Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • asena17.11.2004 - 23:03

    ---dişi it --- dansöz asena çok hoş,kıvrak,rakkase :-)))

  • faşizm15.11.2004 - 18:25

    Faşistleri Karşılama


    hoş geldiniz diyemem size
    çünkü hoş değil ölüm geldiniz
    kan,baskı,zulüm getirdiniz
    ben Türkiyeli devrimci çocuk
    henüz ondört yaşımdayım
    sizi çok iyi tanıyorum
    siz adı konulmamış çiçeklerin katilleri
    siz kıyımların,işkencelerin sahipleri

  • faşist15.11.2004 - 18:24

    Faşistleri Karşılama


    hoş geldiniz diyemem size
    çünkü hoş değil ölüm geldiniz
    kan,baskı,zulüm getirdiniz
    ben Türkiyeli devrimci çocuk
    henüz ondört yaşımdayım
    sizi çok iyi tanıyorum
    siz adı konulmamış çiçeklerin katilleri
    siz kıyımların,işkencelerin sahipleri

  • ahmet kaya15.11.2004 - 18:18

    SÜRGÜN YANAR YÜREĞİM (Ahmet Kaya için)


    1

    ahmet kaya'yı dinliyorum gözlerim yaşlı
    küçük adamları büyütmek
    değerleri öğütmek kolaylaştı
    iyigünün büyük dostları bir merhabadan kaçtı
    ahh kendimizden bile kaçtığımız
    şu korkaklık bizde
    yıllara yenilmeyecek yaralar açtı
    isyanım yüreğimden taştı

    ahmet kaya'yı dinliyorum gözlerim yaşlı
    sevgi dolu bir vapur gibi geçiyor yaslı gözlerimden
    heybesinde hüzün var boşaltılan köylerden
    çiçekler solmaz mı kopartılırsa dilinden
    o yüreğiyle tutuyordu türkülerin elinden
    ve türkiye gibiydi
    hep veriyordu kendinden

    ahmet kaya'yı dinliyorum
    türkülerim yetim
    nazım ustaya
    yılmaz güney'e de kıymadılar mı memleketim
    sürgün yanar yüreğim

    2

    telleriyle seviştiği sazından
    yasaklarında piştiği
    yine de şerbet gibi iştiği yurdundan
    koparmak bir ozanı
    daha beterdir darağacından
    yüreğim yanar sürgün
    türkülerin gibi paylaşalım ozanım
    birazcıkta bana uzat acından

    nisan/ temmuz 2001

    'Sevgili Ahmet Kaya'mız için yazdığın o duyarlı şiiri aldım.
    Şiiriniz çok güzel emeğinize sağlık'
    GÜLTEN KAYA

  • yılmaz güney15.11.2004 - 18:16

    Bo Yilmaz Güney


    Tu
    erê tu
    kurikê reş
    di sahneyeke dîwarê
    ya bi xwîn da
    gulebaran dikirin
    tu her şev
    gava ku
    fîlm dawî lê tê
    zarok digirîn
    bi zorî
    dike ku bikene
    keçika evîndar

    ya baştir ew e
    tu nemire kurikê reş
    eger ku
    fîlm dawî lê bê
    û tu bimirî
    rûyê min ê
    koçber be
    here dûrecihan
    evîn ê bixeyîde

