Nasıl bir eylemdir bu şiir; eser meltem meltem burçlarında kaybedilmiş kalelerin. Yüzüne dalgaların köpüğünü üfleyen kafiye hiddetlenen kayalıklara beyaz bayrak sallatır. Ruhunu sıkıp asarken dizelerin rüzgarına sahipsiz sandalların mekânına uğrar. Kısık deyişlerin siyah beyaz nefesi olurken şiir damlamaya başlar mercan renginde mağarasından. Aşığın seyir defterine dahil edilmiş sayfa başlıklarına eşlik edecek melodiler eklerken okuma hızını umursamaz çoğu zaman.
İçimdeki dünyanın dışımdaki alemle münasebetine koridor görevi görürken edebiyat okumaları yazarından üslup dersi alır. Üslubu klişe enstrümanların sesinden imgeleme farklılık arz ediyorsa iyidir. Varyantlarında kendimi aynı sokaklarda yürürken buluyorsam yeni bir kalemle tanışma zamanı gelmiştir. Her yeni buluşma ruhuma serpilen yağmur sonrası yaprakların damla damla ışımaları gibi heyecan uyandırır. Kelimeler kulaç atarken belki bir boğaz manzarasında mananın derin kifayetiyle şairin yaşaran gözlerini silerim.
Çocuk ruhum avuçlarından buz gibi su çerken şairin eteklerini biteviye sarı tarlalardan geçerek ayaklarıma seren dağların sıcak nefesini yüzümde hissederim. Vişnelerin ekşi kırmızılığı dimağımda pırıl pırıl çocuk yaramazlığına sebebiyet verirken sığır kuyruklarından dokuma tabiat sofrasında gözlerim kaşık kaşık nasibine düşen tattan olabildiğince alır. Çağıltısı sinek vızıltılarına karışan bir çayın dingin salınımında duyduğu yaşam kuruluğuna aldırmak istemeden anıların sağanağını sarı ince elbisemden ayaklarıma sızarken bulurum. Her yere serpiştirilmiş çakır dikeni derse zorla getirilmiş öğrenci arsızlığıyla spor ayakkabımdan bileğime sarar. Sıcaklığın ağır şalını omuzlarımdan yıllanmış meşenin gölgesi hafifçe alır. Keçi ağılından gelen yün kokusu uyku uyku gözlerime çöker. Çoban yastığı yanağımdan taneciklerince öpücük alır.
‘’Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar. ‘’
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Bir Vikipedi alıntısı ile günü tanıyalım: ‘’Dünya Kadınlar Günü her yıl 8 Mart’ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür.[1] İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır.
Bu, kadın hakları hareketinde bir odak noktasıdır. Amerika Sosyalist Partisi, 28 Şubat 1909’da New York’ta bir "Kadınlar Günü" düzenledikten sonra, 1910 Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı her yıl bir "Kadınlar Günü" düzenlenmesini önerdi. 1917’de Sovyet Rusya’da kadınlar oy hakkı kazandıktan sonra, 8 Mart orada ulusal bayram oldu. Daha sonra gün, 1975’te Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilene kadar ağırlıklı olarak sosyalist hareketler ve ülkeler tarafından kutlandı. Günümüzde "Dünya Kadınlar Günü" bazı ülkelerde resmi tatildir, bazı ülkelerde büyük ölçüde görmezden gelinir. Bazı ülkelerde protesto günüdür, diğerlerinde ise kadınlığı kutlayan bir gündür.’’
Hanımlar sizi onunla tanıştırmak isterim:
İnsan suretindeki her şeyin kurtuluşunu slogan edinmiş olanlar, insan cinsiyetinin bir yarısını ekonomik bağımlılıkla siyasal ve sosyal köleliğe mahkûm edemezler. İşçiler kapitalistler tarafından nasıl boyunduruk altına alınmışlarsa, kadın da erkek tarafından öylesine boyunduruk altına alınmıştır ve ekonomik özgürlüğüne kavuşmadığı sürece de öyle kalacaktır. Kadınların ekonomik bağımsızlıkları için en gerekli şart çalışmaktır.” “Kadın işçiler kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler. Bu sorunun bugünkü toplumda hiçbir zaman çözülemeyeceğinin, ancak toplumun köklü değişiminden sonra bunun mümkün olabileceğinin de bilincindedirler… Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır.’’ Clara Zetkin
Clara Zetkin bugün Dünyada milyonlarca kadının coşku ile kutladığı 8 Mart Dünya Kadınlar Gününün yaratıcısı ve mimarlarının başında gelen isimdir. Önceleri onun ve arkadaşlarının emekçi kadınlar için Dünyaya hediye ettikleri bugünü şimdilerde tüm kadın sorunlarını yeniden ve bıkmadan Dünyaya duyurmamızın ve sessiz kalmayışımızın aracı olan bir gün olmuştur.
Kadınlar çalışma hayatında erkeklerle eşit haklara sahip olabilmek için uzun yıllardır mücadele etmektedir. Gömlek fabrikalarında ölerek, miting alanlarında dövülerek, sürüklenerek, cinsel taciz ve istismara maruz bırakılarak, sosyal baskının her çeşidini kullanarak bizleri fabrikalardan, okullardan, hastanelerden, kitaplardan, bilimden, hayatın her alanındaki sosyal ekonomik gelişmeden ya uzak tutmaya veya eşit olmayan şartlarda çalışmaya mecbur bırakıldık. Yılmadık!
Kadınların en önce ve tam bir şekilde kazanması gereken şey işte eşitliktir. 21. Yüzyılda hala kadın haklarının istismar edildiğinden bahsediyoruz. Hanımlar, sizce bunda bizim hiç mi suçumuz yok?
Sizleri birkaç kadınla daha tanıştırmak isterim:
Rosa Park: Siyahi direnişin sembolünün bir kadın olabileceği kimin aklına gelirdi ki? Kendi ırkından yüzlerce erkek duruyorken Rosa Park bir gün otobüste bir insan olarak hakkını savundu. Bunu yapması onun tutuklanmasına, beyazlar tarafından taciz edilmesine ve hayatında pek çok çekilmez çileye neden oldu ama asla pişman olmadı. Başkanlık Hürriyet Madalyasını alacağını, yıllar sonra insanların onu ayakta alkışlayacaklarını hiç bilmiyordu. O, sadece hakkı olan otobüs koltuğundan kalkmaması gerektiğini biliyordu.
Jeanne d’Arc (Jan Dark):
İngilizlerin elindeki Fransa’ya ait olan Orleans’ı emrine verilen askerlerle birlikte geri aldı. Kahramanlıkları dilden dile dolaştı. Engizisyon mahkemelerinde daha 19 yaşında iken diri diri yakılabileceğini bilmese de bir asker olmayı seçmiş kadın savaşçı ölüme meydan okuyordu. Erken ve trajik ölümünden daha çok kahramanlıkları ile anılan bir kadın askerin öyküsü tarihte yerini aldı.
Margaret Thatcher: Sağcı muhafazakâr yüzü ile siyasetini burada tartışmaya gerek görmesem de Demir Leydinin erkekler dünyasındaki müthiş zirvesi bir kadın olarak sizce de gurur verici değil mi? Üstelik ‘’ Politikada bir şey söylenmesini istiyorsanız erkeğe, yapılmasını istiyorsanız kadına başvurun.’’ Sözünü söylemiş bir kadındır. Boşanmaların kolaylaştırılması yönündeki yasanın önünde engel olmuşsa da kürtaj yasasına verdiği tam destek ile durumu kadınlar açısından çok az da olsa kurtardığını düşünüyorum.
Safiye Ali: İlk kadın Türk doktorumuzdur. Balkan harbinden gelen yaralı askerleri görmesi üzerine bazı yardımlar alarak Almanya’da tıp eğitimi aldıktan sonra ülkemize dönmüş ve göğsümüzü kabartan tıp kariyerine sahip olmuştur.
Türkan Saylan: Onu aranızda tanımayan varsa yazının kalanını okumasına gerek yoktur. Zehra Kosova: Bir tütün işçisinin kızı iken çıktığı yolda her zaman eşitlik, hak ve özgürlükler için savaştı. Onun ne bankada milyonları ne de zenginliği ve gücüne yaslandığı bir kocası yoktu. O Kadın işçilerin hak mücadelesinde yıllarca pes etmeden savaştı. "Hayatım boyunca bir gün denizin durulacağını, fırtınanın dineceğini, benim gibi milyonlarca insanın sakin ve rahat bir hayata ulaşacağını düşündüm. İnsanların ezilmeyeceği, sömürülmeyeceği bir dünyanın özlemiyle yaşadım.’’ Diyerek daha iyi yarınlara olan özlemini hiç kaybetmedi.
Gül Esin: 1933 yılında seçilmiş olan ilk kadın muhtardır. ‘’Aydın’ın Çine ilçesi Karpuzlu bucağı muhtarlığında görev yaparken Mustafa Kemal Atatürk tarafından ödüllendirilmiştir. Muhtarlık görevine gelir gelmez, kumar oynamayı yasaklamış, kız kaçırma olaylarını engellemiş ve nikah işlerini düzene koyarak önemli bir başarı elde etmiştir.’’ Diye bahsedilir Gül Esin’den. O gurur duyduğumuz kadınlarımızdan sadece biridir.
Dünya ve Türk tarihinde daha onlarca kadının kendilerinden esirgenen hak ve özgürlüklere rağmen isimlerini her alanda görebilmek sizce de mutluluk verici değil mi?
O zaman soruyorum:
1. Bir kadın olarak sen, çocuklarını kız ve erkek ahlakı diye ayırmadan aynı ahlak ve hak öğretileri ile yetiştiremedi isen, senden sonraki nesillere kendi hatalarını, eksiklerini, kusurlarını, ezilmişliğinin normalleştirilmesini miras olarak bıraktı isen suçlu kim? 2. Özellikle kendi doğurduğun kız çocuklarının örgün eğitimden mahrum bırakılmasına göz yumarken kendini bu haksızlığın neresinde görüyorsun? 3. İçinde bulunduğun şartlar ne kadar zorlu olursa olsun bir insan olarak kendi özsaygını hak ettiğini ve bu uğurda ne olursa olsun her şeyin yapılması gerektiğini düşünmüyor musun? 4. Çalışma hayatında karşılaştığın haksızlık, taciz, fırsat eşitsizliği, mobing gibi durumlara sessiz kalmış olmanın sence kaç kişiyi etkileyecek sonuçları vardır? 5. Kendini geliştirmek için çaba harcamaman, bilimden ve sanattan uzak kalarak sadece sana dayatılan görevlerin ve sorumlulukların içine tıkılıp kalman ve bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmaman normal mi? 6. Yaşayışının, sana gösterilen saygısızca toplumsal indirgemelerin ölçüsünde olması çocuklarının ve onların geleceği için de rol model olacağını hiç düşündün mü? 7. Hakların ve özgürlüklerin verilen değil alınan şeyler olduğunu biliyor muydun? 8. Ev işlerinin, hasta bakımının, çocuk bakımının sadece senin işin olmadığının farkında mısın? Ev içinde yapılması gereken ne varsa eşlerin eşit derecede sorumlu olduğunu, erkeklerin bizlerle yaptığı ufak tefek işlerinin yardım değil görevleri olduğunu onlara hatırlatmak için daha neyi bekliyorsun? 9. Sence bir kadının değişmesi Dünyanın değişmesine neden olur mu? Eğer olursa ve tüm geleceğimiz senin ellerinde ise yapmadığın her şey için hiç vicdan azabı duyuyor musun? 10. Tecavüz, ensest, pedofili gibi suçların bu derece yaygınlaşmasında senin sessizliğinin bir rolü olmadığını mı sanıyorsun? 11. Kadın cinayetlerine sıra sana gelmedikçe susuyor olman bir insanlık suçu değil mi? 12. İnandığın dinin aslında sadece erkekler için yaratılmış bir Dünyaya gelmiş gibi görünmesi hiç tuhafına gitmiyor mu? Verilen fetvaların erkin eril kimliğini sürekli bir üst seviyeye taşırken seni her seferinde daha da alçaltıyor olması sence de doğru mu? Eşit olarak yaratılmış insanın bir cinsinin diğerinden üstün ve hakim olmasına izin veren bir yaratıcı olabilir mi? Sence de bu işte bir yanlışlık yok mu? 13. Erkek egemen toplumun bir kadın üyesi olarak hayatın boyunca aşağılandığını, ötekileştirildiğini, omuzlarına ağır yük ve sorumluluklar yüklendikten sonra senin bu yükler hakkında bile söz sahibi olamadığını hissederken tüm bunlara biraz da senin izin verdiğini düşündüğün oluyor mu? 14. Töre ve ahlak kurallarının genelinde senin cinsel kimliğin, o cinselliğinle ne yapılacağı, senin olan bedeninin bir mülk gibi kime, hangi para ile, hangi makama teslim edileceği üzerine hükümler olması hakkında ne düşünüyorsun? Bunları değiştirmek için gereken güç senin içinde yok mu? 15. Kadın olarak cinsel tercihlerinin, bu tercihlerinin sonucunda seçtiğin yolun sadece senin bileceğin bir şey olduğunun bilincinde misin? 16. Cinsel partnerinle birlikte iken onu mutlu etmek üzerine tasarlanmış görevlerinin olmadığını, eşit derecede zevk, orgazm ve mutluluk hakkına sahip olduğunu biliyor musun? Tüm bunları dile getirmenin ayıp veya günah olmadığını, bir insan olarak eşit haklara her alanda sahip olduğunu, senin bedenin üzerinde sadece ve sadece senin söz hakkın olduğunu neden anlamıyorsun? 17. Hiçbir kadın kürtaja mecbur kalmadıkça onay vermez. Ancak şartlar bunu gerektiriyor ise bedeninde ikinci bir canlı taşıyıp taşımamak hakkı sadece sana ait olmalıdır. Bunun için savaşman gerektiğini öğrendin mi? 18. Çalıştığın sektörde sahip olduğun özlük hakların olduğunu, anayasa ve işçi kanunları önünde erkekler ile eşit haklara sahip olduğunu, gebelik, emzirme gibi süreçlerde kanunların senin yanında olduğunu, işverene boyun eğmek zorunda olmadığını, çocuk doğurduğun için işinden olman gerekmediğini, eğer böyle bir durum yaşarsan ücretsiz avukat talep etme hakkın olduğunu öğrenmen gerekmiyor mu? 19. Uğradığın erkek şiddetinden sonra karakolda ya da başka bir ortamda görevli devlet yetkilisi sana ve eşine barıştırıcı ve durumu yatıştırmaya yönelik davranışlarda bulunursa, şikayetçi olman yerine seni hayati tehlike içinde olacağın aynı ortama geri göndermeye çalışan bu işgüzar görevli hakkında da yasal hakkını kullanarak adli şikayet ve dava açma haklarının olduğunu öğrenmek zorunda değil misin? 20. Bulunduğun ildeki sağlık ocaklarına (eğer ki ulaşabileceğin başka bir kurum yoksa) aile içi şiddet gördüğünü bildirirsen ve onlar da durum hakkında gereken yerlere gereken bildirimleri yapmazlar ise suçlu olacaklar. Cesaretin olduğunu biliyorum, yap şunu hadi! Yapabilirsin değil mi?
