Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • almina25.01.2013 - 01:54

    Orhan gencebay'ın parcası aklıma gelir...


    son günlerde ne yüzüme bakıyor
    ne bir selam veriyorsun almina.
    zahmet edip ne elimi sıkıyor
    ne bir hatır soruyorsun almina

    madem hızlı yaşamayı severdin,
    neden bana yar olamaya söz verdin?
    cambaz gibi kalpten kalbe tel gerdin,
    maceraya yürüyorsun almina

    ben yanarken hasretinin narında,
    hoyrat eller bağlar bozdu bağrında
    ben aklımı uğurlarken uğrunda
    sen sefalar sürüyorsun almina

    koca bir yaz gelip geçti gülmeden
    ben giderim, sen insafa gelmeden
    hayatımla oynuyorsun bilmeden
    günahıma giriyorsun almina

    seni gözden seni sözden sakınıp
    sır vermedim dosta senden yakınıp
    hasretinle hergün biraz tükenip
    bittiğimi görüyorsun almina

    telaşlanma kastettiysen canıma
    günden güne giriyorsun kanıma
    bir atımlık barut kaldı sonuma
    muradına eriyorsun almina.

  • zemheri25.01.2013 - 01:50

    Zemherî; kış ve dondurucu soğuk manasına gelmektedir.

    Bu yıl 9 Ocak’ta başlayacak olan Zemherî, 40 günlük bir süreyi kapsamaktadır. Ayın bu günlerinde kışın en sert günleri yaşanmaktadır.

    Bu aydan sonra havaya cemreler düşmeye başlar.

  • teferruat25.01.2013 - 01:48

    Eklenti. Asıl şey malikinin anlaşılabilen arzusuna veya yerel adetlere göre, işletilmesi, korunması veya yarar sağlanması için asıl şeye sürekli olarak özgülenen ve kullanılmasında birleştirme, takma veya başka bir biçimde asıl şeye bağlı kılınan taşınır maldır

  • salatü selam25.01.2013 - 01:47

    Allahümme salli ala seyyidina Muhammed
    Bir müminin, yüzünün her daim Rasulüllah’a (s.a.s.) dönük olması gerektiğini söylemek esasında zaid kabul edilmelidir. Çünkü hem itikadi hem de ameli açıdan bakıldığında, “mümin” ile “Rasulüllah” arasında zorunlu bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Mümin, Rasulüllah’a da iman eden kimsedir. İman etmek ise geçmişte bir yerde/dönemde başlamış ve bitmiş bir olgu ve yalnızca bir gönül işi olmayıp, her daim yaşanması, gözden geçirilmesi, tazelenmesi ve diri tutulması, hatta güçlendirilmesi gereken bir yapıya işaret eder. Bu önermeler kabul edilince ilk cümledeki yargının doğruluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Fakat dile getirilmesi zaid kabul edilebilecek birçok şey vardır ki, onları tekrarlamak ve gündemde tutmak, kişinin kendini yenileme bilincine atıf yapma niteliği taşır. Rasulüllah’a salât etmek meselesi de işte bu, “kendimizi yenileme bilinci”ne dahil edilebildiği ölçüde hakiki anlamını kazanacak hususlardandır.

    Âlimlerin ittifakla Medine döneminde nazil olduğunu bildirdikleri Ahzâb Sûresi’nin 56. ayetinde Allah Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah ve melekleri Nebi’ye salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve ona gönülden teslim olun.”

    Rasulüllah zikredildiği zaman ona salât ve selam okumanın gerekliliğine işaret eden en önemli delil bu ayet-i kerimedir. Müfessirler bu ayetin açıklamasını yaparken buradaki salât kelimesinin Allah Teala hakkında kullanıldığında rahmet ve şefkat; melekler hakkında kullanıldığında ise istiğfar ve dua anlamlarında olduğunu söylüyorlar. Çünkü Allah Teala’nın bir başka kimseye dua etmesi söz konusu olamaz. Dua etmek, bir kimsenin menfaati ve hayrı için yardım ve iyilik isteme anlamına gelir. Dolayısıyla salât kelimesi Allah Teala dışındaki varlıklar söz konusu olduğunda dua ve istiğfar anlamlarına gelir. Ayetin ikinci bölümünde müminlerden istenen de Rasulüllah için dua ve istiğfarda bulunmalarıdır. Diğer yandan müminlerin sadece salât ile yetinmemeleri, bir de Rasulüllah’a selam etmeleri de emredilir. Selâm ise, lafzi olarak selâm vermek anlamına geleceği gibi, burada olduğu gibi mastarla desteklenmiş hâliyle “boyun eğmek, tam bir teslimiyetle teslim olmak” anlamlarına da gelir. (Açıklamalar için bkz. Taberî, Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, XX, 320; Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VII, 114 vd.)

