Mutlu olduğunuz zamanlarda bütün dünyanın çok daha güzel göründüğünü hiç hissettiniz mi? Oysa sizin bakış açınız dışında gerçekte hiçbir şey değişmemiştir. - Judi James
Yola çıkınca her sabah; bulutlara selam ver, taşlara, kuşlara, atlara, otlara... İnsanlara selam ver, ne görürsen selam ver. Sonra çıkarıp cebinden aynanı, bir selam da kendine ver. Hatırın kalmasın el gün yanında, bu dünyada sen de varsın! Üleştir dostluğunu varlığa, bir kısmı da seni sarsın... - Üstün Dökmen
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında dünyayı çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar dünyayı çocuklara verelim bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” “Özgürlüğün de, eşitliğin de adaletin de dayanağı ulusal egemenliktir.” “Ulusal egemenlik, ulusun namusudur, onurudur, şerefidir.” “Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar yok olur
23 Nisan, Türkiye milli tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir düşmanlık dünyasına karşı ayağa kalkan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder.”
Küçük hanımlar, küçük beyler... Sizler hepiniz, geleceğin bir gülü, yıldızı, bir bahtının aydınlığısınız. Memleketi asıl aydınlığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız."
M. K. Atatürk
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu olsun
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğunda, spor ayakkabılarına rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle. Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendisinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp: -"Küçük!" diye seslendi. "Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!" Çocuk ona dönerek: -"Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti. "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik." -"Bence önemli değil." diye atıldı adam. "Bu dünyada tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı." Küçük çocuk bir şey söyleyemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü: -"Keşke vicdanımız eksik olacağına ayaklarımız eksik olsa idi." Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama yaklaşıp: -"Anlayamadım!" dedi. "Neden öyle olsun ki?" -"Çok basit!" dedi adam. "Eğer vicdan yoksa cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa problem değil. Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak! Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler..." Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrini işaret ederek: -"Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?" Çocuk, başını bir o yana bir bu yana sallayıp: -"Üzerinde 30 lira yazıyor." dedi. "Almam mümkün değil ki!" -"İndirim sezonundayız. Senin için biraz indirim yaparım! Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder!" dedi adam. Çocuk biraz düşünüp: -"Ayakkabının diğer teki işe yaramaz! Onu kim alacak ki?" dedi. -"Amma yaptın ha!" diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek: -"Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu. -"İkiye gidiyorum" diye atıldı çocuk. "Üçe geçtim sayılır." -"Tamam işte! dedi adam. 5 lira da öğrenci indirimi yapsak, geriye kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!" Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modellerini aynılarıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkardı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Çıkarttığı eskiyi göstererek: -"Benim satış işlemim bitti!" dedi. "Sen de bana bunu satsan memnun olurum." -"Şaka mı yapıyorsunuz?!" diye kekeledi çocuk. "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı para eder mi?" -"Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş!" dedi adam. Antika eşyalardan haberin yok herhalde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabını, bence en az 30-40 lira eder. Küçük çocuk art arda yaşadığı şokları üstünden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 lirayı geri vererek: -"Bana göre 20 lira yeterli" dedi. "İndirim mevsimini başlattınız ya!" Adam onu kırmayıp parayı geri aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün malları bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip: -"Babam haklıymış! "Sakat olduğun için üzülmene hiç gerek yok!" demişti!!
Bayram yakındı. Birinci sınıf öğretmeni sınıfına eğlenceli bir bayram ödevi verdi – minnettar oldukları bir şeyin resmini çizmelerini istedi.
Sınıfın çoğu ekonomik açıdan dezavantajlı olarak kabul edilebilirdi, ancak yine de çoğunun evlerinde bayram, el öpme, küçük de olsa bir bayram harçlığı alma, bazılarının evinde tavuk veya hindi de içeren mütevazi özel yemelerin hazırlanması ve bayram şekerlemeleri gibi diğer geleneksel güzellikler ile kutlanırdı. Öğretmen, bu özelliklerin ve yakın olan bayramın öğrencileri için iyi bir konu olacağını düşündü.
Ahmet Sayfanın Ortasına Bir El Çizmişti! Ancak Ahmet diğerlerinden farklı bir resim yaptı. O farklı bir çocuktu. Öğretmenin garip, sefalet, zayıf ve mutsuz olarak gördüğü öğrencisiydi. Teneffüslerde diğer çocuklar oyun oynarken o hep öğretmenin yakınlarında dururdu. Öğretmeni onun üzücü gözlerinin arkasında hissettiği acıyı tahmin edebiliyordu.
