Kültür Sanat Edebiyat Şiir

tımarhane duvarı sizce ne demek, tımarhane duvarı size neyi çağrıştırıyor?

tımarhane duvarı terimi Maria Puder tarafından tarihinde eklendi

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Bir meşe ormanındaki ağaçlar kadar çoksunuz. Ben patikanın sonunda ne olduğunu biliyorum.

  • İrem Başar
    İrem Başar 16.01.2019 - 22:32




  • Dex Der Kori
    Dex Der Kori 16.01.2019 - 15:44

  • Bilge Noyan
    Bilge Noyan

    Statünün paranin yada süksenin hic bir anlam ifade etmedigi bir yerde hic bir hiyerarsik yapinin olmadigi ve bir insanin kendisini hic bir sekilde ifade edemeyecegi etsede hic kimseyi ikna edemeyeceği bir yerde sonsuza kadar yasamak zorunda olmaktir belkide...

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Ne mutlu insan kalana!

  • Mavera Ünnehir
    Mavera Ünnehir

    Herkes insan doğar ama bazıları insan kalır.

  • Maria Puder
    Maria Puder

    ÇİZMELİ KEDİ DİŞİYMİŞ VE YAĞMURDAN KORKARMIŞ

    Kafası karışık bir Dünyanın menopozuna denk geldik be usta. Binlerce yıldır biriktirdiklerini kustukça buldumcuk olmuş arkeologların tozun toprağın içindeki sevinmelerini izlerken bi gülesim geliyor. Şu aptal belgeseli kapatıp uyumak istiyorum. Belki de öldükten sonra çukurlarına gömülmüş morarmış gözlerimin yakarışıdır bu kapanış. Bin yıl sonra birilerinin kemiklerime topraktan çıkmış oyuncak muamelesi yapmasını istemiyorum. Göğe savrulan kum gibi un ufak dağılmak istiyorum yeryüzüne. Gitmek istiyorum!
    Dünya günlerdir ağlıyor tepemizden. Bir tecavüz mağduru gibi kanayan apış arasından bardaktan boşanırcasına indiriyor su beyazı kanamasını üzerimize. Kirliyiz Dünya kadar… Gerçekleri öteleyip yüzlerimize yapıştırdığımız suretlerimize öyle alıştık ki kendimizi göremez olduk aynalarda.

    Uğursuz bir doğurgan olarak dokunduğum her şeyin çürümeye doğuşuna alışmaya alışmaktan sıkıldım. Satın alınamayan düşlerim olduğundan mıdır nedir asla sahip olamıyorum. Düşlerimden kime ne? Baktığım herkes birer gözyaşı damlasını andırıyor. Silip attıkça yenisi geliyor göz hizama. İnsanların olduğu yerlerde boğuluyorum. Yorgun bir yarış atı artık gönlüm. Kaybettiğim bir ilham gibi yaşamak artık. Yazıp yazıp siliyorum sanki kendini tekrar eden günleri ve ruhumu okşayacak tek bir satır kalmıyor boş sayfada. Hep ayak bağı olduğum bir kendim var taşıdığım.. Yok! Taşımak değil de sürüklediğim bir benle yaşamak zorunda olmanın yılgınlığı dayanılmaz. Öldür beni! Öldür beni! Kurtul benden! Öldür beni… Sürekli beynimin içine fısıldayan bu benden kurtulmanın yaşarken bir yolu yok ve ona rağmen hayatta kalıyorum. Yaşama sevinci varken yaşayan biri ancak gören gözleri ile bir körü anladığı kadar anlayabilir beni. Bir köre görme engelli demekle onun için bir şeyi değiştirmiş olmayız. Ancak susamış vicdanımıza bir bardak su ikram etmiş oluruz. İşte beni anladığını söyleyecek biri de sadece bunu yapıyordur.

