Kültür Sanat Edebiyat Şiir

TRABZON DERNEKPAZARI AKKÖSE KÖYÜ sizce ne demek, TRABZON DERNEKPAZARI AKKÖSE KÖYÜ size neyi çağrıştırıyor?

TRABZON DERNEKPAZARI AKKÖSE KÖYÜ terimi tarafından tarihinde eklendi

  • Yunus Becerikli
    Yunus Becerikli

    Genel Yapısı:1486 tarihli Mufassal Tımar defterinde, bugünkü Dernekpazarı İlçesi sınırları içinde belirtilen 4 köyden biri Zino (Zeno) dur. 1948 yılında, Zeno iki muhtarlık olarak yeniden yapılandırıldı. Zeno'nun ortasından geçen Aksilisa deresinin bir tarafında kalan bölgeye, derenin adına bağlı kalarak Zeno Akköse, diğer tarafında kalan bölgeye Zeno Ulucami adı verilmiştir. 1960 yılındaki düzenlemede 'Zeno' sözcüğü kaldırılarak köylerin adları Akköse ve Ulucami olarak belirlendi. Hacifettahoğulları, Kaldırımoğulları, Gürcüoğulları, Kahramanoğulları, Koskaoğulları, Kuzoğulları köye ilk yerleşen ailelerdir.

    Coğrafi Konumu: İlçe merkezine uzaklığı 3 km.dir. Trabzon' a 78 km. dir. Kuzeyinde Bölümlü Köyü, doğusunda Lisrat Dağı, güneyinde Ulucami Köyü, batısında Solaklı deresi vadisi ile sınırlıdır. 40 derece kuzey enlem ve 40 derece dağu boylamında bulunur. Köyün arazisi kısmen engebeli olmasına karşın, diğer köylere oranla daha düzdür. Arazinin büyük bir bölümü, ormanlık ve çayırlıktır.

    Nüfüsu: 2000 yılı sayımına göre nüfusu 434' tür

    Ekonomi: Balıyla ve efsaneleriyle ünlü Ancumah bu köyümüzün arazısi içindedir. Dolayısıyle köyümüzün mezrası olan Ancumah'ta arıcılık yapılmaktadır. Ancak Akköse köyünde gelir getirici başlıca tarım ürünü çaydır. Tarımda kullanılan arazinin %60 çay bahçesidir. Köyde bulunanların pek çoğu çay üreticilği yapmaktadır ve çaydan elde edilen gelir aile ekonomilerine ciddi katkı sağlamaktadır.

    Hane Sayısı:

    Sağlık: Köyde bir tane sağlık ocağı bulunmaktadır.

    Yol Durumu: İlçe çıkışından köy merkezine kadar yolların tamamı betonlanmıştır. Bu bölümdeki yolun bir kısmı da asfalt dökülerek daha da düzeltilmiştir. Köyün iç kısmındaki yolların betonlama çalışmaları 2010 itibariyle devam etmektedir.

    Tarım: Köyümüzde başlıca tarım ürünü çaydır. Rakımının yüksek oluşu nedeniyle filiz kalitesi yüksek çay yetişmektedir.Mısır, fasulye, kara lahana ve patates genel olarak yetişen sebzelerdir. Bunun dışında özel gayretlerle diğer sebzelerde yetiştirilebilmektedir.

    Hayvancılık: Mezire ve yayla yönünden zengin olan köyümüz hayvancılık açısından müsaittir. Küçük baş hayvancılığı geçmiş dönemlerde çok fazla olmasına rağmen günümüzde neredeyse bitme noktasına gelmiştir. Kısmen besicilik yapılmaktadır. Büyük baş hayvancılık 20 yıl evveline kadar hane başı ortalama beş iken bu gün beş hane ye bir değildir.

    Mahalleleri:

    Lişo mahallesi
    Llişako mahallesi
    Siseno mahallesi
    Aksilisa mahallesi
    Agorgor mahallesi
    Gürcili mahallesi
    Ğayruraşi mahallesi
    Yaylaları:

    Demirkapı Yaylası (Haldizen)



    Trabzon’un gözbebeği Uzungöl’e hayat verir Haldizen Deresi... Demirkapı Yaylası’nı şenlendirir, ormangüllerini coşturur, arkadaşlarını da yanına çağırarak sonunda Karadeniz’e kavuşur.