Evet, resmi farklıydı. Müteşekkir olduğu bir şeyin resmini çizmesi istendiğinde bir el çizmişti. Kâğıtta başka hiçbir şey yoktu. Sadece boş bir el vardı.
Onun kağıda çizmiş olduğu soyut görüntü yorumlarda diğer öğrencilerin hayal gücünü yakaladı. Öğretmen çocukların soyut düşüncelerini geliştirmek için her bir resim için yaptığı gibi Ahmet’in resmi için de “Bu kimin eli olabilir?” diye sordu.
Bir çocuk bunun bir çiftçinin eli olduğunu tahmin etti, çünkü çiftçiler bayram ziyafetleri için hindi ve tavuk yetiştiriyordu. Bir diğeri bunun bir polis memurunun eli olabileceğini söyledi, çünkü polis insanları koruyor ve önemsiyordu. Bazıları bunun Allah’ın yardım elini temsil ettiğini tahmin etti, çünkü Allah bizi seviyor ve bize yardım ediyordu. Ve tartışma böylece devam etti – öyle ki öğretmen nerdeyse bu eli çizen genç sanatçıyı unutmuştu. Tartışma bitip de, çocuklar diğer ödevlerini yapmaya devam ettiklerinde öğretmen Ahmet’in masasında durakladı, eğildi ve ona çizdiği elin kimin elini sorduğunu sordu.
Küçük çocuk uzağa baktı ve mırıldandı, “O senin elin öğretmenim” dedi..
Öğretmen bir an diğer öğrencilerine de yaptığı gibi onun elini tuttuğu ve onun teneffüslerde zaman zaman başını okşadığı anları hatırladı. Ya da kalemini nasıl tutacağınızı göstermek için “bunu birlikte yapalım“ diyerek onun elini tuttuğu zamanları anımsadı. Ve Ahmet öğretmeninin eli için çok minnettardı.
Öğretmen nemlenen gözlerini silerek o an ağlamamak için oradan hemen uzaklaştı ve çalışmalarına devam etti.
Çantanın dibinde unutulmuş son buruşuk on'luğu bulmaktır kimi zaman bayram… Kimi zaman bir haberdir… Bir selam Susamış dudağa su… Yoksulun sofrasında ekmek… Bir çift yeni ayakkabıdır… Bir küçük mendil… Bebeğe mama… Hastaya güneşin doğuşudur bayram. Varlıklıların ve muktedirlerin bayramları kıt olur… Ya da sevgisize bayramı anlatmak zordur… Ama… Bir bakıştır… Bir dokunuştur… Bir sarılıştır… Bir tek gülüştür bayram. Bayram için bayramı beklemek gerekmez… Mutluluk, takvime bağlanacak kadar bol mudur?.. Ya da hak etmiş yüreğin varsa, sevinç dört güne nasıl sığar?.. Söylenmemiş sevgiler?.. Anlatılmamış özlemler… Ne zamandır beklenmiş sözcükler… Ne zaman gelirse gelsin, o gündür işte, o gün bayram günüdür. Onurunla yastığa baş koymaktır bayram… Gururundur, yüzüne vurur… Şereftir… Açık alın… Eğilmeyen baş… Temiz elindir… Bu günlerde hele, utanmadan insanların yüzüne bakabilmektir bayram. Kimi zaman sadece iki damladır… Yanaklarından yuvarlanır… Sevgi pınarından geliyorsa… Silme… O'dur işte… O bayramdır.... Bekir COŞKUN
Benim bayramım sensin. Yanağın, yüreğimdeki vatana bayrak, Dudağın, sensizlik orucuma şekerdir. Ben bi boynundaki kokuyu bilirim, bi de dudağındaki tadı... Ne secde bilirim gözlerinden öte, ne kıble tanırım ellerinden başka. Ben bunları bilir, bunları kutlarım. Tez gel... Gelirken gözlerini de getir, e mi? Koma beni onlarsız, sensiz, bayramsız. Benim bayramım sensin.. Mehmet Salih Elçi
Benim ömrümde ırmaklar vardır sularında hayallerimi yüzdürdüğüm, benim ömrümde sevdiklerim vardır bayramlar ayrı geçince üzüldüğüm. Günaydın sevgili Yasemin ve Turhan bey. İyi ki varsınız.
