necip fazıl otuz yaşına kadar da mükemmeldir, çünkü o ruhuyla, hissedişiyle mükemmeldir. otuzundan sonra değişmeseydi yine mükemmel olacaktı, onun mükemmelliği düşüncesinden değil ruhunun fırtınalırından gelir. başka türlü değerlendirme o ruhun uçurumlarını ve zirvelerini gözdenhn kaçırıp tüm güzelliği düşüncesine vermektir ki bu yanlış olur...
bir zaman sonra en yakın arkadaşına bile tahammüledemiyorsun. nasıl edecesin ki, herifin kokan çorabı senin yatağında, çay içmiş bardak odanın ortasında kalmış, yemek yemiş mutfağın girilecek hali yok, ................................
cumhuriyetin ilk yıllarınad fransaya felsefe tahsili için gönderilir famat o kumarhaneleri mesken tutmuştur. bir yıl sonra türkiyeye döndüğünde istanbul sosyetesi ona pariste güneşin doğuşunun güzelliğini sorarlar ama o bir yıl boyunca hiç görmemiştir güneşi doğuşunu; çünkü sabaha karşı kumarhaneden eve gelir uyur, akşam uyanır tekrar kumarhaneye gidermiş. sakin bir felsefe talebesinden bir necip fazıl çıkmazdı, onu necip fazıl yapan ömrü boyunca ruhunu, aklını alt üst eden bu fırtınalardır.
bence necip fazılın yanlışlarından birisi sorgulayan, eleştiren herkesin kendi vardığı yere ulaşacağını düşünmesi. ama öyle değil üstat belki herkesin sorgulama tarzından, belki herkes senin kadar akıllı deği, belki sen bir şair olarak sezginle ulaşıyorsun sonuca ama herkes senin vardığın sonuca ulaşamıyor. gerçi çok büyük değildir ama yine de yanlıştır.
Ey hayatın yağız çocukları... asi ruhlar... rüzgar ve güneş aksanlı serseriler... yetişin... bir bıçak kavgasının ortasında kaldık bugünlerde. façasını bozduğumuz züppeler, beyaz yumurta kafalı saray çocukları, sakin ve silahsız yakaladı sicilimizi. adam yaralama, hesaba çekme, mekan basma ve namus cinayeti türünden her biri kendi içinde fiyakalı suçlar işledik. ve her biri kendine ait ağır, tumturaklı, gotik ve bilumum egzantrik hiyerarşilerle işlenen bu suçlar alnımıza kaydedildi. asla vurmadık bir adamı arkadan ve düşürmedik pusuya bir yüreği. insanları sırtından vuranları ve pusuya düşürüp harcayanları sevmeyiz. sevmeyiz ve bir biçimde kıstırıp bir yerlerde, sorarız hesabını kalleşliğin.
İşte böyle oğlum, işte böyle! ağır ve her santimi düşünülmüş bir suçun evlatlarıyız biz. anlamakta zorluk çekeceğin ve belki asla sevmeyeceğin tuhaf bir ahlak anlayışı ve garip bir hikaye bırakacağız sana. suçun içinde yeşeren bir ahlak bu. insanlara dokunmamayı değil, bir garibe, bir korumasıza uzanan eli kırmayı öneren bir ahlak. muhasebesi karmaşık ve ayrıntılarını sadece sahibinin bildiği ve bilançosu, ağır hergelelerin kişisel tarihinde gizli bir ahlak. dışardan bakıldığında ürkütücü, haksız ve gaddar bir dünya bu ve evet hepimiz ağır suçların barbar yolcularıyız. ve evet hepimiz tuhaf bir adalet hissinin ve tanımsız bir doğruluk şiarının ardı sıra ömrümüzü tüketiriz. bir gün yaşlı, yorgun bir aslan gibi, tahammülsüz öksürükler içinde ve acaip üşüyerek ve duvarlarına lakabımızı kazıdığımız soğuk bir hücrede ve alnımızdaki yara izini hatırlayarak veda ederiz 'hukuk sistemi'ne.
sözkonusu ve tırnak içindeki hukuk bizim değildir oğlum. o hukuk, kahyasının küçük kızını köşkün tenha bir köşesinde kıstırıp namusuna el uzatan beyaz züppelerin hukukudur. ve o pislik abidesini yakalayıp, kirlettiği hayatların hesabını soran bizleri, o namus ve hayat ve halk düşmanının hukukuyla yargılarlar. ve büyük bir kısmı insanlığın yani yüzde doksandokuzu belki, yani hemen hemen hepsi tırnak içindeki hukuka bakarak karar verdikleri için, anlamak zordur bizim suçsuzluğumuzu. yani başka bir adalete sahip olmak ve hesabını bir insanın anında ve hemen orda, hiç ikiletmeden sormak suçtur beyaz züppelerin hukukunda. ve o züppe, altın yaldızlı hukuk, soytarıları asil, kahramanları köle diye tanımlar. ve yine o hukuktur ki güçlü olanı haklı, güçsüz olanı lanetli bulur. o hukuktur ki girmez asla mapusaneye ve fakat hücreleri yağız ve yiğit ve hesapsız delikanlılarla doldurur.
