'...sessizce pencereyi açtım ve yatağımın kenarına oturdum; aşağıdakilerin dikkatini celbetmemek için herhangi bir harekette bulunmaktan çekiniyordum...Dışarıda da,her şey ay aydınlığını bulandırmaktan çekiniyor gibi dilsiz bir dikkat içinde donmuş duruyordu...Bütün manzara,güya o vakte kadar katlanmış bir plak iken,ayın kendisinden daha koyu ve daha konkret bu aydınlığiyle genişleyerek,uzanarak,incelerek,sanki gözümüzün önünde yeniden açılıp seriliyor gibiydi...Kımıldamak isteyen herhangi bir şey,mesela bir kestane ağacının yaprakları; kımıldıyordu...Fakat,en ince nüanslarına ve en son narinliklerine kadar hep olduğu yerde kalan bu hafif ve toptan ürperişler,başka şeylere sirayet etmiyor,başka şeylerle karışmıyor,kendi hudutları içinde kalıyordu ve bu mutlak sessizlikte,en uzak gürültüler,hatta şehrin öbür ucundaki bahçelerden gelen gürültüler bile en küçük teferruatlarına kadar işitilmekte ve kulağa o kadar 'tam' bir vuzuh ile aksetmekte idi ki,insan bunlardaki uzaklık vasfını,ancak konservatuarda orkestra çalınırken bazı 'sourdine'e konulmuş müzik aletlerinin derinden derine ses verişleri gibi bir nevi pianissimo işletişine atfedecek gibi oluyordu...Orkestra sallerinin eski aboneleri, -ki bunlar arasında Swann'ın davetiye kartlarından sık sık istifade eden büyük teyzelerim de vardır- bu sesleri,her vakit aynı sal içinde,aynı mesafeden dinledikleri ve hiçbir nüansını kaybetmedikleri halde işitmek için gene kulaklarını zorlarlar ve bunları,uzak mahallerden yürüyerek yaklaşmakta olan ve henüz Trevise sokağının köşesini dönmemiş bulunan bir askeri alayın bando muzıkasından akseden sesler sanırlar...'
okunuş olarak trampetle karıştırılan üflemeli çalgı
'From Here to Eternity' (1953)
Fred Zinnemann
'...sessizce pencereyi açtım ve yatağımın kenarına oturdum; aşağıdakilerin dikkatini celbetmemek için herhangi bir harekette bulunmaktan çekiniyordum...Dışarıda da,her şey ay aydınlığını bulandırmaktan çekiniyor gibi dilsiz bir dikkat içinde donmuş duruyordu...Bütün manzara,güya o vakte kadar katlanmış bir plak iken,ayın kendisinden daha koyu ve daha konkret bu aydınlığiyle genişleyerek,uzanarak,incelerek,sanki gözümüzün önünde yeniden açılıp seriliyor gibiydi...Kımıldamak isteyen herhangi bir şey,mesela bir kestane ağacının yaprakları; kımıldıyordu...Fakat,en ince nüanslarına ve en son narinliklerine kadar hep olduğu yerde kalan bu hafif ve toptan ürperişler,başka şeylere sirayet etmiyor,başka şeylerle karışmıyor,kendi hudutları içinde kalıyordu ve bu mutlak sessizlikte,en uzak gürültüler,hatta şehrin öbür ucundaki bahçelerden gelen gürültüler bile en küçük teferruatlarına kadar işitilmekte ve kulağa o kadar 'tam' bir vuzuh ile aksetmekte idi ki,insan bunlardaki uzaklık vasfını,ancak konservatuarda orkestra çalınırken bazı 'sourdine'e konulmuş müzik aletlerinin derinden derine ses verişleri gibi bir nevi pianissimo işletişine atfedecek gibi oluyordu...Orkestra sallerinin eski aboneleri, -ki bunlar arasında Swann'ın davetiye kartlarından sık sık istifade eden büyük teyzelerim de vardır- bu sesleri,her vakit aynı sal içinde,aynı mesafeden dinledikleri ve hiçbir nüansını kaybetmedikleri halde işitmek için gene kulaklarını zorlarlar ve bunları,uzak mahallerden yürüyerek yaklaşmakta olan ve henüz Trevise sokağının köşesini dönmemiş bulunan bir askeri alayın bando muzıkasından akseden sesler sanırlar...'
oğluş bandoda trompet çalıyordu, artık şık çantasında duruyor öylece.
üflemeli bir çalgıdır, trampetle karıştırılabiliyor.
bkz: Wynton Marsalis
bkz: Maurice Andre
bkz: Miles Davis
makedon müziği