Tesadüfen "Denizizm geldi,Erkekler Evine"yazını okudum Mari.ancak bu kadar mükemmel yansıtılabilirdi.yıllardır Din ve Kuran adı altında kadınların ne denli sömürüldüğü ve degersizleştirildiği.bazı konularda sadece yazı degil bazı fikirlerinde katılmasamda bu yazını çok begendim..Yalnız şu var Dini Asıl inancı kötüleştiren Kuran meali yazıyorum diyerek parantez içindekileri bize ögütleyenler hatta tatbik ettirenler.. Yazını okurken şu da geldi aklıma sahi neden hiç kadın Kuran mealcisi yok tuhaf degil mi ya da var da ben mi bilmiyorum..benim deme yok daha o kadar olmadın ancak o parantez içindekileri tersine cevirdin.. :))
Yine de çok güzeldi tebrik ederim fakat kadınlara bagıslanan güzelliklerde var,ne yazık ki örtbas edilen gözden düşürülen.. ;)
Virginia Woolf hakkında yazmaya karar verme nedenim; kendimden not düşüyor gibi akıyor kelimeler ardı sıra. Onun intiharını hayal edip sözcüklerle resmetmeye çalışırken yaşamına sızıyorum .Dik duruşuna hayran kalıp yeni baştan saygı duyuyorum her defasında. Öyle çelişkili bir kişilik ve yaşam öyküsü ki tarif ederken bile zorlanıyor insan. Kırılgan ve savunmasız yanlarından çelik gibi bir irade doğurduğunu sanıyorken hiç ummadığınız yerden kesiveriyor yaşam macerasını.
Bir düzene tek başına topyekûn karşı çıktığı yıllarda kadına bakışın ve davranışın en bağnaz zamanlarında delip geçtiği yerle bir ettiği kavram ve kuramları göz önüne getirince beş kez intiharı denemesi soğuk duş gibi . Annesine bağlılığı ve hatta bağımlılığı, üvey abisi tarafından küçük yaşlarında cinsel tacize uğramasının etkileri, kardeşi Tobby ‘in onda bıraktığı izler kitaplarında ritmik bir ahenkle nefes alıyorlar.
Yaşadıkları yüzünden ve kırılgan ruh yapısı nedeniyle dağılmış olan yaşam dengesinden derleyip topladığı kırıntılarla adını dünyaya duyurabilen, bir kadına öncü, dünya edebiyatında etkili bir ses olabilen fark yaratmış dev bir kadın. Ondan öğrenilecek pek çok şeyden en önemlisi bence yapılamayacak iş, aşılamayacak dağ, gidilemeyecek yol yoktur…
Onun hakkında pek çok şey söylendi ve yazıldı. Ben yeni baştan bir makale yazmak niyetinde değilim. Onun son anlarını zihnimde canlandırıp sizlere aktarmak istedim. Bunu yaparken de kendi kitaplarının birer cümlelik özetleri eşliğinde bir kez daha onu kendi sonuna uğurladım.
Ve işte ;
Çalılıkların arasında var gücümle koşarken çimlerin kokusunu alıyorum. .Etimi sıyırıp geçem dikenlere aldırmadan var gücümle koşmaya devam ediyorum. Nefes nefese bir yarışın içindeyim. Saatler… Tik tak tik tak …
Deniz feneri çok uzakta olmamalı, Ramsay ailesi varamadığım deniz fenerinde sıcacık çocukluk avuntularımı kucaklıyorlar mı ? Bu kimin umurunda ki?
Artık koşamıyorum. Hızlı adımlarla varmaya çalıştığım pek çok şeyin baştan başlayan bir dizge olduğunu gördüğümden beri anlamsızlaşıyor rüzgârın yüzümü yalayıp gitmesi. Tutunmak için bir nedenim yok. Ne yazmıştım son olarak ‘’ Senin iyiliğinin kesinliği dışında her şey benden gitti artık. Hayatını daha fazla mahvedemem.’’
En sevdiğim mutlu olabilme ihtimalimizin en iyi şekliyle ayrılıyorum ki senden, mutlu kal .
Onlar beni bilecekler. Erkekler ne düşünür diye düşünmeden yazmayı öğrendiklerinde beni sevecekler. Kaldı ki kimin umurunda? Shakespeare kadar iyi yazdığınız eserler ile sahnede olduğunuzda birilerinin umurunda olacaksınız.
Şimdi ben kendi sonumun başlangıcına giderken saatlerin ardı sıra sizler Austin’in mutfak masasından doğan güneşiyle aydınlanmayı bırakınız. Shakespeare ‘in kız kardeşi bile olsanız ve onun kadar yaratıcı bir zekaya bile sahip olsanız dahi yapamayacağınız şeyleri kendi odanız olduğunda başarabileceğinizi göreceksiniz. ‘’Aşk ve Gurur ‘’ kendi ruhunuzdan bambaşka canlansın. Ezici üstünlüğü ezecek gücü kendiniz olduğunuzda bulacaksınız. Birinin eşi olmaktan ve portakal reçeli yapmaktan çok daha fazlası olmayı başarmak sizin ellerinizde.
Demiştim ki soruları heyecanlandırıp çıldırtacak tek bir sözcük varsa oda ‘’edebiyat’’ sözcüğüdür. Öncelikle sonuna dek inanıp da sarf edilen sözlerin aslında en sonunda bize öğretilen doğruların(!) tekrarı olduklarını anladığımızda yanılsamalarımızdan ürkerek sandığımız şeylere daha çok sarılıyoruz. Oysa ‘’Bir Hava Taarruzu Sırasında Barış Üzerine Düşünceler ‘’ pekâlâ sarf edilebilir. Kendi şatosunda keyif çatarken yazılan enfes metinlerden daha çok haz alabileceğiniz kendi yazdığınız özgün metinleri kaleme alın derdim ..Ama tik tak tik tak… !
Ağaç yapraklarının hışırtısı beynimi sürekli döven düşüncelerden daha az rahatsız edici. Aslında şu an yeni bir aşk mektubu yazıyor olsaydım belki de bu sahneyi kullanabilirdim. Eşcinsel savunuculuğu hiç yapmamış olsam da kadın haklarından bu kadar dem vurunca erkek gibi düşünebilen bir kadın yine bizden sayılır diye düşünmüş olabilirler. Yine de kişisel tercihlerim değildi evliliğimde devamsız olmamın sebebi.
‘’ Onun gidişi olabilecek en büyük felaket’’ derken çok ciddiydim. Daha sonra duyduğum korkunç sesler yine de yazmama engel olmadılar. Onlarla konuşmayı öğrendikten sonra ‘’Dalgalar ‘’Toby için yeniden doğuş oldu. Ona hayrandı tüm diğer yarattıklarım. Öyle çok ağrılı oluyor ki kimi zaman kimi gidişler, bazen ölmeden gidiyorlar bu en kötüsü..
Uzun cümleler kuruyor olmamda aslında hiçbir amaç yoktu. Sadece kelimelerin ardı arkası kesilmiyorken onları durdurmanın haksızlık olabileceğini görmüş olmamdan başka ne gayem olabilir ki? Düşünme bunları…
Şu akan nehrin çağıldayışındaki sesler bana kucak açıyor. Aradığım huzuru bana her damlasıyla sunan bu davete kayıtsız kalamıyorum. Şimdi parlak giysileriyle fakirliğini kandırdığını düşünen sokak lambalarının altından geçen onca kadın ve erkeğin alın yazısı olması için bıraktığım eserler dünya tarihine ışık tutacakken bu gitmenin sırası mıydı? Bu sorunun cevabını asla bilemeyeceksiniz. Belki de en büyük espri tam zamanında gitmektir. Eskitip yıpratmadan, iz düşürdüklerine ihanet etmeden, yerli yerince bırakıp…
Ceplerime taş doldurma fikri belki de sadece içgüdüsel bir harekettir. Ama bunu yapmak bana heyecan veriyor. Kararımı kesinleştirip onaylıyorum. Biraz sonra aranızdan ayrılıyor olmaktan nedense hiç üzüntü duymuyorum. Yaptığım şeyi daha çok hızlandırmak için daha aceleci hareket ediyorum. Varacağım yere geç kalmışım gibi…
Öyle çok söz söylenecek ki arkamdan bu kadarını ben bile hesap etmemiştim. Ah dostum, ‘Yaşam Bir Rüyadır, Uyanmak Öldürür’ …
Şimdi Ouse Nehri benim yaralarımı sarıyorken sen beni anlamaya başlasan iyi edersin. Kendin için bir iyilik yap ve benimle tanış. Hakkımda söylenen onca şeyin iki kelimeye sığabilmesi ne kadar ironik ; şaka ve entelektüellik .. ‘Dreadnought Şakası’ kadar etkileyici derin bir trajedim de olmalıydı. İntihar sandığınız şey bir tedavi şekliydi…. Beş kez denedikten sonra belki de alışkanlık…
Bir köpeğin gözlerinden aşkı tarif edebiliyorken takip etmelisiniz beni. Bakış açısı zihnin size oynadığı oyunlar akışkan kelimelere dönüşür ve işte ‘’bilinç akışı ‘’ …
Ruhtaki yaraların şöyle bir özelliği vardır: Gizlenirler; ama kapanmazlar, her zaman acı verirler, her zaman dokunulduğunda kanamaya hazırdırlar, her zaman yürekte canlı ve açık kalırlar.