    İhtimallerden nefret ediyorum artık. Asla herhangi iyi bir ihtimalin, bana tesadüf etmeyeceği ihtimalinin gerçek olduğu kadar gerçekleşmeyeceğini bildiğimden bu nefret. Kalbime dokunan gerçek bir aşkın en uzak ihtimale konuşlanması bir tesadüf değil sadece bir uğursuzluk. Gerçek olanlar uğursuzdur. La fonteine, otlanmış beyni ile hayvanları konuşturup zırva bir dünya sunarken çocuklara hiç düşünmüş mü kurduğumuz hayallerin tuzla buz olduğunu görerek büyümenin sancısının ne kadar ağır geldiğini. Tarla faresinin kuru ekmek yerken mutlu mesut bir hayat sürdüğünü söyleyen o piç kurusuna söyleyin insanın açlıkla yaşarken neler hissettiğini Knut Hamsun ‘dan öğrensin.

    ‘’Bu kadar hassas olma.’’ derdi annem eskiden. ‘’Bir papatyanın rüzgarla savrulurken canı yanıyor mudur?’’ gibi şeyler sorduğumda. Şimdilerde acımasız bir geleceğe çocuk büyütecek kadar vicdansız bir kadına dönüştüm. Kendimden nefret ederken diğerlerinden daha az nefret etmiyorum. Hangimiz diğerimize benzemiyoruz? Kinyas ve Kayra öteki dünyanın çocukları değildi belki ama asla bizden birileri de olmadılar. Temas edilmeden yaşamak, yaşabilmek hiç birimizin harcı değil aslında. Yalnızlık sandıkları şey o kadar kalabalık olmaz. Bir tekilanın dibindeki kurt olursan ancak yalnızlıktır o. Hadi Dünya, bir damla limonla yutsana beni! Yap, yap, yap bunu! Şimdi!

    Ardı arkası kesilmeyen cümleleri imlecin ardı sıra yarıştırıyorum. ‘’Yazmaktan keyif alıyorum.’’ diyen o yazarında beynini sikeyim ben. İnsan yazarken ancak bu kadar acıtır kendini. Bir otopsi değil oğlum bu. Bu, anestezisiz bir organ nakli. Koca koca organlar yazıp boşalttığım içime tıkıyorum tek tek. Kan kaybından ölmek üzere olan her kelimeyi o organların arasına gömüyorum diri diri. İşte bak, bunu anladığını iddia edenler bile olacaktır anlatsam. Kimsenin bilmediği bir ağrıyı tarif edemeden yaşamak zorunda olmaktan öldüm defalarca kez. Bazı yazıların arasında geçirmişliğim vardır bu cümleyi. İşte o cümlelerin de hepsi ağrıyarak öldüler.

    Ölümüne sevmekten bahsedenler ölerek sevmenin ne demek olduğunu bilmeyenlerdir. Bir patika gezisinde yorulup bir ağaca verdiğinde sırtını kaç kişi sevebilir ki o ağacı? Sadece bir ağaç işte. Öyle bir ağaçla yapraklarını ve dallarını severek konuşmuştum ben. Okuduğum kitapların öyle bir ağacın kesilmesinden oluştuğunu öğrendiğimde ölmek gibi bir şey olmuştu. Çocukluğunun içinde hapsolduğunu söyleyen insanlar işte bu yüzden aslında kötü olanlardır. Bir ağacın bir kitap yüzünden öldüğünü öğrendikten sonra hangi çocuk sağ çıkabilir ki bu definden.

    Bizim mahalledeki çok sevdiğim Makbule teyzenin aslında bir metres olduğunu öğrenmek çocukken bir anlam ifade etmemişti. Ama annemin ısrarla onun evine gitmemi söylemesi o ağrıyı başlatan şeylerden biriydi. Tarif edilemez ağrının gün geçtikçe büyümesi içimdeki çocuğa yer bırakmamıştı. Makbule teyzenin gözlerindeki çocuk sevgisini elimden alan tüm yetişkinlerden yetişkin olmaya tez vakitte yetişince nefret ettim. Kendim, bizzat, ben bir yetişkinim. Onların içindeki çocuklardan nefret ediyorum şimdi.

    Dünyadaki en büyük acının benimki olduğunu söyleyecek kadar geri zekalı değilim. Ancak bana ağır gelen bir ağrı ile yaşamaktansa ölmek ne güzel olurdu. Bunu istemek beni pek çoğundan daha akıllı yapmasa da bunu istiyorum. Alsınlar bu sureti yüzümden, bunu da, diğerini de. Çırılçıplak kalasıya kadar soyulmak istiyorum kabuklarımdan. Aldığım tüm darbeleri de sıyıracaklarsa tüm sahip olduklarıma veda edebilirim.