  • mahir çayan15.11.2004 - 18:02

    Hücredeki Adalinin Rüyasi


    Taş duvar, demir karyola ve yerlerde sayısız izmaritler.
    Helanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
    İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
    Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
    İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin,
    Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız.
    Ranzanın karşısında kafesli demir kapı,
    Arkasında Mehmet.
    Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
    Mehmedim utanıyor, kahroluyor.
    ‘Askerlik ağam n’aparsın’diyor.
    Aslında o da tutsak.
    Ben hücre içinde, o hücre önünde.
    Günde beş kere büyük başlar bakar içeriye;
    Yüzlerinde tecessüs.
    ‘Çılgın adam,3-5 kişi ile koskoca karanlıklar
    İmparatorluğuna kafa tutan adalılar.’
    Ama yine de ‘çılgın adamın’ karşısında
    Bir eziklik, bir burukluk duyuyorlar o başka.
    Gündüz gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
    Zaman ve mekan özümlenmiş artık.
    Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren.
    Işık yirmidört saat yanar.
    Bir nefes, bir dumandır yoldaşım,
    Cigaramı her çekişte duman olur,
    Uçar giderim, ta uzaklara.
    Çoğu kere Ada’ma giderim,
    Cigaramın dumanı, beni memleketime; Ada’ma götürür.
    Kahpe İstanbul’un, kahpe bir bölgesinde,
    Bir evdeyim, yoldaşlarımla beraber.
    Bu ev, yoldaşlık-dostluk-kardaşlık-mertlik-kazanç ve sevgi evidir.
    ..........
    ..........



    Mahir Çayan

  • aşık veysel15.11.2004 - 17:52

    halk ozanı ! ! ! !

  • sibel yalçın14.11.2004 - 18:30

    Sibel Yalçın Destanı 1. Biz Hiç Teslim Olmadık Ki!


    Daha onsekizinde. Ömrünün baharında. Ölüm daha çok uzak yaşına. Umut onunla, sevinç onunla, gelecek onunla. Yükselsin diye erdemin bayrağı semalarımızda, onsekizinde, ömrünün baharında, yüreğine doldurup umudu, düştü hasretinin ardına. Erken büyüyor çoçuklarımız. Onaltı yaşında direnişçi, onsekizinde bir kahraman. Öyle bilge, öyle insan, gözlerinde gökyüzünün yedi rengi. Uyanıyor bir Haziran sabahında İstanbul. Uyanıyor Gazi, uyanıyor Armutlu, Okmeydanı uyanıyor. Gündönüyor, varoşlardan akıyor hayat. Taze bir bahar havası sokaklarda. Uyanıyor İstanbul. Gencecik bir kızın, Sibel’in zafer sloganlarıyla. Bu haykırış, bu slogan, bu ses. Tanıyor bu sesi insanlık binlerce yıl öncesinden, Anadolu köylerinden tanıyor. Baba İshak’tan, Demirci Kawa’dan, Köroğlu’ndan, Bedreddin’den tanıyor. Pir Sultan’ın sesi bu. Yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan. Bir ana, nasıl korursa yavrularını kötülüklerden, bir güvercin nasıl çırpınırsa yavruları için, öyle koruyor yoldaşlarını. Onun mayasında vefa var, özveri var, tereddütsüz kendini feda etmek var yolunu gözleyenlere. O feda kuşağının evladı. Kaç kez geçti de ateş çemberinden, kaç kez sınadı da yüreğini kavgada, öyle aldı bu yükü omuzlarına. Geri çekiliyor vuruşa vuruşa. Gecekondular sıralanmış yolu boyunca. Çiçekleniyor sokaklar o vuruştukça. Gözler aralamış perdeleri. “Gir içeri” diyor gözler. “Burası siper, burası vatan sana”. Sırtından sıvazlıyorlar Sibel’i. Gözlerimizden bir damla yaş olup akanlar. Dört mevsime, yedi iklime sorduklarımız. Canımızdan çok sevdiklerimiz. Kulağına eğiliyorlar ve “SOR bunların hesabını” diyorlar. “Bir vakit orman kuytuluklarına atılmanın, dipsiz kuyulara salınmanın, ahlaksızlıkların, namussuzlukların...SOR bunların hesabını. Makineye kaptırılan kol için sor, Üzerine kurşun yağan bedenler için SOR”. Güç veriyorlar. Damarlarına taze kan oluyorlar. Akacaklarını bile bile. Biz hiç teslim olmadık ki. Pir Sultan teslim olmadı ki Hızır Paşa’ya. Mahir teslim olmadı ki. Bedreddin bir kez bile el pençe divan durmadı ki. Seyid Rıza dar ağacında kendi çekti ya ipini. Çiftehavuzlar’da, Bağcılar’da, nazlı nazlı dalgalanan bayrağımız, Sabo’larımız, Niyazi’lerimiz hiç teslim olmadı ki. Yazmaz tarih kitapları başeğdiğimizi zulmün önünde. Ölüme, yarine hasret bir sevdalı gibi sarılıp öylece ölürüz de, başeğmeyiz yine de zulmün önünde. Ey evladını yitirmiş analar. Ey şafak söktüğünde yola dizilip, gecekondu sokaklarında çamura toza bulananlar, alnından akan terle, toprağı işleyenler. Bir dilim ekmek için, gündoğumuyla günbatımını, kör karanlık mahzenlerde yitirenler. Ey işçiler. Gökkuşağının renkleriymişçesine tamamlayanlar birbirlerini, Anadolu’ya can katanlar, halklarımız! Öpün koklayın hasretle. Vatan diye kucaklayın şimdi o gülen fotoğrafı... SİBEL’İ...

