Aydınlanma sürecinde bir kazanımda oldu, teknik, insanların gündelik yaşayışına büyük kolaylıklar getiren imkan, yavaştan ruhundan soydu, orasını burasını parçalamaya başladı, yani oyun içinde oyun, - Allahın ipine sıkı sarılın - ondan diyordu, tek tük örneği dışında, gevşeğine bile raslanamadı, güdüler, güçlü bir destek görmeyince, sahaya egemen oldu. Şimdi maça çıkabiliriz, gelecek.
Sabahları altın sarısı bir gökyüzü altında kaldırımlarda savrulan yapraklar mıdır hüzün veren? Hiç de değil. Göl kenarında tostunuzu yerken yanınıza sokulmaya cesaret edemeyen, muhtemelen dayak yediği için bir gözü tuhaf bakan, bacaklarından biri sakat ve açlıktan midesi gövdesine yapışmış bir sokak köpeğinin size karşı bir ümit dahi besleyememesinden dolayı yere uzanıp ihtiyar gözlerle gölü izlemesidir hüzünlü olan. Sonra onunla tostunuzu paylasmak istersiniz de o elinizden yemek istemez. Burnuyla yeri gösterir. Her lokmayı yerden alır. Bitince arsızlık etmez. Gidip bir ekmek daha alıp yedirirsiniz. Hüzünle gözlerinize bakar. Konuşamaz. Kendini dövenleri şikayet edemez. Neden insanların yalnızca güzel köpekleri sevdiğini anlamaz. Yemeğini yer ve yedeğe aldığı bacağını sürükleyerek uzaklaşır. Siz hala yapraklara bakıp hüzünlenin. Emin olun, hic bir yaprağın umrunda değilsiniz.
Şimdi yeğenim aradı ve eline bir kağıt kalem alir mısın dedi. Peki dedim. "Ordaki arkadaşlarıma de ki" diye devam etti. Anladım ki durum ciddi, yazmaya başladım. "İbrahim'de Dev iskelet, barbarlar, iksir toplayıcı, mini pekka, Ateş ruhu, yavru ejder, havan, pekka, roket, iskeletler, yıldırım, oklar, lav tazısı, okçular, tesla kartları var. Sanırım krallığa bir saldırı var. Hazirlanalim biz de.
Nihat Doğan Son Hedef tv.de yarım saat Yemen'den gelen Tılsımlı Taş Reklamı yaptı. Reklama "Önce Allah" diyerek başladı. Demek ki taş gücünü Allahtan alıyor ya da önce Allaha güven sonra taşa mi demek istedi. Aslında taş tilsimini göstermezse sizin pis mendebur kalpleriniz yüzündendir, iade etmeye çalışmayın demek istemiş de olabilir. Neticede güzel bir hizmet. Telefon isteyen olursa verebilirim.
''Benim için acı şudur: İlkokul iki ya da üçüncü sınıftayken okullar kapanmış yaz tatili başlamıştı. Isparta’nın tuhaf bir sıcağı ve kuruluğu vardır yazları. Özellikle öğle vakitleri insanlar evlerine, dükkânlarına çekilir her şey sessizleşir, şehir beyaz bir hayal gibi olurdu. Bir de böyle pis bir toz vardır hep; insanın ağzını, burnunu kurutur, canından bezdirirdi. Böyle günlerde bile ben evde bir türlü rahat edemez, canım sıkılır ve kendimi sokağa atardım. Orada burada gezinir dururdum. Bir gün, işte böyle dışarı çıkmıştım yine. Tek başıma tarlalarda, bostanlıklarda gezinmiştim. Sonra kapalı olan okuluma gittim. Tabii kimseler yoktu. Gözümün önüne kış zamanı, okul kalabalığı filan gelince canım iyice sıkıldı. Okulu sevmezdim ama o kalabalığın ve hareketin beni ne kadar oyaladığını fark ettim. Şimdiki bu ıssızlık içimi ezmeye başladı. Okulun bahçesinin duvarına oturup beklemeye başladım. Uzaktan hayal gibi, güneş ışığının altından böyle insanlar, araçlar siluetler