Son olarak, Dünya Kadınlar Günü bir tüketim ve sevgi pıtırcığı olma günü değildir. Eşlerinizin, sevgililerinizin size çiçek alması gerekiyorsa yine alsınlar ama bugünün amacı hediye almak değildir. Bugünün amacı kadınların zaten hakları olan eşit insan muamelesi görmesi gerektiğinin hatırlanmasıdır. Eşlerinize söyleyin o çiçekleri sizlerle beraber sokaklarda, miting alanlarında, yürüyüşlerde sizin haklarınızı savunurken çocuklara dağıtsınlar.
‘’Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.’’
Adı Soyadı: Otuz Üç Rütbesi : Şehit Asker Memleketi : Türkiye Uyruğu : Türkiye Cumhuriyeti Ölüm sebebi: Bilinmiyor
Adı Soyadı : Elli İki Rütbesi : Yaralı Asker Memleketi : Türkiye Uyruğu : Türkiye Cumhuriyeti Yaralanma sebebi : Bilinmiyor
Yaralı Asker ne demektir? : Yaşanan çatışma sonucunda iç organ hasarı, uzuv veya organ kaybı oluşan askerlere yaralı asker denir. Eğer hayatta kalabilirlerse eksik birer insan olarak onlara GAZİ ASKER diyoruz.
Bir sıyrık veya hafif yaralanmalarda Türk Askeri asla cepheyi terk etmez. Yaralı Asker şeklinde duyurulan sayıların birer şehit adayı olduklarını unutmayınız.
Baş sağlığı, sabır dilemek ne işe yarayacak? Üzgünüm çok ama çok üzgünüm.
Cemrenin suya düşmesiyle birlikte bilinmeyen denizinde parlayan tılsım ,denize dökülen ırmakta ki timsahların hemen ilgisini çekmişti. Tılsıma yol almak için sinsice ilerleyen timsahlardan sıcak deniz semalarında ılık rüzgarların estiği yönde savrulan , savrulmayı dansa çeviren çift başlı kartal gözlerinin keskinliğini kalpten almış olmalı ki tehlikeyi farkedip uzattı pençelerini tılsıma. Bu kez batırmak için değil sarmak için kullandığı pençelerini. Bilinmeyen ada sahillerine sürüklerken tılsımı nefes nefese birşey farketti, tılsım daha önce göç ettiği diyardan tanıdıktı ve yarı insan yarı balık görünümlü bir deniz kızıydı. Uzun sarı saçları , büyük mavi gözleri ve parlayan vücuduyla oldukça kışkırtıcıydı ve mesafeler hiçbirşey kaybettirmemişti. Sadece yorulmuştu Deniz kızı, çift başlı kartalın ardından. Bilinmeyen denizinin çetin dalgaları ve timsahların kocaman diş darbeleriyle yaralanmış ve bilinmeyen ada sahilinde biraz soluklanmak istemişti. Kartalını bulmanın sevinci şaşkınlığına engel olamazken içindeki duygu patlamalarının gün olup kendisini eriteceğini de tahmin etmişti. İki kişilik bilinmeyen adasında kartal ile arkadaşlıkları şarap tadında devam ederken önceleri tek başı yetiyordu duygusunun gözünü doyurmaya. Kartal gökyüzünde dans ederken , deniz kızı aynı şekilde karşılık veriyordu suyun en derinlerinde . ‘Balıklar uçamaz, kuşlar yüzemezdi.’ Deniz kızı, belki uçamazdı ama kartalın pençeleri vardı, en rahat döşeği yapabilir ve onunla birlikte uçabilirdi de . Nefes almak umrunda olur muydu ? Ya Çift başlı kartal , suyun derinliklerinde boğulmadan nasıl yaşayabilirdi, bir mucizeydi istediği. Suyun derinlerine inmek istediyse de boğulmak korkusu cesaretine engel oldu. Timsahların sağ gözünü yaraladığından kartalın diğer başını görmek istemeyen deniz kızı farketti ki ; havalar soğumuş, kartalın göç mevsimi yaklaşmıştı. Zaten içine sığmayan duygular korkuyla da birleşince yakmak istedi ne var ne yoksa . Kartalın diğer başını okşayabilirdi denizinden çıkıp, kartal başını feda edebilseydi . Diğer başı deniz kızına ait olamıyordu. Bu şekilde gökyüzüne yakışmıyordu kartal. Deniz kızı gözlerini açtığı için bu manzarayı görmek istemedi, hayranlıkla karışık aşkının hayalindeki kartal ile ters düşmesini istemiyordu. İçini kanatan bu ağrıyla iki gözünü birden kapatıp suyun derinliklerine indi deniz kızı , gözyaşları suyunki ile aynı olduğundan alışkındı yutmaya, alışık olduğu yere...
Kavisli ve derin bir vadiye sapmış bulunan yolumuz bizi nereye götürüyor bilmiyorum. İçimdeki heyecanı ikinci vitese takmış bulunmaktayım. Arada bir bağırıyor motor, daha daha…
Aklımda hayalin meltemli sükûnette gezerken gerçeğinle karşılaşmak kar beyazı soğuğu. Beyaz kar taneleri hayalini kucaklayıp gözlerime uzatınca seni tanıma şerefi kalbimi sızlattı. Seni tanıma güzelliği çiçeklendi sonra… Sonra ne mi oldu Boşluk’um, lacivert koyda anılarımı yüzdürdüm. Kuruyan yapraksız dalları birden yeşile büründü. Turkuaz bir cennet anılardan battaniye sardı üşüyen gözlerime. Deniz kestaneleri battı yaralarıma. Dikişlerini bir bir söktü.
Bacaların en gerisinden boyu uzanan boz dağlar yağmur yüklü bulutlara selamını yolluyor. Aydınlanıyor bir nebze güneşle çehresi rüzgârın iteklediği bulutlardan. Zincirle yörüngesine bağlı bir sarı saadet sıcaklığı örtüyor omuzlarımı. Kader döngüsüne bağlı nefes zincirlerim her bulut arkası selamında onu karşılamaktan mutlu. Pamuk ipliğine bağlı değer yargılarım boşluklardan atlama taşları döşedi etrafıma. Hepsinde senin derin lacivert koyu bakışların var.
Acıya meyilli bir hayatım olsa da her anında beni sınayan, mutluluğa yanak çukurum daha alışkındır. Bu acılı fasıldan nasibimize sabır düştü. Günleri selametle geçmişe dosyalayıp bırakmak. Bir dargınlığı olmayan kalbimin artık seçme ve seçilme hakkı yok. Öyle bir kabulleniş, rıhtıma demirleyen ak saçlı yaşım sıvazlıyor ölümün yumuşak sırtını.
23/02/2020
Duygularım içimde düzen ritmine aşık kırılgan cam çubuklar gibi. Yokluğunun beni sarıp sarmalayan kelimeler memleketinde ısmarladığın konforlu bölümde misafirliğim sürüyor. Bugün yine gece rüyamdan “İmdat!” çığlığıyla uyandım; belki üst kattaki komşuları da yabancı bir adamın ruhuma hezimetine korkumla ortak ettim. Dünyaya bakış açım o kadar çok değişti ki... Piyano tuşlarının tatlı melodisinde hülyalara dalıp kemanla ağlamak… Ruhuma azar azar ölüm olgunluğu çöküyor. Güneşin karşıki tepeleri ve şehri saran uzun ılık tebessümünde çocuk huzuru hissetmek sonra.
Dünya bazen yerin dibine inen bir merdiven oluyor ana iliştirdiğimiz, bazen de gökyüzüne uzanan mutluluktan başımızı döndüren sihirli bir sarmaşık; üzerine tırmanıldığında yeni ülkeler ve insanlar keşfedebileceğimiz. Seni tanımak bu keşfedilmemiş yeni ülkelerden biri gibiydi. İçimi acıtan ılık gözyaşlarımla sokaklarında oturup sohbet ettiğim. Park ve bahçelerinde gizemli bakışlarınla en güzel melodileri dinlediğim. Karanlık çöktüğünde uykularımda hiddetinden korkarak uyandığım. Acı kavramının bazen huzur pelerinini giyip kitap kitap dolaştığımız, pişmanlık gözlüğünü güneşe karşı taktığımız saatlerimiz de oldu. Omuzlarımızın teğet geçmediği bir bankta oturup kalmışlığımız. Ruhunun sabırsız nefesini kalbimde yudum yudum hissettiğim inanılmaz saatler. Bir yudum çay keyfinde sandalye rahatsızlığında sabahladığım mum ışığı geceleri… Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli…
Anne Elif, altı yaşındaki oğlu Emir duş aldıktan sonra bornozla koridordan geçerken oğlunun odasını topluyordu hala. Emir odaya geldiğinde onun saçlarını kurulayan annesi bir yandan da Emir’i mıncıklıyordu. Öpücük ve gıdıklama savaşı başlamıştı. Elif ve Emir kovalamaca ve gülüşmelerle Elif’in yatak odasına kadar gelmişlerdi. Anne oğlunu gıdıklayarak yatağa çıkardı. Artık boğuşmalı öpücük savaşı başlamıştı.
İkisi de öyle çok eğleniyorlardı ki bu oyundan vazgeçmeye hiç niyetleri yoktu. Yaşına göre hem daha kilolu hem de fazla kilolarından kurtulması için yaptığı spor nedeni ile yaşına göre daha güçlü olan Emir, sonunda annesine altına almıştı. Annesini ısırırken onun canını yaktığını fark etmiyordu. Elif, oğlu eğlendiği için bu küçük can acısına katlanıyordu ve Emir’in keyfini bozmamak için seslenmiyordu. Yavaş yavaş Elif’in gücü tükenmeye başlamıştı.
- Emir, çok yoruldum oğlum hadi sen de üşüteceksin, giyinmelisin artık. - Anne, biraz daha, biraz daha. Hadi, lütfen, n’olur. - Oğlum, dur ama, bak üzerime çıkma. Hahaha, seni küçük ayıcık eziyorsun anneni! - Anne, anne telefon çalıyor. - Ver o telefonu çıplak ayaklı küçük yaramaz. - Babam, babam, babam… - Zıplama da ver şu telefonu yaramaz şey. - Alo! Baba bizi görüntülü arasana. Biz annemle boğuşmalı gülmeceli oyun oynuyoruz. - Öyle mi? Hımm peki madem kapatıyorum ve hemen görüntülü arıyorum. Bu anı kaçırmamak gerekir değil mi?
Emir’in babası Mehmet bir iş seyahati nedeni ile bir kez daha onlardan uzaktaydı. Emir’in bu şımarık isteklerine bu nedenle pek hayır diyemiyordu. Oğlu ile yeteri kadar ilgilenemediği için oğlunun kilolu oluşunu ve yaşıtlarına göre olması gerekenden daha küçükmüş gibi davranmasının sebebinin kendi ihmalinden kaynaklandığını düşünüyordu. Anne Elif ise oğluna yeterince vakit ayıramadığı, kariyeri için daha çok çalışması gerektiği için Emir’in bu davranışlarının tepkisel olduğunu düşünüyordu. Her ikisi de Emir’in bir ruhsal hastalığı olabileceğini hiç düşünmemişti. Hiçbir zaman bir uzmandan yardım almak akıllarına gelmemişti. Emir’in bazen çok öfkeli, bazen aşırı neşeli ve hareketli, bazen aşırı durgun ve içe kapanık olmasının, tüm bu duygu durum değişikliklerinin bazen ani ve hızlı geçişlerle oluşunun normal olmadığının farkında olsalar da hep sebeplerin sadece ilgi eksiği olduğuna kendilerini inandırmışlardı.
- Hah! Bak telefon çalıyor. Açalım ve şu tuvalet aynasının önüne koyalım ki baban ikimizi de rahatça görebilsin. Alo, merhaba aşkım. - Sen onun aşkı değilsin, sen benim aşkımsın. O da benim babam.
Elif ve Mehmet bu küçük kıskançlık durumunu gülerek karşıladılar. Ancak Emir öfkelenmeye başlamıştı bile. Anne ve babasının kendisine gülmeleri onu çok sinirlendirdi. Annesi minyon ve zayıf bir kadındı. Onu kolayca altına aldı. Annesi zaten hiç direnmeyerek onun oyunun hakimi olmasına izin vermişti.
- Baba bak, annemi nasıl yeniyorum. Annem benim kadar güçlü bile değil ki. Sen burada olmadığına göre onu benden koruyamazsın. - Emir, oğlum senin anneni senden neden koruyayım. Sen ikimiz içinde ben orada yokken anneni korumalısın. Şu an da size çok özendim. O bornozlu küçük canavarı hapur hupur yemek istiyorum. İkinizi de çok özledim. Hahhaha! Oğlum ne yapıyorsun öyle? Maymun mu oldun şimdi de? - Baba, şimdi iyi bak. Bu yatağın başlığına tırmanınca sana bir şey göstereceğim. Anne sen öyle sırtın bana dönük kalacaksın. Yoksa daha büyük ısırırım bak. - Hahahha! Beni tehdit ediyor bir de afacan. Görüyor musun Mehmet, büyük işkence altındayım.