    Ağrım, çok canımı yakıyor. Aşk gibi! Aklımın onca kalabalığı arasından bana gülümseyen bir sincap olduğunu söylesem masalsı bir son olurdu bu. Ölüm sadece yok oluştur. HİÇ olan güzeldir. Bu son iyi…



    D...

  • Dex Der Kori
    Dex Der Kori

    Düşünülmüşlerdir. ;))
    ?t=80

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Bugünde bununla gidelim sahile..



  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    hadi ben geldim duvar e mi???????????¿

  • Dex Der Kori
    Dex Der Kori

    Bütün gece yağmur yağdı.
    Aykırı damlalar,
    Beni içeri al dercesine penceremi dövdü, durdu..
    ...
    Gitarın kopan RE telini ve simitleri alıp sahile gidiyorum...





    ?t=107

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Sanat sadece ''A'' içindir. Bir insan öleceğini bilmek düşünce ile ancak sanat karşısında bayılarak başa çıkabilir

    :)))


  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Şair der ki;"gece iyidir uyutur yaraları"
    Ya şair yalancı, yada gece
    Yahut ikisi de!
    Zira; yol tenha, dal mecalsiz, su durgun...

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Sanat zehirlenmesi;İsmi açıklanmayan bı erkek sanatsever ünlü ressam Botticelli'nin 'Venüs'ün Doğuşu' tablosunun önünde kalp krizi geçirerek(sanırsam bu nedir yarabbi diyerek) yere yığılmış. Bu tablonun önünde bir çok erkek sanatseverin kalbi teklemiş.

    Evet o tablo..:))

  • İrem Başar
    İrem Başar

    Maria;


  • Maria Puder
    Maria Puder

    Rabia;

    düşündürücüydü. Teşekkürler.

  • Ayşe Marmara
    Ayşe Marmara

    Haha hayati

  • Mavera Ünnehir
    Mavera Ünnehir

    Gel benim sarı tamburam,
    Sen ne için inilersin?
    Içim oyuk, derdim büyük,
    Ben anın'çin inilerim...

    Kim bu kadar üzmüş bu tamburu?

  • Maria Puder
    Maria Puder 07.01.2019 - 09:53

  • Maria Puder
    Maria Puder

    :)))



  • Dex Der Kori
    Dex Der Kori

    La Malaguena Salerosa.
    ''Zarif malagalı kadın''
    ?t=6

  • Maria Puder
    Maria Puder

    BİR İNTİHARIN CİNAYET SÜSÜ



    Banyodan yeni çıkmış olan kadın üzerindeki bornozu zarif hareketlerle çıkarıp yatağın üzerine bıraktı. Çıplak kalmış bedenini, aynanın karşısında, en ince kusurlarına kadar inceledi. Bir ağaç kadar girift bir özneydi kendi krallığında. Pek çok girinti ve çıkıntısı ile, kesilip zamanın onardığı yara bereleri ile… İşte yani dal, yaprak, gövde. Ama illa ki meyve! Pek çoğunun davetkâr bulduğu iri, kırmızı, sulu elmalarla süslü bir ağaç gibiydi o. Dallarından sarkan iştah açıcı meyveleri görenler asla onun kusurlarını, aldığı darbeleri, üzerine tırmanırken ona verdikleri zararı, dallarını koparırken ki can acısını ne düşünür ne de bilirlerdi. Onların tek istediği şey meyve…

    Kurumuş cildini beslemek için makyaj masasının üzerinden aldığı nemlendiriciden bir miktar avucuna boca etti. Bir ayağını kaldırıp pufun üzerine koydu ve ayaklarından bacaklarına doğru cildini ritmik hareketlerle kremlemeyi başladı. Odanın açık penceresinden hafif bir esinti doldu odaya. O sırada havalanan perde kadının gözlerine bir çift bakışı misafir etti. Tam karşısındaki daireden genç bir adamın utangaç izleyişi karşıladı kadını. Kısa bir an adamla göz göze kaldıktan sonra diğer bacağını kaldırdı pufun üzerine. Kaldığı yerden kurumuş ağacın gövdesini beslemeye devam etti. ‘’ Meyve sevmiyor olsan son şaşkınlığım olacaktın.’’ dedi kadın.

