bir rivayete göre imamı şibli hazretleri ile şeytan (iblis) arasındaki hadise.bir rivayete göre şeytan (iblis) imamı şibli,ye geliyor ve diyorki ey imamı şibli insanların cehenneme girmesi için görevlendirildiysem neden ben cehenneme gireyim buda allah,ın takdiriyse der imamı şibli hazreteleri derki eğer bu senin kader,inse biz bunu allah c.c. nedendir diye soramayız takdir allah,ındır fakat sen bu yola tevessül ettiysen muhakkak,ki allah c.c. seni cehenneme koyacaktır şeytan (iblis) der ki ey imamı şibli ben bu söylediklerimle çoğu alimi insanı yoldan çıkardım der
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem herkesin yanında deccâlden söz ederek şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ tek gözlü değildir. Şunu unutmayın ki, deccâlin sağ gözü kördür. Onun bu gözü üzüm salkımından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibidir.”
yaklaşık beş sene önce manevi alemde ben peygamber kılıcı çiçeği gördüm gözlemledim müşahede ettim yaldızlı gümüş renkli kılıcı gördüm parlıyordu kılıc kabzası yanında hem sağında hem solunda dilini çıkarmış gümüş yılanlar gördüm çiçekli gülü,de gördüm
yaklaşık beş sene önce manevi alemde ben deccal,i gördüm gözlemledim müşahede ettim deccal,in sağ gözü siliktir sağ gözü sağ alt yanağındadır burnu çok uzundur kum kırmızısı teni vardır kızıl renklidir
rahman ve rahim olan allah,ın adıyla kehf suresi 60. Bir vakit Mûsâ, genç yardımcısına: “Durup dinlenmeyeceğim, demişti, ta ki iki denizin birleştiği yere varacağım. Varamazsam senelerce yürümeye devam edeceğim.”61. Onlar iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unutmuş bulundular. Balık sıyrılıp denizde bir yol tutmuştu bile.
62. Buluşma yerini farkına varmaksızın geçip gidince Mûsâ yardımcısına: “Getir artık kahvaltımızı” dedi, “Gerçekten bu seyahatimizde epey yorgun düştük.”
63. “Gördün mü? ”! dedi, “O kayanın yanında mola verdiğimizde, ben balığı unutmuşum! Muhakkak ki onu sana söylememi unutturan da şeytandan başkası değildir. Doğrusu balık, çok acayip bir şekilde canlanıp sıyrıldı ve denizde yolunu tutup gittiydi.”
64. “İşte gözleyip durduğumuz da bu idi ya! ” dedi. Derhal izlerini takip ederek gerisin geri dönüp kayanın yanına vardılar.
65. Orada bizim seçkin kullarımızdan öyle bir has kulumuzu buldular ki Biz ona lütfedip, nezdimizden rabbanî bir ilim öğretmiştik. 66. “Üstadım” dedi Mûsâ, “Sana öğretilen bu ilimden bana da bir şeyler öğretmen için sana tâbi olabilir miyim, beni talebeliğe kabul eder misin? ”
67. 68. “Doğrusu” dedi, “sen benimle beraberliğe sabredemezsin. Bütün yönleriyle kavrayamadığın meseleler karşısında nasıl kendini tutabilirsin ki? ”
69. “İnşaallah” dediMûsâ, “beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine karşı koymayacağım.”
70. “O halde” dedi, “bana tâbi olduğuna göre, hangi konuda olursa olsun, ben onun hakkında sana söz açmadıkça, asla bana soru sormayacaksın tamam mı? ”
71. Bunun üzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye rastlayıp ona bindiler ve o zat gemiyi deldi. Mûsâ duramayıp: “Ne yaptın öyle? ” dedi “İçindeki yolcuları denizde boğmak için mi yaptın bunu? Vallahi çok müthiş bir iş yaptın! ”
72. Hızır: “Sen benimle beraberliğe katlanamazsın dememiş miydim? İşte sen de gördün! ” dedi.
73. “Ne olur” dedi Mûsâ, “lütfen unutarak söylediğim bu sözden ötürü beni azarlama, bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma! ”
74. Yine yola koyuldular. Nihayet bir oğlan çocuğuna rastladılar ve Hızır onu öldürdü. Mûsâ atılıp: “Ne yaptın? ” dedi, “masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın! ”
75. “Sen benimle arkadaşlık etmeye katlanamazsın dememiş miydim? ” dedi.
