Nedir şiir? Şiir, insan hayatının gökkuşağıdır. Yağmur gibi yağan olaylar sonunda, yağmur sonrası çıkan gökkuşağı gibidir.
Tarihi seyir içinde birçok tanımlamayla anlatılan şiiri, ilk büyük filozof kabul edilen Aristo şu şekilde tanımlamakta: “Eşya ve hadiseleri taklitten ibarettir şiir.” Valery’ye göre şiir; “girift bir idrak cihazı”dır. Necip Fazıl’a göre ise; “mutlak hakikatı arama işidir.” Eşya ve hadiselerin bütün mantık yasaklarına rağmen, en mahrem, en nazik, en mahcup, en hassas perçemini tutarak ve nisbetlerini bularak mutlak hakikatı arama işi.
Şiirde akıl ve düşüncenin rolü ne kadar büyük olursa, insan gönlünün kendine göre derin bir yönü vardır. Gönülde yeşeren düşünceler, bir de hayalle katlanınca, sonsuzun kapılarını zorlamaya başlar. Necip Fazıl’ın;
“Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir,
Canlı cenazelerin başında münker ve nekir” dediği gibi. Zorlanan kapılar, çilingirin ustalığı karşısında dayanamaz ve pes eder, açılır. Kapının dışındakiler, kapının içindekilerle sarmaş dolaş olurlar, kucaklaşırlar.
İsmet Özel; “şiir, dil aracılığıyla dilin anlatım olanaklarının aşılmasıdır” der.
Mehmet Akif;
“Şiir için “gözyaşı” derler, onu bilmem yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün asarım.
Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem,
Dili yok kalbimin, bundan ne kadar bi-zarım” der Safahat’ında.
Gerçekten de şiir, Akif’in dediği gibi, insanoğlunun acziyetinin farkına varması, acizliğini kavramasıdır. Nasıl ki, Ahmet Hamdi Tanpınar; “şiir, deniz köpüğüdür, onu yakalamaya çalışınız, elinizde sadece birkaç damla tuzlu su kalır” misali, köpük cinsi bir şeydir şiir. Bu hareket, bir çalkantı, bir ameliyenin bulunduğu yerden çıkar. Koşan atların, kuduz hayvanların, saralı insanların ağzında, dalgaların çarptığı, çağlayanların düştüğü yerde köpük olur. Bir de, madenlerin eritildiği potada rastlarsınız köpüğe. Madenlerin erimesi, ırmakların akması, atların koşmasıdır esas olan. Köpük, her zaman bir artıktır. Köpük gider, geriye onun belirmesini sağlayan iş kalır.
İnsan da içinde giriftliği, ummanları, volkanları ve bunlara sebep olan gerek hakiki ve gerekse hakiki aşka bir merdiven görevi olmakla yükümlü mecazi aşkı, yani bir insana, bir güle olan aşkının tümünü, künhünü ve küllünü anlatmaktan acze düşer. Hemen hemen, diyebiliriz ki her şair, bu acziyeti tatmıştır. Çünkü dizelere gelen sözler, bir deniz köpüğünden ve bir madenin eritilirken potasında rastladığımız köpükten başka bir şey değildir.
Şiir, Ademoğlunun acziyetidir. Zira ulaşmak istediği mânâdır. O, kusursuzu arar, ona ulaşamamak yakar içini. Ya da gizli bir sevdadır, karşılıksız kalakalmış. Aşkını anlatamamıştır. Ona haykırmıştır, ama duyuramamıştır sesini, kendini dizelere vurmuştur. Sevgili bilsin diye şiir yazmış, ama kimse duymasın diye dosyalara, defter aralarına saklamıştır. Ya da, “Safahatımda eğer şiir arıyorsan, arama. Yalnız bir yeri hakkında hazin işte budur, üç buçuk nazma gömülmüş koskoca bir ömrü heder” diyen ve eserlerini en çok yırtan sanatçı olan Mehmet Akif gibi, yırtmıştır onları bir bir.
Onun içindir ki, en güzel şiirler, ulaşılamayana yazılmıştır. Allah aşkı ile yazılan şiirler, ya da karşılıksız gizli sevdalara yazılan şiirler gibi. Meselâ Monna Rosa buna çok güzel bir örnektir.
yaşamın lirik olarak mısralara aktarılmasıdır
bir dildir şiir
kimseye ait olmayan bir dil
her ırkın her kökenin kendine has kendini anlatış şeklidir
göremediklerimiz,duyamadıklarımız,yaşayamadıklarımız...
aşklarımız,sevgililerimiz,sevdiklerimiz...
acılarımız,ağladıklarımız,ağlayamadıklarımız...
