Haluk Kırcı, 1992’de Hapishaneden, 1996’da Gözaltından Nasıl Serbest Bırakıldı? Ağar’ı Nasıl Aklamaya Çalışıyor?
SAVCILAR HAKİMLER
Haluk Kırcının verdiği bu ifadeleri acaba ihbar kabul edip Korkut Eken, Mehmet Ağar hakkında firari bir suçluyu gözaltındayken serbest bıraktırmaktan, Sedat Bucak hakkında aranan suçluyu saklamaktan dava açmayı düsünmüyormusunuz. Bağımsız yargınız bu konuda ne diyor. Yoksa yüzlerce susurluk vakasında olduğu gibi bunlarıda görmezden mi geleceksiniz?
Bahçelievler katliamı nedeniyle Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından yargılanan Kırcı’ya 12 Nisan 1988’de 7 ayrı idam cezası verildi. 7 idam cezası hapis cezasına çevrilen Haluk Kırcı, 91 şartlı tahliyesinden yararlandırılarak bir yıl sonra 1992’de “yanlış bir hesap” sonucu salıverildi.
25 Ocak 1996’da İstanbul’da polisin Küçükçekmece’de yaptığı genel kimlik kontrolü sırasında gözaltına alındı ve götürüldüğü Gayrettepe’deki Asayiş Şube Müdürlüğü’nden serbest bırakıldı. Susurluk kazasından sonra bu konu da sıkça tartışılmış ve Kırcı’nın üzerinden MEHMET AĞAR İMZALI “Şahsın emniyet camiasına yardımcı olduğu ve herhangi bir olayda kendisine yardımcı olunması”nı isteyen bir belge çıktığı ifade edilmişti. Tabii Mehmet Ağar kendi imzasıyla verilmiş yeşil pasaport, silah taşıma ruhsatlarında olduğu gibi bunu da reddetmiş ve “Haluk Kırcı’yı tanımadığını” söylemişti. Olay Haluk Kırcı’nın “polisin bir anlık dalgınlığından yararlanarak kaçtığı” şeklinde geçiştirilmeye, üstü örtülmeye çalışılmıştı. Ancak daha sonra Mehmet Ağar’ın Kırcı’nın nikah şahidi olduğunun belgeleriyle birlikte ortaya çıkmıştı. Haluk Kırcı bu son sorgusunda, söylendiğine göre bir çok soruya cevap vermezken nedense 96’da nasıl serbest kaldığını anlatmış. Diyor ki; “Şubedeyken avukatım Fatih Volkan beni ziyarete geldi. Onun telefonuyla Çatlı’yı aradım, yardım istedim. Avukat ile Asayiş Şube Müdürü Sedat Demir’in odasına çıktık. Burada otururken Korkut Eken, Sedat Demir’i telefonla aradı ve durumumu sordu. Sonra Korkut Eken telefona beni istedi ve geçmiş olsun dileğinde bulundu ve benimle ilgilendiğini ima etti.” (20 Ocak, Sabah)
Görüyor musunuz? Adam şüpheli olarak gözaltına alınıyor. Gözaltındayken (mafyacılar, çeteler dışında başkalarına uygulanmayan bir şekilde) avukatıyla görüşüyor. Üstelik onun telefonundan Çatlı’yı arayıp yakalandığını haber veriyor. Eğer polis gözaltında aldığı birinin bunları yapmasına izin veriyorsa onu zaten nasıl tutabilir? Ama bunlar da senaryodur. Ağar’ı aklama senaryosudur. Güya şubeyi arayan Korkut Eken’miş. Hadi buna inandık diyelim peki ama Korkut Eken de o dönemde Ağar’ın danışmanlığını yapıyor. Korkut Eken, Çatlı ve Kırcı ile ilişkilerini Ağar’dan gizli mi yürütüyordu?
İfadenin gerisi de zaten daha önce açıklananlara uygun biçimde düzenlenmiş. Güya Kırcı şubede polislerle birlikte iftar yaparlarken yüzünü yıkamak istediğini söylüyor ve polislerin dalgınlığından yararlanıp elini kolunu sallayarak şubeden çıkıp gidiyor. Yani serbest bırakılmamış, kaçmış oluyor. Böylece Ağar da, Korkut Eken de aklanıyor! ?
