Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • bediüzzaman said nursi27.06.2004 - 20:45

    Bediüzzaman Said Nursî
    Bediüzzaman Said Nursî, Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde dünyaya geldi (1876) . Yenilikçi, atak, cesur bir mizaca, son derece parlak bir zekaya ve güçlü bir hafızaya sahipti. Bunlar katıksız iman ve ilim aşkıyla birleşince, normalde onbeş yıl kadar süren klâsik medrese eğitimi üç aya sığdı. Bu olağanüstü gelişmeyi kavrayamayanlar tarafından düzenlenen münazaraları (ilmî tartışma) kazanarak, kendini ispatladı. Bu yüzden 'Molla Said'e 'zamanın emsalsizi, benzersizi' anlamında 'Bediüzzaman' lakabı verildi.

    Dönem tüm dünyada maddeciliğin öne çıktığı bir dönemdi. İnsanlık kendi geleceğini tahribe yönelmiti.Bu değişimden müslüman milletler de etkilenmiş, meselâ yeryüzünün tek bağımsız İslâm devleti olan Osmanlı Devleti çoktan eski haşmetini ve kudretini kaybetmişti. Büzülme ve çözülme noktasındaydı.

    İnsanlığın ortak problemlerinin yanı sıra yaşadığı toplumun özel problemlerine de eğilen Bediüzzaman, açık bir gerçekle yüz yüze geldi: Batı maddeciliğe saplanmış, Doğu ise eskiyen kurumlarını yenileyip iman eksenli bir yapılanmaya dönüştürememişti. Osmanlı Devleti de aynı açmazda tükeniyordu. Devlet ve millet şeklen İslam'a bağlı olmakla birlikte, mânâ planında İslâmdan kopmuştu. Batıyı da anlayamamıştı. Asıl problemi buydu.

    Teşhisini bu şekilde koyan Bediüzzaman tedavi metodunu da geliştirdi: 'Tahkiki iman' geliştirdiği metodun özü ve özetiydi.

    Sıra 'tahkiki îman' ekseninde gelişip çağın teknolojisiyle zenginleşecek insanlar yetiştirmeye gelmişti. Bunun da yolu eğitimden geçerdi.

    Bu maksatla bir eğitim projesi geliştirdi. Buna göre Doğu ve Güneydoğu öncelikli olarak tüm vatan sathı 'Medrezetühzehra' adını verdiği eğitim kurumlarıyla donatılacak, bu kurumların ilk, orta, lise bölimleri olacak, ayrıca din ve fen dersleri bir biri içinde, bir bütün halinde okutulacaktı. 'Vicdanın ziyası(ışığı) , ulûm-u dîniyedir, aklın nuru fünûn-u (fenler) medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. İftirak ettikleri (ayrıştıkları) vakit birincisinde taassub (tutuculuk) , ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder(doğar) , diyordu.

    Görüşlerini Padişaha sunmak için 1907 yılında İstanbul'a geldi. Fakat İmparatorukla birlikte İmparatorluğun başkenti İstanbul da çürümüştü. Düşüncelerini gazetelere yansıtması sarayı tedirgin etti. Padişah ateşîn bir zekayı etkisizleştirmek için altınla ödüllendirmek istedi. 'Maarifi tehir, maaşı tacil nedendir? ' diye sorup ihsân-ı şahaneyi reddedince de akıl hastanesine kapatıldı. Fakat doktorlardan aklî melekelerinin sapa sağlam olduğuna dair rapor alarak görüşlerini açıklamayı sürdürdü.

    Bediüzzaman, Şark ulemasından sonra İstanbul'daki meşhur âlimlere de kendisini kabul ettirmekte zorlanmamıştı. Onunla görüşenler en girift sorularına cevap alıyor, 'Sen gerçekten Bediüzzamansın' demekten kendilerini alamıyorlardı. Meşrutiyeti İslam eksenine oturtan ve 'meşrutiyet-i meşrua' yı öneren hürriyetçi fikirleri özellikle dikkat çekiyordu. Bediüzzaman'a göre mutlakiyet İslamî dirilişin önünü kapatıyordu. Ancak meşrutiyete yumuşak geçiş yapılmalıydı. Bunun için de evvela 'üç büyük düşman' saydığı cehalet, zaruret ve ihtilafla mücadele edilip kazanılması gerekiyordu.

