baka baka çıldırıyorsunuz.aklınızı italyan usulü yiyip, vicdanınızı ingiliz stıli süpürüyorsunuz.siz orada abidik gubidik işlerle uğraşırken biz merdivenden düşen çocuklarımızı hastaneye bile götüremiyoruz burada. çaresizliğin, olanaksızlığın, yoksulluğun bütün halleriyle yuvarlandığımız bu hayat soya fasulyesini mideye indirdiğiniz masaların çaprazına kurulan televizyonlara malzeme kılınırken; pişkin, densiz, iğrenç gülüşünüzle kameraların karşısına geçip ' kebeba karşı açılan topyekun savaşt'an bahsediyorsunuz. siz kimsiniz be, siz kimsiniz? nasıl bir ülkede doğdunuz, hangi başkentleri başken bellediniz, hangi lisanla rüyalar gördünüz geceleri? hangi toprakların yamyamısınız siz? hangi ülkelerin işbirlikçisi, hangi kültürlerin taklitçisi, hangi satırların hainisiniz siz? hadi gel beyaz oğlan, hadi gel de bunları anlat bize. seni bir güzel dövelim!
Oy Memişler Memişler, Şeftaliyi Yemişler
Adamın aklı, hayatın bütün arazilerinde dolaşıp, kuytu bir köşe buldu kendine ve orada kurudu fikrininince gülü. adamın aklı, ülke adını verdiği topraklarda, doğduğu yerlerde patlayan balonlarda ve o balonların içinde kıvranan inanç kırıntılarında kaldı. adamın aklı, olan biteni anlayamaz oldu artık. bütün ömrünce ve babasının ömrünce ve dedelerinin ömrünce güneşe tuttukları o güzelim anadolu günlerinde kızaran, allaşan, Allah'ın en güzel nimetlerinden biri olan şeftaliyi, karanlık ve ürkütücü salonlarda parçaladılar. sarı etindeki şeker, kanlı mendillere aktı. adamın aklı mendillere bulaşan şekerde kaldı. bin yıllardır saraylara taşınan sarı buğday, üzümün en iyisi, elmanın en tazesi, suyun en temizi, tütünün en kalielisi niye geriye, onları taşıyanlara dayak, zulüm ve işkence olarak dönüyor. niye o taşıdıklarımızla beslenen zihinler, bize dönüp 'fazla yaklaşmayın şehirlere', 'masamızdaki üzümden bir tane dahi kopartmayın', 'çimenlerimizi uzanmayın', çiçeklirimizi koklamayın', çocuklarınızı çocuklarımızın arasına karıştırmayın' diyor. işte adamın aklı bunlarda kaldı. geriye doğru gidip beyninin içinde, az sonra içne dalacakları şehirlere şöyle bir baktığı an'ı hatırladı adam ve topların gürültüsünü duyduğunda ileriye doğru attığı ilk adımları. şimdi o şehirler, o şehirlerin kapıları, meydanları, parkaları, okulları 'topyekûn' kapanıyor yüzlerine. 'sokaklarında gerine gerine gezinemediğimiz bu şehirleri niye fethettik biz? ' diye sordu adam ve adamın aklı bu soruyu başka sorularla çarptı. kızlarımızı gönderemediğimiz okullar niye kuruldu? çimenlerine uzanamadığımız parklara niye ağaçlar diktik? ve niye şairin biri ' bir gün bu şehrin sokaklarında kendi elbisesiyle, mavi iş tulumuyla dolaşacaktır hürriyet' dedi ve fakat asla dolaşmadı? niye şiirler yalan, romanlar kurgu, gazeteler hayal mahsulü? adamın aklı alfabenin onikinci harfinde kaldı. gözleri gördüklerinin içinde kayboldu.duyduğu şeyler kulaklarını çekti ve karatahtanın önünde cevaplandıramadığı şeyleri hatırladı adam. İKİ KERE İKİNİN DÖRT ETTİĞİNİ ÖĞRETTİLER ONA ZORLA, FAKAT ASLA İKİ KERE İKİ DÖRT ETMEDİ. aklın ve matematiğin başka kurallarla işlediği bir ülkede doğdu ve mahkeme kuytularında başka bir matematikle yargılandı adam.başka bir matematikle çekti cezasını, maaşını başka bir matematikle aldı ve oy verdiği partinin oyları başka bir matematikle hesaplandı.