Ali Cengiz Oyunu Hile ile iş yapanların dalaverelerine ve akla gelmeyecek tuzaklarına Ali Cengiz oyunu denilir. 'Filânca falancaya bir Ali Cengiz oyunu oynadı ki...' diye başlayan cümlelerin arkasında şeytanın bile aklına gelmeyecek hileler, düzenbazlıklar anlatılır. Bu deyimin menşei eski bir halk hikâyesine dayanır.
Nâkılân-ı âsâr ve râviyân-ı şeker-güftâr şu gûnâ rivayete bu yolla hikâyet ederler ki; eski zamanda bir sehhâr adam gayb ilimleriyle uğraşarak istediği şekle girebilmenin tılsımını keşfetmiş. Cifr, remil, falcılık, yıldız ve kıyafet ilimlerine de vakıf olan bu adam, sihirbazlıkta o derece ileri gitmiş ki canını eğlendirmek ve halka marifetini göstermek üzere bık sık şekil değiştirmeye ve insanları hayrette bırakan oyunlar çıkarmaya başlamış. Hattâ bu oyunu menfaatleri için kullanmakta ve halkı aldatmakta da üstüne yokmuş. Söz gelimi hanımına 'Bahçede bir keçimiz var, pazara götürüp salıver.' der, sonra da bahçeye gidip keçi kılığına girer, hanımı kendisini sattıktan sonra yine insan olup eve dönermiş.
Bu sihirbaz adamın bir huyu da isteyen herkese sihrini öğretmekmiş. Ne var ki marifetini her kime öğretse, sonra ona bir oyun yaparak mat eder, öldürürmüş. Mesela oyunu öğrenen kişi kanarya olsa, sihirbaz bir atmaca olup onu avlar; öğrenen ağaç olsa, sihirbaz ateş olur onu yakarmış. Devrin padişahı bu gidişata dur demek isteyince tellallar çığırtıp u düzenbazı kendi huzurunda mat edene kızım vermeyi vaadetmiş. Herkes bu tehlikeli sınavdan kaçarken Ali Cengiz adında fakir bir derviş bu işe talip olmuş.
Ali Cengiz, sihirbazdan oyunu öğrenmek üzere kurs almaya başlamış. Ne var ki sureta ahmak gibi davranıp asla öğrendiğini göstermiyormuş. Böylece sihirbaz, Ali Cengiz'i kolay lokma görüp oyunu en ince ayrıntısına kadar anlatmaktan çekinmemiş.
Sınav, padişahın cuma selamlığından sonra yapılacakmış. Ali Cengiz bir koç kılığına girip meydana gelmiş. Sihirbaz derhal bir kurt olmuş. Ali Cengiz su olup kurdu boğmak isteyince sihirbaz kendini ateşe çevirmiş. Bir müddet ikisi de kılıktan kılığa girmişler. Sonunda Ali Cengiz bir çiçek olup padişahın kucağına düşmüş. Sihirbaz bir eşekarısı olup üzerine konmuş. Ali Cengiz derhal darı olup yere yayılmış. Sihirbaz hemen tavuk kılığına girmiş ve darıları toplamaya başlamış. O darıları yiyedursun Ali Cengiz arkadan bir tilki olup tavuğu boğmuş.
Sihirbazın cenazesinin def(n) edildiği gün Ali Cengiz ile padişahın kızının kırk gün kırk gece sürecek düğünleri başlamış. Ne var ki Ali Cengiz'in sol elinden iki parmağı eksikmiş artık. Yine de onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Not: Ali Cengiz kelimelerinin 'âl-i Cengiz (Cengiz soyu) ' çağrışımından yola çıkarak bu deyimin Anadolu'daki Moğol istilâsıyla da bir alâkası bulunduğunu söylemek mümkündür
Orada kalmasını sağlıklı bir şekilde ortaya koyamayan kişi, hayatta mücadelesini sadece şikayetle geçiren biri olarak sona erdirir.... Ve okul bittikten sonra şu vicdan azabını işitir ' Ne gereksiz tembelliklere, kavgalara, üzüntülere girmişim '.... Alması gereken dersi, o an içerisinde değil, iş işten geçtikten sonra almıştır ve bir koca zaman heder edilmiştir... 10 senedir (ev) öğrenciyim, ortaokuldan beri :)
Hasret dışında, herşey boş ve anlamsız...
