![Suware Cucikan](/Content/img/no-image.jpg)
Suware Cucikan
' YENİ BAŞLAYAN GÜN, EVRİMİN, VAROLANIN GELİŞİMİNİN VE -KİM BİLİR- BİLGELİĞİN YOLUNDAKİ BİR ADIMIN ŞAFAĞIDIR. ' [LAURENCE E. FRİTSCH
' YENİ BAŞLAYAN GÜN, EVRİMİN, VAROLANIN GELİŞİMİNİN VE -KİM BİLİR- BİLGELİĞİN YOLUNDAKİ BİR ADIMIN ŞAFAĞIDIR. ' [LAURENCE E. FRİTSCH
soyadı insanda şaibe uyandıran ve hatta bu ne saçmalıyor dedirten insan..
-**Yağmur,ben ve içimdekı sen
ben hayatta ıkı buyuk tehlıkeyle artık mucadele etmek zorunda kalıyorum; sensızlık ve umutsuzluk........benı bu gune kadar ayakta tutan umut ıken,benumutsuz artık nasıl yaşarım; nasıl dırenecem senın yokluguna, ve hayatın acımasızlıgına..yagmura ev sahıplıgı yapan gece hıç aşılmayacak gıbı karşımda duruyordu.. hazırlıksızdım ve sensızdım senı bulma çaresıyle
her sokak başında olurmuşçasına, her an her yerde karşıma çıkarcasına senı arıyordum çaresızce.. yuregım adeta kan aglıyıyordu çünkü....koynuma hasretını alıp uyumaktan artık nefret edıyordum, bu yuzden gece bıtsın dıye yürüyordum yurüyordum,yuruyordum, yuruyordum.............................
ah ah şu kosebaşını dondugumde senı gorebılsem, yada şu parkın sırıl sıklam olmuş banklarında bırınde otururken senı bula bılsem. ne olurdu sankı; yuregımdekı yangının sebebı, bılıyorum yagmur yureklım senınle konuşurken sen demıştın bana, senınde benım gıbı bır yagmur sevdalısı oldugunu, o yuzden ben sana yagmur yureklım demıştım ya şu anda yanımda olsaydın ellerın ellerımde
ıkımız ılıklerımıze kadar ıslanıp bu gune kadar çekmış oldugumuz dertlere, hasrete, yalnızlıga, ınat avazımız çıkana kadar bas bas
bagırsaydık..... ama nerde ben her zaman kı gıbı sensızlıgın vermış oldugu ızdırapla ütopanık bır alemde yaşıyorum.....bır köşe başını daha donuyorum ama ama sen yıne yoksun; meger sen olmayacakmışsın hıç bır yerde, bana sadece yagmur eşlık edıyor............
ben bu şehrın sokaklarında deyıl, senın yoklugunda kayboluyordum; nereye gıtsem dıye duşunurken sen olmadıktan sonra nereye gıtsem ne yapsam ne onemı vardı kı oylece amaçsızca dolaşıyormuşum meger... oysa ben her koşe başına her sokaga sevdamızı yazmak ısterdım aşkımız; yılara, yagmura, zamana meydan okuyacaktı.... yıkılmayacaktı yıpransada ayakta duracaktık antık çaglarda kalan bır kale gıbı...
bır maratonun ıkı guçlu koşucusu gıbı olacaktık. sevda koşumuz ancak olumle bıtecektı.. yamur duruyor yavaş yavaş...ama kıme ne ben içimdekı yagmuru dındıremedıkten sonra ben içimdekı kara bulutları kovmadıktan sonra gokte yıldızların gorunmesı neye yarardı.. içim üşüyordu ve tıtrıyordum bır sabahçı kahvesıne gırdım demı sevdalardan suzulmuş bır bardak taze çay tıtrememı durduyordu bıraz.......
kahvecı çıragınının sesıyle ırkıldım (abı çok ıslanmışsın geç sobanın başına bıraz kurulan) oysa o bılmıyordu kı benı bır yanardagın içine atsalar ben ısınmam benı ancak sevdıgımın yagmur yureklımın tenının sıcaklıgı hayata dondure bılır çay bogazımda geçmıyordu bıtırmeden kalktım... bılıyordum bır başka gece bır başka yagmurda yıne sensız yuruyecektım ben bu yolları hep sensız mı yuruyecektım....
ben varken o yok.o geldiğinde ise ben olmayacağım....gerisi teferruat.