76. Mûsâ: “Eğer” dedi, “sana bir daha soracak olursam, bundan böyle benimle hiç arkadaşlık etme! Artık özür dileyemeyecek hale geldim.”
77. Tekrar yola devam ettiler. nihayet bir şehre varıp o şehir halkından yiyecek istediler, ama ahali bunları misafir etmemekte diretti. Bu sırada Hızır orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar görür görmez onu düzeltiverdi. Mûsâ: “İsteseydin” dedi, “elbette buna karşı iyi bir ücret alabilirdin.”
78. Hızır: “İşte” dedi, “seninle ayrılmamızın vakti geldi. Şimdi sana hakkında sabırsızlık gösterdiğin o meselelerin içyüzlerini tek tek bildireyim:
79. Evvela, o gemi, denizde çalışan birtakım fakirlere ait idi. Ben onu kasden bir miktar zedeledim. Zira öte yanda, sağlam olan bütün gemileri gasbeden zalim bir hükümdar vardı.
80. Oğlan çocuğuna gelince: Onun ebeveyni mümin insanlar idi. Bu çocuğun onları ileride azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.
81. Onların Rabbinin, kendilerine, onun yerine daha temiz, daha hayırlı, merhamette ondan daha hisli bir çocuk ihsan etmesini diledik.
82. Gelelim duvara: O duvar şehirdeki iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında onlara ait bir define gömülü idi. Babaları, salih, iyi bir insandı. Rabbin onların reşit olacakları çağa gelip, definelerini o zaman çıkarmalarını irade buyurdu. Bütün bunlar Rabbinden birer lütuf ve rahmet olup, ben hiçbirini kendi görüşümle yapmış değilim. İşte hakkında sabırsızlık gösterdiğin meselelerin içyüzü bunlardan ibarettir.”
peygamber efendimiz hazreti muhammed mustafa s.a.v. hazreti ibrahim a.s. oğlu hazreti ismail a.s. soyundan gelir arap milletindendir peygamber efendimiz hazreti muhammed mustafa s.a.v. esmere çalan kumraldır
deccal ilahlık iddiasında bulunacak Hişam b.Âmir (r.a.) ’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.) : “Âdem’in yaratılışı ile kıyametin kopması arasında Deccâl’dan daha büyük bir fitne yoktur.
deccal,in sağ gözü siliktir
Resûllullah birgün Deccaldan söz açarak, “Şüphesiz, ben sizi, ona karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, gönderildiği toplumu ona karşı uyarmamış olsun. Nitekim Hz. Nuh da (a.s.) kavmini ona karşı uyarmıştı. Ama ben size Deccal hakkında hiçbir peygamberin kavmine söylemediği bir söz söyleyeceğim. Haberiniz olsun ki, o kördür, Halbuki Allah asla kör değildir.'(14) buyurmuşlardı.