Şairin dediği gibi, ' Ben gurbette değilim, Gurbet benim içimde'
Ellerin çıktı ve göğün ortasına geldi Tarlada Bakışı gittikçe yer toprağına Çakılan Bu kadar beklerken habersizdi Ve hatta onlar da habersizdiler Sular mı anladı Dağlar mı sezdi Yoksa birdenbire bir çiçek mi Bir gün Herhangi bir an Ama bir çelik an Herşey Ve hepsi başlarını kaldırdılar Ve hemen ellerinin gölgesi düştü yüzlerine Karmakarışık belirsiz uzun Geçti ve geçti gölgesi Zerdüştün ayaklarından bir kartalın
Lokomotif
Gaflet Padişah kılındın Bir gövde mülkünde Ömür ve devlet idin Kara zünnar belinde Bir yürüdün bin düştün Gölge içinde yüzün Kara leke o siyah Neyi gölgesi düşün Uyanış Gece yarısı uyandın Nerede düğüm, aradın Yanıyor akıl ve alem Vakit kapı vuruyor Nefes alıyor veriyor eşya Mekan hem, hem zaman kayıyor Çatıyı çatmış biri Ete can katmış biri Derken Yürek aklın koynuna giriyor Kıdem Kim baş eğik girdi De eli boş döndü? Düşüş Kim başı dik girdi Kibir ilinde yitti Korku Tevbe onuma, kalın boynuma Tevbe bunuma, ince boynuma Reca Bohçam boş Öteberim eksik Azığım kuru Canım aç Yüzüm sana çevrili Adımım sana Irmaklarına Bir lokma suyla geldin, su denmez Kabul ola affola
Meç İki
Ve solmadan güller Lahitler verdim Sokağımızda yatan bir serinlik vardı Saklambaç bile oyna(ya) mazdı çocuklar /bir dağ çekilir bir serinlik vardı aralanıverince o küçük sedef süslemeli kapı sandım ki yine o görünecek kaplayacak bütün karşımı küçükken rüyamda gördüğüm o güzeller sultanı/ Bir ara bağlıyorlar beni Yoksa gidiyorum ki mezarları sallıyayım
Menziller
Sözün ve yolun başçeşmesi ruhumun Canım içre sevinç verir sözlerin Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım. Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş Vur herbirini uykulardan sohbetin Dinlen ey Zarif bilatedbir çok sözün açtın Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın
Muntazam
Seni kamçılardan çıkardım Tevbelerle başladı rahmet vuruşları İnsan ağlar oldun yürekli göğüsler kurdun Sesimi işkencelerden alırdın Elimin altına dökerdin etlerini Hızlı varışlara bile hazırım daha Dayanırdı yelken bezleri saf saf insan enginlikleri Bir geçmiş zaman kalkanı indi Çınar ağaçlarından sahil sularına Kalbim kalkıp indi gemilerden Çok tarandım başka saçlar tarandım sokaklarda Kabris kamburu çıkardı yıllar Ve bir tek çıban çıkaran yoktu sancılarla Habire vuran rüzgar Kabirlerde su yollarında Dehlizlerde İç çekmeler Sızlanmalar fısıltılar Ne zora çekiyor zaman ki bildiler farkettim Götürüp Kelimeleri başka bir semte attılar beni Üzgün melal içre ve aşık Yürüdüğüm deniz sahillerindeyim Yakın sabahlarda öğlelerde ve daha Üç parıltısında günün Devlerimi güreştirmek işim üstüm başım heykel kırıkları
O Çocuk
Bahçeden çocuk sesleri geliyor Hayatı dinliyorum İçim yoruluyor, ruh yoruluyor Büyük gözlü çocuk İnsanın içine kadar bakıyor Sorar gibi - Nerede benim babam Kendimi şöyle görürüm düşümde İki ata birden binmişim Biriyle kuzeye saldırıyorum Ötekiyle Alkan lalelerin Kıpkızıl tutuştuğu sulara Nerde babam Karşısında yapayalnızsın Duvar gibi dikilen Bu sorunun Okşuyorsun başını Şehit çocuğunun Bahçeden kuş sesleri geliyor Sabahı dinliyorum Bu sefer bezgin Bir vakit Darağaçları kurdum Elimden fırlayıp gidiyor cellatlar Silah olarak Bir tek soru var elimde Nerede babam, nerede
Sultan
Seçkin Bir kimse değilim İsmimin baş harfleri acz tutuyor Bağışlamanı dilerim Sana zorsa bırak yanayım Kolaysa esirgeme Hayat bir boş rüyaymış Geçen ibadetler özürlü Eski günahlar dipdiri Seçkin bir kimse değilim İsmimin baş harflerinde kimliğim Bağışlanmamı dilerim Sana zorsa yanmaya razıyım Kolaysa affı esirgeme Hayat boş geçti Geri kalan korkulu Her adımım dolu olsa İşe yaramaz katında Biliyorum Bağışlanmamı diliyorum
Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle
Uzun bir geçmişimiz var Hiç yorulmadan En azından bir kere eğlenceli beşik ha biz varız ha biz maskeli balo Saygıya durup üstün bir gecede Bir sır payı katlayıp sade bir kahveden Keyifsiz bir detayın hükmüyle ha biz yokuz ha biz seferde Ya bu kez ölenleri görmeliysek Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle Parka dolalım Park bizi alır önce Seyrimizden bir sabah kazanır Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle Sayısız rampaya katlanır ya güneşten daha zengin sofraya diz çökeriz ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.
Kalıcı keser hammaddesi insan sahrası Keser düzeltir ve yoluna verir Upuzun yakıcı dili eski enli kelimelerin İncelip ağırlaşarak çelik İnce uçlarına doğru Akıl almaz hızlanışlarla Arka arkaya varışlarla Yanağını yere koyup ağlıyan insanın kalbine yayılır Karşı koyanı batırır basar geçer Ne sağlam bırakır ne gelecek bırakır Keser kılıç ağaç dalında asılıyken bile Kabzadan alır rüzgarını At biner gibi oturur et kemik içine Kalbimiz iki parmağın arasında olana Yöneldik kapısına Safkan Mahcub ve müştak Kan Ve Toprak İçinde Yatırma Beni
Kavga
Taş ve sopa İki köylü karşı karşıya
Kavak ağaçları şahit Bir de ibibik kuşu İncir yalnız Badem yeşil kabuklu Camdaki hayalinle İki öfkeli boğa Sevdalılar kapışıyor Tabiatın ortasında Irmak göz kırpıyor akıyor Çoban köpeği şöyle bir bakıyor Yaman indi omzuna sopa Güçlü çarptı taş başına