    Bir kente tepeden bakıldığında, sınırlarının hemen dışında yemyeşil örtüsüyle doğanın hakimiyeti başlar. Öbek öbek yerleşim alanları ve uçsuz bucaksız bir doğa... Bir yanda yapılaşmanın, ekonominin, ilerlemenin ve kimileri için ‘güvenliğin’ merkezi sayılan kentler, diğer yanda salt doğanın sözünün geçtiği yaban bir hayat. Yüzlerce yıl önce doğanın kollarında uyum içinde yaşayan bizler nasıl da yabancılaştık doğaya ve kendimize...
    Uzungöl’den Demirkapı (eski adıyla Haldizen) Yaylası’na giden yolda yürürken düşünüyorum bunları. Arkamda beyaz şapkalarıyla yüksek tepeler, beyazlığın bittiği sınırda başlayan çayırlar, çayırların altında yoğun bir orman dokusu içinde eski ahşap evleriyle şirin Şerah Köyü ve yeşil-mavi bir düş gibi Uzungöl...

    ORMANGÜLLERİNİN RENK CÜMBÜŞÜ
    ‘Haldizen 12, Balıklıgöl 17 km’ yazan tabelayı geçeli henüz yarım saat oldu. Sağımda köpürerek akan bir dere, ceviz, kestane, ladin, kayın ve göknar ağaçlarından oluşan yemyeşil bir orman örtüsüyle çevrili vadi uzanıyor. Her dönemeçte yeni bir derecik daha azgın sulara katılıyor. Bazen küçük bazen de büyük şelaleler oluşturarak bütünleşiyor sular Haldizen Deresi’yle. Giderek artık alışıldık bir görüntü olup çıkıyor çağlayanlar. Ormangülleri, çiğdemler, orkideler ve çuha çiçeklerinin kokuları eşliğinde bir renk cümbüşüne dönüşüyor yolculuk.
    Beni asıl şaşırtan ormangülleri. Yolun başında beyaz beyaz etrafı şenlendirirken, yüksekliğin artmasıyla renkleri de değişmeye başladı. Bir süre sonra insanı kıskandıracak güzellikte bir mora, en sonunda ise sarıya dönüştüler. Mis gibi kokusu da cabası.
    Ve nihayet bir yol ayrımındayım. Soldaki yol Arpaözü Yaylası üzerinden Anzer’e (Ballıköy) gidiyor. Sapağın ortasında iki pınar karışıyor dereye. Bir tanesi şaşırtıcı biçimde kayanın ortasından fışkırıyor. Nereden gelir, nasıl yol bulur bilinmez ama, suyu tatlı ve buz gibi. Sağdaki köprüden geçerek devam ediyorum yola. İşte aşağı mahalle evleri göründü bile Demirkapı Yaylası’nın. Artık vadiden çıktık; orman örtüsü yerini geniş çayırlara ve kır çiçeklerine bıraktı. Birbirine benzer tarzda inşa edilmiş ahşap yayla evleri tümden sessizliğe bürünmüş. Yaşam belirtisi olan evlerde ise bacalar tütüyor usul usul.