    '31 Mart Olayı' ismiyle tarihimize geçen (1909) keşmekeş esnasında yatıştrıcı rol oynamasına rağmen, Bediüzzaman'dan daha önce tedirgin olmuş yönetim tarafından tutuklanıp Divan-ı Harb Mahkemesinde yargılandı. Beraat etti. Van'a döndü. Birinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü talebelerinden bir milis alayı kurup, doğduğu toprakları savundu. Bitlis savunması esnasında yaralanıp, Ruslara esir düştü. Yaklaşık, üç yıl süren esaret hayatını kaçışla noktaladı. Ordu adayı olarak devrin tek İslam akademisi Dâr-ül Hikmet-il İslamiye'ye üye oldu. İstiklal savaşı sürerken, Anadolu harekâtını 'isyan' sayan fetvaya, Anadolu ulemâsıyla birlikte karşı fetva verdi. İstanbul işgali sırasında İngiliz işgalcilere karşı yayınladığı bir eser yüzünden işgal kuvvetleri tarafından gıyabında ölüme mahkum edildi.

    Zaferden sonra Ankara'ya Büyük Millet Meclisi'ne dâvet edildi (1922) . Mecliste resmî karşılama töreni yapıldı. Fakat devletle millet arasında 'kıble farkı' oluşmak üzere olduğunu görüp, milletvekillerine hitaben on maddelik bir beyanname dağıttı. Tekrar Van'a döndü.

    Şeys Said isyanıyla bir ilgisi bulunmadığı, esasen her fırsatta 'Dahilde kılınç çekilmez' dediği halde bir çok mazlum gibi Bediüzzaman da önce Burdur'a ardından da Barla'ya sürüldü. Barla'da Risâle-i Nur Külliyatını telife başladı. Tek başına bir mekteb oldu ve 'cevher insan' yetiştirmek için insanüstü bir gayret gösterdi.

    1925'li yıllarda Türkiye'de uygulama alanına giren dini dışlama politikalarına karşı, Bediüzzaman Said Nursi, Risâle-i Nur adını verdiği eserleriyle İslam'ın temel alt yapısını oluşturan prensibleri açıklamay yönelik bir tarz geliştirdi.

    Bediüzzaman Said Nursi geliştirdiği bu Kur'anî tarz ile akıl, kalp ve duygu bütünlüğünü terkip ederek Müslümanlara yepyeni bir bakış açısı sunmuş, mektep, medrese, tekke ayrılığını ortadan kaldırmıştır.

    İslam uleması yüzyıllar boyu insanın temel soruları olan 'ben kimim, nereden gelip, nereye gidiyorum, vazifem nedir? ' gibi konulardan ziyade hep dış alem ve siyaset üzerine mesailerini teksif etmişti. Oysa 'iman ve temele ait' meseleler halledilmeden ve doyurucu cevaplar bulunmadan afakî meselelere yönelmek bunalımın derinleşmesini sonuç veriyordu. İslam dünyasının siyasi düzenleme ve projelerden ziyade ve fakat onları da ihmal etmeden zihniyet düzenlemesine ihtiyacı vardı.Problemin çözümü Kur'an'ın çağlar üstü mesajının günümüze bakan yönünü ortaya çıkarmaktı. Risale-i Nur Külliyatı ise bu mesajın açıklamasıdır.

    Bediüzzaman İslam dünyasının karşılaştığı en köklü ve yıkıcı krize (fen ilimlerinden kaynaklanan dinsizlik veya dinde laubalilik) karşı ilim ve mantık yoluyla cevaplar vererek milyonların imanının kurtulmasına vesile olmuştur.

    Risale-i Nur Külliyatını telif etmesiyle birlikte Bediüzzaman önceki hayatını Eski Said dönemi diye nitelendirmiştir. Bediüzzaman'ın hayatını Eski Said, Yeni Said diye ayırması bir değişiklikten ziyade bir tarzı ifade içindir. Eski Said daha çok imanın dışa vurumu olan kurumlar, davranışlar ve siyasetle ilgileniyordu. Yeni Said ise imanın tahrip edilmek istendiği bir ortamda imanı korumak ve güçlendirmek için gayretini bu temel meseleye tahşid etti.

    Bediüzzaman'a göre temel mesele, insanın kendisini, diğer varlıkları, kainatı ve hemcinslerini iman ekseninde algılamasıdır. En önemli görev bunu sağlamaktır.

    Bundan ürkenler onu defalarca tutukladılar. Eskişehir (1935) , Denizli(1943) , Afyon(1947) hapishanelerinde yatırdılar. Fakat inançlarını yaşamaktan ve yazmaktan vazgeçiremediler.

    1960 yılının 23 Martında Urfa'da Hakkın rahmetine kavuştuğunda arkasında bıraktığı tüm maddi servet bir demlik, bir kaç bardak, eski bir gömlek, yamalı bir cübbe, sarık, misvak, biraz çay-şeker ve on liradan ibaretti. Manevi miras olarak ise bütün asrın insanını aydınlatabilecek Kur'an tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı ile dünyanın her tarafında milyonlarca 'Kur'an talebesi' bırakmıştır.

