Sudden implosion of silenced emotions -Bastırılmış duyguların beklenmedik patlaması Buried beneath a scarred heart for too long -Uzunca bir süre yaralı bir kalbin altında gömülü kaldı Delusions of hope fading away -Umudun hayalleri soluyor.. Dying like leaves on frozen soil -Donmuş toprakta ki yapraklar gibi, ölüyor..
My apocalypse is near -Benim kıyametim yakın.. I can feel the end... Coming here -Sonu hissedebiliyorum... Buraya geliyor
Neglecting existence, repulse and repent -Hayatı aldırmıyorum, iteliyor ve pişmanlık duyuyorum An endless journey into the morbid -Hastalığa doğru sonsuz bir yolculuk..
Whispering voices distorting all senses -Fısıldayan sesler tüm duyguları saptırıyor Buried beneath a scattered heart for all too long -Uzunca bir süre perişan bir kalbin altında gömülü kaldı
My apocalypse is near -Benim kıyametim yakın.. I can feel the end... Coming here -Sonu hissedebiliyorum... Buraya geliyor
The bitter taste of a dying dream -Ölen bir rüyanın acı tadı Shine the light on our shadows and illusions -Işık, hayallerimizin ve gölgelerimizin üzerinde parlıyor..
Her taraf sis… Boğuldu bak ruhum…” Şükûfe Nihal Başar
Böyle yağmurlu havalarda her zaman kilitlenen trafik yine yapacağını yapmıştı. Bir sağa, bir sola hareketiyle camı temizleyen sileceklerden gözünü ayırmadan radyo kanallarını değiştirmeye çalışıyordu. Sileceklerin görüşü bir çırpıda düzeltmesi yerine yağan yağmur damlaları ile yeniden temizlemesini tıpkı hayatına benzetti. Sürekli olarak hayatına yağmur gibi yağan sorunların sileceği olmaktan bitkin düşmüş hissediyordu. Bir çocukla, çalışan yalnız bir anne olmanın ne demek olduğunu ancak yaşayan bilirdi. Otomatik kanal araması bir kanalda durdu. Radyo da konuşan kadının sesini tanımıştı. ‘’Feminizmin en ateşli savunucularından olan bu yazarı sesinden dahi olsa tanımayacak pek az kadın vardır’’ diye geçirdi içinden. Zengin bir aileden gelip paranın ve gücün tüm imkanlarından faydalanarak en iyi okullarda okumuş olan bu kadının ‘’bir kadın hareketi’’ savunucusu olmasını komik buluyordu. Yine de bir süre onu dinlemeye karar verdi. Radyonun sesini biraz daha açtı. Yazar bir soruya yanıt veriyordu. - Bakın bu soru gerçekten güzeldi. Cumhuriyete geçişle birlikte ülkemizde yaratılan ‘’yeni kadın’’ bize özgürlüğün yüzü gibi görünüyor. Ancak bu bile bir dayatmadır. Çarşaftan, ötekileştirilmekten, evinin sınırları içinde dahi mecbur bırakıldığı köle yaşamından kurtulmuş gibi görünse de yeni imajımızı bize yine erkekler çizmiştir. ‘’vatansever, özverili, iffetli’’ kadınlar Halide Edip ile yeni bir portre çizmiştir. Seçme ve seçilme hakkımızın bize verilmiş olması elbette ki bir nimettir. Ancak iş dünyasında bize her işi yapabileceğimiz söylense de hemşirelik, öğretmenlik, sekreterlik gibi işlerin işaret edilmiş olması kendi içinde koca bir yalanın aynası olarak doğan ‘’yeni kadın’’ dan bahsedilmelidir. Başında şapkası, korsesi, usturuplu konuşma ve davranma mecburiyeti sunulan kadının cinsel kimliği silinmiştir. Cinsel bir obje olmak ve cinselliğinin yok sayılması arasında iki seçim hakkına sahip bir yaşam dayatılmıştır. Türkçülük, vatanseverlik, ulus bilinci taşıyan, kocasının yanında ve yardımcı, iffetli bir eş ve her şeyden önce fedakar anne rolü verilen ‘’yeni kadın’’ oldukça sade olsun istenmiştir. Cinselliğini asla ön plana çıkarmasın diye makyajsız, edepli kadınlarımız özgürlüğün tadını çıkardıklarını düşünmekteydi.
Öğrendikçe gücünün farkına varan kadın sınırları zorlamaya başladığında gerçeği görmüştür. Dünya erkeklerindi ve onların bize sunduğu imkânlar ve roller dışında tavır almamız bizlerin rahatını bozacak işlere kalkışmamız anlamına geliyordu. Düzenin işleyişi içinde hem çalışıyor, hem seçilip seçiyorduk. Artık eskisi gibi evlerine mahkum edilmiş ikinci sınıf insan muamelesi görmüyorduk. Bize verilenden fazlasını istemek te ne demek oluyordu?
