Earl'ün yanlışlıkla(!) televizyonda bir profesörün karma felsefesinden bahsettiğini görmesiyle başlar bütün traji-komik hikaye.. Earl dünyada her çiçekten bal almış..yapmadığı hınzırlık ve suç unsuru kalmamış tam bir asosyalken....kendini en yakın arkadaşı ve onun kızarkadaşıyla beraber elindeki uzuuuunnnn(!) listedeki suçlar listesini tek tek silmeye çalışır bulur... 2 yılını hapiste geçirmiş olan arkadaşının annesine kendini affettirmek ve kaybettiği 2 yılı geri vermek adına ömrünü 2 yıl uzatmak için ona sigarayı bıraktırmaya çalışması (zorla sandalyeye baglayarak) ..ve gay olan arkadaşının bu egilimini bilmeyerek ona kız arkadaş ayarlaması gülmekten kopma noktasına gelmenizi sağlıyor..
Önce gözlerini gözlerime dikti... Konuşmadan anlaşmıştık ki biz..... Başını göğsüme yasladı usulca....kollarını boynuma doladı.... saçlarına alnına yanaklarına öpücük kondurdum.....
Ben anne... o yavrum sanki.... O yavrum....ben anne sanki....
Biz artık bir bütündük...beraber vizit yaptık..beraber puaça yedik kırıntıları saçmaktan korkmadan.....yesindi yeter ki...temizlenirdi her yer nasılsa....
Barış....annesi yanlışlıkla ateş düşürücü diye sıvı Baygon içirmişti bir kaşık Barışa.... Adli vakaydı.... İlk geldiği gün....hipotonik bir vaziyette...gözbebekleri büyümüş...refleksleri alınamayan bebek..... Solunum o kadar yüzeyeldi ki her an durabilecek diye korkup ventilatörü başucuna çektirmiş...risk geçene kadar yakın takip etmiştim bebeği....
Barış... Annesi 6 aylık hamile Barış... Babası bir ay önce vefat etmiş olan öksüz Barış.... Bir barakada Allah'a emanet...3 kardeşiyle birlikte Kastamonu da yaşayan Barış...
Gögsüme tüm huzurunu toplayarak başını yaslamış... Kollarını boynuma dolamış Barış...... O kadar tatlıydı ki...bana annemi hatırlatıyordu...
Anneciğim.... Canım Annem....can özüm... Seni o kadar özledim ki....
Ana gibi yar olmaz ki anne.... Sen ki kıbrısım memleketim kadar mavi ve altın kumsallarını taşırsın yüreğimin.... Sen ki parçam... Sen ki başımı ömür boyu dayadığım omzum..... Neden bu kadar uzak düştük biz anne....? ?
Anne... Boğazım yanıyor...bademciklerim yok benim bilirsin.... Ben kime nazlanacağım şimdi....? ...Kim ılık ballı süt yapıp içirecek bana....?
Senin elinden..... Ölüm olsa.... ^^İlaçtır Anne......^^
Balığın yanına roka salatası yakışır yakışmasına da..ben böyle birşey görmedim...arkadaştan aşırdığım tarifini mutlaka vermeliyim..
Bir demet roka alınır.. Bol suyla yıkandıktan sonra(bu konuda obsesif olmak tercihtir) ...ve saplarından ayrıldıktan sonra elle minik minik parçalara ayrılır...(vitamini de ölmez böylece) Birkaç adet domatesin kabukları soyulur..(bu olmazsa olmazlardan) ...ve küp küp doğranır.. Birkaç baş sarmısak tercihan bıçakla minik minik doğranır.. Üzerine 1 adet limon...veee...(püf noktayı yeni öğrendim) ..bir çorba kaşığı nar ekşisi eklenir.. 2 kaşık ayçiçek yağı... Damak tadına göre tuz...
Sen yokken... Benim saçlarımı altın sarısı kumsallarıma vuran yakamozların mavisi tarardı... Parlayan gökyüzünün ışınlarını saçtığı mavi gökyüzü okşardı yanaklarımı....
