16 Mayıs 2002 e yitirdiğimiz büyük üstat, Cumhuriyet dönemi başkaldırı şiirinin tanınmış ismi Mahsuni Şerif gerçek ozanı şöyle tanımlıyor: 1- Halk ozanı durup dururken korkmaz ve vicdanında taviz vermez. 2- Halk ozanının canını çekinmeden vereceği tek kapı halk olmalıdır. Çünkü unvanın da (halk ozanı) görevini üstlendiği görülmektedir. 3- Halk ozanı hem devletçi hem halkçı olamaz. Çünkü kendine halk ozanıyım diyenler 1500 yıldır halkına baskı yapan, zulüm yapan devletin karşısına çıktıkları için büyük olmuşlardır. Der.
OZAN
Devlet kapısından beslenip öten her sazı çalana ozan mı derim Halka sırtın dönüp görmezden gelen Devletçi olana ozan mı derim
Halktan yana çalıp çığırmıyorsa Halkın dertlerini duyurmuyorsa İşçi sınıfını kayırmıyorsa Böyle bir yılana ozan mı derim
Ozan olan halkı için seslenir Halktan ilham alır ondan beslenir Halka sözcü olur onu üstlenir Her sözü yalana ozan mı derim
Kul Sefili ozan olan hür olur Düzen karşısında sesi gür olur Grevlerde işçi ile bir olur Uzakta kalana ozan mı derim.
KUL SEFİLİ
Yukarda ki yazımdaki Tanım Mahsuni babaya ait. Gerçeklerden kaçmakla, yada okuyanlara hoş görünmekle, hayatın gerçekliğinden kaçmakla, toplumsal olayları görmezden gelmekle ozanlı olmaz. Ne tez unuttun Maraş ı, çorumu, Sivassı. Dine inanmadığını söyledin bugün şiirde dindaş oluyorsun. Bu nasıl inanmamak. O senin çöktü dediğin düzen Latin Amerika da fırtına gibi eserek geliyor. Bilmiyorsan öğren. Bana öyle bir cevap yazdın, neden bana göndermedin. Sen önce ne yaptığını iyi öğren.
Birde sizin ki etliye sütlüye karışmadan, halkın derdini söylemeden, toplumsal olaylara duyarsız kalarak kendinizi eğlendiriyorsunuz. Aşık Veysel gibi. Bu gün, Aşık İhsanı, Aşık Şah turna, Aşık Mahsuni gibi düzene baş kaldırmaktan korktuğunuz için. Veysel’in dediği canınız tatlı. Yapamadığınıza da öldü bitti diyerek çamur atarsınız.
Bundan önce de Türkiye’nin 'Kuzey Irak' meselesi bu yöntemle çözümlenmiş, Polat Alemdar Türk askerinin başına çuval geçirilmesinin intikamını almıştı.
Mutlu olmuştu Türkiye.
Başbakan dahi izlemişti filmi, gurur duyarak.
Düşünebiliyor musunuz; Kuzey Irak’ta çuvallayan iktidarın Başbakan’ı, dizi film seyrediyor ve dizi filmde kurtarılan ulusal onurumuzdan dolayı mutlanıyor.
Ben bilmiyorum ama, acaba Başbakan dizinin yapımcısını sonra çağırtıp 'Bir de ucuz elektrik dizisi yapar mısınız, çünkü elektriğin maliyeti artıyor' demiş olabilir.
Madem ki dış politika Ti-Vi dizisi ile düzeltiliyor, aynı yöntemle ucuz elektrik sağlamak da olası.
Peşinden bir rica daha Başbakan’dan:
'Bir de sizden, Polat Alemdar Bey’in işe girmesi mevzuunda bir dizi rica ediyoruz... Dizide Polat Bey evde otururken gelip illaki işe çağırıyorlar, o da harıl harıl gidip çalışıyor...'
Böylece artan işsizlik sorunu da kalktı mı iktidarın sırtından.
*
'Kurtlar Vadisi Irak' filmine bakanların gruplar halinde gitmiş olmalarının sırrını da şimdi anlıyoruz.
Ki salondakiler AKP bakanlarının oturdukları sıradan şu sesi duymuşlardı:
'Fıırttt...'
Burnunu çekerek ağlıyordu bir bakan...
Peşinden 'fırttt' sesleri çoğaldı. Ulusal onur Ti-Vi filmiyle kurtulduğuna göre, tüm sorunların çözüm yolu bulunmuştu ve mutluluk gözyaşlarının sesiydi bu:
'Fırttt...'
5-6 bakanın oturduğu sıradan yükselen 'fırttt' sesleri o denli arttı ki, bir ara salon 'fırtlar vadisine' dönüştüydü...
*
Şimdi? ..
Şimdi Polat Alemdar terör sorununu çözdü-çözüyor.
Ekran başına koşun yurttaşlar.
Siz koşun, seçtiğiniz Başbakan, bakanlar koşsunlar.
Çocuklara Polat Alemdar’ı gösterin ve onlar ellerine silah alıp, birer Polat Alemdar olsunlar.
Ve aydınlığa doğru koşan bir ülke olsun Türkiye...
MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş, günlerdir TV’leri dolaşıp konuşuyor. Konuştukça, Derin Devlet’in gerçek yüzünü daha net görmeye başladık. Artık kimseler kalkıp “Türkiye hukuk devletidir” demesin. MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş’i günlerdir dinliyoruz. Eskiden de tanıdığım, kibar bir insandır. 1986’da emekli olduktan sonra, (90’larına yaklaşıyor) uzun süre sessiz kaldı. Şu sıralarda bir kitap hazırlığı içinde. Belki bundan dolayı olabilir, aniden TV’lere çıkar oldu. Çıkmasıyla birlikte de öyle şeyler anlattı ki, geçmiş yıllarda Derin Devlet’in ne olduğu, Devlet bürokrasisinin nasıl bir iklim yarattığı çok daha iyi anlaşıldı.
Gündeş’in anlattıklarından, 1960-2000 döneminde yapılanların veya söylenenlerin doğru olduğu ortaya çıktı.
Yani, Devlet kurumları başa çıkamadığı durumlarda mafya’dan da adam kiralarmış, dışardan katil tutarmış ve “vatan uğruna “ kurşun sıktırırmış.
MİT’in eski dönemlerinde hakim olan mantığı Gündeş çok iyi anlattı. “Alaattin’in yanaklarından öperek”, ona selamlar göndererek, bu Teşkilat’ın eskiden nasıl döküldüğünü gösterdi. MİT adına, Gündeş’in söylediklerine üzüldüm. Bu Teşkilat’ın, sadece bugünü değil, geçmişini de daha düzgün sananlardan biriyim. Meğer, diğer güvenlik kurumlarından farklı değillermiş.
Artık tartışmaya gerek yok.
Devlet Güvenlik Birimleri işlerine geldiği zaman, dışardan insanlar kullanıyor, gerektiğinde teşvik ediyor, hiç değilse göz yumuyor.
İşte bazı emekli subaylarımızın anıları, TV’lerdeki açıklamaları, eski polis veya yargı mensuplarının anlattıkları, işte Gündeş’in dedikleri.
Sonra, Ogün Samast’a polis ve jandarmada yapılan muameleyi de buna ekleyin, ne yapılmak istendiğini anlarsınız.
ASALAYI, ASIL DURDURAN BAŞKASIYDI
Yazıyı bitirmeden bir son nokta:
Asala’yı Çatlı ve Çakıcı gibi tipler bitirmediler. Boş yere övünüyorlar. Asala’yı 1983’deki Paris- Orly Havaalanına yaptıkları baskın bitirdi. Asala’ya para yardımı yapan Fransız ve Amerikalı Ermeniler, baskından rahatsız olunca, musluğu kapattılar ve olay bitti. Bu konuda rol almış Fransız yetkililer anlattığı için biliyorum. Musluğun kapanmasında asıl rol oynayanlar da, MİT ve Dışişleri Bakanlıklarıydı. Yoksa ASALA bizim kabadayılardan korktuğu için pes etmedi. Cinayetlerini abarttıklarından dolayı durduruldular.
MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş, günlerdir TV’leri dolaşıp konuşuyor. Konuştukça, Derin Devlet’in gerçek yüzünü daha net görmeye başladık. Artık kimseler kalkıp “Türkiye hukuk devletidir” demesin. MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş’i günlerdir dinliyoruz. Eskiden de tanıdığım, kibar bir insandır. 1986’da emekli olduktan sonra, (90’larına yaklaşıyor) uzun süre sessiz kaldı. Şu sıralarda bir kitap hazırlığı içinde. Belki bundan dolayı olabilir, aniden TV’lere çıkar oldu. Çıkmasıyla birlikte de öyle şeyler anlattı ki, geçmiş yıllarda Derin Devlet’in ne olduğu, Devlet bürokrasisinin nasıl bir iklim yarattığı çok daha iyi anlaşıldı.