gibi geçiyor ama nedense sesleri duyulmuyordu hiç. Derken benim gibi iki tane çocuk daha geldi. Ellerinde bir top, yavaş yavaş, bezgin bezgin oynamaya başladılar. O topun sesini o kadar net hatırlıyorum ki, böyle pat pat… Ve arada bir potaya atıyorlardı. Bir iki oynadılar sonra sıcaktan yılıp bıraktılar topu ve bir kenara geçip oturdular. Bıraktıkları top yavaş yavaş yuvarlandı yuvarlandı, gidip okulun duvarına yavaşça vurup durdu. O anda öyle derin bir sessizlik oldu ki anlatmanın imkânı yok. Ben öyle o topa, o çocuklara baktım. Sonra okula baktım, sonra içime acayip bir acı çökmeye başladı. Böyle büyüdü büyüdü, nasıl içim kıyılıyor… Ben acıyla ilk defa o gün orada tanıştım. Sonra hayatımda hiçbir zaman o gün, o okulun bahçesindeki kadar derinden bir acı çektiğimi hiç hatırlamıyorum. Bence dünyadaki en büyük acı da budur. Çünkü sebebi yoktur, neden diye soramazsın, ortada bir şey yoktur. Albert Camus’nün Yabancı’da anlattığı sıcak bir pazar gününün verdiği acı gibi…Benim için acı böyle bir şey. Diğer her türlüsü, yaşadığımız şeyler filan başka bir yere tekabül ediyor. Onlar yardım çağrısı filan olabilir. Acıya sebep olan bu farkındalık işte. Bu farkındalık olmazsa acı çekmez insan. Bu farkındalığa sahip olmayan birinin acı çekmesi imkânsız bir şey." Zeki Demirkubuz
'Şehrin çatıları üzerinde bir çatı katı ve acıya karşı özel bir yeteneği olan bir kadınım. Dört haftadır evden çıkmadım. Hakkımda bilinebilecekler bu kadar işte. Bakışımı kendi içime yöneltip içeride bir şeyler kıpırdıyor mu, kişiliğimin varlığını açığa vuran hafif bir çıtırtı veya fısıltı var mı diye kulak kabarttığımda, hiçbir şey duyamıyorum. Tekrarlana tekrarlana anlamını yitiren bir kelimeyim..'
-Tam oraya geliyodum biliyomusun. -Tamam atla gel hemen. Ama atla gelme. Atla zor olur. Şey yap. Minibüs geçiyor ordan direkt bizim buraya. At yorar. Dediğimi yap. -çok pis geyiğin var yahu. -yine de direnemeyi bilmelisin. Gelmelisin. İzel şarkısı vardı gelmelisin dönmelisin diye. -izel çelik ercan. -Hah demiş şair işte. Gelirse senindir. -tamam geliyorum. Sus ama. -Sus ve Ceza. Lann. -kapattım.
-prenses Leyla kim? (Leia?) -Anakin vardı ya, Anakin Skywalker. Onun kızı işte. Darth Wader oldu hani. -Leyla Türk ismi gibi ama. -Yok müslüman. -Ha ciddi misin. -2 sene önce tövbe edip Jedi olmuş. Hazreti Jedi. İyi bir insan.
-Portekizce öğrencem hocam, Neymar'la tanışıcam. Anasına ana, babasına baba diyecem. -Neymar mı, çopara benziyo kız bu. İyi düşün bence. İstanbul'un muhtelif semtlerinde sıkça gördüğümüz arizona kertenkelesinin futbola kazandırılmış hali bu. -Aşk olsun hocam. Aşığım diyorum. -Çoparca öğren sen beni dinle. -Bi daha aşk olsun hocam.
“Simit yok mu simit. Yiyoruz ya hani. O simidi bi düşünüyorum da yani o simidin ortasında bir delik var ya o boşluğa ne oluyor? Biz yedikten sonra yani o boşluk nereye kayboluyor yani? Hayır onu da yiyorsak çünkü hava yutmuşuz gibi oluyor da böyle gaz mı yapmasa sonra korkusu var hep içimde onu yemesek mi acaba yani? O gaz insanı öldürür biliyor musun? O simidin ortasındaki o boşluk adamı öldürürmüş.”