Haluk Kırcı verdiği düzmece ifadelerinde ayrıca Mehmet Ağar’ın 1992’de nasıl nikah şahidi olduğunu, kendisiyle nasıl tanıştığına da açıklık getirerek Ağar’ı aklama operasyonunu sürdürüyor. Güya MHP Erzurum İl başkanı kendisini dönemin Erzurum Valisi olan Ağar’la “tahliye olmuş eski bir ülkücü” diye tanıştırmış. Tabii öyle olunca Ağar’ın nikah şahidi olmasında da bir mahsur kalmıyor. 1995’teki erken genel seçimlerde Elazığ’a giderek DYP’den milletvekili adayı olan Mehmet Ağar için çalışmasını da bunu arkadaşı Muammer Cıngıllı istediği için yaptığını ve 2-3 gün Elazığ’da kaldığını söyleyerek bundan Ağar’ın haberi yoktu demeye getiriyor. Ağar da basına yaptığı açıklamalarda bu ifadeleri teyit ediyor... Gördünüz mü, böylece “ortada ne suç kaldı, ne suçlu! ? ”
Arandığı sırada Sedat Bucak’ın evinde bir hafta saklandığını söylemesinde de öyle bir mahsur yok aslında. Sedat Bucak zaten Susurluk kazasından sonra televizyonlarda yaptığı açıklamalarda Çatlı’yı çok sevdiğini, onunla iyi dost olduklarını kendi ağzıyla söylemişti. Susurluk kazasında beraberler, arabadan dünyanın silahı vs. çıkmış. Bunların yanında bir hafta Kırcı’yı evinde misafir etmiş ne olacak? Zaten bu da daha önce bilinmeyen şeyler değildi. Kırcı’nın Bucak aşiretinin imparatorluğu haline gelmiş olan Siverek’te olduğu zaman zaman günlük basında bile yer alıyordu.
Abdullah Çatlı’nın organize ettiği Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partili 7 öğrencinin katledilmesi olayını nasıl gerçekleştirdiklerini Haluk Kırcı 12 Eylül’den sonra yakalanınca tüm ayrıntılarına kadar itiraf etti. Bugün de kabul ettiği bu itiraflarından bir bölümü şöyle:
“(...) Çatlı arabayı terkettirdi ve Eskişehir yoluna çıktık. Araba süratle gidiyordu. O iki kişiyi indirdim. Tümseğe yüzü koyun yatırdım. Her birinin kafasına üçer mermi sıktım. Tekrar eve geldik. Kalan beş kişinin baygın vaziyette yattığını gördük. Mahmut, Kürşat ve Ercüment’e boğarak öldürmenin daha doğru olacağını söyledim. Telden yapılmış bir askıyı aldım ve birini onunla boğmaya çalıştım. Ancak boğamadım. (...) Diğerlerini bu şekilde öldürmenin zor olacağını, onlara gitmelerini, baygın olanları ayıltıp hepsinin kafasına kurşun sıkarak öldürebileceğimi söyledim. Tabancadaki mermilerin hepsini boşalttıktan sonra da dışarı çıkıp kaçmaya başladım. Dört yolda Abdullah’ın bulunduğu eve gittim. Silahı ona verdim.”
Devlet mafyalaşan yüzünü kapatamıyor 'Çatlı'nın ruhsatını Mehmet Ağar imzalattı.' 'Sis bastı Bucak kaçtı.' 'Mehmet Ağar itiraf etti.' 'Susurluk örtbas edilebilir.' 'Bu işin için de bakanlar milletvekilleri var.'
Bu başlıklar 'Susurluk Kaza'sından sonra yoğun olarak tartışılan 'polis, mafya, siyaset' ilişkisine ait gazete manşetlerinin birkaçıdır sadece. Devrimciler yıllardır bu ülkede devletin 'terörizme karşı mücadele' adı altında ahlaksızlığın binbir çeşidinin sergilendiğini, bunun teşvik edildiğini, bu konuda işlenen suçların hep gizlendiğini söyleyip durdular. Ama devrimcilerin bu söylediklerinin, yazıp çizdiklerinin doğrulanması çok açık ispatı olan Susurluk 'kazası' ile oldu. Bir polis müdürü, bir korucubaşı, aşiret reisi ve aynı zamanda milletvekili ve faşist mafyacı bir şef aynı arabada 'kaza' yaptı. Ondan sonradır ki, yıllardan beri mevcut olan bir gerçek somut olarak tartışılır oldu. Ortaya çıkan pisliklerin tüm çabalara rağmen üstü örtülemeyince de devletin temize çıkarılması için Ağar istifa ettirildi, göstermelik soruşturmalar açıldı, komisyon kuruldu. Ayrıca Bucak ve Kocadağ'a her şeyiyle sahip çıkıldı. Böylece devletin temize çıkarılması hedeflendi. Ama her geçen gün yeni pislikler ortaya çıkmaya devam etti. Devrimciler başından beri bu işin devlet içindeki birkaç kendini bilmezin işin, ya da devletin içinde odaklanan birkaç çetenin işi olmadığını, böyle diyenlerin kim olursa olsun sonuçta devleti, polisi temize çıkarma faaliyeti içinde olduklarını söylediler. Devletin kendisi o denli mafyalaşmıştır ki devlet, kontrgerilla, faşist mafya o kadar içiçe geçmiştir ki, 1978'den beri gıyabında idam cezası bulunan, interpol tarafından aranan Abdullah Çatlı, devletin kendisine sağladığı sahte kimlik, silah ruhsatı ve yeşil pasaport dahil üç pasaportla dolaşıyor. Meclise, devlet dairelerine, polis merkezlerine istediği gibi girip çıkıyor. Hükümetin İçişleri ve Başbakan'ıyla aynı masada yemek yiyebiliyor. Bunu kimse de inkar edemiyor. Dahası Mehmet Özbay sahte kimliğini taşıyan Çatlı'nın verdiği ev adresi de alelade bir yer değil, yine devletin resmi dairesinin lojmanı, yani polis evi olan İstanbul Mecidiye Karakolunun lojmanıdır.