Ataerkil düzenin şeklen özgürleşen kadınlarının ‘’zihinsel devrimi’’ bugün bile gerçekleşememiştir. Cinsellikten bahsedemeyen bir toplumun ürünleri olarak biz yeni kadınlarda ne yazık ki özgür birer birey olmanın ne demek olduğunu hala bilmiyoruz. Cinselliğin, seks objesi olmaktan öteye gitmediğini düşünen bir duvarın önündeyiz. Gönlümüzce sevmek, sevişmek, eş dışında da partnerlerimiz olması hakkına sahip olmak ahlaksızlık olarak görülüyor. Elbette bunun dinsel tema üzerinde de kabul görmeyişi oldukça etkendir. Ancak tüm dünyada ne tesadüftür ki kadın, hem sadece cinsel arzunun tezahürü hem de cinsellikle aynı cümle içinde kullanılamayacak kutsal bir hurafe. Sadece ‘’insan’’ olabildiğimiz gün özgür olacağız. Nezihe Muhittin 1931’de yayımladığı Türk Kadını isimli kitabını tüm kadın ve erkeklere öneririm. ‘’Ev kadını’’, ‘’eş’’, ‘’anne’’ olmak dışında kabul görülmeyen rollerimize eklenen ‘’iş kadını’’ kimliği ancak diğer görevlerimizi tam ve eksizsiz yerine getirdiğimizde takdirle karşılanan bir görevdir. Hal böyle olduğundan kadının iş hayatına girmesi onu özgürleştirmiş gibi dursa da boynuna yeni bir halka eklenmiştir sadece. Sadakat göstermek her zaman ve daima kadının birinci görevidir. Oysa cinsel kimliklere ayrılmadan sadık olmanın insanca bir vazife olması gerekmez mi?
İyi bir kadın tanımında illa ki ağırbaşlı ve alçakgönüllü sıfatları olmak zorunda ise biz hangi özgürlükten bahsediyoruz? Ayrıca sahip olunduğu kadarı ile kadın özgürlüğünün hayat içinde işleyişinin yasalar ile doğru orantılı ilerletilmesi devletlerin görevleri değil midir? Kadına şiddetin bunca kanıksandığı, artarak çoğalan cinayetlerin normalleştirildiği bir düzenin içinde hangi kadın haklarından bahsediyorsunuz? Kadına yönelik şiddete dikkat çekmek isteyen kadınlara yine devletin kendisi şiddet uyguluyor, gözaltına alıyor. Otobüste, dolmuşta, sokakta gündüz ya da gece hiç güvende değiliz. Bırakın ailemizden olan erkekleri artık hiç tanımadığımız adamlar tarafından şiddet görüyoruz. Her tecavüzü meşrulaştıracak nedenler buluyoruz. Çocuk gelinleri kendi düzeni içinde normal kabul ediyoruz. Sakallarını sıvayarak gezen matruşka imamlar tarafından yeniden ve daha aşağılık şekilde cinsel meta haline dönüştürülüyoruz. Özgür dünyaya yüzümüzü çevirmek istersek kırmızı ruj, meme ve vajinadan ibaret bir tanımla erkeklerin beyninde geziniyoruz. İstediğimiz sadece demokrasinin gereklerinin uygulanması oysa. Demek ki demokrasi bizim değil anglosakson sosyal topluluklarının ciddiye aldığı bir kavram. Biz artık yalanlarla uyutulmak istemiyoruz. Kocamız tarafından dövülmek bizim suçumuzmuş gibi saklanmak zorunda kalmayacağımız, devletin ve yasaların gerçek anlamda bizleri koruduğu bir yaşam istiyoruz.
Osmanlıdan beri sadece üst düzey ailelerin kızlarının nimetlerinden faydalandığı bir özgürlükler dünyası istemiyoruz. Her ne kadar salon takımının da sahip olduğu şeye pek özgürlük denmese de Anadolu da yaşanan eşitsizlik ile kıyas edilince bir nebze daha iyi durumda olduklarını söyleyebiliriz. İşin ilginç yanı da pastanın kreması yiyen Cumhuriyetin salon kadınlarından başka da yaşanan çarpıklıklara karşı çıkan, savaşan başkaca bir kesimin olmayışı.
Olamaz da zaten! Çünkü bir dağ köyünde kendisinin bir kişi olduğu ona öğretilmeyen bir kız çocuğunun her hangi bir hakka sahip olması gerektiği bilincinin gelişmesi düşünülemez. Hal böyle olunca o kız çocuğunun hem şiddete maruz kalması hem de bir cinayete kurban gitmesi beklenen bir sondur. Tanrının cezası namus kavramınız yerin dibine batsın. Her öldürülen kadının katili devlettir. Devletler kanlı elleri ile para sayıp yoluna bakarken biz ölüyoruz! BİZ ÖLÜYORUZ!