Alexandre Dumas
Bu gece gökyüzünden inen kocaman bir kulağın kime ait olduğunu hiç sormadım. Muhtemelen burnunu kaybetmiş olan binbaşı bu kez de kulağının birini arıyordur diye düşündüm. Kulak dinlemek için beni seçmişti.
Kimsenin kimseyi gerçek anlamda dinlemediği bir zamanda böyle ihtişamlı bir kulağın gelip beni bulmasına öyle sevinmiştim ki ona anlatmaya nereden başlayacağıma karar veremedim. Sadece sıradan şeylerin olduğu bir dünyada bir kulağın beni dinlemek için gelmesine elbette şaşıranlar olacaktır.
Dünyada olan sıradan şeyler… Yıllar önceydi… Bir anne (akli dengesinin yerinde olmadığı söylenen bir öğretmenmiş) kırk günlük bebeğini evde tek başına bırakıp bir haftalığına tatile çıkmıştı. Bebek günlerce çığlık çığlığa ağlamış,tüm komşular bunu duymasına rağmen hiç kimse gidip evde ne olduğuna bakmamıştı. Sonunda bebek böyle acımasızca bir cinayetle, aç kalarak,ağlayarak ölmüştü.
Bir çok Müslüman ülkede insanlar açlıktan,savaşlardan dolayı ölürken biz akın akın hacca gidip baş örtümüzü ne güzel kurtardığımızı konuşuyoruz. Artık din ülkemizi temsil eden en önemli unsur. Zaten İslamın ilk şartı bu idi değil mi? İmanın şartı mıydı yoksa? Son düzlükte dolar duasına çıkmak gibi sıradan şeyler yaparken baktık ki olmuyor ver elini Trump dedik ve mermi gözlü nurtopu gibi bir geleceğe hep beraber merhaba dedik.
Şimdi ben bu muhteşem kulağa ne anlatabilirim ki! Bizler sıradan insanlar ,sıradan şeyler yaşarken bu kadar asil bir kulağa bunlardan bahsedersem beni dinlemeyi bırakabilir. Uzun kuyruğunda gök kuşağının yedi rengini taşıyan bir kuş görmüştüm geçen gün, onu mu anlatsam acaba?
Ruhumun derinliklerinde hissettiğim bir deprem var kulak. Dünyayı dinledikçe kulaklarımdan kanlar akacak sanıyorum. İkiz bir yalınlık doğuruyor içim ruhumdan. İyilik ve kötülük can çekişirken Dr. Jekyll ve Mr. Hyde bedenimde can buluyor. Aslında farkında olmasa da yaşamaya mahkum edildiğimiz kabuğun içinde her birimiz ikiz ruhlarımızın ağırlığı ile sağa sola yalpalayıp duruyoruz. İnternet başında zaman geçiren her birey kendini öyle kaptırıyor ki ruhunda gelişen parçalanmanın farkına bile varamadan kendine biçtiği görevi tıpkı gerçek hayatında oynadığı gibi başarı ile yerine getiriyor.
Filipi tutsakları için dua edelim dostlar! Kulakları sağır tüm insanlığın ağzıkendi dini söylemlerini haykırıyorken ; Gerçek mutluluk (Luk.6:20-23)
İsa kalabalıkları görünce dağa çıktı. Oturduktan sonra, öğrencileri yanına geldiler. 2-3Onlara seslenip şöyle ders vermeye başladı:
«Ne mutlu ruhta yoksul olanlara! Göklerin Egemenliği onlarındır. 4Ne mutlu yaslı olanlara! Onlar teselli edilecekler. 5Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Onlar yeryüzünü miras alacaklar. 6Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara! Onlar doyurulacaklar. 7Ne mutlu merhametli olanlara! Onlar merhamet bulacaklar. 8Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Onlar Tanrı’yı görecekler. 9Ne mutlu barışı sağlayanlara! Onlara Tanrı oğulları denecek. 10Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere! Göklerin Egemenliği onlarındır.
11«Bana olan bağlılığınızdan ötürü insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size! 12Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşamış olan peygamberlere de böyle zulmettiler.
Kulağın elleri olsa tıkayacak kendini. Zulüm diyorum, peygamberliğin erdeminden utanmıyor ki! Babilli eli şimdi bu kulağa tıkamalıyız. Şimdi kehanetler konuşup cehenennemi müjdelemeli ki bizlere çocuk ve ölümün, çocuk ve tecavüzün yan yana yürüdüğü bu yer yüzü yok günlerine başlasın.
İçimde kendim adında bir kent vardı eskiden. Şimdi harabeleri arasında gezinirken duyulan ayak seslerim cılız ve tekinsiz. Hiçbir kulağın tahammül edemeyeceği şeylerdi benim gerçeklerim. Az ötede duran ışığa uzanamayan bir tutsaktım. Ve İsa bile çivilerimi sökmedi o zaman benim.
Kibrim horgörü ile konuşuyordu kendimin en tepesinde eskiden. Özel ve önemli hissetmek değildir kibiri besleyen. Bu değil bahsettiğim… Kulak; sen beni duyduğun sürece konuşabilirim bu gece. Bilgi ve öğreti cehaletimin taştan kalesine çarpa çarpa yıktı duvarlarımı. Kibrim un ufak olurken acınır bir kimsesizliğim oldu böylece. Bilmek insanı özgürleştirmiyor. Tam tersine, derin acı ve kederin çaresizliğine yeni bir mahkumiyet başlatıyor. Etrafında pek az insanın görebildiğini çoğuna anlatmakla tükettiği azap zamanları bunlar işte…
Şimdi kulağın bir burnu olsa şuracıkta yanan ateşin kokusundan yanımda duramazdı. İçimin dağları birer birer devrilirken bir kent üzre yıkılıyor. Kentin alevleri yalımlarla dans ederken Deniz’in sakin göğsü bomboş kalasıya dek yok oluyor. Dağların soruları kendi seslerini bırakıyor o boşluğa. Her soru bir tepeden aşağıya bir taş bırakmak gibi. Domino taşları gibi bir biri ardına yıkılıyor koca evrenim. Kendi sularımdan kanayarak yakarıyorum Rab; ‘’bu kulağı sen mi gönderdin?Ama bu kulak sağır!’’
Harpiyalar daha duyulmamış bir Ezgi’yi alıp götürdükleri günden beri ben böyleyim. Bir müzik hangi kulağa hoş gelmezdi ki? Bazı eller kulakları dinlemez. Bazı eller silahtır ve bebekler onların içinde can verirler. Harpiyalar benim başımı gezdiriyolar artık diyar diyar.. Dünya da katledilen onca çocuk ve kadın için içimin yıkılan harabelerinde kocaman bir çukur açtık. İşte yayılan o iğrenç kokudan kaçıyor tüm onurlu burunlarınız demek istiyorum diğerlerine.
İçim…Ah! İçim… Ufarak cüssenle taşımak zorunda bırakıldığın hepsi için özür dilerim.Zeus’un Anarşist Tanrısı Dionysos daha kaç kez idam edilecek nazarımızda. Ölülerin bile bir tanrısı varmış madem neden ölüyoruz açlıktan? Sevgili Nietzsche; Apollon’u öldürdük ve artık İçimizden fışkıran uyum bize hayvani bir metropol sanatı verdi. Aklın uçlarda gezindiği bu günlerde sanat kulak kabartıyor hayvanların ulu orta işkencesine. Elimizde bir arp bulutlara dek kulak arıyoruz sesini duyurmak için. Şimdi uzaktan gelen rüzgarın masum sesi ile rahatlamak vaktidir. Tatlı bir huzur ve anlık bir sevinç için kısa bir ara verebiliriz. Ağır ağır artan rüzgar bir fırtınanın habercisi gibi. Çılgın bir konçerto bu. Dalların sesi dağılan yaprakları önüne katmışken tarifsiz bir ıslık gibi yankılanıyor çatılarda sıkışmış rüzgar. Can çekişen bir köpek gibi uğulduyor yer ve gök. Anlık sevinçler gibi bir görünüp bir kaybolan şimşek ardı sıra yağmuru davet ediyor sahneye. Kulak; sen bile gözlerin olsun isterdin görmek için bu güzelliği. İşte tam da böyle anlarda Rab tüm bunları benim için tasarladı diye düşünerek önemsiyorum ruhumu nadiren.
Oysa sevinç, suda büyüyen halkaların giderek küçülüp yok olması gibidir. Bu gecenin hatırına şimdi öyle bir şey içmeliyim ki gün aydınlandığında yayılan acı badem kokusu tüm kayıp burunları sahibine kavuşturmalı.