Muhsin Yazicioglu 12 Eylül öncesi Ülkü Ocaklari Genel Baskanligi yapti. MHP'nin gençlik kollarinda 70'li yillarda hep en öndeydi. 12 Eylül öncesi yardimcisi Abdullah Çatli ile birlikte saldirilar, katliamlar örgütlemis bir halk düsmanidir. Bunun içinde yillar sonra da olsa Çatli'nin Nevsehir'deki cenazesine kosarak gitti.
12 Eylül sonrasi Cuntanin tarafsizlik politikasi adina kendilerine de yönelmesi ve 7 yil kadar cezaevinde kalmasi devlete 'kirginlik' duymasina yolaçti. Yollari MHP ve basbug'u Türkes'ten ayrildi. O artik Büyük Birlik Partisi Genel Baskani olarak halk düsmani fasistligine devam edecekti.
Ibrahim Çiftçi: Ülkü Ocaklari 1. ve 2. baskanlari Muhsin Yazicioglu ve Abdullah Çatli'ya bagli olarak onlarin direktifiyle çalisan Ülkü Ocaklarinineli kanli katillerindendir. Savci Dogan Öz basta olmak üzere birçok katletme ve saldirilara katildi. Dogan Öz'ün öldürülmesi ve Bahçelievler katliami eyleminden dolayi yakalandi. Abdullah Çatli yakalanmasa da Cumhuriyet Savcisi Dogan Öz ve baska eylemlerden birlikte yargilandigi Ibrahim Çiftçi'nin avukati Can Özbay her seferinde mahkemeye dilekçeler verdi. Bu dilekçelerinde israrla Abdullah Çatli'nin ve Ibrahim Çiftçi'nin Genelkurmay Baskanligindaki dosyalarinin mahkeme heyetince istenmesini ve yargilamanin ondan sonra yapilmasini istemisti.
Bu israrin nedeni Çatli ve Çiftçinin ayni zamanda devletin gayri resmi statüde kullandigi kisiler olmasindandi. Dosyanin gelmesi halinde suçlari sabit görülse de beraat edeceklerini biliyordu fasist avukat. Ankara 1 Nolu Mahkeme çiftçiye 4 kez pes pese idam verdi. Her seferinde Askeri Yargitay karari bozdu ve beraatini istedi. Mahkemenin kararinda direnmesi üzerine konuyu Askeri Yargitay Daireler kurulu ele aldi ve Çiftçi'ye beraat verdi. Tüm deliller ortada olmasina ragmen Askeri Yargitay Daireler kurulunun karari kesin baglayici oldugundan mahkeme 25 Haziran 1985'te bu 'hukuki zorunluluk üzerine beraat kararina uydu ve fasist Çiftçi beraat ederek cezaevinden çikti. Fasist Çiftçi biraz demagoji de katarak bu durumu bugün 'Türkiye'de o dönemde ilk idam cezasi alan benim, yanimda dokuz kisi asildi, ben tesadüfen yasiyorum...' diye 'izah' ediyor.
Sivil fasist devlet iliskisi her yönüyle ortaya çikmisti. Çiftçiyle birlikte avukat Can Özbay'in israrla Genelkurmaydan dosyasini istedigi Abdullah Çatli ise yillar sonra devletin kendisine sagladigi Mehmet Özbay sahte kimligiyle yine devletin kendisine verdigi Yesil Pasaport, silah ruhsati ve silah tasima ruhsatiyla devlet, mafya, polis bütünlesmesinin bir unsuru olarak faaliyetini sürdürdü. Taki polis müdürü Hüseyin Kocadag, Korcubasi Sedat Bucak'la Susurluk'ta kamyona çarptiklari ve Kocadag'la birlikte öldükleri güne kadar. -----------
Av. Can Özbay: 12 Mart mahkemelerindeki tanikligiyla ilerici-demokrat birçok kisinin ceza almasini sagladi. MHP ve Ülkü Ocaklari davasinda yüzlerce kisiyi savundu.
Devletin 12 Eylül sonrasi yargilanan sivil fasistlerle pek ilgilenmemesinin tersine o canla basla fasistleri savundu.
Devletin ajani olanlar konusunda devletin üzerine israrla giderek dosyalarini istetti, onlari beraat ettirdi. Devletin 'ülkücü' ve 'milliyetçi'lere kazik attigina inananlardan. Abdullah Çatli'nin devletin resmi kadrosundaki adamlarindan oldugunu gizlemiyor. Devletin bu durumunu 'kontrgerilla' deyiminin tam karsilamadigini 'çok daha büyük çok daha sumullü bir organizasyon sözkonusu' diyerek izah ediyor.