Emir Yatağın başlığına tırmanıp ayağa kalktığı an da gözlerinde sadece öfke vardı. Annesinin üzerine oradan atlayıp fena halde canını yakmak istiyordu. Bunu neden yapmak istediğinden emin değildi ama şu anda bu durdurulamaz arzusuna karşı koyamıyordu. Sanki annesinin canı ne kadar çok yanarsa o kadar çok keyif alacağını tüm hücrelerinde hissediyordu. Bu duygu onu, öfkesinin içinde aynı an da deli gibi mutlu ediyordu.
- Baba, atlayışa bak şimdi. Yeahhhhh! - Oğlum dur, yapma! Yap… ma! - Anne, anne ne oldu? Acımadı ki numarası mı yapıyorsun? - Emir, annenin üzerine çok şiddetli atladın. Bayılmış olabilir. Oğlum annenin yüzünü çevirebilir misin? Bak, panik yapma. Her şey iyi olacak oğlum. Korkma. - Korkmuyorum baba. Annem galiba nefes almıyor. Baba buraya gelsen iyi olacak. Oğlum şimdi telefonu kapatıp ambulansı arayacağım. Ambulans gelene kadar seni yeniden görüntülü arayacağım. Telefonu elinde tut tamam mı? - Tamam baba.
Telefon kapandıktan sonra annesi kendine gelmeye başladı. Annesi sırt üstü zorla da olsa dönerken Emir içinden gelen komutlara uyarak yatağın üzerindeki yastığı annesinin yüzüne kapatıp üzerine oturdu. Annesi oradan kurtulmak için çırpınıp çaba harcadıkça Emir sebebini anlayamadığı bir keyif duyuyordu. Annesinin nefessiz kalıp boğulduğunu gördükçe hissettiği zevki büyüdüğü zaman bile asla tarif edemeyecekti.
Babası yeniden onu aradığında artık annesi çırpınmıyordu. Annesinin yüzünden yastığı alıp telefonu açtı.
Değerli vakitlerine göz yorgunluğu eklemek içten içe üzüyor bu duyguları ağaçlarda salıncak yapan kızı. Kıymetli sözcüklerini mısralara hizalayan ve onları cümle cümle beynimde pişiren kalbin nasıldır, kim bilir…
31/01/2020
Hemcinslerime zıt her zaman küçük bir cahil seyirciydim hayata. Sünger misali hayatın suyunu içime çekemez yağmur altında tarla çamurlarına batar çıkardım. Gökyüzü ruh halime göre değişir azar makbuzumu kesip elime tutuştururdu. İnanılmaz derece aşk ve hayat cahiliydim. Okuduğum kitaplar ruh halime duygu damgasını vururken canlı canlı hikayesinde kahramanla hemhal olurdum. Empati denilen optimist kavram zihnimde karşıdakinin dertlenmelerine tamamıyla beni dahil ederdi. Hayatın gerçek kesitlerine parmağımı uzatır akan kandan nasiplenirdim. Korkaklığım kurban olma seviyesinde beni kuyulara itmedi ama. Yaratıcının hoş görebileceği delilikleri de yapmaya hazır nazır enerji potansiyeliyle kurtuluş savaşı kadını profiliyle kuşkusuz savaşlarda en önde olabilirdim. Kaç defa kendime dur, dedim. Cahilliğimin ayan beyan göstergesi cesaret kodlamalarımın şifrelerinin herkesin gözünde deşifre olmasıydı. İçi dışı bir hırçın yalaz ateşin umursamaz demirlerin dövülmesinde bir katkısı olamazdı elbet.
Aşkımı bir cami avlusuna terkedilmiş bulamazken kendi romanımda hüzün çıkmazlarında şelale taşkınlığıyla ağlamadım. O kış hayallerimin gerçekleştiği yegâne zamanların en soğuğuydu. Soğuk saat tik taklarına ritim buğusu verirken bir yer altı suyu sessizliğinde ve gizliliğinde gözyaşlarım akıyordu. Otobüs duraklarının muhabbetine alışkındım, ayaklarım da beklemelere alışkındı. Kar taneleri muazzam şekillerini bir vals edasıyla gökyüzünden siyah uzun paltoma konduruyordu. Kendi filmimi seyredip hikayemin kaybeden kahramanı olarak sahici gözyaşlarımla bu ulvi dansın melodisine ılık gözyaşlarımla eşlik etme zamanı gelmişti. Öyleyse doya doya bu anı yaşamalıydım. Unutulmayanlar sayfama eklemeliydim.
Oysa en mutlu olmam gereken zamanlarımı yaşıyordum. Hayallerime ulaşmıştım. Lise öğretmenimin heyecanıma karşılık bütün sınıfa el açtırıp “İnşallah Rüveyda öğretmen olur.” duasına nail olmuştum. Bu elastiki duygu karmaşasına düşmek itikada ihanetten başka ne olabilirdi ki… Aşka o kadar çalışmadığım için sanırım kaybetmiştim. Cahil ve acemi talebenin okuldan atılmasından daha doğal başka ne olabilirdi değil mi Boşluk’um? O kadar korktuğum aşk acısını yıllar yılı başımın üstünde taşımak kader ve keder sac ayaklarından üçüncüsü olmuştu. Çevremdeki kadınlar nasıl yapmışsa ben de öyle mi yapmalıydım… Çok acemi olduğum bu hayatta yaşam dehlizine adım atmayı ve ışığı görene kadar koşmayı becermeliydim. Soyumun acılarına ağlayarak geçirdiğim bir yarım asrım da kendi hayatım olmamalıydı. En azından çeyreğinde huzuru kitap kapaklarından başlayarak yakaladığım bir romanın başlangıcı olmalıydı
Beynimde bir anı hane var. İçinde doluluğu adımla bütünleşen bana ait kitaplar ve defterler bulunuyor. Batı kanadından eğik vuran güneş ışığı toz trafiğini ayrıntılarıyla gözlerime rapor halinde sunuyor. Dalmışım da haberim yok, uçuk sızısında kıpırdayamayan kas yığını olarak bu kalabalığı uzaktan seyrediyorum. Çizikler var Boşluk’um gözlerimde ve düşüncemde bütünleşen yaşam manzaramda. Bazen numaralı camlardan bakmak hayata usandırıyor beni. Bu kadar net görmek istemiyorum. Bulanık renk ve şekiller, yüzlerde seçilemeyen tanıdıklık ve yabancılıklar hafızamda anlam bulamadan kaybolsunlar.
Saflığı yüzünde masum utangaçlıklar çağrıştıran bir vücudun yansıması olmak isterdim. Çevremde olup bitene dünya saltanatının var oluş felsefesine eklenen olaylarda negatif yön olmadığına inanarak yaşamak beynime de iyi gelirdi. İnsan sesinin hep var olması hususunun kafada yer eden düşünce sarayından kovulmaması gerekir. Bir beynin parmaklarda şekil bulan sanatına insan olgusunun mana lezzetlerini nurlu bakışlarıyla yaşam cevherine dönüştürmesi ve bu kalbi yakıtla yaşanılası güzelliklere yaşamının minderinde yer vermesi nefes alma döngüsüne bir nebze ferahlık verecektir. Uzaktan bakmak nefrete dönüşen el mücevherine bulaşan an yansımalarına ve dinginliği kalpte ıslaklığı gönülde güller açtıran küçük kıvrımlı berrak sahil dalgasına yaslanmak beynimizin fiş çekimleri olmalı.
Nefreti kalbe sığdırmayan acı tebessümlerim var. Yüzüne de kondurmak istemediğim acı kelimelerine saygılı bakışlarım. Yüzün, kelimelerin, ayakların kıpırtısız beynine ve öfkene sakince teslimiyeti iyilik timsali yaratılışına ne kadar da uyum sağlıyor. Bu satırlar sendeki nefret duygularını artırıyor olabilir Boşluk’um. Nefreti kalbe koymadım. Kıskançlığın yakıcı ateşini beynimden medet umduğum seratonin ile söndürdüm. Yaşama bütünden bakarak yaratıcının ılık ılık içime doğuşunu hissettim. Kendim diyebileceğim bir şey olmaması senden gelen azarlı sözlere tahammülümü artırıyor. Değil mi ki sen yaratıcının şekillendirdiği vücut ikliminin içine sığan nadide bir ruhtun. Tertemiz hissiyatın dünya kocakarısına düzen uyduramayan bir felsefi oluşumdu. Ellerinden haz alarak okuduğum pesimist satırlara muhabbet öpücüklerimi kaç kere kondurdum.
Lakin kalbi derinliklerinde muhteşem yaratılış cevherini saklayan ruh eşim, artık dünyaya olan öfkenin önünde durmak benim için çok zor. İncitici bir his bulutunun içinde günden güne gök mavisinin güzelliğini görüp şükredemez oldu gözlerim. Manevi bağların vücuttan azade parçalarına tutunamazken sana yarardan çok zarar verdim. Gün oldu bu iç karmaşanda sana tutunabileceğin bir dal olmak ve dünya işkencesinden kurtulman için makul ve makul olmayan çarelerle karşına çıktım. Yaşadığın şiir nefeslenmelerinde yanında sigara dumanını içime çektim. Anason kokusunu yaratıcının armağanı olan masmavi berrak gözlerinden hayal ikliminde burnumda hissettim. Kendimden an konuşmalarında senden aldığım dönütlerde çoğu defa nefret ettim. Sadece kendimden nefret edebilirim ben, biliyor musun Boşluk’um. Nefret koymadım kalbime. Mideme boğazımdan sarkıtılan kameranın acısını bütün vücudum nasıl hissedip kıpırtısız kalmışsa onu tutan ellerin arasında senden gelenlere de ses çıkarmadım. Göz yaşlarıma sakladığım çığlıklarımı kimselere göstermedim.
Dünyada görmekten heyecan duyduğum tek insandan artık acı duymaya başladıysam kalbe emanet edilen aşktan özür dilerim. Bir dağ tepesine oturan kar misali üşütürken özlemin içimi sarp kayalıklarından kayan kalbim paramparça. Sis hislerimi yağmura dönüşen damlalara emanet ederken elektrik şokuna uğrayan hayat cevheri yaşamında aydınlık vesilesi olsun. Selamlarımla…
Akrebin kıskacından süzülen zehre kanmaktı delilik Damla damla vücuda nüfuzuna izin vermekti bedbinlik Ama uykusunda iğne temasına engel olamamaktı yeniklik Katı bedenle morg boşluğuna kalabalık etmekti nikbinlik
Kıpırdayamayan parmak eklemleri şifayı zehirde mi bulmalı Keder artığı ölüm kokusu buzdolabında ömrüne mi doymalı Sabırdan giydiği kefen mahşeri beklerken figanı mı unutmalı Acı felsefesine dalıp kalıcı kaderin girdabında dibe mi vurmalı
Tende dua çizgilerine göz göz olmuş yaralardı muhtaçlık Kalpte hizaya çekilen utanç filigramı eskiyordu hep naçarlık Kıyamdan rükûa eğilen kurumuşluk galipti ab dest yunmazlık Yazıklara açılan avuçlarda tövbe buharlaşan tek yalınlık
Tarlaların ilerisinde yamaçlardan tepeye uzanan ve yükselerek tepeye çıkan bir kuş olmak isterdim. Şu yaşama telaşından bıkmış ruhumu uzanıp toprağına gökyüzü maviliğinde dinlendirmek. Kapılıp bulutların rüzgâr telaşına uçurduğu tohumlara selam vermek ve umarsızca uykuya dalmak isterdim. Sonsuzluğun an telaşına kapılmadan uykunun bitiminde yan dönüp parmağıma çıkan karıncayı izlemek isterdim. Huzuru yudum yudum içip sessiz dünyamda gezinmek hatalarıma çok çok ağlayıp yorgunluktan yine uykunun yumuşak kollarına kendimi teslim etmek isterdim.
Yaratıcının tercihiyse bu dünya sahnesinde nefes alıp verme rolü, üstüme kitlenmişse zil sonrası çıkış kapıları teslim olmaktan başka çarem var mı? Yok… Teslimiyetinde kitap huzuru bulduğum duvar yalnızlığımda boncuk boncuk işlenen efkârın tasvirli cümleleri mesut temaya geçişte yardımcı olabilecek miydi bana… Satır satır beynimde feveran eden fırtınası soğuk denizlerden gelen hayal kırıklıklarına depo olma ağırlığı hissediyorum bazen. Elimden emanet kalıbına saygı uyandıran ayracı düşerken yere hangi sayfasındaydım hayatımın bilmiyorum. Yaratıcıyı kızdıran hal ve his hikayeme iç açıcı koşuklar ekleyerek kendimi sevimli hale getirirken derin bir çukurun karanlığı gülümsüyor.
Eteklerimi ıslatan muhteşemliği endorfin etkisi uyandıran bir yağmur şehri yıkıyor. Şehri kucaklayan sis buğusu durmaksızın yağan yağmurun içinden ahmaklığımı delicesine kucaklıyor. Ahengi özgür semtlerden çıkmazlara takılmadan sokak sokak kar hazırlığında nefes alıp veriyor. Tertemiz kalbini sevdiğim Boşluk’um, bu şehre ne kadar yakışıyor bu ıslak su banyosu tahmin edebilirsin. Eminim sen de çamları ve tepelerinde eksik olmayan rüzgarlara perde olan sisi seyretseydin başka sarhoş edici bağımlılıklara ihtiyaç duymazdın. Eteğimle eşarbımın bu ıslaklık bestesinin üzerlerinde şiirimsi damlalarını hissetmesi ne tarifsiz… Tarihin bedi anlarına imza güzelliğinde yansısa hayalet yağmur fermanları… Aşkın sessiz semahını gönlümüzdeki boşluğunda gözlerini açmadan tamamlardı o zaman ışıltısını kaybetmemiş olan aşk. Aşk aslında bir sebep bekliyor kalbe ritim edasında dolup mana ikliminde vücut bulmak için. Yağmurun tenteye çarpıp tekrar yükselmesinin telaşı sonra da saçaklara doğru koşmasıyla yavaşlayan damla ağırlığına ulaşması piyano tuşlarına dokunan parmak ezberinde bir ahenk gözlerimde.