Yönetim ; bunu da buraya not düşüp siz sileceksiniz diye resmini çekiyorum. Ahmet İhsan Araç rumuzlu üyeniz aşağıdaki asılmış notları ile beni açıkça tehdit ediyor ve siz o notları orada bırakırken benim yazdığım cevapları siliyorsunuz. Eğer bu üye bana herhangi bir zarar verirse sizi de dava ederim. Azmettiriyorsunuz resmen, ona bu fırsatı ve izni veriyorsunuz.
Anlatacaklarımı dinlemeden önce birer kadeh karahindiba şarabı içmek zorundasınız. Yoksa bu anlatılanların fantastik bir kurgu olduğunu unutup bana kızabilirsiniz. Yine de unutmayın ki burası Ray Bradbury’n Green Town’daki cenneti değil. Büyük baba bizler için gereken şarabı hazırladı ve artık sahneden çekilecek. Ben sizlerin yeni, güncellenmiş, okuyabileceğiniz, dokunabileceğiniz, dişi tanrınızım. Artık kurallar değişiyor insanoğlu. Şimdi, dişilerin zamanı. İçinizden birçok dişi temsilci yarattım. Artık peygamber yok. Onlara anne diyeceksiniz. Mutluluk yapacak gizemli bir makine falan asla icat edemeyeceksiniz. Size gereken her şeyi ben sağlayacağım. İhtiyacınız olan tüm gereksinimlerinizi doğaya saçtım. Biliyorum ki sizler yine hepsini çar çur edeceksiniz. Ben her şeyi bilirim. Sonra da bana dualar ederek sizlere yeni bereketler göndermemi isteyeceksiniz. Kıyametin gelmesinden korktuğunuz kadar sahip olduklarınızı kaybetmekten korkmuş olsa idiniz Dünya size daha uzunca bir süre yetebilirdi. Ancak sonunuz yaklaşıyor.
Şiddeti ve korkuyu din adına meşru kılanlarınızı ilk önce cezalandıracağım. Erkek kullarıma daha önce verilmiş olan tüm ayrıcalıklı hakları geri alıyorum. Artık Denizizm geldi. Hepiniz bana tapının. Bazı kurallarımı mantık dışı bulsanız bile tapınmaya devam edin. Sizler insan aklınızın ermeyeceği şeyleri düşünemezsiniz. Ben sizin yerinize zaten her şeyi düşünüp var ettim. Siz sadece söylenenleri yapacaksınız. Size vermiş olduğum iradeyi kullanma yetkisini kısıtlıyorum. Dünya’nın haline bakılırsa içine etmiş görünüyorsunuz. Bence artık tamamdır. Siz düşünmeyi falan bırakın, sadece yapın yeter.
Yeni dinin yeni kurallarından bazıları şöyle olacak:
1. Meryem’e vahyedildiği günden beri sizlerle kadınların secde etmesine, meclislerinde bulunmalarına izin vermeyerek büyük bir başkaldırı içinde oldunuz. Eğer gelen dinlerin muhatabı sadece erkekler ise kurallara şiddetle uydurulmak istenen neden kadınlar oldu? Bu artık değişiyor. Ben tüm kuralları kadınlara gönderiyorum o zaman. Bu kuralları erkeklere uygulatmak görevini de onlara (kadınlara) verdik.
2. Bir kadının kocasından ayrılması için ‘’boş ol’’ demesi yeterli olacak. Ancak erkekler için durum pek öyle değil. Uzun uzun anlatmayacağım ama kadı/n temsilciler sizin boşanma talebiniz yerinde ise yardımcı olacaklar. Erkeklerden zinhar temsilci olmayacak.
3. Kadınlar, kocalarını dinimiz usullerine göre dövebilirler. Çünkü ben bazılarınızı bazılarınızdan üstün kıldım. Kadınlar kendi mallarından harcamaktadırlar. İyi erkekler itaatkârdır. Kadınlar erkeklerin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Eğer itaat etmeyen erkekleriniz var ise; onları önce ikaz edin. Olmadı yatakta yalnız bırakın. Baktınız yine olmuyor onları hafifçe dövünüz.( Eğer dövme işini abartırsanız temsilci tarafından kulağınız çekilerek cezalandırılacaksınız). Ayet ile size emrettim. ‘’darebe’’, vur gitsin, göm gitsin demektir. Ben size ‘’darebe’’, terk etmektir demiş olsam bile sizler nasıl olsa binlerce hadis uyduracaksınız ve erkeklerinize şiddet uygulamak için nedenler bulacaksınız. Terk etmek insancadır. Oysa dövmek, yaratılıştan beri aslında sadece düşünen hayvan olan sizler için daha uygun bir davranış olacaktır. Bu nedenle dalın gitsin (ancak kızartmadan, iz bırakmadan, kafaya vurmadan döveceksiniz) emrediyorum! Bu emri, Nisan suresi 140-178 ayetleri arasında Mart suresinden sonra göreceksiniz.
4. Kadınlar, yani kullarım olan insanlar ( erkekler için tırnaklı hayvan denebilir), erkeklere dininizi bahane ederek sistematik olarak baskı uygulayabilirsiniz. Erkekler, evlerinin süsüdür. Sokakta gezen erkeğin azgın bir köpekten farkı yoktur. Erkekleriniz ev dışında olmaya özenirlerse onlar serkeş mahlûklardır. ‘’Erkeklerin lüzumsuz yere dışarı çıkmasının hoş görülmemesi” sedd-i zerayi kabilinden, muhtemel fitnelerden ve zararlardan erkekleri korumaya yöneliktir. Erkekler, birer embesil olduklarından kendilerini koruyamazlar. Kadınları birer canavar gibi yetiştirdiğimiz için yine erkekleri kendimizden korumak görevi de bizlerindir. Ayrıca erkekler annelerinin evlerine bile gidecek olsalar eşlerinden izin alacaklardır. Bu aile kurumunu korumaya yönelik bir uygulamadır. Aile, kadınların hâkimiyetinde yarı açık cezaevi gibi bir yerdir. Cezaevi müdürleri de kadınlar olduğundan izin kâğıdı almadan dışarı çıkmak maazallah düzeni bozar. Unutmayınız ki erkekler dışarı çıktıklarında şeytan onu kadınlara güzel, çekici, seksi göstermeye çalışabilir. Bu nedenlerle erkeklerin dışarı çıkması mekruhtur. Bu kuralların kadınların ellerinde bulundurdukları gücü kaybetmek korkusu ile hiç ilgisi yoktur. Evinden çıkıp sosyal hayatı tanıyacak olan erkeklerin kendilerine dayatılan köle düzenine başkaldıracakları, eşit haklar isteyecekleri, ezilmeye ve hor görülmeye tepki gösterecekleri falan hiç hesap edilmemiştir. Tek derdimiz bir erkek poposunun tüm kadınların gözlerinden korunmasıdır. Bir popo ve bir pipi üzerine inşa ettiğimiz sosyal düzen asla mantıksız değildir.
5. "Bilin ki, erkek şeytan sûretinde gelir ve şeytân sûretinde gider. Sizden biriniz, bir erkek görünce kocasına gelsin. Bu içinde doğmuş olanı giderir." Buradan da anlayacağınız üzere biz dini tamamen bacak arası muhabbetlerine indirgemiş durumdayız. Kadın ve erkeğin cinsel hayatı bu dinin temel derdidir. Sosyal hayatı düzenleyip kusursuz kurallar getirerek insanlar arasında eşitliğin yaratıldığı bir sosyal yaşantı sağlamak asla bir dinin görevi değildir. Varsa yoksa cinsel açlıklar, erkek ve kadın organları, bunları neyle ve nasıl saklayacağımıza dair haşemalı kurgular ve töreler geliştirmek bizlerin asıl görevidir. Adil bir düzen içinde yürütülecek ticaret, mal paylaşımı, çocuklara, akrabalara, doğaya, hayvanlara, bitkilere olan davranış şekillerimizdeki uygunlukla ilgili konuların kısaca değinilmesi yeterlidir. Bir ülkenin yöneticisine düşen görevler, adalet dağıtan yargı kurumlarının nasıl davranması gerektiği, hastalık durumlarında geçerli olacak uygulamalar falan nedir yani? Bizim en önemli işimiz erkekleri nasıl korusanız, nasıl becerseniz, ya da hangi hallerde becerirseniz günah işlememiş olursunuz durumlarını bi önce ayrıntılı işleyelim de sonra bakarız diğerlerine.