İşte ben bu yüzden karı hiç sevmem…. Ankarayı sevmediğim gibi... Geceleri yazın olsa bile yıldızların binaların arasına saklandığı bu sisli şehri... Ve nereye gittiğini unuttuğum dolmuşlara binmek zorunda kalırım karlı günlerde....
Ve ben... her yeni doğan güne maviye sevdalı uyanırım... her mutsuz oluşumda... küçük bir liman lokantasında oldies dinleyerek şarabımı yudumlarken hayal ederim kendimi... denizin sesini dinler... avunurum...
Hayallerimdeki bu mavinin umuduyla yaşamaya çalışır divane gönlüm... Fısıltılar kulaklarımda... Bir gün herşeyin güzel olacağını söylerler...
Ve ben alev alev yanan yüreğimi... Her sabah maviyle söndürürüm.....
Yusuf’un Züleyhası değildi o… Minik pembe pamuk şekeri gibi bir kız çocuğuydu…Birbuçuk yaşında… Bir karaciğer hastalığının muzdaribiydi.. Doğuştan(konjenital olarak) başlamıştı süreç..Glikojen depo Tip 1 di tanısı…Sevgi gibi…Aynı onun küçük hali… Şirin önde giden göbeği kocaman bir karaciğeri yüklenmişti aslında…anlayamazdı bilmeyenler.. Ufacık ellerini ilgi ve şevkat vurgunu edalarla uzatırdı yanından geçenlere..
Açlık sınırında yaşayan ülkemde…4. çocuğuna hamileydi annesi…doğurmak üzere…babası da onun yanında….bebekse bizlere terk ve emanet edilmişti…
İlk geldiği günlerde boncuk boncuk terlemeye başladığında anlardık hipoglisemiye girdiğini..(hastalığı nedeniyle kan şekerinin düştüğünü) .. Zayıf bünyesinin üzerine bir de pnemoni(zatürre) eklenmişti…
Nefes almak… Nefes ala-bil-me-nin kıymetini bilmek… Hiç bu kadar kolay olmamıştı…onu gördükten sonra….
Günlerce biberonuna mahzun ve üzgün gözlerle baktı…nefes alıp verişi çok sık olduğu için beslenemezdi…serumla gidiyordu vücudun ihtiyacı… Küçücük pembe yüzünde kocaman mavi bir oksijen maskesi… Maskeyle savaşmak kaderiydi minik kuşumun….taa ki solunum sayıları düzelene ve kandaki oksijen saturasyonları normale gelene dek bu böyle devam etti….
Bir gün günlük muayenede yüzünde kocaman maskesiyle elimden tutup doğrulmasıyla başladı her şey… Bebek yatağının parmaklıklarına tutunarak elimden aldığı güçle ayakta duracak gücü barındırıyordu artık ayacıkları… Sonraki gün beslenmeye başladı…biberonuna saldırışı tam bir kavuşma sahnesiydi…gözlerinizi doldurabilecek güzellikte… Sonra nekahat süreci yerleşti toparlamasıyla…parenteral tedavi etkisini göstermişti…
Artık hemşire, doktor, personel, kucaktan kucağa gezen servisin göz bebeği şirin kız çocuğuydu Züleyha…. Hiçbir yürek dayanamazdı o küçük karyolasında gözlerini doğrultup dudaklarındaki masum ifadeyle size ellerini uzatırken hayır demelere… Öyle bir ihtimal yoktu…
Başına renkli renkli şirin tokalar alırdık..her gün başkasını takardı…fırfırlı kıyafetler ve dantelli kilotlu çoraplar onun küçük cüssesine ne kadar da yakışırdı…
Meçhuldu…aç ülkemde…ailesinin onu tedavi sonrası alıp… ne zaman taburcu edileceği… Babası ziyarete bile gelemiyordu…otobüse verecek parası olmadığı için….:=(( Asgari ücretin girdiği ve hatta bazen onun bile girmediği bir evde…nasıl idame ettirilirdi bir ailenin hayatı…4 çocuk ve anne baba… Et yerler miydi acaba hiç? Muzu kabuklarıyla mı yemeye kalkışırlardı yoksa hiç görmemiş oldukları için…kimsesiz çocuklar misali….