    Genç adam kendi penceresinin yanında duran çalışma masasına uzandı telaşla. Çizim defterini ve kurşun kalemini hızla kapıp kadını görebildiği aynı noktada aldı yerini. Kadının perdesinin ara sıra rüzgârın etkisi ile açılıp kapanması canını sıkıyordu. Görüşünü bozan bu hareket yüzünden çizimini yapmak zorlaşıyordu. Kadını kesintisiz bir şekilde görüp hak ettiği güzellikte çizmek istiyordu. Kadını epey bir süredir izliyordu ve az önce kendisine bakışlarıyla izin verdiğini düşündüğü için ilk kez onu çizmeye yeltenmişti. Onu çekici kılan şey kusursuz bir bedeni olması değildi. Aksine pek çok insan kadar sıradan hatları vardı. Ancak onu başka yapan şey, attığı her adımda, saçının her telinde, her hareketinde yaşanmış saklı bir gizin tınısı olması idi. Gizemli havası onu oldukça sıra dışı ve çekici kılıyordu.

    Kadın sanki çırılçıplak değilmiş gibi rahat hareketlerle bitirdi ağacı beslemeyi. Ellerini tenine doyurdu. Her yerini avuttu avuçlarındaki anne şefkati ile. Sanki ağlayan bir bebeği sever gibi bedenini sakinleştirdi. Her bir noktası ayrı ayrı acıyan bir hastayı tedavi eder gibi iyilik ve şifa sundu kendi kendine. Sonra pencereye yaklaşıp perdesini araladı. Karşısında duran genç adam çizemedi o an. Duraladı, kalakaldı. Kumral saçlarının arasında elini gezdirirken adama ‘’bekle beni, sabırla bekle burada.’’ dedi. Adam sadece şaşkın ama kararlı bir ifade ile başını salladı. İlk kez memelerinden bakışlarını ayırıp gözlerini görebilmişti kadının. İçinde yatan onlarca ölünün çığlığından gözleri sağır olmuştu. Hiç bu kadar yüksek sesle ağlayan bir çift göz görmemişti daha önce. Tek damla yaş akıtmadan hıçkıra hıçkıra ağlayan bir çift gözü nasıl resmedecekti şimdi?

    Kadın makyaj aynasının önüne oturdu. Bir süre yüzünü derin bir hüzünle inceledikten sonra makyaj yapmaya başladı. Ellerini kıvrak ve tecrübeli hareketlerle çok iyi kullanıyordu. Böyle ağır bir gece makyajını beklenen sürenin çok altında bir zamanda bitirdi. Makyaj masasının üzerinde sol elinin yakınında duran enfiye kutusuna takıldı gözü. Üzerindeki kadife dokuyu okşayıp kapağını kaldırdı. İçinde sakladığı gümüş, pırlanta işlemeli tarağı saçlarını özenle bir araya getirip başına iliştirdi. Oldukça güzel bir topuz yapmıştı. Aynada süzdüğü yüzünü ve saç modelini beğendi. Masanın önünde duran küçük çekmeceyi açtı ve içinden bir miktar kâğıt ve tükenmez kalemini çıkardı. Masanın üzerinde sağa sola saçılmış makyaj malzemelerini bir kenara itip kâğıtları önüne koydu. Elindeki kalemi ağzına götürüp dişlerinin arasında gezdirirken kaleme bulaşan ruja aldırmadan düşünmesini sürdürdü. Ve nihayet yazmaya başladı.

    Bir Ağacın Seslenişi

    Bana benden haber getiren bazı ölü hücrelerimde öğrendiğim kadarı ile gücüm tükenmiş. Kendi toprağıma benim iznim ile ayak basmış tüm canlıları doyurduğum için köklerim artık ölü. Sadece dallardan ve içi boş bir gövdeden ibaretim. Kapladığım alan kadar etmiyorum artık aslında. Aldığım her nefesi içime zehirliyorum. Bedenimle gezinmiş olan bütün böcekler, kuşlar ve diğer canlılardan sıkıldım. Taşıyamayacağım kadar ağırsınız. Sevmeyi faşizan bir eyleme dönüştürdüğünüzden beri tüm yapraklarım teker teker döküldü. Meyvelerimden sebeplenen hepiniz iyice doyduğunuza göre kırılan dalların hesabını kendim öderim.