6. Kadınlara eş sayısı dört ile sınırladık. Dört eş ile evlilik şartları yerine getirilir ise kadınlara caiz kılındı. Bunun insanlık dışı bir uygulama olduğunu düşünen erkekler var ise çağın gereklerine uygun olarak hareket ettiğimizi söyleyeceğiz. İlk başlarda kadın sayısı arap diyarında erkek sayısından fazla imiş ve DNA testi falan da olmadığından mecburen çok eşli olma hakkı erkeğe verilmiş. Yani sadece tek eş ile evlenebilirsiniz denilse idi zaten çok eşli olan topluluktan taraftar bulma şansı olmayacaktı. Erkek egemen bir toplumda erkeğin suyuna gitmek gerekiyordu. Sonuç olarak kız çocuklarının doğduğu gün diri diri gömüldüğü bir devirden bahsediyoruz. Ancak benim anlamadığım Türk toplumunda anaerkil bir düzen devam ederken nasıl olmuş da böyle kadınları aşağının aşağısı durumlara sokan kurallara evet demişler. Neyse yeni tanrınız durumu düzeltmek için geldi, üzülmeyin. Mademki o günün şartları kadınların hayvan yerine konulması için yeterli bir neden olarak gösterilmiş. Bugünün şartlarında ise ülkenizde erkek sayısı kadın sayısına oranla biraz daha fazla. Yapılan istatistiklere bakacak olursak doğan çocukların çoğunluğu erkek olarak dünyaya geliyor. Biz bunları diri diri gömmeyi elbette emretmiyoruz. Madem ki fazla fazla gönderdik . Siz de dörder dörder alabilirsiniz kullarım. Durumun mantığı böyle görünüyor çünkü. Hangi çocuğun babasının kim olduğu konusuna fazla takılmayın. Bir en fazla iki çocuk doğurup tüpleri bağlatırsınız. O çocuklara da DNA testi yaptırdınız mı zaten aile kurumunun devamı sağlanmış olur. Bunun insanlık dışı, iğrenç, midesizce bir uygulama olduğunu söyleyenleriniz büyük inkâr içindeler. Büyük günahlardan birini işliyorsunuz. Derhal tövbe ediniz. Kadınlar (yani kullarım), eşlerinizin her birine eşit sevgi göstereceksiniz. Onlara dengeli bir sevişme takvimi ile eşit muamele edeceksiniz. Her türlü ihtiyaçlarını karşılayacaksınız. Aksi halde günah işlersiniz. Ben tanrınız olarak sizlere bunları emredince eşitliği sağlamış mı oluyorum? Kendi ihtiyaçlarını göremez hale getirdiğim erkekleri sizlere mahkûm ederek korunmaya muhtaç, zavallı çaresizlere dönüştürmüş olmuyor muyum? Tabi ki hayır! Ben tanrıyım, en doğrusunu bilir ve de söylerim. Sizler için uygun olan yaşam biçimi budur. Kadınlar, erkeklerini belli kurallar çerçevesinde diledikleri gibi sömürecekler. Emirler böyle!
7. Sizlere bana ibadet edin diye bazı hareketlerle belirlenmiş dualı saatler bildireceğim. Bunları yerine getirmeniz canlı hayatına öncelik vermenizden çok daha önemli. Çevrenizde olup bitene kayıtsız kalabilirsiniz, her gün işlenen erkek cinayetlerini görmezden gelebilirsiniz, hayvanların doğasını ellerinden alıp onlara sokak hayvanı ismi takabilirsiniz ve bu hayvanlara türlü eziyet edenlere sadece lanet okuyarak günü kurtarabilirsiniz. Her gün televizyonlarda ve internet ortamında sizlere türetilmiş bir din ile çocuk tacizini caiz kılanlara kılınızı kıpırdatmayın. Milyon tane hadis uydurup dilinizi bilmediğiniz dininizi uydurma mealler ile sizi maymuna çevirenlere değil de maymundan geldiğinizi söyleyen evrimcilere ateş püskürünüz. Sizinle aynı bakış açısına sahip olmadıkları için farklı insanlara türlü beddualar edin aman ha tanrınızın adını da ağzınızdan hiç düşürmeyin. Ancak asla ve asla bir insan onuruna yakışmayacak şekilde davranan hemcinslerinize tepki göstermeyin. İbadethaneleri aksatmadan ziyaret ediniz ancak gözlerinizin önünde insanların açlıktan ölmeleri karşısında sadece üzüldüğünüzü söyleyerek dindar birer insan olunuz. Bunlar sizler için yeterlidir.
8. Bunlara ve işime geldikçe göndereceğim yeni kurallara uygun yaşayan kadınları( kullarımı), cennetle ödüllendireceğim. Onları görülmemiş ihtişamı ile cennette ağırlarken hem dünyadaki eşlerini hem de yanında bonus olarak Nurileri onların emirlerine vereceğim. Onlarla sevişin diye değil sizlere hizmet etsinler diye göndereceğim.(nasıl yani?) Bazılarınız bazılarınıza anlamadıklarını anlatsın. Ben onları anlatsınlar diye gönderdim.
9. Tüm bu kuralları yerine getirmeyenleri cehennemde şeytan ve zebaniler bekliyor olacak. Onlar ki korksunlar! Ben bu dini kadınlara göndermiş olabilirim. Ama kurallara uymayan erkekler, en ağır şekilde yine de ceza çekecekler. Ben böyle istiyorsam böyle olur. Sorgulayacak bir şey yok.
10. Tek derdimiz olan bacak arasına sahip çıkamayan erkekleri recm ediniz. Zaten onlar da bunu isteyecekler. Recm ile bize kavuşan erkekler temiz olarak ölürler. Ancak zina eden kadın evli değil ise sadece biraz sopalayın olsun bitsin. İşte bu bizim adaletimizdir. Cezasız kimse kalmaz. Bir kadına cariyeler günah değildir. Cariye maldır. Bir kul malını istediği gibi kullanabilir. Bu zina kurallarına girmez. Zaten dört tane de eş hakkı vardır. Bunlardan istediğini de ‘’boş ol’’ diyerek boşarsa gidip yenisini de alabilir. Çocuk yaşta bir damat mesela neden olmasın! Bu durumda kadınların zina suçu işlemesi pek mümkün görünmese de yine de azgın boğalar gibi erkeklere salya akıtacak olmanızı da sapıklığınıza vereceğim. Tüm bunlara rağmen erkekleri, kadınlardan korumaya çalışıyor olmamız hayret verici mi geldi? Demek ki insanların cinsel obje gibi sunulması psikolojik nedenlere de dayandırılarak malum sonuçlara neden olabiliyor. Bir toplumu korumak için, insanları cinsiyetlerine ayırmaktan çok ‘’insan’’ bilincinin geliştirilmesi en elzem olanı imiş. Bu kadın kullarımın işine gelir mi? Gelmez! O halde dinimiz içinde böyle söylemlere yer olmamalı.
Hey! Nasıl olmuş böyle Dünya? Bayım, size söylüyorum. Bir de böyle tersten bakarsanız ne hissedersiniz? Biz kadınların çağlar boyunca yaşamak zorunda bırakıldığı bunca aşağılık muamele sizi yapılsa idi ne olurdu? Bazen adına töre, bazen din, bazen toplum kuralı diyerek kadınlara yaşattığınız hayat tam da böyle. Güzel mi? ‘’Ey iman edenler !’’ hitabında cinsiyet belirtildiğini ben göremiyorum beyler. Siz nereden görüyorsunuz da kendiniz için bir din uyduruyorsunuz? Tek tanrılı dinlerin tamamında temanın bu şekilde dayatılması, Yaratıcının erkinin erkekleştirilmesi sizlerin fiziksel gücünüzün etkisinden geldiğini biliyorsunuz değil mi? Ötekileştirip evlerinizde öküzünüzden sonra kıymet verdiğiniz kadınların bu dayatmayı kabul etmiyor oluşuna hayret etmeniz hayret verici açıkçası…
Ancak Salı günkü Demokrat Gazetesi'nde yayınlanan bir devrimcinin mektubu cezaevindeki tüm devrimcilerin yaşamlarını, duygularını yansıttığından bu mektubu size gönderiyorum.
Mektup şöyle:
Ana!..
Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?
"O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız."
Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor.
Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. "Ne yapmalı?" "Nasıl savaşmalı?" sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.
Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken.
Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.
Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.
Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların... saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.
Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.
Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.
Sana ve soranlara devrimci selamlar.
Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.
Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz. Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim.
Tesadüfen "Denizizm geldi,Erkekler Evine"yazını okudum Mari.ancak bu kadar mükemmel yansıtılabilirdi.yıllardır Din ve Kuran adı altında kadınların ne denli sömürüldüğü ve degersizleştirildiği.bazı konularda sadece yazı degil bazı fikirlerinde katılmasamda bu yazını çok begendim..Yalnız şu var Dini Asıl inancı kötüleştiren Kuran meali yazıyorum diyerek parantez içindekileri bize ögütleyenler hatta tatbik ettirenler..
Yazını okurken şu da geldi aklıma sahi neden hiç kadın Kuran mealcisi yok tuhaf degil mi ya da var da ben mi bilmiyorum..benim deme yok daha o kadar olmadın ancak o parantez içindekileri tersine cevirdin.. :))
Yine de çok güzeldi tebrik ederim fakat kadınlara bagıslanan güzelliklerde var,ne yazık ki örtbas edilen gözden düşürülen.. ;)
Tebrikler ve her zaman başarılar..