Gündeş’in anlattıklarından, 1960-2000 döneminde yapılanların veya söylenenlerin doğru olduğu ortaya çıktı.
Yani, Devlet kurumları başa çıkamadığı durumlarda mafya’dan da adam kiralarmış, dışardan katil tutarmış ve “vatan uğruna “ kurşun sıktırırmış.
MİT’in eski dönemlerinde hakim olan mantığı Gündeş çok iyi anlattı. “Alaattin’in yanaklarından öperek”, ona selamlar göndererek, bu Teşkilat’ın eskiden nasıl döküldüğünü gösterdi. MİT adına, Gündeş’in söylediklerine üzüldüm. Bu Teşkilat’ın, sadece bugünü değil, geçmişini de daha düzgün sananlardan biriyim. Meğer, diğer güvenlik kurumlarından farklı değillermiş.
Artık tartışmaya gerek yok.
Devlet Güvenlik Birimleri işlerine geldiği zaman, dışardan insanlar kullanıyor, gerektiğinde teşvik ediyor, hiç değilse göz yumuyor.
İşte bazı emekli subaylarımızın anıları, TV’lerdeki açıklamaları, eski polis veya yargı mensuplarının anlattıkları, işte Gündeş’in dedikleri.
Sonra, Ogün Samast’a polis ve jandarmada yapılan muameleyi de buna ekleyin, ne yapılmak istendiğini anlarsınız.
ASALAYI, ASIL DURDURAN BAŞKASIYDI
Yazıyı bitirmeden bir son nokta:
Asala’yı Çatlı ve Çakıcı gibi tipler bitirmediler. Boş yere övünüyorlar. Asala’yı 1983’deki Paris- Orly Havaalanına yaptıkları baskın bitirdi. Asala’ya para yardımı yapan Fransız ve Amerikalı Ermeniler, baskından rahatsız olunca, musluğu kapattılar ve olay bitti. Bu konuda rol almış Fransız yetkililer anlattığı için biliyorum. Musluğun kapanmasında asıl rol oynayanlar da, MİT ve Dışişleri Bakanlıklarıydı. Yoksa ASALA bizim kabadayılardan korktuğu için pes etmedi. Cinayetlerini abarttıklarından dolayı durduruldular.
BİZ YAPMAZSAK, RTÜK YAPACAK
Tüm ilişkiler aynıdır. Eğer bizler belirli kurallara uymazsak, eninde sonunda birileri çıkar ve bizim yerimize kurallar koyar, bizi bu kurallara uymaya zorlar.
Örnek mi istersiniz? Kendimizden vereyim.
Türkiye ekonomik kurallara uymaz, har vurup harman savurur veya bütçesindeki delikleri kapatmazsa, Uluslararası Para Fonu gelir ve size reçete yazar.
Türkiye İnsan Haklarında kurallara uymazsa, Avrupa Birliği veya Avrupa İnsan Hakları mahkemesi hemen cezasını keser.
Aynı durum, RTÜK ile Ana Haber Bültenleri arasında da yaşanıyor. Bazı Ana Haber Bültenleri çok şikayet ediliyor. RTÜK, ayaklanmış durumda. Eğer bazı Ana Haber Bültenleri kendi içlerinde önlem almazlarsa, anlaşılan RTÜK sopası işlemeye başlayacak.
Siz yapmazsanız, birileri çıkıp sizin yerinize önlem alıyor... Buna gerek var mı?
SUNA VE İNAN KIRAÇ VAKFININ HARİKASI...
Suna ve İnan Kıraç Vakfı, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü müthiş bir eser hazırlamış. Sayfalarını çevirdikçe gözlerim büyüdü.
19. yüzyıl ortalarından başlıyor ve 20. yüzyıla kadarki dönemde Rumeli yakasının fotoğrafları sergileniyor. İki ciltlik çalışma, Ahmet Abut’a ait resimlerinden oluşuyor. Karaköy’den Kireçburnu’na kadar, tadına doyum olmaz bir yolculuk yapıyorsunuz.
Bu resimlere baktıktan sonra, aynı bölgeyi tekrar dolaştım. Emin olun, gözlerim yaşardı. O canım bölgeyi nasıl mahvetmişiz daha açık şekilde gördüm.
Suna ve İnan Kıraç’a teşekkürler.
ÖLÜLERİMİZE KARŞI NEDEN SAYGISIZIZ (!)
Uzun süredir yazmak sitiyordum, ancak bir türlü elim varmıyordu. Geçenlerde Oktay Ekşi’nin aynı konuya değindiğini görünce, artık dayanamadım. O da feryat ediyordu. Ölülerimize karşı nasıl hoyratça davrandığımızı anlatıyor ve hıristiyanlarla bizlerin arasındaki farka dikkat çekiyordu.
Ne kadar doğru...
Cenaze merasiminden başlayalım...
Canımız kadar sevdiğimiz yakınımız anne, baba veya çocuğumuzun, portakal sandığından beter bir tabuta konmasını içimiz burkularak seyrederiz.
Neden?
Hristiyanlar pırıl pırıl maundan yapılmış tabutu tercih ederken, biz neden böylesine hoyratça davranırız?
Sonra, sırada cami avlularında yaşanan eziyet başlar. Hele kaybedilen kişi bir de tanınmış kişiyse, yandık demektir. Kameralar, fotoğrafçılar ve gazeteciler kendilerine özel bir yer gösterilmediğinden dolayı üst üste çıkarlar. İnsanları ezerek çekim yaparlar. Kimse sıraya girmek istemediğinden dolayı, aileye ulaşmak için bir başka itiş kakış yaşanır... Bağırarak cep telefonuyla konuşanlarımız, fosur fosur sigara içenlerimiz ve koktely partideymiş gibi “Ooo sevgili dostum nasılsın” diyerek, cenazeyi bir buluşma ortamına dönüştürenlerimiz...Çelenk yerine, bağış almak için sıralanan dernekçilerin “abi bir de bizden al” çığlıkları...
Mezarlık faslı daha da beter.
Mezarlıklarımız öylesine düzensiz, öylesine üst üstedir ki, yakınınızın mezarına varabilmek için her defasında bir kaç başka mezarın üstüne basıp geçmek zorunda kalırsınız. Hele yeni açılan mezarın etrafındaki diğer mezarlar, genelde darmadağın edilirler. Orası bir savaş alanına döner.
Bütün bu karmaşa sırasında, mezara su döktüğü için para isteyen dilenci kılıklı çocuklardan, çiçek taşıdığından dolayı bahşiş peşinde koşan ve ne oldukları anlaşılmayan mafya kılıklı adamlara kadar bir sürü insanla uğraşırsınız.
Ne üzüntünüzü, ne de acınızı paylaşabilirsiniz.
Kelimenin tam anlamıyla içler acısıdır.
Perişanlık, hoyratlık ve saygısızlık dolu bir törenden ayrıldığınızda hep yanı soruyu sorarsiniz: “Neden? Neden bizler böyleyiz? ”.
Mehmet Ali Ağca'yı askerlik muayenesinde 'antisosyal kişilik bozukluğu' teşhisi konulup bırakıldıktan sonra Kartal'da 'Ocak'tan'tabir edilen arkadaşlarının sakladığı ortaya çıktı
Şükran Özçakmak - İstanbul
Mehmet Ali Ağca'nın, Kartal Cezaevi'nden 12 Ocak'ta tahliye edildikten sonra dört gün Samandıra'da, Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi'nde 'antisosyal kişilik bozukluğu' teşhisi konulduktan sonra da Kartal Uğur Mumcu Mahallesi'nde kaldığı belirlendi. İddiaya göre tahliyesinden sonra Ağca'yı, bazıları cezaevinden tanıdığı ülkücü arkadaşları karşıladı. 'Ocaktan' diye tabir edilen arkadaşları, 5-6 kez otomobil değiştirerek Ağca'nın izini kaybettirmeyi başardı. Ağca, GATA'dan ayrıldıktan sonra peşlerindeki gazeteci ordusunu, Kartal'da bulunan Aydos Orman İçi Dinlenme Tesisleri'ne girerek atlattı. Özel bir kulübede 1.5 saat kalıp kebap yedikten sonra da yanında yine 'Ocaktan' arkadaşlarıyla birlikte, başına bir bere geçirerek ayrıldı.
Daire 3 yıl önce alındı Ağca'nın yakalandığı Özoba Sitesi'nde de şaşkınlık yaşandı. Ağca'nın kaldığı A Blok 4 No'lu dairenin kapısının kilitli olduğu görülürken, dairenin sahibi Namık Altan'ın nerede olduğunu bilen olmadı. Altan'ın dairesinin kapısında sadece kızlarına ait olan bir ait bisiklet duruyordu. Karşı dairede oturan apartman yöneticisi Alaattin Aka, Ağca'nın yakalandığı dakikaları şöyle anlattı: 'Önce aile tartışması, kavga var sandım. Bir anda onlarca adam apartmanı doldurdu. Meğer sivil polislermiş. Ağca'yı alıp götürdüler. Daha sonra da komşumuz Namık Altan Bey'le ilgili sorular yönelttiler.'