    Şimdi kendimi gizleyebildiğim makyaj maskesini takındım ve saçıma taktığım intihar süsüm ile ben muhteşemim. Bir kuşun gagasından dallarıma düşürdüğü bu tarağın aslında manen hiçbir değeri yok. Canımı yakan tüm şeylerin uçuşur gibi görünmez olmasını istemedim belki de. Bir tane elle tutulabilen gerçekliğim olmalı idi. Bu halimle son pozumu verecekken Diane Arbus’un objektifine bakıyor olmak isterdim aslında. Ancak elimizde gençten yetenekli bir röntgencimiz vardı. Umarım tüm aşınmışlığımı resmedebilir. İfade edilemeyecek bir ağrınız varsa bunun bir faili olmalı. Belki de birden pek çok. Beni resmedecek olanın aynı zaman da tüm faillerinde robot resimlerini görebiliyor olmasını isterdim. En çok da onun!

    Köklerinden çürümeye başlamış bir kadını anlatacak uzun metrajlı bir film olmayacağını bildiğimden Sait Faik’in uzun diyalog içeren bölümündeki mavi gözlü çocuğun ölen babasına sevgi beslemeyi seçiyorum. Kaç kişi okuyor ki zaten böyle şeyleri… Plajdaki aynanın aksine düşen bir damla dalga suyunun toprağa kayışından kime ne! Şimdi O olsa beni öyle güzel anlardı ki bu cümleden sonra yeni bir açıklama cümlesi kurmama gerek kalmazdı. Köklerimde kokan ölü kedinin artık kutudan çıkarılıp toprağa verilmesi vaktidir. Birkaç adım geriye gitmenin dikenlere basmaktan başka bir işe yarayacağı yok nasıl olsa. Ahlar, vahlar, zamanlar, toplum falan filan... Peki ya Aşk! Aşk diyorum, aşk. Ona ne olacak? Ankara trenini bekleyen Zebercet bile bilmiyormuş bunun cevabını. Yani boş ver…

    Köklerime salınan tuzlu su denize yaklaştığımızı gösteriyor. Öyle hızla yol alıyorum ki kendime bir an da Yakutsk’ da buluyorum beni. İçim dışıma doğru hızla donuyor. Hissizliğin bile bir hissi varmış. Bir adım daha atacak gücü kalmayanlar -70 derece de yaşamaya çalışanların azmine sadece hayret ederler. İnsan toprağından vazgeçemiyor da ağaçların nedense bir önemi yok. İşte bu yüzden kırılasıca dallarımın donarak un ufak olmasını istiyorum. Biraz deniz suyunun buna engel olmasını kimse beklemezdi zaten. Hepsi hepsi bir avuç kalmış mavi, tuzlu suyun neye şifası var.

    Bazı böceklerin beyinlerinde Peyronie Hastalığı görülürmüş. İşte bu yüzden dik ve onurlu bir duruşları olamazmış. Buna da bozulmuyorum artık. Ben sadece tuttuğunda ellerimi ve daha sonra yüreğimi büyütecek bir el istemiştim. Ellerin tek istediği kızarmış meyveler. İçime donuyorum. Belki de kar tanelerine dönüşüp O’nun sokaklarına yağacağım bu kışlıkta. Milyonlarcası arasından beni seçemeyip her bir tanenin içinden mavi kristalleri fark etmeden devam edecek kaldığı yerden. Bunu da dert etmiyorum ki.

    Bir ağacın suya yansıyan aksine iyi bak. Hafif bir hareket ile dalga alan suya güvenemezsin. Artık ağaç ölmüştür suda. Sürrealist bir çırpınış ile düşüncenin ölü hücrelerimden sızışını harfleri kırmızıya boyayarak gösterebilirdim. Asla inandırıcı bulmadı ki beni başka türlü. Bazı vedaların geri dönüşü olmaz. – 50 derece de ancak 10 dakika durabilirsin. Hareketsiz kalmayı seçiyorum. Artık kış ağır geçiyor. Gizli kalan yerleri aydınlatamıyorsan karanlığa gömersin. Andre bu benim manifestom bile değil, çekilsene aklımdan. Öldürmeyen bir mutsuzluk O’nun olsun. Kurallara sığınıp anarşist paragraflar geçirsin sayfalarca. Şiirler yazsın başıbozuk ve yine dönsün aynı çarkın kendi dişlisine. İşler böyle yürüyor. Konuşurken veya yazarken anarşist olmak bedavadır. Kendi gökyüzüne yükselen bir taş kadar ağırlığınca şiddeti oluyor bu yaşamanın. Ölememekten ölüyordum bense her gün.