    HER YER YEŞİL YEŞİL
    Yukarı mahalleye doğru yürüyorum. Karşıda bütün heybetiyle Demirkapı zirvesi (3376 m) yükseliyor. Dağın kayalık tepesi yaz sıcağına hâlâ direnen buzlarla kaplı. Biraz aşağıda, sağ yanında küçük kardeşi Karakaya zirvesi (3193 m) görünüyor. İlk evlerin önüne geldiğimizde akşam ezanı okunuyor. Önümüzde yemyeşil çayırlarla kaplı tepeler uzanıyor. Kışın sürekli karın beyaz rengine bakınca bazı görüntüleri ayırt edemez ya insan, Karadeniz’de yeşile bakmak da aynı etkiyi yapıyor. Gözlerimiz her yeri yeşil yeşil görüyor artık. Güneş tepelerin ardında kaybolurken akşamın hüznü çöküyor yaylaya. Rüzgâr yavaşça üflemeye başlarken, çadırlarımızı kurup sıcak uyku tulumlarımıza sarılıyoruz. Tüm Karadeniz gezisi boyunca peşimizi bırakmayan, artık alıştığımız dere çağıltısı bir ninniye dönüşüyor gecenin ilerleyen saatlerinde.
    Bir yıl önce temmuz ayında kar nedeniyle kapalı olan Bayburt yolu bu kez erken açılmış. Zikzaklar çizerek yükselen bu stabilize yol Yedigöller’e götürecek bizi. Soğanlı dağ sırasının bir üyesi olan Demirkapı eteklerine buzul gölleri serpiştirmiş doğa. Sırasıyla Balıklı Göl, Aygır Gölü, Sarıçiçek Gölü, Birömerin Gölü, Karagöl, Çifte Göller ve İkiz Göller olmak üzere birbirinden güzel tam yedi göl... Kar yaylada eylül ayında yeniden yağmaya başladığı için göllerdeki su seviyesi pek azalmıyor. Turuncu gelincikler, sarı çiğdemler, mor orkideler arasındaki yürüyüşümüze, nefes kesici görüntüsüyle Balıklı Göl’de ara veriyoruz. Karakaya kütlesinin siyah-beyaz gölgesi berrak sulara düşmüş. Yedi göl içerisinde alabalığın bulunduğu tek göl burası...
    Rakım yürümeyi zorlaştırıyor, sıklıkla soluyorum. Bedenlerimize iyi davranıp geçide kadar araçla çıkabilirdik. Ama her şeye dokunma, koklama, ayrımına varma isteği baskın çıkıyor. Etrafı komar çiçekleriyle kaplı Aygır Gölü karşımızda. Bir çanak şeklindeki gölden, aşağıdaki yaylada tüten bacaları seyrediyorum bir süre. Yoldan ayrılıp küçük bir tepeyi aştığımızda, Sarıçiçek Gölü nazenin bir çiçek gibi önümüzde duruyor. Arkasını yasladığı heybetli dağdan süzülen karların suları göle akıyor yavaş yavaş. Diğer taraftan çıkan sakin sular, minik dereciklerle birlikte Haldizen’e katılmak için aceleyle koşturuyorlar. Her kilometrede biraz daha büyüyen Haldizen Deresi, geniş bir alanda Uzungöl’ü oluşturuyor. Haldizen’den doğan ve yatağını arayan asi su, gölün diğer yakasında Solaklı Deresi adını alarak yolculuğuna devam ediyor; Karadeniz’le kucaklaşana dek.

    Mezireleri:

