Alaçatı; 31 Aralık 2010 Cuma akşamı böylesi bir kalabalığı belki tarihinde ilk defa görüp yaşadı. Türkiye ve Avrupa’dan beldemizdeki yılbaşı kutlamalarına katılan yerli ve yabancı konuklar yılbaşını Alaçatı’da geçirmek için sanki yarışmış, Alaçatı sokaklarında yürüyebilmek adeta imkânsız hale gelmişti. Belediyemizin öncülüğünde düzenlenen yıl başı kutlama partisi vesilesiyle bir araya gelen Alaçatı sevdalıları, Cumhuriyet meydanına kurulan iki platformda gece boyunca sahne alan sanatçılar ve DC’ler eşliğinde doyasıya eğlendiler. Orkestra eşliğinde sahne alan sanatçılara, havai fişek, çeşitli ışık ve lazer gösterileri de refakat edip, katılımcılara görsel ve duyusal bir şölen ikram edildi. Ayrıca, işyerlerinin vitrinleri ile cadde ve sokaklardaki ağaç ve aydınlatma direklerinde yapılan ışıklandırma ve aydınlatmalarla, beldemiz bir bayram yerine dönüştürüldü. Alaçatı esnafının geceye gösterdikleri ilgi de takdire değerdi. Kışın mekânlarını açık tutmayan restoran ve kafe sahibi işletmecilerin iki günlüğüne de olsa, işyerlerini açmaları beldemize büyük bir hizmetti. Umarız emeklerinin karşılığını da almışlardır. Eskiden yılbaşı böylemi kutlanırdı! Günümüzde, Şehitlik caddesine Cumartesi günleri kurulan halk pazarı, 80’li yılların sonuna kadar, şimdi restore edilen merkez cami’inin etrafında kurulurdu. Halk ürettiği meyve ve sebzeleri bu pazaryerinde satardı. Ayrıca, eski manavlar Karaköylü lakabıyla anılan Halil Girgin, Rıza Baysal, Ankaralı Mustafa, Konyalı Nebi Çatalbaş, sabahın erken saatlerinde kamyonla İzmir’e giderler mevsim meyvelerini İzmir Toptancı Halinden getirirlerdi. Yılbaşı akşamı tüketilmek üzere manav ve pazardan tedarik edilen muz, kestane, mandalina, elma, portakal ve çeşitli çerezler evlerde akşam ezanı sonrasında kurulan yılbaşı sofralarında yerini alırdı. Şimdiki gibi marketlerden her an alınabilen hazır tavuk eti o vakitler bakkallarda satılmazdı. Her evde kümes hayvanları bulunur, buradan büyüğünden bir horoz tutulup kesilir, yılbaşı akşamının ana mönüsü de bu olurdu. Ekonomik durumu biraz daha iyi olan aileler ise tabi’i ki hindi keserlerdi. Yemekler yendikten sonra komşu ve akrabalar bir araya gelir, meyve ve çerezler yenilir, gecenin ilerleyen saatlerinde de pırnal veya zeytin odununu ile yakılan sac sobalar üstünde kestane pişirilirdi. Günümüz evlerinde yaygın bir şekilde kullanılan şöminelerin daha basiti, halk dilindeki adıyla ocaklarda da, kor ateşte bakır tencerede mısır patlatılırdı. İlerleyen saatlerde de sobadan çıkarılan odun kömürü, mangala alınır, evin hanımı kahveleri kömür ateşinin külünde pişirirdi. Sıra şans oyunlarına gelince, tombala takımı dolaptan çıkarılır, konuklarla birlikte tombala çekilir, kazananlar sevinir, kaybedenler üzülürdü. Kazanan misafirler sevinç içinde evlerinin yolunu tutarken bütün seneyi hep kazanacağı umuduyla mutlu geçirirlerdi. Kaybedenlerinse umutları bir sonraki yılbaşına kalırdı. 1980’i, 1981’e bağlayan yılbaşında TRT Kurumu Televizyonu bir ilke imza attı, televizyonda gece tam 12.00’de Türkiye’nin ünlü dansözlerinden Nesrin Topkapı’yı ekranlara çıkarttı. Zeki Müren, gibi daha birçok çok ünlü sanatçılarımızda yeni yıl mesajlarını TRT’nin siyah beyaz televizyonlarından verirlerdi. TRT’nin o yıllardaki yılbaşı müzik programları çok güzel olurdu. Akşamın erken saatlerinde ünlü klarnet sanatçısı Mustafa Kandıralı ve arkadaşları yılbaşı özel programını oyun havaları çalarak açarlardı. Ünlü ve şöhretli sanatçılar bu günde olduğu gibi, yeni yıla girilen saatlerde ekrana çıkarlardı. Halkın büyük bölümünün eğlencesi televizyon izlemekti. Son yıllarda çok sayıda televizyon kanalı oldu, elimizde televizyonun uzaktan kumandası, hangi kanala istersek o kanala geçiyoruz ama o eski programlar yok artık!
O güzel yeşil tepelerin eteğine kurulmuş köyümü seyrediyorum. Aşagılarında bağ ve zeytinlik ağaçları sanki rüyadaymışım gibi seyrediyor insan. Ak duvarlı evler daracık sokaklar. Tepelerinde yeşil cayırlar ve o koku tanıdık geliyor insana. Bu kokuyu rüyasında bile insan hissediyor. Fakat bu kokunun adını insan bir türlü koyamıyor. İnsanın zihni birden çığlık atıyor. Kekik Kekikti bu koku Coçukluğumda, bu yamaçlara çıkarken o dikensi çalıları toplar ellerimi burnuma götürür mis gibi kekik kokardı. Artık burası neresi diye sormayın burası Alaçatı. Benim köyüm burası. Bir kayanın üstüne oturuyorum bir tarafta hurmalı ovası bir tarafta Liman ovası liman ovasını ortasından ayıran Ağrillia körfezi alçak suları Alaçatı’nı binalarının bahçesinin beyaz duvarlarına kadar gelmiş. Kayanın üstünde öğlece ne dalmış Alaçatı’nın rüzgârı saçlarımı ve yanaklarımı okşuyor. Ağrillia körfezinde derme çatma iskele kayalara çarpan dalgalar mavi köpüklerle kendilerini tahtaları üzerine atıyor. Deniz göz alabildiğine boştu. Tek bir yelken bile yoktu görünümünde. Dönüp arkana bakıyorsun, yeşil tepeler gökyüzünde buluşuyor. Önünde de deniz ta, ileride kucaklaşıyordu gökyüzüyle. Benim dünyam diye geçiriyorum aklımdan, yerle gök gökle deniz arasında bir yere sıkışmış kalmışım.