Yaş, insana bir parça olgunluk katmalı,espri yapma adına palyaço gibi dolaşmamalı,sonuçta zıp zıpta zıplayan altı bezli,takma dişli,bastonlu bir ihtiyarın düştüğü bir acınası hal gözümün önüne geliyor teknik olarak ve mistikçe.
Sivrisinekler için çok acılı bir ölüm çeşidi bulmuşlar. Bir Yaz Gecesi Rüyası görmek için gittiğin kafede hayvanları diri diri yakan bir aletle kendine geliyorsun. Bunu ilk gördüğüm yeri terketmiştim. O saçma ölüm aletinin bulunduğu mekanlara bir daha hiç gitmedim. Şimdi diyeceksiniz ki sivrisinekleri öldürmenin neresi kötü. Evet o kadar hanım evladı değiliz, ölü sinek görmüşlüğümüz var. Beni rahatsız eden o cızırtı. Cızır Cızır yanan bir böcek. Ölümün sesi hacı, ölümün cızırtısı bu. Tekme tokat vicdanına girişen bir ölüm sesi. Beni rahatsız eden işte insanın ruhuna ruhuna inen ölüm şeysi. Cızırdayan kanatlar, yanık kanatlar. İşte bu arkadaş. Ölmen umrumda değil ama cızırdıyorsun işte. Cızır cızırsın. Rahatsız etmiyorsun ama dikkat çekici bir vazgeçilmişlik kokuyorsun. Çek şu kanatlarını, yanıyorsun.
Herkes birilerini birileri sanıp yazı yazıyor. Burdan dehşetle izliyorum. Hanfendi o yazı yazdığınız kişi o kişi değil, ya da lan oğlum yine hatalı sollama yaptın, dön kavşaktan dön dön diyesim geliyor. Konuyu ülkemizin yetiştirdiği en sevgili filozoflardan Mustafa Topaloğlu özetliyor:
Allah herkesi birbiri için yaratmış ama kimi kim için, belli değil.
-Bu fotoğrafa baktıkça çok hüzünleniyorum. Yıllar önce terkedilmiş eski bir konak. Kim bilir kimler yaşadı, hangi hayatlar, hüzünler, mutluluklar.. -Büyükada'da terkedilmiş bir konak. Muhtemelen sahipleri Londra'da yaşıyorlar ve bu ev için de iyi bir para istiyorlardır. -Duyguları törpülüyorsun resmen. -Kışında bu evde partiler verip aayayye koko jambo diye sanat icra ediyorlardır. -Fotoğrafı verir misin lütfen.
Aydınlanma sürecinde bir kazanımda oldu, teknik, insanların gündelik yaşayışına büyük kolaylıklar getiren imkan, yavaştan ruhundan soydu, orasını burasını parçalamaya başladı, yani oyun içinde oyun, - Allahın ipine sıkı sarılın - ondan diyordu, tek tük örneği dışında, gevşeğine bile raslanamadı, güdüler, güçlü bir destek görmeyince, sahaya egemen oldu. Şimdi maça çıkabiliriz, gelecek.
Sabahları altın sarısı bir gökyüzü altında kaldırımlarda savrulan yapraklar mıdır hüzün veren? Hiç de değil. Göl kenarında tostunuzu yerken yanınıza sokulmaya cesaret edemeyen, muhtemelen dayak yediği için bir gözü tuhaf bakan, bacaklarından biri sakat ve açlıktan midesi gövdesine yapışmış bir sokak köpeğinin size karşı bir ümit dahi besleyememesinden dolayı yere uzanıp ihtiyar gözlerle gölü izlemesidir hüzünlü olan. Sonra onunla tostunuzu paylasmak istersiniz de o elinizden yemek istemez. Burnuyla yeri gösterir. Her lokmayı yerden alır. Bitince arsızlık etmez. Gidip bir ekmek daha alıp yedirirsiniz. Hüzünle gözlerinize bakar. Konuşamaz. Kendini dövenleri şikayet edemez. Neden insanların yalnızca güzel köpekleri sevdiğini anlamaz. Yemeğini yer ve yedeğe aldığı bacağını sürükleyerek uzaklaşır. Siz hala yapraklara bakıp hüzünlenin. Emin olun, hic bir yaprağın umrunda değilsiniz.