    Müfessirler bu ayetteki salât kelimesini incelerken aynı sûrenin 43. ayetiyle de bağlantı kurarlar. O ayette de şöyle buyurulmaktadır: “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için O, size salât ediyor (rahmetiyle lutuflarda bulunuyor) , melekleri de salât ediyor (dua ediyor) . O, müminlere karşı çok merhametlidir.”

    Salât kelimesinin her iki ayette de olduğu gibi, aynı yerde farklı manalara gelecek şekilde kullanılması dil açısından bir sorun teşkil etmez. Müşterek bir lafız aynı anda iki manasında da kullanılabilir. Çünkü, aynı kelimeye aynı yerde farklı anlamlar verilse de bu farklı anlamları birleştiren ortak bir mecazi mana vardır. Müfessirlere göre buradaki ortak mecazi mana, kendisine rahmet edilenin ve kendisi için istiğfarda bulunulanın hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi (inayet) anlamıdır. Râzî’nin İmam Şafiî’den destek alarak yaptığı bu açıklama, sonra gelen bazı müfessirlerce de benimsenmiştir. Bu da demek oluyor ki, Allah’ın ve meleklerin salât etmesi, salât edilen kimsenin hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi; şerefinin ortaya konması ve şanının yüceltilmesi anlamlarına gelir. (Bkz. Râzî, Beydâvî, Ebussuûd Efendi’nin ayetle ilgili yorumları) Ayrıca özellikle 43. ayete dikkat edildiğinde, buradaki salâtın, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak nitelikler taşıdığı görülür. Dolayısıyla Allah Teala’nın salât etmesini, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaran, bozulmuşluk hâlinden fıtrata döndüren ve bir Mümin kimliğine sokan rahmet, hidayet, lütuf ve inayet gibi hususları kapsayacak şekilde düşünmek mümkündür. Salât kelimesinin Arap dilindeki asıl anlamı olan “bir başkasının hayrını istemek, hayır sevgisi” (İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I, 458) manaları göz önünde bulundurulduğunda, bu yargının daha da açıklığa kavuşacağında şüphe yoktur. Allah Teala kullarının hayrını ister, ayette buyurulduğu gibi, onların küfür hâli üzere olmalarına razı değildir. (Zümer, 7) Meleklerin salât etmesi, yukarıda söylediğimiz gibi genel olarak istiğfar ve dua anlamlarına gelir. Nitekim başka bir ayette meleklerin müminler için dua ve istiğfarda bulundukları bildirilmektedir: “Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tesbih ederler. Ona inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler…” (Mümin, 7) Fakat bir çok müfessirin tercih ettiği “ortak mâna”dan hareketle, meleklerin salâtının da, sadece dua ve istiğfarla sınırlandırılmayıp, kendisine salât edilen kimsenin şerefinin ızharı ve şanının yüceltilmesi anlamına geldiğini söylemek mümkündür. Osmanlı döneminin kudretli âlimlerden Ebussuûd Efendi de bu görüşü tercih etmekte ve 56. ayetin devamında müminlere yöneltilen salât emrini aynı şekilde ele almaktadır. Ona göre Allah ve melekleri, Rasulüllah’ın şerefini ve şanını yüceltiyor ve onu el üstünde tutuyorlarsa, bunu müminlerin de yapması kaçınılamayacak bir görev olmaktadır. Ayrıca Rasulüllah’ın şerefini yüceltmenin mütemmim cüz’ü olarak ona tam bir teslimiyetle teslim olmak da gerekir ki, ayetin sonunda yer alan “ve sellimû teslîmen” ifadesinden çıkarılacak bir anlam da -belki ilk anlam- budur. (Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VII, 114)

  • İcabet25.01.2013 - 01:44

    Sözlükte 'cevap vermek, kabul etmek' anlamlarına gelen icâbet, dinî bir terim olarak, Allâh'ın duaları kabul etmesi; fıkıhta ise, bir akitte tarafların akdi kabulü manalarına gelmektedir.