Sessiz kalan tüm kadın ve erkekler öldürülen her kadın ve çocuğun kanlarını içiyorsunuz. Her biriniz yetiştirdiğiniz çocuklar ile topluma ne yaptığınıza bir bakın. Bu insafsız döngünün sorumlusu her birinizsiniz. Kadın katillerini başka bir yerden getirmediler. Onlar sizlerin arasında büyüdüler. Her katilin azmettiricisi sizlersiniz. İnsanları cinsiyetlere, dinlere, etnik kimliklerine ayırırken en büyük vicdansızlığı kadına yaptınız. Bir kadın hem etnik kökeni, hem dini hem de cinsiyeti nedeni ile toplu halde ötekileştiriliyor yahut baskı altına alınıyor. Siz öyle istiyorsunuz diye yaşıyor her ne yaşıyorsa. Kadınların koruyucusu olmayı gücün simgesi olarak görüyorsunuz. Sahip olduğunuz fiziksel üstünlük ile bir kadının her hakkını yönetiyorsunuz. Ondan sonra yetişen neslin sorumlusu olarak yine kadınları gösteriyorsunuz. Siz erkekler! Evet, sizler baylar toplum içinde mağdur edilmiş tüm kadınların başına gelen her şeyin sorumlususunuz. Ataerkil düzeniniz içinde sınırsız özgürlüklerinizin bedeli olan bu cinayetler, katliamlar, şiddet, taciz ve tecavüzlerin sizin eseriniz olduğunu da kabul edeceksiniz.
Kadın yazarın ateşli konuşması radyodan yankılanırken trafik açılmıştı. Ağır ağır ilerliyor olsa bile artık en azından hareket edebilen bir araç zinciri vardı. Elif otobana çıkabildiğinde aracını güvenlik şeridine çekip dörtlüleri yaktı. Bütün camları açmış olmasına rağmen nefes alamıyordu. Yağmura rağmen aracından indi. Aracın kapısına yaslanarak otururken görüntüler akmaya devam ediyordu. Başını dizlerinin arasına alarak görmemeye çalışıyordu ama hayaletler dirilmişti bir kere.
Sabaha karşı eve gelen adamın ayak seslerinin yatağa doğru yaklaştığını şimdi bile duyuyordu. Yattığı yerde uyuyormuş gibi yapan Elif yaprak gibi titremesine engel olamamıştı. Üzerine eğilen adamın iğrenç ağız kokusu midesini bulandırmıştı. Saçlarından kavrayıp yüzünü kendine doğru çevirince gözyaşlarını durduramamıştı.
- Sevgili karıcığım uyumayıp beni beklemiş demek ki. Neden kocanı kapıda karşılamıyorsun sevgilim? Gözlerini aç ve yüzüme bak! Elif sen bir haşeresin biliyorsun değil mi? Seni evimde besliyorum ve sen buna karşılık hiç minnet duymuyorsun.
Bunları söylerken bir yandan da direnmesine rağmen kadının üzerindeki kıyafetleri zorla çıkarıyordu. Önce yüzüne bir tokat atıyor, ardından tokatladığı yeri emerek öpüyordu. Kadın onu üzerinden atmaya çalıştıkça daha çok üzerine abanıyordu. Kadının bedenini kendi bedeni altında hapsederken bir yandan da aşağılık cümleler kuruyordu. Isırıyor, tokatlıyor ve hırpalıyordu. Kadın kendisini bırakması için ağlayarak yalvarırken ağzını eliyle kapatıp memelerini dişleyerek canını yakıyordu.
Kadın kocası tarafında hem dövülüyor hem de tecavüze uğruyordu. Bu işkence daha fazla dayanamayıp adamın bacak arasına diziyle bir darbe indirince adam acı ile doğrulmuştu. Bunu fırsat bilip adamın elinden kurtulup kaçan kadını koridorda yeniden yakalayan kocası bir elini boğazına dayayıp diğer eli ile bedenini duvara sabitlemeye uğraşıyordu. Göz göze geldiklerinden adamın iğrenç ve sinsi bir gülümseme ile kendisine baktığını gören Elif yeniden yalvarmaya başlamıştı. ‘’Bana acımıyorsan bebeğimize acı’’ dediğinde adam bir an durmuştu. Sonra kadının karnına attığı yumruk ile hem Elif’in hem de karnındaki bebeğin katili olmuştu. Durdurulamayan kanama ile günlerce yoğun bakımda yatan kadın fiziksel olarak yeniden yaşama dönse de bir kan pıhtısı olarak bedeninden sızan kızıyla beraber ruhunun da öldüğünü kimselere söyleyememişti.