    Allah ondan razı olsun.

  • sakıp sabancı16.04.2004 - 19:00

    Maddi zenginliği unutup manevi zenginlikte yaşayabilen herkesle samimi olabilen ender insanlardan
    ALLAH rahmet EYLESİN

  • lütfü oflaz23.03.2004 - 14:54

    Keşke herkes böylesine komik olsa (!) sadece günümüzü değil ileriyide görebilen mantıklı ve iğneliyici açıklamalar yapan akıllı bir ferd

  • bediüzzaman said nursi23.03.2004 - 14:45

    23 Mart tarihi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin vefat yıldönümüdür. (1960)
    1. O kendisine zulmedenlere bile haklarını helâl edecek derecede bir sevgi ve şefkat insanıdır.
    2. O “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyebilecek kadar büyük bir hürriyetçidir.
    3. O bir eğitimcidir: Eğitimde din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte verilmesine taraftardır.
    4. O tam bir vatanseverdir: Talebelerinden oluşturduğu gönüllü alayın (Keçekülahlılar Milis Alayı) başında Ruslarla ve Ermeni çetecilerle savaşmış, yaralanıp esir düşmüştür.
    5. O son derece cesurdur: İnancı ve özgürlüğü için kaç kez ölümle burun buruna gelmiş, idamla yargılanmış, ancak asla dâvâsından taviz vermemiş, geri durmamış, Kosturma’da esir olduğu günlerde bile Rus Başkomutanının önünde ayağa kalkmamıştır.
    6. O hayatı boyunca tüm dünyevi varlığı bir bohçacığa sığmış, bir anlamda “dünyayı bohçaya sığdıran adam” olmuştur. Makam, mevki, şöhret, servet gibi zaafları asla olmamış, tüm enerjisini davasına hasretmiştir.
    7. O hayatında ne bir hediye, ne de maaş kabul etmiş, (Darül Hikme’den kısa bir süre aldığı maaş hariç) sırf düşüncelerini özgürce ifade edebilme uğruna, resmi görev almamıştır.
    8. O hayatının hiçbir döneminde “ırkçı” olmamış, hiçbir ırkı diğer bir ırktan üstün tutmamıştır.
    9. O şartlara teslim olmayan, sebeplere tıkanmayan, imkânsızlıklardan yılmayan adamdır: Sonuçlarına katlanarak, her devirde inandığı gibi yaşamıştır.
    10. O baskı ve zulüm görse bile “müspet hareket” yolundan asla ayrılmamış, talebelerini “müspet hareket” etmeye çağırmış, “dahile kılıç çekilmez” sözünü prensip edinmiştir.
    Listeyi uzatmak mümkün. Bunların arasında “şartlara teslim olmama”, “inancı ve özgürlüğü için ölümü hiçe sayma” ayrıca da “hediye ve maaş kabul etmeme” konuları üstünde ayrıca durulmaya değer. Çünkü başarısı bu prensiplerde yatıyor. Unutmayalım ki, mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde, kimi insanlar korkutularak, kimisi de makam ve maaşla susturulmuşken, Bediüzzaman her devirde prensiplerine sâdık kalmış, inandığını söylemekten, yazmaktan, yaymaktan geri durmamıştır.
    Ölümden korkmayan, işkenceden, zindandan yılmayan, servet ve şöhrete dönüp bakmayan, bir “Devr-i Saadet Müslümanı”nı ne ile yıldırabilir, dize getirebilir, inançlarından vazgeçirebilirsiniz?
    Kendisini Padişah’ın gönderdiği altınlarla etkilemeye kalkışan Zaptiye Nâzırı Şefik Paşa’ya söyledikleri malûm: “Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, memleketim için geldim. Hem bu bana vermek istediğiniz rüşvet, hakk-ı sükûttur. (susmam karşılığıdır) ”
    Ardından şunları da ekliyor (bugünkü dille) : “Neden eğitim konusundaki tekliflerimi tehir ettiğiniz halde maaşımı hemen ödüyorsunuz? Neden şahsi menfaatimi milletin umumi menfaatinin önüne alıyorsunuz? ”
    Nâzır Paşa’nın öfkeden kıpkırmızı suratına adeta haykırıyor: “Ben hür yaşamışım! Mutlak hürriyetin beşiği olan Anadolu’nun dağlarında büyümüşüm. Bana öfke fayda vermez. Nafile yorulmayınız...” Vazifesi tebliğ, güç kaynağı Kur’an... Hedefi: Kendi toplumu başta olmak üzere tüm dünyaya ulaşmak... Nazarında sürgün, “seyahat”, zindan “Medrese-i Yusufiye”, ölüm “terhis tezkeresi”...
    Hayatı böyle gördüğü içindir ki, padişahın temsilcisinin yüzüne gerçekleri söylemekten korkmamış, “Jön Türkler”in tehditlerinden yılmamış, “İttihadcılar”ın gözdağına karşı dağ gibi dikilmiş, cumhuriyetin “cumhur=halk” mânâsına ters uygulamalara direnmiş, İstanbul’u işgal eden İngilizlere meydan okumuş, 31 Mart Olayı sonrasında yargılandığı Divan-ı Harp’te (savaş mahkemesi) , Bayezid Meydanı’nda kurulu sehpaların ucunda can çekişenlere bakarak gürlemiştir:
    “Ahirete istekliyim; bu asılanlarla beraber gitmeye hazırım. Beni oraya göndermek bana ceza değil. Elinizden gelirse bana vicdan azabı çektirin. Ve illâ başka suretle azap, azap değil, benim için şandır. Bu hükümet, mutlakıyet zamanında akla hasımdı, şimdi ise hayata düşmanlık ediyor... Eğer hükümet böyle olursa yaşasın cünun [delilik], yaşasın ölüm! .. Zalimler için de yaşasın Cehennem! Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehit sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti sözden ibaret bulunan gaddar bir hükümetin en rahat yeri hapishanelerdir...”
    “Mazlumiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır! ”