Bulgar göçmeni Altan'ın eşi ile kendi eşinin görüştüğünü, ancak Altan'ın kimseyle konuşmadığı anlatan Aka, 'Kendi halinde biriydi. Daireye, üç yıl önce satın alıp yerleşti. Serbest meslek sahibi olduğunu biliyoruz. 6 ve 8 yaşlarında iki kızı var. Karısı Bulgaristan göçmeni. Kendisi nerelidir bilmeyiz' dedi.
Komşuları görmemiş Özoba Apartmanı'na 19.00 sıralarında su getiren Kardeşler Market'te çalışan Ayhan Doğdu da polis olduğunu söyleyen sivil giysili kişilerce bahçe kapısından geri çevrildiğini söyledi. Site sakinleri de 'Ağca, hiç görünmeden apartmana nasıl girip çıktı? ' sorusunun cevabını bulmaya çalıştı. Birçoğu, Ağca'nın kendi apartmanlarında misafir olarak kaldığını, televizyondan öğrendiğini belirtirken apartmanın kapısını kilitleyerek nöbet tutan ve adının Salih olduğu belirtilen kapıcı da 'Beni ekmeğimden edeceğiniz' diyerek gazetecilere ateş püskürdü. Apartmanın sekizinci katında oturan Mahmut Kılıç da ilginç rastlantıyı şöyle anlattı: 'Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçtığında, ben 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı'nda askerlik yapıyordum. O zaman da nasıl firar ettiğine şaşırmıştım. Şimdi halktan kaçmak için oturduğum apartmana sığınmış ama bizim hiç haberimiz olmamış.'
Erdoğan: Ağca için yeni bir süreç başladı
İSTANBUL Milliyet Başbakan Erdoğan, terörist Mehmet Ali Ağca için yeni bir süreç başladığını söyledi. Erdoğan, dün, kendisine yöneltilen sorular üzerine şu değerlendirmeyi yaptı: 'Yargı, kendi tasarruf alanı içinde yapması gerekenleri yaptı. Adalet Bakanlığı da, kendi tasarrufu içinde yapması gerekenleri yaptı. Emniyet teşkilatımız, anında atması gereken adımları attı. Bugün de Ağca için yeni süreç başlamış oldu.'
'Rahşan Ecevit'ten özür dilenmeli'
ANKARA Milliyet DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, 'Mehmet Ali Ağca'nın erken tahliyesi konusunda Ecevitleri haksız yere suçlayanların, linç girişimleri nedeniyle en azından bir özür borcu vardır' dedi. Sezer, dün yaptığı yazılı açıklamada, Ağca'nın tahliyesi konusunda yapılan yanlış hesabın Yargıtay'dan dönmesinin sevindirici olduğunu belirtti. Sezer, 'Yanlış hesabın hesabı da mutlaka sorulmalıdır' dedi.
Gebze'de çete operasyonu Mercedes'in sahibi gözaltında
Gebze'de AKP İlçe Başkanı'nın vurulmasıyla ilgili olarak başlatılan operasyonda 14 kişi gözaltına alındı. Zanlılar arasında Ağca'ya tahsis edilen Mercedes'in sahibi de var
Kocaeli DHA Gebze Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Kaçakçılık Şubesi ekipleri, Gebze, Tuzla ve Pendik'te eşzamanlı operasyon düzenleyerek 14 kişiyi gözaltına aldı. Zanlılar arasında Mehmet Ali Ağca'ya tahliye edildiği sırada tahsis edilen Mercedes otomobilin sahibi Taner Çakıroğlu da bulunuyor. AKP Gebze İlçe Başkanı Mehmet Ali Okur'un 4 Ocak'ta silahlı saldırıya uğrayarak ayaklarından vurulması olayıyla ilgili soruşturma başlatan polis, dün Gebze, Pendik ve Tuzla'da eşzamanlı operasyon düzenledi. Okur'u kurşunladığı öne sürülen Muhammet Öztürk'ün yakalandığı operasyonlarda Mehmet Ali Ağca'nın 12 Ocak'ta tahliye edildikten sonra kendisine tahsis edilen 34 FK 828 plakalı Mercedes'in sahibi Taner Çakıroğlu da bulunuyor. Çete üyesi olmakla suçlanan Çakıroğlu'nun, Mehmet Fatih Kıral'ın adına kayıtlı görülen ve devri yapılmadan Turan Suner'e verilen 34 FK 928 plakalı Mercedes'i satın alan 3'üncü kişi olduğu belirtildi. Gözaltına alınanlar arasında Yüksel Şimşek ve Gebze'de haftalık yayımlanan bir yerel gazetenin sahibi Ercan Sarıçam da bulunuyor. Diğer zanlıların isimleri de şöyle: Çağdaş Büyükkaya, Murat Büyükkaya, İsmail Akıncı, Fatih Yavuz, Taner Çakıroğlu, İlhan Metin Çakıroğlu, Mehmet Doğan, Selim Denizoğlu, Ümit Polat, Akın Vural. Zanlıların ev ve üzerlerinde yapılan aramada 3 tabanca ve çok miktarda mermi ele
'Siyasetci ağzıyla konuşursak,Dış Mihraklarca kullanılan AĞCA ve avanesinden de bunlar beklenirdi ne olmasını bekliyorduk ki! Bu güne kadar zavallı vatandaşı hep aynı ninnilerle uyutmadılarmı! 'Vatan,Millet,Sakarya.Ezan,Kur'an,Cami' yada Ergenekonla başlayan tomturaklı konuşmalar.Eee ne oldu şimdi,yıllardır gerek Ülkemde gerekse dışarıdaki sayısız cinayetin Tetkçileri bu 'Ocaklar' menşeyli ortaya çıkınca neden şaşırıyoruzki,KURTLAR VADİSİNE HOŞ GELDİNİZ,,
Cezaevine dönmeden önce İstanbul Emniyeti’nde polis şefleriyle 1 saat kadar konuşan Abdi İpekçi’nin katili Ağca, ilginç sözlerine yenilerini ekledi. Ağca Papa’yı ayda bile olsa vuracağını söyledi, ardından da maviye düşkünlüğünün nedenini açıkladı: 'Mavi 3. dünya savaşı ordularının rengi. Ben de komutan olarak tabii ki bu rengi giyeceğim.'
YARGITAY’ın tahliye kararını bozmasının ardından önceki gün İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne getirilen Mehmet Ali Ağca, polis şefleriyle konuştu. Ağca, yaklaşık 1 saat süren söyleşi sırasında 2 defa güldü; biri kendisinden imza isteyen kişileri anlattığında diğeri ise evlilik ile ilgili soru sorulduğunda. Mesih olduğunu sık sık yineleyen Ağca, bunu Papa’nın da onayladığını belirtti. Papa’yı ayda bile olsa vuracağını söyleyen Ağca, mavi rengi de komutan olduğu için tercih ettiğini anlattı.
Yasadışı sağ örgütler bürosuna getirilen Ağca’nın elleri titriyordu. Çevresindeki polis şeflerinin sakin olması yönündeki telkinleri üzerine rahatlayan Ağca, gazeteci ordusunu karşısında gördüğünde korktuğunu belirtti. İşte Ağca’nın söyledikleri:
BEN ÇOK YATTIM
Cezaevinde çok uzun süre kaldım. Gazeteleri dergileri cezaevinden takip ediyordum. Nihat Erim’i vuranlar çıktı. Erim bu ülkenin Başbakanı’ydı. Başsavcıları vuranlar çıktı. Sabancı’yı vuran bir kız var. Onu Türkiye alamadı bile. Ben sizce çok fazla yatmadım mı içeride?
İMZA VERDİM
Cezaevinden çıktıktan sonra yağmurda yürüdüm. Uzun uzun denizi seyrettim. Bir kez de lokantaya giderek yemek yedim. Çorba içip, acılı kebap yedim. Yemekle çok aram yoktur. Ama yine de özlemişim. Sokağa kendimi kamufle ederek çıktım. Atkı ve şapka taktım. Buna rağmen tanılıp, benden imza isteyenler oldu. 4-5 kişiye imza verdim. Bu çok hoşuma gitti.
1000 YILLIK KADER
(Papa suikastında kullandığı silahı nereden aldığı sorusu üzerine) Bunlar ayrıntı. Bu benim kaderime 1000 yıl önce yazılmış bir gerçek. Ben 1000 yıl önce yazılan görevi yerine getirdim. Papa’yı ayda bile olsa vuracaktım.
MESİHLİĞİM ONAYLI
Ben ilk defa Mesih olduğumu kime söyledim biliyor musunuz? Papa’ya söyledim. Papa’ya ben Mesih’im dedim. Papa hiçbir şey söylemedi. Başımı okşadı. Bu ne demek biliyor musunuz? Papa benim Mesih olduğumu kabul etti.
