Daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yağamıyorum yeni bir koşunun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere sığamıyorum.
Pembe uçurtmalar yolladığından beri sarardı tiryaki menekşeleri sonbaharın tozlu kafeslerinde sevgi turnaları yakalıyorum turnalar gidiyor; ben kalıyorum avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum Erzurum garında banklar üstünde uyku tutmuyor karanlıkları yitik düşlerimi kovalıyorum gölgeler gidiyor; ben kalıyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar siyah gözlerine beni de götür baharın koynundan koparıp sana ipek bir mendile sardığım yüreğimle şehzade gülleri gönderiyorum umutlar kalıyor; ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini kaptanları sorgulayan yanından geçen küheylanların korku tufanına yakalandığı siyah gözlerine beni de götür güneş ülkesinden gelen yiğitler benzeri olmayan bir dünya kursun cellat,ayrılığın boynunu vursun.
Usul usul intizarı çürüten bu hercai diken,bu çılgın arzu sürüklüyor imkansız muştuların eşiğine gönül vadilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi düşüyorum tanyerine ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefasız şarkıyı bitir özgürlüğe giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür.
Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nûr Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebâbil dudağından Rahmet vâdilerinden boşanır âb-ı hayat En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat Yıllardır bozbulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin alev alev içime bir ân düştü Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak Yeryüzü avâredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzîde mektuptur, çağların ötesinden Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sukûtu yâr, sevinci duâlar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mâzide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser mâveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler şahının hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücellâ çehreni izleseydim ebedî Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Dolaşan ben olsaydım Sâve'nin damarında Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin Ebedî aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şûlenin Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü Sana meftûn ve hayran, sana râm olanlara Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü
Bâdiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebvâ'da esen rüzgâr Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihâr Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryâdım Tereddüt oymak oymak kemirdi gurûrumu Bahîra'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adâletin kılıcı, kalkan düştü Mahkûmlar yargılıyor, hâkimler mahkûm şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri Ahûların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur hâneleri Sensiz hayat, toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar; sonra heyelân düştü Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer Sensizlik diyârından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billûr dudaklarından
Madenî arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü herşey sanki; âsûman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî Hazîndir ki, dertleri aşmaya ummân düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır Sesini duymayanlar, girdâbında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradım Bir melâl zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Ay gibisin Güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyrâ'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekânın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şâhikası gülümserdi yüzüme Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryân düştü Toplumun gündemine koyu bir isyân düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyân düştü
Islaklığı sanaydı âhımın, efgânımın İçimde hicranımla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; âhenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, sayrılığıma seninle dermâan düştü Beynimin merkezine ölümsüz fermân düştü Silindi hayalimden bütün efsûnu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahmân düştü
Nefesinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek Aydınlığa nûrunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir semâ; sana muhtâçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasına heyhât, sû-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.
Trabzon ilinin yetiştirdiği nadide insanlardar biridir. Halen Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde Bölüm Başkanlığı yapmaktadır. Son yıllarda çıkarmış olduğu kitaplar ile kültür dünyamıza kaliteli eserler kazandırmıştır. Öğrencisi olmak benim için mutluluk verici bir durum...Allah başımızdan eksik etmesin...
İnsanın sözleri, kendi karakter yapısından ve ruh dünyasında yol alır... Fikri çilesi dahi olmamış insanlar karşı tarafı manik depresif olarak nitelendirip kendilerini aşikar ediyorlar... Herkes içindekinden söz eder.
Bu terimin ana sayfadan kalması beni sevindirdi. Bu hakikati söylemek istiyorum...! İlk giriş cümlesi Kur'andan aldığı bir ifade olan arkadaşımız, kendi hayatında gördüğü nankörlükle Kur'anda geçen nankörlük kelimesini karıştırdı. Yahut bilmiyor...!
Arkadaşının yaşamış olduğu olay bir ölçüt olarak bile alınamaz..O bir kader konusu idi. Sen akademik kariyerine bunları eklersen sana kaynak diye bunları mı gösterdin deyip yüzüne atarlar o kağıt parçalarını...