    Ancumah

    Trabzon ili, Of ilçesinin Baltacı Deresi mevkiinde, denizden tahminen 50 km içeride dağ eteğinde bulunan, ilk olarak Hasan Umur’un bahsettiği mitolojik mevki adı. Anlatıya göre, İstanbul Boğazı açılmadan evvel Ancomah mamur bir şehir imiş, boğazın açılması üzerine suların çekil-mesiyle denizle ilişkisi kesilince şehir harap olmuştur.
    Baltacı Deresi havzasında yaşayan halka göre, bir zamanlar deniz kenarında oldu-ğundan gemilerin bağlanması için gerekli demir halkaların halen görülebildiği söylen-se de bu halkaları gören olmamıştır.
    Umur’a, Ancomah’a en yakın köy olan Divran köyünden bir arkadaşı, halkı tarafın-dan terkedilen efsane şehre ait olağanüstü özelliklerinden bahsetmiştir:
    “Eskilerimizden işitiyoruz, orada bir şehir varmış. Bu şehrin süt ihtiyacı kıble tarafında bulunan yaylalardan, hususi yapılmış boru-lar vasıtasıyla akıtılarak temin edilirmiş”.
    Bugün bahsi geçen bu mevkiide 30 met-re eninde bir gölet yer almakta ve halkın inanışına göre göletin dibinde bir hazine bu-lunmaktadır:
    “Sular çekilip de şehir denizden uzak kalınca, memleketin kralı şehrin kıymeti kalmadığını anlayarak, hazinelerini saklaya-bilmek için dereye yakın bir sahayı kazdırıp derince bir yer husule getirdikten sonra kıymetli hazinelerini yerleştirmiş ve üzerlerine balmumu erittirip döktürmüş, balmumu donduktan sonra gizli bir su yolu ile mumun üzerine su akıttırıp bir göl meydana getir-miştir”
    Hasan Umur, yörede Ancomah hazine-leriyle ilgili anlatılan iki de masal derlemiştir. Ayrıca Ancomah halkının bölgeden ayrılışını anlatan bir masalda Gedikoğlu tarafından kaydedilmiştir:
    “Karadeniz sularının çekilmesiyle eski öne-mini yitiren Ancomah kentinin kralı yakınla-rını yanına çağırıp kararını bildirmiş:
    ‘Artık burada kalamayız. Başka yerlere göçmemiz gerek’.
    Yola çıkmadan önce deniz suları yeniden kabarır da Ancomah kıyılarını kucaklarsa geri döneriz umuduyla hazine sandıklarını balmumu hamuru ile sıvayarak kentin orta-sındaki derin çukura gömmüşler. Baltacı de-resinin en sarp yerinden gizli bir su yolu açıp bu çukura bağlamışlar. Sandıkların gö-mülü olduğu çukuru dibi görünmeyen karanlık bir göle dönüştürmüşler. Geri kalan eşyalarını Dercan adlı öküzün çektiği araba-ya yükleyip yola girmişler.
    Kral: -‘öküz nereye giderse oraya konacağız’ demiş. Günlerce yol aldıktan sonra Erzincan yakınlarında bir yere çömelince Ancomah-lılar Tercan kentinin temellerini atmışlar”.
    İlyas Karagöz, şehrin adıyla Troya’lı kah-raman Antimahos, Hamilton’un kayıtlarında geçen Ancon (Yeşilırmağın denize kavuştu-ğu mervkideki liman) ve Yunanistan’da bir mevki adı olarak Antimahia (değirmentaşı anlamına geldiği iddasıyla) kelimeleriyle bağlantı kurmakta ve Ancomah adının Yu-nanistan’a taşındığını iddia etmektedir.
    Gerçekten’de Ege Denizinde İstanköy (Kos) adasında adı Andimakhia, Antimá-cheia, Andimákhia, Andemaki, Antimakhia, Antimachia formlarında kayıtlı bir köy bu-lunmaktadır (sahil köyü olmayıp adanın tam ortasındadır)
    Doğu Trabzon ağzında antimahia keli-mesinin anċ imah, ancomah, ançomah form-larına dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir. Platon’un, Atlantis mitini hatırlatan süt akan borular gibi motifler ya da Anadolu’da her tarihi mekana yakıştırılan gizli hazine söy-lentileri bir tarafa bırakılıp, Ancomah sadece bir mevki adı olarak ele alınırsa, Ege Deni-zinde bir adanın bulunmasına şaşmamak gerekir. Kolonilerine geldikleri köylerin ad-larını takmaları bir Yunan geleneğidir ve An-comah’da antik bir yerleşim olsun veya ol-masın, bu mevkiye bu ismi verenlerin kök-lerinin, Ege adalarına kadar uzanması muh-temeldir. Büyük ihtimalle, Of civarında böyle bir şehir hiç bir dönem var olmamamıştır. Bununla birlikte tek benzeri İstanköy ada-sında bulunan ve olaganüstü özellikler ya-kıştırılan (yayladan süt getirlilen borular gibi) bir şehrin yokoluşu ve halkı tarafından terkedilişinin öyküsü, tıpkı karakonciloz öy-küleri gibi Ege’den getirilmiştir. Platon’un Critia (s. 108, 113) adlı eserinde adı geçen, kimi yazarların Platon’un devlet tezini güç-lendirmek için uydurduğunu ileri sürdüğü, kimilerinin Atlas okyanusunda izini aradıkları kayıp şehir Atlantis’le benzer motifler taşı-yan bir mitos’a adını veren Anċ omah topo-nominin sadece adı bile, en eski Yunan ge-leneklerini yaşatıp, Ortaçağa özgü bir Yunan dialektinin konuşulduğu bölgede varlığı önemli bir bulgudur.

    Bağlantılar:

    www.akkosekoyu.com
    www.zenolular.net
    www.zenolular.com