    Artık bir intiharın failini avuçlarıma saklayıp cinayet süsü verebilirim. ‘’Her şairin hakkıdır intihar’’ demiş bir bilge. Bazıları özür dileyerek gitmişler orası her neresi ise… Benim sıram, müsaadenizle!

    Kadın mektubunu itina ile katlayıp parfüm şişesinin yanına bıraktı. Gözünden akan tek damla yaşı silerek ayağa kalktı. Pencereye yaklaşıp perdeyi sonuna kadar açtı. Kendisi beklemekte olan genç adama gülümsedi. Adam elindeki kahve fincanını havaya kaldırıp gülümseyerek selamladı onu. Sonra kahve fincanın bırakıp kadını yeniden dikkatle izlemeye başladı. Onun hüznünden ne kadar çok etkilendiğini kendi gülümseyişinin ardına saklayarak derin bir nefes aldı adam.
    Kadın önce komodinin üzerinde duran sürahiden bir bardak su doldurdu bardağa. Sonra yastığını düzletip yüzünü pencereye dönerek uzandı yatağına. ‘’Çiz!’’ dedi adama sesini biraz yükselterek. Adam terleyen ellerini tişörtüne silerek defterini ve kalemini yeniden eline aldı. Çizim bittiğinde elinde tuttuğu resme kendisi bile çok şaşırdı. Kadını kökleri ve dalları olan bir ağaç gibi resmetmişti. Ağacın bittiği yerde kadın, kadının bittiği yerde ağaç başlıyordu. Ancak tek bir yaprak yeşermemişti resimden.

    Kadın bir avucunda tuttuğu kapsülü ağzına aldı. Dişleri arasında ezerken yeniden adama gülümsedi son kez. Diğer elinde tuttuğu mavi cam miskete baktı ve avucunu sımsıkı kapattı.



    D…

  • Maria Puder
    Maria Puder 03.01.2019 - 08:51

  • Maria Puder
    Maria Puder 03.01.2019 - 08:47

  • Maria Puder
    Maria Puder

    O kadar değilim evet cadı ama bu konuda hala araştırmaya devam ediyorum. Inanmak isteyen kadınların sırf bu çarpıtılmış ve uydurulmuş hurafeler yüzünden dinden vazgeçiyor olması çok üzücü.

    Her konuda anlaşmak zaten mümkünsüz.


    Eyvallah

    :)))

  • Kasabanın Cadısı
    Kasabanın Cadısı

    Tesadüfen "Denizizm geldi,Erkekler Evine"yazını okudum Mari.ancak bu kadar mükemmel yansıtılabilirdi.yıllardır Din ve Kuran adı altında kadınların ne denli sömürüldüğü ve degersizleştirildiği.bazı konularda sadece yazı degil bazı fikirlerinde katılmasamda bu yazını çok begendim..Yalnız şu var Dini Asıl inancı kötüleştiren Kuran meali yazıyorum diyerek parantez içindekileri bize ögütleyenler hatta tatbik ettirenler..
    Yazını okurken şu da geldi aklıma sahi neden hiç kadın Kuran mealcisi yok tuhaf degil mi ya da var da ben mi bilmiyorum..benim deme yok daha o kadar olmadın ancak o parantez içindekileri tersine cevirdin.. :))

    Yine de çok güzeldi tebrik ederim fakat kadınlara bagıslanan güzelliklerde var,ne yazık ki örtbas edilen gözden düşürülen.. ;)

    Tebrikler ve her zaman başarılar..