UYUYAN GÜZEL(!) NOTLARI 2 Bir gün bu memleketin yanağına öpücük, baş ucuna da şu notu bırakıp gideceğim: "Öyle güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım." (AZİZ NESİN)
DENİZ GEZMİŞ BOYUNU AŞAR SENİN! Oy oranı sıfır düzeylerinde dolaşan dsp diye ah'ı gitmiş vah'ı kalmış bir parti ve bu partinin solcu(?) eskisi bir başkanı(!) var.
Nicedir "ne bahane üretsem de saraya doğru dönsem" sıkıntısıyla kivranan bu zat, sonunda cumhur ittifakı’na "yanaşma" olarak servis kapısından sığınma ve milletvekilliği kapma becerisini gösterdi.
Ve geçen gün katıldığı bir tv programında, suratı zerre kadar kızarmadan dedi ki: "Deniz Gezmiş'ler yaşıyor olsalardı, bugün Recep Tayyip Erdoğan’a oy verirlerdi, çünkü onlar da Amerikan karşıtıydı, bugün Erdoğan da Amerikan karşıtıdır."
Deniz’in ağabeyi Bora Gezmiş ise şu açıklamayı yaptı: "Deniz ve yiğit arkadaşları 1968'deki anti-emperyalist gösterilerde Amerikan 6.filo askerlerini denize dökerlerken, dsp başkanı ile bugün sığındığı ittifak ve birlikte yürüdüğü kişilerin 'amcaları' aynı filoyu kıble yapmış, namaz kılıyorlardı."
aGa diyor ki: Ağzının payını aldığınagöre e çıkabilirsin bay başkan(!) Çıkış kapısı tam arkanda !
MÜZİĞİN GÜCÜ İkinci Dünya Savaşı boyunca Rus radyolarının sürekli olarak senfoni yayını yapması, hem askerler hem de savaşın yıkımıyla mücadele etmeye çalışan halk için müthiş bir moral olur.
Stalingrad Savaşı’nda Almanların şehri kuşattığı ve şiddetli çatışmaların devam ettiği bir anda, Ruslar askerlere moral vermek için cepheye bir senfoni orkestrası gönderir.
Konser başlar. Bir süre sonra Almanların ateş etmeyi kestikleri fark edilir.
Orkestra çalmayı bitirdiğinde ise, Alman siperlerinden Ruslara şöyle seslenilir: "Biraz da Bach çalar mısınız?"
BAYRAM YEMEĞİ Korkarım felekte bir gün Bir bayram yemeğinde. Anam, babam gibi kardeşlerim de, En güzel dalgınlığında ömrün. Beni gurbette sanıp "Keşke gelseydi bu bayram" Diyecekler.
Ve birdenbire yürekler, Aynı acıyla yanıp Hepsinin gözleri yaşaracak Öldüğümü hatırlayarak.
İnanmayın pencerelere bayım, gece hepsi ayna oluyor... - Didem Madak
Gece, yalnızlığımıza çekilen gök perdeyse, şiir içerdeki aydınlığımızdır. - Şükrü Erbaş
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri. Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret ve asıl biz biliriz kederi. - Ahmed Arif
Küçücük omuzlarında kocaman yükü taşıyan küçük yüreklerinizin yorgunluğunun tek suçlusu küçük beyinli büyüklerdir..
Albert Camus
İki şey seni milyonlarca insandan ayırır;
1. Problemin değil, çözümün parçası olmak,
2. Hayata ve her şeye özgün bir bakış açısıyla bakabilmek.
Mutlu olduğunuz zamanlarda bütün dünyanın çok daha güzel göründüğünü hiç hissettiniz mi? Oysa sizin bakış açınız dışında gerçekte hiçbir şey değişmemiştir. - Judi James
Yola çıkınca her sabah; bulutlara selam ver, taşlara, kuşlara, atlara, otlara... İnsanlara selam ver, ne görürsen selam ver. Sonra çıkarıp cebinden aynanı, bir selam da kendine ver. Hatırın kalmasın el gün yanında, bu dünyada sen de varsın! Üleştir dostluğunu varlığa, bir kısmı da seni sarsın... - Üstün Dökmen
İnsana imtihan olarak özlemek yeter. Bir şehri, bir sesi, bir nefesi... - Cahit Zarifoğlu
Sadece büyük bir lider,
geleceği küçük kalplere emanet eder…
23 Nisan Kutlu olsun
Güzel günler göreceğiz çocuklar.
Motorları maviliklere süreceğiz.
Çocuklar inanın inanın çocuklar.
Güzel günler göreceğiz güneşli günler...
Nazım Hikmet
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
#Nazımhikmet
"Saray padişahın, toprak bizimdir."