Virginia Woolf Hakkında Bazı Şeyler
Virginia Woolf hakkında yazmaya karar verme nedenim; kendimden not düşüyor gibi akıyor kelimeler ardı sıra. Onun intiharını hayal edip sözcüklerle resmetmeye çalışırken yaşamına sızıyorum .Dik duruşuna hayran kalıp yeni baştan saygı duyuyorum her defasında. Öyle çelişkili bir kişilik ve yaşam öyküsü ki tarif ederken bile zorlanıyor insan. Kırılgan ve savunmasız yanlarından çelik gibi bir irade doğurduğunu sanıyorken hiç ummadığınız yerden kesiveriyor yaşam macerasını.
Bir düzene tek başına topyekûn karşı çıktığı yıllarda kadına bakışın ve davranışın en bağnaz zamanlarında delip geçtiği yerle bir ettiği kavram ve kuramları göz önüne getirince beş kez intiharı denemesi soğuk duş gibi . Annesine bağlılığı ve hatta bağımlılığı, üvey abisi tarafından küçük yaşlarında cinsel tacize uğramasının etkileri, kardeşi Tobby ‘in onda bıraktığı izler kitaplarında ritmik bir ahenkle nefes alıyorlar.
Yaşadıkları yüzünden ve kırılgan ruh yapısı nedeniyle dağılmış olan yaşam dengesinden derleyip topladığı kırıntılarla adını dünyaya duyurabilen, bir kadına öncü, dünya edebiyatında etkili bir ses olabilen fark yaratmış dev bir kadın. Ondan öğrenilecek pek çok şeyden en önemlisi bence yapılamayacak iş, aşılamayacak dağ, gidilemeyecek yol yoktur…
Onun hakkında pek çok şey söylendi ve yazıldı. Ben yeni baştan bir makale yazmak niyetinde değilim. Onun son anlarını zihnimde canlandırıp sizlere aktarmak istedim. Bunu yaparken de kendi kitaplarının birer cümlelik özetleri eşliğinde bir kez daha onu kendi sonuna uğurladım.
Ve işte ;
Çalılıkların arasında var gücümle koşarken çimlerin kokusunu alıyorum. .Etimi sıyırıp geçem dikenlere aldırmadan var gücümle koşmaya devam ediyorum. Nefes nefese bir yarışın içindeyim. Saatler… Tik tak tik tak …
Deniz feneri çok uzakta olmamalı, Ramsay ailesi varamadığım deniz fenerinde sıcacık çocukluk avuntularımı kucaklıyorlar mı ? Bu kimin umurunda ki?
Artık koşamıyorum. Hızlı adımlarla varmaya çalıştığım pek çok şeyin baştan başlayan bir dizge olduğunu gördüğümden beri anlamsızlaşıyor rüzgârın yüzümü yalayıp gitmesi. Tutunmak için bir nedenim yok. Ne yazmıştım son olarak ‘’ Senin iyiliğinin kesinliği dışında her şey benden gitti artık. Hayatını daha fazla mahvedemem.’’
En sevdiğim mutlu olabilme ihtimalimizin en iyi şekliyle ayrılıyorum ki senden, mutlu kal .
Onlar beni bilecekler. Erkekler ne düşünür diye düşünmeden yazmayı öğrendiklerinde beni sevecekler. Kaldı ki kimin umurunda? Shakespeare kadar iyi yazdığınız eserler ile sahnede olduğunuzda birilerinin umurunda olacaksınız.
Şimdi ben kendi sonumun başlangıcına giderken saatlerin ardı sıra sizler Austin’in mutfak masasından doğan güneşiyle aydınlanmayı bırakınız. Shakespeare ‘in kız kardeşi bile olsanız ve onun kadar yaratıcı bir zekaya bile sahip olsanız dahi yapamayacağınız şeyleri kendi odanız olduğunda başarabileceğinizi göreceksiniz. ‘’Aşk ve Gurur ‘’ kendi ruhunuzdan bambaşka canlansın. Ezici üstünlüğü ezecek gücü kendiniz olduğunuzda bulacaksınız. Birinin eşi olmaktan ve portakal reçeli yapmaktan çok daha fazlası olmayı başarmak sizin ellerinizde.
Demiştim ki soruları heyecanlandırıp çıldırtacak tek bir sözcük varsa oda ‘’edebiyat’’ sözcüğüdür. Öncelikle sonuna dek inanıp da sarf edilen sözlerin aslında en sonunda bize öğretilen doğruların(!) tekrarı olduklarını anladığımızda yanılsamalarımızdan ürkerek sandığımız şeylere daha çok sarılıyoruz. Oysa ‘’Bir Hava Taarruzu Sırasında Barış Üzerine Düşünceler ‘’ pekâlâ sarf edilebilir. Kendi şatosunda keyif çatarken yazılan enfes metinlerden daha çok haz alabileceğiniz kendi yazdığınız özgün metinleri kaleme alın derdim ..Ama tik tak tik tak… !
Ağaç yapraklarının hışırtısı beynimi sürekli döven düşüncelerden daha az rahatsız edici. Aslında şu an yeni bir aşk mektubu yazıyor olsaydım belki de bu sahneyi kullanabilirdim. Eşcinsel savunuculuğu hiç yapmamış olsam da kadın haklarından bu kadar dem vurunca erkek gibi düşünebilen bir kadın yine bizden sayılır diye düşünmüş olabilirler. Yine de kişisel tercihlerim değildi evliliğimde devamsız olmamın sebebi.
‘’ Onun gidişi olabilecek en büyük felaket’’ derken çok ciddiydim. Daha sonra duyduğum korkunç sesler yine de yazmama engel olmadılar. Onlarla konuşmayı öğrendikten sonra ‘’Dalgalar ‘’Toby için yeniden doğuş oldu. Ona hayrandı tüm diğer yarattıklarım. Öyle çok ağrılı oluyor ki kimi zaman kimi gidişler, bazen ölmeden gidiyorlar bu en kötüsü..
Uzun cümleler kuruyor olmamda aslında hiçbir amaç yoktu. Sadece kelimelerin ardı arkası kesilmiyorken onları durdurmanın haksızlık olabileceğini görmüş olmamdan başka ne gayem olabilir ki? Düşünme bunları…
Şu akan nehrin çağıldayışındaki sesler bana kucak açıyor. Aradığım huzuru bana her damlasıyla sunan bu davete kayıtsız kalamıyorum. Şimdi parlak giysileriyle fakirliğini kandırdığını düşünen sokak lambalarının altından geçen onca kadın ve erkeğin alın yazısı olması için bıraktığım eserler dünya tarihine ışık tutacakken bu gitmenin sırası mıydı? Bu sorunun cevabını asla bilemeyeceksiniz. Belki de en büyük espri tam zamanında gitmektir. Eskitip yıpratmadan, iz düşürdüklerine ihanet etmeden, yerli yerince bırakıp…
Ceplerime taş doldurma fikri belki de sadece içgüdüsel bir harekettir. Ama bunu yapmak bana heyecan veriyor. Kararımı kesinleştirip onaylıyorum. Biraz sonra aranızdan ayrılıyor olmaktan nedense hiç üzüntü duymuyorum. Yaptığım şeyi daha çok hızlandırmak için daha aceleci hareket ediyorum. Varacağım yere geç kalmışım gibi…
Öyle çok söz söylenecek ki arkamdan bu kadarını ben bile hesap etmemiştim. Ah dostum, ‘Yaşam Bir Rüyadır, Uyanmak Öldürür’ …
Şimdi Ouse Nehri benim yaralarımı sarıyorken sen beni anlamaya başlasan iyi edersin. Kendin için bir iyilik yap ve benimle tanış. Hakkımda söylenen onca şeyin iki kelimeye sığabilmesi ne kadar ironik ; şaka ve entelektüellik ..
‘Dreadnought Şakası’ kadar etkileyici derin bir trajedim de olmalıydı. İntihar sandığınız şey bir tedavi şekliydi…. Beş kez denedikten sonra belki de alışkanlık…
Bir köpeğin gözlerinden aşkı tarif edebiliyorken takip etmelisiniz beni. Bakış açısı zihnin size oynadığı oyunlar akışkan kelimelere dönüşür ve işte ‘’bilinç akışı ‘’ …
Veda ya gerek yok okudukça sizinleyim…
Ve sonra;
‘’Dalgalar kıyıda parçalandı ‘’
D...
JUGGERNAUT
Ruhtaki yaraların şöyle bir özelliği vardır: Gizlenirler; ama kapanmazlar, her zaman acı verirler, her zaman dokunulduğunda kanamaya hazırdırlar, her zaman yürekte canlı ve açık kalırlar.