Seçmiş olduğun nickler ve kullandığın kelimeleraz çok senin hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlıyor... Özelimde çeşitli ithamlarda bulunmuşsun. Öncelikle ben validenizden başlayın ifadesini Kur'anda geçen kavram için kullandım.. Ama sizin düşünceniz anneme boynuz konusunu mu soracağım şeklinde şartlandığı için epey hiddetlendiniz... Şunu belirtmek isterim. Kem söz sahibine aittir ve O'nun ruh dünyasını yansıtır. Eğer ki, o kadar iddialısınız! [fazla uzun sürmez :) ] sadece mesj gönderin ve içerisinde adresiniz olsun. Seni ziyaret ederim...! Klavyede delikanlılık yapmaya gerek yok... Burada da saçmalamaya gerek yok.... Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz demişler... Cennet anaların ayakları altındadır... Hizmet edeceğin zaman önce validemizden başlamamız gerektiğini yine Yüce dinimiz bize anlatır... Anne hakkı, baba hakkından daha kıymetlidir.
Bu yukarıdaki yazdıklarımın bir kısmı Hadis-i Şeriftir. Kaynak göstermek ihtiyacı hissetmiyorum ama bir dahaki sefere inşallah daha titiz davranırım bu konuda.... Nankör bir insanın ayağını altına Cennet konulmuş... Ne büyük bir çelişki...
Paranoyakların hedefi haline gelen bir şahıs.... Vatana ve millete ettiği hizmetler birileri tarafından her zaman paranoyakça değerlendirilmiş ve bu şekilde kabul görülmesi istenmiştir. Yaptığı hizmetleri inkar etmek boşunadır.
Modernin, farklılıkların altını çizerek konumlandırdığı ve üzerine koca bir sistem inşa ettiği, ancak kendi içinden çıkan feminist ideolojinin ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel eşitliğe ayarlı itiraz politikalarıyla hep bir yanlarından çekiştirip durduğu toplumsal cinsiyet kurgusu, post-modern çağın her şeyi aynı kazanda kaynatan rahatlığıyla iflasın eşiğine geldi dayandı işte. Kentli, eğitimli, güçlü ve özgür kadın modelinin verili olanla ve diğer cinsle uyumsuzluğundan çoktandır şikayet edilmekte, bozulan denklemin nasıl düzeltileceği üzerine kafa yorulmaktaydı.
Beklenen oldu en sonunda, iyi de oldu! Erkeksileşen kadına karşılık, kadınsılaşan erkek tipi de üretildi ve denge nihayet kuruldu!
Şimdiye kadar daha çok kadın kimliği/bedeni üzerine sistematik çalışmalar yürütüp erkekleri ihmal eden moda, kozmetik, estetik, spor ve medya sektörü, büyük bir özveriyle elele verdi ve tasarlayıp kalıba döktüğü yeni erkek tipini iftiharla sundu dikkatimize: Metroseksüel erkek!
Global medya aracılığıyla tüm dünyaya pazarlanan bu yeni tip erkek, sinema, müzik, spor ve moda aracılığıyla isim olarak değilse bile, cisim olarak epeydir hayatımızdaydılar zaten. Adının konulup gündelik dilde dolaşıma sokulması ise elbette, Batı'da yükselen her 'yeni' dalgayı, filtresiz bir ivedilikle kıyılarımıza taşıyan işgüzar medyanın eliyle/diliyle oldu. Ve orada yüksek sesle tekrar edilir edilmez de anında popüler oldu.
Erkekler artık ne light, ne maço
Metroseksüel erkek; kadınlara özgü davranış ve görünüş kalıplarını yadırgamadan sergileyen; rahatça ağlayabilen, yüksünmeden yemek yapıp alış verişe çıkan ve 'kadın gibi' bakımlı olmaktan çekinmeyen bilakis bunun için çaba gösteren kentli, eğitimli, heteroseksüel erkek için kullanılan bir tanımlama. David Beckham, Justin Timberlake, Ben Affeck, Hugh Grant gibi yabancı örneklerinin yanısıra İlhan Mansız, Tarkan, Özcan Deniz, Teoman ve Mirgün Cabas gibi yerli versiyonları da mevcut.