bu başkalarının hukukudur oğlum. her sabah rafadan yumurtası yatağına getirilenlerin ve sıcak terliklerini ayağına geçirerek puro içmeye inenlerin hukukudur bu. aldırma. bizi bu hukukun içinde tanıyamazsın oğlum. bu hukukun içinde biz eli kanlı, barbar, acımasız, ruhsuz caniler olarak görünürüz sana. sen bizim mahalleden sor adaleti, hukuku, bir adam öldürmeyi ve bir çocuk büyütmeyi. sen bizim mahalleden bak hayata oğlum. suçu ve cezayı anlayacaksın o zaman.
anneler elbette uktsaldır. biz anneyi kutsayan bir kültürün çocuklarıyız. halk edebiyatımıza bir göz atsak binlerce örnek buluruz bunu doğrulayan. ve anneye küfredildiği için adam öldürmek biz de vardır, bunun doğruluğu yanlışlığı ayrı mesele ama çarpıcıdır bu. fakat yinede anneler gününü anlamsız buluyorum. bugün milyonlarca, milyarlarca alışveriş yapılacak ve kapitalistlerin kasası bizim anne sevgimiz yüzünden biraz daha şişecek. kapitalist çok rasyonel kararlar alır ve duyguya yer yoktur kapitalizmde ama sıra insanları sömürmeye gelince her türlü duyguyu sınır tanımaz bir arsızlıkla sömümenin bir yolunu bulur. anneler günü, sevgililer günü şu günü, bu günü ve kasaya akan miyarlarca dolar. duyguların rasyonel sömürüsü. neden bizim annelerimize sevgililerimize, etrafımıza sevgimizi sömümesine izin verelim arsız kapitalistlerin? onların ne emeği geçti bu sevgiye? bu saf bir sevginin suistimalinden başka nedir ki? inadına almayacağım hediye ve bir öpücükle de bilecek annem onu ne çok sevdiğimi...
necip fazıl otuz yaşına kadar da mükemmeldir, çünkü o ruhuyla, hissedişiyle mükemmeldir. otuzundan sonra değişmeseydi yine mükemmel olacaktı, onun mükemmelliği düşüncesinden değil ruhunun fırtınalırından gelir. başka türlü değerlendirme o ruhun uçurumlarını ve zirvelerini gözdenhn kaçırıp tüm güzelliği düşüncesine vermektir ki bu yanlış olur...
bir zaman sonra en yakın arkadaşına bile tahammüledemiyorsun. nasıl edecesin ki, herifin kokan çorabı senin yatağında, çay içmiş bardak odanın ortasında kalmış, yemek yemiş mutfağın girilecek hali yok, ................................
karı koca gibi 24 saat berabersin. hiç de güzel değil...
mühür gözlüm seni elden
sakınırım kıskanırım
yağan kardan esen yelden
sakınırm kıskanırım
havadaki turnalardan
su içtiğim kurnalardan
giyindiğin urbalardan
sakınırım kıskanırım
beşikte yatan kuzumdan
hem oğlumdan hem kızımdan
ben seni senin gözünden
sakınırım kıskanırım
aslanım eller eller
kokuyor güller güller
ne bilsin eller eller
perişan hallerim..
cumhuriyetin ilk yıllarınad fransaya felsefe tahsili için gönderilir famat o kumarhaneleri mesken tutmuştur. bir yıl sonra türkiyeye döndüğünde istanbul sosyetesi ona pariste güneşin doğuşunun güzelliğini sorarlar ama o bir yıl boyunca hiç görmemiştir güneşi doğuşunu; çünkü sabaha karşı kumarhaneden eve gelir uyur, akşam uyanır tekrar kumarhaneye gidermiş. sakin bir felsefe talebesinden bir necip fazıl çıkmazdı, onu necip fazıl yapan ömrü boyunca ruhunu, aklını alt üst eden bu fırtınalardır.
bence necip fazılın yanlışlarından birisi sorgulayan, eleştiren herkesin kendi vardığı yere ulaşacağını düşünmesi. ama öyle değil üstat belki herkesin sorgulama tarzından, belki herkes senin kadar akıllı deği, belki sen bir şair olarak sezginle ulaşıyorsun sonuca ama herkes senin vardığın sonuca ulaşamıyor. gerçi çok büyük değildir ama yine de yanlıştır.