Annesi doğum yaptı bu arada..O.. bizim devasa karanlıktaki günlerimize ışık saçmaktayken… Süt emzirme süreci halk arasında gebelikten koruyucu olarak biliniyordu… Yeni gelen bebekse …bunun…yani cehaletin kurbanı olmuştu… Anne karnında(prenatal) tanıları da yapılmamıştı..belki de bu kötü ve acımasız dünyaya bir Glikojen Depo tanılı bebek daha gelmişti…kimbilir…
Tüm ekstremiteleri(uzuvları) felç…ve bilinci açık bir şekilde ölümü….eu thanatos(ötenazi-güzel ölüm) ü…..arzulamaktan ne farkı vardı yaşamanın…böyle bir hastalığa sahip olduktan sonra….
Ahhh… Ahhhh…..Züleyha….
Okula gidemeyecekti … Mürüveti görmek kısmet olmayacaktı ailesine… Çocuk sahibi olamayacaktı… Belki birkaç sene bile….yaşayamayacaktı…
Kucağına alındığında hemen minik sarı başını göğsüne dayayıverirdi… Anne….olasın gelirdi….elleriyle kavradığı biberonuyla onu göğsünde beslerken…. Buram buram bebek kokardı…
Şeker pembesi küçük bir kızdı Züleyha… Yusuf’un Züleyhası değildi….
Açık kapılar gibi dünyaya bakan gözlerimden içimdekileri görebiliyor… Ve cevherlerime ulaşabiliyor musun? .. Ruhum soğuk biryerlerde uyuyakalmışken….onu bulup… Ait olduğu yere….yani EVİNE götürebilir misin?
Uyandır beni…İçimdeki biryerleri uyandır… İsmimi çağır ve beni karanlıklardan kurtar… Uyandır beni…kanımın devir daim etmesine yardım et…
Beni terk ettiğin günden beri.. Neyimin eksik olduğunu çok iyi biliyorum…
İçime bir nefes ver ve beni gerçeğe döndür.. Beni hayata döndür…
Senin dokunuşun olmadan… Senin aşkın olmadan… İçimde bir şeyler soğuktan donmuş gibi… Sadece sen ölülerin arasında bir yaşam kanıtısın..
Görünen o ki..ben bin yıllardır uyumaktaydım.. Ne bir düşünce…ne bir ses… ne de bir ruhum yoktu… Lütfen burada ölmeme izin verme… Yaşanacak daha çok şey olmalı…
While waiting for the plane to take off, the passenger sitting next to him spoke to the man: 'I read somewhere that if you start a conversation with your co-passenger, it makes the flight seem shorter' The man who had opened his book to read, slowly closed it and asked: 'What subject would you like to talk about? ' 'I don't know …… what about nuclear energy? ' 'Possibly, it could be an interesting subject. But before you start on nuclear energy, can I ask you one question? A horse, a cow and a goat, although they all feed on grass, the goat's solid excretion is shaped like pebbles, cow's is liquid and the horse's is like dry straw. Do you know why? ' The man who wanted to chat, looked bewildered: 'I don't know, I cannot think of anything' The man who wanted to read his book: 'If you have no idea about any shit, why do you want to talk about nuclear energy'.
Earl'ün yanlışlıkla(!) televizyonda bir profesörün karma felsefesinden bahsettiğini görmesiyle başlar bütün traji-komik hikaye..
Earl dünyada her çiçekten bal almış..yapmadığı hınzırlık ve suç unsuru kalmamış tam bir asosyalken....kendini en yakın arkadaşı ve onun kızarkadaşıyla beraber elindeki uzuuuunnnn(!) listedeki suçlar listesini tek tek silmeye çalışır bulur...
2 yılını hapiste geçirmiş olan arkadaşının annesine kendini affettirmek ve kaybettiği 2 yılı geri vermek adına ömrünü 2 yıl uzatmak için ona sigarayı bıraktırmaya çalışması (zorla sandalyeye baglayarak) ..ve gay olan arkadaşının bu egilimini bilmeyerek ona kız arkadaş ayarlaması gülmekten kopma noktasına gelmenizi sağlıyor..
cebinde 100 dolarla girip..120 dolarla çıkabileceğin....
ilginç bir ülke Tunus....