"......
Bir gemi yanaştı Samsuna sabaha karşı
Selâm durdu kayığı, çaparı, takası,
Selâm durdu tayfası
Bir duman tüterdi
bu geminin bacasından bir duman
Duman değildi bu!
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil!
Sarılan anayurda
Kemal Paşanın kollarıydı.
Selâm vererek Anadolu çocuklarına
Çıkarken yüce komutan
Karadenizin hâlini görmeliydi.
Kalkıp ayağa ardısıra baktı dalgalar
Kalktı takalar,
İzin verseydi Kemal Paşa
Ardından gürleyip giderlerdi.
Erzuruma kadar.
Bu ne inançtı ki, Kemal Paşa
Atının teri kurumadan
Sürüp geldin yeni yeni savaşların peşinde
....."
(CAHİT KÜLEBİ'nin "Atatürk Kurtuluş Savaşında" şiirinden)
23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
Kutlu Olsun !
Ne Mutlu TÜRK'ÜM Diyene !
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” “Özgürlüğün de, eşitliğin de adaletin de dayanağı ulusal egemenliktir.” “Ulusal egemenlik, ulusun namusudur, onurudur, şerefidir.” “Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar yok olur
23 Nisan, Türkiye milli tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir düşmanlık dünyasına karşı ayağa kalkan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder.”
Küçük hanımlar, küçük beyler... Sizler hepiniz, geleceğin bir gülü, yıldızı, bir bahtının aydınlığısınız. Memleketi asıl aydınlığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız."
M. K. Atatürk
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu olsun
Ayakkabı
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğunda, spor ayakkabılarına rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendisinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
-"Küçük!" diye seslendi. "Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!"
Çocuk ona dönerek:
-"Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti. "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik."
-"Bence önemli değil." diye atıldı adam. "Bu dünyada tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı."
Küçük çocuk bir şey söyleyemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
-"Keşke vicdanımız eksik olacağına ayaklarımız eksik olsa idi."
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama yaklaşıp:
-"Anlayamadım!" dedi. "Neden öyle olsun ki?"
-"Çok basit!" dedi adam. "Eğer vicdan yoksa cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa problem değil. Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak! Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler..."
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrini işaret ederek:
-"Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"
Çocuk, başını bir o yana bir bu yana sallayıp:
-"Üzerinde 30 lira yazıyor." dedi. "Almam mümkün değil ki!"
-"İndirim sezonundayız. Senin için biraz indirim yaparım! Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder!" dedi adam.
Çocuk biraz düşünüp:
-"Ayakkabının diğer teki işe yaramaz! Onu kim alacak ki?" dedi.
-"Amma yaptın ha!" diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
-"Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.
-"İkiye gidiyorum" diye atıldı çocuk. "Üçe geçtim sayılır."
-"Tamam işte! dedi adam. 5 lira da öğrenci indirimi yapsak, geriye kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modellerini aynılarıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkardı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Çıkarttığı eskiyi göstererek:
-"Benim satış işlemim bitti!" dedi. "Sen de bana bunu satsan memnun olurum."
-"Şaka mı yapıyorsunuz?!" diye kekeledi çocuk. "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı para eder mi?"
-"Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş!" dedi adam. Antika eşyalardan haberin yok herhalde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabını, bence en az 30-40 lira eder.
Küçük çocuk art arda yaşadığı şokları üstünden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 lirayı geri vererek:
-"Bana göre 20 lira yeterli" dedi. "İndirim mevsimini başlattınız ya!"
Adam onu kırmayıp parayı geri aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün malları bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı.
Çocuk yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
-"Babam haklıymış! "Sakat olduğun için üzülmene hiç gerek yok!" demişti!!
Merhaba Turhan bey
Elimizden geldiğince güzellikleri ve düşünceleri paylaşmak adına devam edeceğiz hep birlikte
Güzel akşamlar dilerim
Saygı ile
Bir bayram hikayesi
Çizilen Boş Bir El!
Bayram yakındı. Birinci sınıf öğretmeni sınıfına eğlenceli bir bayram ödevi verdi – minnettar oldukları bir şeyin resmini çizmelerini istedi.
Sınıfın çoğu ekonomik açıdan dezavantajlı olarak kabul edilebilirdi, ancak yine de çoğunun evlerinde bayram, el öpme, küçük de olsa bir bayram harçlığı alma, bazılarının evinde tavuk veya hindi de içeren mütevazi özel yemelerin hazırlanması ve bayram şekerlemeleri gibi diğer geleneksel güzellikler ile kutlanırdı. Öğretmen, bu özelliklerin ve yakın olan bayramın öğrencileri için iyi bir konu olacağını düşündü.