Erkekler için biçilen bu yeni fistanın bu kadar kolay kabul görmesi şaşırtıcı tabii. Ama hayır, şaşırtıcı olan imaj kültürüne umulandan kolay adapte olan toplumun bütününün tavrı değil, hele hele 'kadın kısmı'nın tavrı hiç değil. Şaşırtıcı olan; üzerine titredikleri erkeklik algıları ve konsantre bir özgüvenle yaşamaya alışmış, 'kılıbık' görünmektense 'maço' görünmeyi, 'light erkek' sayılmaktansa 'taş fırın erkeği' sayılmayı yeğleyen erkeklerimizin gevşek rahatlığı.
Gerçi bundan on yıllarca önce, cinsel kimliğiyle birlikte toplumsal kural ve algılara da meydan okuyan, kadın kılığında dolaşıp makyajlı yüzüyle TRT ekranlarında gerdan kırıp göz süzerek şarkılar söyleyen ilk popüler figürümüz Zeki Müren'in kadınlar kadar erkekler tarafından da kabul gördüğünü, hele hele 'paşa' diye bağırlara basıldığını hatırlayınca, pek de şaşırmamak gerek aslında.
Önce sakalından sonra bıyığından vazgeçen Türk erkeğinin bir süredir bu yolda epeyce mesafe kaydetmiş olduğu da hatırlanmalı elbette. Henüz tüm erkeklerce içselleştirilmiş olmasa da, yine de malum; kişisel bakımına 'bir kadın gibi' önem veren yeni kentli erkekler, manikür ve pedikürün yanı sıra cilt ve saç bakımı yaptırıp fazla yağlarını aldırmakta, burunlarını yaptırıp vücut kıllarından kurtulmak için epilasyon merkezlerinin kapısını aşındırmakta, bu halleriyle de sık sık medyaya 'malzeme' olmakta idiler. Sıradışı bulundukları için haber olan bu erkeklerin durumları artık son derece sıradan.
'Hem dersini bilmiyor hem de çirkin herkesten'
Her yeni kimlik tasarımının hayata bu denli kolay aktarımında medyanın ve her şeyi sevimli gösteren popüler kültürün etkisi büyük. Teşhir-gözetleme-taklit üzerine kurulan ve birbirini etkileyerek devamlılığı sağlayan mevcut durumda, kazananın yine kapitalist sistem olduğunun gözden kaçırılmaması gerekiyor. Yeni icat üretim/tüketim formülüyle insan türünü değişikliğe uğratan sistemin yeni ekmek kapısı çünkü bu.
Kapitalizm, kalbi ve aklıyla oynadığı insanların bedeniyle de öyle ustalıkla oynuyor ki, her durumdan kârlı çıkan yine ve hep o oluyor.
İştahını kışkırtıp her türlü abur cuburla şişmanlattıklarının bir yandan kulağına fısıldıyor sinsice; 'Ne kadar çirkinsin! ', bir yandan da parmağıyla göstererek bağırıyor yüksek sesle; 'Bakın, hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten! '
Bedeninden hoşnutsuzluk duyup soluğu güzellik merkezlerinde alan kadınlardan sonra erkekler de aynı derse/hizmete talip artık. Onlar da sevebileceği, utanmadan gururla gösterebileceği yüzlere/vücutlara sahip olmak için beden sanayiinin kapısını çalıyor. Moda, kozmetik ve estetik sektörleri ise geri çevirmiyor tabii yeni müşterilerini ve hiç de azımsanmayacak bir ücret karşılığında ürün ve hizmetlerinden sunuyor memnuniyetle.
