Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Cay Keyfi
Cay Keyfi

SEN DE KİMSİN :)

  • yakup kadri karaosmanoğlu03.07.2004 - 16:19

    Toplumsal çözülmeye karşı bir direniş... Eserlerinin bir çoğu tanzimatla gelen değişimi gözler önüne serip eleştirir... En belirgin olarak Kiralık Konak ele alınabilir. Sodom'da dahil.

  • umutların tükendiği an03.07.2004 - 16:04

    Allah'a sığın...

  • mevlana03.07.2004 - 15:52

    'Gönül ustası Hazret-i Mevlânâ, insanı ilâhî huzura ulaştıran tekbir, kıyam, rükû, secde, selam ve dua gibi namaz rükünlerine oldukça düşündürücü mânâlar kazandırır.
    Namaza tekbirle girmek, “İlâhî, biz senin huzurunda kurban olduk” demektir. (Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi, tekbirle namaza başlamak da ‘Allah’ım, canımız sana feda olsun’ anlamındadır.)

    Namazda kıyama durmak, Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır. Kul, biraz sonra hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz, rükû’a eğilir.

    Başı rükû’da iken “Hakk’ın sualle-rine cevap ver! ” diye İlâhî ferman gelir. Kul, rükûdan başını mahcup olarak kaldırır. Ayakta duramaz, yüz üstü secdeye kapanır.

    Tekrar ona “Secdeden başını kaldır! Yapmış olduklarından haber ver! ” diye ferman gelir. O, yine mahcup bir halde başını kaldırırsa da, tekrar yüzüstüne kapanır.



    O ağır yükün tesirinden dizleri üstüne çöker. Sağa selam verir; peygamberler ve melekler tarafına bakar, onlardan şefaat talep eder. Onlar derler: “Çare ve yardım günü geçti. Çare, ancak dünyada olabilirdi. Orada salih amellerde bulunmadınız, o günler gitti.”

    Sola selam verir; akraba ve yakınlarının tarafına bakar. Onlardan da bir fayda göremez.

    Herkesten ümidini kesince, dua için iki elini kaldırır. “Ya Rabbi, herkesten ümidimi kestim. Kuluna melce ancak Sensin. Senin rahmet ve mağfiretine sınır yoktur”.

  • mevlana03.07.2004 - 15:52

    AŞKIN GÜCÜ

    Uzun ama güzel bir hikaye...Tavsiye ederim...Hikayeyi okurken şunları göz önüne alarak okuyun:
    Buradaki Padişah: Ruhu
    Cariye: Nefsi
    Cariyeyi tedavi edemeyen hekimler: Sahte Şeyhleri
    Cariyeyi tedavi eden hekim ise: Mürşid-i Kamili
    Kuyumcu ise: İnsandaki heva ve heves (boş ve lüzumsuz arzular) gibi şeyleri temsil ediyor..

    Zamanın birinde bir padişah vardı. Padişah bir gün adamlarıyla ava giderken yolda güzel bir cariye görüp ona aşık oldu.

    Onu alıp sarayına getirdi. Fakat bir müddet sonra o güzel cariye hastalandı. Günden güne eriyip tükenmeye başladı. Memleketin en iyi hekimleri cariyenin hastalığına bir çare bulamadılar. Padişah bunu görünce çok üzüldü, günlerce çareler aradı, sağa koştu, sola gitti olmadı. Sonunda bir mescide gidip el açarak dua etti, secdeye kapanarak ağladı. Cariyenin iyileşmesi için yalvardı. Bu sırada uykuya daldı. Rüyasında bir pir gördü; pir ona:

    - 'Artık üzülme duan kabul oldu. Yarın şehrinize bir yabancı gelecek o bizdendir. Onun yapacağı tedaviyle cariyen iyileşecek.' dedi.

    Sabah olup güneş doğunca padişah pencereye koşup rüyasında gördüğü piri beklemeye başladı. Uzaktan onun geldiğini görünce kendisi sarayın kapısına koşarak kapıyı açıp piri içeriye aldı. Konuşup görüştükten sonra, padişah pire hastanın hastalığını anlattı. Daha sonra onu hastanın yanına götürdüler...

    Hekim önce hastanın yüzüne baktı sonra nabzını saydı. Hastalığın belirtilerini sorup sebeplerini dinledi...

    - 'Diğer hekimlerin tedavileri iyileştirmek yerine büsbütün harap etmiş hastayı.' dedi. Sonra şöyle devam etti.

    - 'Onların içerden haberleri yok, onun için de hepsinin aklı fikri işin dış yüzünde.' dedi.

    Hekim hastalığın ne olduğunu anlamıştı, fakat bunu padişaha söylemedi.

    Hastanın halinden inlemesinden onun gönül hastası olduğunu hemencecik anlayıverdi. Çünkü hiçbir hastalık gönül derdi gibi değildir.

    Hekim durumu anlayınca: 'Padişahım, dedi. Herkesi uzaklaştır köşede bucakta kimseler kalmasın ki ben hastayla baş başa kalıp rahat rahat çalışayım, hastanın hastalığını anlayıp ona göre bir tedbir düşüneyim.'