Boşluk’um, öfkesinde bin kişi arasında en uzak hissettiğim içimde bulanan asil varlık. Bu dünyevi hava akımında bir denge unsuru olan inancım yaratıcı karşısında niyet saflığından nefse kayıp kirlense de hala bir anlam ifade ediyor. En azından yaşama devam edebilme gücüm var. Benim bu hatalarım acı çekmeme sebep anları çoğalttı. Öfkeni tanımak istemezdim. Farklı iki cins olarak sana hak verdim öfkene bulaşan cinsiyet parçacıklarını şiir altı ettiğim için. Senin kadar rahat olmak, kulağımın kalp atışlarındaki ritmi işitmesinin gerçekliğine inanmak bile ölüm kokusunu burnumda hissetmeme yetiyor. Senin de anlamış olduğun kadarıyla yaşam demek yaratıcıya saygı demek. Kaybedersem, kendimi de kaybedeceğimden şüphem yok.
Hayatı uzun bir çamaşır ipine benzetiyorum; siyah beyaz fotoğrafları mandalla tutturulmuş, kuruması imkân bütünlüğünde zamana emanet edilmiş an tutulmaları. Şükrüne vakıf bir ruhun hayat ipine tutturulacak mutluluk mandalına emanet yansımalarını biriktirmesi ne güzel oluyordur. İçe sine sine kalp odacıklarında kurutması ve an be an zihninde huzur damlacıkları oluşturulan gül demetinde bu tatlı hatıraları depolaması. Hayat acı düğümlerini de atmıyor değil gerili kurutma ipine. Bu kısa ipin düğümüne tutturulan kör fotoğraf çıktıları güneş ışığına ihtiyaç hissetmez zaten. Karanlık odanın hiçbir renkli ve gönül okşayıcı poza ihtiyacı yoktur. Banyo edilmiş filmlerde üzerlerine sinmiş acı tebessümlerin gözyaşlarını kurutamaz oysa ki zaman. Yağmur taneciklerinde gözlerime yansıyan kırılgan renk yansımalarını da objektif yutar. Siyah asilliğinde ve beyaz saflığında geçmişe emanet edilecek hatıralar bırakır.
Boynumu iki elimle kavrayıp ensemde birleştiriyorum, dirseklerim gövdemde yakınlaşıyor. Ardından avuç içlerimin arasında yanaklarımı hissediyorum, orta parmaklarımın arasında da göz çukurlarımı. Rahatlıyorum, neden bilmiyorum sebebini… İçimin evcilleştirilmiş hüzünleri var. Akışa bıraktığım ve kendi aymazlığımla kâbus kalıntıları döktüğüm uyanıklıklarım. Şimdi avuç içlerim tekrar birleşti ve işaret parmaklarım ağzımı kapatırken uçları burnuma değiyor. Baş parmaklarım çenemin altında geziyor. Hâlimi banyo edilmiş fotoğraf karelerinden seyrediyorum. İpe mandallanmış hayat hikâyeme yayılırken fon karikatürize edilmiş terkedilişlerime neşeli ayrıntılar katsın istiyorum. Bir felsefesi olmalı piyano tuşlarına dokunan sihirli parmaklarla notaya dönüşen melodilerin. Bunu düşünürken iki elim tekrar yan yana geliyor, yarı açık kıvrılan parmaklarım çeneme dayanıyor. Baş parmaklarım yanaklarımda geziniyor.
Dingin denizine daldığım keman, iniltileri içinde sonsuz bir huzura dalmak ister gibi ruhuma dokunuyor. Ne kadar çok ip gerilmiş bu hayata Boşluk’um. Değerli ruhunun astığı banyosuz fotoğraflara bakmayacağım için mutsuz değilim. Hayalimde canlandırabiliyorum zaten ve damlalar sıcaklaşıyor yanaklarımda. Zehirli bir gömleğin adıma siparişinde kollarının olmaması değildi gördüğüm. Vicdanımın acılı şiirlerinden içerek körkütük sarhoş olmasıydı. Birkaç gün ömrü kalmış şairin baş döndürücü tövbe tavafında ona yardım etmekti. Mutluluk korsanlığına takılan kancayla kalbimden boşanan kanları kadeh kadeh içmekti. Sisli limanlarda bekleyip kaptanı hayalet gemisinde ziyaret ederek boşlukta kaybolmaktı. Yaratıcının seyrettiği çaresizlik tuzu serpilmiş gözyaşlarımla ıslanan şiirleriyle onun gözyaşlarını kurutamamaktı. Ruhumun bedenime giydireceği deli gömleğinden haberi olsaydı siyaha boyanan kavramına sahip olduğum cinsiyete yine küfreder miydi… Öyle uzağım ki dumanı üstünde tüten sevgi şiirlerinin kokusundan. Kimliği derdest edilmiş tarihi üzerinde öğüt konservelerinden tadarken gözlerim, vücudum günlerce ayakta zor durduysa bu ipe asılan rengi solmuş fotoğrafın hilesidir.
Şimdi Boşluk’um, övünebileceğin bir iyiliğin var ki kendin için sevinebilirsin. Ensemden damarlarıma intikal eden şifalı zehrin beni tedavi edecek.
Selam karanlık, eski dostum Seninle yeniden konuşmak için geldim Çünkü bir görüntü sürünüyor Ben uyurken tohumlarını bıraktı Ve beynime aşılanmış olan görüntü Hala duruyor Sessizliğin sesi ile birlikte
Huzursuz rüyalarımda tek başıma yürüdüm Dar kaldırım taşı sokaklar Sokak lambasının halesinin altında Yakamı soğuğa ve neme çevirdim Gözlerim geceyi bölen neon ışığının flaşıyla Bıçaklandığı Ve sessizliğin sesine dokunduğum zaman
Ve çıplak ışıkta gördüm On bin insan, belki dahası İnsanlar konuşmadan muhabbet ediyorlar İnsanlar dinlemeden duyuyorlar İnsanlar asla paylaşmadıkları seslerin şarkısını yazıyor Kimse cesaret etmiyor Sessizliğin sesini bozmaya
''Aptallar'' dedim ben, ''Siz bilmiyorsunuz Sessizlik büyüyen bir kanser gibidir İşitin dediklerimi ki size öğreteyim Tutun kollarımı ki size ulaşayım'' Ama sözlerim sessiz yağmur damlaları gibi düştü Ve sessizliğin kuyularında yankılandı
Ve insanlar secdeye kapanıp dua etti Yarattıkları neon tanrıya Ve tabela uyarısını aydınlattı Kelimelerde bilgilendiriyordu Ve tabela da yazıyordu ki ''Peygamberlerin sözleri Metro duvarlarına Ve gecekondu salonlarına yazılı Ve sessizliğin sesinde fısıldanılmış
Harfler ellerimden tuttular beni bugün. Kelimelerin konağına götürüp oturttular bir koltuğa. Beklerken sıkılmayım diye de şirazesi sağlam kalın bir kitap tutuşturdular elime. Oda biraz soğuktu ve avizeden duvara yansıyan güneş gülümsemesine kanmış kristallerin dedikodusunu yarısı loş salonda bakış açıma girebilecek bir açıyla yayıyordu. Yakamozumsu karıncalanmalar kalbimden fırlayan acı hareciklere misafir olup çarpıntısına hız kazandırıyordu. Merakımın küçük biblo karakterlere kayması büzüşüp oturduğum yumuşak nefti taftaya olan ağırlığımı bir nebze olsun etkilemiyordu. Verniği usta bir marangoz elinden geçmiş ceviz masa el işlemeciliğinin en naif örneklerindendi. Kalın deri kapaklı kitap elimde duruyordu ve ben sadece çevreyi seyretmekten avuçlarımdaki varlığını ağırlığından dolayı hissediyordum.
Kalın perdeleri oldum olası sevmezdim. Arkamda yere uzanan geniş bir pencere vardı. Oturduğum koltuktan beklemenin verdiği yabancı hissetme duygusuna karışan sıkılganlık belirtilerine tavır alarak arkama döndüm. Daha rahat hissetmek için ayaklarımı altıma aldım, çenemi birleştirdiğim ellerimin üzerine dayadım. Eşsiz güzelliğiyle ruhumda en kıymetli senfonilerin dile geldiğini, dinginlik mirasını sergileyerek gözlerime sonra da kalbime seslendirdiğini hissettim. Ömre saçılan zirve tutkunluğu olağanüstüydü. Bu tepeden karşı tepeye sıçrarken gözlerim bana küskündü. Onu tabiat orkestrasının uhrevi havasından mahrum etmiş olmama içlenmişti.
Uzaklığı gerçekliğinden şüphe ettirecek kadar büyüleyici olan dağ sırası düşüncemden taşan bir anlamla ruhuma yapışıp sonsuzluk hissini aciz kıyafetiyle aklıma giydirmeye başladı. Bu mükemmel renk dağınıklığı tuvalden taşan spatula darbelerinden hayalime en nadide resmi oluşturuyordu. Zaman tutsak olurken an izlemelerinde gezen gözlerime aşkın acımasız fırça izleri irademin kırılgan köşelerine koyu renkler halinde belirmişti.
Doğrulup yaslandım kanepeye. Elimdeki kitabın farkına vardım birden. Öylesine bir sayfasını açtım. Akıyordu kelimeler, tutunamayan anlamlardan süzülüyordu aşağıya. Akıbetini ait oldukları şair biliyordu sadece. Akan tuvalden boya değil anlamlardı bu güneşi koynunda saklamaya hazırlanan manzarada. Harf harf dart oklarıyla hedefi on ikiden vuran dost öğütleriydi. Şiir tadında şelale olup duygu trafiğine dalan sarhoş fırçada şekillenen tabloydu. İğne oyası zahmetinde göz billurundan sayfaya akan nurdu. Okudukça okuyasım geliyordu ki devasa zamana mal olan anlam işçiliğine okuma diyeti ödenmeliydi. İnsan olmanın zorluğuna kani olan bir kalp beyinde elektriğe kavuşup gözde parıldayan şiirlere dayanabilir miydi…Şiirlerin duygu komşuluğundaki nesirlerden yeni dünyalara yelken açarken sunulan hayat gizlerine hancı olabilir miydi…
His ve mana kardeşliğinde okşanmış su yoksulu toprağa kavuşan arzudur ilk damlalar. Yağmurdan özendiğim ilmiksiz huzur söküğü ıslaklık sarmalı. Sıklığında içsel bütünleşme yaşadığım fecrin atisinden ödünç aldığı sırılsıklam düşüşler. Bulutsu battaniyenin yağmur sıcağına sığınan omuzlardan akma temayülünden kaçamayışı… Kirpiklere firkete ile sabitlenmiş yağmur kaçağı damlalar, hızından tatlı gülümseyişler yayarak ana yayılan huzur zerrecikleri bırakıyor. Şırıl şırıl kulaklarımdan kalbime damlalar sızdırıyor grisini cama yansıtan bulutlar. Okuma saatine eklenen taraçalardan akan fon dahilinde uzayan mükemmel tatlı ipeksi ıslaklık örüntüleri. Uykulu kitap bakışlarından masa boşluğuna dayanan dirsekler, hayat membasına kelime ağırlığında manalar yükleyebiliyor.
Yağmur ne tatlı yağıyor şehre, aşka bulaşık tozlarından arınan mevcudat elektriğini damlaların şıp şıp seslerine teslim ederken sayısız enstantaneler geliyor aklıma. Ne tatlı damla damla dansından bana da haz dersleri veriyor. Sudan sebeplerle mutlu olma bahtiyarlığı sunuyor. Hızından ayrı bir kalbi ıslanışla yavaşlayan adımlarıma denizde yürüme yumuşaklığı hissi veriyor. Yavaşladığında peçesini açan güneş damlayan tanelere hasretle sarılırken iriliği göz bebeklerimde havada uçma hissiyle benliğime işleniyor.
Simit fırınından susam kokuları paketten taşarken çam ağaçlarının doldurduğu gök kalabalığında yavaş çekime girmiş iri damlalar güneşin merhabasına müşerref oluyor. Sanki havada asılı sayısız minik sarı lambalar griden sıyrılma şöleni veriyor. Bu ıslak şehir zarafet banyosundan çıkıp ısısı tende şiddetle hissedilen güneşin kurutma seansına geçemeden onu seyretmeme izin veriyor. Gündüz ışıtmaları gökten şeffaf kablolarını durmaksızın sarkıtırken yanıp sönen ateş böceklerini damlaların içine hapsetmiş rüzgâr fısıltısını kısık ayarda tutarak ana vakıf olmamı kolaylaştırıyor.
Kıpırtısız şehir külünden sıyrılıp mekânın tazeliğine kuruyan çatlamış dudaklarına dokunan ıslak bir kucaklaşma hatırası ekliyor külliyatına. Çam iğnelerinin nemi kuş tüyünden azade bir aşk öpücüğü kondururken bakışlarıma güvercin rüzgarında kanat bulmuş gaga senden kısık bir nota olup kulağımda yankılanıyor. Küçük bir çocuğun nefesinden aldığı rüzgarla plastik düdüğün soluk ve soğuk ötüşü gibi Masumluğunda buzdan oyuncak topunu tuttuğum saflık gerçeği çocuk dilinde avucumda eriyor. Doluya dönüşmeden damla sıcaklığında tepeden tırnağa yağmur oluyorum.
02/03/2020
Boşluk’um,
Nasıl bir eylemdir bu şiir; eser meltem meltem burçlarında kaybedilmiş kalelerin. Yüzüne dalgaların köpüğünü üfleyen kafiye hiddetlenen kayalıklara beyaz bayrak sallatır. Ruhunu sıkıp asarken dizelerin rüzgarına sahipsiz sandalların mekânına uğrar. Kısık deyişlerin siyah beyaz nefesi olurken şiir damlamaya başlar mercan renginde mağarasından. Aşığın seyir defterine dahil edilmiş sayfa başlıklarına eşlik edecek melodiler eklerken okuma hızını umursamaz çoğu zaman.