Günümüz kadını gibi erkeği de, tıpkı 'Pavlov'un köpekleri' gibi işaret gelir gelmez 'efendi'den, fazlalıklarından kurtulup ideal ölçülere, kabul görmüş kalıplara sığmaya çalışıyor şimdilerde.
AŞKIM ISYANIMDIR BENIM
Yanarim; öyle bakma yüzüme yagmur gibi
Dagit kalbini saran hasret bulutlarini
Damlasin gözlerine sonsuzluk usaresi
Dalginlik evlerinin en güzel melikesi
Sevemem; tozlu raflar arasina girmeden
Çöllerim kandir benim
Sevemem; karanligi bir daha devirmeden
Aşkim isyandir benim
NURULLAH GENÇ
Siyah Gözlerine Beni de Götür
Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.
Pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor; ben kalıyorum
avareyim,asudeyim,yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor; ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tufanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat,ayrılığın boynunu vursun.
Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç
YAĞMUR
Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebâbil dudağından
Rahmet vâdilerinden boşanır âb-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat
Yıllardır bozbulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin alev alev içime bir ân düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü avâredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzîde mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sukûtu yâr, sevinci duâlar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mâzide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser mâveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücellâ çehreni izleseydim ebedî
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu, fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Kâtil sinekler deldi hicâbın perdesini
İstiklâl boşluğunda arılar nâdân düştü.
Dolaşan ben olsaydım Sâve'nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedî aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şûlenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü
Sana meftûn ve hayran, sana râm olanlara
Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü
Bâdiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebvâ'da esen rüzgâr
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihâr
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryâdım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gurûrumu
Bahîra'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adâletin kılıcı, kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor, hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahûların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur hâneleri
Sensiz hayat, toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar; sonra heyelân düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyârından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billûr dudaklarından
Madenî arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü herşey sanki; âsûman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî
Hazîndir ki, dertleri aşmaya ummân düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar, girdâbında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melâl zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Ay gibisin Güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyrâ'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekânın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şâhikası gülümserdi yüzüme
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryân düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyân düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyân düştü
Islaklığı sanaydı âhımın, efgânımın
İçimde hicranımla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; âhenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, sayrılığıma seninle dermâan düştü
Beynimin merkezine ölümsüz fermân düştü
Silindi hayalimden bütün efsûnu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahmân düştü
Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nûrunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir semâ; sana muhtâçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasına heyhât, sû-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.
Yüreğimize kılavuz olmuş..
Trabzon ilinin yetiştirdiği nadide insanlardar biridir. Halen Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde Bölüm Başkanlığı yapmaktadır. Son yıllarda çıkarmış olduğu kitaplar ile kültür dünyamıza kaliteli eserler kazandırmıştır.
Öğrencisi olmak benim için mutluluk verici bir durum...Allah başımızdan eksik etmesin...
Şifozren :)) , mantığa bakın....
İnsanın sözleri, kendi karakter yapısından ve ruh dünyasında yol alır... Fikri çilesi dahi olmamış insanlar karşı tarafı manik depresif olarak nitelendirip kendilerini aşikar ediyorlar...
Herkes içindekinden söz eder.
Bu terimin ana sayfadan kalması beni sevindirdi. Bu hakikati söylemek istiyorum...! İlk giriş cümlesi Kur'andan aldığı bir ifade olan arkadaşımız, kendi hayatında gördüğü nankörlükle Kur'anda geçen nankörlük kelimesini karıştırdı. Yahut bilmiyor...!
Arkadaşının yaşamış olduğu olay bir ölçüt olarak bile alınamaz..O bir kader konusu idi. Sen akademik kariyerine bunları eklersen sana kaynak diye bunları mı gösterdin deyip yüzüne atarlar o kağıt parçalarını...
Seçmiş olduğun nickler ve kullandığın kelimeleraz çok senin hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlıyor...