Şimdilerde nerede birileri sesini yükseltse nefessiz kalıyordu. Yolda ya da iş ortamında bir kavgaya şahit olsa bir adım daha atamıyordu. Bedenen tam bir iyilik halinde görülen Elif’in ruhunun katili ise elini kolunu sallaya sallaya geziyordu. Aynı anda iki hayatı yok eden bir canavar toplumsal kabul görmede hiçbir sorun yaşamamıştı. Bulunduğu mevkii nedeni ile yaşanan her şey kılıfına uydurulmuştu. Boşanmaya çalışırken bile bebeğinin katili durmamış ona yapılabilecek tüm kötülükleri yapmıştı. Yine de ayakta kalmayı başardığı için çevresindeki herkes tarafından ‘’güçlü kadın’’ olmak beratı ile ödüllendirilmiş Elif artık asla normal biri gibi davranamadığını pek az insana anlatabiliyordu.
Elif o günde aracının yanında yol kenarında bayılıp kalmıştı. Yanından geçen araçlardan bazıları durup ambulans ile onun hastaneye götürülmesine yardımcı olmuşlardı.
Gözlerini açtığında başında annesi ve bir doktor duruyordu. Doktor ona olup biteni kısaca anlatıp bir nöroloji ve psikiyatri doktoruna görünmesi gerektiğini anlatmıştı. Çalışan, statüsü olan bir kadın olarak Elif’in bunları atlamayacağından emin olduğunu söyleyen doktor onun ellerine dokunarak güven ve sevgisini sunmaya çalışmıştı.
Olan biteni uğuldayan kulakları ile duymaya çalışırken tüm bunlar onun başına gelmemiş gibi yabancılaşmıştı. Doktor gülümseyerek sordu. - Elif hanım başınızda bir travma izi yok. Bayılmanız hakkında bize söyleyecek bir şeyiniz var mı? - Travma çok daha derinde doktor. Müebbet ölüyüm ben.
Şukufe Nihal aşk ile damgalanıp tarih sayfasında yerini alırken yalnız bir kadın olarak bir huzurevinde nihayete erdi. Elif çevresindeki onca kalabalık ve omuzunda apolet gibi tenine zımbalanmış türlü mevkiler ile yine yalnızdı. Biri müebbet susarken diğeri müebbet ölüyordu. Hepsinin sorumlusu sizce kim?
’Zavallı sevgili arkadaşım, onun hazin ve feci akıbeti, o vakitler düşünülebilir miydi? Ne kadar güzel, ne kadar zarif, ne kadar iyi kalpli, ne kadar şairdi. Herkes tarafından sevilir, sayılırdı. Asil ailesi içinde küçük yaşından beri böyle sevilmiş, şımartılmıştı. Etrafında daima bir hayranlar halkası bulunurdu; refah içindeydi, fakat Şükûfe Nihal hiçbir gün mesut olmadı, olamadı. Onu kimse tanımadı, tanıyamadı.’’
lüzumsuz sesleri duymamak için yüpyüksek sesle müzik dinliyorum, sağır olmam yakındır duvar. o değilde eğer geri dönerse geldiğini duyamamaktan korkuyorum bi yandan da.......
Sevgili ''A'' ve Raif domateslerin arasından sesleniyorlar size :))
Bir kalbin yolunu arıyormuşsunuz Bir sigara içimlik mesafede Göremeyeceğiniz kadar uzak El etsen Elin havada kalacak Çiçeklere sorunuz Çok konuşuyorlar bu sabah
Ah Raif,sen sadece bi kişiyi özlersin:) senin sesini de duymak güzeldi. Benim küçük kızım "D" ve Küçük Kara Balık Maria,her domates gördüğümde artık aklımdasın :))
Uzun aradan sonra, sesinizi duymak güzeldi. Gitar almanıza çok sevindim, İrem hanım. ilk başlarken zor ve sıkıcı olsa da biraz sabredin. Notaların seslerin büyüsüne kapılacaksınız.
ALEV SEZER BİLE ÖLDÜ,DÜŞÜN
Her şeyi tarif ederim sanırsın.
Sonra,
Adamın biri çıkar
Özletir sana sesini...
D...
Akşam dinle, ertesi akşam dinle, her akşam dinle ;))
Olum bu şarkı rakısız olur mu ya :)))
Akşam dinlerim ben bunu :)))
Günaydınlar huysuz ve tatlı insanlar ;)
Raif ve ''A''
Bir de baharım valsim
Arch Enemy - My Apocalypse Türkçe Çeviri
Sudden implosion of silenced emotions
-Bastırılmış duyguların beklenmedik patlaması
Buried beneath a scarred heart for too long
-Uzunca bir süre yaralı bir kalbin altında gömülü kaldı
Delusions of hope fading away
-Umudun hayalleri soluyor..
Dying like leaves on frozen soil
-Donmuş toprakta ki yapraklar gibi, ölüyor..
My apocalypse is near
-Benim kıyametim yakın..