'Mesela Çorum olaylarinda Amerikan elçiliginin rolünü gözlerimle gördüm. Elçilik mensubu Çorum'a gidiyor, olaylari ayarliyor. Hadiselerin hemen ardindan apar topar Türkiye'den ayriliyor. Çorum olaylarinda bana bir bilgi gelmisti. Olaydan günlerce önce Içisleri Bakanligi'ndan Çorum Valiligine bir telgraf gönderildigini; cuma namazindan sonra olay çikacaginin bildirildigini' duymus Av. Özbay ve yargilamalar sirasinda bunun arastirilmasini mahkemeden istedi. Gerçekten de böyle bir telgrafin varligi ortaya çikti... ----------
Abdullah Çatli, Agar'la görüsüyor, Çiller'le yemek yiyordu' Avni Çarsancakli
'Ülkücüler devletten himaye görüyor' Yasar Okuyan
'Bizi kullandilar' Ibrahim Çiftçi
'Çatli'nin ajan olmasi mümkün. MHP'nin içinde ajanlar cirit atiyordu' Av. Can Özbay --------- Biz devletin menfaatlerini dikkate alarak mücadele ettik. Ama arkasindan ihtilal oldu kendimizi hapisane hücrelerinde bulduk.' Muhsin Yazicioglu ---------- Bu sözleri sarfedenler dün de bugün de fasistdirler. Bunlarin ortak özelligi 12 Eylül öncesinde MHP ve yan kurulusu Ülkü Ocaklari içinde yer almis olmalari ve bugün yollari ayrildigindan MHP disinda fasistliklerini sürdürmeleridir. 12 Eylül öncesi devletin kendilerini, yandaslarini kullandigi ve sonra da sahip çikmadigi görüsündedirler.
Bir baska ortak noktalari da Abdullah Çatli'nin devlet tarafindan korundugunu, devletin birçok isinde kullanildigini ve bu nedenle de bayrakla gömülmesinin normal oldugunu degisik ifadelerle de olsa söylemeleridir.
Örnegin Ibrahim Çiftçi '... bizi yeterince kullanip destekleyip ya da göz yumup sonra kendileri için sikinti olmaya basladigimizda devleti yönetenler bizi disladilar.' diyor.
12 Eylül'le birlikte dogrudan resmi militarist güçlerini devreye soktugundan geçici de olsa sivil fasistlere ihtiyaci kalmamisti. Ve onlari devre disi biraktilar. Iste onlarca halk düsmani eylemin, katliamin sorumlusu Yasar Okuyanlar, Avni Çarsancaklilar, Ibrahim Çiftçiler, Can Özbaylar ya da Muhsin Yazicioglu gibiler devletin bu durumuna oldukça bozuldular. Bunun için 'devlete kirginiz' diyebiliyorlar çogu konusma ve röportajlarinda.
Nitekim fasist Ibrahim Çiftçi 12 Eylül sonrasi dönemde henüz cezaevindeyken kendilerine 'MIT görevlisi olan bir yüzbasidan ilginç bir teklif' geldigini, 'Güneydogu'da devlet adina PKK'ye karsi savasmalarini teklif ettigini, kendilerinin garanti istemeleri üzerine MIT'çi yüzbasinin yakalanmaniz durumunda 'firarinizi veririz' demesi üzerine anlasamadiklarini belirtiyor. Çiftçinin belirttigi bu dönem 12 Eylül sonrasi yurtsever-devrimci mücadelenin yeniden yükselmeye basladigi, dönemdir. Bugün Kürdistan'da özel tim'in yüzde doksani sivil fasist örgütlenmeden gelen fasistlerdir. Devlet yurtsever ve devrimcilere karsi en iyi savasanlarin sivil fasist elemanlari olduguna inaniyor. Resmi fasistlerin güvendigi kesim elbetteki sivil fasistler olacaktir.
12 Eylül öncesi katliam ve saldirilarini, halk düsmani yüzlerini gizleyemeyecektir, onlari halk nezdinde temize çikarmayacaktir. Onlarin bugün yaptigi fasist devletten ve eski hareketlerinden yedikleri kaziktan çikar çeliskilerinden dolayi yaptiklari açiklamalardir. ----------
Yasar Okuyan ve Avni Çarsancakli 12 Eylül öncesi MHP'de Türkes'in Genel Baskanligi altinda, devlet destekli olarak sivil fasist hareketi yöneten, Maras, Çorum basta olmak üzere onlarca katliamda imzasi olan, binlerce insanin katledilmesinden sorumlu olan MHP yöneticilerindendirler. 12 Eylül sonrasi cuntanin taktigi geregi MHP yöneticisi ve bazi kadrolarinin tutuklanmasi ile devletten kazik yediklerini 'anlayip' MHP saflarini terk edenlerdendirler.
susurluk ülkücü -ve mafya katil lerin adresidir.
1 susurluk ve halk katilininde sonu olmuştur.
.................OGUZ YORULMAZ...............
CEZASINI BULMUŞTUR.
Haluk Kırcı, 1992’de Hapishaneden, 1996’da
Gözaltından Nasıl Serbest Bırakıldı? Ağar’ı
Nasıl Aklamaya Çalışıyor?
SAVCILAR HAKİMLER
Haluk Kırcının verdiği bu ifadeleri acaba ihbar kabul edip Korkut Eken, Mehmet Ağar hakkında firari bir suçluyu gözaltındayken serbest bıraktırmaktan, Sedat Bucak hakkında aranan suçluyu saklamaktan dava açmayı düsünmüyormusunuz.