Ahmet Sayfanın Ortasına Bir El Çizmişti!
Ancak Ahmet diğerlerinden farklı bir resim yaptı. O farklı bir çocuktu. Öğretmenin garip, sefalet, zayıf ve mutsuz olarak gördüğü öğrencisiydi. Teneffüslerde diğer çocuklar oyun oynarken o hep öğretmenin yakınlarında dururdu. Öğretmeni onun üzücü gözlerinin arkasında hissettiği acıyı tahmin edebiliyordu.
Evet, resmi farklıydı. Müteşekkir olduğu bir şeyin resmini çizmesi istendiğinde bir el çizmişti. Kâğıtta başka hiçbir şey yoktu. Sadece boş bir el vardı.
Onun kağıda çizmiş olduğu soyut görüntü yorumlarda diğer öğrencilerin hayal gücünü yakaladı. Öğretmen çocukların soyut düşüncelerini geliştirmek için her bir resim için yaptığı gibi Ahmet’in resmi için de “Bu kimin eli olabilir?” diye sordu.
Bir çocuk bunun bir çiftçinin eli olduğunu tahmin etti, çünkü çiftçiler bayram ziyafetleri için hindi ve tavuk yetiştiriyordu.
Bir diğeri bunun bir polis memurunun eli olabileceğini söyledi, çünkü polis insanları koruyor ve önemsiyordu.
Bazıları bunun Allah’ın yardım elini temsil ettiğini tahmin etti, çünkü Allah bizi seviyor ve bize yardım ediyordu.
Ve tartışma böylece devam etti – öyle ki öğretmen nerdeyse bu eli çizen genç sanatçıyı unutmuştu.
Tartışma bitip de, çocuklar diğer ödevlerini yapmaya devam ettiklerinde öğretmen Ahmet’in masasında durakladı, eğildi ve ona çizdiği elin kimin elini sorduğunu sordu.
Küçük çocuk uzağa baktı ve mırıldandı, “O senin elin öğretmenim” dedi..
Öğretmen bir an diğer öğrencilerine de yaptığı gibi onun elini tuttuğu ve onun teneffüslerde zaman zaman başını okşadığı anları hatırladı. Ya da kalemini nasıl tutacağınızı göstermek için “bunu birlikte yapalım“ diyerek onun elini tuttuğu zamanları anımsadı. Ve Ahmet öğretmeninin eli için çok minnettardı.
Öğretmen nemlenen gözlerini silerek o an ağlamamak için oradan hemen uzaklaştı ve çalışmalarına devam etti.
Melik DUYAR
Merhaba Tuba hanım,
Merhaba Yasemin hanım,
Bayram yerine çevirmişsiniz Mekan'ı :))
Daha doğrusu, "düşün şenliği" olmuş keyifle okunan, izlenen.
Yüreklerinize emeklerinize saygı.
Çantanın dibinde unutulmuş son buruşuk on'luğu bulmaktır kimi zaman bayram…
Kimi zaman bir haberdir…
Bir selam
Susamış dudağa su…
Yoksulun sofrasında ekmek…
Bir çift yeni ayakkabıdır…
Bir küçük mendil…
Bebeğe mama…
Hastaya güneşin doğuşudur bayram.
Varlıklıların ve muktedirlerin bayramları kıt olur…
Ya da sevgisize bayramı anlatmak zordur…
Ama…
Bir bakıştır…
Bir dokunuştur…
Bir sarılıştır…
Bir tek gülüştür bayram.
Bayram için bayramı beklemek gerekmez…
Mutluluk, takvime bağlanacak kadar bol mudur?..
Ya da hak etmiş yüreğin varsa, sevinç dört güne nasıl sığar?..
Söylenmemiş sevgiler?..
Anlatılmamış özlemler…
Ne zamandır beklenmiş sözcükler…
Ne zaman gelirse gelsin, o gündür işte,
o gün bayram günüdür.
Onurunla yastığa baş koymaktır bayram…
Gururundur, yüzüne vurur…
Şereftir…
Açık alın…
Eğilmeyen baş…
Temiz elindir…
Bu günlerde hele, utanmadan insanların yüzüne bakabilmektir bayram.
Kimi zaman sadece iki damladır…
Yanaklarından yuvarlanır…
Sevgi pınarından geliyorsa…
Silme…
O'dur işte…
O bayramdır....