Fado, 19. yüzyıldan günümüze kadar uzanmış bir Portekiz halk müziği türüdür. Fado'nun tam bir çevirisi olmamakla beraber, kelime anlamı kadere veya alın yazısına yakındır.
Fado, balıkçı, kaşif ya da denizci olan sevgililerini, eşlerini denize uğurlayan ve onların geri dönmesini umutla bekleyen 19. yy Portekiz kadınlarının artık beklenen yakınlarının geri gelmemesi üzerine denize karşı yaktıkları ağıtlardan türemiştir. Bu nedenle Fado, derin acıların, hüzünlerin, özlemin, nostaljinin, mutluluğun ve aşkın ifade edildiği bir müzik türüdür.
fenomen.:olay..olgu
görüngü
hayranlık uyandıracak kadar dikkat çekici.
gidiyorum'sana korkular bıraktım.birde yeni başlangıçlar.
bir kendim.bir ben gidiyorum.
Kapın her çaldığında o mudur diyeceksin..
bir nehirki ömrüm taşır bin yıllık kavgasını yurtsuz aşklarını
bir nehirki ömrüm yüreğim başeğmez bir haylaz..
bir nehirki ömrüm...
bir mavzer buğusunda oy gözlerin kıyısında
hazarın büyüsünde soğan kırıp zafere aşkı içeceğiz..
unutulmayan.hiç unutulmayası..yaşayan yaşatan..şarkılar
sahrud gökyüzü geliniydi.
yüzüne bulut inse dolardi masal gözleri.
bir solukluk rüzgarda bile
usul usul kanardi gelincik bedeni.
seyduna yeryüzü cehennemi.
ölüm, çagrili uçurumlarda sinardi sevdasini
yalniz ufuk çizgisinde bulusurlardi,
onu da günes günde iki kez atese verirdi.
ıki iklim ayrildilar.
“ya sahrud! ” dedi seyduna
“gözlerime mermi diye sevdani sürdüm.
ardina bakma, gözyasimla vurulursun.
su gibi git.”
sahrud’un yüzüne keder mayin gibi durdu.
ve zaman gözlerinin su yesilinde kuruldu.
hüzün bir buda heykeli gibi çirilçiplak,
yüzlerine oturdu.
rivayet odur ki,
sahrud vardigi denizlerde hala
seyduna türküleriyle uyanmakta,
seyduna, sahrud’un gözlerinden kalan
masalla yaslanmakta.)
ünlü sosyolog Nilüfer Gölenin.dilimize soktuğu bu kavramla birlikte.ben gibi acaba türklerin başka hangi renkleri var diye düşünen de olmuşmudur acaba......! neyse avrupalarda. kolejlerde okuyan. yaşam standartları ülke durumunun hayli ötesinde olan felsefelerini daha çok ve kaliteli tüketim üzerine kuran hatta bu tüketimi de markalarıyla eşe.dosta ve televolelerle diğer türkiyeye duyuran. tüm bu saltanat içinde mutsuz olup hayatı panzehirsiz kaldıramayanlar vs vs
değişik ses.değişik yorum.klişeyi bir kenara atmış içinden geldiği gibi.içten söylüyor.alışılmışın dışında..dinliyorum ve beğeniyorum.
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez kimse bilmezz
bulut geçti gözyşları kaldı çimende
gül rengi şarap içilmezmi böyle günde
seher yeli eser yırtar eteğini gülün
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
o anda hangi ruh haline yakınsak ona uygun şeyler dinlemeyi çağrıştırıyor.bende bu aralar durmadan bir bunu birde gemiyi dinleyip duruyorum.