Bağımsız yargınız bu konuda ne diyor.
Yoksa yüzlerce susurluk vakasında olduğu gibi bunlarıda görmezden mi geleceksiniz?
Bahçelievler katliamı nedeniyle Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından yargılanan Kırcı’ya 12 Nisan 1988’de 7 ayrı idam cezası verildi. 7 idam cezası hapis cezasına çevrilen Haluk Kırcı, 91 şartlı tahliyesinden yararlandırılarak bir yıl sonra 1992’de “yanlış bir hesap” sonucu salıverildi.
25 Ocak 1996’da İstanbul’da polisin Küçükçekmece’de yaptığı genel kimlik kontrolü sırasında gözaltına alındı ve götürüldüğü Gayrettepe’deki Asayiş Şube Müdürlüğü’nden serbest bırakıldı. Susurluk kazasından sonra bu konu da sıkça tartışılmış ve Kırcı’nın üzerinden MEHMET AĞAR İMZALI “Şahsın emniyet camiasına yardımcı olduğu ve herhangi bir olayda kendisine yardımcı olunması”nı isteyen bir belge çıktığı ifade edilmişti. Tabii Mehmet Ağar kendi imzasıyla verilmiş yeşil pasaport, silah taşıma ruhsatlarında olduğu gibi bunu da reddetmiş ve “Haluk Kırcı’yı tanımadığını” söylemişti. Olay Haluk Kırcı’nın “polisin bir anlık dalgınlığından yararlanarak kaçtığı” şeklinde geçiştirilmeye, üstü örtülmeye çalışılmıştı. Ancak daha sonra Mehmet Ağar’ın Kırcı’nın nikah şahidi olduğunun belgeleriyle birlikte ortaya çıkmıştı. Haluk Kırcı bu son sorgusunda, söylendiğine göre bir çok soruya cevap vermezken nedense 96’da nasıl serbest kaldığını anlatmış. Diyor ki; “Şubedeyken avukatım Fatih Volkan beni ziyarete geldi. Onun telefonuyla Çatlı’yı aradım, yardım istedim. Avukat ile Asayiş Şube Müdürü Sedat Demir’in odasına çıktık. Burada otururken Korkut Eken, Sedat Demir’i telefonla aradı ve durumumu sordu. Sonra Korkut Eken telefona beni istedi ve geçmiş olsun dileğinde bulundu ve benimle ilgilendiğini ima etti.” (20 Ocak, Sabah)
Görüyor musunuz? Adam şüpheli olarak gözaltına alınıyor. Gözaltındayken (mafyacılar, çeteler dışında başkalarına uygulanmayan bir şekilde) avukatıyla görüşüyor. Üstelik onun telefonundan Çatlı’yı arayıp yakalandığını haber veriyor. Eğer polis gözaltında aldığı birinin bunları yapmasına izin veriyorsa onu zaten nasıl tutabilir? Ama bunlar da senaryodur. Ağar’ı aklama senaryosudur. Güya şubeyi arayan Korkut Eken’miş. Hadi buna inandık diyelim peki ama Korkut Eken de o dönemde Ağar’ın danışmanlığını yapıyor. Korkut Eken, Çatlı ve Kırcı ile ilişkilerini Ağar’dan gizli mi yürütüyordu?
İfadenin gerisi de zaten daha önce açıklananlara uygun biçimde düzenlenmiş. Güya Kırcı şubede polislerle birlikte iftar yaparlarken yüzünü yıkamak istediğini söylüyor ve polislerin dalgınlığından yararlanıp elini kolunu sallayarak şubeden çıkıp gidiyor. Yani serbest bırakılmamış, kaçmış oluyor. Böylece Ağar da, Korkut Eken de aklanıyor! ?
Haluk Kırcı verdiği düzmece ifadelerinde ayrıca Mehmet Ağar’ın 1992’de nasıl nikah şahidi olduğunu, kendisiyle nasıl tanıştığına da açıklık getirerek Ağar’ı aklama operasyonunu sürdürüyor. Güya MHP Erzurum İl başkanı kendisini dönemin Erzurum Valisi olan Ağar’la “tahliye olmuş eski bir ülkücü” diye tanıştırmış. Tabii öyle olunca Ağar’ın nikah şahidi olmasında da bir mahsur kalmıyor. 1995’teki erken genel seçimlerde Elazığ’a giderek DYP’den milletvekili adayı olan Mehmet Ağar için çalışmasını da bunu arkadaşı Muammer Cıngıllı istediği için yaptığını ve 2-3 gün Elazığ’da kaldığını söyleyerek bundan Ağar’ın haberi yoktu demeye getiriyor. Ağar da basına yaptığı açıklamalarda bu ifadeleri teyit ediyor... Gördünüz mü, böylece “ortada ne suç kaldı, ne suçlu! ? ”
Arandığı sırada Sedat Bucak’ın evinde bir hafta saklandığını söylemesinde de öyle bir mahsur yok aslında. Sedat Bucak zaten Susurluk kazasından sonra televizyonlarda yaptığı açıklamalarda Çatlı’yı çok sevdiğini, onunla iyi dost olduklarını kendi ağzıyla söylemişti. Susurluk kazasında beraberler, arabadan dünyanın silahı vs. çıkmış. Bunların yanında bir hafta Kırcı’yı evinde misafir etmiş ne olacak? Zaten bu da daha önce bilinmeyen şeyler değildi. Kırcı’nın Bucak aşiretinin imparatorluğu haline gelmiş olan Siverek’te olduğu zaman zaman günlük basında bile yer alıyordu.