    Padişah emretti oda boşaltıldı, hastayla hekimden başka kimse kalmadı.

    Hekim yaklaşıp hastanın başucuna geldi yumuşak ve tatlı bir sesle:

    - 'Memleketin neresi, nerelisin? Bana söyle, çünkü her memleketin halkının ilacı başka başkadır. Memleketinde yakın akrabandan kimler var, kime yakınsın? diye sordu.

    Hekim elini kızın nabzına koymuştu. Hem soruyor hem de nabzını kontrol ediyordu.

    Kız yavaş yavaş hekime bütün olanları anlatıyor, başından ne geçtiyse söylüyordu.

    Hekim kızın nabzını tutmuştu ve:

    - 'Bu kız kimin adını söylediğinde eğer heyecanlanır, nabzı hızlanırsa demekki sevdiği, uğruna hasta olup yataklara düşerek mum gibi eridiği odur.' diye düşünüyordu.

    Kız önce doğup büyüdüğü memleketi ve oradaki dostlarını sayıp döktü. Fakat nabzında bir değişiklik olmadı.

    Hekim: 'Doğduğun yerlerden ayrılınca hangi memlekete gittin? ' diye sordu.

    Bunun üzerine kız bir şehir ismi söyleyip geçti ama ne yüzünün rengi ne de nabzının atışı değişti. Daha sonra sırasıyla götürüldüğü yerleri, şehirleri, görüşüp tanıştığı insanları birer birer sayıp döktü. Lakin halinde bir değişiklik olmadı. Ta ki hekim Semerkant şehrini soruncaya kadar...

    Semerkant'ın adı geçince kızın nabzı hızlandı, yüzü ve yanakları kızardı. Çünkü o Semerkant'ta bir kuyuncuya aşıktı ve ondan ayrılmış olmanın ızdırabıyla yanıp tutuşuyordu.

    Bunu öğrenen hekim kuyumcunun Semerkant'ın hangi semtinde ve hangi mahallesinde olduğunu sorup öğrendi. Sonra kıza:

    - 'Ben senin hastalığını ve bu derdin çaresinin ne olduğunu çok iyi anladım. Fakat sen bu bana anlattıklarını sakin başkasına söyleme, hele hele padişaha hiç anlatma...' diyerek tembih etti.

    Hastanın yanından ayrılan hekim doğruca padişaha gelip durumu anlattı: 'Bu kızcağızın iyileşmesi için o kuyumcuyu getirmekten başka çare yok.' dedi.

    Bunu duyan padişah hekimin nasihatini canu gönülden kabul etti. Hiç zaman geçirmeden kuyumcuyu davet etmek üzere bir elçi gönderdi... Elçi Semerkand'a varınca doğruca gidip kuyumcuyu buldu. Padişahın gönderdiği hediyeleri takdim eti ve padişahın onu davet ettiğini, eğer gelirse padişahın en yakın adamlarından olacağını çok büyük ihsanlara ve iltifatlara mazhar olacağını söyleyince, kuyumcu zaman kaybetmeden yola koyulup padişahın sarayına en kısa zamanda ulaştı.

    Saraya gelen kuyumcuyu hekim alıp padişahın huzuruna götürdü. Padişah kuyumcuya iltifatlar yağdırıp ihsanlarda bulundu. Hazinesini ona teslim etti:

    Hekim bunun üzerine: 'Ey padişah o cariyeyi bu kuyumcuya ver ki hastalıktan tamamen kurtulup iyileşsin.' dedi...

    Padişah o ay yüzlü güzeli kendi eliyle kuyumcuya verdi, altı ay murat alıp murat verdiler. Böylece kız tamamen iyileşmiş oldu.

    Ondan sonra hekim kuyumcuya bir ilaç hazırladı. İlacı içen kuyumcu hastalanarak günden güne çirkinleşip erimeye başladı. Eski güzelliğinden eser kalmadı.

    Kuyumcu böyle günden güne eriyip çirkinleşince kızın gönlü de ondan soğudu, aşkı günden güne azaldı. Bir müddet sonra kuyumcu öldü. Ölünce de kızın aşkı tamamen sona erdi. Böylece o güzeller güzeli o aşktan ve hastalıktan arınıp tertemiz oldu...

    Bu cihan bir dağdır, bizim yaptıklarımız ise ses, seslerin aksi yine dönüp bize gelir.

  • mevlana03.07.2004 - 15:51

    Dua edenin, 'Rabbim' demesi, Allah'in 'efendim' demesinin ta kendisidir..

    Birisi her gece kalkip Allah'i aniyor, O'na dua ediyordu.. Seytan ona dedi:

    - Ey Allah'i cok anan kisi, butun gece 'Allah' deyip cagirmana karsilik seni buyur eden var mi? Sana bir tek cevap bile gelmiyor, daha ne zamana kadar dua edeceksin? ..

    Adamin gonlu kirildi, basini yere koydu ve uyudu. Ruyasinda ona söyle dendi:

    - Kendine gel uyan! Niye duayi, zikri biraktin? .. Neden usandin? ..