Germiyan köyü İzmir'in Çeşme ilçesindeki bir yerleşim birimidir. Germiyan Köyü'nün Zeytin yağı Dünyaca meşhur Anasonu Siyah inciri Yaz kavunu ve tütünü çok meşhurdur. Son yıllarda Germiyan Köyü halkı Şarap Üzümü üretimi yapmaktadır
alaçatı; düzgün yüzlü, taş binaları, daracık dökme taş kaplı sokakları, küçük meydanları ile türkiye’nin diğer beldelerini kıskandıracak kadar farklı ve güzel bir tatil merkezi. bu günkü şöhretini ise tarihi mimari dokusunu bozmadan ve yeni binalarını da bu dokuya uygun tarzda inşa etmesine borçludur. altı güzel mahallesi, hacımemişteki tarihi camisi ve eski pazaryerinde yer alan ve cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında haklı zorunluluklarla camiye dönüştürülmüş tarihi kilisesi ve yenimecidiye’deki kilise kalıntısı ile birlikte her bir yanı tarih kokar. agrillia limanına, germiyan’dan, nohutalan’dan, issız dereden akan, dokuz köprülerden geçerken, kiminin bulanık ve çamurlu bulduğu, bazıları içinse; dibi görünmeyen nehir görünümündeki yağmur suları hayatın ta kendisi ve gizemidir. o da bunu bildiği için akıp giderken içini göstermez. bezen yavaş yavaş akar, bazen öylesine coşup taşar ki kıyıları, tarlaları kaplar. her akıp giden su damlacığı yaşanmışlıkları da birlikte alıp giderken, genç âşıklara gelecek hayalleri kurdurup, yaşlılara iç çektirirler. her mevsim ayrı ışıklara bezenir agrilya. rengi hep değişir. sararır boza döner, grileşir, kararır ve hatta yeşerdiği bile olur ama derler ki, onu mavi olarak görebilenler sadece sevdalı gözlerdir. velhasıl alaçatı’nın her yanı birbirine benzer görünürse de aslında hayatlarımız gibi hiç birbirine benzemeyen çeşitliliktedir. alaçatı’nın sokakları ve yüksek duvarlarıyla sarmaş dolaş, yemyeşil ağaçlı tepeleri baktığımızda öte yakasındaki sakız ağaçlarına çarpıp yayılan geniş bir dalganın sakin teslimiyeti içinde dümdüz uzanır gider. alaçatı’nın hacımemiş mahallesinden yenimecidiye mahallesinin son sokağına kadar yan yana dizilmiş cumbalı, kepenkli, taş evlerinin çoğu yeni sahiplerince elden geçirilmiş pırıl pırıldır. eski ya da yeni hepsinin cam kenarlarında sardunya saksıları vardır. yosunlaşmış taş duvarlı bahçelerden yasemin, melisa ve manolya kokuları yayılır. bu duygu ve kokular eşliğinde beldenin dört bir yanına yayılmış çay bahçeleri veya cafelerinde oturup, alaçatılılar’ın tabiriyle tavşan kanı çayı yudumlamanınsa tadına doyum olmaz. geceleri de bir başkadır alaçatı’nın. efil efil esen gerence rüzgarı eşliğinde küçüğünden büyüğüne şarap evleri, kafe-bar ve restoranlar efkar dağıtmak, geçmişimizden geleceğe yeni köprüler kurmak adına kucak açmış sevenlerini bekliyor. kendinizi, her köşe başında gönül telinizi titreten bir müzik eşliğinde bir mekanda oturmuş şarabınızı yudumlar, gelecek hayalleri kurarken bulabilirsiniz! kimbilir?
Nerede eski Alaçatı? O Alaçatı’yı çok özlüyorum. Bugün Cumhuriyet Meydanı terk edilmişlik hissi veriyor bana, birazda hüzünlendirerek! Kiraya verilen veya satılan dükkânlar şimdilerde kapalı. Yazın turistik amaçlı kullanılan bu mekânlar, sezon sonunda vitrinlerini ya gazete kâğıdı ya da beyaz parşömenle kapatarak yaz sezonuna kadar dükkânlarına kilit vurdular bile. Bir kısmı incelik gösterip vitrin camına “önümüzdeki sezon görüşmek üzere” diye yazıp, kalanlara iyi kışlar dileğinde bulunurken, çoğu buna bile gerek duymadan çekip gittiler hoyratça! Alaçatı’nın Kemal Paşa Caddesi eskiden yaz – kış hareketliydi. Kahvehaneler sinemalar bakkallar bu cadde üzerindeydi. Akşamları sinemaya giden insanlar, bu caddede gezinti yaparlardı. Esnaflar geç saatlere kadar açıktı. Tarla işinden gelen üreticiler akşam yemeğinden sonra kahvehaneye çıkar, hem dost ve arkadaş sohbetlerinin sıcaklığında çaylarını yudumlar, hem de tarlasında çalıştıracak iççi bakardı. Üç tane işçi kahvehanesi vardı. İş bulabilmek için işçilerde muhakkak buralara gelirlerdi. Şimdiki gibi telefon, cep telefonu ve e-mail imkânları yoktu tabi! Birde akşam kahvehaneye çıkanlar, eşinin liste ettiği ihtiyaçları da karşılardı bakkaldan. Şimdi içim burkularak geçiyorum buralardan. Fevzi Yıldız’ın bakkal dükkânını bir gözlük firması kiralamış, koskoca bir tabela ve bir bayan gözlük reklamı yapıyor! O aşina ruh gitmiş, duvarlar sanki ağlıyor, soğuk! Kahveci Hüseyin’in yerini bir başkası kiralamış. Eski bina yıkılmış, boş arsa olarak geçici tezgâhlar konmuş sezon sonunda. Sandalye ve masaları naylonlarla örtmüşler. Kirlenmiş şimdiden hepsi, kirli naylonlar çevre ve görüntü kirliliğinden başka bir işe yaramıyor. İnsan bu yerlere baktıkça eskiyi anımsamadan geçemiyor. Bizler, bu mekânlarda yaşlılarımızın anlattığı hikâyelerle büyüdük. Aynı cadde üzerinde bulunan Raşit Orbay’ın Kahvehanesinin anıları kazınmış! Cafe olarak işletiliyor. Hacı Mustafa Bayır’ın bakkal dükkânı da. Hüseyin Bayır’ın bakkal dükkânı cafe, bir başka dükkânını ise bir banka mekân tutmuş! Ahmet Ulutaş’ın dükkânı restoran olmuş. Ruşit efendinin dükkânı yıllarca eczane olarak çalıştırıldı. Şimdi ünlü bir markayla yaz sezonunu renklendiriyor! Nalbant Mustafa Baysal’ın baba mesleğini oğlu Musa Baysal yıllarca sürdürmüştü. Vefat edince bu kez oğlu Kazım Baysal dede mesleğini devam ettirdi. Sonunda meslek işlevsiz kalınca başka bir iş bulup İzmir’e taşındı, ekmeğini orada kazanıyor, ne yapsın? Diğer oğul Mehmet Baysal’da bir dükkânı bakkal olarak çalıştırırdı. Diğer dükkânı ise küçük oğul Rıza Baysal manav olarak. Hem de Alaçatı’nın en güzel manavıydı orası. Bir küçük at arabaları vardı. Bazen kendisi, bazen çocukları at