I can feel the end... Coming here
-Sonu hissedebiliyorum... Buraya geliyor
Neglecting existence, repulse and repent
-Hayatı aldırmıyorum, iteliyor ve pişmanlık duyuyorum
An endless journey into the morbid
-Hastalığa doğru sonsuz bir yolculuk..
Whispering voices distorting all senses
-Fısıldayan sesler tüm duyguları saptırıyor
Buried beneath a scattered heart for all too long
-Uzunca bir süre perişan bir kalbin altında gömülü kaldı
My apocalypse is near
-Benim kıyametim yakın..
I can feel the end... Coming here
-Sonu hissedebiliyorum... Buraya geliyor
The bitter taste of a dying dream
-Ölen bir rüyanın acı tadı
Shine the light on our shadows and illusions
-Işık, hayallerimizin ve gölgelerimizin üzerinde parlıyor..
Kurşun kalemlere de şans tanınmalı arada,
Mürekkebin esir aldığı düşünceler ne kadar dogma,
Ne kadar pişmanlık dolu,
Böyle usta bir kalemden ruhuma iyi gelmeyecek şeyler okumamak daha iyi sanırım.
Farklı bir bakış açısı olsa da kadınlara yardımı olacak bütün pozitif fikirlere açığım. Teşekkürler Şule.
Sizi okurken rahatsız eden bu durumları bizzat yaşayan insanlara ne önerirsiniz?
Ama insan cinsellikten soğur bunları okuyunca, korkunç. :(
DUVAR MÜDAVİMLERİ'NE
Yerden Göğe Ölenler
Sustum anne, müebbeden sustum;
Her taraf sis… Boğuldu bak ruhum…”
Şükûfe Nihal Başar
Böyle yağmurlu havalarda her zaman kilitlenen trafik yine yapacağını yapmıştı. Bir sağa, bir sola hareketiyle camı temizleyen sileceklerden gözünü ayırmadan radyo kanallarını değiştirmeye çalışıyordu. Sileceklerin görüşü bir çırpıda düzeltmesi yerine yağan yağmur damlaları ile yeniden temizlemesini tıpkı hayatına benzetti. Sürekli olarak hayatına yağmur gibi yağan sorunların sileceği olmaktan bitkin düşmüş hissediyordu. Bir çocukla, çalışan yalnız bir anne olmanın ne demek olduğunu ancak yaşayan bilirdi.
Otomatik kanal araması bir kanalda durdu. Radyo da konuşan kadının sesini tanımıştı. ‘’Feminizmin en ateşli savunucularından olan bu yazarı sesinden dahi olsa tanımayacak pek az kadın vardır’’ diye geçirdi içinden. Zengin bir aileden gelip paranın ve gücün tüm imkanlarından faydalanarak en iyi okullarda okumuş olan bu kadının ‘’bir kadın hareketi’’ savunucusu olmasını komik buluyordu. Yine de bir süre onu dinlemeye karar verdi. Radyonun sesini biraz daha açtı. Yazar bir soruya yanıt veriyordu.
- Bakın bu soru gerçekten güzeldi. Cumhuriyete geçişle birlikte ülkemizde yaratılan ‘’yeni kadın’’ bize özgürlüğün yüzü gibi görünüyor. Ancak bu bile bir dayatmadır. Çarşaftan, ötekileştirilmekten, evinin sınırları içinde dahi mecbur bırakıldığı köle yaşamından kurtulmuş gibi görünse de yeni imajımızı bize yine erkekler çizmiştir. ‘’vatansever, özverili, iffetli’’ kadınlar Halide Edip ile yeni bir portre çizmiştir. Seçme ve seçilme hakkımızın bize verilmiş olması elbette ki bir nimettir. Ancak iş dünyasında bize her işi yapabileceğimiz söylense de hemşirelik, öğretmenlik, sekreterlik gibi işlerin işaret edilmiş olması kendi içinde koca bir yalanın aynası olarak doğan ‘’yeni kadın’’ dan bahsedilmelidir. Başında şapkası, korsesi, usturuplu konuşma ve davranma mecburiyeti sunulan kadının cinsel kimliği silinmiştir. Cinsel bir obje olmak ve cinselliğinin yok sayılması arasında iki seçim hakkına sahip bir yaşam dayatılmıştır. Türkçülük, vatanseverlik, ulus bilinci taşıyan, kocasının yanında ve yardımcı, iffetli bir eş ve her şeyden önce fedakar anne rolü verilen ‘’yeni kadın’’ oldukça sade olsun istenmiştir. Cinselliğini asla ön plana çıkarmasın diye makyajsız, edepli kadınlarımız özgürlüğün tadını çıkardıklarını düşünmekteydi.