Hayalin akıyor kanda Yüzün zonkluyor yarada Taş ve sopa İki köylü karşı karşıya
Koşu
Mağaralar taştan yolcu örüyor Böyle üstünlük görülmemiştir bir bebek Göğü sevmeyi Ve yerden korkmayı biliyor Kendine bir ses bekliyor bir sarık Aleme tanrı Bir bebek susar nihayet Sezer de ağaçların otların Topraktan çıktığını Bir bebek ağlar Bir bebek mor ağzından Bilinir söyleyince Zerdüşt nereye gittiyse Hep kartalı gördü Ve güneş tek hüneriyle Bir yaprağı kertenkeleyi çakıltaşını Ve mor olduğunu suların Beyin tırtıl Taş taşlar taşların Dipsiz süresiz seslerine tırmanır Çünkü ses katlanır Kazılır kayalara Ses geçilir iki kaşın arasından Sonsuz nefes alır Ülkedir dudakta Zerdüşt neredeyse Kartal orada yığınak O Zincirli ayakların durmadan çıktığı Tek bir basamak Kaya gözlü ağaç saçlı Taşın içindeki böcek Bu ilk fırtına kapısında Taşın içinde böcek Taşır kendini yürür Bedenini bir uçtan bir uca Nabzı vurur dinler şaşırır Çalışan eşyasını yakalar Sorar fare kuş balık Herşey kendi yerinde Taşın içindeki böcek Ki inanır Ve çatlar taş Gök eğilir O geçer kartalıyla Yüreği büyülenir burkulur Gözleri gerilir Ağzından bir donanmayla bekler Mermer yerine şahlanır Çizilir kanar Bardağa ilk düşen damlasında Uyuyan güvercin Ve ilk taşan damlasında Bir azgın güvercin Bulutları saçlarından sürükler Bayram yerlerini geçer hızla Bir sabah kartalın bembeyaz kadınıyla Dağlardan düzlere nehirlerle Çırpınarak çığlıklar atarak O Durmadan saratustra
Artist milletizdir Bizde defaten ölünür ve kalkılır ki sofralardan hamdüsenalarla palalarla el yıkanmadan ağız misvaklanmadan zinhar vurulmaz ha ne dosta ne düşmana
Evet
Evet hatırladım Küçük basit şeyler Yetiyor kederlenmeye Ya mutluluğa
Efendim
I
Boynuna bir ip at Kölen diye yollardan gezdir beni
II
Gözlerini süzüyorsun Bir balık gibi akıyorsun kaldırımlarda Bir daha yüreğini kaparsan bana 'Bu yaprağı parampaça yaparım' Çiçekleri sarı yapraklar ve bir ocak ayı Ağız ağıza sin ve cim harfleri Ateş kararıyor, bu içimin alevleri Acı çekiyorum elimden alınmışsın gibi Bir mektup hikayemiz olacak Baştan başa notalar bülbül ağızları Dik kafalı bir baş görüyorlar Başını eğmiş dalların yaprağında Zayıf bir çocuk yüzü, gülümsüyor Dikkatle bak, korku dolu bakışları O boğulurken gülücükler Saçılıyor Ölüm bir kuş kaldırıyor mezarlıktan Ak kanatları, hayat yok oluyor Çıkıp geliyorsun Kor gibisin, bir kar gibisin Soruyorsun: Zarifoğlu bana dargın mısın Yoksa uyardılar mı seni sevdamızdan 'Yaşamak' bir perde gibi kalkıyor aramızdan Zamansız mekansız bir tünel başındayız şimdi O mavi gözleri görmüş olmalıyım Bir ikindi vakti kaskatı ellerimin altında Uçuşlu saçlar bukleler Üstünde uyuyan eller Sevgim uzanıyor Soluk soluğa uyandırıyor menekşeleri Görüyorum kıpırdanışlarını Uykunda gül açan yanaklarını
Güzelcin
Koşu koşuver nar gözlüm Yuvarlak biçimli ayakların Küheylan kolanı gibi kuşağın Gürbüz kalçalarının üzerinde Koştur azaplardan kaçalım Koruklar üzümlenmiş mi bakalım Bir söze iki gülüş bir öpücük İki bedeni birbirine katalım Ruhsatlım sevdamsın beri gel Kanın höpürtülü başın dik O seven yuyan bakışınla İçimi yu mermer döşegel Dorukta yeni ay ince işaret Geceye bir şey olmaz gayri Ne kem gözler gizlenir karanlığa Ne evin sevincinden korkan bulunur Asmalarda güneş ve çocuklarımız Çardakta ıslak ve ekşi uyur Bacın bazlama yağlasın sahan Mutluyuz tüm dünyaya duyur
Güzelcin
Koşu koşuver nar gözlüm Yuvarlak biçimli ayakların Küheylan kolanı gibi kuşağın Gürbüz kalçalarının üzerinde Koştur azaplardan kaçalım Koruklar üzümlenmiş mi bakalım Bir söze iki gülüş bir öpücük İki bedeni birbirine katalım Ruhsatlım sevdamsın beri gel Kanın höpürtülü başın dik O seven yuyan bakışınla İçimi yu mermer döşegel Dorukta yeni ay ince işaret Geceye bir şey olmaz gayri Ne kem gözler gizlenir karanlığa Ne evin sevincinden korkan bulunur Asmalarda güneş ve çocuklarımız Çardakta ıslak ve ekşi uyur Bacın bazlama yağlasın sahan Mutluyuz tüm dünyaya duyur
Işaret Çocuklari
Yasin okunan tütsü tüten çarşilardan Geçerdi babam Başinda yagmur halkalari Anam yeşil hirkalar görürdü düşünde Daha ilk güzelliginde Alnini iki dagin arasina germiş Bir devin gögsüne benzer Gögsünden dualar geçermiş Çarşilar ellerinde ekmek igneleri Cami avlularina açilan Havuz sularina kapilan çocuklar Görmeden güneşin bütün renklerini Götürmezlerdi dükkandaki babalarina Ocaktan akan kaynar yemekleri Nenelerinin koydugu avuç taslarina Başi ve yüregi şahbaz Kaleleri agirlayan kadinlarin Süslerini kemerlerini Başlarini agirlaştiran Agir siyah şelale saçlarini Tutunca gençleşirdi erkekler Sonra insan o ki denizde Küçük ve büyük nehirde Bedeni islatan afsunlu suda Önce niyet sonra yikanirdi Zaman dert getirdi sulara Içinde eski baliklarin yattigi kayalar Savaşan insanlarin elinde Ince yontulup taşindi balta mizrak şekline Anam kanlari kuruyan Kavga ayiran bir kargi elinde Kara ocagin taşlarina Işaret koydu çocuklarini Belinde gezdiren babamin Beyaz yazilarla kazindigi adlari Yüregi korkuyla kuvvetlendi babamin Unutup genç gelen günleri Zamanin sürerken çektigi günleri Çetin bilmecelerle Sürdü atini şehirlere Yün ören at güden kadinlar Ormanlara tepeden egilen toprak evlerde Küçük pencereli karanlik dar odalarda Uzaktan uzayip gelen kurt seslerinin Uzaga çekilip giden Ayazda donan gülmeler içinde Ormanlarda süt emziren anne Unuttu gittikçe uzayan çocugunu Hep kaçarmiş şehirlerin Demir daglarina Uyuyunca toprak beşigimde Sahipsiz kalan Ellerimden kayan aydinlik günlerim