arabasında, kasalar içine yerleştirdikleri sebze ve meyveleri, Ilıca Şantiye Evlerinde satarlardı. Yaşlanınca bıraktılar, çocukları da sürdürmediler. Şimdilerde Mehmet Baysal’ın torunları Hasan ve Kayhan Ölmezer kardeşler dedelerinin ocağını tüttürüyor. Meydanlıktaki Belediye Kahvehanesini bekâr Hakkı lakabıyla tanıdığımız, Hakkı Çevik, Hilmi Çevik ve kardeşleri çalıştırırlardı. Buranın bitişiğindeki sıralı dükkânlarda ise Alaçatı Gençlik Spor Kulübü Lokali ile Okuma Odası ve bir diğerinde de Terzi Şadi’nin dükkânı vardı. Gece gündüz insan kaynardı burası. Ayaküstü kapı önü sohbetleri hep bu alanda yapılır, yaşlılar kahvehanede otururlar, gençlerse kulüp binasında! Hüseyin Akalın’ın dükkânlarının bir tanesini Terzi Sırrı Atatekin çalıştırırdı. Bir dükkân aşağısında Semerci Hasan Kuşku’nun dükkânı, Ahmet Ulutaş’ın dükkânının biraz altında ise Semerci Cemil Ustanın dükkânı bulunurdu. Bu ustalar eşeklerimize çok güzel semerler yapardı. İki zanaatkâr ağabeyimizde mesleklerinin erbabıydı. Bu yüzden çoğu kez semer yapım ve tamir işini hangisine vereceğimizi bilemez, evden semeri sırtladık mı ayaklarımız bizi hangi semerci ustasına götürürse ona giderdik. Usta semerimizi tamir edene kadar da Kahveci Hüseyin Kutluay’ın veya bekâr Hakkı’ların kahvehanesine gider çay içip tamiratın bitmesini beklerdik. Birde taş fırınlarımız ve emektarları vardı, tabi yâd etmeden geçemem. Yılların emektarı Fehim Keskin Alaçatı’ya çok hizmet etti. Hafta sonu tatili, bayram demeden, gece herkes uyurken Fehim ve Abdurrahman Keskin ağabeyler sabahlara kadar çalışıp bizlere ekmek çıkarırdılar. Şimdi orası da modaya uydu, yerinde yeni bir mekân, çok güzel unlu mamuller üreterek hizmet veriyor beldemize. Ama ben, orada yakılan piren çalısının, zeytin odununun kokusunu özlüyorum hep. İki kara fırın karşılıklıydı. Keskin’lerin Fırını ve Barbun Hasan’ın ki. Bazen aileler evlerindeki fırınları yakmaz, bir tepsi börek için değmez deyip, hazırladıkları böreği doğru bunlara getirirlerdi. Pişen börek ve ekmek kokuları bütün mahalleye yayılır, biz de bu güzel kokulardan doyasıya nasiplenirdik. Hey gidi günler, kimler gelip geçti bu yorgun diyardan bütün yük ve acılarını bırakarak. Zaman baba öğretti ki, geriye kalan bu gök kubbede, yalnızca bir hoş seda imiş! Gelenlere selam, gidenlere uğurlar olsun. Kalın sağlıcakla… Ömer ÖNAL [email protected]
SİNEMA GÜNLERİ 08/06/2010 Alaçatı İnsanımızın sanata ne kadar değer verdiği herkes tarafından biliniyor. Ben çok gençken terzi çırağıyken arkadaşlarımla geceleri geç saatlere kadar çalışırdık. Geceleri bize ziyarete gelen çok değerli dostlarımız bize ziyarete gelirlerdi. Nevin Tezcan ile Ayhan Tezcan ağabeylerim konumuz sanat veya sinema olunca bizlere eskiden nasıl Tiyatro oynadıklarını anlatırlardı. Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Köy Enstitülerin kurulduğu yıllarda Alaçatı’yada Tiyatro, Marangozluk, Demircilik İnşaat Ustalığı Biçki dikiş kursları açılmış.çok sayıda gençlerimiz bu kurslardan yararlanmış ve bu gün çok sayıda Yaşayan ağabeylerimiz ailelerinin geçimini Öğrenmiş olduğu bu sanatlarınla sağlıyorlar.Alaçatı’da iki tane sinema solonu vardı biri belediye sineması birde Sakarya sineması,her akşam iki seans film gösterisi yaparlardı. haftada bir kez tiyatro sanatçıları gelir oyunlarını sergilerlerdi.kimler gelmezdi ki? eski sinema oyuncularından Hulusi Kentmen,Atıf Kaptan,Hayri Kara bay Tuncay Özinal gibi şöhret olmuş sanatçılar Alaçatı’nın müdavimlerindendi.Nevin Abi sağolsun çok sık anlatırdı Belediye sinemasında bu gün yeri Atatürk Kültür merkezi olan yerde Tiyatro çalışmaları yaparlarmış bazı gençlerin çok başarılı olduklarından bahsederdi buğün elinden tutan olsa Türkiye’de Tiyatro sanatında çok başarılı olacak çocukların olduğunda bahsederdi ben bunlara çok kez tanık olmuşumdur.1960 lardan sonra Emin Özdemir abimizinde içinde olduğu bir tiyatro ve sanat gurubu kuruldu.bu gurubun içinde kimler yoktu ki Koreli Kazım,Yılmaz Körükçü,Mesut Serin,Özdemir kanga,Selahattin Kanga,gibi çok sayıda arkadaşlarımız Alaçatı halkına gösteri sundular.Urla ve Seferihisarda’da gösteriye gittiler.Bugünkü talk Şovculara taş çıkartacak kadar güzel oyunlar sergilediler.Kimi Tiyatro oynadı kimi Şarkı söyledi kimi saz çaldı ama bir şey yaptılar…1989 yılında ben Belediye meclis üyesi seçildim.Belediye Başkan vekili idim bir telefon geldi karşımda Milletvekili olan Türkan Akyol,Ara seçimlerda Erdal İnönü İzmir millet vekili adayı idi ve İzmirden bir genel başkan olarak seçimi her şartlar altında kazanıp Genel Başkanımızı Parlamentoya sokmamız gerekiyordu ve İzmir örgütü olarak çok çalışıp Genel Başkanımızı Parlamentoya soktuk. Bu çalışmamızda Eski Kadın Bakanımız Türkan Akyol genel Başkanınız Erdal İnönü ye Çalışması için İzmire gelmişti kendisiyle beraber çalışmamız oldu. Bana hep kara oğlan diye hitap ederdi, tanışıklığımız oradan. Selam Kara oğlan Nasılsın İyi misin hatır sormasından sonra Türkiye’nin de içinde olduğu Dünya Uluslar arası Tiyatrolar birliği İsmi Asitej olan bir kuruluş ilk olarak Türkiye’de Uluslar arası gençlik ve Çocuk Tiyatroları festivali düzenlemek istiyorlar benim de ilk aklıma gelen alaçatı oldu buna sizler ev sahipliği yapabilirsiniz dedi ben Böyle çok güzel bir projeden çok heyecanlandım. Hemen belediye başkanıma bunu ilettim belediye başkanımız Ömer üstesinden gelebilirmiyiz deyin ce Başkanım siz hiç merak etmeyin Alaçatının bu konuda bu festivale sahip çıkacağına yürekten inanıyorum dedim Belediye başkanımız Konuyu meclise taşıdı