^^Anneee^^... diye ağlıyordu yumuk yumuk kömür karası gözleriyle....
Tek bildiği konuşabildiği kelime buydu…..
Bir yaşındaydı...
Yatağının başucunda buldum kendimi...
Gözlerimiz buluştu...
Ellerini uzattı bana usulca....açtı şevkate....günlerdir görmemişti annesini....
Danışıklı dövüş misali aldım kollarıma.....
Önce gözlerini gözlerime dikti...
Konuşmadan anlaşmıştık ki biz.....
Başını göğsüme yasladı usulca....kollarını boynuma doladı....
saçlarına alnına yanaklarına öpücük kondurdum.....
Ben anne... o yavrum sanki....
O yavrum....ben anne sanki....
Biz artık bir bütündük...beraber vizit yaptık..beraber puaça yedik kırıntıları saçmaktan korkmadan.....yesindi yeter ki...temizlenirdi her yer nasılsa....
Barış....annesi yanlışlıkla ateş düşürücü diye sıvı Baygon içirmişti bir kaşık Barışa....
Adli vakaydı....
İlk geldiği gün....hipotonik bir vaziyette...gözbebekleri büyümüş...refleksleri alınamayan bebek.....
Solunum o kadar yüzeyeldi ki her an durabilecek diye korkup ventilatörü başucuna çektirmiş...risk geçene kadar yakın takip etmiştim bebeği....
Barış...
Annesi 6 aylık hamile Barış...
Babası bir ay önce vefat etmiş olan öksüz Barış....
Bir barakada Allah'a emanet...3 kardeşiyle birlikte Kastamonu da yaşayan Barış...
Gögsüme tüm huzurunu toplayarak başını yaslamış...
Kollarını boynuma dolamış Barış......
O kadar tatlıydı ki...bana annemi hatırlatıyordu...
Anneciğim....
Canım Annem....can özüm...
Seni o kadar özledim ki....
Ana gibi yar olmaz ki anne....
Sen ki kıbrısım memleketim kadar mavi ve altın kumsallarını taşırsın yüreğimin....
Sen ki parçam...
Sen ki başımı ömür boyu dayadığım omzum.....
Neden bu kadar uzak düştük biz anne....? ?
Anne...
Boğazım yanıyor...bademciklerim yok benim bilirsin....
Ben kime nazlanacağım şimdi....? ...Kim ılık ballı süt yapıp içirecek bana....?
Senin elinden.....
Ölüm olsa....
^^İlaçtır Anne......^^
Bu Barış başka Barış../ Eternalflame
küçük ve sevimli....
Balığın yanına roka salatası yakışır yakışmasına da..ben böyle birşey görmedim...arkadaştan aşırdığım tarifini mutlaka vermeliyim..
Bir demet roka alınır..
Bol suyla yıkandıktan sonra(bu konuda obsesif olmak tercihtir) ...ve saplarından ayrıldıktan sonra elle minik minik parçalara ayrılır...(vitamini de ölmez böylece)
Birkaç adet domatesin kabukları soyulur..(bu olmazsa olmazlardan) ...ve küp küp doğranır..
Birkaç baş sarmısak tercihan bıçakla minik minik doğranır..
Üzerine 1 adet limon...veee...(püf noktayı yeni öğrendim) ..bir çorba kaşığı nar ekşisi eklenir..
2 kaşık ayçiçek yağı...
Damak tadına göre tuz...
Afiyet olsun....
Ben maviye sevdalıydım sen doğmadan önce de....
Sen yokken...
Benim saçlarımı altın sarısı kumsallarıma vuran yakamozların mavisi tarardı...
Parlayan gökyüzünün ışınlarını saçtığı mavi gökyüzü okşardı yanaklarımı....
İşte ben bu yüzden karı hiç sevmem….
Ankarayı sevmediğim gibi...
Geceleri yazın olsa bile yıldızların binaların arasına saklandığı bu sisli şehri...