Yüzde bir kalan şarjımı senin fotolarına bakarak harcadım. Sen hala bıdı bıdı.
Arkadaşlık istekleri 21'den 19'a düşmüş. Hangi Allahsız geri çekti lan isteğini. Ne güzel bekletiyodum ben onları.
Şimdi yeğenim aradı ve eline bir kağıt kalem alir mısın dedi. Peki dedim. "Ordaki arkadaşlarıma de ki" diye devam etti. Anladım ki durum ciddi, yazmaya başladım. "İbrahim'de Dev iskelet, barbarlar, iksir toplayıcı, mini pekka, Ateş ruhu, yavru ejder, havan, pekka, roket, iskeletler, yıldırım, oklar, lav tazısı, okçular, tesla kartları var. Sanırım krallığa bir saldırı var. Hazirlanalim biz de.
Nihat Doğan Son Hedef tv.de yarım saat Yemen'den gelen Tılsımlı Taş Reklamı yaptı. Reklama "Önce Allah" diyerek başladı. Demek ki taş gücünü Allahtan alıyor ya da önce Allaha güven sonra taşa mi demek istedi. Aslında taş tilsimini göstermezse sizin pis mendebur kalpleriniz yüzündendir, iade etmeye çalışmayın demek istemiş de olabilir. Neticede güzel bir hizmet. Telefon isteyen olursa verebilirim.
''Benim için acı şudur: İlkokul iki ya da üçüncü sınıftayken okullar kapanmış yaz tatili başlamıştı. Isparta’nın tuhaf bir sıcağı ve kuruluğu vardır yazları. Özellikle öğle vakitleri insanlar evlerine, dükkânlarına çekilir her şey sessizleşir, şehir beyaz bir hayal gibi olurdu. Bir de böyle pis bir toz vardır hep; insanın ağzını, burnunu kurutur, canından bezdirirdi. Böyle günlerde bile ben evde bir türlü rahat edemez, canım sıkılır ve kendimi sokağa atardım. Orada burada gezinir dururdum. Bir gün, işte böyle dışarı çıkmıştım yine. Tek başıma tarlalarda, bostanlıklarda gezinmiştim. Sonra kapalı olan okuluma gittim. Tabii kimseler yoktu. Gözümün önüne kış zamanı, okul kalabalığı filan gelince canım iyice sıkıldı. Okulu sevmezdim ama o kalabalığın ve hareketin beni ne kadar oyaladığını fark ettim. Şimdiki bu ıssızlık içimi ezmeye başladı. Okulun bahçesinin duvarına oturup beklemeye başladım. Uzaktan hayal gibi, güneş ışığının altından böyle insanlar, araçlar siluetler gibi geçiyor ama nedense sesleri duyulmuyordu hiç. Derken benim gibi iki tane çocuk daha geldi. Ellerinde bir top, yavaş yavaş, bezgin bezgin oynamaya başladılar. O topun sesini o kadar net hatırlıyorum ki, böyle pat pat… Ve arada bir potaya atıyorlardı. Bir iki oynadılar sonra sıcaktan yılıp bıraktılar topu ve bir kenara geçip oturdular. Bıraktıkları top yavaş yavaş yuvarlandı yuvarlandı, gidip okulun duvarına yavaşça vurup durdu. O anda öyle derin bir sessizlik oldu ki anlatmanın imkânı yok. Ben öyle o topa, o çocuklara baktım. Sonra okula baktım, sonra içime acayip bir acı çökmeye başladı. Böyle büyüdü büyüdü, nasıl içim kıyılıyor… Ben acıyla ilk defa o gün orada tanıştım. Sonra hayatımda hiçbir zaman o gün, o okulun bahçesindeki kadar derinden bir acı çektiğimi hiç hatırlamıyorum. Bence dünyadaki en büyük acı da budur. Çünkü sebebi yoktur, neden diye soramazsın, ortada bir şey yoktur. Albert Camus’nün Yabancı’da anlattığı sıcak bir pazar gününün verdiği acı gibi…Benim için acı böyle bir şey. Diğer her türlüsü, yaşadığımız şeyler filan başka bir yere tekabül ediyor. Onlar yardım çağrısı filan olabilir. Acıya sebep olan bu farkındalık işte. Bu farkındalık olmazsa acı çekmez insan. Bu farkındalığa sahip olmayan birinin acı çekmesi imkânsız bir şey."