Suç ve Ceza ve Hukuk ve Biz
Ey hayatın yağız çocukları... asi ruhlar... rüzgar ve güneş aksanlı serseriler... yetişin... bir bıçak kavgasının ortasında kaldık bugünlerde. façasını bozduğumuz züppeler, beyaz yumurta kafalı saray çocukları, sakin ve silahsız yakaladı sicilimizi. adam yaralama, hesaba çekme, mekan basma ve namus cinayeti türünden her biri kendi içinde fiyakalı suçlar işledik. ve her biri kendine ait ağır, tumturaklı, gotik ve bilumum egzantrik hiyerarşilerle işlenen bu suçlar alnımıza kaydedildi. asla vurmadık bir adamı arkadan ve düşürmedik pusuya bir yüreği. insanları sırtından vuranları ve pusuya düşürüp harcayanları sevmeyiz. sevmeyiz ve bir biçimde kıstırıp bir yerlerde, sorarız hesabını kalleşliğin.
İşte böyle oğlum, işte böyle! ağır ve her santimi düşünülmüş bir suçun evlatlarıyız biz. anlamakta zorluk çekeceğin ve belki asla sevmeyeceğin tuhaf bir ahlak anlayışı ve garip bir hikaye bırakacağız sana. suçun içinde yeşeren bir ahlak bu. insanlara dokunmamayı değil, bir garibe, bir korumasıza uzanan eli kırmayı öneren bir ahlak. muhasebesi karmaşık ve ayrıntılarını sadece sahibinin bildiği ve bilançosu, ağır hergelelerin kişisel tarihinde gizli bir ahlak. dışardan bakıldığında ürkütücü, haksız ve gaddar bir dünya bu ve evet hepimiz ağır suçların barbar yolcularıyız. ve evet hepimiz tuhaf bir adalet hissinin ve tanımsız bir doğruluk şiarının ardı sıra ömrümüzü tüketiriz. bir gün yaşlı, yorgun bir aslan gibi, tahammülsüz öksürükler içinde ve acaip üşüyerek ve duvarlarına lakabımızı kazıdığımız soğuk bir hücrede ve alnımızdaki yara izini hatırlayarak veda ederiz 'hukuk sistemi'ne.
sözkonusu ve tırnak içindeki hukuk bizim değildir oğlum. o hukuk, kahyasının küçük kızını köşkün tenha bir köşesinde kıstırıp namusuna el uzatan beyaz züppelerin hukukudur. ve o pislik abidesini yakalayıp, kirlettiği hayatların hesabını soran bizleri, o namus ve hayat ve halk düşmanının hukukuyla yargılarlar. ve büyük bir kısmı insanlığın yani yüzde doksandokuzu belki, yani hemen hemen hepsi tırnak içindeki hukuka bakarak karar verdikleri için, anlamak zordur bizim suçsuzluğumuzu. yani başka bir adalete sahip olmak ve hesabını bir insanın anında ve hemen orda, hiç ikiletmeden sormak suçtur beyaz züppelerin hukukunda. ve o züppe, altın yaldızlı hukuk, soytarıları asil, kahramanları köle diye tanımlar. ve yine o hukuktur ki güçlü olanı haklı, güçsüz olanı lanetli bulur. o hukuktur ki girmez asla mapusaneye ve fakat hücreleri yağız ve yiğit ve hesapsız delikanlılarla doldurur.
bu başkalarının hukukudur oğlum. her sabah rafadan yumurtası yatağına getirilenlerin ve sıcak terliklerini ayağına geçirerek puro içmeye inenlerin hukukudur bu. aldırma. bizi bu hukukun içinde tanıyamazsın oğlum. bu hukukun içinde biz eli kanlı, barbar, acımasız, ruhsuz caniler olarak görünürüz sana. sen bizim mahalleden sor adaleti, hukuku, bir adam öldürmeyi ve bir çocuk büyütmeyi. sen bizim mahalleden bak hayata oğlum. suçu ve cezayı anlayacaksın o zaman.
bat dünya bat!
anneler elbette uktsaldır. biz anneyi kutsayan bir kültürün çocuklarıyız. halk edebiyatımıza bir göz atsak binlerce örnek buluruz bunu doğrulayan. ve anneye küfredildiği için adam öldürmek biz de vardır, bunun doğruluğu yanlışlığı ayrı mesele ama çarpıcıdır bu. fakat yinede anneler gününü anlamsız buluyorum. bugün milyonlarca, milyarlarca alışveriş yapılacak ve kapitalistlerin kasası bizim anne sevgimiz yüzünden biraz daha şişecek. kapitalist çok rasyonel kararlar alır ve duyguya yer yoktur kapitalizmde ama sıra insanları sömürmeye gelince her türlü duyguyu sınır tanımaz bir arsızlıkla sömümenin bir yolunu bulur. anneler günü, sevgililer günü şu günü, bu günü ve kasaya akan miyarlarca dolar. duyguların rasyonel sömürüsü. neden bizim annelerimize sevgililerimize, etrafımıza sevgimizi sömümesine izin verelim arsız kapitalistlerin? onların ne emeği geçti bu sevgiye? bu saf bir sevginin suistimalinden başka nedir ki? inadına almayacağım hediye ve bir öpücükle de bilecek annem onu ne çok sevdiğimi...