Ve nereye gittiğini unuttuğum dolmuşlara binmek zorunda kalırım karlı günlerde....
Ve ben...
her yeni doğan güne maviye sevdalı uyanırım...
her mutsuz oluşumda...
küçük bir liman lokantasında oldies dinleyerek şarabımı yudumlarken hayal ederim kendimi...
denizin sesini dinler...
avunurum...
Hayallerimdeki bu mavinin umuduyla yaşamaya çalışır divane gönlüm...
Fısıltılar kulaklarımda...
Bir gün herşeyin güzel olacağını söylerler...
Ve ben alev alev yanan yüreğimi...
Her sabah maviyle söndürürüm.....
Eternalflame
Ah….Züleyha…
Yusuf’un Züleyhası değildi o…
Minik pembe pamuk şekeri gibi bir kız çocuğuydu…Birbuçuk yaşında…
Bir karaciğer hastalığının muzdaribiydi..
Doğuştan(konjenital olarak) başlamıştı süreç..Glikojen depo Tip 1 di tanısı…Sevgi gibi…Aynı onun küçük hali…
Şirin önde giden göbeği kocaman bir karaciğeri yüklenmişti aslında…anlayamazdı bilmeyenler..
Ufacık ellerini ilgi ve şevkat vurgunu edalarla uzatırdı yanından geçenlere..
Açlık sınırında yaşayan ülkemde…4. çocuğuna hamileydi annesi…doğurmak üzere…babası da onun yanında….bebekse bizlere terk ve emanet edilmişti…
İlk geldiği günlerde boncuk boncuk terlemeye başladığında anlardık hipoglisemiye girdiğini..(hastalığı nedeniyle kan şekerinin düştüğünü) ..
Zayıf bünyesinin üzerine bir de pnemoni(zatürre) eklenmişti…
Nefes almak…
Nefes ala-bil-me-nin kıymetini bilmek…
Hiç bu kadar kolay olmamıştı…onu gördükten sonra….
Günlerce biberonuna mahzun ve üzgün gözlerle baktı…nefes alıp verişi çok sık olduğu için beslenemezdi…serumla gidiyordu vücudun ihtiyacı…
Küçücük pembe yüzünde kocaman mavi bir oksijen maskesi…
Maskeyle savaşmak kaderiydi minik kuşumun….taa ki solunum sayıları düzelene ve kandaki oksijen saturasyonları normale gelene dek bu böyle devam etti….
Bir gün günlük muayenede yüzünde kocaman maskesiyle elimden tutup doğrulmasıyla başladı her şey…
Bebek yatağının parmaklıklarına tutunarak elimden aldığı güçle ayakta duracak gücü barındırıyordu artık ayacıkları…
Sonraki gün beslenmeye başladı…biberonuna saldırışı tam bir kavuşma sahnesiydi…gözlerinizi doldurabilecek güzellikte…
Sonra nekahat süreci yerleşti toparlamasıyla…parenteral tedavi etkisini göstermişti…
Artık hemşire, doktor, personel, kucaktan kucağa gezen servisin göz bebeği şirin kız çocuğuydu Züleyha….
Hiçbir yürek dayanamazdı o küçük karyolasında gözlerini doğrultup dudaklarındaki masum ifadeyle size ellerini uzatırken hayır demelere…
Öyle bir ihtimal yoktu…
Başına renkli renkli şirin tokalar alırdık..her gün başkasını takardı…fırfırlı kıyafetler ve dantelli kilotlu çoraplar onun küçük cüssesine ne kadar da yakışırdı…
Meçhuldu…aç ülkemde…ailesinin onu tedavi sonrası alıp… ne zaman taburcu edileceği…
Babası ziyarete bile gelemiyordu…otobüse verecek parası olmadığı için….:=((
Asgari ücretin girdiği ve hatta bazen onun bile girmediği bir evde…nasıl idame ettirilirdi bir ailenin hayatı…4 çocuk ve anne baba…
Et yerler miydi acaba hiç?
Muzu kabuklarıyla mı yemeye kalkışırlardı yoksa hiç görmemiş oldukları için…kimsesiz çocuklar misali….