Alexandre Dumas
Bu gece gökyüzünden inen kocaman bir kulağın kime ait olduğunu hiç sormadım. Muhtemelen burnunu kaybetmiş olan binbaşı bu kez de kulağının birini arıyordur diye düşündüm. Kulak dinlemek için beni seçmişti.
Kimsenin kimseyi gerçek anlamda dinlemediği bir zamanda böyle ihtişamlı bir kulağın gelip beni bulmasına öyle sevinmiştim ki ona anlatmaya nereden başlayacağıma karar veremedim. Sadece sıradan şeylerin olduğu bir dünyada bir kulağın beni dinlemek için gelmesine elbette şaşıranlar olacaktır.
Dünyada olan sıradan şeyler… Yıllar önceydi… Bir anne (akli dengesinin yerinde olmadığı söylenen bir öğretmenmiş) kırk günlük bebeğini evde tek başına bırakıp bir haftalığına tatile çıkmıştı. Bebek günlerce çığlık çığlığa ağlamış,tüm komşular bunu duymasına rağmen hiç kimse gidip evde ne olduğuna bakmamıştı. Sonunda bebek böyle acımasızca bir cinayetle, aç kalarak,ağlayarak ölmüştü.
Bir çok Müslüman ülkede insanlar açlıktan,savaşlardan dolayı ölürken biz akın akın hacca gidip baş örtümüzü ne güzel kurtardığımızı konuşuyoruz. Artık din ülkemizi temsil eden en önemli unsur. Zaten İslamın ilk şartı bu idi değil mi? İmanın şartı mıydı yoksa? Son düzlükte dolar duasına çıkmak gibi sıradan şeyler yaparken baktık ki olmuyor ver elini Trump dedik ve mermi gözlü nurtopu gibi bir geleceğe hep beraber merhaba dedik.
Şimdi ben bu muhteşem kulağa ne anlatabilirim ki! Bizler sıradan insanlar ,sıradan şeyler yaşarken bu kadar asil bir kulağa bunlardan bahsedersem beni dinlemeyi bırakabilir. Uzun kuyruğunda gök kuşağının yedi rengini taşıyan bir kuş görmüştüm geçen gün, onu mu anlatsam acaba?
Ruhumun derinliklerinde hissettiğim bir deprem var kulak. Dünyayı dinledikçe kulaklarımdan kanlar akacak sanıyorum. İkiz bir yalınlık doğuruyor içim ruhumdan. İyilik ve kötülük can çekişirken Dr. Jekyll ve Mr. Hyde bedenimde can buluyor. Aslında farkında olmasa da yaşamaya mahkum edildiğimiz kabuğun içinde her birimiz ikiz ruhlarımızın ağırlığı ile sağa sola yalpalayıp duruyoruz. İnternet başında zaman geçiren her birey kendini öyle kaptırıyor ki ruhunda gelişen parçalanmanın farkına bile varamadan kendine biçtiği görevi tıpkı gerçek hayatında oynadığı gibi başarı ile yerine getiriyor.
Filipi tutsakları için dua edelim dostlar! Kulakları sağır tüm insanlığın ağzıkendi dini söylemlerini haykırıyorken ;
Gerçek mutluluk
(Luk.6:20-23)
İsa kalabalıkları görünce dağa çıktı. Oturduktan sonra, öğrencileri yanına geldiler. 2-3Onlara seslenip şöyle ders vermeye başladı:
«Ne mutlu ruhta yoksul olanlara!
Göklerin Egemenliği onlarındır.
4Ne mutlu yaslı olanlara!
Onlar teselli edilecekler.
5Ne mutlu yumuşak huylu olanlara!
Onlar yeryüzünü miras alacaklar.
6Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara!
Onlar doyurulacaklar.
7Ne mutlu merhametli olanlara!
Onlar merhamet bulacaklar.
8Ne mutlu yüreği temiz olanlara!
Onlar Tanrı’yı görecekler.
9Ne mutlu barışı sağlayanlara!
Onlara Tanrı oğulları denecek.
10Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere!
Göklerin Egemenliği onlarındır.
11«Bana olan bağlılığınızdan ötürü insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size! 12Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşamış olan peygamberlere de böyle zulmettiler.
Kulağın elleri olsa tıkayacak kendini. Zulüm diyorum, peygamberliğin erdeminden utanmıyor ki! Babilli eli şimdi bu kulağa tıkamalıyız. Şimdi kehanetler konuşup cehenennemi müjdelemeli ki bizlere çocuk ve ölümün, çocuk ve tecavüzün yan yana yürüdüğü bu yer yüzü yok günlerine başlasın.
İçimde kendim adında bir kent vardı eskiden. Şimdi harabeleri arasında gezinirken duyulan ayak seslerim cılız ve tekinsiz. Hiçbir kulağın tahammül edemeyeceği şeylerdi benim gerçeklerim. Az ötede duran ışığa uzanamayan bir tutsaktım. Ve İsa bile çivilerimi sökmedi o zaman benim.
Kibrim horgörü ile konuşuyordu kendimin en tepesinde eskiden. Özel ve önemli hissetmek değildir kibiri besleyen. Bu değil bahsettiğim… Kulak; sen beni duyduğun sürece konuşabilirim bu gece. Bilgi ve öğreti cehaletimin taştan kalesine çarpa çarpa yıktı duvarlarımı. Kibrim un ufak olurken acınır bir kimsesizliğim oldu böylece. Bilmek insanı özgürleştirmiyor. Tam tersine, derin acı ve kederin çaresizliğine yeni bir mahkumiyet başlatıyor. Etrafında pek az insanın görebildiğini çoğuna anlatmakla tükettiği azap zamanları bunlar işte…
Şimdi kulağın bir burnu olsa şuracıkta yanan ateşin kokusundan yanımda duramazdı. İçimin dağları birer birer devrilirken bir kent üzre yıkılıyor. Kentin alevleri yalımlarla dans ederken Deniz’in sakin göğsü bomboş kalasıya dek yok oluyor. Dağların soruları kendi seslerini bırakıyor o boşluğa. Her soru bir tepeden aşağıya bir taş bırakmak gibi. Domino taşları gibi bir biri ardına yıkılıyor koca evrenim. Kendi sularımdan kanayarak yakarıyorum Rab; ‘’bu kulağı sen mi gönderdin?Ama bu kulak sağır!’’
Harpiyalar daha duyulmamış bir Ezgi’yi alıp götürdükleri günden beri ben böyleyim. Bir müzik hangi kulağa hoş gelmezdi ki? Bazı eller kulakları dinlemez. Bazı eller silahtır ve bebekler onların içinde can verirler. Harpiyalar benim başımı gezdiriyolar artık diyar diyar.. Dünya da katledilen onca çocuk ve kadın için içimin yıkılan harabelerinde kocaman bir çukur açtık. İşte yayılan o iğrenç kokudan kaçıyor tüm onurlu burunlarınız demek istiyorum diğerlerine.
İçim…Ah! İçim… Ufarak cüssenle taşımak zorunda bırakıldığın hepsi için özür dilerim.Zeus’un Anarşist Tanrısı Dionysos daha kaç kez idam edilecek nazarımızda. Ölülerin bile bir tanrısı varmış madem neden ölüyoruz açlıktan? Sevgili Nietzsche; Apollon’u öldürdük ve artık İçimizden fışkıran uyum bize hayvani bir metropol sanatı verdi. Aklın uçlarda gezindiği bu günlerde sanat kulak kabartıyor hayvanların ulu orta işkencesine. Elimizde bir arp bulutlara dek kulak arıyoruz sesini duyurmak için.
Şimdi uzaktan gelen rüzgarın masum sesi ile rahatlamak vaktidir. Tatlı bir huzur ve anlık bir sevinç için kısa bir ara verebiliriz. Ağır ağır artan rüzgar bir fırtınanın habercisi gibi. Çılgın bir konçerto bu. Dalların sesi dağılan yaprakları önüne katmışken tarifsiz bir ıslık gibi yankılanıyor çatılarda sıkışmış rüzgar. Can çekişen bir köpek gibi uğulduyor yer ve gök. Anlık sevinçler gibi bir görünüp bir kaybolan şimşek ardı sıra yağmuru davet ediyor sahneye. Kulak; sen bile gözlerin olsun isterdin görmek için bu güzelliği. İşte tam da böyle anlarda Rab tüm bunları benim için tasarladı diye düşünerek önemsiyorum ruhumu nadiren.
Oysa sevinç, suda büyüyen halkaların giderek küçülüp yok olması gibidir. Bu gecenin hatırına şimdi öyle bir şey içmeliyim ki gün aydınlandığında yayılan acı badem kokusu tüm kayıp burunları sahibine kavuşturmalı.
D...
Yönetim ; bunu da buraya not düşüp siz sileceksiniz diye resmini çekiyorum. Ahmet İhsan Araç rumuzlu üyeniz aşağıdaki asılmış notları ile beni açıkça tehdit ediyor ve siz o notları orada bırakırken benim yazdığım cevapları siliyorsunuz. Eğer bu üye bana herhangi bir zarar verirse sizi de dava ederim. Azmettiriyorsunuz resmen, ona bu fırsatı ve izni veriyorsunuz.