İstanbul
Bir tohumdan daha az değil Fatihin büyük güvercin kanatları Meleklerin sık aralıklarla Dokunduğu toprak Güzel buyruklar Gürbüz havalar Boğaziçi bir akımdır Bir akan sudur Nice dergahlar Dinler gibi nabzını Yeni doğan çocukların Yamaçlarda mezarlıklar Sever gibi bazıları Açık havada gömülmeyi Çocuklar Topkapıda Sedef kabzalı kılıçlar ellerinde Rahlelerde Kur’an Tefsir Arapça Farsça Dikkatle önünü iliklemede Padişah ve şehzade Açiliyor dev bir kapi Dikiliyor dev gibi bir sütun Sütun başi sütun ayagi Dibinde dilek şikayet sahipleri Birer gürz gibi sag ellerinde Iradeleri Bir ellerinde arzuhalleri Ogullarim Dikkat edin Hak yemeyin Ogullarim Mümkündür Topal bir karinca Mihnettir Ogullarim Mümkündür ki Bir baş kesilir avluda Akin, akan kanla Cihangir Taş yokuşlar Eyüp Sila sila Medine Aci Bu tortu Karartir camlari Yorar küpleri En berrak sular bile Ve kapaniyor saray kapisi Saklaniyor Sari sari altinlar Korkup Şimdi birden Eminönü kalabaligi Kimseyi tanimazsin Kiyafetinden Yüz çizgisinden Katil efendi Hirsiz baş köşede Haksiz hakli Şer belali Örtünmüş güneş Çoktandir, yüzü nerde Ya o ay Kara bir zibin biçmiş kendine Bir düş O buyruk Şefaat Gürbüz hava O güzelleri Istanbulun Dönüyor demir teker
Çabuk akan tez giden ilk geyik avında ölenler çarpıntı başlarıdır insanlığın Uzakta, ta burada Ünlü bir can sıkıntısını Ufalar bir zümrüt sakal Yeldeğirmeni ve uçuşan leylekler beyaz saçlı atın kar yıllığını rüzgar hallerini kahraman atın madalya anına bitişik dört nala koşan sesi oradan uzaktan ta buradan siyah çatık kaşlı gelincik tohumlarına benzer sezişleriyle gelişir yapılı kaygılar
II
bir ayıp giyotin çün ağaç sağa dönmez soldan kuşatılır çün ağaç şaşırır ağaç ölür Ama sapına kadar Bilhassa büyük Erkek Tam erkek bir el Yani kolun ucuna kadar gelmiş de Yumruk bile olmuş ve bilhassa bu büyük bir el beynelmilel büküp yapma çelikleri gündelik insanı kaldırıp bir de tanrıya şarkısını söylerse Belirli bir yapısı belli bir geçmişi olan nereye değdiğini bilen düğün yapısı fırçasıyla toprak ve topraktan sonrasını aynı çığlığı atan ve karalar içinde
III
haydi şu kaçar su durur mu gök içimizden bir zenci çağırır zenci zenci bir büyük geniş başlı şikayet mi ne olur açık açık çağırır aşkını burda mı daha mı uzakta bütün bir geceye dayar alnını öyle ki alın mübarek bir şeydir
Busat
Artist milletizdir Bizde defaten ölünür ve kalkılır ki sofralardan hamdüsenalarla palalarla el yıkanmadan ağız misvaklanmadan zinhar vurulmaz ha ne dosta ne düşmana
Çoğalmak
Çocuklarımızla Atlara biniyorduk Dönüp bakarken geçmişe - kumandalı Atlara biniyorduk Benim çok çocuğum oldu Kadınım sen onların yüzlerini Çalılardan kolla Bütün çıplaksın - omuzların Birbirine içiçe iki saat rakkası Gelecekte kumandalı - dönüyor Güneşi alıyor - alıyor gövden Karanlık eşyada bulup Ürkünce parlayıp koşan hayvanda bularak Çocuklarımızlaysa - seçerek beni İçinin çağırması bir kır hayvanı düzlüğüyle Bedensel - seçerek ve buyruk üzerine İçine alışın doyuruşun O erkek giysilerine giydirişin Doğanın çizdiğini Çizip kanattığını hiç görmedim seni Çalı eğildi yumuşadı batan taş Kabuklar düz bir sıyrılma oldu İşte en başta ve değişen dünyada - durmadan 'sen' kalabilirlikle Güzel kılınan sen Beni de kutsal sıvama
Yangın var, bağrım yanık, herkes şaka sanıyor, Yanıyor avuçlarım bir kor gibi yanıyor. Ya... Rabbim neydi bu hal, başa gelenler neydi? Ya ben cehennemdeyim, ya Cehennem bendeydi, Denizlere atılsam deniz kurtarmaz beni, Ufuklara uzansam ufuk da sarmaz beni.
Liderimiz uzaylı, silahımız ok bizim Hilede, iftirada üstümüze yok bizim. Bal, sirke, soğan, şeker, et, süt, nane, sarımsak; Katar çorba yaparız, hünerimiz çok bizim
Yukarıdaki başlıkta birilerinin hünerlerinden bir parça...
Ali Cengiz Oyunu
Hile ile iş yapanların dalaverelerine ve akla gelmeyecek tuzaklarına Ali Cengiz oyunu denilir. 'Filânca falancaya bir Ali Cengiz oyunu oynadı ki...' diye başlayan cümlelerin arkasında şeytanın bile aklına gelmeyecek hileler, düzenbazlıklar anlatılır. Bu deyimin menşei eski bir halk hikâyesine dayanır.
Nâkılân-ı âsâr ve râviyân-ı şeker-güftâr şu gûnâ rivayete bu yolla hikâyet ederler ki; eski zamanda bir sehhâr adam gayb ilimleriyle uğraşarak istediği şekle girebilmenin tılsımını keşfetmiş. Cifr, remil, falcılık, yıldız ve kıyafet ilimlerine de vakıf olan bu adam, sihirbazlıkta o derece ileri gitmiş ki canını eğlendirmek ve halka marifetini göstermek üzere bık sık şekil değiştirmeye ve insanları hayrette bırakan oyunlar çıkarmaya başlamış. Hattâ bu oyunu menfaatleri için kullanmakta ve halkı aldatmakta da üstüne yokmuş. Söz gelimi hanımına 'Bahçede bir keçimiz var, pazara götürüp salıver.' der, sonra da bahçeye gidip keçi kılığına girer, hanımı kendisini sattıktan sonra yine insan olup eve dönermiş.