çocukları oldu ve çocuklarını 'iki kere iki dört eder'le büyütüp, 'iki kere iki beş ederl'le astılar. aklı 'modern matematik'te kaldı. ÇÜNKÜ 'MODERN MATEMATİK' ASIRLARDIR BÜYÜTTÜKLERİ ŞEFTALİDE ONLARA BİR ISIRIKLIK DAHİ YER BIRAKMIYORDU ve aynı moderninançlarını çarpım tablosunun dışına atıp, kıyafetlerini suyun kaldırma gücüne aykırı buluyordu. adamın aklı, nice soğuklarda inançlarının ateşiyle ısınan, güneşli günlerde bir muştu gibi allaşan morlaşan, asırladır elden ele geçirip, bir ırkın bütün hayalleriyle irileştirdikleri, tadından yenilmez kıldıkları şeftaliyi hoyrat midelerine indiren karanlık ağızlarda kaldı. teypte 'oy memişler memişler, şeftaliyi yemişler cinsinden bir şarkı çalıyordu o an ve adam aklının kaldığı yerlerden dönemedi. kaybolan bir akla, kaybolan gözlerle bakakaldı öylece.
Portakal Sandığı, Çakı Bıçağı ve pencere camının Meselesi
'Benim meselem mühim mesele' diyor Müslüm Gürses bir şarkısında ve aklımızın ince kıvrımlarında dolaştırıp bu sözü, meselenin vehametini tartıyoruz. bizim meselemiz dünyanın en kadim meselesidir. yeşil seccadelerimiz, ezan okuyan saatlerimiz, duvarlarımızdaki resimler, vitrinlerimizin oymaları, çekyatlarımızın kumaşı, duvar halılarımızın geyikleriyle dalga geçenlerle aramızdaki kültürel, sosyal, politik ve ekonomik uçurum her iki tarafın aklına başka dünyalar koymuştur. bu, sokak kedisiyle ciğercinin kedisi arasındaki devasa boşluktur ki, atılan bütün tiradların sonunda birini soğuk sokaklar, diğerini sıcak soba önleri bekler. biz ki 'mühim mesele'nin en mühim tarafı olarak, anlaşma masalarında, siyaset zirvelerinde, ekonomi pazarlıklarında toplam sonuç, okuma oranı, doktor başına düşen hasta sayısı, mevsimlik işçi oranı olarak zikredilip geçtik. oy verdiğimiz partiler, çocuklarımızı gönderdiğimiz okullar, zeytin peynir aldığımız bakkallar, tezgahlarına dokunduğumuz fabrikalar, imdat istediğimiz gazeteler, okuduğumuz yazarlar, dinlediğimiz şarkılar, çözdüğümüz bulmacalar lanetlendi. para uzmanları için 'kayıtdışı ekonomi, siyasetçiler için 'kararsız seçmen kitlesi', marksistler için 'lumpen proleterya', sosyologlar için 'kent yoksulu', telefon idaresi için ' sayın abone', bankalar için 'mudi', emniyet teşkilatı için 'eşkali belirsiz şahıs', entellektüeller için 'yığın' ağalar için 'maraba' ve çay içmeye gittiğimiz yerlerde 'adisyon'duk biz. bile isteye lidersiz, bile isteye kayıtdışı, bile isteye lumpen, bile isteye maraba, bile istatistiki bir veri olarak bırakıldık. marks okusak suç, Kur'an okusak suç, Hazreti Ali ve hayber cengi okusak suç, rüya tabiri okusak suç oldu. dokunduğumuz herşeye, oy verdiğimiz bütün partilere, ardından yürüdüğümüz bütün liderlere, mırıldandığımız bütün şarkılara,girdiğimiz bütün evlere sıtımızdaki kadim laneti de bulaştırdık. meydanlarda