Annesi doğum yaptı bu arada..O.. bizim devasa karanlıktaki günlerimize ışık saçmaktayken…
Süt emzirme süreci halk arasında gebelikten koruyucu olarak biliniyordu…
Yeni gelen bebekse …bunun…yani cehaletin kurbanı olmuştu…
Anne karnında(prenatal) tanıları da yapılmamıştı..belki de bu kötü ve acımasız dünyaya bir Glikojen Depo tanılı bebek daha gelmişti…kimbilir…
Tüm ekstremiteleri(uzuvları) felç…ve bilinci açık bir şekilde ölümü….eu thanatos(ötenazi-güzel ölüm) ü…..arzulamaktan ne farkı vardı yaşamanın…böyle bir hastalığa sahip olduktan sonra….
Ahhh…
Ahhhh…..Züleyha….
Okula gidemeyecekti …
Mürüveti görmek kısmet olmayacaktı ailesine…
Çocuk sahibi olamayacaktı…
Belki birkaç sene bile….yaşayamayacaktı…
Kucağına alındığında hemen minik sarı başını göğsüne dayayıverirdi…
Anne….olasın gelirdi….elleriyle kavradığı biberonuyla onu göğsünde beslerken….
Buram buram bebek kokardı…
Şeker pembesi küçük bir kızdı Züleyha…
Yusuf’un Züleyhası değildi….
Belki de ondan…
Kimseler bilmedi varlığını…
Eternalflame
Açık kapılar gibi dünyaya bakan gözlerimden içimdekileri görebiliyor…
Ve cevherlerime ulaşabiliyor musun? ..
Ruhum soğuk biryerlerde uyuyakalmışken….onu bulup…
Ait olduğu yere….yani EVİNE götürebilir misin?
Uyandır beni…İçimdeki biryerleri uyandır…
İsmimi çağır ve beni karanlıklardan kurtar…
Uyandır beni…kanımın devir daim etmesine yardım et…
Beni terk ettiğin günden beri..
Neyimin eksik olduğunu çok iyi biliyorum…
İçime bir nefes ver ve beni gerçeğe döndür..
Beni hayata döndür…
Senin dokunuşun olmadan…
Senin aşkın olmadan…
İçimde bir şeyler soğuktan donmuş gibi…
Sadece sen ölülerin arasında bir yaşam kanıtısın..
Görünen o ki..ben bin yıllardır uyumaktaydım..
Ne bir düşünce…ne bir ses… ne de bir ruhum yoktu…
Lütfen burada ölmeme izin verme…
Yaşanacak daha çok şey olmalı…
BENİ HAYATA GERİ DÖNDÜR…
Bring me back to life/Evanescence
^^Each day, each day I play the role
Her gün...her gün..
of someone, always in control,
Her zaman kontrollü olan birinin rolünü oynadım
but at nights, I come home and turn the key.
Ama geceleri eve geldiğim ve anahtarı çevirdiğim zaman
There's nobody there, no one cares for me,
Orada kimse yok...kimse benimle ilgilenmiyor..
What's the sense, of trying hard to find your dreams
Peki...zorla hayallerini bulmaya çalışmanın anlamı ne?
without someone to share it with.
Eğer bunları paylaşabileceğin birisi yoksa
Tell me what does it mean.
Söyle bana...ne anlamı var? ^^
While waiting for the plane to take off, the passenger sitting next to
him spoke to the man:
'I read somewhere that if you start a conversation with your
co-passenger, it makes the flight seem shorter'
The man who had opened his book to read, slowly closed it and asked:
'What subject would you like to talk about? '
'I don't know …… what about nuclear energy? '
'Possibly, it could be an interesting subject. But before you start on
nuclear energy, can I ask you one question? A horse, a cow and a goat,
although they all feed on grass, the goat's solid excretion is shaped
like pebbles, cow's is liquid and the horse's is like dry straw. Do you
know why? '
The man who wanted to chat, looked bewildered:
'I don't know, I cannot think of anything'
The man who wanted to read his book:
'If you have no idea about any shit, why do you want to talk about
nuclear energy'.