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Virginia Woolf Hakkında Bazı Şeyler


    Virginia Woolf hakkında yazmaya karar verme nedenim; kendimden not düşüyor gibi akıyor kelimeler ardı sıra. Onun intiharını hayal edip sözcüklerle resmetmeye çalışırken yaşamına sızıyorum .Dik duruşuna hayran kalıp yeni baştan saygı duyuyorum her defasında. Öyle çelişkili bir kişilik ve yaşam öyküsü ki tarif ederken bile zorlanıyor insan. Kırılgan ve savunmasız yanlarından çelik gibi bir irade doğurduğunu sanıyorken hiç ummadığınız yerden kesiveriyor yaşam macerasını.

    Bir düzene tek başına topyekûn karşı çıktığı yıllarda kadına bakışın ve davranışın en bağnaz zamanlarında delip geçtiği yerle bir ettiği kavram ve kuramları göz önüne getirince beş kez intiharı denemesi soğuk duş gibi . Annesine bağlılığı ve hatta bağımlılığı, üvey abisi tarafından küçük yaşlarında cinsel tacize uğramasının etkileri, kardeşi Tobby ‘in onda bıraktığı izler kitaplarında ritmik bir ahenkle nefes alıyorlar.

    Yaşadıkları yüzünden ve kırılgan ruh yapısı nedeniyle dağılmış olan yaşam dengesinden derleyip topladığı kırıntılarla adını dünyaya duyurabilen, bir kadına öncü, dünya edebiyatında etkili bir ses olabilen fark yaratmış dev bir kadın. Ondan öğrenilecek pek çok şeyden en önemlisi bence yapılamayacak iş, aşılamayacak dağ, gidilemeyecek yol yoktur…

    Onun hakkında pek çok şey söylendi ve yazıldı. Ben yeni baştan bir makale yazmak niyetinde değilim. Onun son anlarını zihnimde canlandırıp sizlere aktarmak istedim. Bunu yaparken de kendi kitaplarının birer cümlelik özetleri eşliğinde bir kez daha onu kendi sonuna uğurladım.


    Ve işte ;



    Çalılıkların arasında var gücümle koşarken çimlerin kokusunu alıyorum. .Etimi sıyırıp geçem dikenlere aldırmadan var gücümle koşmaya devam ediyorum. Nefes nefese bir yarışın içindeyim. Saatler… Tik tak tik tak …

    Deniz feneri çok uzakta olmamalı, Ramsay ailesi varamadığım deniz fenerinde sıcacık çocukluk avuntularımı kucaklıyorlar mı ? Bu kimin umurunda ki?

    Artık koşamıyorum. Hızlı adımlarla varmaya çalıştığım pek çok şeyin baştan başlayan bir dizge olduğunu gördüğümden beri anlamsızlaşıyor rüzgârın yüzümü yalayıp gitmesi. Tutunmak için bir nedenim yok. Ne yazmıştım son olarak ‘’ Senin iyiliğinin kesinliği dışında her şey benden gitti artık. Hayatını daha fazla mahvedemem.’’

    En sevdiğim mutlu olabilme ihtimalimizin en iyi şekliyle ayrılıyorum ki senden, mutlu kal .

    Onlar beni bilecekler. Erkekler ne düşünür diye düşünmeden yazmayı öğrendiklerinde beni sevecekler. Kaldı ki kimin umurunda? Shakespeare kadar iyi yazdığınız eserler ile sahnede olduğunuzda birilerinin umurunda olacaksınız.

    Şimdi ben kendi sonumun başlangıcına giderken saatlerin ardı sıra sizler Austin’in mutfak masasından doğan güneşiyle aydınlanmayı bırakınız. Shakespeare ‘in kız kardeşi bile olsanız ve onun kadar yaratıcı bir zekaya bile sahip olsanız dahi yapamayacağınız şeyleri kendi odanız olduğunda başarabileceğinizi göreceksiniz. ‘’Aşk ve Gurur ‘’ kendi ruhunuzdan bambaşka canlansın. Ezici üstünlüğü ezecek gücü kendiniz olduğunuzda bulacaksınız. Birinin eşi olmaktan ve portakal reçeli yapmaktan çok daha fazlası olmayı başarmak sizin ellerinizde.