KURAN OKUMAM
Kuran okumadım. Namaz kılmam. Neden kılayım ki. Bunlar göstermelik şeyler. Bunları sizler yapacaksınız. Ben yol göstericiyim.
MAVİ KOMUTAN RENGİ
(Mavi kazak giymesinin sebebi sorulunca) Mavi 3’üncü dünya savaşı ordularının renkleri. Ben de komutanım. Komutan olarak tabii ki bu rengi giyeceğim. Bu ordunun bayrağı da Malazgirt Savaşı’ndaki bayrak olabilir. 3 hilalli bir bayrak olabilir. Bayrak olmasa da olur.
AMERİKA ÖNEMSİZ
3 tane Nükleer bomba atarsınız. Amerika’yı yerle bir edersiniz. Gözünüzde büyütecek bir şey yok.
EVLENECEĞİM
Cezaevinde 1500 kitap okudum. Bir çıkayım, kurtulayım da evlenmek istiyorum tabii.
SABETAYİST GÜÇLER
Sabetayist ve satanist güç odakları beni tekrar cezaevine geri gönderdiler. Bunlar gerçekleri de söylememi istemiyorlar.
MESİH'E BAK! 'Ben Mesih'im! Dünyanın sonu geldi ! Kıyameti ilan ediyorum! Dünya'nın sonunu ilan ediyorum! , Ben Tanrı değilim! , Ben tanrının oğlu değilim! I am not good! ' ve İtalyanca söylenmiş daha bir çok sözler. Akşam Ağca yakalandıktan sonra böyle bağırıyordu avazı çıktığı kadar. Sanki biri ona sen Mesih'misin, ya da Tanrı mısın diye sormuş da o da yanıtlıyor sanırsınız ilk bakışta! Ama öyle bir soru soran olmadığı gibi yine istediği gibi gündemi belirledi ve Şovunu yaptı Ağca. Sanırım askerlikten de böylece yırttı! Niye salıverildi? Nasıl salıverilir, hesap hatası yapıldı, oldu bittiye getirildi derken ve bu tartışmaya ülkece kilitlenmişken Yargıtay son noktayı koydu ve Ağca tekrar tutuklanarak cezaevine konuldu. Ülkemizde kuvvetler ayrılığını göstermesi açısından çok ilginç ve 'prototip' bir örnektir Ağca Vak'ası! Daha önce de böylesi örneklere alışık bir ülkede yaşıyoruz. 'Kuvvetler ayrılığı' ilkesi nedense hukukun üstünlüğü , demokrasi ve insan haklarından yana değil de böyle olaylarda, susurluk sanıklarında, Yüksek Ova çetesinde, Şemdinli olaylarında, derin devlet ile ilişkiler yaşamış 'Milli katiller' söz konusu olduğunda işlevini yerine getirir. Neler oluyor, ne oluyoruz, nereye gidiyoruz ya da yuvarlanıyoruz? Soran var mı? Ya da sorular doğru bir şekilde neden sorulmuyor? Kontrgerilla ne oldu? nerede, ne yapıyor? Devlet hala böylesi milli katilleri kullanıyor mu? Kahraman Maraş olaylarında kullanılan bu katiller daha sonra Sivas Madımak katliamında da kullanıldı mı? Neden medya hala 'tekil' olayların peşinden günlerce koşuyor ve 'aydınlar' Neden artık sistemi sorgulamak gerektiğini düşünmüyorlar? Günlerdir Ağca olayı için sarf edilen eforun yarısı Konrgerilla, için sarf edilseydi şimdiye çoktan bir çözüme ve aydınlanmaya varılamaz mıydı? Bazen açık bazen örtülü bir korumanın ve korunmanın var olduğunu, kaç örnek gördükten sonra anlayacağız? Daha doğrusu Demokrasi var, Hukuk Devleti var, Anayasa var, Hukukun üstünlüğü var! diye diye kendimizi ve toplumu aldatmaya devam edecek miyiz? Bu güne kadar Kontrgerilla'nın varlığına ulaşan ve deşifre eden araştırmacılar öldürüldü, bunlardan biri de Abdi İpekçi idi. Bu ülkeyi yöneten Başbakan'lar da dahil olmak üzere bu olgunun varlığını kabul ettiler, ama hiç biri gereğini yapmadı, belki de yapamadı. Bence yapamadılar, güçleri yetmedi. Sanki Milli politikayı derin bir yerden 'birileri' belirliyor, Hükümetten bağımsız bir şekilde de uyguluyor. Sonuçlardan yola çıkıldığında sebeplere ulaşılıyor ama, kimse oraya bakmak istemiyor. Medya şimdi çok sevinecek bir iş yaptı, artık bir zaman yeter bunlara. 'Ağca'yı tekrar içeri tıktırdık' diye ne kadar sevinseler azdır! Ama burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise Hükümetin Ağca'yı Yargıtay kararı açıklanır açıklanmaz jet hızı ile tutuklamasıdır! Bence bu çok önemli bir işarettir ve üzerinde durulmalıdır. Şahsen Ağca'nın yakalanacağını sanmıyordum! O'nu çıkaranların hemen bir başka ülkeye götüreceğini ve en azından yeni bir af çıkana kadar uzakta ve rahat içerisinde tutulacağını zannettim. Ama yanılmışım, hükümet yakın takibe almış ki hemen yakalandı! Peki hükümetin bu kadar dikkat etmesine sebep olan nelerdir acaba? Yanlış tahliyenin sorumluluğunu hafifletmek mi? Yada 'hükümete rağmen' tahliye edilmesi karşısında yürütme erkinin bir yanıtı mı? Bu 'derin devletin, siyasi tercih tahliyesi ' ise ve hükümet bunu görüp de 'olmaz artık hukukun dediği olacak! ' mı demek istiyor? Ya da 'Derin devlete' karşı, bir 'hukuk devleti' uygulaması ile mi karşı karşıyayız? Eğer son yazdığım gibiyse iyiye işaret, ama diğer 'komplo teorileri'nden biri gerçek ise daha çok su götüren bir demokrasimiz var demektir. Halbuki Demokrasi ' soytarılıklar düzeni' değildir. Ülkemiz ve halkımız bu tip 'Ali Cengiz ' oyunlarından çok çekmiştir ve bıkmıştır artık! Bataklığı kurutmanın zamanıdır. Ağca'nın tekrar tutuklanması, Demokrasinin kurum ve kuralları ile işlemesi için hepimize mücadele görevi vermektedir. KAZIM ENGİN
3 kasım 1996'da Balıkesir'in Susurluk ilçesinde meydana gelen trafik kazası devlet - mafya - polis üçgenini ortaya çıkardı.
3 kasım akşamı İstanbul yönünde giden 06 AC 600 plakalı Mercedes marka otomobil, Susurluk'ta benzin istasyonundan çıkan Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı kamyona çarptı.
Kazada, otomobilde bulunan dört kişiden üçü öldü, biri yaralandı.
Kısa bir süre içinde kazada ölenlerin İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, 'Mehmet Özbay' adına düzenlenmiş kimlik taşıyan katliam sanığı Abdullah Çatlı ve sevgilisi Gonca Us, yaralananın da DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak olduğu ortaya çıktı.
Bu bilgiler olayın seyrini tamamen değiştirdi ve Türk siyasi tarihinde yeni bir sayfa açtı. Bu tarihten sonra 'derin devlet' tartışması Türkiye'nin gündemine oturdu. cnn türk
Bir çok örnekler belgelere dayalı yazılar ekledim karşı görüşlükle bunun bir alakası yok burada verdim örnekler çok kişin at gözlükleriyle bakmaları bu gözlükleri çıkarıp Dünyaya gerçeki bakmalarını sağlamak halen vatan millet kahramanlığı edebiyatı Yapanlar gençlerin beyinleri yıkamak özgürlüğe demokrasiye düşman etmek Şunu da belirtiyim belirtmek istiyorum il ebet bir gün güneş doğacak Özgürlük demokrasi çarkı bu akla fikre sığmayan yoz düşünceleri ezip gececek…
Şirin Kırşehir
Ozanlarımıza destan yazdıran
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Sende yaşamıştı Ahi Evren can
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Gelişmeden kalmış bütün her yerin
İnsan sevgisi de yürekte derin
Bakımsız olsan da, benim gözümde
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Çağımızın çınarları hep sende
Hacı Taşan usta Muharrem nerde
Neşet Ertaşın sazında perde
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Barajınla, yeşilinle güzelsin
Yusuf Terin yüreğinde özelsin
Yoksula fakire uzanan elsin
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Yusuf Ter 01.11.2009
Saat 00:04 İsviçre
Şirin Kırşehir
Ozanlarımıza destan yazdıran
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Sende yaşamıştı Ahi Evren can
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Gelişmeden kalmış bütün her yerin
İnsan sevgisi de yürekte derin
Bakımsız olsan da, benim gözümde
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Çağımızın çınarları hep sende
Hacı Taşan usta Muharrem nerde
Neşet Ertaşın sazında perde
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Barajınla, yeşilinle güzelsin
Yusuf Terin yüreğinde özelsin
Yoksula fakire uzanan elsin
Şirin Kırşehir’im şirinsin şirin
Yusuf Ter 01.11.2009
Saat 00:04 İsviçre
16 Mayıs 2002 e yitirdiğimiz büyük üstat, Cumhuriyet dönemi başkaldırı şiirinin tanınmış ismi Mahsuni Şerif gerçek ozanı şöyle tanımlıyor:
1- Halk ozanı durup dururken korkmaz ve vicdanında taviz vermez.