ve meclisinin onayı alındıktan sonra biz çalışmalara başladık ve Çalışmalarımızı önce ilk olarak Okul koruma derneği üyeleri Okul Aile birliği üyelerinle toplantılar düzenledik iki okulumuzun müdürleri Çocuk Tiyatroları Festivali projesine çok sahip çıktılar. Ben ve Belediye Başkanı Ankara’da Türkan Akyol Ve Asitejin yönetim kurulu üyesi Olcay Poyraz hanımefendi ile toplantı yaptık ve Alaçatı’da birinci Uluslar arası gençlik ve çocuk tiyatroları festivalini hayata geçirdik. Buradan sizlere nasıl anlatayım bilemiyorum. İlk yıl Alaçatı’da ne Kültür Merkezi vardı nede Amfi Tiyatro Bu gün otoparkın olduğu kuğulu parkı dediğimiz yerde yüzlerce Çocuk hasırların üstünde, ahşaptan yapılmış bir platformda Avrupa dan ve Türkiye’den gelen tiyatro gurubunun oyucuları oyunlarını sergiliyorlar ve oyunun sonunda çocuklarla elele tutuşup hep beraber birlikte meydanlığa geliniyordu.Türkiye’den katılan Denizli tiyatrosunun sorumlusu ,Sayın Sadık Aslankara, Olcay Poyraz,tüm Tiyatro oyuncularının,ve çocuk kitapları yazarı Ülker Köksal,gibi Ünlü isimlerin katılımıyla oynanmış olan eseri tartışıyorlardı.bizde onları büyük bir heyecanla izliyorduk. Tiyatronun ne olduğunu Profesyonel olarak anlamaya çalışıyorduk. Uluslararası Gençlik ve Çocuk festivalinin. İkinci yılında Alaçatı’da Kartal Tibet’in yönetmenliğini yaptığı Koltuk Belası filmi çekimleri vardı. Alaçatı Belediye Binası film ekibine tahsis edilmişti. Kemal Sunal’ın Belediye Başkan Adayı olduğu Partinin adı ise D.M.D.Y.D.Partisi idi bende o filimde görev almıştım Raşit Orbay,Nevin Tezcin,Recep İnak, Gibi bir çok arkadaşımızda Koltuk belası filminde görev almışlardı.Yıllardır bu film tüm ulusal kanallarda gösterime sunuldu.Türkiye’de televizyonu olan herkes Alaçatı’da çekilen bu filmi izledi ve Alaçatı’yı tanıma imkanı buldu.Alaçatı konumu olarak birçok filimler çekildi Müjde Ar ‘n oynamış olduğu Adı Vasfiye,filmi Alaçatıda çekildi Herkes Kendi evinde, Türkan Şoray ile Cüneyt Arkının beraber oynamış olduğu bir film Alaçatıda çekildi Koltuk Belası Filim çekimleri sırasında Alaçatı’da tiyatro gösterisi vardı Kemal Sunal ve kartal Tibet’e hocam ne olur bu akşam Tiyatro oyunundan sonra Alaçatı’lı ve Alaçatı’ya Tiyatro izlemeye gelen misafir çocuklar sizinle sohbet etmek istiyor bu davetimizi kabul edermisiniz. Kemal Sunal bu davetimizi kabul etti ve Çocuklarımızın Hasırların üzerinde tiyatro izledikten sonra Türkiye’mizin sevgisini kazanmış olan Beyaz perdemizin Ünlü aktörlerimizden Kemal Sunal ile çocuklarımız sohbet etme imkânına ulaştılar. Gençlik ve Çocuk Tiyatroları festivali yıllarca devam etti. Fakat Devletimizin bazı ekonomik tedbirlerine Alaçatı Belediyesinde uymak zorunda kaldı. Tiyatro festivalleri ekonomik koşullar nedeniyle artık yapılamaz hale geldi ve yapılmıyor. Bu gün çok güzel bir haberle şok yaşadım Tülin Hanım Ankara’dan döndü ve Ömer Bey çok güzel projelerle döndüm Alaçatı’da yaşayan çocuklarımıza film Festivali düzenli yelim Tülin Hanım ne olur bu projeyi hemen Belediye Başkanımla görüş ve başkanım kabul ederse hemen icraata geçirelim. Tülin Hanım 07 Haziran günü Belediye Başkanımızla görüşmeye gitti ve Belediye Başkanımızın ve her türlü Belediye desteğini yapmak için pozitif yaklaştığını ve her türlü yardımı yapmak istediğini, geleceğimiz olan çocuklarımızın her projesinde yanlarında olduğunu belirttikten Tülin hanım bunları benimle paylaştıktan sonra kendime sordum. Çocuklar Muhitin Dalgıç’ı neden bu kadar çok sevdiğini anladım, Çocuklar Sinema günleriniz hayırlı olsun. Kalın sağlıcakla ÖMER ÖNAL
1850'li yıllarda Güneyi bataklık olan Alaçatı; zamanın Sadrazamının “Bataklığı kurutun! ” Buyruğuyla Alaçatı'nın Güneyindeki tabii limana ulasan bir kanal açılır. Ovalardan büyük hendeklerle drenaj sağlanarak bataklık kurutulur. Açılan kanal daha sonraları gemilerin yanaştığı bir liman olur. Bu çalışmaya zamanın mimari Hacı Memiş Ağa önderlik eder ve adalardan imar işinde çalışmak üzere Rum işçiler getirtir. Gelen Rum işçiler Alaçatı Limanının 1000 m kuzeyinde yeni Alaçatı'yı inşa ederek yerleşirler. İşleyebilecekleri tarlaları olmadığı için, büyük toprak sahibi Türkler tarlalarını tesis edip işletmek ve bir süre sonra devretmek koşuluyla Rumlara verirler. Bir anlamda bu, yap-işlet-devret modelidir. İşletme sahibi Rumlar Alaçatı'da bağcılığı geliştirirlerGünümüzden yüzyıl önce Alaçatı'dan şarap dış ülkelere ihraç edilir. Alaçatı şarabı dünyanın kaliteli şarapları arasında yerini alır. Bu yüzden Alaçatı kiliselerinin en önemli süsleme figürleri üzüm salkımlarıdır. 1873 yılında Alaçatı'da Belediye teşkilatı kurulur. Takriben 19. yy 'dan önce Alaçatı ve çevresinde, Çeşme, Köste, Çiftlik, Ovacık vs. ile birlikte 45 bin kişi yaşamaktadır. Bu nüfusun 40 bini Rum geriye kalan beş bini Türklerdi.
Hilmi Uran 1914'te Çeşme'ye Kaymakam olarak tayin edilir. Göreve başladığından bir iki ay sonra Balkanlar'dan özellikle Yugoslavya, Makedonya, bölgelerinden ilk göçmenler gemi ile Çeşme'ye gelir. Göçmenlerin gelişi Rumlar arasında panik yaratır, ve kısa zaman içinde bölgeyi terk ederler. Yugoslavya'dan gelen bu göçmenler Alaçatı'da iskân edilir. Bağcılığa yabancı olan göçmenler şarapçılığı hiç bilmezler. Selanik'ten Makedonya'nın Karacaova bölgesinden ve Girit, İstanköy gibi adalardan mübadil göçmenler gelir. Alaçatı'da tütüncülüğün gelişmesini sağlarlar. Tütün, kavun yetiştiriciliği ve hayvancılık 1980'li yıllara Alaçatı'yı taşıyan unsurlardır. Daha sonra tarım üretiminin yerini esnaflık, kısmen balıkçılık ve turizm almıştır.