  • kızıldere14.11.2004 - 18:28

    Kizildere


    Ölüm onları apansız yakalamadı Ülkemizin uçsuz bucaksız sıradağlarında ve ovalarında Kentlerin yoksul mahallerinde ve uğuldayan meydanlarında Kuşatmalar altında ve barikatlar arkasından Sömürüye zulme boyun eğmemenin onuruyla Ölümün üstüne yürüdü onlar Tereddüt etmediler yok; ‘Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik’ diyerek Türkülerle, marşlarla karşıladılar ölümü Özgür ve eşit bir gelecek için Canımızdan bir parça koparırcasına En iyilerimizi verdik toprağa Onlar, yaratılan devrimci değerlerin, Onurun, erdemin, inancın simgeleri olarak Yüreklerimizi dolduruyor, bilincimizi aydınlatıyor Bizi kopmaz bağlarla bağlıyor devrime.
    Oy dere Kızıldere
    Böyle akışın nere?
    Onlar biter mi sandın
    Sana can vere vere
    Dere bizim evimiz
    Suyu alın terimiz
    Söyle nedendir dere
    Vurulur gençlerimiz?
    Dere böyle durulmaz
    Gence kurşun sıkılmaz
    Sanma faşist olandan
    Birgün hesap sorulmaz

  • ölüm14.11.2004 - 18:26

    Haziranda Ölmek Zor


    Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
    Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
    Uy anam anam haziranda ölmek zor
    Çalışmışım on beş saat
    Tükenmişim on beş saat
    Yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım
    Anama sövmüş patron
    Sıkmışım dişlerimi
    Islıkla söylemişim umutlarımı
    Sıcak bir ev özlemişim
    Sıcak bir yemek
    Sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler
    Çıkmışım bir dalgadan
    Vurmuşum sokaklara
    Sokakta tank paleti
    Sokakta düdük sesi
    Sarı sarı yapraklarla, dallarda
    İnsan iskeletleri
    Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
    “Uyarına gelirse tepemde bir de çınar” demiştin
    Yıllar önce
    Demek ki on yıl sonra
    Demek ki sabah sabah
    Demek ki “manda gönü”
    Demek ki “şile bezi”
    Bir de Memed’in yüzü
    Bir de saman sarısı
    Bir de özlem kırmızısı
    Demek ki göçtü usta
    Kaldı yürek sızısı
    Yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
    Bıraktım acının alkışlarına
    Üç haziran altmışüçü
    Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne
    Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
    Okşar yanan alnını Nazım Usta’nın
    Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne
    Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
    Yatıyor oralarda bir eski gömütlükte
    Yatıyor usta
    Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
    Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
    Şuramda bir kuş ötüyor
    Haziranda ölmek zor