2- Halk ozanının canını çekinmeden vereceği tek kapı halk olmalıdır. Çünkü unvanın da (halk ozanı) görevini üstlendiği görülmektedir.
3- Halk ozanı hem devletçi hem halkçı olamaz. Çünkü kendine halk ozanıyım diyenler 1500 yıldır halkına baskı yapan, zulüm yapan devletin karşısına çıktıkları için büyük olmuşlardır. Der.
OZAN
Devlet kapısından beslenip öten
her sazı çalana ozan mı derim
Halka sırtın dönüp görmezden gelen
Devletçi olana ozan mı derim
Halktan yana çalıp çığırmıyorsa
Halkın dertlerini duyurmuyorsa
İşçi sınıfını kayırmıyorsa
Böyle bir yılana ozan mı derim
Ozan olan halkı için seslenir
Halktan ilham alır ondan beslenir
Halka sözcü olur onu üstlenir
Her sözü yalana ozan mı derim
Kul Sefili ozan olan hür olur
Düzen karşısında sesi gür olur
Grevlerde işçi ile bir olur
Uzakta kalana ozan mı derim.
KUL SEFİLİ
Yukarda ki yazımdaki Tanım Mahsuni babaya ait.
Gerçeklerden kaçmakla, yada okuyanlara hoş görünmekle, hayatın gerçekliğinden kaçmakla, toplumsal olayları görmezden gelmekle ozanlı olmaz. Ne tez unuttun Maraş ı, çorumu, Sivassı.
Dine inanmadığını söyledin bugün şiirde dindaş oluyorsun. Bu nasıl inanmamak. O senin çöktü dediğin düzen Latin Amerika da fırtına gibi eserek geliyor. Bilmiyorsan öğren. Bana öyle bir cevap yazdın, neden bana göndermedin. Sen önce ne yaptığını iyi öğren.
Birde sizin ki etliye sütlüye karışmadan, halkın derdini söylemeden, toplumsal olaylara duyarsız kalarak kendinizi eğlendiriyorsunuz. Aşık Veysel gibi. Bu gün, Aşık İhsanı, Aşık Şah turna, Aşık Mahsuni gibi düzene baş kaldırmaktan korktuğunuz için. Veysel’in dediği canınız tatlı. Yapamadığınıza da öldü bitti diyerek çamur atarsınız.
Bekir COŞKUN
Terörün çaresi de bulundu...
TERÖRÜ önlemek yine Polat Alemdar’a düştü.
Bu iyi bir şey.
Bundan önce de Türkiye’nin 'Kuzey Irak' meselesi bu yöntemle çözümlenmiş, Polat Alemdar Türk askerinin başına çuval geçirilmesinin intikamını almıştı.
Mutlu olmuştu Türkiye.
Başbakan dahi izlemişti filmi, gurur duyarak.
Düşünebiliyor musunuz; Kuzey Irak’ta çuvallayan iktidarın Başbakan’ı, dizi film seyrediyor ve dizi filmde kurtarılan ulusal onurumuzdan dolayı mutlanıyor.
Ben bilmiyorum ama, acaba Başbakan dizinin yapımcısını sonra çağırtıp 'Bir de ucuz elektrik dizisi yapar mısınız, çünkü elektriğin maliyeti artıyor' demiş olabilir.
Madem ki dış politika Ti-Vi dizisi ile düzeltiliyor, aynı yöntemle ucuz elektrik sağlamak da olası.
Peşinden bir rica daha Başbakan’dan:
'Bir de sizden, Polat Alemdar Bey’in işe girmesi mevzuunda bir dizi rica ediyoruz... Dizide Polat Bey evde otururken gelip illaki işe çağırıyorlar, o da harıl harıl gidip çalışıyor...'
Böylece artan işsizlik sorunu da kalktı mı iktidarın sırtından.
*
'Kurtlar Vadisi Irak' filmine bakanların gruplar halinde gitmiş olmalarının sırrını da şimdi anlıyoruz.
Ki salondakiler AKP bakanlarının oturdukları sıradan şu sesi duymuşlardı:
'Fıırttt...'
Burnunu çekerek ağlıyordu bir bakan...
Peşinden 'fırttt' sesleri çoğaldı. Ulusal onur Ti-Vi filmiyle kurtulduğuna göre, tüm sorunların çözüm yolu bulunmuştu ve mutluluk gözyaşlarının sesiydi bu:
'Fırttt...'
5-6 bakanın oturduğu sıradan yükselen 'fırttt' sesleri o denli arttı ki, bir ara salon 'fırtlar vadisine' dönüştüydü...
*
Şimdi? ..
Şimdi Polat Alemdar terör sorununu çözdü-çözüyor.
Ekran başına koşun yurttaşlar.
Siz koşun, seçtiğiniz Başbakan, bakanlar koşsunlar.
Çocuklara Polat Alemdar’ı gösterin ve onlar ellerine silah alıp, birer Polat Alemdar olsunlar.
Ve aydınlığa doğru koşan bir ülke olsun Türkiye...
Mehmet Ali BİRAND
[email protected]
Nuri Gündeş’e teşekkür ederiz
MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş, günlerdir TV’leri dolaşıp konuşuyor. Konuştukça, Derin Devlet’in gerçek yüzünü daha net görmeye başladık. Artık kimseler kalkıp “Türkiye hukuk devletidir” demesin.
MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş’i günlerdir dinliyoruz. Eskiden de tanıdığım, kibar bir insandır. 1986’da emekli olduktan sonra, (90’larına yaklaşıyor) uzun süre sessiz kaldı. Şu sıralarda bir kitap hazırlığı içinde. Belki bundan dolayı olabilir, aniden TV’lere çıkar oldu. Çıkmasıyla birlikte de öyle şeyler anlattı ki, geçmiş yıllarda Derin Devlet’in ne olduğu, Devlet bürokrasisinin nasıl bir iklim yarattığı çok daha iyi anlaşıldı.
Gündeş’in anlattıklarından, 1960-2000 döneminde yapılanların veya söylenenlerin doğru olduğu ortaya çıktı.
Yani, Devlet kurumları başa çıkamadığı durumlarda mafya’dan da adam kiralarmış, dışardan katil tutarmış ve “vatan uğruna “ kurşun sıktırırmış.
MİT’in eski dönemlerinde hakim olan mantığı Gündeş çok iyi anlattı. “Alaattin’in yanaklarından öperek”, ona selamlar göndererek, bu Teşkilat’ın eskiden nasıl döküldüğünü gösterdi. MİT adına, Gündeş’in söylediklerine üzüldüm. Bu Teşkilat’ın, sadece bugünü değil, geçmişini de daha düzgün sananlardan biriyim. Meğer, diğer güvenlik kurumlarından farklı değillermiş.
Artık tartışmaya gerek yok.
Devlet Güvenlik Birimleri işlerine geldiği zaman, dışardan insanlar kullanıyor, gerektiğinde teşvik ediyor, hiç değilse göz yumuyor.
İşte bazı emekli subaylarımızın anıları, TV’lerdeki açıklamaları, eski polis veya yargı mensuplarının anlattıkları, işte Gündeş’in dedikleri.
Sonra, Ogün Samast’a polis ve jandarmada yapılan muameleyi de buna ekleyin, ne yapılmak istendiğini anlarsınız.
ASALAYI, ASIL DURDURAN BAŞKASIYDI
Yazıyı bitirmeden bir son nokta:
Asala’yı Çatlı ve Çakıcı gibi tipler bitirmediler. Boş yere övünüyorlar. Asala’yı 1983’deki Paris- Orly Havaalanına yaptıkları baskın bitirdi. Asala’ya para yardımı yapan Fransız ve Amerikalı Ermeniler, baskından rahatsız olunca, musluğu kapattılar ve olay bitti. Bu konuda rol almış Fransız yetkililer anlattığı için biliyorum. Musluğun kapanmasında asıl rol oynayanlar da, MİT ve Dışişleri Bakanlıklarıydı. Yoksa ASALA bizim kabadayılardan korktuğu için pes etmedi. Cinayetlerini abarttıklarından dolayı durduruldular.
Mehmet Ali BİRAND
[email protected]
Nuri Gündeş’e teşekkür ederiz
MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş, günlerdir TV’leri dolaşıp konuşuyor. Konuştukça, Derin Devlet’in gerçek yüzünü daha net görmeye başladık. Artık kimseler kalkıp “Türkiye hukuk devletidir” demesin.