ALAÇATI’DA YILBAŞI
Alaçatı; 31 Aralık 2010 Cuma akşamı böylesi bir kalabalığı belki tarihinde ilk defa görüp yaşadı. Türkiye ve Avrupa’dan beldemizdeki yılbaşı kutlamalarına katılan yerli ve yabancı konuklar yılbaşını Alaçatı’da geçirmek için sanki yarışmış, Alaçatı sokaklarında yürüyebilmek adeta imkânsız hale gelmişti.
Belediyemizin öncülüğünde düzenlenen yıl başı kutlama partisi vesilesiyle bir araya gelen Alaçatı sevdalıları, Cumhuriyet meydanına kurulan iki platformda gece boyunca sahne alan sanatçılar ve DC’ler eşliğinde doyasıya eğlendiler.
Orkestra eşliğinde sahne alan sanatçılara, havai fişek, çeşitli ışık ve lazer gösterileri de refakat edip, katılımcılara görsel ve duyusal bir şölen ikram edildi.
Ayrıca, işyerlerinin vitrinleri ile cadde ve sokaklardaki ağaç ve aydınlatma direklerinde yapılan ışıklandırma ve aydınlatmalarla, beldemiz bir bayram yerine dönüştürüldü.
Alaçatı esnafının geceye gösterdikleri ilgi de takdire değerdi. Kışın mekânlarını açık tutmayan restoran ve kafe sahibi işletmecilerin iki günlüğüne de olsa, işyerlerini açmaları beldemize büyük bir hizmetti. Umarız emeklerinin karşılığını da almışlardır.
Eskiden yılbaşı böylemi kutlanırdı! Günümüzde, Şehitlik caddesine Cumartesi günleri kurulan halk pazarı, 80’li yılların sonuna kadar, şimdi restore edilen merkez cami’inin etrafında kurulurdu. Halk ürettiği meyve ve sebzeleri bu pazaryerinde satardı.
Ayrıca, eski manavlar Karaköylü lakabıyla anılan Halil Girgin, Rıza Baysal, Ankaralı Mustafa, Konyalı Nebi Çatalbaş, sabahın erken saatlerinde kamyonla İzmir’e giderler mevsim meyvelerini İzmir Toptancı Halinden getirirlerdi.
Yılbaşı akşamı tüketilmek üzere manav ve pazardan tedarik edilen muz, kestane, mandalina, elma, portakal ve çeşitli çerezler evlerde akşam ezanı sonrasında kurulan yılbaşı sofralarında yerini alırdı.
Şimdiki gibi marketlerden her an alınabilen hazır tavuk eti o vakitler bakkallarda satılmazdı. Her evde kümes hayvanları bulunur, buradan büyüğünden bir horoz tutulup kesilir, yılbaşı akşamının ana mönüsü de bu olurdu. Ekonomik durumu biraz daha iyi olan aileler ise tabi’i ki hindi keserlerdi.
Yemekler yendikten sonra komşu ve akrabalar bir araya gelir, meyve ve çerezler yenilir, gecenin ilerleyen saatlerinde de pırnal veya zeytin odununu ile yakılan sac sobalar üstünde kestane pişirilirdi. Günümüz evlerinde yaygın bir şekilde kullanılan şöminelerin daha basiti, halk dilindeki adıyla ocaklarda da, kor ateşte bakır tencerede mısır patlatılırdı. İlerleyen saatlerde de sobadan çıkarılan odun kömürü, mangala alınır, evin hanımı kahveleri kömür ateşinin külünde pişirirdi.
Sıra şans oyunlarına gelince, tombala takımı dolaptan çıkarılır, konuklarla birlikte tombala çekilir, kazananlar sevinir, kaybedenler üzülürdü. Kazanan misafirler sevinç içinde evlerinin yolunu tutarken bütün seneyi hep kazanacağı umuduyla mutlu geçirirlerdi. Kaybedenlerinse umutları bir sonraki yılbaşına kalırdı.
1980’i, 1981’e bağlayan yılbaşında TRT Kurumu Televizyonu bir ilke imza attı, televizyonda gece tam 12.00’de Türkiye’nin ünlü dansözlerinden Nesrin Topkapı’yı ekranlara çıkarttı. Zeki Müren, gibi daha birçok çok ünlü sanatçılarımızda yeni yıl mesajlarını TRT’nin siyah beyaz televizyonlarından verirlerdi. TRT’nin o yıllardaki yılbaşı müzik programları çok güzel olurdu. Akşamın erken saatlerinde ünlü klarnet sanatçısı Mustafa Kandıralı ve arkadaşları yılbaşı özel programını oyun havaları çalarak açarlardı.
Ünlü ve şöhretli sanatçılar bu günde olduğu gibi, yeni yıla girilen saatlerde ekrana çıkarlardı. Halkın büyük bölümünün eğlencesi televizyon izlemekti. Son yıllarda çok sayıda televizyon kanalı oldu, elimizde televizyonun uzaktan kumandası, hangi kanala istersek o kanala geçiyoruz ama o eski programlar yok artık!
ÖMER ÖNAL
BENİM KÖYÜM
O güzel yeşil tepelerin eteğine kurulmuş köyümü seyrediyorum. Aşagılarında bağ ve zeytinlik ağaçları sanki rüyadaymışım gibi seyrediyor insan. Ak duvarlı evler daracık sokaklar. Tepelerinde yeşil cayırlar ve o koku tanıdık geliyor insana. Bu kokuyu rüyasında bile insan hissediyor. Fakat bu kokunun adını insan bir türlü koyamıyor. İnsanın zihni birden çığlık atıyor. Kekik Kekikti bu koku Coçukluğumda, bu yamaçlara çıkarken o dikensi çalıları toplar ellerimi burnuma götürür mis gibi kekik kokardı. Artık burası neresi diye sormayın burası Alaçatı. Benim köyüm burası. Bir kayanın üstüne oturuyorum bir tarafta hurmalı ovası bir tarafta Liman ovası liman ovasını ortasından ayıran Ağrillia körfezi alçak suları Alaçatı’nı binalarının bahçesinin beyaz duvarlarına kadar gelmiş. Kayanın üstünde öğlece ne dalmış Alaçatı’nın rüzgârı saçlarımı ve yanaklarımı okşuyor. Ağrillia körfezinde derme çatma iskele kayalara çarpan dalgalar mavi köpüklerle kendilerini tahtaları üzerine atıyor. Deniz göz alabildiğine boştu. Tek bir yelken bile yoktu görünümünde. Dönüp arkana bakıyorsun, yeşil tepeler gökyüzünde buluşuyor. Önünde de deniz ta, ileride kucaklaşıyordu gökyüzüyle. Benim dünyam diye geçiriyorum aklımdan, yerle gök gökle deniz arasında bir yere sıkışmış kalmışım.
Ömer Önal
Germiyan:
Germiyan köyü İzmir'in Çeşme ilçesindeki bir yerleşim birimidir.
Germiyan Köyü'nün Zeytin yağı Dünyaca meşhur Anasonu Siyah inciri
Yaz kavunu ve tütünü çok meşhurdur.