Öğrendikçe gücünün farkına varan kadın sınırları zorlamaya başladığında gerçeği görmüştür. Dünya erkeklerindi ve onların bize sunduğu imkânlar ve roller dışında tavır almamız bizlerin rahatını bozacak işlere kalkışmamız anlamına geliyordu. Düzenin işleyişi içinde hem çalışıyor, hem seçilip seçiyorduk. Artık eskisi gibi evlerine mahkum edilmiş ikinci sınıf insan muamelesi görmüyorduk. Bize verilenden fazlasını istemek te ne demek oluyordu?
Ataerkil düzenin şeklen özgürleşen kadınlarının ‘’zihinsel devrimi’’ bugün bile gerçekleşememiştir. Cinsellikten bahsedemeyen bir toplumun ürünleri olarak biz yeni kadınlarda ne yazık ki özgür birer birey olmanın ne demek olduğunu hala bilmiyoruz. Cinselliğin, seks objesi olmaktan öteye gitmediğini düşünen bir duvarın önündeyiz. Gönlümüzce sevmek, sevişmek, eş dışında da partnerlerimiz olması hakkına sahip olmak ahlaksızlık olarak görülüyor. Elbette bunun dinsel tema üzerinde de kabul görmeyişi oldukça etkendir. Ancak tüm dünyada ne tesadüftür ki kadın, hem sadece cinsel arzunun tezahürü hem de cinsellikle aynı cümle içinde kullanılamayacak kutsal bir hurafe. Sadece ‘’insan’’ olabildiğimiz gün özgür olacağız. Nezihe Muhittin 1931’de yayımladığı Türk Kadını isimli kitabını tüm kadın ve erkeklere öneririm. ‘’Ev kadını’’, ‘’eş’’, ‘’anne’’ olmak dışında kabul görülmeyen rollerimize eklenen ‘’iş kadını’’ kimliği ancak diğer görevlerimizi tam ve eksizsiz yerine getirdiğimizde takdirle karşılanan bir görevdir. Hal böyle olduğundan kadının iş hayatına girmesi onu özgürleştirmiş gibi dursa da boynuna yeni bir halka eklenmiştir sadece. Sadakat göstermek her zaman ve daima kadının birinci görevidir. Oysa cinsel kimliklere ayrılmadan sadık olmanın insanca bir vazife olması gerekmez mi?
İyi bir kadın tanımında illa ki ağırbaşlı ve alçakgönüllü sıfatları olmak zorunda ise biz hangi özgürlükten bahsediyoruz? Ayrıca sahip olunduğu kadarı ile kadın özgürlüğünün hayat içinde işleyişinin yasalar ile doğru orantılı ilerletilmesi devletlerin görevleri değil midir? Kadına şiddetin bunca kanıksandığı, artarak çoğalan cinayetlerin normalleştirildiği bir düzenin içinde hangi kadın haklarından bahsediyorsunuz? Kadına yönelik şiddete dikkat çekmek isteyen kadınlara yine devletin kendisi şiddet uyguluyor, gözaltına alıyor. Otobüste, dolmuşta, sokakta gündüz ya da gece hiç güvende değiliz. Bırakın ailemizden olan erkekleri artık hiç tanımadığımız adamlar tarafından şiddet görüyoruz. Her tecavüzü meşrulaştıracak nedenler buluyoruz. Çocuk gelinleri kendi düzeni içinde normal kabul ediyoruz. Sakallarını sıvayarak gezen matruşka imamlar tarafından yeniden ve daha aşağılık şekilde cinsel meta haline dönüştürülüyoruz. Özgür dünyaya yüzümüzü çevirmek istersek kırmızı ruj, meme ve vajinadan ibaret bir tanımla erkeklerin beyninde geziniyoruz. İstediğimiz sadece demokrasinin gereklerinin uygulanması oysa. Demek ki demokrasi bizim değil anglosakson sosyal topluluklarının ciddiye aldığı bir kavram. Biz artık yalanlarla uyutulmak istemiyoruz. Kocamız tarafından dövülmek bizim suçumuzmuş gibi saklanmak zorunda kalmayacağımız, devletin ve yasaların gerçek anlamda bizleri koruduğu bir yaşam istiyoruz.
Osmanlıdan beri sadece üst düzey ailelerin kızlarının nimetlerinden faydalandığı bir özgürlükler dünyası istemiyoruz. Her ne kadar salon takımının da sahip olduğu şeye pek özgürlük denmese de Anadolu da yaşanan eşitsizlik ile kıyas edilince bir nebze daha iyi durumda olduklarını söyleyebiliriz. İşin ilginç yanı da pastanın kreması yiyen Cumhuriyetin salon kadınlarından başka da yaşanan çarpıklıklara karşı çıkan, savaşan başkaca bir kesimin olmayışı.
Olamaz da zaten! Çünkü bir dağ köyünde kendisinin bir kişi olduğu ona öğretilmeyen bir kız çocuğunun her hangi bir hakka sahip olması gerektiği bilincinin gelişmesi düşünülemez. Hal böyle olunca o kız çocuğunun hem şiddete maruz kalması hem de bir cinayete kurban gitmesi beklenen bir sondur. Tanrının cezası namus kavramınız yerin dibine batsın. Her öldürülen kadının katili devlettir. Devletler kanlı elleri ile para sayıp yoluna bakarken biz ölüyoruz! BİZ ÖLÜYORUZ!