HALUK KIRCI’NIN
BAHÇELİEVLER KATLİAMI İTİRAFLARI
Abdullah Çatlı’nın organize ettiği Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partili 7 öğrencinin katledilmesi olayını nasıl gerçekleştirdiklerini Haluk Kırcı 12 Eylül’den sonra yakalanınca tüm ayrıntılarına kadar itiraf etti. Bugün de kabul ettiği bu itiraflarından bir bölümü şöyle:
“(...) Çatlı arabayı terkettirdi ve Eskişehir yoluna çıktık. Araba süratle gidiyordu. O iki kişiyi indirdim. Tümseğe yüzü koyun yatırdım. Her birinin kafasına üçer mermi sıktım. Tekrar eve geldik. Kalan beş kişinin baygın vaziyette yattığını gördük. Mahmut, Kürşat ve Ercüment’e boğarak öldürmenin daha doğru olacağını söyledim. Telden yapılmış bir askıyı aldım ve birini onunla boğmaya çalıştım. Ancak boğamadım. (...) Diğerlerini bu şekilde öldürmenin zor olacağını, onlara gitmelerini, baygın olanları ayıltıp hepsinin kafasına kurşun sıkarak öldürebileceğimi söyledim. Tabancadaki mermilerin hepsini boşalttıktan sonra da dışarı çıkıp kaçmaya başladım. Dört yolda Abdullah’ın bulunduğu eve gittim. Silahı ona verdim.”
uzun uzadı anlatmaya ne gerek var ? ? ?
kısaca fethullag gülen dini kendi ve emperyalist çıkarlar için kullanan-sahtekar-rejim için ve ülke çıkarları için tehlikeli zaddır ! ! !
Devlet mafyalaşan yüzünü kapatamıyor
'Çatlı'nın ruhsatını Mehmet Ağar imzalattı.'
'Sis bastı Bucak kaçtı.'
'Mehmet Ağar itiraf etti.'
'Susurluk örtbas edilebilir.'
'Bu işin için de bakanlar milletvekilleri var.'
Bu başlıklar 'Susurluk Kaza'sından sonra yoğun olarak tartışılan 'polis, mafya, siyaset' ilişkisine ait gazete manşetlerinin birkaçıdır sadece.
Devrimciler yıllardır bu ülkede devletin 'terörizme karşı mücadele' adı altında ahlaksızlığın binbir çeşidinin sergilendiğini, bunun teşvik edildiğini, bu konuda işlenen suçların hep gizlendiğini söyleyip durdular. Ama devrimcilerin bu söylediklerinin, yazıp çizdiklerinin doğrulanması çok açık ispatı olan Susurluk 'kazası' ile oldu. Bir polis müdürü, bir korucubaşı, aşiret reisi ve aynı zamanda milletvekili ve faşist mafyacı bir şef aynı arabada 'kaza' yaptı. Ondan sonradır ki, yıllardan beri mevcut olan bir gerçek somut olarak tartışılır oldu. Ortaya çıkan pisliklerin tüm çabalara rağmen üstü örtülemeyince de devletin temize çıkarılması için Ağar istifa ettirildi, göstermelik soruşturmalar açıldı, komisyon kuruldu. Ayrıca Bucak ve Kocadağ'a her şeyiyle sahip çıkıldı. Böylece devletin temize çıkarılması hedeflendi.
Ama her geçen gün yeni pislikler ortaya çıkmaya devam etti. Devrimciler başından beri bu işin devlet içindeki birkaç kendini bilmezin işin, ya da devletin içinde odaklanan birkaç çetenin işi olmadığını, böyle diyenlerin kim olursa olsun sonuçta devleti, polisi temize çıkarma faaliyeti içinde olduklarını söylediler.
Devletin kendisi o denli mafyalaşmıştır ki devlet, kontrgerilla, faşist mafya o kadar içiçe geçmiştir ki, 1978'den beri gıyabında idam cezası bulunan, interpol tarafından aranan Abdullah Çatlı, devletin kendisine sağladığı sahte kimlik, silah ruhsatı ve yeşil pasaport dahil üç pasaportla dolaşıyor. Meclise, devlet dairelerine, polis merkezlerine istediği gibi girip çıkıyor. Hükümetin İçişleri ve Başbakan'ıyla aynı masada yemek yiyebiliyor. Bunu kimse de inkar edemiyor. Dahası Mehmet Özbay sahte kimliğini taşıyan Çatlı'nın verdiği ev adresi de alelade bir yer değil, yine devletin resmi dairesinin lojmanı, yani polis evi olan İstanbul Mecidiye Karakolunun lojmanıdır.
kod adı yeşil ==============
eli kanlı katil. ve devletin ölüm makinası- halk ve devrimci düşmanı
Muhsin Yazicioglu
12 Eylül öncesi Ülkü Ocaklari Genel Baskanligi yapti. MHP'nin gençlik kollarinda 70'li yillarda hep en öndeydi. 12 Eylül öncesi yardimcisi Abdullah Çatli ile birlikte saldirilar, katliamlar örgütlemis bir halk düsmanidir. Bunun içinde yillar sonra da olsa Çatli'nin Nevsehir'deki cenazesine kosarak gitti.