Son yıllarda Germiyan Köyü halkı Şarap Üzümü üretimi yapmaktadır
ALAÇATI
alaçatı; düzgün yüzlü, taş binaları, daracık dökme taş kaplı sokakları, küçük meydanları ile türkiye’nin diğer beldelerini kıskandıracak kadar farklı ve güzel bir tatil merkezi. bu günkü şöhretini ise tarihi mimari dokusunu bozmadan ve yeni binalarını da bu dokuya uygun tarzda inşa etmesine borçludur.
altı güzel mahallesi, hacımemişteki tarihi camisi ve eski pazaryerinde yer alan ve cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında haklı zorunluluklarla camiye dönüştürülmüş tarihi kilisesi ve yenimecidiye’deki kilise kalıntısı ile birlikte her bir yanı tarih kokar.
agrillia limanına, germiyan’dan, nohutalan’dan, issız dereden akan, dokuz köprülerden geçerken, kiminin bulanık ve çamurlu bulduğu, bazıları içinse; dibi görünmeyen nehir görünümündeki yağmur suları hayatın ta kendisi ve gizemidir. o da bunu bildiği için akıp giderken içini göstermez. bezen yavaş yavaş akar, bazen öylesine coşup taşar ki kıyıları, tarlaları kaplar.
her akıp giden su damlacığı yaşanmışlıkları da birlikte alıp giderken, genç âşıklara gelecek hayalleri kurdurup, yaşlılara iç çektirirler. her mevsim ayrı ışıklara bezenir agrilya. rengi hep değişir. sararır boza döner, grileşir, kararır ve hatta yeşerdiği bile olur ama derler ki, onu mavi olarak görebilenler sadece sevdalı gözlerdir.
velhasıl alaçatı’nın her yanı birbirine benzer görünürse de aslında hayatlarımız gibi hiç birbirine benzemeyen çeşitliliktedir. alaçatı’nın sokakları ve yüksek duvarlarıyla sarmaş dolaş, yemyeşil ağaçlı tepeleri baktığımızda öte yakasındaki sakız ağaçlarına çarpıp yayılan geniş bir dalganın sakin teslimiyeti içinde dümdüz uzanır gider.
alaçatı’nın hacımemiş mahallesinden yenimecidiye mahallesinin son sokağına kadar yan yana dizilmiş cumbalı, kepenkli, taş evlerinin çoğu yeni sahiplerince elden geçirilmiş pırıl pırıldır. eski ya da yeni hepsinin cam kenarlarında sardunya saksıları vardır. yosunlaşmış taş duvarlı bahçelerden yasemin, melisa ve manolya kokuları yayılır. bu duygu ve kokular eşliğinde beldenin dört bir yanına yayılmış çay bahçeleri veya cafelerinde oturup, alaçatılılar’ın tabiriyle tavşan kanı çayı yudumlamanınsa tadına doyum olmaz.
geceleri de bir başkadır alaçatı’nın. efil efil esen gerence rüzgarı eşliğinde küçüğünden büyüğüne şarap evleri, kafe-bar ve restoranlar efkar dağıtmak, geçmişimizden geleceğe yeni köprüler kurmak adına kucak açmış sevenlerini bekliyor. kendinizi, her köşe başında gönül telinizi titreten bir müzik eşliğinde bir mekanda oturmuş şarabınızı yudumlar, gelecek hayalleri kurarken bulabilirsiniz!
kimbilir?
Ömer Önal
[email protected]
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ CİHAN DEĞER!
Nerede eski Alaçatı? O Alaçatı’yı çok özlüyorum. Bugün Cumhuriyet Meydanı terk edilmişlik hissi veriyor bana, birazda hüzünlendirerek! Kiraya verilen veya satılan dükkânlar şimdilerde kapalı. Yazın turistik amaçlı kullanılan bu mekânlar, sezon sonunda vitrinlerini ya gazete kâğıdı ya da beyaz parşömenle kapatarak yaz sezonuna kadar dükkânlarına kilit vurdular bile. Bir kısmı incelik gösterip vitrin camına “önümüzdeki sezon görüşmek üzere” diye yazıp, kalanlara iyi kışlar dileğinde bulunurken, çoğu buna bile gerek duymadan çekip gittiler hoyratça!
Alaçatı’nın Kemal Paşa Caddesi eskiden yaz – kış hareketliydi. Kahvehaneler sinemalar bakkallar bu cadde üzerindeydi. Akşamları sinemaya giden insanlar, bu caddede gezinti yaparlardı. Esnaflar geç saatlere kadar açıktı. Tarla işinden gelen üreticiler akşam yemeğinden sonra kahvehaneye çıkar, hem dost ve arkadaş sohbetlerinin sıcaklığında çaylarını yudumlar, hem de tarlasında çalıştıracak iççi bakardı. Üç tane işçi kahvehanesi vardı. İş bulabilmek için işçilerde muhakkak buralara gelirlerdi. Şimdiki gibi telefon, cep telefonu ve e-mail imkânları yoktu tabi!
Birde akşam kahvehaneye çıkanlar, eşinin liste ettiği ihtiyaçları da karşılardı bakkaldan. Şimdi içim burkularak geçiyorum buralardan. Fevzi Yıldız’ın bakkal dükkânını bir gözlük firması kiralamış, koskoca bir tabela ve bir bayan gözlük reklamı yapıyor! O aşina ruh gitmiş, duvarlar sanki ağlıyor, soğuk! Kahveci Hüseyin’in yerini bir başkası kiralamış. Eski bina yıkılmış, boş arsa olarak geçici tezgâhlar konmuş sezon sonunda. Sandalye ve masaları naylonlarla örtmüşler. Kirlenmiş şimdiden hepsi, kirli naylonlar çevre ve görüntü kirliliğinden başka bir işe yaramıyor.
İnsan bu yerlere baktıkça eskiyi anımsamadan geçemiyor. Bizler, bu mekânlarda yaşlılarımızın anlattığı hikâyelerle büyüdük. Aynı cadde üzerinde bulunan Raşit Orbay’ın Kahvehanesinin anıları kazınmış! Cafe olarak işletiliyor. Hacı Mustafa Bayır’ın bakkal dükkânı da. Hüseyin Bayır’ın bakkal dükkânı cafe, bir başka dükkânını ise bir banka mekân tutmuş! Ahmet Ulutaş’ın dükkânı restoran olmuş. Ruşit efendinin dükkânı yıllarca eczane olarak çalıştırıldı. Şimdi ünlü bir markayla yaz sezonunu renklendiriyor!
Nalbant Mustafa Baysal’ın baba mesleğini oğlu Musa Baysal yıllarca sürdürmüştü. Vefat edince bu kez oğlu Kazım Baysal dede mesleğini devam ettirdi. Sonunda meslek işlevsiz kalınca başka bir iş bulup İzmir’e taşındı, ekmeğini orada kazanıyor, ne yapsın? Diğer oğul Mehmet Baysal’da bir dükkânı bakkal olarak çalıştırırdı. Diğer dükkânı ise küçük oğul Rıza Baysal manav olarak. Hem de Alaçatı’nın en güzel manavıydı orası. Bir küçük at arabaları vardı. Bazen kendisi, bazen çocukları at arabasında, kasalar içine yerleştirdikleri sebze ve meyveleri, Ilıca Şantiye Evlerinde satarlardı. Yaşlanınca bıraktılar, çocukları da sürdürmediler. Şimdilerde Mehmet Baysal’ın torunları Hasan ve Kayhan Ölmezer kardeşler dedelerinin ocağını tüttürüyor.