Zeki Demirkubuz
Yha arkadaşlar ltfn ozelden mesaj fln atmayın. Şaka şaka kimse mesaj atmiyo. :) Cok efendi bir ortam oluşmuş. Aferin, adam olun.
Tembel pazarların en guzeli. Okunacak iki kitap, 3-3'ten sahil boyu yürünecek 6 kilometre. Evlerimiz dipdibe olum. Yine de sen bilirsin :)
Pazardan aldığım su 25 liralık eşofman altı kadar bile değerin yok. O en azından diz yapmıyor.
'Şehrin çatıları üzerinde bir çatı katı ve acıya karşı özel bir yeteneği olan bir kadınım. Dört haftadır evden çıkmadım. Hakkımda bilinebilecekler bu kadar işte. Bakışımı kendi içime yöneltip içeride bir şeyler kıpırdıyor mu, kişiliğimin varlığını açığa vuran hafif bir çıtırtı veya fısıltı var mı diye kulak kabarttığımda, hiçbir şey duyamıyorum. Tekrarlana tekrarlana anlamını yitiren bir kelimeyim..'
Juli Zeh- Temize Havale
Eşekarısı Fabrikası-Iain Banks
Kara kitapların piri olma yolunda kötücül adımlarla ilerliyor.
-Tam oraya geliyodum biliyomusun.
-Tamam atla gel hemen. Ama atla gelme. Atla zor olur. Şey yap. Minibüs geçiyor ordan direkt bizim buraya. At yorar. Dediğimi yap.
-çok pis geyiğin var yahu.
-yine de direnemeyi bilmelisin. Gelmelisin. İzel şarkısı vardı gelmelisin dönmelisin diye.
-izel çelik ercan.
-Hah demiş şair işte. Gelirse senindir.
-tamam geliyorum. Sus ama.
-Sus ve Ceza. Lann.
-kapattım.
Datça Hurması ve Abdestbozan çalısıyla aynı anda tanıştık. Evet doğa iyi biri.
-prenses Leyla kim? (Leia?)
-Anakin vardı ya, Anakin Skywalker. Onun kızı işte. Darth Wader oldu hani.
-Leyla Türk ismi gibi ama.
-Yok müslüman.
-Ha ciddi misin.
-2 sene önce tövbe edip Jedi olmuş. Hazreti Jedi. İyi bir insan.
Bizi hayat karşısında eşit kılan 'ölüm' diyorum. Bir lütuf azizim, ve keza ne büyük incelik.
-Portekizce öğrencem hocam, Neymar'la tanışıcam. Anasına ana, babasına baba diyecem.
-Neymar mı, çopara benziyo kız bu. İyi düşün bence. İstanbul'un muhtelif semtlerinde sıkça gördüğümüz arizona kertenkelesinin futbola kazandırılmış hali bu.
-Aşk olsun hocam. Aşığım diyorum.
-Çoparca öğren sen beni dinle.
-Bi daha aşk olsun hocam.
Hesapta film izliyoz;
-Yazık ya talihe bak. Çocuklar doğdu ama anneleri öldü, babaları da kötü oldu.