“Kör olduğu halde insanlara, 'Ben sizin Rabbinizim' der. Halbuki sizin Rabbiniz kör değildir (yaratıklara benzemekten, her türlü kusur ve noksanlıktan uzaktır) .”(15)
“Allah kör değildir. Dikkat edin. Mesih-ı Deccalın sağ gözü kördür. Gözü sanki fırlamış bir üzüm tanesi gibidir.”(16) 'Silik gözlüdür.'(17)
Rivayetlerde Deccalın gözünün yeşil renkli bir cama,(18) ve parlak bir yıldıza benzetildiği de görülmektedir.(19)
Kurtubî bu rivayetlere dayanarak, Deccalın iki gözünün de kusurlu olduğunu, bir gözünün nurunun çekilmiş, diğerinde de yaratılıştan bozukluk olduğunu söylemektedir.(20)
bir rivayete göre imamı şibli hazretleri ile şeytan (iblis) arasındaki hadise.bir rivayete göre şeytan (iblis) imamı şibli,ye geliyor ve diyorki ey imamı şibli insanların cehenneme girmesi için görevlendirildiysem neden ben cehenneme gireyim buda allah,ın takdiriyse der imamı şibli hazreteleri derki eğer bu senin kader,inse biz bunu allah c.c. nedendir diye soramayız takdir allah,ındır fakat sen bu yola tevessül ettiysen muhakkak,ki allah c.c. seni cehenneme koyacaktır şeytan (iblis) der ki ey imamı şibli ben bu söylediklerimle çoğu alimi insanı yoldan çıkardım der
İnsanlar amellerine göre değil, Allah'ın affına göre beraat ederler. Allah'ın nimetlerinin şükrünü ibadetlerle yerine getirmek mümkün değildir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem herkesin yanında deccâlden söz ederek şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ tek gözlü değildir. Şunu unutmayın ki, deccâlin sağ gözü kördür. Onun bu gözü üzüm salkımından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibidir.”
yaklaşık beş sene önce manevi alemde ben peygamber kılıcı çiçeği gördüm gözlemledim müşahede ettim yaldızlı gümüş renkli kılıcı gördüm parlıyordu kılıc kabzası yanında hem sağında hem solunda dilini çıkarmış gümüş yılanlar gördüm çiçekli gülü,de gördüm
yaklaşık beş sene önce manevi alemde ben deccal,i gördüm gözlemledim müşahede ettim deccal,in sağ gözü siliktir sağ gözü sağ alt yanağındadır burnu çok uzundur kum kırmızısı teni vardır kızıl renklidir
rahman ve rahim olan allah,ın adıyla kehf suresi 60. Bir vakit Mûsâ, genç yardımcısına: “Durup dinlenmeyeceğim, demişti, ta ki iki denizin birleştiği yere varacağım. Varamazsam senelerce yürümeye devam edeceğim.”61. Onlar iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unutmuş bulundular. Balık sıyrılıp denizde bir yol tutmuştu bile.
62. Buluşma yerini farkına varmaksızın geçip gidince Mûsâ yardımcısına: “Getir artık kahvaltımızı” dedi, “Gerçekten bu seyahatimizde epey yorgun düştük.”
63. “Gördün mü? ”! dedi, “O kayanın yanında mola verdiğimizde, ben balığı unutmuşum! Muhakkak ki onu sana söylememi unutturan da şeytandan başkası değildir. Doğrusu balık, çok acayip bir şekilde canlanıp sıyrıldı ve denizde yolunu tutup gittiydi.”
64. “İşte gözleyip durduğumuz da bu idi ya! ” dedi. Derhal izlerini takip ederek gerisin geri dönüp kayanın yanına vardılar.
65. Orada bizim seçkin kullarımızdan öyle bir has kulumuzu buldular ki Biz ona lütfedip, nezdimizden rabbanî bir ilim öğretmiştik. 66. “Üstadım” dedi Mûsâ, “Sana öğretilen bu ilimden bana da bir şeyler öğretmen için sana tâbi olabilir miyim, beni talebeliğe kabul eder misin? ”
67. 68. “Doğrusu” dedi, “sen benimle beraberliğe sabredemezsin. Bütün yönleriyle kavrayamadığın meseleler karşısında nasıl kendini tutabilirsin ki? ”
69. “İnşaallah” dediMûsâ, “beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine karşı koymayacağım.”