şiirin gülüşüyle,şiirin haykırışıyla,şiirin sazıyla dile gelmez mi?
ŞİİR YAŞAMDIR.
Edgar MORİN diyor ki:'şiir ikinci haldir.'.Şiir hali,dansla,şarkıyla,tapınmayla,törenlerle ve elbette şiirle verilebilir.'Düzyazı olmasaydı,şiir olmazdı.'
Şiir bir gökkuşağıdır
Nedir şiir? Şiir, insan hayatının gökkuşağıdır. Yağmur gibi yağan olaylar sonunda, yağmur sonrası çıkan gökkuşağı gibidir.
Tarihi seyir içinde birçok tanımlamayla anlatılan şiiri, ilk büyük filozof kabul edilen Aristo şu şekilde tanımlamakta: “Eşya ve hadiseleri taklitten ibarettir şiir.” Valery’ye göre şiir; “girift bir idrak cihazı”dır. Necip Fazıl’a göre ise; “mutlak hakikatı arama işidir.” Eşya ve hadiselerin bütün mantık yasaklarına rağmen, en mahrem, en nazik, en mahcup, en hassas perçemini tutarak ve nisbetlerini bularak mutlak hakikatı arama işi.
Şiirde akıl ve düşüncenin rolü ne kadar büyük olursa, insan gönlünün kendine göre derin bir yönü vardır. Gönülde yeşeren düşünceler, bir de hayalle katlanınca, sonsuzun kapılarını zorlamaya başlar. Necip Fazıl’ın;
“Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir,
Canlı cenazelerin başında münker ve nekir” dediği gibi. Zorlanan kapılar, çilingirin ustalığı karşısında dayanamaz ve pes eder, açılır. Kapının dışındakiler, kapının içindekilerle sarmaş dolaş olurlar, kucaklaşırlar.
İsmet Özel; “şiir, dil aracılığıyla dilin anlatım olanaklarının aşılmasıdır” der.
Mehmet Akif;
“Şiir için “gözyaşı” derler, onu bilmem yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün asarım.
Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem,
Dili yok kalbimin, bundan ne kadar bi-zarım” der Safahat’ında.
Gerçekten de şiir, Akif’in dediği gibi, insanoğlunun acziyetinin farkına varması, acizliğini kavramasıdır. Nasıl ki, Ahmet Hamdi Tanpınar; “şiir, deniz köpüğüdür, onu yakalamaya çalışınız, elinizde sadece birkaç damla tuzlu su kalır” misali, köpük cinsi bir şeydir şiir. Bu hareket, bir çalkantı, bir ameliyenin bulunduğu yerden çıkar. Koşan atların, kuduz hayvanların, saralı insanların ağzında, dalgaların çarptığı, çağlayanların düştüğü yerde köpük olur. Bir de, madenlerin eritildiği potada rastlarsınız köpüğe. Madenlerin erimesi, ırmakların akması, atların koşmasıdır esas olan. Köpük, her zaman bir artıktır. Köpük gider, geriye onun belirmesini sağlayan iş kalır.
İnsan da içinde giriftliği, ummanları, volkanları ve bunlara sebep olan gerek hakiki ve gerekse hakiki aşka bir merdiven görevi olmakla yükümlü mecazi aşkı, yani bir insana, bir güle olan aşkının tümünü, künhünü ve küllünü anlatmaktan acze düşer. Hemen hemen, diyebiliriz ki her şair, bu acziyeti tatmıştır. Çünkü dizelere gelen sözler, bir deniz köpüğünden ve bir madenin eritilirken potasında rastladığımız köpükten başka bir şey değildir.
Şiir, Ademoğlunun acziyetidir. Zira ulaşmak istediği mânâdır. O, kusursuzu arar, ona ulaşamamak yakar içini. Ya da gizli bir sevdadır, karşılıksız kalakalmış. Aşkını anlatamamıştır. Ona haykırmıştır, ama duyuramamıştır sesini, kendini dizelere vurmuştur. Sevgili bilsin diye şiir yazmış, ama kimse duymasın diye dosyalara, defter aralarına saklamıştır. Ya da, “Safahatımda eğer şiir arıyorsan, arama. Yalnız bir yeri hakkında hazin işte budur, üç buçuk nazma gömülmüş koskoca bir ömrü heder” diyen ve eserlerini en çok yırtan sanatçı olan Mehmet Akif gibi, yırtmıştır onları bir bir.
Onun içindir ki, en güzel şiirler, ulaşılamayana yazılmıştır. Allah aşkı ile yazılan şiirler, ya da karşılıksız gizli sevdalara yazılan şiirler gibi. Meselâ Monna Rosa buna çok güzel bir örnektir.