Bu sihirbaz adamın bir huyu da isteyen herkese sihrini öğretmekmiş. Ne var ki marifetini her kime öğretse, sonra ona bir oyun yaparak mat eder, öldürürmüş. Mesela oyunu öğrenen kişi kanarya olsa, sihirbaz bir atmaca olup onu avlar; öğrenen ağaç olsa, sihirbaz ateş olur onu yakarmış. Devrin padişahı bu gidişata dur demek isteyince tellallar çığırtıp u düzenbazı kendi huzurunda mat edene kızım vermeyi vaadetmiş. Herkes bu tehlikeli sınavdan kaçarken Ali Cengiz adında fakir bir derviş bu işe talip olmuş.
Ali Cengiz, sihirbazdan oyunu öğrenmek üzere kurs almaya başlamış. Ne var ki sureta ahmak gibi davranıp asla öğrendiğini göstermiyormuş. Böylece sihirbaz, Ali Cengiz'i kolay lokma görüp oyunu en ince ayrıntısına kadar anlatmaktan çekinmemiş.
Sınav, padişahın cuma selamlığından sonra yapılacakmış. Ali Cengiz bir koç kılığına girip meydana gelmiş. Sihirbaz derhal bir kurt olmuş. Ali Cengiz su olup kurdu boğmak isteyince sihirbaz kendini ateşe çevirmiş. Bir müddet ikisi de kılıktan kılığa girmişler. Sonunda Ali Cengiz bir çiçek olup padişahın kucağına düşmüş. Sihirbaz bir eşekarısı olup üzerine konmuş. Ali Cengiz derhal darı olup yere yayılmış. Sihirbaz hemen tavuk kılığına girmiş ve darıları toplamaya başlamış. O darıları yiyedursun Ali Cengiz arkadan bir tilki olup tavuğu boğmuş.
Sihirbazın cenazesinin def(n) edildiği gün Ali Cengiz ile padişahın kızının kırk gün kırk gece sürecek düğünleri başlamış. Ne var ki Ali Cengiz'in sol elinden iki parmağı eksikmiş artık. Yine de onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Not: Ali Cengiz kelimelerinin 'âl-i Cengiz (Cengiz soyu) ' çağrışımından yola çıkarak bu deyimin Anadolu'daki Moğol istilâsıyla da bir alâkası bulunduğunu söylemek mümkündür
Kitaptan bir bölüm...
Gavsi_Sani, İkinci Gavs anlamına geliyor.... Aynı yerde yetişen ilk Gavs'tan sonra gelen Gavs olursa, O'na bu ünvan verilir.
Orada kalmasını sağlıklı bir şekilde ortaya koyamayan kişi, hayatta mücadelesini sadece şikayetle geçiren biri olarak sona erdirir.... Ve okul bittikten sonra şu vicdan azabını işitir ' Ne gereksiz tembelliklere, kavgalara, üzüntülere girmişim '....
Alması gereken dersi, o an içerisinde değil, iş işten geçtikten sonra almıştır ve bir koca zaman heder edilmiştir...
10 senedir (ev) öğrenciyim, ortaokuldan beri :)
Hasret dışında, herşey boş ve anlamsız...
Şairin dediği gibi, ' Ben gurbette değilim, Gurbet benim içimde'
Kutsal Mavi Çocuk Şiiri
Ellerin çıktı ve göğün ortasına geldi
Tarlada
Bakışı gittikçe yer toprağına
Çakılan
Bu kadar beklerken habersizdi
Ve hatta onlar da habersizdiler
Sular mı anladı
Dağlar mı sezdi
Yoksa birdenbire bir çiçek mi
Bir gün
Herhangi bir an
Ama bir çelik an
Herşey
Ve hepsi başlarını kaldırdılar
Ve hemen ellerinin gölgesi düştü yüzlerine
Karmakarışık belirsiz uzun
Geçti ve geçti gölgesi
Zerdüştün ayaklarından bir kartalın
Lokomotif
Gaflet
Padişah kılındın
Bir gövde mülkünde
Ömür ve devlet idin
Kara zünnar belinde
Bir yürüdün bin düştün
Gölge içinde yüzün
Kara leke o siyah
Neyi gölgesi düşün
Uyanış
Gece yarısı uyandın
Nerede düğüm, aradın
Yanıyor akıl ve alem
Vakit kapı vuruyor
Nefes alıyor veriyor eşya
Mekan hem, hem zaman kayıyor
Çatıyı çatmış biri
Ete can katmış biri
Derken
Yürek aklın koynuna giriyor
Kıdem
Kim baş eğik girdi
De eli boş döndü?
Düşüş
Kim başı dik girdi
Kibir ilinde yitti
Korku
Tevbe onuma, kalın boynuma
Tevbe bunuma, ince boynuma
Reca
Bohçam boş
Öteberim eksik
Azığım kuru
Canım aç
Yüzüm sana çevrili
Adımım sana
Irmaklarına
Bir lokma suyla geldin, su denmez
Kabul ola affola
Meç İki
Ve solmadan güller
Lahitler verdim
Sokağımızda yatan bir serinlik vardı
Saklambaç bile oyna(ya) mazdı çocuklar
/bir dağ çekilir bir serinlik vardı
aralanıverince o küçük
sedef süslemeli kapı
sandım ki yine o görünecek
kaplayacak bütün karşımı
küçükken rüyamda gördüğüm
o güzeller sultanı/
Bir ara bağlıyorlar beni
Yoksa gidiyorum ki mezarları sallıyayım
Menziller
Sözün ve yolun başçeşmesi ruhumun
Canım içre sevinç verir sözlerin
Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni
Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım.
Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş
Vur herbirini uykulardan sohbetin
Dinlen ey Zarif bilatedbir çok sözün açtın
Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın
Muntazam
Seni kamçılardan çıkardım
Tevbelerle başladı rahmet vuruşları
İnsan ağlar oldun yürekli göğüsler kurdun
Sesimi işkencelerden alırdın
Elimin altına dökerdin etlerini
Hızlı varışlara bile hazırım daha
Dayanırdı yelken bezleri saf saf insan enginlikleri
Bir geçmiş zaman kalkanı indi
Çınar ağaçlarından sahil sularına
Kalbim kalkıp indi gemilerden
Çok tarandım başka saçlar tarandım sokaklarda
Kabris kamburu çıkardı yıllar
Ve bir tek çıban çıkaran yoktu sancılarla
Habire vuran rüzgar
Kabirlerde su yollarında
Dehlizlerde
İç çekmeler
Sızlanmalar fısıltılar
Ne zora çekiyor zaman ki bildiler farkettim
Götürüp
Kelimeleri başka bir semte attılar beni
Üzgün melal içre ve aşık
Yürüdüğüm deniz sahillerindeyim
Yakın sabahlarda öğlelerde ve daha
Üç parıltısında günün
Devlerimi güreştirmek işim
üstüm başım heykel kırıkları
O Çocuk
Bahçeden çocuk sesleri geliyor
Hayatı dinliyorum
İçim yoruluyor, ruh yoruluyor
Büyük gözlü çocuk
İnsanın içine kadar bakıyor
Sorar gibi
- Nerede benim babam
Kendimi şöyle görürüm düşümde
İki ata birden binmişim
Biriyle kuzeye saldırıyorum
Ötekiyle
Alkan lalelerin
Kıpkızıl tutuştuğu sulara
Nerde babam
Karşısında yapayalnızsın
Duvar gibi dikilen
Bu sorunun
Okşuyorsun başını
Şehit çocuğunun
Bahçeden kuş sesleri geliyor
Sabahı dinliyorum
Bu sefer bezgin
Bir vakit
Darağaçları kurdum
Elimden fırlayıp gidiyor cellatlar
Silah olarak
Bir tek soru var elimde
Nerede babam, nerede
Sultan
Seçkin
Bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa affı esirgeme
Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum
Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle
Uzun bir geçmişimiz var
Hiç yorulmadan
En azından bir kere
eğlenceli beşik
ha biz varız
ha biz maskeli balo
Saygıya durup üstün bir gecede
Bir sır payı katlayıp
sade bir kahveden
Keyifsiz bir detayın hükmüyle
ha biz yokuz
ha biz seferde
Ya bu kez ölenleri görmeliysek
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Parka dolalım
Park bizi alır önce
Seyrimizden bir sabah kazanır
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle
Sayısız rampaya katlanır
ya güneşten daha zengin
sofraya diz çökeriz
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.
Kanat Kaparken
Kalıcı keser hammaddesi insan sahrası
Keser düzeltir ve yoluna verir
Upuzun yakıcı dili eski enli kelimelerin
İncelip ağırlaşarak çelik
İnce uçlarına doğru
Akıl almaz hızlanışlarla
Arka arkaya varışlarla
Yanağını yere koyup ağlıyan insanın kalbine yayılır
Karşı koyanı batırır basar geçer
Ne sağlam bırakır ne gelecek bırakır
Keser kılıç ağaç dalında asılıyken bile
Kabzadan alır rüzgarını
At biner gibi oturur et kemik içine
Kalbimiz iki parmağın arasında olana
Yöneldik kapısına
Safkan
Mahcub ve müştak
Kan Ve Toprak İçinde Yatırma Beni
Kavga
Taş ve sopa
İki köylü karşı karşıya
Kavak ağaçları şahit
Bir de ibibik kuşu
İncir yalnız
Badem yeşil kabuklu
Camdaki hayalinle
İki öfkeli boğa
Sevdalılar kapışıyor
Tabiatın ortasında
Irmak göz kırpıyor akıyor
Çoban köpeği şöyle bir bakıyor
Yaman indi omzuna sopa
Güçlü çarptı taş başına
Hayalin akıyor kanda
Yüzün zonkluyor yarada
Taş ve sopa
İki köylü karşı karşıya
Koşu
Mağaralar taştan yolcu örüyor
Böyle üstünlük görülmemiştir bir bebek
Göğü sevmeyi
Ve yerden korkmayı biliyor
Kendine bir ses bekliyor bir sarık
Aleme tanrı
Bir bebek susar nihayet
Sezer de ağaçların otların
Topraktan çıktığını
Bir bebek ağlar
Bir bebek mor ağzından
Bilinir söyleyince
Zerdüşt nereye gittiyse
Hep kartalı gördü
Ve güneş tek hüneriyle
Bir yaprağı kertenkeleyi çakıltaşını
Ve mor olduğunu suların
Beyin tırtıl
Taş taşlar taşların
Dipsiz süresiz seslerine tırmanır
Çünkü ses katlanır
Kazılır kayalara
Ses geçilir iki kaşın arasından
Sonsuz nefes alır
Ülkedir dudakta
Zerdüşt neredeyse
Kartal orada yığınak
O
Zincirli ayakların durmadan çıktığı
Tek bir basamak
Kaya gözlü ağaç saçlı
Taşın içindeki böcek
Bu ilk fırtına kapısında
Taşın içinde böcek
Taşır kendini yürür
Bedenini bir uçtan bir uca
Nabzı vurur dinler şaşırır
Çalışan eşyasını yakalar
Sorar fare kuş balık
Herşey kendi yerinde
Taşın içindeki böcek
Ki inanır
Ve çatlar taş
Gök eğilir
O geçer kartalıyla
Yüreği büyülenir burkulur
Gözleri gerilir
Ağzından bir donanmayla bekler
Mermer yerine şahlanır
Çizilir kanar
Bardağa ilk düşen damlasında
Uyuyan güvercin
Ve ilk taşan damlasında
Bir azgın güvercin
Bulutları saçlarından sürükler
Bayram yerlerini geçer hızla
Bir sabah kartalın bembeyaz kadınıyla
Dağlardan düzlere nehirlerle
Çırpınarak çığlıklar atarak
O
Durmadan saratustra
Busat
Artist milletizdir
Bizde defaten ölünür
ve kalkılır ki sofralardan