sekerek yürüyen evlatlarımızı vurdular bizim. mum ışığında gizlice, müslüman bir ülkede gizlice Kur'an okuduk ve mumun karanlık yerlerinden gelip vurdular bizi.arka odalarda, soğuk gecelerde gizlice, bir fikre inanmanın bütün gizliliğiyle marks okuduk, satırların arasından çıkarak vurdular bizi. ergenekon destanının içinden çıkarak vurdular bizi. pir sultan türkülerinin içinden çıkarak vurdular bizi. hatta teksas-tommikslerin çizgilerinden çıkarak vurdular bizi.neye inansak, neyi hayal etsek, kime baksak vurdular bizi.meydanlarda sekerek yürüyen evlatlarımızı vurdular. kestiğimiz kurbanları, içtiğimiz çayları, bayramlarımızı, oturduğumuz portakal sandıklarını vurdular. bütün gece Müslüm Gürses dinledim ve daha dinlenmeden vurulan bir şarkının üzerindeki gazete kağıtlarını kaldırdım usulca. kan görmek ürkütmüyor beni. bir hayale inanmak için kan görmeye alışmak gerekiyor demek ki.
Başka Dünyanın Çocukları
hey en arkadaki, hey sen! toplu resimlerin en köşesinde ve en gerisinde duran. vitrinlerin dışında ve uzağında duran sen. cici yerlere alınmayan, kaloriferli mekanlara sokulmayan, şehrin kenarında tutulan kara çocuk! bu şehirler senin sayende alındı ve sokaklarına medeniyetin senin omuzlarına basılarak girildi. bayrakları diken sendin anlı şanlı zaferlerin alnına. ve yine senin avuçlarından dökülen tohumlar başağa dönüştüğünde, budadığın asmalar üzüm verdiğinde, kahrını çektiğin buzağılar süte durduğunda, bunların hepsi ama hepsi alımlı arabalarla konaklara taşındı. ve o konakların temelini kazan, duvarını ören, çatısını çakan sendin. ve konaklara taşınan buğdayı, üzümü, sütü yemeğe, aşa, ekmeğe sen dönüştürdün. ve o pişen aşı, nar gibi kızaran ekmekleri kocaman kelleli adamların, hastalıklı hanımların, şımarık çocukların masasına sen servis yaptın.
kadim laneti sırtlayan lanetli.
dünyadaki en kaliteli seslerden biri olduğu inkar edilemez. kişilik tahliline gelirsek, hangi sanatçının kişiliği mükemmel. hepsi havalarda hepsi kaprisli çekilmez insanlar değil mi?
bir de şöyle düşünün siz olsanız onun yerinde, hayatıon dibinden bir mağaradan geliyorsunuz kaldırabilirmisiniz bu kadar parayı, şöhreti? insanlar size hayran insanlar etrafınızda pervane, şımarmaz mısınız? bir sürü kadın gözünüzün içine bakıyor harika kadınlar! ne kadar sabredebilirsiniz? siz ki yoldan geçenin içine düşeceksiniz neredeyse kaç tanesine hayır diyebilirsiniz? insaf biraz insaf. o kıroca yapıyor diğerleri çaktırmadan ince ince yoksa diğerleri çok iyi değil. ibo da en azından hakedilmiş bir şımarıklık ve cahilliğin mazereti var.
evet bu adamın tüm yaptıkları hakkıdır. helal olsun.
sesini konuşmaya, tartışmaya zaten gerek yok.
hz adem havvayı ilk gördüğün bu da ne ki? demiş ve o günden beri bu konu konuşulur olmuş.
biraz da siz konuşun ama sonu gelmez bunun.
isterseniz çorbada tuzum olsun: karısı kötü olanlar eskiden filozof olurmuş :))
haksız değil hani kim ykm'nin önünde buluşacağı cillll lop gibi hatun beklerken oturur da bilginin kaynağını veya ontolojik problemleri düşünür ki?