İçimdeki dünyanın dışımdaki alemle münasebetine koridor görevi görürken edebiyat okumaları yazarından üslup dersi alır. Üslubu klişe enstrümanların sesinden imgeleme farklılık arz ediyorsa iyidir. Varyantlarında kendimi aynı sokaklarda yürürken buluyorsam yeni bir kalemle tanışma zamanı gelmiştir. Her yeni buluşma ruhuma serpilen yağmur sonrası yaprakların damla damla ışımaları gibi heyecan uyandırır. Kelimeler kulaç atarken belki bir boğaz manzarasında mananın derin kifayetiyle şairin yaşaran gözlerini silerim.
Çocuk ruhum avuçlarından buz gibi su çerken şairin eteklerini biteviye sarı tarlalardan geçerek ayaklarıma seren dağların sıcak nefesini yüzümde hissederim. Vişnelerin ekşi kırmızılığı dimağımda pırıl pırıl çocuk yaramazlığına sebebiyet verirken sığır kuyruklarından dokuma tabiat sofrasında gözlerim kaşık kaşık nasibine düşen tattan olabildiğince alır. Çağıltısı sinek vızıltılarına karışan bir çayın dingin salınımında duyduğu yaşam kuruluğuna aldırmak istemeden anıların sağanağını sarı ince elbisemden ayaklarıma sızarken bulurum. Her yere serpiştirilmiş çakır dikeni derse zorla getirilmiş öğrenci arsızlığıyla spor ayakkabımdan bileğime sarar. Sıcaklığın ağır şalını omuzlarımdan yıllanmış meşenin gölgesi hafifçe alır. Keçi ağılından gelen yün kokusu uyku uyku gözlerime çöker. Çoban yastığı yanağımdan taneciklerince öpücük alır.
YEMEK TARİFİ DEĞİLDİR
‘’Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar. ‘’
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Bir Vikipedi alıntısı ile günü tanıyalım:
‘’Dünya Kadınlar Günü her yıl 8 Mart’ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür.[1] İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır.
Bu, kadın hakları hareketinde bir odak noktasıdır. Amerika Sosyalist Partisi, 28 Şubat 1909’da New York’ta bir "Kadınlar Günü" düzenledikten sonra, 1910 Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı her yıl bir "Kadınlar Günü" düzenlenmesini önerdi. 1917’de Sovyet Rusya’da kadınlar oy hakkı kazandıktan sonra, 8 Mart orada ulusal bayram oldu. Daha sonra gün, 1975’te Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilene kadar ağırlıklı olarak sosyalist hareketler ve ülkeler tarafından kutlandı. Günümüzde "Dünya Kadınlar Günü" bazı ülkelerde resmi tatildir, bazı ülkelerde büyük ölçüde görmezden gelinir. Bazı ülkelerde protesto günüdür, diğerlerinde ise kadınlığı kutlayan bir gündür.’’
Hanımlar sizi onunla tanıştırmak isterim:
İnsan suretindeki her şeyin kurtuluşunu slogan edinmiş olanlar, insan cinsiyetinin bir yarısını ekonomik bağımlılıkla siyasal ve sosyal köleliğe mahkûm edemezler. İşçiler kapitalistler tarafından nasıl boyunduruk altına alınmışlarsa, kadın da erkek tarafından öylesine boyunduruk altına alınmıştır ve ekonomik özgürlüğüne kavuşmadığı sürece de öyle kalacaktır. Kadınların ekonomik bağımsızlıkları için en gerekli şart çalışmaktır.”
“Kadın işçiler kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler. Bu sorunun bugünkü toplumda hiçbir zaman çözülemeyeceğinin, ancak toplumun köklü değişiminden sonra bunun mümkün olabileceğinin de bilincindedirler… Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır.’’
Clara Zetkin
Clara Zetkin bugün Dünyada milyonlarca kadının coşku ile kutladığı 8 Mart Dünya Kadınlar Gününün yaratıcısı ve mimarlarının başında gelen isimdir. Önceleri onun ve arkadaşlarının emekçi kadınlar için Dünyaya hediye ettikleri bugünü şimdilerde tüm kadın sorunlarını yeniden ve bıkmadan Dünyaya duyurmamızın ve sessiz kalmayışımızın aracı olan bir gün olmuştur.
Kadınlar çalışma hayatında erkeklerle eşit haklara sahip olabilmek için uzun yıllardır mücadele etmektedir. Gömlek fabrikalarında ölerek, miting alanlarında dövülerek, sürüklenerek, cinsel taciz ve istismara maruz bırakılarak, sosyal baskının her çeşidini kullanarak bizleri fabrikalardan, okullardan, hastanelerden, kitaplardan, bilimden, hayatın her alanındaki sosyal ekonomik gelişmeden ya uzak tutmaya veya eşit olmayan şartlarda çalışmaya mecbur bırakıldık.
Yılmadık!
Kadınların en önce ve tam bir şekilde kazanması gereken şey işte eşitliktir. 21. Yüzyılda hala kadın haklarının istismar edildiğinden bahsediyoruz. Hanımlar, sizce bunda bizim hiç mi suçumuz yok?
Sizleri birkaç kadınla daha tanıştırmak isterim:
Rosa Park:
Siyahi direnişin sembolünün bir kadın olabileceği kimin aklına gelirdi ki? Kendi ırkından yüzlerce erkek duruyorken Rosa Park bir gün otobüste bir insan olarak hakkını savundu. Bunu yapması onun tutuklanmasına, beyazlar tarafından taciz edilmesine ve hayatında pek çok çekilmez çileye neden oldu ama asla pişman olmadı. Başkanlık Hürriyet Madalyasını alacağını, yıllar sonra insanların onu ayakta alkışlayacaklarını hiç bilmiyordu. O, sadece hakkı olan otobüs koltuğundan kalkmaması gerektiğini biliyordu.
Jeanne d’Arc (Jan Dark):
İngilizlerin elindeki Fransa’ya ait olan Orleans’ı emrine verilen askerlerle birlikte geri aldı. Kahramanlıkları dilden dile dolaştı. Engizisyon mahkemelerinde daha 19 yaşında iken diri diri yakılabileceğini bilmese de bir asker olmayı seçmiş kadın savaşçı ölüme meydan okuyordu. Erken ve trajik ölümünden daha çok kahramanlıkları ile anılan bir kadın askerin öyküsü tarihte yerini aldı.
Margaret Thatcher:
Sağcı muhafazakâr yüzü ile siyasetini burada tartışmaya gerek görmesem de Demir Leydinin erkekler dünyasındaki müthiş zirvesi bir kadın olarak sizce de gurur verici değil mi? Üstelik ‘’ Politikada bir şey söylenmesini istiyorsanız erkeğe, yapılmasını istiyorsanız kadına başvurun.’’ Sözünü söylemiş bir kadındır. Boşanmaların kolaylaştırılması yönündeki yasanın önünde engel olmuşsa da kürtaj yasasına verdiği tam destek ile durumu kadınlar açısından çok az da olsa kurtardığını düşünüyorum.
Safiye Ali:
İlk kadın Türk doktorumuzdur. Balkan harbinden gelen yaralı askerleri görmesi üzerine bazı yardımlar alarak Almanya’da tıp eğitimi aldıktan sonra ülkemize dönmüş ve göğsümüzü kabartan tıp kariyerine sahip olmuştur.
Türkan Saylan:
Onu aranızda tanımayan varsa yazının kalanını okumasına gerek yoktur.
Zehra Kosova:
Bir tütün işçisinin kızı iken çıktığı yolda her zaman eşitlik, hak ve özgürlükler için savaştı. Onun ne bankada milyonları ne de zenginliği ve gücüne yaslandığı bir kocası yoktu. O Kadın işçilerin hak mücadelesinde yıllarca pes etmeden savaştı. "Hayatım boyunca bir gün denizin durulacağını, fırtınanın dineceğini, benim gibi milyonlarca insanın sakin ve rahat bir hayata ulaşacağını düşündüm. İnsanların ezilmeyeceği, sömürülmeyeceği bir dünyanın özlemiyle yaşadım.’’ Diyerek daha iyi yarınlara olan özlemini hiç kaybetmedi.
Gül Esin:
1933 yılında seçilmiş olan ilk kadın muhtardır. ‘’Aydın’ın Çine ilçesi Karpuzlu bucağı muhtarlığında görev yaparken Mustafa Kemal Atatürk tarafından ödüllendirilmiştir. Muhtarlık görevine gelir gelmez, kumar oynamayı yasaklamış, kız kaçırma olaylarını engellemiş ve nikah işlerini düzene koyarak önemli bir başarı elde etmiştir.’’ Diye bahsedilir Gül Esin’den. O gurur duyduğumuz kadınlarımızdan sadece biridir.
Dünya ve Türk tarihinde daha onlarca kadının kendilerinden esirgenen hak ve özgürlüklere rağmen isimlerini her alanda görebilmek sizce de mutluluk verici değil mi?
O zaman soruyorum:
1. Bir kadın olarak sen, çocuklarını kız ve erkek ahlakı diye ayırmadan aynı ahlak ve hak öğretileri ile yetiştiremedi isen, senden sonraki nesillere kendi hatalarını, eksiklerini, kusurlarını, ezilmişliğinin normalleştirilmesini miras olarak bıraktı isen suçlu kim?
2. Özellikle kendi doğurduğun kız çocuklarının örgün eğitimden mahrum bırakılmasına göz yumarken kendini bu haksızlığın neresinde görüyorsun?
3. İçinde bulunduğun şartlar ne kadar zorlu olursa olsun bir insan olarak kendi özsaygını hak ettiğini ve bu uğurda ne olursa olsun her şeyin yapılması gerektiğini düşünmüyor musun?
4. Çalışma hayatında karşılaştığın haksızlık, taciz, fırsat eşitsizliği, mobing gibi durumlara sessiz kalmış olmanın sence kaç kişiyi etkileyecek sonuçları vardır?
5. Kendini geliştirmek için çaba harcamaman, bilimden ve sanattan uzak kalarak sadece sana dayatılan görevlerin ve sorumlulukların içine tıkılıp kalman ve bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmaman normal mi?
6. Yaşayışının, sana gösterilen saygısızca toplumsal indirgemelerin ölçüsünde olması çocuklarının ve onların geleceği için de rol model olacağını hiç düşündün mü?
7. Hakların ve özgürlüklerin verilen değil alınan şeyler olduğunu biliyor muydun?
8. Ev işlerinin, hasta bakımının, çocuk bakımının sadece senin işin olmadığının farkında mısın? Ev içinde yapılması gereken ne varsa eşlerin eşit derecede sorumlu olduğunu, erkeklerin bizlerle yaptığı ufak tefek işlerinin yardım değil görevleri olduğunu onlara hatırlatmak için daha neyi bekliyorsun?
9. Sence bir kadının değişmesi Dünyanın değişmesine neden olur mu? Eğer olursa ve tüm geleceğimiz senin ellerinde ise yapmadığın her şey için hiç vicdan azabı duyuyor musun?
10. Tecavüz, ensest, pedofili gibi suçların bu derece yaygınlaşmasında senin sessizliğinin bir rolü olmadığını mı sanıyorsun?
11. Kadın cinayetlerine sıra sana gelmedikçe susuyor olman bir insanlık suçu değil mi?
12. İnandığın dinin aslında sadece erkekler için yaratılmış bir Dünyaya gelmiş gibi görünmesi hiç tuhafına gitmiyor mu? Verilen fetvaların erkin eril kimliğini sürekli bir üst seviyeye taşırken seni her seferinde daha da alçaltıyor olması sence de doğru mu? Eşit olarak yaratılmış insanın bir cinsinin diğerinden üstün ve hakim olmasına izin veren bir yaratıcı olabilir mi? Sence de bu işte bir yanlışlık yok mu?
13. Erkek egemen toplumun bir kadın üyesi olarak hayatın boyunca aşağılandığını, ötekileştirildiğini, omuzlarına ağır yük ve sorumluluklar yüklendikten sonra senin bu yükler hakkında bile söz sahibi olamadığını hissederken tüm bunlara biraz da senin izin verdiğini düşündüğün oluyor mu?
14. Töre ve ahlak kurallarının genelinde senin cinsel kimliğin, o cinselliğinle ne yapılacağı, senin olan bedeninin bir mülk gibi kime, hangi para ile, hangi makama teslim edileceği üzerine hükümler olması hakkında ne düşünüyorsun? Bunları değiştirmek için gereken güç senin içinde yok mu?
15. Kadın olarak cinsel tercihlerinin, bu tercihlerinin sonucunda seçtiğin yolun sadece senin bileceğin bir şey olduğunun bilincinde misin?
16. Cinsel partnerinle birlikte iken onu mutlu etmek üzerine tasarlanmış görevlerinin olmadığını, eşit derecede zevk, orgazm ve mutluluk hakkına sahip olduğunu biliyor musun? Tüm bunları dile getirmenin ayıp veya günah olmadığını, bir insan olarak eşit haklara her alanda sahip olduğunu, senin bedenin üzerinde sadece ve sadece senin söz hakkın olduğunu neden anlamıyorsun?
17. Hiçbir kadın kürtaja mecbur kalmadıkça onay vermez. Ancak şartlar bunu gerektiriyor ise bedeninde ikinci bir canlı taşıyıp taşımamak hakkı sadece sana ait olmalıdır. Bunun için savaşman gerektiğini öğrendin mi?
18. Çalıştığın sektörde sahip olduğun özlük hakların olduğunu, anayasa ve işçi kanunları önünde erkekler ile eşit haklara sahip olduğunu, gebelik, emzirme gibi süreçlerde kanunların senin yanında olduğunu, işverene boyun eğmek zorunda olmadığını, çocuk doğurduğun için işinden olman gerekmediğini, eğer böyle bir durum yaşarsan ücretsiz avukat talep etme hakkın olduğunu öğrenmen gerekmiyor mu?
19. Uğradığın erkek şiddetinden sonra karakolda ya da başka bir ortamda görevli devlet yetkilisi sana ve eşine barıştırıcı ve durumu yatıştırmaya yönelik davranışlarda bulunursa, şikayetçi olman yerine seni hayati tehlike içinde olacağın aynı ortama geri göndermeye çalışan bu işgüzar görevli hakkında da yasal hakkını kullanarak adli şikayet ve dava açma haklarının olduğunu öğrenmek zorunda değil misin?