70. “O halde” dedi, “bana tâbi olduğuna göre, hangi konuda olursa olsun, ben onun hakkında sana söz açmadıkça, asla bana soru sormayacaksın tamam mı? ”
71. Bunun üzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye rastlayıp ona bindiler ve o zat gemiyi deldi. Mûsâ duramayıp: “Ne yaptın öyle? ” dedi “İçindeki yolcuları denizde boğmak için mi yaptın bunu? Vallahi çok müthiş bir iş yaptın! ”
72. Hızır: “Sen benimle beraberliğe katlanamazsın dememiş miydim? İşte sen de gördün! ” dedi.
73. “Ne olur” dedi Mûsâ, “lütfen unutarak söylediğim bu sözden ötürü beni azarlama, bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma! ”
74. Yine yola koyuldular. Nihayet bir oğlan çocuğuna rastladılar ve Hızır onu öldürdü. Mûsâ atılıp: “Ne yaptın? ” dedi, “masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın! ”
75. “Sen benimle arkadaşlık etmeye katlanamazsın dememiş miydim? ” dedi.
76. Mûsâ: “Eğer” dedi, “sana bir daha soracak olursam, bundan böyle benimle hiç arkadaşlık etme! Artık özür dileyemeyecek hale geldim.”
77. Tekrar yola devam ettiler. nihayet bir şehre varıp o şehir halkından yiyecek istediler, ama ahali bunları misafir etmemekte diretti. Bu sırada Hızır orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar görür görmez onu düzeltiverdi. Mûsâ: “İsteseydin” dedi, “elbette buna karşı iyi bir ücret alabilirdin.”
78. Hızır: “İşte” dedi, “seninle ayrılmamızın vakti geldi. Şimdi sana hakkında sabırsızlık gösterdiğin o meselelerin içyüzlerini tek tek bildireyim:
79. Evvela, o gemi, denizde çalışan birtakım fakirlere ait idi. Ben onu kasden bir miktar zedeledim. Zira öte yanda, sağlam olan bütün gemileri gasbeden zalim bir hükümdar vardı.
80. Oğlan çocuğuna gelince: Onun ebeveyni mümin insanlar idi. Bu çocuğun onları ileride azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.
81. Onların Rabbinin, kendilerine, onun yerine daha temiz, daha hayırlı, merhamette ondan daha hisli bir çocuk ihsan etmesini diledik.
82. Gelelim duvara: O duvar şehirdeki iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında onlara ait bir define gömülü idi. Babaları, salih, iyi bir insandı. Rabbin onların reşit olacakları çağa gelip, definelerini o zaman çıkarmalarını irade buyurdu. Bütün bunlar Rabbinden birer lütuf ve rahmet olup, ben hiçbirini kendi görüşümle yapmış değilim. İşte hakkında sabırsızlık gösterdiğin meselelerin içyüzü bunlardan ibarettir.”
beytullah mukaddes ev
peygamber efendimiz hazreti muhammed mustafa s.a.v. hazreti ibrahim a.s. oğlu hazreti ismail a.s. soyundan gelir arap milletindendir peygamber efendimiz hazreti muhammed mustafa s.a.v. esmere çalan kumraldır
Râhip Bahîra ile Karşılaşması ve Bahîra’nın Tespitleri
Ebû Tâlib, Kureyş büyüklerinden bir grupla Şam’a gitmişti. Peygamber Efendimiz de onunla berâberdi. Yolda, Râhip Bahîra’nın manastırına yakın bir yerde konakladılar. Bahîra, o zamanki hristiyanların en âlimi idi.
Bahîra, kervan gelirken bir bulutun, içlerinden bir kişiyi gölgelediğini, ağacın gölgesine indikleri zaman da ağacın dallarının yine aynı kişinin üzerine doğru eğildiğini görmüştü. Bunun üzerine:
“–Ey Kureyş cemaati! Ben, sizin için yemek yaptım. Küçük-büyük, köle-hür, hepinizi sofraya dâvet ediyorum! ” diye kervana haber gönderdi.
Hâlbuki Bahîra, daha önceki gelişlerinde yanlarına hiç uğramaz, onlarla alâkadar olmazdı. Kervandakilerin hepsi sofraya gelmiş, sâdece Fahr-i Kâinât Efendimiz eşyaların yanında kalmıştı. Bahîra gelenlere tek tek baktı ve kitaplarında okuduğu sıfatları hiçbirinde göremedi.