12 Eylül sonrasi Cuntanin tarafsizlik politikasi adina kendilerine de yönelmesi ve 7 yil kadar cezaevinde kalmasi devlete 'kirginlik' duymasina yolaçti. Yollari MHP ve basbug'u Türkes'ten ayrildi. O artik Büyük Birlik Partisi Genel Baskani olarak halk düsmani fasistligine devam edecekti.
Ibrahim Çiftçi: Ülkü Ocaklari 1. ve 2. baskanlari Muhsin Yazicioglu ve Abdullah Çatli'ya bagli olarak onlarin direktifiyle çalisan Ülkü Ocaklarinineli kanli katillerindendir. Savci Dogan Öz basta olmak üzere birçok katletme ve saldirilara katildi. Dogan Öz'ün öldürülmesi ve Bahçelievler katliami eyleminden dolayi yakalandi. Abdullah Çatli yakalanmasa da Cumhuriyet Savcisi Dogan Öz ve baska eylemlerden birlikte yargilandigi Ibrahim Çiftçi'nin avukati Can Özbay her seferinde mahkemeye dilekçeler verdi. Bu dilekçelerinde israrla Abdullah Çatli'nin ve Ibrahim Çiftçi'nin Genelkurmay Baskanligindaki dosyalarinin mahkeme heyetince istenmesini ve yargilamanin ondan sonra yapilmasini istemisti.
Bu israrin nedeni Çatli ve Çiftçinin ayni zamanda devletin gayri resmi statüde kullandigi kisiler olmasindandi. Dosyanin gelmesi halinde suçlari sabit görülse de beraat edeceklerini biliyordu fasist avukat. Ankara 1 Nolu Mahkeme çiftçiye 4 kez pes pese idam verdi. Her seferinde Askeri Yargitay karari bozdu ve beraatini istedi. Mahkemenin kararinda direnmesi üzerine konuyu Askeri Yargitay Daireler kurulu ele aldi ve Çiftçi'ye beraat verdi. Tüm deliller ortada olmasina ragmen Askeri Yargitay Daireler kurulunun karari kesin baglayici oldugundan mahkeme 25 Haziran 1985'te bu 'hukuki zorunluluk üzerine beraat kararina uydu ve fasist Çiftçi beraat ederek cezaevinden çikti. Fasist Çiftçi biraz demagoji de katarak bu durumu bugün 'Türkiye'de o dönemde ilk idam cezasi alan benim, yanimda dokuz kisi asildi, ben tesadüfen yasiyorum...' diye 'izah' ediyor.
Sivil fasist devlet iliskisi her yönüyle ortaya çikmisti. Çiftçiyle birlikte avukat Can Özbay'in israrla Genelkurmaydan dosyasini istedigi Abdullah Çatli ise yillar sonra devletin kendisine sagladigi Mehmet Özbay sahte kimligiyle yine devletin kendisine verdigi Yesil Pasaport, silah ruhsati ve silah tasima ruhsatiyla devlet, mafya, polis bütünlesmesinin bir unsuru olarak faaliyetini sürdürdü. Taki polis müdürü Hüseyin Kocadag, Korcubasi Sedat Bucak'la Susurluk'ta kamyona çarptiklari ve Kocadag'la birlikte öldükleri güne kadar.
-----------
Av. Can Özbay:
12 Mart mahkemelerindeki tanikligiyla ilerici-demokrat birçok kisinin ceza almasini sagladi. MHP ve Ülkü Ocaklari davasinda yüzlerce kisiyi savundu.
Devletin 12 Eylül sonrasi yargilanan sivil fasistlerle pek ilgilenmemesinin tersine o canla basla fasistleri savundu.
Devletin ajani olanlar konusunda devletin üzerine israrla giderek dosyalarini istetti, onlari beraat ettirdi. Devletin 'ülkücü' ve 'milliyetçi'lere kazik attigina inananlardan. Abdullah Çatli'nin devletin resmi kadrosundaki adamlarindan oldugunu gizlemiyor. Devletin bu durumunu 'kontrgerilla' deyiminin tam karsilamadigini 'çok daha büyük çok daha sumullü bir organizasyon sözkonusu' diyerek izah ediyor.
'Mesela Çorum olaylarinda Amerikan elçiliginin rolünü gözlerimle gördüm. Elçilik mensubu Çorum'a gidiyor, olaylari ayarliyor. Hadiselerin hemen ardindan apar topar Türkiye'den ayriliyor. Çorum olaylarinda bana bir bilgi gelmisti. Olaydan günlerce önce Içisleri Bakanligi'ndan Çorum Valiligine bir telgraf gönderildigini; cuma namazindan sonra olay çikacaginin bildirildigini' duymus Av. Özbay ve yargilamalar sirasinda bunun arastirilmasini mahkemeden istedi. Gerçekten de böyle bir telgrafin varligi ortaya çikti...