MİT’in eski İstanbul Bölge Müdürü Nuri Gündeş’i günlerdir dinliyoruz. Eskiden de tanıdığım, kibar bir insandır. 1986’da emekli olduktan sonra, (90’larına yaklaşıyor) uzun süre sessiz kaldı. Şu sıralarda bir kitap hazırlığı içinde. Belki bundan dolayı olabilir, aniden TV’lere çıkar oldu. Çıkmasıyla birlikte de öyle şeyler anlattı ki, geçmiş yıllarda Derin Devlet’in ne olduğu, Devlet bürokrasisinin nasıl bir iklim yarattığı çok daha iyi anlaşıldı.
Gündeş’in anlattıklarından, 1960-2000 döneminde yapılanların veya söylenenlerin doğru olduğu ortaya çıktı.
Yani, Devlet kurumları başa çıkamadığı durumlarda mafya’dan da adam kiralarmış, dışardan katil tutarmış ve “vatan uğruna “ kurşun sıktırırmış.
MİT’in eski dönemlerinde hakim olan mantığı Gündeş çok iyi anlattı. “Alaattin’in yanaklarından öperek”, ona selamlar göndererek, bu Teşkilat’ın eskiden nasıl döküldüğünü gösterdi. MİT adına, Gündeş’in söylediklerine üzüldüm. Bu Teşkilat’ın, sadece bugünü değil, geçmişini de daha düzgün sananlardan biriyim. Meğer, diğer güvenlik kurumlarından farklı değillermiş.
Artık tartışmaya gerek yok.
Devlet Güvenlik Birimleri işlerine geldiği zaman, dışardan insanlar kullanıyor, gerektiğinde teşvik ediyor, hiç değilse göz yumuyor.
İşte bazı emekli subaylarımızın anıları, TV’lerdeki açıklamaları, eski polis veya yargı mensuplarının anlattıkları, işte Gündeş’in dedikleri.
Sonra, Ogün Samast’a polis ve jandarmada yapılan muameleyi de buna ekleyin, ne yapılmak istendiğini anlarsınız.
ASALAYI, ASIL DURDURAN BAŞKASIYDI
Yazıyı bitirmeden bir son nokta:
Asala’yı Çatlı ve Çakıcı gibi tipler bitirmediler. Boş yere övünüyorlar. Asala’yı 1983’deki Paris- Orly Havaalanına yaptıkları baskın bitirdi. Asala’ya para yardımı yapan Fransız ve Amerikalı Ermeniler, baskından rahatsız olunca, musluğu kapattılar ve olay bitti. Bu konuda rol almış Fransız yetkililer anlattığı için biliyorum. Musluğun kapanmasında asıl rol oynayanlar da, MİT ve Dışişleri Bakanlıklarıydı. Yoksa ASALA bizim kabadayılardan korktuğu için pes etmedi. Cinayetlerini abarttıklarından dolayı durduruldular.
BİZ YAPMAZSAK, RTÜK YAPACAK
Tüm ilişkiler aynıdır. Eğer bizler belirli kurallara uymazsak, eninde sonunda birileri çıkar ve bizim yerimize kurallar koyar, bizi bu kurallara uymaya zorlar.
Örnek mi istersiniz? Kendimizden vereyim.
Türkiye ekonomik kurallara uymaz, har vurup harman savurur veya bütçesindeki delikleri kapatmazsa, Uluslararası Para Fonu gelir ve size reçete yazar.
Türkiye İnsan Haklarında kurallara uymazsa, Avrupa Birliği veya Avrupa İnsan Hakları mahkemesi hemen cezasını keser.
Aynı durum, RTÜK ile Ana Haber Bültenleri arasında da yaşanıyor. Bazı Ana Haber Bültenleri çok şikayet ediliyor. RTÜK, ayaklanmış durumda. Eğer bazı Ana Haber Bültenleri kendi içlerinde önlem almazlarsa, anlaşılan RTÜK sopası işlemeye başlayacak.
Siz yapmazsanız, birileri çıkıp sizin yerinize önlem alıyor... Buna gerek var mı?
SUNA VE İNAN KIRAÇ VAKFININ HARİKASI...
Suna ve İnan Kıraç Vakfı, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü müthiş bir eser hazırlamış. Sayfalarını çevirdikçe gözlerim büyüdü.
19. yüzyıl ortalarından başlıyor ve 20. yüzyıla kadarki dönemde Rumeli yakasının fotoğrafları sergileniyor. İki ciltlik çalışma, Ahmet Abut’a ait resimlerinden oluşuyor. Karaköy’den Kireçburnu’na kadar, tadına doyum olmaz bir yolculuk yapıyorsunuz.
Bu resimlere baktıktan sonra, aynı bölgeyi tekrar dolaştım. Emin olun, gözlerim yaşardı. O canım bölgeyi nasıl mahvetmişiz daha açık şekilde gördüm.
Suna ve İnan Kıraç’a teşekkürler.
ÖLÜLERİMİZE KARŞI NEDEN SAYGISIZIZ (!)
Uzun süredir yazmak sitiyordum, ancak bir türlü elim varmıyordu. Geçenlerde Oktay Ekşi’nin aynı konuya değindiğini görünce, artık dayanamadım. O da feryat ediyordu. Ölülerimize karşı nasıl hoyratça davrandığımızı anlatıyor ve hıristiyanlarla bizlerin arasındaki farka dikkat çekiyordu.
Ne kadar doğru...
Cenaze merasiminden başlayalım...
Canımız kadar sevdiğimiz yakınımız anne, baba veya çocuğumuzun, portakal sandığından beter bir tabuta konmasını içimiz burkularak seyrederiz.
Neden?
Hristiyanlar pırıl pırıl maundan yapılmış tabutu tercih ederken, biz neden böylesine hoyratça davranırız?
Sonra, sırada cami avlularında yaşanan eziyet başlar. Hele kaybedilen kişi bir de tanınmış kişiyse, yandık demektir. Kameralar, fotoğrafçılar ve gazeteciler kendilerine özel bir yer gösterilmediğinden dolayı üst üste çıkarlar. İnsanları ezerek çekim yaparlar. Kimse sıraya girmek istemediğinden dolayı, aileye ulaşmak için bir başka itiş kakış yaşanır... Bağırarak cep telefonuyla konuşanlarımız, fosur fosur sigara içenlerimiz ve koktely partideymiş gibi “Ooo sevgili dostum nasılsın” diyerek, cenazeyi bir buluşma ortamına dönüştürenlerimiz...Çelenk yerine, bağış almak için sıralanan dernekçilerin “abi bir de bizden al” çığlıkları...
Mezarlık faslı daha da beter.
Mezarlıklarımız öylesine düzensiz, öylesine üst üstedir ki, yakınınızın mezarına varabilmek için her defasında bir kaç başka mezarın üstüne basıp geçmek zorunda kalırsınız. Hele yeni açılan mezarın etrafındaki diğer mezarlar, genelde darmadağın edilirler. Orası bir savaş alanına döner.
Bütün bu karmaşa sırasında, mezara su döktüğü için para isteyen dilenci kılıklı çocuklardan, çiçek taşıdığından dolayı bahşiş peşinde koşan ve ne oldukları anlaşılmayan mafya kılıklı adamlara kadar bir sürü insanla uğraşırsınız.
Ne üzüntünüzü, ne de acınızı paylaşabilirsiniz.
Kelimenin tam anlamıyla içler acısıdır.
Perişanlık, hoyratlık ve saygısızlık dolu bir törenden ayrıldığınızda hep yanı soruyu sorarsiniz: “Neden? Neden bizler böyleyiz? ”.
Ağca'yı saklayanlar Ocak'tan arkadaşları
Mehmet Ali Ağca'yı askerlik muayenesinde 'antisosyal kişilik bozukluğu' teşhisi konulup bırakıldıktan sonra Kartal'da 'Ocak'tan'tabir edilen arkadaşlarının sakladığı ortaya çıktı
Şükran Özçakmak - İstanbul
Mehmet Ali Ağca'nın, Kartal Cezaevi'nden 12 Ocak'ta tahliye edildikten sonra dört gün Samandıra'da, Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi'nde 'antisosyal kişilik bozukluğu' teşhisi konulduktan sonra da Kartal Uğur Mumcu Mahallesi'nde kaldığı belirlendi.
İddiaya göre tahliyesinden sonra Ağca'yı, bazıları cezaevinden tanıdığı ülkücü arkadaşları karşıladı. 'Ocaktan' diye tabir edilen arkadaşları, 5-6 kez otomobil değiştirerek Ağca'nın izini kaybettirmeyi başardı.
Ağca, GATA'dan ayrıldıktan sonra peşlerindeki gazeteci ordusunu, Kartal'da bulunan Aydos Orman İçi Dinlenme Tesisleri'ne girerek atlattı. Özel bir kulübede 1.5 saat kalıp kebap yedikten sonra da yanında yine 'Ocaktan' arkadaşlarıyla birlikte, başına bir bere geçirerek ayrıldı.