    Adam:

    - 'Buyur' diye bir cevap gelmiyor ki, kapidan kovulmaktan korkuyorum dedi. Bunun üzerine dendi ki ona:


    - Senin Allah demen, O'nun buyur demesi sayesindedir..
    Senin yalvarisin, Allah'in senin ruhuna haber ucurmasindandir..
    Senin cabalarin, careler araman, Allah'in seni kendine yaklastirmasi, ayaklarindaki baglari cozmesindendir..
    Senin korkun, sevgin, umidin Allah'in lutfunun kemendidir..
    Senin her 'Yarabbi' demenin altinda, Allah'in buyur demesi vardir..
    Gafilin, cahilin cani, bu duadan uzaktir..
    Cunku 'Yarabbi' demeye izin yok ona..
    Agzinda da kilit var, dilinde de..
    Zarara ugradigi zaman, aglayip, sizlamasin diye Allah ona dert, agri, sIzI, gam, keder vermedi..
    Bununla anla ki, Allah'a dua etmeni, O'nu cagirmani saglayan dert, dunya saltanatindan daha iyidir..
    Dertsiz dua soguktur. Dertliyken yapilan dua gonulden kopar..

  • mevlana03.07.2004 - 15:50

    Artık hikayelerini mesneviden ekleme zamanı geldi sanırım..
    .Bana günah etmediğin bir ağızla dua et! ”

    Mevlâna’dan



    Cenab-ı Hakk; “Ey Musa! Bana günah etmediğin, kötü söz söylemediğin

    bir ağızla dua et, sığın! ” buyurdu..

    Hz. Musa; “Benim öyle bir ağzım yok.” Dedi..

    Hakk da buyurdu ki;

    “Öyle ise bize başkalarının ağzı ile dua et! ”



    Çünkü sen, başkasının ağzıyla günah işlemediğin için o ağız senin için temizdir, günahsızdır.

    Öyle hareket et ki, başkalarının ağzı gece gündüz sana dua etsin.

    Sen, başka birinin ağzı ile kötü söz söylemediğin, günaha girmediğin için o başka birinin özür dileyen ve dua eden ağzı yok mu, işte o ağız senin için günah etmediğin ağızdır.”



    Peygamber Efendimiz: “Günah işlemediğiniz dillerle dua ediniz! ” buyurmuştur. Ashab; “Bize böyle diller lutfet ey Allah’ın Resûlü! ” demişler.

    Peygamberimiz de buyurmuş ki; “Bazınız bazınıza dua etsin. Çünkü sen, onun diliyle kötü söz söylemedin; o da senin dilinle günaha girmedi.” Buyurmuştur.



    Kişinin yanında bulunmayan mü’min kardeşine dua etmesi, Allah’ın makbulu olur, başucunda bu işe memur edilmiş melek o kardeşine dua ettikçe; “Amin! ” der. “Sana da dua ettiğin gibi olsun! ” ve “Kardeşin kardeşe guyabında duası reddedilmez! ” ve “İki dua vardır ki, reddedilmez; o dua edenlerle Allah arasında bir perde yoktur; Biri, zulüm gören kişinin duası, öbürü de mü’minin kardeşine gıyabında ettiği dua.”

    Hadisleri yukarıdaki beyitin anlaşılmasına yardımcı olur.

    Yahut da kendi ağzını günahtan, kötü sözlerden arıt, temizle;

    Ruhunu günah yükünden kurtar, çevik hale getir.

  • aşk03.07.2004 - 15:42

    Haber Eylen Aşıklara Aşka Gönül Veren Benem...
    (Yunus Emre)

    Bazılarının aşkı kendilerine perdedir. Hakikati göremediklerinden aşkı zillet olarak algılar... Yunus Emre'nin aşkı ne telefon defteri ile bitiyor ne de ölümle....
    Yaktın beni Yunus Emre...

  • trabzon03.07.2004 - 15:38

    ALi Şükrü Bey, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Nazan Bekiroğlu, Fatih Sultan(1461) , Yavuz Sultan, Kanuni....Laz İsmail (Kurtuluş Savaşı) ve ben :)
    Memleketim...

  • mafya03.07.2004 - 15:28

    Eskiden Osmanlı devrinde, bazı filmlerde rastladığımız gibi çeşitli mahalle yiğitleri olurdur, Bunlar bir haksızlık olduğunda adaletin yerine getirilmesi için bilek ve yüreklerini kullanırdı. Bu işten başka bir işleri de olmaz idi. Geçimlerini halkın yardımı ile sağlarlardı.
    Cumhuriyet devrinde kabadayılık içerik değiştirdi.Artık farklı işlerden para kazanır oldular. Meyhana, kumarhane vb. Zamanla bu iş boyut değiştirdi bu kabadayıların yerini mafya aldı. Her türlü kural tanımamazlık genel kural oldu...

  • hacker02.07.2004 - 13:18

    PHP 5 yolda..
    Yeni bir programdan bahserdiyorlar :) bu programlarda olmasa zaten derdi büyük olcak insanların...10 saniyede hotmail hack... (Çok büyük marifet(!) sanki adamın mailini hacklemek)