  • bediüzzaman said nursi23.03.2004 - 14:24

    23 Mart 1960 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşan büyük din âlimi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, vefatının 44. yıldönümünde rahmetle anılıyor. 83 yıllık ömrünün büyük bir kısmını Sibirya’da esaret, Türkiye’de de hapis ve sürgünle geçiren Said Nursi, 130 parçadan ve 6 bin sayfadan oluşan Risale-i Nurları sürgün dönemlerinde yazdı. Bediüzzaman Said Nursî, İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin önde gelen İslâm mütefekkirlerinden birisi. 6000 sayfaya ulaşan ve 130 parçadan teşekkül eden Risale-i Nur’un müellifi olarak tanınan Said Nursi’nin yüzbinlerce seveni bulunuyor. Bediüzzaman Said Nursi’nin geride bıraktığı eserler ve fikirleri bugün büyük kitlelere ulaşmış durumda. “Ölümüm hayatımdan daha çok hizmet edecektir” diyen Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini içeren Risale-i Nur Külliyatı; güncel meselelerin yanı sıra, sosyal, siyasal, ekonomik ve eğitim gibi birçok alanda insanlığa ışık tutmaya devam ediyor.

  • Recep Tayyip Erdoğan20.03.2004 - 12:29

    Sn: başbakan(!)
    Bir zamanlar sadece bir partiye mensup olarak bld başkanlığı yapacaksın,sonra yasaklanacaksın, sonrapartinden ayrılacaksın,ayrıldıklarını karalayacaksın,ben değiştim diyeceksin, parti kuracaksın,yasaklı olacaksın,hertürlü partiyi denemiş olan milleti bu kezde sen kandıracaksın ABD ye rahat rahat gidecek kasımpaşalılık yapacaksın AB uyum yasalarını meclisten rahat rahat geçireceksin ama en önemlisi seni seçen ve senin kendini tanıttığın gibi muhafazakar demokratları unutacan inancından dolayı üniversiteye giremeyecen ihl yi meslek lisesi statüsüne alıp okutturmayacan vsvsvsvsvsv.....................
    ABDnin getirdiği istediklerini yapan biri

  • sağ ve sol15.03.2004 - 12:34

    Ne güzel.
    Doğu ile batı gibi ayrı kutuplar.
    bu yy la yakışmayan iki terim ayrım yapanlara inat herkes eşit :)

  • türban15.03.2004 - 12:29

    Türban veya başörtüsü bırakın insanlar istedikleri gibi giyinip kuşansınlar
    Demokrasinin gerçek mahiyette yaşandığı bir toplum olmak istiyorsak butür boş kargaşaları aşmalıyız
    %99u müslüman olan ülkenin insanları gerek dinin emri gereksemodern giyim tarzı ne farkeder insanlar özgür olmalı. maum AB uyum yasalarının meclisten geçtiği bu günlerde kişiler her konuda istedikleri gibi konuşup örtünebilmeli veya açılmalı buna kimse birşey diyemez :)

  • ben evleniyorum27.02.2004 - 17:43

    Eski zamanlardaki köle ticaretinin günümüzdeki
    versiyonu ne yazık

  • fethullah gülen27.02.2004 - 17:30

    Zamanın büyük düşünürü islam adına yaşamını kısıtlamayı esirgemeyen ALLAH dostu