DENİZİZM GELDİ, ERKEKLER EVİNE
Anlatacaklarımı dinlemeden önce birer kadeh karahindiba şarabı içmek zorundasınız. Yoksa bu anlatılanların fantastik bir kurgu olduğunu unutup bana kızabilirsiniz. Yine de unutmayın ki burası Ray Bradbury’n Green Town’daki cenneti değil. Büyük baba bizler için gereken şarabı hazırladı ve artık sahneden çekilecek.
Ben sizlerin yeni, güncellenmiş, okuyabileceğiniz, dokunabileceğiniz, dişi tanrınızım. Artık kurallar değişiyor insanoğlu. Şimdi, dişilerin zamanı. İçinizden birçok dişi temsilci yarattım. Artık peygamber yok. Onlara anne diyeceksiniz.
Mutluluk yapacak gizemli bir makine falan asla icat edemeyeceksiniz. Size gereken her şeyi ben sağlayacağım. İhtiyacınız olan tüm gereksinimlerinizi doğaya saçtım. Biliyorum ki sizler yine hepsini çar çur edeceksiniz. Ben her şeyi bilirim. Sonra da bana dualar ederek sizlere yeni bereketler göndermemi isteyeceksiniz. Kıyametin gelmesinden korktuğunuz kadar sahip olduklarınızı kaybetmekten korkmuş olsa idiniz Dünya size daha uzunca bir süre yetebilirdi. Ancak sonunuz yaklaşıyor.
Şiddeti ve korkuyu din adına meşru kılanlarınızı ilk önce cezalandıracağım. Erkek kullarıma daha önce verilmiş olan tüm ayrıcalıklı hakları geri alıyorum. Artık Denizizm geldi. Hepiniz bana tapının. Bazı kurallarımı mantık dışı bulsanız bile tapınmaya devam edin. Sizler insan aklınızın ermeyeceği şeyleri düşünemezsiniz. Ben sizin yerinize zaten her şeyi düşünüp var ettim. Siz sadece söylenenleri yapacaksınız. Size vermiş olduğum iradeyi kullanma yetkisini kısıtlıyorum. Dünya’nın haline bakılırsa içine etmiş görünüyorsunuz. Bence artık tamamdır. Siz düşünmeyi falan bırakın, sadece yapın yeter.
Yeni dinin yeni kurallarından bazıları şöyle olacak:
1. Meryem’e vahyedildiği günden beri sizlerle kadınların secde etmesine, meclislerinde bulunmalarına izin vermeyerek büyük bir başkaldırı içinde oldunuz. Eğer gelen dinlerin muhatabı sadece erkekler ise kurallara şiddetle uydurulmak istenen neden kadınlar oldu? Bu artık değişiyor. Ben tüm kuralları kadınlara gönderiyorum o zaman. Bu kuralları erkeklere uygulatmak görevini de onlara (kadınlara) verdik.
2. Bir kadının kocasından ayrılması için ‘’boş ol’’ demesi yeterli olacak. Ancak erkekler için durum pek öyle değil. Uzun uzun anlatmayacağım ama kadı/n temsilciler sizin boşanma talebiniz yerinde ise yardımcı olacaklar. Erkeklerden zinhar temsilci olmayacak.
3. Kadınlar, kocalarını dinimiz usullerine göre dövebilirler. Çünkü ben bazılarınızı bazılarınızdan üstün kıldım. Kadınlar kendi mallarından harcamaktadırlar. İyi erkekler itaatkârdır. Kadınlar erkeklerin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Eğer itaat etmeyen erkekleriniz var ise; onları önce ikaz edin. Olmadı yatakta yalnız bırakın. Baktınız yine olmuyor onları hafifçe dövünüz.( Eğer dövme işini abartırsanız temsilci tarafından kulağınız çekilerek cezalandırılacaksınız). Ayet ile size emrettim. ‘’darebe’’, vur gitsin, göm gitsin demektir. Ben size ‘’darebe’’, terk etmektir demiş olsam bile sizler nasıl olsa binlerce hadis uyduracaksınız ve erkeklerinize şiddet uygulamak için nedenler bulacaksınız. Terk etmek insancadır. Oysa dövmek, yaratılıştan beri aslında sadece düşünen hayvan olan sizler için daha uygun bir davranış olacaktır. Bu nedenle dalın gitsin (ancak kızartmadan, iz bırakmadan, kafaya vurmadan döveceksiniz) emrediyorum! Bu emri, Nisan suresi 140-178 ayetleri arasında Mart suresinden sonra göreceksiniz.
4. Kadınlar, yani kullarım olan insanlar ( erkekler için tırnaklı hayvan denebilir), erkeklere dininizi bahane ederek sistematik olarak baskı uygulayabilirsiniz. Erkekler, evlerinin süsüdür. Sokakta gezen erkeğin azgın bir köpekten farkı yoktur. Erkekleriniz ev dışında olmaya özenirlerse onlar serkeş mahlûklardır. ‘’Erkeklerin lüzumsuz yere dışarı çıkmasının hoş görülmemesi” sedd-i zerayi kabilinden, muhtemel fitnelerden ve zararlardan erkekleri korumaya yöneliktir. Erkekler, birer embesil olduklarından kendilerini koruyamazlar. Kadınları birer canavar gibi yetiştirdiğimiz için yine erkekleri kendimizden korumak görevi de bizlerindir. Ayrıca erkekler annelerinin evlerine bile gidecek olsalar eşlerinden izin alacaklardır. Bu aile kurumunu korumaya yönelik bir uygulamadır. Aile, kadınların hâkimiyetinde yarı açık cezaevi gibi bir yerdir. Cezaevi müdürleri de kadınlar olduğundan izin kâğıdı almadan dışarı çıkmak maazallah düzeni bozar.
Unutmayınız ki erkekler dışarı çıktıklarında şeytan onu kadınlara güzel, çekici, seksi göstermeye çalışabilir. Bu nedenlerle erkeklerin dışarı çıkması mekruhtur. Bu kuralların kadınların ellerinde bulundurdukları gücü kaybetmek korkusu ile hiç ilgisi yoktur. Evinden çıkıp sosyal hayatı tanıyacak olan erkeklerin kendilerine dayatılan köle düzenine başkaldıracakları, eşit haklar isteyecekleri, ezilmeye ve hor görülmeye tepki gösterecekleri falan hiç hesap edilmemiştir. Tek derdimiz bir erkek poposunun tüm kadınların gözlerinden korunmasıdır. Bir popo ve bir pipi üzerine inşa ettiğimiz sosyal düzen asla mantıksız değildir.
5. "Bilin ki, erkek şeytan sûretinde gelir ve şeytân sûretinde gider. Sizden biriniz, bir erkek görünce kocasına gelsin. Bu içinde doğmuş olanı giderir." Buradan da anlayacağınız üzere biz dini tamamen bacak arası muhabbetlerine indirgemiş durumdayız. Kadın ve erkeğin cinsel hayatı bu dinin temel derdidir. Sosyal hayatı düzenleyip kusursuz kurallar getirerek insanlar arasında eşitliğin yaratıldığı bir sosyal yaşantı sağlamak asla bir dinin görevi değildir. Varsa yoksa cinsel açlıklar, erkek ve kadın organları, bunları neyle ve nasıl saklayacağımıza dair haşemalı kurgular ve töreler geliştirmek bizlerin asıl görevidir. Adil bir düzen içinde yürütülecek ticaret, mal paylaşımı, çocuklara, akrabalara, doğaya, hayvanlara, bitkilere olan davranış şekillerimizdeki uygunlukla ilgili konuların kısaca değinilmesi yeterlidir. Bir ülkenin yöneticisine düşen görevler, adalet dağıtan yargı kurumlarının nasıl davranması gerektiği, hastalık durumlarında geçerli olacak uygulamalar falan nedir yani? Bizim en önemli işimiz erkekleri nasıl korusanız, nasıl becerseniz, ya da hangi hallerde becerirseniz günah işlememiş olursunuz durumlarını bi önce ayrıntılı işleyelim de sonra bakarız diğerlerine.
