Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş; Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş, Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş..
Bir sır ki bu, ölsen bile asla açamazsın, Anlatması imkansız olan öyle bir an ki, Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki, Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki, Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Güneşe inat gecenin yıldızları dans eder Sevinçlere sur çekilmiş suskun kalpler Sahile vuran dalgada sessizlik hüküm giyer Başlamadan biten sevdaya ağıtlar yakılır
Başlar kahkaha köşe başında gülmeye Kaldırımlar suskun taşlar buz keser Hüzünlü bir melodi savrulur göklerde Ne yerin kulağı ne göklerin göz yaşı susar
Başlar sağnak yağışla kirpikler dolu akmaya Dilek ağacı yapraklarını atar uçurumlardan Güneş ısıtır gelincik çiçeklerini karından Dağ gibi seller gelir alır seni de yerinden
Düşlerin donuk kalır göz bebeklerinde Geçmiş silinir bir anda tüm güzelliği ile Kapın çalınıyor artık hesap vakti her halde Gelene git diyemesin susar dilin istemesen de
Ne o valizini hazırladın son yolculuk nereye Gidenin dönmeyeceği yere sen ne götüreceksin Anılarını toplasan kaç kibritin ateşiyle yanar Sulara attığın şişelerde cevap alamadın sende
İsyanların tavan yaptı bu gün kalbinde Susmak giderken haykırmak mı sence Ayakları bağlı bir mahkum köle gibisin Son atılan kurşun anlından vurdu seni de
Dünya da sevdiklerini aldı desene Gece hep karanlık mı doğdu üstüne Ya güneş hep mi bedenini yaktı delice Kış incitti kuruttu mu dallarını habersizce
Sonbahara hüzünle mi girdin hayatı seyrederken İlkbaharın kokusu gelmedi mi kırlardan sana Çiçeklerin kokusunu solumadan mı budadın Deme ki gidiyorsun yaşananları hiçe sayarak
Gideceğin yere sonsuzluk biletin elinde Dönmeyeceksin demek bu son gidiş Öyle olsun gideceğin yolda bende varım Ölüm yolu senin yolun olsa gerek
Senden geride kalan tek adresi Bir taşa yazdın demek
Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş,
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş..
Bir sır ki bu, ölsen bile asla açamazsın,
Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki,
Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
(S.P) (...bin yıl önce...)
son yolcu da bindi trene sen hala gelmedin.rayların arasına sıkısmıs gibiyim
SON YOLCULUK
Güneşe inat gecenin yıldızları dans eder
Sevinçlere sur çekilmiş suskun kalpler
Sahile vuran dalgada sessizlik hüküm giyer
Başlamadan biten sevdaya ağıtlar yakılır
Başlar kahkaha köşe başında gülmeye
Kaldırımlar suskun taşlar buz keser
Hüzünlü bir melodi savrulur göklerde
Ne yerin kulağı ne göklerin göz yaşı susar
Başlar sağnak yağışla kirpikler dolu akmaya
Dilek ağacı yapraklarını atar uçurumlardan
Güneş ısıtır gelincik çiçeklerini karından
Dağ gibi seller gelir alır seni de yerinden
Düşlerin donuk kalır göz bebeklerinde
Geçmiş silinir bir anda tüm güzelliği ile
Kapın çalınıyor artık hesap vakti her halde
Gelene git diyemesin susar dilin istemesen de
Ne o valizini hazırladın son yolculuk nereye
Gidenin dönmeyeceği yere sen ne götüreceksin
Anılarını toplasan kaç kibritin ateşiyle yanar
Sulara attığın şişelerde cevap alamadın sende
İsyanların tavan yaptı bu gün kalbinde
Susmak giderken haykırmak mı sence
Ayakları bağlı bir mahkum köle gibisin
Son atılan kurşun anlından vurdu seni de
Dünya da sevdiklerini aldı desene
Gece hep karanlık mı doğdu üstüne
Ya güneş hep mi bedenini yaktı delice
Kış incitti kuruttu mu dallarını habersizce
Sonbahara hüzünle mi girdin hayatı seyrederken
İlkbaharın kokusu gelmedi mi kırlardan sana
Çiçeklerin kokusunu solumadan mı budadın
Deme ki gidiyorsun yaşananları hiçe sayarak
Gideceğin yere sonsuzluk biletin elinde
Dönmeyeceksin demek bu son gidiş
Öyle olsun gideceğin yolda bende varım
Ölüm yolu senin yolun olsa gerek
Senden geride kalan tek adresi
Bir taşa yazdın demek
HASAN DAĞ