20. Bulunduğun ildeki sağlık ocaklarına (eğer ki ulaşabileceğin başka bir kurum yoksa) aile içi şiddet gördüğünü bildirirsen ve onlar da durum hakkında gereken yerlere gereken bildirimleri yapmazlar ise suçlu olacaklar. Cesaretin olduğunu biliyorum, yap şunu hadi! Yapabilirsin değil mi?
Son olarak, Dünya Kadınlar Günü bir tüketim ve sevgi pıtırcığı olma günü değildir. Eşlerinizin, sevgililerinizin size çiçek alması gerekiyorsa yine alsınlar ama bugünün amacı hediye almak değildir. Bugünün amacı kadınların zaten hakları olan eşit insan muamelesi görmesi gerektiğinin hatırlanmasıdır. Eşlerinize söyleyin o çiçekleri sizlerle beraber sokaklarda, miting alanlarında, yürüyüşlerde sizin haklarınızı savunurken çocuklara dağıtsınlar.
‘’Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.’’
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.
D...
"Bir savaş: Otlukbeli
Bir mavi: Spartaküs
Bir soru: niçin Spartaküs
Bir kuş: nereye gidiyon kuşu
Bir çiçek: bilmem ki çiçeği
Bir su: şüpheli
Bir imza: okunmuyor"
ZAYİAT RAPORU
Adı Soyadı: Otuz Üç
Rütbesi : Şehit Asker
Memleketi : Türkiye
Uyruğu : Türkiye Cumhuriyeti
Ölüm sebebi: Bilinmiyor
Adı Soyadı : Elli İki
Rütbesi : Yaralı Asker
Memleketi : Türkiye
Uyruğu : Türkiye Cumhuriyeti
Yaralanma sebebi : Bilinmiyor
Yaralı Asker ne demektir? : Yaşanan çatışma sonucunda iç organ hasarı, uzuv veya organ kaybı oluşan askerlere yaralı asker denir. Eğer hayatta kalabilirlerse eksik birer insan olarak onlara GAZİ ASKER diyoruz.
Bir sıyrık veya hafif yaralanmalarda Türk Askeri asla cepheyi terk etmez. Yaralı Asker şeklinde duyurulan sayıların birer şehit adayı olduklarını unutmayınız.
Baş sağlığı, sabır dilemek ne işe yarayacak? Üzgünüm çok ama çok üzgünüm.
D...
Cemrenin suya düşmesiyle birlikte bilinmeyen denizinde parlayan tılsım ,denize dökülen ırmakta ki timsahların hemen ilgisini çekmişti. Tılsıma yol almak için sinsice ilerleyen timsahlardan sıcak deniz semalarında ılık rüzgarların estiği yönde savrulan , savrulmayı dansa çeviren çift başlı kartal gözlerinin keskinliğini kalpten almış olmalı ki tehlikeyi farkedip uzattı pençelerini tılsıma. Bu kez batırmak için değil sarmak için kullandığı pençelerini. Bilinmeyen ada sahillerine sürüklerken tılsımı nefes nefese birşey farketti, tılsım daha önce göç ettiği diyardan tanıdıktı ve yarı insan yarı balık görünümlü bir deniz kızıydı. Uzun sarı saçları , büyük mavi gözleri ve parlayan vücuduyla oldukça kışkırtıcıydı ve mesafeler hiçbirşey kaybettirmemişti. Sadece yorulmuştu Deniz kızı, çift başlı kartalın ardından. Bilinmeyen denizinin çetin dalgaları ve timsahların kocaman diş darbeleriyle yaralanmış ve bilinmeyen ada sahilinde biraz soluklanmak istemişti. Kartalını bulmanın sevinci şaşkınlığına engel olamazken içindeki duygu patlamalarının gün olup kendisini eriteceğini de tahmin etmişti. İki kişilik bilinmeyen adasında kartal ile arkadaşlıkları şarap tadında devam ederken önceleri tek başı yetiyordu duygusunun gözünü doyurmaya. Kartal gökyüzünde dans ederken , deniz kızı aynı şekilde karşılık veriyordu suyun en derinlerinde . ‘Balıklar uçamaz, kuşlar yüzemezdi.’ Deniz kızı, belki uçamazdı ama kartalın pençeleri vardı, en rahat döşeği yapabilir ve onunla birlikte uçabilirdi de . Nefes almak umrunda olur muydu ? Ya Çift başlı kartal , suyun derinliklerinde boğulmadan nasıl yaşayabilirdi, bir mucizeydi istediği. Suyun derinlerine inmek istediyse de boğulmak korkusu cesaretine engel oldu. Timsahların sağ gözünü yaraladığından kartalın diğer başını görmek istemeyen deniz kızı farketti ki ; havalar soğumuş, kartalın göç mevsimi yaklaşmıştı. Zaten içine sığmayan duygular korkuyla da birleşince yakmak istedi ne var ne yoksa . Kartalın diğer başını okşayabilirdi denizinden çıkıp, kartal başını feda edebilseydi . Diğer başı deniz kızına ait olamıyordu. Bu şekilde gökyüzüne yakışmıyordu kartal. Deniz kızı gözlerini açtığı için bu manzarayı görmek istemedi, hayranlıkla karışık aşkının hayalindeki kartal ile ters düşmesini istemiyordu. İçini kanatan bu ağrıyla iki gözünü birden kapatıp suyun derinliklerine indi deniz kızı , gözyaşları suyunki ile aynı olduğundan alışkındı yutmaya, alışık olduğu yere...
18/02/2020
Boşluk’um,
Kavisli ve derin bir vadiye sapmış bulunan yolumuz bizi nereye götürüyor bilmiyorum. İçimdeki heyecanı ikinci vitese takmış bulunmaktayım. Arada bir bağırıyor motor, daha daha…
Aklımda hayalin meltemli sükûnette gezerken gerçeğinle karşılaşmak kar beyazı soğuğu. Beyaz kar taneleri hayalini kucaklayıp gözlerime uzatınca seni tanıma şerefi kalbimi sızlattı. Seni tanıma güzelliği çiçeklendi sonra… Sonra ne mi oldu Boşluk’um, lacivert koyda anılarımı yüzdürdüm. Kuruyan yapraksız dalları birden yeşile büründü. Turkuaz bir cennet anılardan battaniye sardı üşüyen gözlerime. Deniz kestaneleri battı yaralarıma. Dikişlerini bir bir söktü.
Bacaların en gerisinden boyu uzanan boz dağlar yağmur yüklü bulutlara selamını yolluyor. Aydınlanıyor bir nebze güneşle çehresi rüzgârın iteklediği bulutlardan. Zincirle yörüngesine bağlı bir sarı saadet sıcaklığı örtüyor omuzlarımı. Kader döngüsüne bağlı nefes zincirlerim her bulut arkası selamında onu karşılamaktan mutlu. Pamuk ipliğine bağlı değer yargılarım boşluklardan atlama taşları döşedi etrafıma. Hepsinde senin derin lacivert koyu bakışların var.
Acıya meyilli bir hayatım olsa da her anında beni sınayan, mutluluğa yanak çukurum daha alışkındır. Bu acılı fasıldan nasibimize sabır düştü. Günleri selametle geçmişe dosyalayıp bırakmak. Bir dargınlığı olmayan kalbimin artık seçme ve seçilme hakkı yok. Öyle bir kabulleniş, rıhtıma demirleyen ak saçlı yaşım sıvazlıyor ölümün yumuşak sırtını.
23/02/2020
Duygularım içimde düzen ritmine aşık kırılgan cam çubuklar gibi. Yokluğunun beni sarıp sarmalayan kelimeler memleketinde ısmarladığın konforlu bölümde misafirliğim sürüyor. Bugün yine gece rüyamdan “İmdat!” çığlığıyla uyandım; belki üst kattaki komşuları da yabancı bir adamın ruhuma hezimetine korkumla ortak ettim. Dünyaya bakış açım o kadar çok değişti ki... Piyano tuşlarının tatlı melodisinde hülyalara dalıp kemanla ağlamak… Ruhuma azar azar ölüm olgunluğu çöküyor. Güneşin karşıki tepeleri ve şehri saran uzun ılık tebessümünde çocuk huzuru hissetmek sonra.
Dünya bazen yerin dibine inen bir merdiven oluyor ana iliştirdiğimiz, bazen de gökyüzüne uzanan mutluluktan başımızı döndüren sihirli bir sarmaşık; üzerine tırmanıldığında yeni ülkeler ve insanlar keşfedebileceğimiz. Seni tanımak bu keşfedilmemiş yeni ülkelerden biri gibiydi. İçimi acıtan ılık gözyaşlarımla sokaklarında oturup sohbet ettiğim. Park ve bahçelerinde gizemli bakışlarınla en güzel melodileri dinlediğim. Karanlık çöktüğünde uykularımda hiddetinden korkarak uyandığım. Acı kavramının bazen huzur pelerinini giyip kitap kitap dolaştığımız, pişmanlık gözlüğünü güneşe karşı taktığımız saatlerimiz de oldu. Omuzlarımızın teğet geçmediği bir bankta oturup kalmışlığımız. Ruhunun sabırsız nefesini kalbimde yudum yudum hissettiğim inanılmaz saatler. Bir yudum çay keyfinde sandalye rahatsızlığında sabahladığım mum ışığı geceleri… Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli…
Alkmeon Annesini Hep Sevdi
Anne Elif, altı yaşındaki oğlu Emir duş aldıktan sonra bornozla koridordan geçerken oğlunun odasını topluyordu hala. Emir odaya geldiğinde onun saçlarını kurulayan annesi bir yandan da Emir’i mıncıklıyordu. Öpücük ve gıdıklama savaşı başlamıştı. Elif ve Emir kovalamaca ve gülüşmelerle Elif’in yatak odasına kadar gelmişlerdi. Anne oğlunu gıdıklayarak yatağa çıkardı. Artık boğuşmalı öpücük savaşı başlamıştı.
İkisi de öyle çok eğleniyorlardı ki bu oyundan vazgeçmeye hiç niyetleri yoktu. Yaşına göre hem daha kilolu hem de fazla kilolarından kurtulması için yaptığı spor nedeni ile yaşına göre daha güçlü olan Emir, sonunda annesine altına almıştı. Annesini ısırırken onun canını yaktığını fark etmiyordu. Elif, oğlu eğlendiği için bu küçük can acısına katlanıyordu ve Emir’in keyfini bozmamak için seslenmiyordu. Yavaş yavaş Elif’in gücü tükenmeye başlamıştı.
- Emir, çok yoruldum oğlum hadi sen de üşüteceksin, giyinmelisin artık.
- Anne, biraz daha, biraz daha. Hadi, lütfen, n’olur.
- Oğlum, dur ama, bak üzerime çıkma. Hahaha, seni küçük ayıcık eziyorsun anneni!
- Anne, anne telefon çalıyor.
- Ver o telefonu çıplak ayaklı küçük yaramaz.
- Babam, babam, babam…
- Zıplama da ver şu telefonu yaramaz şey.
- Alo! Baba bizi görüntülü arasana. Biz annemle boğuşmalı gülmeceli oyun oynuyoruz.
- Öyle mi? Hımm peki madem kapatıyorum ve hemen görüntülü arıyorum. Bu anı kaçırmamak gerekir değil mi?
Emir’in babası Mehmet bir iş seyahati nedeni ile bir kez daha onlardan uzaktaydı. Emir’in bu şımarık isteklerine bu nedenle pek hayır diyemiyordu. Oğlu ile yeteri kadar ilgilenemediği için oğlunun kilolu oluşunu ve yaşıtlarına göre olması gerekenden daha küçükmüş gibi davranmasının sebebinin kendi ihmalinden kaynaklandığını düşünüyordu. Anne Elif ise oğluna yeterince vakit ayıramadığı, kariyeri için daha çok çalışması gerektiği için Emir’in bu davranışlarının tepkisel olduğunu düşünüyordu. Her ikisi de Emir’in bir ruhsal hastalığı olabileceğini hiç düşünmemişti. Hiçbir zaman bir uzmandan yardım almak akıllarına gelmemişti. Emir’in bazen çok öfkeli, bazen aşırı neşeli ve hareketli, bazen aşırı durgun ve içe kapanık olmasının, tüm bu duygu durum değişikliklerinin bazen ani ve hızlı geçişlerle oluşunun normal olmadığının farkında olsalar da hep sebeplerin sadece ilgi eksiği olduğuna kendilerini inandırmışlardı.
- Hah! Bak telefon çalıyor. Açalım ve şu tuvalet aynasının önüne koyalım ki baban ikimizi de rahatça görebilsin. Alo, merhaba aşkım.
- Sen onun aşkı değilsin, sen benim aşkımsın. O da benim babam.
Elif ve Mehmet bu küçük kıskançlık durumunu gülerek karşıladılar. Ancak Emir öfkelenmeye başlamıştı bile. Anne ve babasının kendisine gülmeleri onu çok sinirlendirdi. Annesi minyon ve zayıf bir kadındı. Onu kolayca altına aldı. Annesi zaten hiç direnmeyerek onun oyunun hakimi olmasına izin vermişti.
- Baba bak, annemi nasıl yeniyorum. Annem benim kadar güçlü bile değil ki. Sen burada olmadığına göre onu benden koruyamazsın.
- Emir, oğlum senin anneni senden neden koruyayım. Sen ikimiz içinde ben orada yokken anneni korumalısın. Şu an da size çok özendim. O bornozlu küçük canavarı hapur hupur yemek istiyorum. İkinizi de çok özledim. Hahhaha! Oğlum ne yapıyorsun öyle? Maymun mu oldun şimdi de?
- Baba, şimdi iyi bak. Bu yatağın başlığına tırmanınca sana bir şey göstereceğim. Anne sen öyle sırtın bana dönük kalacaksın. Yoksa daha büyük ısırırım bak.
- Hahahha! Beni tehdit ediyor bir de afacan. Görüyor musun Mehmet, büyük işkence altındayım.