Daire 3 yıl önce alındı
Ağca'nın yakalandığı Özoba Sitesi'nde de şaşkınlık yaşandı. Ağca'nın kaldığı A Blok 4 No'lu dairenin kapısının kilitli olduğu görülürken, dairenin sahibi Namık Altan'ın nerede olduğunu bilen olmadı. Altan'ın dairesinin kapısında sadece kızlarına ait olan bir ait bisiklet duruyordu. Karşı dairede oturan apartman yöneticisi Alaattin Aka, Ağca'nın yakalandığı dakikaları şöyle anlattı: 'Önce aile tartışması, kavga var sandım. Bir anda onlarca adam apartmanı doldurdu. Meğer sivil polislermiş. Ağca'yı alıp götürdüler. Daha sonra da komşumuz Namık Altan Bey'le ilgili sorular yönelttiler.'
Bulgar göçmeni
Altan'ın eşi ile kendi eşinin görüştüğünü, ancak Altan'ın kimseyle konuşmadığı anlatan Aka, 'Kendi halinde biriydi. Daireye, üç yıl önce satın alıp yerleşti. Serbest meslek sahibi olduğunu biliyoruz. 6 ve 8 yaşlarında iki kızı var. Karısı Bulgaristan göçmeni. Kendisi nerelidir bilmeyiz' dedi.
Komşuları görmemiş
Özoba Apartmanı'na 19.00 sıralarında su getiren Kardeşler Market'te çalışan Ayhan Doğdu da polis olduğunu söyleyen sivil giysili kişilerce bahçe kapısından geri çevrildiğini söyledi.
Site sakinleri de 'Ağca, hiç görünmeden apartmana nasıl girip çıktı? ' sorusunun cevabını bulmaya çalıştı. Birçoğu, Ağca'nın kendi apartmanlarında misafir olarak kaldığını, televizyondan öğrendiğini belirtirken apartmanın kapısını kilitleyerek nöbet tutan ve adının Salih olduğu belirtilen kapıcı da 'Beni ekmeğimden edeceğiniz' diyerek gazetecilere ateş püskürdü.
Apartmanın sekizinci katında oturan Mahmut Kılıç da ilginç rastlantıyı şöyle anlattı: 'Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçtığında, ben 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı'nda askerlik yapıyordum. O zaman da nasıl firar ettiğine şaşırmıştım. Şimdi halktan kaçmak için oturduğum apartmana sığınmış ama bizim hiç haberimiz olmamış.'
Erdoğan: Ağca için yeni bir süreç başladı
İSTANBUL Milliyet
Başbakan Erdoğan, terörist Mehmet Ali Ağca için yeni bir süreç başladığını söyledi. Erdoğan, dün, kendisine yöneltilen sorular üzerine şu değerlendirmeyi yaptı: 'Yargı, kendi tasarruf alanı içinde yapması gerekenleri yaptı. Adalet Bakanlığı da, kendi tasarrufu içinde yapması gerekenleri yaptı. Emniyet teşkilatımız, anında atması gereken adımları attı. Bugün de Ağca için yeni süreç başlamış oldu.'
'Rahşan Ecevit'ten özür dilenmeli'
ANKARA Milliyet
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, 'Mehmet Ali Ağca'nın erken tahliyesi konusunda Ecevitleri haksız yere suçlayanların, linç girişimleri nedeniyle en azından bir özür borcu vardır' dedi. Sezer, dün yaptığı yazılı açıklamada, Ağca'nın tahliyesi konusunda yapılan yanlış hesabın Yargıtay'dan dönmesinin sevindirici olduğunu belirtti. Sezer, 'Yanlış hesabın hesabı da mutlaka sorulmalıdır' dedi.
Gebze'de çete operasyonu
Mercedes'in sahibi gözaltında
Gebze'de AKP İlçe Başkanı'nın vurulmasıyla ilgili olarak başlatılan operasyonda 14 kişi gözaltına alındı. Zanlılar arasında Ağca'ya tahsis edilen Mercedes'in sahibi de var
Kocaeli DHA
Gebze Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Kaçakçılık Şubesi ekipleri, Gebze, Tuzla ve Pendik'te eşzamanlı operasyon düzenleyerek 14 kişiyi gözaltına aldı. Zanlılar arasında Mehmet Ali Ağca'ya tahliye edildiği sırada tahsis edilen Mercedes otomobilin sahibi Taner Çakıroğlu da bulunuyor. AKP Gebze İlçe Başkanı Mehmet Ali Okur'un 4 Ocak'ta silahlı saldırıya uğrayarak ayaklarından vurulması olayıyla ilgili soruşturma başlatan polis, dün Gebze, Pendik ve Tuzla'da eşzamanlı operasyon düzenledi.
Okur'u kurşunladığı öne sürülen Muhammet Öztürk'ün yakalandığı operasyonlarda Mehmet Ali Ağca'nın 12 Ocak'ta tahliye edildikten sonra kendisine tahsis edilen 34 FK 828 plakalı Mercedes'in sahibi Taner Çakıroğlu da bulunuyor.
Çete üyesi olmakla suçlanan Çakıroğlu'nun, Mehmet Fatih Kıral'ın adına kayıtlı görülen ve devri yapılmadan Turan Suner'e verilen 34 FK 928 plakalı Mercedes'i satın alan 3'üncü kişi olduğu belirtildi.
Gözaltına alınanlar arasında Yüksel Şimşek ve Gebze'de haftalık yayımlanan bir yerel gazetenin sahibi Ercan Sarıçam da bulunuyor. Diğer zanlıların isimleri de şöyle:
Çağdaş Büyükkaya, Murat Büyükkaya, İsmail Akıncı, Fatih Yavuz, Taner Çakıroğlu, İlhan Metin Çakıroğlu, Mehmet Doğan, Selim Denizoğlu, Ümit Polat, Akın Vural. Zanlıların ev ve üzerlerinde yapılan aramada 3 tabanca ve çok miktarda mermi ele
'Siyasetci ağzıyla konuşursak,Dış Mihraklarca kullanılan AĞCA ve avanesinden de bunlar beklenirdi ne olmasını bekliyorduk ki! Bu güne kadar zavallı vatandaşı hep aynı ninnilerle uyutmadılarmı! 'Vatan,Millet,Sakarya.Ezan,Kur'an,Cami' yada Ergenekonla başlayan tomturaklı konuşmalar.Eee ne oldu şimdi,yıllardır gerek Ülkemde gerekse dışarıdaki sayısız cinayetin Tetkçileri bu 'Ocaklar' menşeyli ortaya çıkınca neden şaşırıyoruzki,KURTLAR VADİSİNE HOŞ GELDİNİZ,,
22 Ocak 2006
Komutanım mavi renk giyiyorum
Toygun ATİLLA
Cezaevine dönmeden önce İstanbul Emniyeti’nde polis şefleriyle 1 saat kadar konuşan Abdi İpekçi’nin katili Ağca, ilginç sözlerine yenilerini ekledi. Ağca Papa’yı ayda bile olsa vuracağını söyledi, ardından da maviye düşkünlüğünün nedenini açıkladı: 'Mavi 3. dünya savaşı ordularının rengi. Ben de komutan olarak tabii ki bu rengi giyeceğim.'
YARGITAY’ın tahliye kararını bozmasının ardından önceki gün İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne getirilen Mehmet Ali Ağca, polis şefleriyle konuştu. Ağca, yaklaşık 1 saat süren söyleşi sırasında 2 defa güldü; biri kendisinden imza isteyen kişileri anlattığında diğeri ise evlilik ile ilgili soru sorulduğunda. Mesih olduğunu sık sık yineleyen Ağca, bunu Papa’nın da onayladığını belirtti. Papa’yı ayda bile olsa vuracağını söyleyen Ağca, mavi rengi de komutan olduğu için tercih ettiğini anlattı.
Yasadışı sağ örgütler bürosuna getirilen Ağca’nın elleri titriyordu. Çevresindeki polis şeflerinin sakin olması yönündeki telkinleri üzerine rahatlayan Ağca, gazeteci ordusunu karşısında gördüğünde korktuğunu belirtti. İşte Ağca’nın söyledikleri:
BEN ÇOK YATTIM
Cezaevinde çok uzun süre kaldım. Gazeteleri dergileri cezaevinden takip ediyordum. Nihat Erim’i vuranlar çıktı. Erim bu ülkenin Başbakanı’ydı. Başsavcıları vuranlar çıktı. Sabancı’yı vuran bir kız var. Onu Türkiye alamadı bile. Ben sizce çok fazla yatmadım mı içeride?
İMZA VERDİM
Cezaevinden çıktıktan sonra yağmurda yürüdüm. Uzun uzun denizi seyrettim. Bir kez de lokantaya giderek yemek yedim. Çorba içip, acılı kebap yedim. Yemekle çok aram yoktur. Ama yine de özlemişim. Sokağa kendimi kamufle ederek çıktım. Atkı ve şapka taktım. Buna rağmen tanılıp, benden imza isteyenler oldu. 4-5 kişiye imza verdim. Bu çok hoşuma gitti.