Meydanlıktaki Belediye Kahvehanesini bekâr Hakkı lakabıyla tanıdığımız, Hakkı Çevik, Hilmi Çevik ve kardeşleri çalıştırırlardı. Buranın bitişiğindeki sıralı dükkânlarda ise Alaçatı Gençlik Spor Kulübü Lokali ile Okuma Odası ve bir diğerinde de Terzi Şadi’nin dükkânı vardı. Gece gündüz insan kaynardı burası. Ayaküstü kapı önü sohbetleri hep bu alanda yapılır, yaşlılar kahvehanede otururlar, gençlerse kulüp binasında!
Hüseyin Akalın’ın dükkânlarının bir tanesini Terzi Sırrı Atatekin çalıştırırdı. Bir dükkân aşağısında Semerci Hasan Kuşku’nun dükkânı, Ahmet Ulutaş’ın dükkânının biraz altında ise Semerci Cemil Ustanın dükkânı bulunurdu. Bu ustalar eşeklerimize çok güzel semerler yapardı. İki zanaatkâr ağabeyimizde mesleklerinin erbabıydı. Bu yüzden çoğu kez semer yapım ve tamir işini hangisine vereceğimizi bilemez, evden semeri sırtladık mı ayaklarımız bizi hangi semerci ustasına götürürse ona giderdik. Usta semerimizi tamir edene kadar da Kahveci Hüseyin Kutluay’ın veya bekâr Hakkı’ların kahvehanesine gider çay içip tamiratın bitmesini beklerdik.
Birde taş fırınlarımız ve emektarları vardı, tabi yâd etmeden geçemem. Yılların emektarı Fehim Keskin Alaçatı’ya çok hizmet etti. Hafta sonu tatili, bayram demeden, gece herkes uyurken Fehim ve Abdurrahman Keskin ağabeyler sabahlara kadar çalışıp bizlere ekmek çıkarırdılar. Şimdi orası da modaya uydu, yerinde yeni bir mekân, çok güzel unlu mamuller üreterek hizmet veriyor beldemize.
Ama ben, orada yakılan piren çalısının, zeytin odununun kokusunu özlüyorum hep. İki kara fırın karşılıklıydı. Keskin’lerin Fırını ve Barbun Hasan’ın ki. Bazen aileler evlerindeki fırınları yakmaz, bir tepsi börek için değmez deyip, hazırladıkları böreği doğru bunlara getirirlerdi. Pişen börek ve ekmek kokuları bütün mahalleye yayılır, biz de bu güzel kokulardan doyasıya nasiplenirdik.
Hey gidi günler, kimler gelip geçti bu yorgun diyardan bütün yük ve acılarını bırakarak. Zaman baba öğretti ki, geriye kalan bu gök kubbede, yalnızca bir hoş seda imiş! Gelenlere selam, gidenlere uğurlar olsun. Kalın sağlıcakla… Ömer ÖNAL
[email protected]
SİNEMA GÜNLERİ
08/06/2010
Alaçatı İnsanımızın sanata ne kadar değer verdiği herkes tarafından biliniyor. Ben çok gençken terzi çırağıyken arkadaşlarımla geceleri geç saatlere kadar çalışırdık. Geceleri bize ziyarete gelen çok değerli dostlarımız bize ziyarete gelirlerdi. Nevin Tezcan ile Ayhan Tezcan ağabeylerim konumuz sanat veya sinema olunca bizlere eskiden nasıl Tiyatro oynadıklarını anlatırlardı. Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Köy Enstitülerin kurulduğu yıllarda Alaçatı’yada Tiyatro, Marangozluk, Demircilik İnşaat Ustalığı Biçki dikiş kursları açılmış.çok sayıda gençlerimiz bu kurslardan yararlanmış ve bu gün çok sayıda Yaşayan ağabeylerimiz ailelerinin geçimini Öğrenmiş olduğu bu sanatlarınla sağlıyorlar.Alaçatı’da iki tane sinema solonu vardı biri belediye sineması birde Sakarya sineması,her akşam iki seans film gösterisi yaparlardı. haftada bir kez tiyatro sanatçıları gelir oyunlarını sergilerlerdi.kimler gelmezdi ki? eski sinema oyuncularından Hulusi Kentmen,Atıf Kaptan,Hayri Kara bay Tuncay Özinal gibi şöhret olmuş sanatçılar Alaçatı’nın müdavimlerindendi.Nevin Abi sağolsun çok sık anlatırdı Belediye sinemasında bu gün yeri Atatürk Kültür merkezi olan yerde Tiyatro çalışmaları yaparlarmış bazı gençlerin çok başarılı olduklarından bahsederdi buğün elinden tutan olsa Türkiye’de Tiyatro sanatında çok başarılı olacak çocukların olduğunda bahsederdi ben bunlara çok kez tanık olmuşumdur.1960 lardan sonra Emin Özdemir abimizinde içinde olduğu bir tiyatro ve sanat gurubu kuruldu.bu gurubun içinde kimler yoktu ki Koreli Kazım,Yılmaz Körükçü,Mesut Serin,Özdemir kanga,Selahattin Kanga,gibi çok sayıda arkadaşlarımız Alaçatı halkına gösteri sundular.Urla ve Seferihisarda’da gösteriye gittiler.Bugünkü talk Şovculara taş çıkartacak kadar güzel oyunlar sergilediler.Kimi Tiyatro oynadı kimi Şarkı söyledi kimi saz çaldı ama bir şey yaptılar…1989 yılında ben Belediye meclis üyesi seçildim.Belediye Başkan vekili idim bir telefon geldi karşımda Milletvekili olan Türkan Akyol,Ara seçimlerda Erdal İnönü İzmir millet vekili adayı idi ve İzmirden bir genel başkan olarak seçimi her şartlar altında kazanıp Genel Başkanımızı Parlamentoya sokmamız gerekiyordu ve İzmir örgütü olarak çok çalışıp Genel Başkanımızı Parlamentoya soktuk. Bu çalışmamızda Eski Kadın Bakanımız Türkan Akyol genel Başkanınız Erdal İnönü ye Çalışması için İzmire gelmişti kendisiyle beraber çalışmamız oldu. Bana hep kara oğlan diye hitap ederdi, tanışıklığımız oradan. Selam Kara oğlan Nasılsın İyi misin hatır sormasından sonra Türkiye’nin de içinde olduğu Dünya Uluslar arası Tiyatrolar birliği İsmi Asitej olan bir kuruluş ilk olarak Türkiye’de Uluslar arası gençlik ve Çocuk Tiyatroları festivali düzenlemek istiyorlar benim de ilk aklıma gelen alaçatı oldu buna sizler ev sahipliği yapabilirsiniz dedi ben Böyle çok güzel bir projeden çok heyecanlandım. Hemen belediye başkanıma bunu ilettim belediye başkanımız Ömer üstesinden gelebilirmiyiz deyin ce Başkanım siz hiç merak etmeyin Alaçatının bu konuda bu festivale sahip çıkacağına yürekten inanıyorum dedim Belediye başkanımız Konuyu meclise taşıdı ve meclisinin onayı alındıktan sonra biz çalışmalara başladık ve Çalışmalarımızı önce ilk olarak Okul koruma derneği üyeleri