Bekir COŞKUN
Ne çıkar yanımda olmasan.
Kalbim senden ibaret değil mi ?
Uzaktan sevmek zor demişsin
Etme sevdam .
Görmeden sevmek,
İbadet değil mi..?
Cemal Süreya
Benim bayramım sensin.
Yanağın, yüreğimdeki vatana bayrak,
Dudağın, sensizlik orucuma şekerdir.
Ben bi boynundaki kokuyu bilirim, bi de dudağındaki tadı...
Ne secde bilirim gözlerinden öte, ne kıble tanırım ellerinden başka.
Ben bunları bilir, bunları kutlarım.
Tez gel...
Gelirken gözlerini de getir, e mi?
Koma beni onlarsız, sensiz, bayramsız.
Benim bayramım sensin..
Mehmet Salih Elçi
Çok teşekkür ederim Tuba Can
Sen de iyi ki varsın hayatımızda :)
Çok sevgimle güzel yüreğine
Benim ömrümde ırmaklar vardır sularında hayallerimi yüzdürdüğüm, benim ömrümde sevdiklerim vardır bayramlar ayrı geçince üzüldüğüm.
Günaydın sevgili Yasemin ve Turhan bey.
İyi ki varsınız.
UYUYAN GÜZEL(!) NOTLARI 2
Bir gün bu memleketin yanağına öpücük,
baş ucuna da şu notu bırakıp gideceğim: "Öyle güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım." (AZİZ NESİN)
DENİZ GEZMİŞ BOYUNU AŞAR SENİN!
Oy oranı sıfır düzeylerinde dolaşan dsp diye ah'ı gitmiş vah'ı kalmış bir parti ve bu partinin solcu(?) eskisi bir başkanı(!) var.
Nicedir "ne bahane üretsem de saraya doğru dönsem" sıkıntısıyla kivranan bu zat, sonunda cumhur ittifakı’na "yanaşma" olarak servis kapısından sığınma ve milletvekilliği kapma becerisini gösterdi.
Ve geçen gün katıldığı bir tv programında, suratı zerre kadar kızarmadan dedi ki:
"Deniz Gezmiş'ler yaşıyor olsalardı, bugün Recep Tayyip Erdoğan’a oy verirlerdi, çünkü onlar da Amerikan karşıtıydı, bugün Erdoğan da Amerikan karşıtıdır."
Deniz’in ağabeyi Bora Gezmiş ise şu açıklamayı yaptı:
"Deniz ve yiğit arkadaşları 1968'deki anti-emperyalist gösterilerde Amerikan 6.filo askerlerini denize dökerlerken, dsp başkanı ile bugün sığındığı ittifak ve birlikte yürüdüğü kişilerin 'amcaları' aynı filoyu kıble yapmış, namaz kılıyorlardı."
aGa diyor ki:
Ağzının payını aldığınagöre e
çıkabilirsin bay başkan(!)
Çıkış kapısı tam arkanda !
UYUYAN GÜZEL(!) NOTLARI 1
Belli ki, memleketin yarısı düşünmekten uyuyamazken, diğer yarısı da uyumaktan düşünemiyor. (MESUT PARLAK"tan alıntı)
MÜZİĞİN GÜCÜ
İkinci Dünya Savaşı boyunca Rus radyolarının sürekli olarak senfoni yayını yapması, hem askerler hem de savaşın yıkımıyla mücadele etmeye çalışan halk için müthiş bir moral olur.
Stalingrad Savaşı’nda Almanların şehri kuşattığı ve şiddetli çatışmaların devam ettiği bir anda, Ruslar askerlere moral vermek için cepheye bir senfoni orkestrası gönderir.
Konser başlar.
Bir süre sonra Almanların ateş etmeyi kestikleri fark edilir.
Orkestra çalmayı bitirdiğinde ise, Alman siperlerinden Ruslara şöyle seslenilir: "Biraz da Bach çalar mısınız?"
(ZÜLAL KALKANDELEN'den alıntı)
BAYRAM YEMEĞİ
Korkarım felekte bir gün
Bir bayram yemeğinde.
Anam, babam gibi kardeşlerim de,
En güzel dalgınlığında ömrün.
Beni gurbette sanıp
"Keşke gelseydi bu bayram"
Diyecekler.
Ve birdenbire yürekler,
Aynı acıyla yanıp
Hepsinin gözleri yaşaracak
Öldüğümü hatırlayarak.
CAHİT SITKI TARANCI