1000 YILLIK KADER
(Papa suikastında kullandığı silahı nereden aldığı sorusu üzerine) Bunlar ayrıntı. Bu benim kaderime 1000 yıl önce yazılmış bir gerçek. Ben 1000 yıl önce yazılan görevi yerine getirdim. Papa’yı ayda bile olsa vuracaktım.
MESİHLİĞİM ONAYLI
Ben ilk defa Mesih olduğumu kime söyledim biliyor musunuz? Papa’ya söyledim. Papa’ya ben Mesih’im dedim. Papa hiçbir şey söylemedi. Başımı okşadı. Bu ne demek biliyor musunuz? Papa benim Mesih olduğumu kabul etti.
KURAN OKUMAM
Kuran okumadım. Namaz kılmam. Neden kılayım ki. Bunlar göstermelik şeyler. Bunları sizler yapacaksınız. Ben yol göstericiyim.
MAVİ KOMUTAN RENGİ
(Mavi kazak giymesinin sebebi sorulunca) Mavi 3’üncü dünya savaşı ordularının renkleri. Ben de komutanım. Komutan olarak tabii ki bu rengi giyeceğim. Bu ordunun bayrağı da Malazgirt Savaşı’ndaki bayrak olabilir. 3 hilalli bir bayrak olabilir. Bayrak olmasa da olur.
AMERİKA ÖNEMSİZ
3 tane Nükleer bomba atarsınız. Amerika’yı yerle bir edersiniz. Gözünüzde büyütecek bir şey yok.
EVLENECEĞİM
Cezaevinde 1500 kitap okudum. Bir çıkayım, kurtulayım da evlenmek istiyorum tabii.
SABETAYİST GÜÇLER
Sabetayist ve satanist güç odakları beni tekrar cezaevine geri gönderdiler. Bunlar gerçekleri de söylememi istemiyorlar.
MESİH'E BAK!
'Ben Mesih'im! Dünyanın sonu geldi ! Kıyameti ilan ediyorum! Dünya'nın
sonunu ilan ediyorum! , Ben Tanrı değilim! , Ben tanrının oğlu değilim! I am
not good! ' ve İtalyanca söylenmiş daha bir çok sözler.
Akşam Ağca yakalandıktan sonra böyle bağırıyordu avazı çıktığı kadar. Sanki
biri ona sen Mesih'misin, ya da Tanrı mısın diye sormuş da o da yanıtlıyor
sanırsınız ilk bakışta! Ama öyle bir soru soran olmadığı gibi yine istediği
gibi gündemi belirledi ve Şovunu yaptı Ağca. Sanırım askerlikten de böylece
yırttı!
Niye salıverildi? Nasıl salıverilir, hesap hatası yapıldı, oldu bittiye
getirildi derken ve bu tartışmaya ülkece kilitlenmişken Yargıtay son noktayı
koydu ve Ağca tekrar tutuklanarak cezaevine konuldu.
Ülkemizde kuvvetler ayrılığını göstermesi açısından çok ilginç ve
'prototip' bir örnektir Ağca Vak'ası! Daha önce de böylesi örneklere alışık
bir ülkede yaşıyoruz. 'Kuvvetler ayrılığı' ilkesi nedense hukukun üstünlüğü
, demokrasi ve insan haklarından yana değil de böyle olaylarda, susurluk
sanıklarında, Yüksek Ova çetesinde, Şemdinli olaylarında, derin devlet ile
ilişkiler yaşamış 'Milli katiller' söz konusu olduğunda işlevini yerine
getirir.
Neler oluyor, ne oluyoruz, nereye gidiyoruz ya da yuvarlanıyoruz? Soran
var mı? Ya da sorular doğru bir şekilde neden sorulmuyor? Kontrgerilla ne
oldu? nerede, ne yapıyor? Devlet hala böylesi milli katilleri kullanıyor
mu? Kahraman Maraş olaylarında kullanılan bu katiller daha sonra Sivas
Madımak katliamında da kullanıldı mı?
Neden medya hala 'tekil' olayların peşinden günlerce koşuyor ve 'aydınlar'
Neden artık sistemi sorgulamak gerektiğini düşünmüyorlar? Günlerdir Ağca
olayı için sarf edilen eforun yarısı Konrgerilla, için sarf edilseydi
şimdiye çoktan bir çözüme ve aydınlanmaya varılamaz mıydı?
Bazen açık bazen örtülü bir korumanın ve korunmanın var olduğunu, kaç örnek
gördükten sonra anlayacağız? Daha doğrusu Demokrasi var, Hukuk Devleti var,
Anayasa var, Hukukun üstünlüğü var! diye diye kendimizi ve toplumu
aldatmaya devam edecek miyiz?
Bu güne kadar Kontrgerilla'nın varlığına ulaşan ve deşifre eden
araştırmacılar öldürüldü, bunlardan biri de Abdi İpekçi idi. Bu ülkeyi
yöneten Başbakan'lar da dahil olmak üzere bu olgunun varlığını kabul
ettiler, ama hiç biri gereğini yapmadı, belki de yapamadı. Bence
yapamadılar, güçleri yetmedi. Sanki Milli politikayı derin bir yerden
'birileri' belirliyor, Hükümetten bağımsız bir şekilde de uyguluyor.
Sonuçlardan yola çıkıldığında sebeplere ulaşılıyor ama, kimse oraya bakmak
istemiyor. Medya şimdi çok sevinecek bir iş yaptı, artık bir zaman yeter
bunlara. 'Ağca'yı tekrar içeri tıktırdık' diye ne kadar sevinseler azdır!
Ama burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise Hükümetin Ağca'yı
Yargıtay kararı açıklanır açıklanmaz jet hızı ile tutuklamasıdır!
Bence bu çok önemli bir işarettir ve üzerinde durulmalıdır. Şahsen Ağca'nın
yakalanacağını sanmıyordum! O'nu çıkaranların hemen bir başka ülkeye
götüreceğini ve en azından yeni bir af çıkana kadar uzakta ve rahat
içerisinde tutulacağını zannettim. Ama yanılmışım, hükümet yakın takibe
almış ki hemen yakalandı!
Peki hükümetin bu kadar dikkat etmesine sebep olan nelerdir acaba? Yanlış
tahliyenin sorumluluğunu hafifletmek mi? Yada 'hükümete rağmen' tahliye
edilmesi karşısında yürütme erkinin bir yanıtı mı? Bu 'derin devletin,
siyasi tercih tahliyesi ' ise ve hükümet bunu görüp de 'olmaz artık hukukun
dediği olacak! ' mı demek istiyor? Ya da 'Derin devlete' karşı, bir 'hukuk
devleti' uygulaması ile mi karşı karşıyayız?
Eğer son yazdığım gibiyse iyiye işaret, ama diğer 'komplo teorileri'nden
biri gerçek ise daha çok su götüren bir demokrasimiz var demektir.
Halbuki Demokrasi ' soytarılıklar düzeni' değildir. Ülkemiz ve halkımız bu
tip 'Ali Cengiz ' oyunlarından çok çekmiştir ve bıkmıştır artık! Bataklığı
kurutmanın zamanıdır. Ağca'nın tekrar tutuklanması, Demokrasinin kurum ve
kuralları ile işlemesi için hepimize mücadele görevi vermektedir.
KAZIM ENGİN
Susurluk olayı
3 kasım 1996'da Balıkesir'in Susurluk ilçesinde meydana gelen trafik kazası devlet - mafya - polis üçgenini ortaya çıkardı.
3 kasım akşamı İstanbul yönünde giden 06 AC 600 plakalı Mercedes marka otomobil, Susurluk'ta benzin istasyonundan çıkan Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı kamyona çarptı.
Kazada, otomobilde bulunan dört kişiden üçü öldü, biri yaralandı.
Kısa bir süre içinde kazada ölenlerin İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, 'Mehmet Özbay' adına düzenlenmiş kimlik taşıyan katliam sanığı Abdullah Çatlı ve sevgilisi Gonca Us, yaralananın da DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak olduğu ortaya çıktı.
Bu bilgiler olayın seyrini tamamen değiştirdi ve Türk siyasi tarihinde yeni bir sayfa açtı. Bu tarihten sonra 'derin devlet' tartışması Türkiye'nin gündemine oturdu. cnn türk
Bir çok örnekler belgelere dayalı yazılar ekledim karşı görüşlükle bunun bir alakası yok burada verdim örnekler çok kişin at gözlükleriyle bakmaları bu gözlükleri çıkarıp
Dünyaya gerçeki bakmalarını sağlamak halen vatan millet kahramanlığı edebiyatı
Yapanlar gençlerin beyinleri yıkamak özgürlüğe demokrasiye düşman etmek
Şunu da belirtiyim belirtmek istiyorum il ebet bir gün güneş doğacak
Özgürlük demokrasi çarkı bu akla fikre sığmayan yoz düşünceleri ezip gececek…