Sessiz kalan tüm kadın ve erkekler öldürülen her kadın ve çocuğun kanlarını içiyorsunuz. Her biriniz yetiştirdiğiniz çocuklar ile topluma ne yaptığınıza bir bakın. Bu insafsız döngünün sorumlusu her birinizsiniz. Kadın katillerini başka bir yerden getirmediler. Onlar sizlerin arasında büyüdüler. Her katilin azmettiricisi sizlersiniz. İnsanları cinsiyetlere, dinlere, etnik kimliklerine ayırırken en büyük vicdansızlığı kadına yaptınız. Bir kadın hem etnik kökeni, hem dini hem de cinsiyeti nedeni ile toplu halde ötekileştiriliyor yahut baskı altına alınıyor. Siz öyle istiyorsunuz diye yaşıyor her ne yaşıyorsa. Kadınların koruyucusu olmayı gücün simgesi olarak görüyorsunuz. Sahip olduğunuz fiziksel üstünlük ile bir kadının her hakkını yönetiyorsunuz. Ondan sonra yetişen neslin sorumlusu olarak yine kadınları gösteriyorsunuz. Siz erkekler! Evet, sizler baylar toplum içinde mağdur edilmiş tüm kadınların başına gelen her şeyin sorumlususunuz. Ataerkil düzeniniz içinde sınırsız özgürlüklerinizin bedeli olan bu cinayetler, katliamlar, şiddet, taciz ve tecavüzlerin sizin eseriniz olduğunu da kabul edeceksiniz.
Kadın yazarın ateşli konuşması radyodan yankılanırken trafik açılmıştı. Ağır ağır ilerliyor olsa bile artık en azından hareket edebilen bir araç zinciri vardı. Elif otobana çıkabildiğinde aracını güvenlik şeridine çekip dörtlüleri yaktı. Bütün camları açmış olmasına rağmen nefes alamıyordu. Yağmura rağmen aracından indi. Aracın kapısına yaslanarak otururken görüntüler akmaya devam ediyordu. Başını dizlerinin arasına alarak görmemeye çalışıyordu ama hayaletler dirilmişti bir kere.
Sabaha karşı eve gelen adamın ayak seslerinin yatağa doğru yaklaştığını şimdi bile duyuyordu. Yattığı yerde uyuyormuş gibi yapan Elif yaprak gibi titremesine engel olamamıştı. Üzerine eğilen adamın iğrenç ağız kokusu midesini bulandırmıştı. Saçlarından kavrayıp yüzünü kendine doğru çevirince gözyaşlarını durduramamıştı.
- Sevgili karıcığım uyumayıp beni beklemiş demek ki. Neden kocanı kapıda karşılamıyorsun sevgilim? Gözlerini aç ve yüzüme bak! Elif sen bir haşeresin biliyorsun değil mi? Seni evimde besliyorum ve sen buna karşılık hiç minnet duymuyorsun.
Bunları söylerken bir yandan da direnmesine rağmen kadının üzerindeki kıyafetleri zorla çıkarıyordu. Önce yüzüne bir tokat atıyor, ardından tokatladığı yeri emerek öpüyordu. Kadın onu üzerinden atmaya çalıştıkça daha çok üzerine abanıyordu. Kadının bedenini kendi bedeni altında hapsederken bir yandan da aşağılık cümleler kuruyordu. Isırıyor, tokatlıyor ve hırpalıyordu. Kadın kendisini bırakması için ağlayarak yalvarırken ağzını eliyle kapatıp memelerini dişleyerek canını yakıyordu.
Kadın kocası tarafında hem dövülüyor hem de tecavüze uğruyordu. Bu işkence daha fazla dayanamayıp adamın bacak arasına diziyle bir darbe indirince adam acı ile doğrulmuştu. Bunu fırsat bilip adamın elinden kurtulup kaçan kadını koridorda yeniden yakalayan kocası bir elini boğazına dayayıp diğer eli ile bedenini duvara sabitlemeye uğraşıyordu. Göz göze geldiklerinden adamın iğrenç ve sinsi bir gülümseme ile kendisine baktığını gören Elif yeniden yalvarmaya başlamıştı. ‘’Bana acımıyorsan bebeğimize acı’’ dediğinde adam bir an durmuştu. Sonra kadının karnına attığı yumruk ile hem Elif’in hem de karnındaki bebeğin katili olmuştu. Durdurulamayan kanama ile günlerce yoğun bakımda yatan kadın fiziksel olarak yeniden yaşama dönse de bir kan pıhtısı olarak bedeninden sızan kızıyla beraber ruhunun da öldüğünü kimselere söyleyememişti.