Baba için bknz. Darth Wader
“Simit yok mu simit. Yiyoruz ya hani. O simidi bi düşünüyorum da yani o simidin ortasında bir delik var ya o boşluğa ne oluyor? Biz yedikten sonra yani o boşluk nereye kayboluyor yani? Hayır onu da yiyorsak çünkü hava yutmuşuz gibi oluyor da böyle gaz mı yapmasa sonra korkusu var hep içimde onu yemesek mi acaba yani? O gaz insanı öldürür biliyor musun? O simidin ortasındaki o boşluk adamı öldürürmüş.”
Uyumsuz 3-Yandaş
İlk iki bölümün aksiyonu yok gibi ama yine de heyecan duymadan izleyemiyor insan. 4 çıksa da izlesek.
'Kara yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan
rıhtıma varmayan ceset elbette hatırlanmaz.'
Aklım almıyor iskele. Affetmek denilen bu hudutsuzluk, nasıl oluyor da unutmayı ihâta etmiyor?
Aradığınız kişiye şu anda b/ulaşılamıyor.
İnsan kendinde olmayanı tanımalayamaz -teknik olarak
Ve bir insanı yaralamak istiyorsa muhakkak yara almıştır mistikçe..
Yaş, insana bir parça olgunluk katmalı,espri yapma adına palyaço gibi dolaşmamalı,sonuçta zıp zıpta zıplayan altı bezli,takma dişli,bastonlu bir ihtiyarın düştüğü bir acınası hal gözümün önüne geliyor teknik olarak ve mistikçe.
Sivrisinekler için çok acılı bir ölüm çeşidi bulmuşlar. Bir Yaz Gecesi Rüyası görmek için gittiğin kafede hayvanları diri diri yakan bir aletle kendine geliyorsun. Bunu ilk gördüğüm yeri terketmiştim. O saçma ölüm aletinin bulunduğu mekanlara bir daha hiç gitmedim. Şimdi diyeceksiniz ki sivrisinekleri öldürmenin neresi kötü. Evet o kadar hanım evladı değiliz, ölü sinek görmüşlüğümüz var. Beni rahatsız eden o cızırtı. Cızır Cızır yanan bir böcek. Ölümün sesi hacı, ölümün cızırtısı bu. Tekme tokat vicdanına girişen bir ölüm sesi. Beni rahatsız eden işte insanın ruhuna ruhuna inen ölüm şeysi. Cızırdayan kanatlar, yanık kanatlar.
İşte bu arkadaş. Ölmen umrumda değil ama cızırdıyorsun işte. Cızır cızırsın. Rahatsız etmiyorsun ama dikkat çekici bir vazgeçilmişlik kokuyorsun.
Çek şu kanatlarını, yanıyorsun.
Bir haftadır doğum günüm diye davul çalıyorum burda.
Sizin ananızın bacınızın doğum gününü kutlamasalar hoşunuza gider mi?
Tanıdığım bazı kişileri bazı kişiler sanan bazı kişiler oluyor.
Kahrolsun Bağzı şeyler ve işbirlikçileri :)
Herkes birilerini birileri sanıp yazı yazıyor. Burdan dehşetle izliyorum. Hanfendi o yazı yazdığınız kişi o kişi değil, ya da lan oğlum yine hatalı sollama yaptın, dön kavşaktan dön dön diyesim geliyor. Konuyu ülkemizin yetiştirdiği en sevgili filozoflardan Mustafa Topaloğlu özetliyor:
Allah herkesi birbiri için yaratmış ama kimi kim için, belli değil.
-Bu fotoğrafa baktıkça çok hüzünleniyorum. Yıllar önce terkedilmiş eski bir konak. Kim bilir kimler yaşadı, hangi hayatlar, hüzünler, mutluluklar..
-Büyükada'da terkedilmiş bir konak. Muhtemelen sahipleri Londra'da yaşıyorlar ve bu ev için de iyi bir para istiyorlardır.
-Duyguları törpülüyorsun resmen.
-Kışında bu evde partiler verip aayayye koko jambo diye sanat icra ediyorlardır.
-Fotoğrafı verir misin lütfen.