    Demiştim ki soruları heyecanlandırıp çıldırtacak tek bir sözcük varsa oda ‘’edebiyat’’ sözcüğüdür. Öncelikle sonuna dek inanıp da sarf edilen sözlerin aslında en sonunda bize öğretilen doğruların(!) tekrarı olduklarını anladığımızda yanılsamalarımızdan ürkerek sandığımız şeylere daha çok sarılıyoruz. Oysa ‘’Bir Hava Taarruzu Sırasında Barış Üzerine Düşünceler ‘’ pekâlâ sarf edilebilir. Kendi şatosunda keyif çatarken yazılan enfes metinlerden daha çok haz alabileceğiniz kendi yazdığınız özgün metinleri kaleme alın derdim ..Ama tik tak tik tak… !

    Ağaç yapraklarının hışırtısı beynimi sürekli döven düşüncelerden daha az rahatsız edici. Aslında şu an yeni bir aşk mektubu yazıyor olsaydım belki de bu sahneyi kullanabilirdim. Eşcinsel savunuculuğu hiç yapmamış olsam da kadın haklarından bu kadar dem vurunca erkek gibi düşünebilen bir kadın yine bizden sayılır diye düşünmüş olabilirler. Yine de kişisel tercihlerim değildi evliliğimde devamsız olmamın sebebi.

    ‘’ Onun gidişi olabilecek en büyük felaket’’ derken çok ciddiydim. Daha sonra duyduğum korkunç sesler yine de yazmama engel olmadılar. Onlarla konuşmayı öğrendikten sonra ‘’Dalgalar ‘’Toby için yeniden doğuş oldu. Ona hayrandı tüm diğer yarattıklarım. Öyle çok ağrılı oluyor ki kimi zaman kimi gidişler, bazen ölmeden gidiyorlar bu en kötüsü..

    Uzun cümleler kuruyor olmamda aslında hiçbir amaç yoktu. Sadece kelimelerin ardı arkası kesilmiyorken onları durdurmanın haksızlık olabileceğini görmüş olmamdan başka ne gayem olabilir ki? Düşünme bunları…

    Şu akan nehrin çağıldayışındaki sesler bana kucak açıyor. Aradığım huzuru bana her damlasıyla sunan bu davete kayıtsız kalamıyorum. Şimdi parlak giysileriyle fakirliğini kandırdığını düşünen sokak lambalarının altından geçen onca kadın ve erkeğin alın yazısı olması için bıraktığım eserler dünya tarihine ışık tutacakken bu gitmenin sırası mıydı? Bu sorunun cevabını asla bilemeyeceksiniz. Belki de en büyük espri tam zamanında gitmektir. Eskitip yıpratmadan, iz düşürdüklerine ihanet etmeden, yerli yerince bırakıp…

    Ceplerime taş doldurma fikri belki de sadece içgüdüsel bir harekettir. Ama bunu yapmak bana heyecan veriyor. Kararımı kesinleştirip onaylıyorum. Biraz sonra aranızdan ayrılıyor olmaktan nedense hiç üzüntü duymuyorum. Yaptığım şeyi daha çok hızlandırmak için daha aceleci hareket ediyorum. Varacağım yere geç kalmışım gibi…

    Öyle çok söz söylenecek ki arkamdan bu kadarını ben bile hesap etmemiştim. Ah dostum, ‘Yaşam Bir Rüyadır, Uyanmak Öldürür’ …

    Şimdi Ouse Nehri benim yaralarımı sarıyorken sen beni anlamaya başlasan iyi edersin. Kendin için bir iyilik yap ve benimle tanış. Hakkımda söylenen onca şeyin iki kelimeye sığabilmesi ne kadar ironik ; şaka ve entelektüellik ..
    ‘Dreadnought Şakası’ kadar etkileyici derin bir trajedim de olmalıydı. İntihar sandığınız şey bir tedavi şekliydi…. Beş kez denedikten sonra belki de alışkanlık…

    Bir köpeğin gözlerinden aşkı tarif edebiliyorken takip etmelisiniz beni. Bakış açısı zihnin size oynadığı oyunlar akışkan kelimelere dönüşür ve işte ‘’bilinç akışı ‘’ …

    Veda ya gerek yok okudukça sizinleyim…

    Ve sonra;

    ‘’Dalgalar kıyıda parçalandı ‘’



    D...

  • Maria Puder
    Maria Puder 28.12.2018 - 11:07

  • Maria Puder
    Maria Puder 27.12.2018 - 11:10

  • Maria Puder
    Maria Puder 26.12.2018 - 08:57