“–Ey Kureyşliler! Kâfilenizde olup da buraya gelmeyen kimse var mı? ” diye sordu.
Kureyşliler:
“–Ey Bahîra! Geride bir çocuktan başka kimse kalmadı. Yaşça en gencimiz olduğu için O’nu eşyalarımızın yanında bıraktık.” dediler.
Bahîra:
“–O’nu da çağırınız! Bu yemekte O da bulunsun! ” dedi.
Muhammedü’l-Emîn’i getirip sofraya oturttular. Râhip, O’nu görür görmez dikkatli dikkatli bakmaya ve baştan ayağa süzmeye başladı. Daha sonra da elinden tutup:
“–Bu Âlemlerin Efendisi’dir. Bu Âlemlerin Rabbi’nin Rasûlü’dür. Allâh O’nu âlemlere rahmet olarak gönderecek! ” dedi.
Kureyş büyükleri ona:
“–Bunu nereden biliyorsun? ” diye sordular.
Râhip:
“–Ben O’nun vasıflarını bize indirilen kitapta okudum. Nitekim siz yaklaştığınız zaman, O’nun için eğilmedik ne taş ne ağaç kaldı, hepsi de secde ettiler. Bu cansız şeyler ancak bir peygambere secde ederler. Ben O’nu ayrıca peygamberlik mührüyle de tanıdım, bu mühür kürek kemiklerinin arasında bulunuyor.” dedi.
Bahîra, Peygamber Efendimiz’e ve amcasına bâzı suâller sorup aldığı cevapların bilgilerine muvâfık düştüğünü görünce kanaati kesinleşti. Ebû Tâlib’e dönerek:
“–Yeğenini hemen memleketine geri götür! Yahûdîlerin O’na zarar vermelerinden sakın! Vallâhi yahûdîler onu görüp de tanırlarsa muhakkak öldürmeye kalkarlar. Bu çocuk Araplardandır. Hâlbuki yahûdîler gelecek peygamberin İsrâîloğulları’ndan olmasını isterler. Sen’in yeğeninin hâl ve şânı çok büyük olacaktır.” dedi.
Ebû Tâlib de Râhip Bahîra’nın tavsiyesi üzerine mübârek yeğenini alarak hemen Mekke’ye döndü. (İbn-i İshâk, s. 54-55; İbn-i Sa’d, I, 153-155; Tirmizî, Menâkıb, 3)
deccal ilahlık iddiasında bulunacak Hişam b.Âmir (r.a.) ’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.) : “Âdem’in yaratılışı ile kıyametin kopması arasında Deccâl’dan daha büyük bir fitne yoktur.
deccal,in sağ gözü siliktir
Resûllullah birgün Deccaldan söz açarak, “Şüphesiz, ben sizi, ona karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, gönderildiği toplumu ona karşı uyarmamış olsun. Nitekim Hz. Nuh da (a.s.) kavmini ona karşı uyarmıştı. Ama ben size Deccal hakkında hiçbir peygamberin kavmine söylemediği bir söz söyleyeceğim. Haberiniz olsun ki, o kördür, Halbuki Allah asla kör değildir.'(14) buyurmuşlardı.
“Kör olduğu halde insanlara, 'Ben sizin Rabbinizim' der. Halbuki sizin Rabbiniz kör değildir (yaratıklara benzemekten, her türlü kusur ve noksanlıktan uzaktır) .”(15)
“Allah kör değildir. Dikkat edin. Mesih-ı Deccalın sağ gözü kördür. Gözü sanki fırlamış bir üzüm tanesi gibidir.”(16) 'Silik gözlüdür.'(17)
Rivayetlerde Deccalın gözünün yeşil renkli bir cama,(18) ve parlak bir yıldıza benzetildiği de görülmektedir.(19)
Kurtubî bu rivayetlere dayanarak, Deccalın iki gözünün de kusurlu olduğunu, bir gözünün nurunun çekilmiş, diğerinde de yaratılıştan bozukluk olduğunu söylemektedir.(20)