    Yüce Allâh, Kur'ân-ı Kerim'de kendisine yapılan duaları kabul edeceğini müjdelemekte ve 'Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara) : Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dualarını kabul ederim. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.' buyurmaktadır (Bakara, 2/186) . Allâh Teâlâ, yapılan bütün dualara karşılık verecektir. Ancak bu, yapılan duanın aynen kabul edileceği anlamına gelmez. Allâh, bazen değişik hikmetlerle kulun duasını aynen kabul etmez, fakat kul için daha uygun ve hayırlı olacak şekilde, bu dünyada veya âhirette karşılığını vermek üzere kabul eder.

    Fıkıh literatüründe icâbet, akit yapmak isteyen tarafın teklifte bulunmasına karşılık, diğer tarafın buna uygun olarak yapmış olduğu irade beyanında bulunmasına, akdi kabûl etmesine denir.

  • Örgü25.01.2013 - 01:42

    Örme işi veya biçimi.
    Tığ, şiş veya özel makineyle ilmiklerin yan yana getirilmesiyle örülerek yapılmış şey
    Örnek: İstediğiniz kadar tel örgü engelleri koyunuz. F. R. Atay
    Örülmüş saç bölüğü, belik
    Örnek: Başı yemenili, saçları iki örgü, ayağı takunyalı sarışın bir köylü kızı bana sordu. R. H. Karay
    Dokumacılıkta atkı ve çözgü ipliklerinin, dokumayı oluşturacak biçimde belli bir desene göre kesişmesi.
    İletişim, ulaşım vb.nin ülke yüzeyinde yayılmış biçimi, ağ.
    Yapı
    Örnek: Batı Avrupa medeniyeti bütün dış ve iç örgüleriyle bana ilk defa orada ayan olmuştu. Y. K. Karaosmanoğlu
    Örülerek yapılmış olan, örme.
    Bazı sinir veya damarların birbirine geçip dolaşmasından ortaya çıkan oluşum.
    Bir buzsul içinde özdeciklerin, öğeciklerin, üşerlerin titreşime başladıkları ortalama yerlemlerinin oluşturduğu düzenli ağ.
    Çoktürel tepkileşmlikte bölünebilir ve bölünemez özdeklerin düzenli dizilmesiyle oluşan örnekçe.

  • Kargı25.01.2013 - 01:41

    Ucunda sivri demiri olan mızrağın adı, temrenli mızrak. kök olarak sokmak, deşmek manasına gelen karmaktan gelir. Çok eskiden beri çeşitli Milletlerin ordularında kullanılan kargıların değişik tipleri vardı. Bütün Türk boylarının, islam-Türk devletlerinin ortaçağ boyunca çeşitli kargılar kullandıkları bilinmektedir. Büyük Selçuklu devleti ordusunda kullanılan hatti ve gargı adı verilenleri Bahreyn’de yapılırdı. Yeniçeriler, ilk zamanlar harp silahlarına ilaveten kürde adını verdikleri kargıyı da harplerde mahirane bir şekilde kullanırlardı.

  • Sürgü25.01.2013 - 01:39

    1. isim Kapının kapanması için arkasına yatay olarak yerleştirilen demir veya ağaç kol, tırkaz, sürme.
    “Ne var ki banyo kapısının sürgüsü tutuk, kilidi de kırık olduğundan, kolu indirerek dışarı çıkmayı başarmıştı her seferinde.” – E. Şafak
    2. Sürülmüş tarlayı bastırmak ve düzeltmek için kullanılan, taştan veya ağaç kütüğünden tarım aracı, tapan.
    3. Sıvayı bastırıp düzeltmek için kullanılan büyük mala.
    4. Hastanın büyük ve küçük abdestini yapabilmesi için altına sürülen kap.
    5. Çoğu kez bölümlere ayrılmış bir çubuk üzerinde veya bir cetvelin, bir kumpasın ortasına açılmış bir oluk içinde kayabilen sivri uç veya küçük lama...

  • Salta25.01.2013 - 01:38

    Köpeğin arka ayakları üzerine ayağa kalkması.Gergin duran bir halatı biraz koyuverme işi.Yakasız, iliksiz, kolları bolca bir tür kısa ceket
    Örnek: Saltasını omzuna attı. Dışarıya çıktı. Ö. Seyfettin

  • Şırınga25.01.2013 - 01:37

    Havayı, sıvıları emmeye veya itmeye yarayan alet.
    Kaslar veya damar yoluyla vücuda sıvı bir ilacı basınçla vermek için kullanılan bir tür pompa, araç, iğne, enjektör.
    Bir doku veya boşluğa basınçla sıvı doldurmaya yarayan alet.