hamdüsenalarla palalarla
el yıkanmadan
ağız misvaklanmadan
zinhar vurulmaz ha
ne dosta ne düşmana
Evet
Evet hatırladım
Küçük basit şeyler
Yetiyor kederlenmeye
Ya mutluluğa
Efendim
I
Boynuna bir ip at
Kölen diye yollardan gezdir beni
II
Gözlerini süzüyorsun
Bir balık gibi akıyorsun kaldırımlarda
Bir daha yüreğini kaparsan bana
'Bu yaprağı parampaça yaparım'
Çiçekleri sarı yapraklar ve bir ocak ayı
Ağız ağıza sin ve cim harfleri
Ateş kararıyor, bu içimin alevleri
Acı çekiyorum elimden alınmışsın gibi
Bir mektup hikayemiz olacak
Baştan başa notalar bülbül ağızları
Dik kafalı bir baş görüyorlar
Başını eğmiş dalların yaprağında
Zayıf bir çocuk yüzü, gülümsüyor
Dikkatle bak, korku dolu bakışları
O boğulurken gülücükler
Saçılıyor
Ölüm bir kuş kaldırıyor mezarlıktan
Ak kanatları, hayat yok oluyor
Çıkıp geliyorsun
Kor gibisin, bir kar gibisin
Soruyorsun: Zarifoğlu bana dargın mısın
Yoksa uyardılar mı seni sevdamızdan
'Yaşamak' bir perde gibi kalkıyor aramızdan
Zamansız mekansız bir tünel başındayız şimdi
O mavi gözleri görmüş olmalıyım
Bir ikindi vakti kaskatı ellerimin altında
Uçuşlu saçlar bukleler
Üstünde uyuyan eller
Sevgim uzanıyor
Soluk soluğa uyandırıyor menekşeleri
Görüyorum kıpırdanışlarını
Uykunda gül açan yanaklarını
Güzelcin
Koşu koşuver nar gözlüm
Yuvarlak biçimli ayakların
Küheylan kolanı gibi kuşağın
Gürbüz kalçalarının üzerinde
Koştur azaplardan kaçalım
Koruklar üzümlenmiş mi bakalım
Bir söze iki gülüş bir öpücük
İki bedeni birbirine katalım
Ruhsatlım sevdamsın beri gel
Kanın höpürtülü başın dik
O seven yuyan bakışınla
İçimi yu mermer döşegel
Dorukta yeni ay ince işaret
Geceye bir şey olmaz gayri
Ne kem gözler gizlenir karanlığa
Ne evin sevincinden korkan bulunur
Asmalarda güneş ve çocuklarımız
Çardakta ıslak ve ekşi uyur
Bacın bazlama yağlasın sahan
Mutluyuz tüm dünyaya duyur
Güzelcin
Koşu koşuver nar gözlüm
Yuvarlak biçimli ayakların
Küheylan kolanı gibi kuşağın
Gürbüz kalçalarının üzerinde
Koştur azaplardan kaçalım
Koruklar üzümlenmiş mi bakalım
Bir söze iki gülüş bir öpücük
İki bedeni birbirine katalım
Ruhsatlım sevdamsın beri gel
Kanın höpürtülü başın dik
O seven yuyan bakışınla
İçimi yu mermer döşegel
Dorukta yeni ay ince işaret
Geceye bir şey olmaz gayri
Ne kem gözler gizlenir karanlığa
Ne evin sevincinden korkan bulunur
Asmalarda güneş ve çocuklarımız
Çardakta ıslak ve ekşi uyur
Bacın bazlama yağlasın sahan
Mutluyuz tüm dünyaya duyur
Işaret Çocuklari
Yasin okunan tütsü tüten çarşilardan
Geçerdi babam
Başinda yagmur halkalari
Anam yeşil hirkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliginde
Alnini iki dagin arasina germiş
Bir devin gögsüne benzer
Gögsünden dualar geçermiş
Çarşilar ellerinde ekmek igneleri
Cami avlularina açilan
Havuz sularina kapilan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkandaki babalarina
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koydugu avuç taslarina
Başi ve yüregi şahbaz
Kaleleri agirlayan kadinlarin
Süslerini kemerlerini
Başlarini agirlaştiran
Agir siyah şelale saçlarini
Tutunca gençleşirdi erkekler
Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni islatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yikanirdi
Zaman dert getirdi sulara
Içinde eski baliklarin yattigi kayalar
Savaşan insanlarin elinde
Ince yontulup taşindi balta mizrak şekline
Anam kanlari kuruyan
Kavga ayiran bir kargi elinde
Kara ocagin taşlarina
Işaret koydu çocuklarini
Belinde gezdiren babamin
Beyaz yazilarla kazindigi adlari
Yüregi korkuyla kuvvetlendi babamin
Unutup genç gelen günleri
Zamanin sürerken çektigi günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atini şehirlere
Yün ören at güden kadinlar
Ormanlara tepeden egilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlik dar odalarda
Uzaktan uzayip gelen kurt seslerinin
Uzaga çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocugunu
Hep kaçarmiş şehirlerin
Demir daglarina
Uyuyunca toprak beşigimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydinlik günlerim
İstanbul
Bir tohumdan daha az değil
Fatihin büyük güvercin kanatları
Meleklerin sık aralıklarla
Dokunduğu toprak
Güzel buyruklar
Gürbüz havalar
Boğaziçi bir akımdır
Bir akan sudur
Nice dergahlar
Dinler gibi nabzını
Yeni doğan çocukların
Yamaçlarda mezarlıklar
Sever gibi bazıları
Açık havada gömülmeyi
Çocuklar Topkapıda
Sedef kabzalı kılıçlar ellerinde
Rahlelerde Kur’an
Tefsir
Arapça
Farsça
Dikkatle önünü iliklemede
Padişah ve şehzade
Açiliyor dev bir kapi
Dikiliyor dev gibi bir sütun
Sütun başi sütun ayagi
Dibinde dilek şikayet sahipleri
Birer gürz gibi sag ellerinde
Iradeleri
Bir ellerinde arzuhalleri
Ogullarim
Dikkat edin
Hak yemeyin
Ogullarim
Mümkündür
Topal bir karinca
Mihnettir
Ogullarim
Mümkündür ki
Bir baş kesilir avluda