Emir Yatağın başlığına tırmanıp ayağa kalktığı an da gözlerinde sadece öfke vardı. Annesinin üzerine oradan atlayıp fena halde canını yakmak istiyordu. Bunu neden yapmak istediğinden emin değildi ama şu anda bu durdurulamaz arzusuna karşı koyamıyordu. Sanki annesinin canı ne kadar çok yanarsa o kadar çok keyif alacağını tüm hücrelerinde hissediyordu. Bu duygu onu, öfkesinin içinde aynı an da deli gibi mutlu ediyordu.
- Baba, atlayışa bak şimdi. Yeahhhhh!
- Oğlum dur, yapma! Yap… ma!
- Anne, anne ne oldu? Acımadı ki numarası mı yapıyorsun?
- Emir, annenin üzerine çok şiddetli atladın. Bayılmış olabilir. Oğlum annenin yüzünü çevirebilir misin? Bak, panik yapma. Her şey iyi olacak oğlum. Korkma.
- Korkmuyorum baba. Annem galiba nefes almıyor. Baba buraya gelsen iyi olacak. Oğlum şimdi telefonu kapatıp ambulansı arayacağım. Ambulans gelene kadar seni yeniden görüntülü arayacağım. Telefonu elinde tut tamam mı?
- Tamam baba.
Telefon kapandıktan sonra annesi kendine gelmeye başladı. Annesi sırt üstü zorla da olsa dönerken Emir içinden gelen komutlara uyarak yatağın üzerindeki yastığı annesinin yüzüne kapatıp üzerine oturdu. Annesi oradan kurtulmak için çırpınıp çaba harcadıkça Emir sebebini anlayamadığı bir keyif duyuyordu. Annesinin nefessiz kalıp boğulduğunu gördükçe hissettiği zevki büyüdüğü zaman bile asla tarif edemeyecekti.
Babası yeniden onu aradığında artık annesi çırpınmıyordu. Annesinin yüzünden yastığı alıp telefonu açtı.
- Baba, annemi cennete uğurladım!
D...
19/01/2020
Boşluk’um,
Değerli vakitlerine göz yorgunluğu eklemek içten içe üzüyor bu duyguları ağaçlarda salıncak yapan kızı. Kıymetli sözcüklerini mısralara hizalayan ve onları cümle cümle beynimde pişiren kalbin nasıldır, kim bilir…
31/01/2020
Hemcinslerime zıt her zaman küçük bir cahil seyirciydim hayata. Sünger misali hayatın suyunu içime çekemez yağmur altında tarla çamurlarına batar çıkardım. Gökyüzü ruh halime göre değişir azar makbuzumu kesip elime tutuştururdu. İnanılmaz derece aşk ve hayat cahiliydim. Okuduğum kitaplar ruh halime duygu damgasını vururken canlı canlı hikayesinde kahramanla hemhal olurdum. Empati denilen optimist kavram zihnimde karşıdakinin dertlenmelerine tamamıyla beni dahil ederdi. Hayatın gerçek kesitlerine parmağımı uzatır akan kandan nasiplenirdim. Korkaklığım kurban olma seviyesinde beni kuyulara itmedi ama. Yaratıcının hoş görebileceği delilikleri de yapmaya hazır nazır enerji potansiyeliyle kurtuluş savaşı kadını profiliyle kuşkusuz savaşlarda en önde olabilirdim. Kaç defa kendime dur, dedim. Cahilliğimin ayan beyan göstergesi cesaret kodlamalarımın şifrelerinin herkesin gözünde deşifre olmasıydı. İçi dışı bir hırçın yalaz ateşin umursamaz demirlerin dövülmesinde bir katkısı olamazdı elbet.
Aşkımı bir cami avlusuna terkedilmiş bulamazken kendi romanımda hüzün çıkmazlarında şelale taşkınlığıyla ağlamadım. O kış hayallerimin gerçekleştiği yegâne zamanların en soğuğuydu. Soğuk saat tik taklarına ritim buğusu verirken bir yer altı suyu sessizliğinde ve gizliliğinde gözyaşlarım akıyordu. Otobüs duraklarının muhabbetine alışkındım, ayaklarım da beklemelere alışkındı. Kar taneleri muazzam şekillerini bir vals edasıyla gökyüzünden siyah uzun paltoma konduruyordu. Kendi filmimi seyredip hikayemin kaybeden kahramanı olarak sahici gözyaşlarımla bu ulvi dansın melodisine ılık gözyaşlarımla eşlik etme zamanı gelmişti. Öyleyse doya doya bu anı yaşamalıydım. Unutulmayanlar sayfama eklemeliydim.
Oysa en mutlu olmam gereken zamanlarımı yaşıyordum. Hayallerime ulaşmıştım. Lise öğretmenimin heyecanıma karşılık bütün sınıfa el açtırıp “İnşallah Rüveyda öğretmen olur.” duasına nail olmuştum. Bu elastiki duygu karmaşasına düşmek itikada ihanetten başka ne olabilirdi ki… Aşka o kadar çalışmadığım için sanırım kaybetmiştim. Cahil ve acemi talebenin okuldan atılmasından daha doğal başka ne olabilirdi değil mi Boşluk’um? O kadar korktuğum aşk acısını yıllar yılı başımın üstünde taşımak kader ve keder sac ayaklarından üçüncüsü olmuştu. Çevremdeki kadınlar nasıl yapmışsa ben de öyle mi yapmalıydım… Çok acemi olduğum bu hayatta yaşam dehlizine adım atmayı ve ışığı görene kadar koşmayı becermeliydim. Soyumun acılarına ağlayarak geçirdiğim bir yarım asrım da kendi hayatım olmamalıydı. En azından çeyreğinde huzuru kitap kapaklarından başlayarak yakaladığım bir romanın başlangıcı olmalıydı
umarım yoklamağa yetişmişimdir
geldim,geldim..
benim illaki buraya uğramam gerektiğini
27/12/2019
Boşluk’um,
Beynimde bir anı hane var. İçinde doluluğu adımla bütünleşen bana ait kitaplar ve defterler bulunuyor. Batı kanadından eğik vuran güneş ışığı toz trafiğini ayrıntılarıyla gözlerime rapor halinde sunuyor. Dalmışım da haberim yok, uçuk sızısında kıpırdayamayan kas yığını olarak bu kalabalığı uzaktan seyrediyorum. Çizikler var Boşluk’um gözlerimde ve düşüncemde bütünleşen yaşam manzaramda. Bazen numaralı camlardan bakmak hayata usandırıyor beni. Bu kadar net görmek istemiyorum. Bulanık renk ve şekiller, yüzlerde seçilemeyen tanıdıklık ve yabancılıklar hafızamda anlam bulamadan kaybolsunlar.
Saflığı yüzünde masum utangaçlıklar çağrıştıran bir vücudun yansıması olmak isterdim. Çevremde olup bitene dünya saltanatının var oluş felsefesine eklenen olaylarda negatif yön olmadığına inanarak yaşamak beynime de iyi gelirdi. İnsan sesinin hep var olması hususunun kafada yer eden düşünce sarayından kovulmaması gerekir. Bir beynin parmaklarda şekil bulan sanatına insan olgusunun mana lezzetlerini nurlu bakışlarıyla yaşam cevherine dönüştürmesi ve bu kalbi yakıtla yaşanılası güzelliklere yaşamının minderinde yer vermesi nefes alma döngüsüne bir nebze ferahlık verecektir. Uzaktan bakmak nefrete dönüşen el mücevherine bulaşan an yansımalarına ve dinginliği kalpte ıslaklığı gönülde güller açtıran küçük kıvrımlı berrak sahil dalgasına yaslanmak beynimizin fiş çekimleri olmalı.
Nefreti kalbe sığdırmayan acı tebessümlerim var. Yüzüne de kondurmak istemediğim acı kelimelerine saygılı bakışlarım. Yüzün, kelimelerin, ayakların kıpırtısız beynine ve öfkene sakince teslimiyeti iyilik timsali yaratılışına ne kadar da uyum sağlıyor. Bu satırlar sendeki nefret duygularını artırıyor olabilir Boşluk’um. Nefreti kalbe koymadım. Kıskançlığın yakıcı ateşini beynimden medet umduğum seratonin ile söndürdüm. Yaşama bütünden bakarak yaratıcının ılık ılık içime doğuşunu hissettim. Kendim diyebileceğim bir şey olmaması senden gelen azarlı sözlere tahammülümü artırıyor. Değil mi ki sen yaratıcının şekillendirdiği vücut ikliminin içine sığan nadide bir ruhtun. Tertemiz hissiyatın dünya kocakarısına düzen uyduramayan bir felsefi oluşumdu. Ellerinden haz alarak okuduğum pesimist satırlara muhabbet öpücüklerimi kaç kere kondurdum.
Lakin kalbi derinliklerinde muhteşem yaratılış cevherini saklayan ruh eşim, artık dünyaya olan öfkenin önünde durmak benim için çok zor. İncitici bir his bulutunun içinde günden güne gök mavisinin güzelliğini görüp şükredemez oldu gözlerim. Manevi bağların vücuttan azade parçalarına tutunamazken sana yarardan çok zarar verdim. Gün oldu bu iç karmaşanda sana tutunabileceğin bir dal olmak ve dünya işkencesinden kurtulman için makul ve makul olmayan çarelerle karşına çıktım. Yaşadığın şiir nefeslenmelerinde yanında sigara dumanını içime çektim. Anason kokusunu yaratıcının armağanı olan masmavi berrak gözlerinden hayal ikliminde burnumda hissettim. Kendimden an konuşmalarında senden aldığım dönütlerde çoğu defa nefret ettim. Sadece kendimden nefret edebilirim ben, biliyor musun Boşluk’um. Nefret koymadım kalbime. Mideme boğazımdan sarkıtılan kameranın acısını bütün vücudum nasıl hissedip kıpırtısız kalmışsa onu tutan ellerin arasında senden gelenlere de ses çıkarmadım. Göz yaşlarıma sakladığım çığlıklarımı kimselere göstermedim.
Dünyada görmekten heyecan duyduğum tek insandan artık acı duymaya başladıysam kalbe emanet edilen aşktan özür dilerim. Bir dağ tepesine oturan kar misali üşütürken özlemin içimi sarp kayalıklarından kayan kalbim paramparça. Sis hislerimi yağmura dönüşen damlalara emanet ederken elektrik şokuna uğrayan hayat cevheri yaşamında aydınlık vesilesi olsun. Selamlarımla…
Güven Zehirlenmesi
Akrebin kıskacından süzülen zehre kanmaktı delilik
Damla damla vücuda nüfuzuna izin vermekti bedbinlik
Ama uykusunda iğne temasına engel olamamaktı yeniklik
Katı bedenle morg boşluğuna kalabalık etmekti nikbinlik
Kıpırdayamayan parmak eklemleri şifayı zehirde mi bulmalı
Keder artığı ölüm kokusu buzdolabında ömrüne mi doymalı
Sabırdan giydiği kefen mahşeri beklerken figanı mı unutmalı
Acı felsefesine dalıp kalıcı kaderin girdabında dibe mi vurmalı
Tende dua çizgilerine göz göz olmuş yaralardı muhtaçlık
Kalpte hizaya çekilen utanç filigramı eskiyordu hep naçarlık
Kıyamdan rükûa eğilen kurumuşluk galipti ab dest yunmazlık
Yazıklara açılan avuçlarda tövbe buharlaşan tek yalınlık
Aralık 2019
21/12/2019
Boşluk’um,
Tarlaların ilerisinde yamaçlardan tepeye uzanan ve yükselerek tepeye çıkan bir kuş olmak isterdim. Şu yaşama telaşından bıkmış ruhumu uzanıp toprağına gökyüzü maviliğinde dinlendirmek. Kapılıp bulutların rüzgâr telaşına uçurduğu tohumlara selam vermek ve umarsızca uykuya dalmak isterdim. Sonsuzluğun an telaşına kapılmadan uykunun bitiminde yan dönüp parmağıma çıkan karıncayı izlemek isterdim. Huzuru yudum yudum içip sessiz dünyamda gezinmek hatalarıma çok çok ağlayıp yorgunluktan yine uykunun yumuşak kollarına kendimi teslim etmek isterdim.
Yaratıcının tercihiyse bu dünya sahnesinde nefes alıp verme rolü, üstüme kitlenmişse zil sonrası çıkış kapıları teslim olmaktan başka çarem var mı? Yok… Teslimiyetinde kitap huzuru bulduğum duvar yalnızlığımda boncuk boncuk işlenen efkârın tasvirli cümleleri mesut temaya geçişte yardımcı olabilecek miydi bana… Satır satır beynimde feveran eden fırtınası soğuk denizlerden gelen hayal kırıklıklarına depo olma ağırlığı hissediyorum bazen. Elimden emanet kalıbına saygı uyandıran ayracı düşerken yere hangi sayfasındaydım hayatımın bilmiyorum. Yaratıcıyı kızdıran hal ve his hikayeme iç açıcı koşuklar ekleyerek kendimi sevimli hale getirirken derin bir çukurun karanlığı gülümsüyor.
Eteklerimi ıslatan muhteşemliği endorfin etkisi uyandıran bir yağmur şehri yıkıyor. Şehri kucaklayan sis buğusu durmaksızın yağan yağmurun içinden ahmaklığımı delicesine kucaklıyor. Ahengi özgür semtlerden çıkmazlara takılmadan sokak sokak kar hazırlığında nefes alıp veriyor. Tertemiz kalbini sevdiğim Boşluk’um, bu şehre ne kadar yakışıyor bu ıslak su banyosu tahmin edebilirsin. Eminim sen de çamları ve tepelerinde eksik olmayan rüzgarlara perde olan sisi seyretseydin başka sarhoş edici bağımlılıklara ihtiyaç duymazdın. Eteğimle eşarbımın bu ıslaklık bestesinin üzerlerinde şiirimsi damlalarını hissetmesi ne tarifsiz… Tarihin bedi anlarına imza güzelliğinde yansısa hayalet yağmur fermanları… Aşkın sessiz semahını gönlümüzdeki boşluğunda gözlerini açmadan tamamlardı o zaman ışıltısını kaybetmemiş olan aşk. Aşk aslında bir sebep bekliyor kalbe ritim edasında dolup mana ikliminde vücut bulmak için. Yağmurun tenteye çarpıp tekrar yükselmesinin telaşı sonra da saçaklara doğru koşmasıyla yavaşlayan damla ağırlığına ulaşması piyano tuşlarına dokunan parmak ezberinde bir ahenk gözlerimde.