Okul Aile birliği üyelerinle toplantılar düzenledik iki okulumuzun müdürleri Çocuk Tiyatroları Festivali projesine çok sahip çıktılar. Ben ve Belediye Başkanı Ankara’da Türkan Akyol Ve Asitejin yönetim kurulu üyesi Olcay Poyraz hanımefendi ile toplantı yaptık ve Alaçatı’da birinci Uluslar arası gençlik ve çocuk tiyatroları festivalini hayata geçirdik. Buradan sizlere nasıl anlatayım bilemiyorum. İlk yıl Alaçatı’da ne Kültür Merkezi vardı nede Amfi Tiyatro Bu gün otoparkın olduğu kuğulu parkı dediğimiz yerde yüzlerce Çocuk hasırların üstünde, ahşaptan yapılmış bir platformda Avrupa dan ve Türkiye’den gelen tiyatro gurubunun oyucuları oyunlarını sergiliyorlar ve oyunun sonunda çocuklarla elele tutuşup hep beraber birlikte meydanlığa geliniyordu.Türkiye’den katılan Denizli tiyatrosunun sorumlusu ,Sayın Sadık Aslankara, Olcay Poyraz,tüm Tiyatro oyuncularının,ve çocuk kitapları yazarı Ülker Köksal,gibi Ünlü isimlerin katılımıyla oynanmış olan eseri tartışıyorlardı.bizde onları büyük bir heyecanla izliyorduk. Tiyatronun ne olduğunu Profesyonel olarak anlamaya çalışıyorduk. Uluslararası Gençlik ve Çocuk festivalinin. İkinci yılında Alaçatı’da Kartal Tibet’in yönetmenliğini yaptığı Koltuk Belası filmi çekimleri vardı. Alaçatı Belediye Binası film ekibine tahsis edilmişti. Kemal Sunal’ın Belediye Başkan Adayı olduğu Partinin adı ise D.M.D.Y.D.Partisi idi bende o filimde görev almıştım Raşit Orbay,Nevin Tezcin,Recep İnak, Gibi bir çok arkadaşımızda Koltuk belası filminde görev almışlardı.Yıllardır bu film tüm ulusal kanallarda gösterime sunuldu.Türkiye’de televizyonu olan herkes Alaçatı’da çekilen bu filmi izledi ve Alaçatı’yı tanıma imkanı buldu.Alaçatı konumu olarak birçok filimler çekildi Müjde Ar ‘n oynamış olduğu Adı Vasfiye,filmi Alaçatıda çekildi Herkes Kendi evinde, Türkan Şoray ile Cüneyt Arkının beraber oynamış olduğu bir film Alaçatıda çekildi Koltuk Belası Filim çekimleri sırasında Alaçatı’da tiyatro gösterisi vardı Kemal Sunal ve kartal Tibet’e hocam ne olur bu akşam Tiyatro oyunundan sonra Alaçatı’lı ve Alaçatı’ya Tiyatro izlemeye gelen misafir çocuklar sizinle sohbet etmek istiyor bu davetimizi kabul edermisiniz. Kemal Sunal bu davetimizi kabul etti ve Çocuklarımızın Hasırların üzerinde tiyatro izledikten sonra Türkiye’mizin sevgisini kazanmış olan Beyaz perdemizin Ünlü aktörlerimizden Kemal Sunal ile çocuklarımız sohbet etme imkânına ulaştılar. Gençlik ve Çocuk Tiyatroları festivali yıllarca devam etti. Fakat Devletimizin bazı ekonomik tedbirlerine Alaçatı Belediyesinde uymak zorunda kaldı. Tiyatro festivalleri ekonomik koşullar nedeniyle artık yapılamaz hale geldi ve yapılmıyor. Bu gün çok güzel bir haberle şok yaşadım Tülin Hanım Ankara’dan döndü ve Ömer Bey çok güzel projelerle döndüm Alaçatı’da yaşayan çocuklarımıza film Festivali düzenli yelim Tülin Hanım ne olur bu projeyi hemen Belediye Başkanımla görüş ve başkanım kabul ederse hemen icraata geçirelim. Tülin Hanım 07 Haziran günü Belediye Başkanımızla görüşmeye gitti ve Belediye Başkanımızın ve her türlü Belediye desteğini yapmak için pozitif yaklaştığını ve her türlü yardımı yapmak istediğini, geleceğimiz olan çocuklarımızın her projesinde yanlarında olduğunu belirttikten Tülin hanım bunları benimle paylaştıktan sonra kendime sordum. Çocuklar Muhitin Dalgıç’ı neden bu kadar çok sevdiğini anladım, Çocuklar Sinema günleriniz hayırlı olsun. Kalın sağlıcakla
ÖMER ÖNAL
1850'li yıllarda Güneyi bataklık olan Alaçatı; zamanın Sadrazamının “Bataklığı kurutun! ” Buyruğuyla Alaçatı'nın Güneyindeki tabii limana ulasan bir kanal açılır. Ovalardan büyük hendeklerle drenaj sağlanarak bataklık kurutulur. Açılan kanal daha sonraları gemilerin yanaştığı bir liman olur. Bu çalışmaya zamanın mimari Hacı Memiş Ağa önderlik eder ve adalardan imar işinde çalışmak üzere Rum işçiler getirtir. Gelen Rum işçiler Alaçatı Limanının 1000 m kuzeyinde yeni Alaçatı'yı inşa ederek yerleşirler. İşleyebilecekleri tarlaları olmadığı için, büyük toprak sahibi Türkler tarlalarını tesis edip işletmek ve bir süre sonra devretmek koşuluyla Rumlara verirler. Bir anlamda bu, yap-işlet-devret modelidir. İşletme sahibi Rumlar Alaçatı'da bağcılığı geliştirirlerGünümüzden yüzyıl önce Alaçatı'dan şarap dış ülkelere ihraç edilir. Alaçatı şarabı dünyanın kaliteli şarapları arasında yerini alır. Bu yüzden Alaçatı kiliselerinin en önemli süsleme figürleri üzüm salkımlarıdır. 1873 yılında Alaçatı'da Belediye teşkilatı kurulur. Takriben 19. yy 'dan önce Alaçatı ve çevresinde, Çeşme, Köste, Çiftlik, Ovacık vs. ile birlikte 45 bin kişi yaşamaktadır. Bu nüfusun 40 bini Rum geriye kalan beş bini Türklerdi.
Hilmi Uran 1914'te Çeşme'ye Kaymakam olarak tayin edilir. Göreve başladığından bir iki ay sonra Balkanlar'dan özellikle Yugoslavya, Makedonya, bölgelerinden ilk göçmenler gemi ile Çeşme'ye gelir. Göçmenlerin gelişi Rumlar arasında panik yaratır, ve kısa zaman içinde bölgeyi terk ederler. Yugoslavya'dan gelen bu göçmenler Alaçatı'da iskân edilir. Bağcılığa yabancı olan göçmenler şarapçılığı hiç bilmezler. Selanik'ten Makedonya'nın Karacaova bölgesinden ve Girit, İstanköy gibi adalardan mübadil göçmenler gelir. Alaçatı'da tütüncülüğün gelişmesini sağlarlar. Tütün, kavun yetiştiriciliği ve hayvancılık 1980'li yıllara Alaçatı'yı taşıyan unsurlardır. Daha sonra tarım üretiminin yerini esnaflık, kısmen balıkçılık ve turizm almıştır.