Akin, akan kanla
Cihangir
Taş yokuşlar
Eyüp
Sila sila Medine
Aci
Bu tortu
Karartir camlari
Yorar küpleri
En berrak sular bile
Ve kapaniyor saray kapisi
Saklaniyor
Sari sari altinlar
Korkup
Şimdi birden Eminönü kalabaligi
Kimseyi tanimazsin
Kiyafetinden
Yüz çizgisinden
Katil efendi
Hirsiz baş köşede
Haksiz hakli
Şer belali
Örtünmüş güneş
Çoktandir, yüzü nerde
Ya o ay
Kara bir zibin biçmiş kendine
Bir düş
O buyruk
Şefaat
Gürbüz hava
O güzelleri Istanbulun
Dönüyor demir teker
Açık Açık Çağırır Aşkını
I
Çabuk akan tez giden
ilk geyik avında ölenler
çarpıntı başlarıdır insanlığın
Uzakta, ta burada
Ünlü bir can sıkıntısını
Ufalar bir zümrüt sakal
Yeldeğirmeni
ve uçuşan leylekler
beyaz saçlı atın
kar yıllığını rüzgar hallerini
kahraman atın
madalya anına bitişik
dört nala koşan sesi
oradan uzaktan ta buradan
siyah
çatık kaşlı gelincik tohumlarına
benzer sezişleriyle
gelişir yapılı kaygılar
II
bir ayıp giyotin
çün ağaç sağa dönmez
soldan kuşatılır
çün ağaç şaşırır
ağaç ölür
Ama sapına kadar
Bilhassa büyük
Erkek
Tam erkek bir el
Yani kolun ucuna kadar gelmiş de
Yumruk bile olmuş
ve bilhassa bu büyük bir el
beynelmilel büküp yapma çelikleri
gündelik insanı kaldırıp
bir de tanrıya şarkısını söylerse
Belirli bir yapısı
belli bir geçmişi olan
nereye değdiğini bilen
düğün yapısı fırçasıyla
toprak ve topraktan sonrasını
aynı çığlığı atan
ve karalar içinde
III
haydi
şu kaçar su durur mu
gök içimizden bir zenci çağırır
zenci zenci
bir büyük geniş başlı
şikayet mi ne olur
açık açık çağırır aşkını
burda mı daha mı uzakta
bütün bir geceye
dayar alnını
öyle ki alın
mübarek bir şeydir
Busat
Artist milletizdir
Bizde defaten ölünür
ve kalkılır ki sofralardan
hamdüsenalarla palalarla
el yıkanmadan
ağız misvaklanmadan
zinhar vurulmaz ha
ne dosta ne düşmana
Çoğalmak
Çocuklarımızla
Atlara biniyorduk
Dönüp bakarken geçmişe - kumandalı
Atlara biniyorduk
Benim çok çocuğum oldu
Kadınım sen onların yüzlerini
Çalılardan kolla
Bütün çıplaksın - omuzların
Birbirine içiçe iki saat rakkası
Gelecekte kumandalı - dönüyor
Güneşi alıyor - alıyor gövden
Karanlık eşyada bulup
Ürkünce parlayıp koşan hayvanda bularak
Çocuklarımızlaysa - seçerek beni
İçinin çağırması bir kır hayvanı düzlüğüyle
Bedensel - seçerek ve buyruk üzerine
İçine alışın doyuruşun
O erkek giysilerine giydirişin
Doğanın çizdiğini
Çizip kanattığını hiç görmedim seni
Çalı eğildi yumuşadı batan taş
Kabuklar düz bir sıyrılma oldu
İşte en başta ve değişen dünyada - durmadan 'sen'
kalabilirlikle
Güzel kılınan sen
Beni de kutsal sıvama
Yangın Var
Sevgili Kardeşim Rafet Baştav'a
Yangın var, bağrım yanık, herkes şaka sanıyor,
Yanıyor avuçlarım bir kor gibi yanıyor.
Ya... Rabbim neydi bu hal, başa gelenler neydi?
Ya ben cehennemdeyim, ya Cehennem bendeydi,
Denizlere atılsam deniz kurtarmaz beni,
Ufuklara uzansam ufuk da sarmaz beni.
Hapishane Türküsü
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
İçtiğimiz gözyaşı, ekmeğimiz gam
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Her yeri kaplamış bir kara duman
Geçmiyor, geçmiyor şu kahpe zaman
Bir af çıkmazsa da halimiz yaman
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Feryadıma ses vermez, duvarlar dilsiz
Geçiyor baharlar çemensiz, gülsüz
Kötürüm gibiyim ayaksız, elsiz
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Hep de bize imiş feleğin cevri
Döndü gayrı dünya, değişti seyri
Bu devir alçaklar, korkaklar devri
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Herkesin derdi de başından aşkın
Her kimi gördümse serseri, şaşkın
Yemeksiz, gömleksiz, perişan, düşkün
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Bozulmuş düzeni, çalmıyor sazım
Geçmiyor, geçmiyor kimseye nazım
Ben bir Köroğlu'yum, nerde Ayvaz'ım
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Çıkar avluda volta vururum
Bu sefil hayatı böyle sürürüm
İflah etmez, ben bu yerde çürürüm
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Düşmüşüm yatağa hastayım, hasta
Gözlerim kapıda, kulağım seste
Yastayım kardaşlar yastayım yasta
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Geceler iner de, doğar yıldızlar
Köyümü andıkça yüreğim sızlar
Aklıma geliyor gelinler, kızlar
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Akşam olur, kapılar kitlenir
Kimi kumar oynar, kimi bitlenir
Buraya düşen her derde katlanır
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Kimi esrar çeker, düşer dalgaya
Kimi bıçak çeker, girer kavgaya
...............................
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Erbabiye
Liderimiz uzaylı, silahımız ok bizim
Hilede, iftirada üstümüze yok bizim.
Bal, sirke, soğan, şeker, et, süt, nane, sarımsak;
Katar çorba yaparız, hünerimiz çok bizim
Yukarıdaki başlıkta birilerinin hünerlerinden bir parça...