Kalbine, ruhuna, içindeki uzaklara... Kaçmak lazım biliyorum. Ben de kaçıyorum. Sonsuzluk bir karanlık kıyafeti ile bekliyor..
Aramızda yaşanmamış ve yaşanmayacak bir zaman aralığı var... Oysa, hayat çok da adil geçmiyor. Bizimkisi, bir sıradan dostluktan sıradışı bir ilişki çıkartma gayreti.. Oysa 'sen' ya da 'ben', tek başına olmasa da birlikteyken, 'bizi' gölgeliyor. Ve kimi plansız hayat açıları, bizi gafil avlıyor.. Pusuda umutsuzluk var, yalnızlık var.. Ya da adı hala konulmamış acılar...
Bizim mi içimizde olan, bizim mi içinde olduğumuz, tarifi zor, bir garip boşluk var... Belki bu yüzden şarap içiyor ve kaçıyoruz.. Kendimizden kaçarken lunapark aynalarına yakalanıyoruz. Geç kalmış bir sıcaklığı, soğuk kalorifer peteklerinde arıyoruz.
Hello darkness, my old friend, I've come to talk with you again, Because a vision softly creeping, Left its seeds while I was sleeping, And the vision that was planted in my brain Still remains.Within the sound of silence. In restless dreams I walked alone Narrow streets of cobblestone, 'Neath the halo of a street lamp,I turned my collar to the cold and damp When my eyes were stabbed by the flash of a neon light That split the night, and touched the sound of silence.
Bir ölçü tutturamadan yaşayışımızın en güzel kanıtıydı belki, ölçüsüzce ve biçip tartmadan konuşmalarımız. En acısı, nereden geldiğini hesaba katmadığımız sözlerimizdir aslında. Sırtını sapasağlam duvara yasladığımızı zannettiğimiz harfler yığını tamamen desteksiz durmaktadır. Ve bu kuru laflar yeri gelir en körpe umutları, yeri gelir yeni filizlenmiş başakları çiğner geçer. Çiğneyen habersiz, yaptığının doğruluğuna inanmakta ve başını neredeyse göğe değecek kadar kaldırmakta... 'İnsanlar böyledir.' dedirtir.zihinlere, zamanın birinde okunan bir kitabın ismi ve hayatın ta kendisi olarak...
Neydi bizleri böylesi hesapsız bir kıyımın içine iten? Asırlar öncesinin lâle motiflerini yüreğimize dokuyamayışımız mı? Yıkan sözler, hesap bilmeyen gözler, çabucak silinip giden izler... Kuru toprağa basmakla, yahut çimenlerde koşmakla iz bırakılmaz. Atlamak lazım çamurlara, vererek bütün manevi ağırlığı ayaklara... Bir de elleri uzatarak arkada kim varsa...Sarılmak lazım elleriyle beraber yüreğini uzatanlara.
Gözlerimdeki ışıltıları öldürdüler anne...
Maktülse..
Yıldızlı bir yaz gecesi...
Rus korosu...^^^Kalinka..^^
Kalbine, ruhuna, içindeki uzaklara...
Kaçmak lazım biliyorum.
Ben de kaçıyorum.
Sonsuzluk bir karanlık kıyafeti ile bekliyor..
Aramızda yaşanmamış ve yaşanmayacak bir zaman aralığı var...
Oysa, hayat çok da adil geçmiyor.
Bizimkisi, bir sıradan dostluktan sıradışı bir ilişki çıkartma gayreti..
Oysa 'sen' ya da 'ben', tek başına olmasa da birlikteyken, 'bizi' gölgeliyor.
Ve kimi plansız hayat açıları, bizi gafil avlıyor..
Pusuda umutsuzluk var, yalnızlık var..
Ya da adı hala konulmamış acılar...
Bizim mi içimizde olan, bizim mi içinde olduğumuz, tarifi zor, bir garip boşluk var...
Belki bu yüzden şarap içiyor ve kaçıyoruz..
Kendimizden kaçarken lunapark aynalarına yakalanıyoruz.
Geç kalmış bir sıcaklığı, soğuk kalorifer peteklerinde arıyoruz.
Geç kalmış Sıcaklık/Yazarı bilinmiyor
Hello darkness, my old friend, I've come to talk with you again,
Because a vision softly creeping,
Left its seeds while I was sleeping,
And the vision that was planted in my brain
Still remains.Within the sound of silence.
In restless dreams I walked alone
Narrow streets of cobblestone,
'Neath the halo of a street lamp,I turned my collar to the cold and damp
When my eyes were stabbed by the flash of a neon light
That split the night, and touched the sound of silence.
The Sound of Silence/Paul Simon
Bir ölçü tutturamadan yaşayışımızın en güzel kanıtıydı belki, ölçüsüzce ve biçip tartmadan konuşmalarımız.
En acısı, nereden geldiğini hesaba katmadığımız sözlerimizdir aslında. Sırtını sapasağlam duvara yasladığımızı zannettiğimiz harfler yığını tamamen desteksiz durmaktadır. Ve bu kuru laflar yeri gelir en körpe umutları, yeri gelir yeni filizlenmiş başakları çiğner geçer.
Çiğneyen habersiz, yaptığının doğruluğuna inanmakta ve başını neredeyse göğe değecek kadar kaldırmakta... 'İnsanlar böyledir.' dedirtir.zihinlere, zamanın birinde okunan bir kitabın ismi ve hayatın ta kendisi olarak...
Neydi bizleri böylesi hesapsız bir kıyımın içine iten? Asırlar öncesinin lâle motiflerini yüreğimize dokuyamayışımız mı? Yıkan sözler, hesap bilmeyen gözler, çabucak silinip giden izler... Kuru toprağa basmakla, yahut çimenlerde koşmakla iz bırakılmaz. Atlamak lazım çamurlara, vererek bütün manevi ağırlığı ayaklara... Bir de elleri uzatarak arkada kim varsa...Sarılmak lazım elleriyle beraber yüreğini uzatanlara.
Alıntı
egoların kılıç kalkan gösterisidir..
sabahın erken saatlerinde trafik kazası yapıp arabanın sol ön kısmını boylu boyunca çizdiren hatunun derin yalnızlığı...
Bildiğim tek şey...hiç bir şey bilmediğimdir..
Sokrates...
mükemmel...
'kıç' kelimesinin ingilizce karşılığı...