6. Kadınlara eş sayısı dört ile sınırladık. Dört eş ile evlilik şartları yerine getirilir ise kadınlara caiz kılındı. Bunun insanlık dışı bir uygulama olduğunu düşünen erkekler var ise çağın gereklerine uygun olarak hareket ettiğimizi söyleyeceğiz. İlk başlarda kadın sayısı arap diyarında erkek sayısından fazla imiş ve DNA testi falan da olmadığından mecburen çok eşli olma hakkı erkeğe verilmiş. Yani sadece tek eş ile evlenebilirsiniz denilse idi zaten çok eşli olan topluluktan taraftar bulma şansı olmayacaktı. Erkek egemen bir toplumda erkeğin suyuna gitmek gerekiyordu. Sonuç olarak kız çocuklarının doğduğu gün diri diri gömüldüğü bir devirden bahsediyoruz. Ancak benim anlamadığım Türk toplumunda anaerkil bir düzen devam ederken nasıl olmuş da böyle kadınları aşağının aşağısı durumlara sokan kurallara evet demişler. Neyse yeni tanrınız durumu düzeltmek için geldi, üzülmeyin. Mademki o günün şartları kadınların hayvan yerine konulması için yeterli bir neden olarak gösterilmiş. Bugünün şartlarında ise ülkenizde erkek sayısı kadın sayısına oranla biraz daha fazla. Yapılan istatistiklere bakacak olursak doğan çocukların çoğunluğu erkek olarak dünyaya geliyor. Biz bunları diri diri gömmeyi elbette emretmiyoruz. Madem ki fazla fazla gönderdik . Siz de dörder dörder alabilirsiniz kullarım. Durumun mantığı böyle görünüyor çünkü. Hangi çocuğun babasının kim olduğu konusuna fazla takılmayın. Bir en fazla iki çocuk doğurup tüpleri bağlatırsınız. O çocuklara da DNA testi yaptırdınız mı zaten aile kurumunun devamı sağlanmış olur. Bunun insanlık dışı, iğrenç, midesizce bir uygulama olduğunu söyleyenleriniz büyük inkâr içindeler. Büyük günahlardan birini işliyorsunuz. Derhal tövbe ediniz.
Kadınlar (yani kullarım), eşlerinizin her birine eşit sevgi göstereceksiniz. Onlara dengeli bir sevişme takvimi ile eşit muamele edeceksiniz. Her türlü ihtiyaçlarını karşılayacaksınız. Aksi halde günah işlersiniz. Ben tanrınız olarak sizlere bunları emredince eşitliği sağlamış mı oluyorum? Kendi ihtiyaçlarını göremez hale getirdiğim erkekleri sizlere mahkûm ederek korunmaya muhtaç, zavallı çaresizlere dönüştürmüş olmuyor muyum? Tabi ki hayır! Ben tanrıyım, en doğrusunu bilir ve de söylerim. Sizler için uygun olan yaşam biçimi budur. Kadınlar, erkeklerini belli kurallar çerçevesinde diledikleri gibi sömürecekler. Emirler böyle!
7. Sizlere bana ibadet edin diye bazı hareketlerle belirlenmiş dualı saatler bildireceğim. Bunları yerine getirmeniz canlı hayatına öncelik vermenizden çok daha önemli. Çevrenizde olup bitene kayıtsız kalabilirsiniz, her gün işlenen erkek cinayetlerini görmezden gelebilirsiniz, hayvanların doğasını ellerinden alıp onlara sokak hayvanı ismi takabilirsiniz ve bu hayvanlara türlü eziyet edenlere sadece lanet okuyarak günü kurtarabilirsiniz. Her gün televizyonlarda ve internet ortamında sizlere türetilmiş bir din ile çocuk tacizini caiz kılanlara kılınızı kıpırdatmayın. Milyon tane hadis uydurup dilinizi bilmediğiniz dininizi uydurma mealler ile sizi maymuna çevirenlere değil de maymundan geldiğinizi söyleyen evrimcilere ateş püskürünüz. Sizinle aynı bakış açısına sahip olmadıkları için farklı insanlara türlü beddualar edin aman ha tanrınızın adını da ağzınızdan hiç düşürmeyin. Ancak asla ve asla bir insan onuruna yakışmayacak şekilde davranan hemcinslerinize tepki göstermeyin. İbadethaneleri aksatmadan ziyaret ediniz ancak gözlerinizin önünde insanların açlıktan ölmeleri karşısında sadece üzüldüğünüzü söyleyerek dindar birer insan olunuz. Bunlar sizler için yeterlidir.
8. Bunlara ve işime geldikçe göndereceğim yeni kurallara uygun yaşayan kadınları( kullarımı), cennetle ödüllendireceğim. Onları görülmemiş ihtişamı ile cennette ağırlarken hem dünyadaki eşlerini hem de yanında bonus olarak Nurileri onların emirlerine vereceğim. Onlarla sevişin diye değil sizlere hizmet etsinler diye göndereceğim.(nasıl yani?) Bazılarınız bazılarınıza anlamadıklarını anlatsın. Ben onları anlatsınlar diye gönderdim.
9. Tüm bu kuralları yerine getirmeyenleri cehennemde şeytan ve zebaniler bekliyor olacak. Onlar ki korksunlar! Ben bu dini kadınlara göndermiş olabilirim. Ama kurallara uymayan erkekler, en ağır şekilde yine de ceza çekecekler. Ben böyle istiyorsam böyle olur. Sorgulayacak bir şey yok.
10. Tek derdimiz olan bacak arasına sahip çıkamayan erkekleri recm ediniz. Zaten onlar da bunu isteyecekler. Recm ile bize kavuşan erkekler temiz olarak ölürler. Ancak zina eden kadın evli değil ise sadece biraz sopalayın olsun bitsin. İşte bu bizim adaletimizdir. Cezasız kimse kalmaz.
Bir kadına cariyeler günah değildir. Cariye maldır. Bir kul malını istediği gibi kullanabilir. Bu zina kurallarına girmez. Zaten dört tane de eş hakkı vardır. Bunlardan istediğini de ‘’boş ol’’ diyerek boşarsa gidip yenisini de alabilir. Çocuk yaşta bir damat mesela neden olmasın! Bu durumda kadınların zina suçu işlemesi pek mümkün görünmese de yine de azgın boğalar gibi erkeklere salya akıtacak olmanızı da sapıklığınıza vereceğim.
Tüm bunlara rağmen erkekleri, kadınlardan korumaya çalışıyor olmamız hayret verici mi geldi? Demek ki insanların cinsel obje gibi sunulması psikolojik nedenlere de dayandırılarak malum sonuçlara neden olabiliyor. Bir toplumu korumak için, insanları cinsiyetlerine ayırmaktan çok ‘’insan’’ bilincinin geliştirilmesi en elzem olanı imiş. Bu kadın kullarımın işine gelir mi? Gelmez! O halde dinimiz içinde böyle söylemlere yer olmamalı.
Hey! Nasıl olmuş böyle Dünya? Bayım, size söylüyorum. Bir de böyle tersten bakarsanız ne hissedersiniz? Biz kadınların çağlar boyunca yaşamak zorunda bırakıldığı bunca aşağılık muamele sizi yapılsa idi ne olurdu? Bazen adına töre, bazen din, bazen toplum kuralı diyerek kadınlara yaşattığınız hayat tam da böyle. Güzel mi?
‘’Ey iman edenler !’’ hitabında cinsiyet belirtildiğini ben göremiyorum beyler. Siz nereden görüyorsunuz da kendiniz için bir din uyduruyorsunuz? Tek tanrılı dinlerin tamamında temanın bu şekilde dayatılması, Yaratıcının erkinin erkekleştirilmesi sizlerin fiziksel gücünüzün etkisinden geldiğini biliyorsunuz değil mi? Ötekileştirip evlerinizde öküzünüzden sonra kıymet verdiğiniz kadınların bu dayatmayı kabul etmiyor oluşuna hayret etmeniz hayret verici açıkçası…
Biraz bunları düşünün!
Sevgilerimle…
D...
mümkünü yok.........
Sen yoksan kitaplarım var
:-/))
Boş ver salonları :))
Büyük bir salon bulmamız lazım, içim içime sığmaz benim.:)))
Sizi sevmeyen ölsünnnnnnnnnnn :)))
Ege Efem , : please dance with me
:))))
Aynı yer, Bu bereketli toprakların kralı, ustamız.
Ben de artık prenses mi arasam...
:)))
Bence prens yok!
:)))
:))) Prenses aranıyor.
?t=9
Peki buyurun o zaman hem Mavi hem de Ege :))
mavi
/????????
Sabret gönül, sabret!. Bu duvarın arkasını da göreceksin bir gün elbet...
Biz bu duvarı kirli olduğu için seviyoruz, size ne.
Ayrıca sarhoş olan duvar!
Affetmek için gereken öfkeye sahip değilim
Hiç değilim
Ne tuhaf!
Sonunu bilmenin huzuru için
Teşekkürler
D...
ERDAL EREN BIR INSANLIK SUÇUDUR
Sevgili Anneciğim!..
Uzun zamandır mektup yazamadım. Kusura bakma.
Ancak Salı günkü Demokrat Gazetesi'nde yayınlanan bir devrimcinin mektubu cezaevindeki tüm devrimcilerin yaşamlarını, duygularını yansıttığından bu mektubu size gönderiyorum.
Mektup şöyle:
Ana!..
Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?
"O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız."
Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor.
Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. "Ne yapmalı?" "Nasıl savaşmalı?" sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.
Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken.
Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.
Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.
Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların... saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.
Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.
Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.
Sana ve soranlara devrimci selamlar.
Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.
Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.
Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim.
Erdal"