Özelimde çeşitli ithamlarda bulunmuşsun. Öncelikle ben validenizden başlayın ifadesini Kur'anda geçen kavram için kullandım.. Ama sizin düşünceniz anneme boynuz konusunu mu soracağım şeklinde şartlandığı için epey hiddetlendiniz...
Şunu belirtmek isterim. Kem söz sahibine aittir ve O'nun ruh dünyasını yansıtır. Eğer ki, o kadar iddialısınız! [fazla uzun sürmez :) ] sadece mesj gönderin ve içerisinde adresiniz olsun. Seni ziyaret ederim...!
Klavyede delikanlılık yapmaya gerek yok... Burada da saçmalamaya gerek yok....
Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz demişler...
Cennet anaların ayakları altındadır...
Hizmet edeceğin zaman önce validemizden başlamamız gerektiğini yine Yüce dinimiz bize anlatır...
Anne hakkı, baba hakkından daha kıymetlidir.
Bu yukarıdaki yazdıklarımın bir kısmı Hadis-i Şeriftir. Kaynak göstermek ihtiyacı hissetmiyorum ama bir dahaki sefere inşallah daha titiz davranırım bu konuda....
Nankör bir insanın ayağını altına Cennet konulmuş... Ne büyük bir çelişki...
Paranoyakların hedefi haline gelen bir şahıs....
Vatana ve millete ettiği hizmetler birileri tarafından her zaman paranoyakça değerlendirilmiş ve bu şekilde kabul görülmesi istenmiştir.
Yaptığı hizmetleri inkar etmek boşunadır.
Başımın Tacı...
Erkeklere yeni fistan: 'Metroseksüellik'
Modernin, farklılıkların altını çizerek konumlandırdığı ve üzerine koca bir sistem inşa ettiği, ancak kendi içinden çıkan feminist ideolojinin ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel eşitliğe ayarlı itiraz politikalarıyla hep bir yanlarından çekiştirip durduğu toplumsal cinsiyet kurgusu, post-modern çağın her şeyi aynı kazanda kaynatan rahatlığıyla iflasın eşiğine geldi dayandı işte. Kentli, eğitimli, güçlü ve özgür kadın modelinin verili olanla ve diğer cinsle uyumsuzluğundan çoktandır şikayet edilmekte, bozulan denklemin nasıl düzeltileceği üzerine kafa yorulmaktaydı.
Beklenen oldu en sonunda, iyi de oldu! Erkeksileşen kadına karşılık, kadınsılaşan erkek tipi de üretildi ve denge nihayet kuruldu!
Şimdiye kadar daha çok kadın kimliği/bedeni üzerine sistematik çalışmalar yürütüp erkekleri ihmal eden moda, kozmetik, estetik, spor ve medya sektörü, büyük bir özveriyle elele verdi ve tasarlayıp kalıba döktüğü yeni erkek tipini iftiharla sundu dikkatimize: Metroseksüel erkek!
Global medya aracılığıyla tüm dünyaya pazarlanan bu yeni tip erkek, sinema, müzik, spor ve moda aracılığıyla isim olarak değilse bile, cisim olarak epeydir hayatımızdaydılar zaten. Adının konulup gündelik dilde dolaşıma sokulması ise elbette, Batı'da yükselen her 'yeni' dalgayı, filtresiz bir ivedilikle kıyılarımıza taşıyan işgüzar medyanın eliyle/diliyle oldu. Ve orada yüksek sesle tekrar edilir edilmez de anında popüler oldu.
Erkekler artık ne light, ne maço
Metroseksüel erkek; kadınlara özgü davranış ve görünüş kalıplarını yadırgamadan sergileyen; rahatça ağlayabilen, yüksünmeden yemek yapıp alış verişe çıkan ve 'kadın gibi' bakımlı olmaktan çekinmeyen bilakis bunun için çaba gösteren kentli, eğitimli, heteroseksüel erkek için kullanılan bir tanımlama. David Beckham, Justin Timberlake, Ben Affeck, Hugh Grant gibi yabancı örneklerinin yanısıra İlhan Mansız, Tarkan, Özcan Deniz, Teoman ve Mirgün Cabas gibi yerli versiyonları da mevcut.