Şimdilerde nerede birileri sesini yükseltse nefessiz kalıyordu. Yolda ya da iş ortamında bir kavgaya şahit olsa bir adım daha atamıyordu. Bedenen tam bir iyilik halinde görülen Elif’in ruhunun katili ise elini kolunu sallaya sallaya geziyordu. Aynı anda iki hayatı yok eden bir canavar toplumsal kabul görmede hiçbir sorun yaşamamıştı. Bulunduğu mevkii nedeni ile yaşanan her şey kılıfına uydurulmuştu. Boşanmaya çalışırken bile bebeğinin katili durmamış ona yapılabilecek tüm kötülükleri yapmıştı. Yine de ayakta kalmayı başardığı için çevresindeki herkes tarafından ‘’güçlü kadın’’ olmak beratı ile ödüllendirilmiş Elif artık asla normal biri gibi davranamadığını pek az insana anlatabiliyordu.
Elif o günde aracının yanında yol kenarında bayılıp kalmıştı. Yanından geçen araçlardan bazıları durup ambulans ile onun hastaneye götürülmesine yardımcı olmuşlardı.
Gözlerini açtığında başında annesi ve bir doktor duruyordu. Doktor ona olup biteni kısaca anlatıp bir nöroloji ve psikiyatri doktoruna görünmesi gerektiğini anlatmıştı. Çalışan, statüsü olan bir kadın olarak Elif’in bunları atlamayacağından emin olduğunu söyleyen doktor onun ellerine dokunarak güven ve sevgisini sunmaya çalışmıştı.
Olan biteni uğuldayan kulakları ile duymaya çalışırken tüm bunlar onun başına gelmemiş gibi yabancılaşmıştı. Doktor gülümseyerek sordu.
- Elif hanım başınızda bir travma izi yok. Bayılmanız hakkında bize söyleyecek bir şeyiniz var mı?
- Travma çok daha derinde doktor. Müebbet ölüyüm ben.
Şukufe Nihal aşk ile damgalanıp tarih sayfasında yerini alırken yalnız bir kadın olarak bir huzurevinde nihayete erdi. Elif çevresindeki onca kalabalık ve omuzunda apolet gibi tenine zımbalanmış türlü mevkiler ile yine yalnızdı. Biri müebbet susarken diğeri müebbet ölüyordu. Hepsinin sorumlusu sizce kim?
’Zavallı sevgili arkadaşım, onun hazin ve feci akıbeti, o vakitler düşünülebilir
miydi? Ne kadar güzel, ne kadar zarif, ne kadar iyi kalpli, ne kadar şairdi. Herkes
tarafından sevilir, sayılırdı. Asil ailesi içinde küçük yaşından beri böyle sevilmiş,
şımartılmıştı. Etrafında daima bir hayranlar halkası bulunurdu; refah içindeydi,
fakat Şükûfe Nihal hiçbir gün mesut olmadı, olamadı. Onu kimse tanımadı,
tanıyamadı.’’
Halide Nusret Zorlutuna (Bir Devrin Romanı 126)
D...
Gömleksiz gezmeyin ;))
Maria Puder ve Milena”ya Not: şömineye patateste attık.
dönerse benim kebapsa gine benim duvar haberin olsun :D
lüzumsuz sesleri duymamak için yüpyüksek sesle müzik dinliyorum, sağır olmam yakındır duvar. o değilde eğer geri dönerse geldiğini duyamamaktan korkuyorum bi yandan da.......
Sevgili ''A'' ve Raif domateslerin arasından sesleniyorlar size :))
Bir kalbin yolunu arıyormuşsunuz
Bir sigara içimlik mesafede
Göremeyeceğiniz kadar uzak
El etsen
Elin havada kalacak
Çiçeklere sorunuz
Çok konuşuyorlar bu sabah
D...
Ah Raif,sen sadece bi kişiyi özlersin:) senin sesini de duymak güzeldi.
Benim küçük kızım "D" ve Küçük Kara Balık Maria,her domates gördüğümde artık aklımdasın :))
İki gitarist ile ne yapılır?
Bir güzel şarkı dinlenmez mi?
dinlenirrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr
:)))))))))))))))))))))))))))
''A'' yı seviyor ''D'' :))
Uzun aradan sonra, sesinizi duymak güzeldi.
Gitar almanıza çok sevindim, İrem hanım. ilk başlarken zor ve sıkıcı olsa da biraz sabredin. Notaların seslerin büyüsüne kapılacaksınız.
Hey sen dalgın kadın bize biraz sarıl..
Bu arada kendime bı guitar aldım:)
Sizin için bırakıyorum ..
Ama böyle şeyler, çok acıklı :(
21. Y.Y klasik müzik dehası.
Ege Efem çok güzeldi :))
''A'' yok. Ben de özlüyorum :(((
Özledim.