----------
Fasist katiller günah' çikariyor ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
--------
Abdullah Çatli, Agar'la görüsüyor, Çiller'le yemek yiyordu'
Avni Çarsancakli
'Ülkücüler devletten himaye görüyor'
Yasar Okuyan
'Bizi kullandilar'
Ibrahim Çiftçi
'Çatli'nin ajan olmasi mümkün. MHP'nin içinde ajanlar cirit atiyordu'
Av. Can Özbay
---------
Biz devletin menfaatlerini dikkate alarak mücadele ettik. Ama arkasindan ihtilal oldu kendimizi hapisane hücrelerinde bulduk.'
Muhsin Yazicioglu
----------
Bu sözleri sarfedenler dün de bugün de fasistdirler. Bunlarin ortak özelligi 12 Eylül öncesinde MHP ve yan kurulusu Ülkü Ocaklari içinde yer almis olmalari ve bugün yollari ayrildigindan MHP disinda fasistliklerini sürdürmeleridir. 12 Eylül öncesi devletin kendilerini, yandaslarini kullandigi ve sonra da sahip çikmadigi görüsündedirler.
Bir baska ortak noktalari da Abdullah Çatli'nin devlet tarafindan korundugunu, devletin birçok isinde kullanildigini ve bu nedenle de bayrakla gömülmesinin normal oldugunu degisik ifadelerle de olsa söylemeleridir.
Örnegin Ibrahim Çiftçi '... bizi yeterince kullanip destekleyip ya da göz yumup sonra kendileri için sikinti olmaya basladigimizda devleti yönetenler bizi disladilar.' diyor.
12 Eylül'le birlikte dogrudan resmi militarist güçlerini devreye soktugundan geçici de olsa sivil fasistlere ihtiyaci kalmamisti. Ve onlari devre disi biraktilar. Iste onlarca halk düsmani eylemin, katliamin sorumlusu Yasar Okuyanlar, Avni Çarsancaklilar, Ibrahim Çiftçiler, Can Özbaylar ya da Muhsin Yazicioglu gibiler devletin bu durumuna oldukça bozuldular. Bunun için 'devlete kirginiz' diyebiliyorlar çogu konusma ve röportajlarinda.
Nitekim fasist Ibrahim Çiftçi 12 Eylül sonrasi dönemde henüz cezaevindeyken kendilerine 'MIT görevlisi olan bir yüzbasidan ilginç bir teklif' geldigini, 'Güneydogu'da devlet adina PKK'ye karsi savasmalarini teklif ettigini, kendilerinin garanti istemeleri üzerine MIT'çi yüzbasinin yakalanmaniz durumunda 'firarinizi veririz' demesi üzerine anlasamadiklarini belirtiyor. Çiftçinin belirttigi bu dönem 12 Eylül sonrasi yurtsever-devrimci mücadelenin yeniden yükselmeye basladigi, dönemdir. Bugün Kürdistan'da özel tim'in yüzde doksani sivil fasist örgütlenmeden gelen fasistlerdir. Devlet yurtsever ve devrimcilere karsi en iyi savasanlarin sivil fasist elemanlari olduguna inaniyor. Resmi fasistlerin güvendigi kesim elbetteki sivil fasistler olacaktir.
12 Eylül öncesi katliam ve saldirilarini, halk düsmani yüzlerini gizleyemeyecektir, onlari halk nezdinde temize çikarmayacaktir. Onlarin bugün yaptigi fasist devletten ve eski hareketlerinden yedikleri kaziktan çikar çeliskilerinden dolayi yaptiklari açiklamalardir.
----------
Yasar Okuyan ve Avni Çarsancakli
12 Eylül öncesi MHP'de Türkes'in Genel Baskanligi altinda, devlet destekli olarak sivil fasist hareketi yöneten, Maras, Çorum basta olmak üzere onlarca katliamda imzasi olan, binlerce insanin katledilmesinden sorumlu olan MHP yöneticilerindendirler. 12 Eylül sonrasi cuntanin taktigi geregi MHP yöneticisi ve bazi kadrolarinin tutuklanmasi ile devletten kazik yediklerini 'anlayip' MHP saflarini terk edenlerdendirler.
:-))))))) bence fethullah ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
amerikada keyif çatan ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
amerika ve emperyalistlere hizmet eden! ! ! ! ! ! ! ! !
mali kaynaklarının nasıl? ve nereden temin edildiği bilinemeyen ! ! ! ! ! ! ! ! !
gençleri ışık evlerinde örgütleyen ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
bu ülke cumhuriyet ve halk için tehlikeli ! ! ! !
zavallının teki ! ! ! ! ! ! ! ! !
gerçektende bu vatan için çatlı ve tayfası hariç hiç kimse bu kadar şeyi istesede yapamazdı :-)))
uyuşturucu-mafya-kara para-katliamlar-