Erkekler için biçilen bu yeni fistanın bu kadar kolay kabul görmesi şaşırtıcı tabii. Ama hayır, şaşırtıcı olan imaj kültürüne umulandan kolay adapte olan toplumun bütününün tavrı değil, hele hele 'kadın kısmı'nın tavrı hiç değil. Şaşırtıcı olan; üzerine titredikleri erkeklik algıları ve konsantre bir özgüvenle yaşamaya alışmış, 'kılıbık' görünmektense 'maço' görünmeyi, 'light erkek' sayılmaktansa 'taş fırın erkeği' sayılmayı yeğleyen erkeklerimizin gevşek rahatlığı.
Gerçi bundan on yıllarca önce, cinsel kimliğiyle birlikte toplumsal kural ve algılara da meydan okuyan, kadın kılığında dolaşıp makyajlı yüzüyle TRT ekranlarında gerdan kırıp göz süzerek şarkılar söyleyen ilk popüler figürümüz Zeki Müren'in kadınlar kadar erkekler tarafından da kabul gördüğünü, hele hele 'paşa' diye bağırlara basıldığını hatırlayınca, pek de şaşırmamak gerek aslında.
Önce sakalından sonra bıyığından vazgeçen Türk erkeğinin bir süredir bu yolda epeyce mesafe kaydetmiş olduğu da hatırlanmalı elbette. Henüz tüm erkeklerce içselleştirilmiş olmasa da, yine de malum; kişisel bakımına 'bir kadın gibi' önem veren yeni kentli erkekler, manikür ve pedikürün yanı sıra cilt ve saç bakımı yaptırıp fazla yağlarını aldırmakta, burunlarını yaptırıp vücut kıllarından kurtulmak için epilasyon merkezlerinin kapısını aşındırmakta, bu halleriyle de sık sık medyaya 'malzeme' olmakta idiler. Sıradışı bulundukları için haber olan bu erkeklerin durumları artık son derece sıradan.
'Hem dersini bilmiyor hem de çirkin herkesten'
Her yeni kimlik tasarımının hayata bu denli kolay aktarımında medyanın ve her şeyi sevimli gösteren popüler kültürün etkisi büyük. Teşhir-gözetleme-taklit üzerine kurulan ve birbirini etkileyerek devamlılığı sağlayan mevcut durumda, kazananın yine kapitalist sistem olduğunun gözden kaçırılmaması gerekiyor. Yeni icat üretim/tüketim formülüyle insan türünü değişikliğe uğratan sistemin yeni ekmek kapısı çünkü bu.
Kapitalizm, kalbi ve aklıyla oynadığı insanların bedeniyle de öyle ustalıkla oynuyor ki, her durumdan kârlı çıkan yine ve hep o oluyor.
İştahını kışkırtıp her türlü abur cuburla şişmanlattıklarının bir yandan kulağına fısıldıyor sinsice; 'Ne kadar çirkinsin! ', bir yandan da parmağıyla göstererek bağırıyor yüksek sesle; 'Bakın, hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten! '
Bedeninden hoşnutsuzluk duyup soluğu güzellik merkezlerinde alan kadınlardan sonra erkekler de aynı derse/hizmete talip artık. Onlar da sevebileceği, utanmadan gururla gösterebileceği yüzlere/vücutlara sahip olmak için beden sanayiinin kapısını çalıyor. Moda, kozmetik ve estetik sektörleri ise geri çevirmiyor tabii yeni müşterilerini ve hiç de azımsanmayacak bir ücret karşılığında ürün ve hizmetlerinden sunuyor memnuniyetle.
Günümüz kadını gibi erkeği de, tıpkı 'Pavlov'un köpekleri' gibi işaret gelir gelmez 'efendi'den, fazlalıklarından kurtulup ideal ölçülere, kabul görmüş kalıplara sığmaya çalışıyor şimdilerde.