Boşluk’um, öfkesinde bin kişi arasında en uzak hissettiğim içimde bulanan asil varlık. Bu dünyevi hava akımında bir denge unsuru olan inancım yaratıcı karşısında niyet saflığından nefse kayıp kirlense de hala bir anlam ifade ediyor. En azından yaşama devam edebilme gücüm var. Benim bu hatalarım acı çekmeme sebep anları çoğalttı. Öfkeni tanımak istemezdim. Farklı iki cins olarak sana hak verdim öfkene bulaşan cinsiyet parçacıklarını şiir altı ettiğim için. Senin kadar rahat olmak, kulağımın kalp atışlarındaki ritmi işitmesinin gerçekliğine inanmak bile ölüm kokusunu burnumda hissetmeme yetiyor. Senin de anlamış olduğun kadarıyla yaşam demek yaratıcıya saygı demek. Kaybedersem, kendimi de kaybedeceğimden şüphem yok.
Deli denilenleri sözde akıllıların kötülüklerinden korumak için yapılmış duvar.
20/12/2019
Boşluk’um,
Hayatı uzun bir çamaşır ipine benzetiyorum; siyah beyaz fotoğrafları mandalla tutturulmuş, kuruması imkân bütünlüğünde zamana emanet edilmiş an tutulmaları. Şükrüne vakıf bir ruhun hayat ipine tutturulacak mutluluk mandalına emanet yansımalarını biriktirmesi ne güzel oluyordur. İçe sine sine kalp odacıklarında kurutması ve an be an zihninde huzur damlacıkları oluşturulan gül demetinde bu tatlı hatıraları depolaması. Hayat acı düğümlerini de atmıyor değil gerili kurutma ipine. Bu kısa ipin düğümüne tutturulan kör fotoğraf çıktıları güneş ışığına ihtiyaç hissetmez zaten. Karanlık odanın hiçbir renkli ve gönül okşayıcı poza ihtiyacı yoktur. Banyo edilmiş filmlerde üzerlerine sinmiş acı tebessümlerin gözyaşlarını kurutamaz oysa ki zaman. Yağmur taneciklerinde gözlerime yansıyan kırılgan renk yansımalarını da objektif yutar. Siyah asilliğinde ve beyaz saflığında geçmişe emanet edilecek hatıralar bırakır.
Boynumu iki elimle kavrayıp ensemde birleştiriyorum, dirseklerim gövdemde yakınlaşıyor. Ardından avuç içlerimin arasında yanaklarımı hissediyorum, orta parmaklarımın arasında da göz çukurlarımı. Rahatlıyorum, neden bilmiyorum sebebini… İçimin evcilleştirilmiş hüzünleri var. Akışa bıraktığım ve kendi aymazlığımla kâbus kalıntıları döktüğüm uyanıklıklarım. Şimdi avuç içlerim tekrar birleşti ve işaret parmaklarım ağzımı kapatırken uçları burnuma değiyor. Baş parmaklarım çenemin altında geziyor. Hâlimi banyo edilmiş fotoğraf karelerinden seyrediyorum. İpe mandallanmış hayat hikâyeme yayılırken fon karikatürize edilmiş terkedilişlerime neşeli ayrıntılar katsın istiyorum. Bir felsefesi olmalı piyano tuşlarına dokunan sihirli parmaklarla notaya dönüşen melodilerin. Bunu düşünürken iki elim tekrar yan yana geliyor, yarı açık kıvrılan parmaklarım çeneme dayanıyor. Baş parmaklarım yanaklarımda geziniyor.
Dingin denizine daldığım keman, iniltileri içinde sonsuz bir huzura dalmak ister gibi ruhuma dokunuyor. Ne kadar çok ip gerilmiş bu hayata Boşluk’um. Değerli ruhunun astığı banyosuz fotoğraflara bakmayacağım için mutsuz değilim. Hayalimde canlandırabiliyorum zaten ve damlalar sıcaklaşıyor yanaklarımda. Zehirli bir gömleğin adıma siparişinde kollarının olmaması değildi gördüğüm. Vicdanımın acılı şiirlerinden içerek körkütük sarhoş olmasıydı. Birkaç gün ömrü kalmış şairin baş döndürücü tövbe tavafında ona yardım etmekti. Mutluluk korsanlığına takılan kancayla kalbimden boşanan kanları kadeh kadeh içmekti. Sisli limanlarda bekleyip kaptanı hayalet gemisinde ziyaret ederek boşlukta kaybolmaktı. Yaratıcının seyrettiği çaresizlik tuzu serpilmiş gözyaşlarımla ıslanan şiirleriyle onun gözyaşlarını kurutamamaktı. Ruhumun bedenime giydireceği deli gömleğinden haberi olsaydı siyaha boyanan kavramına sahip olduğum cinsiyete yine küfreder miydi… Öyle uzağım ki dumanı üstünde tüten sevgi şiirlerinin kokusundan. Kimliği derdest edilmiş tarihi üzerinde öğüt konservelerinden tadarken gözlerim, vücudum günlerce ayakta zor durduysa bu ipe asılan rengi solmuş fotoğrafın hilesidir.
Şimdi Boşluk’um, övünebileceğin bir iyiliğin var ki kendin için sevinebilirsin. Ensemden damarlarıma intikal eden şifalı zehrin beni tedavi edecek.
''Cesur Yeni Dünya'', mutlaka okunması gereken kitaplardandır. O zaman ''soma'' tatilinin aslında sürekli ve maddesiz olarak yaşandığını göreceksiniz.
Sessizliğin Sesi
Selam karanlık, eski dostum
Seninle yeniden konuşmak için geldim
Çünkü bir görüntü sürünüyor
Ben uyurken tohumlarını bıraktı
Ve beynime aşılanmış olan görüntü
Hala duruyor
Sessizliğin sesi ile birlikte
Huzursuz rüyalarımda tek başıma yürüdüm
Dar kaldırım taşı sokaklar
Sokak lambasının halesinin altında
Yakamı soğuğa ve neme çevirdim
Gözlerim geceyi bölen neon ışığının flaşıyla
Bıçaklandığı
Ve sessizliğin sesine dokunduğum zaman
Ve çıplak ışıkta gördüm
On bin insan, belki dahası
İnsanlar konuşmadan muhabbet ediyorlar
İnsanlar dinlemeden duyuyorlar
İnsanlar asla paylaşmadıkları seslerin şarkısını yazıyor
Kimse cesaret etmiyor
Sessizliğin sesini bozmaya
''Aptallar'' dedim ben, ''Siz bilmiyorsunuz
Sessizlik büyüyen bir kanser gibidir
İşitin dediklerimi ki size öğreteyim
Tutun kollarımı ki size ulaşayım''
Ama sözlerim sessiz yağmur damlaları gibi düştü
Ve sessizliğin kuyularında yankılandı
Ve insanlar secdeye kapanıp dua etti
Yarattıkları neon tanrıya
Ve tabela uyarısını aydınlattı
Kelimelerde bilgilendiriyordu
Ve tabela da yazıyordu ki ''Peygamberlerin sözleri
Metro duvarlarına
Ve gecekondu salonlarına yazılı
Ve sessizliğin sesinde fısıldanılmış
3/12/2019
Boşluk’um,
Harfler ellerimden tuttular beni bugün. Kelimelerin konağına götürüp oturttular bir koltuğa. Beklerken sıkılmayım diye de şirazesi sağlam kalın bir kitap tutuşturdular elime. Oda biraz soğuktu ve avizeden duvara yansıyan güneş gülümsemesine kanmış kristallerin dedikodusunu yarısı loş salonda bakış açıma girebilecek bir açıyla yayıyordu. Yakamozumsu karıncalanmalar kalbimden fırlayan acı hareciklere misafir olup çarpıntısına hız kazandırıyordu. Merakımın küçük biblo karakterlere kayması büzüşüp oturduğum yumuşak nefti taftaya olan ağırlığımı bir nebze olsun etkilemiyordu. Verniği usta bir marangoz elinden geçmiş ceviz masa el işlemeciliğinin en naif örneklerindendi. Kalın deri kapaklı kitap elimde duruyordu ve ben sadece çevreyi seyretmekten avuçlarımdaki varlığını ağırlığından dolayı hissediyordum.
Kalın perdeleri oldum olası sevmezdim. Arkamda yere uzanan geniş bir pencere vardı. Oturduğum koltuktan beklemenin verdiği yabancı hissetme duygusuna karışan sıkılganlık belirtilerine tavır alarak arkama döndüm. Daha rahat hissetmek için ayaklarımı altıma aldım, çenemi birleştirdiğim ellerimin üzerine dayadım. Eşsiz güzelliğiyle ruhumda en kıymetli senfonilerin dile geldiğini, dinginlik mirasını sergileyerek gözlerime sonra da kalbime seslendirdiğini hissettim. Ömre saçılan zirve tutkunluğu olağanüstüydü. Bu tepeden karşı tepeye sıçrarken gözlerim bana küskündü. Onu tabiat orkestrasının uhrevi havasından mahrum etmiş olmama içlenmişti.
Uzaklığı gerçekliğinden şüphe ettirecek kadar büyüleyici olan dağ sırası düşüncemden taşan bir anlamla ruhuma yapışıp sonsuzluk hissini aciz kıyafetiyle aklıma giydirmeye başladı. Bu mükemmel renk dağınıklığı tuvalden taşan spatula darbelerinden hayalime en nadide resmi oluşturuyordu. Zaman tutsak olurken an izlemelerinde gezen gözlerime aşkın acımasız fırça izleri irademin kırılgan köşelerine koyu renkler halinde belirmişti.
Doğrulup yaslandım kanepeye. Elimdeki kitabın farkına vardım birden. Öylesine bir sayfasını açtım. Akıyordu kelimeler, tutunamayan anlamlardan süzülüyordu aşağıya. Akıbetini ait oldukları şair biliyordu sadece. Akan tuvalden boya değil anlamlardı bu güneşi koynunda saklamaya hazırlanan manzarada. Harf harf dart oklarıyla hedefi on ikiden vuran dost öğütleriydi. Şiir tadında şelale olup duygu trafiğine dalan sarhoş fırçada şekillenen tabloydu. İğne oyası zahmetinde göz billurundan sayfaya akan nurdu. Okudukça okuyasım geliyordu ki devasa zamana mal olan anlam işçiliğine okuma diyeti ödenmeliydi. İnsan olmanın zorluğuna kani olan bir kalp beyinde elektriğe kavuşup gözde parıldayan şiirlere dayanabilir miydi…Şiirlerin duygu komşuluğundaki nesirlerden yeni dünyalara yelken açarken sunulan hayat gizlerine hancı olabilir miydi…
İyi dileklerin için teşekkür ederim, hürmetini babama ileteceğim.
Sevgiyle...
I LOVE MY DAD
I'll go back to black
Düşün, içmenin bile tadı yok. Öyküsü içimden geçen bir nefessizlik.
26/11/2019
Manası Boşluk’um
His ve mana kardeşliğinde okşanmış su yoksulu toprağa kavuşan arzudur ilk damlalar. Yağmurdan özendiğim ilmiksiz huzur söküğü ıslaklık sarmalı. Sıklığında içsel bütünleşme yaşadığım fecrin atisinden ödünç aldığı sırılsıklam düşüşler. Bulutsu battaniyenin yağmur sıcağına sığınan omuzlardan akma temayülünden kaçamayışı… Kirpiklere firkete ile sabitlenmiş yağmur kaçağı damlalar, hızından tatlı gülümseyişler yayarak ana yayılan huzur zerrecikleri bırakıyor. Şırıl şırıl kulaklarımdan kalbime damlalar sızdırıyor grisini cama yansıtan bulutlar. Okuma saatine eklenen taraçalardan akan fon dahilinde uzayan mükemmel tatlı ipeksi ıslaklık örüntüleri. Uykulu kitap bakışlarından masa boşluğuna dayanan dirsekler, hayat membasına kelime ağırlığında manalar yükleyebiliyor.
Yağmur ne tatlı yağıyor şehre, aşka bulaşık tozlarından arınan mevcudat elektriğini damlaların şıp şıp seslerine teslim ederken sayısız enstantaneler geliyor aklıma. Ne tatlı damla damla dansından bana da haz dersleri veriyor. Sudan sebeplerle mutlu olma bahtiyarlığı sunuyor. Hızından ayrı bir kalbi ıslanışla yavaşlayan adımlarıma denizde yürüme yumuşaklığı hissi veriyor. Yavaşladığında peçesini açan güneş damlayan tanelere hasretle sarılırken iriliği göz bebeklerimde havada uçma hissiyle benliğime işleniyor.
Simit fırınından susam kokuları paketten taşarken çam ağaçlarının doldurduğu gök kalabalığında yavaş çekime girmiş iri damlalar güneşin merhabasına müşerref oluyor. Sanki havada asılı sayısız minik sarı lambalar griden sıyrılma şöleni veriyor. Bu ıslak şehir zarafet banyosundan çıkıp ısısı tende şiddetle hissedilen güneşin kurutma seansına geçemeden onu seyretmeme izin veriyor. Gündüz ışıtmaları gökten şeffaf kablolarını durmaksızın sarkıtırken yanıp sönen ateş böceklerini damlaların içine hapsetmiş rüzgâr fısıltısını kısık ayarda tutarak ana vakıf olmamı kolaylaştırıyor.
Kıpırtısız şehir külünden sıyrılıp mekânın tazeliğine kuruyan çatlamış dudaklarına dokunan ıslak bir kucaklaşma hatırası ekliyor külliyatına. Çam iğnelerinin nemi kuş tüyünden azade bir aşk öpücüğü kondururken bakışlarıma güvercin rüzgarında kanat bulmuş gaga senden kısık bir nota olup kulağımda yankılanıyor. Küçük bir çocuğun nefesinden aldığı rüzgarla plastik düdüğün soluk ve soğuk ötüşü gibi Masumluğunda buzdan oyuncak topunu tuttuğum saflık gerçeği çocuk dilinde avucumda eriyor. Doluya dönüşmeden damla sıcaklığında tepeden tırnağa yağmur oluyorum.