...Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim...
Türk şiirinin bereketli pınarlarından birisidir Sezai Karakoç… Şiirimizin tükenmez rezervlerinden biri olan bu onurlu kalemi şiirimizde yer alan grupların birine dâhil etmek zorlama bir gayret olur. Onu İkinci yeni içerisinde ansalar da bu onun şiir dünyasını ifade etmekte yetersiz bir sınıflandırmadır. Doğrusunu söylemek gerekirse o başlı başına bir ekoldür. İkinci Yeni sınıfına dâhil edilenlerin hiçbiri Sezai Karakoç’la aynı dinî inançları paylaşmamaktadır. Bu bile onları aynı safta gösterme gayretlerine engeldir. Onun şiirini ancak şekil açısından İkinci Yeni grubunun içerisinde sayabilirsiniz. İçerik olarak farklı kaynaklardan beslenmişlerdir. Karakoç, Necip Fazıl’ın dünya görüşünden ve üslûbundan etkilenmiş olmasına rağmen şiirleri bambaşka bir renkte ve tattadır. Bu iki şairi bağdaştırmak sadece fikir yönüyle doğrudur. Diriliş adını verdiği bir fikir kozasını örmekle geçirmiştir ömrünü. Bu koza ilimde, fikirde, sanatta, siyasette, kısaca her alanda ruhların kıyama kalkmasını ifade etmektedir. Öyle ki bir ara aktif siyasetin mücadelesine girişmiş bu kozanın kelebeği… Fakat gayesi politika çarklarından geçip ilerlemek, görüşlerinden taviz vererek bir yerlere gelmek olmadığı için tez zamanda vazgeçmiştir bu çıkmaz yolun kavşağından. Karakoç, Doğunun haysiyetli çocuğudur. Aslen Diyarbakır’ın Ergani kazasındandır. Çocukluğu ve ilk gençliği bu topraklarda geçmiştir. Onun için dünyaya ve eşyaya hep Doğulu bir gözle bakmıştır hayatı boyunca. Bunun yanında yörenin pek çok hususiyetini taşır karakterinde. İçine kapanıktır, sıkılgan ve kırılgan bir ruh yapısına sahiptir. Kalabalıklardan, övgüden ve ön planda görülmekten rahatsız olur. Şöhretinin onurunu ağız tadıyla yaşayamaz. Ağızlarda dolaşan adını unutturmayı yeğler. Kimliğinin ve şiirinin, adından önde yürümesini tercih eder. Şayet şöhretten hoşlansaydı bugün milletin dilinde dolaşıp dururdu adı. Sezai Karakoç her yönüyle, eskilerin deyimiyle şahsına münhasır(özgün) bir insandır. Etkisi altında kaldığı isimler olsa da bu onun özgünlüğüne zarar getirmez. Kendi şiir ağını büyük bir gayret ve emekle ören bu büyük şahsiyet, kendisinden sonra gelecek olan sanatkâr ruhlu nesle de güzel bir numune olmuştur. Onun şiire el attığı yıllarda Türk şiiri kısır bir döngünün sancılarını yaşıyordu. Böyle bir dönemde şiirimize güçlü bir soluk olarak hayat vermiştir. Seven kalplerin yüreğini titreten “Monna Rosa “şiiri uzun yıllar elde çoğaltılarak gönüllerin tercümanı olmuştur. Bu adı taşıyan kitaptaki şiirler çok sonraki yıllarda iki kapak arasına alınarak yayınlanmıştır. Karakoç, Monna Rosa’yı yayınlamamakla sanki okurlarının sevgisini ve samimiyetini test etmiştir. Fakat kendisini sevenler bu şiiri elle veya fotokopi ile çoğaltarak yakın ve uzak çevresindekilere dağıtmayı bir vazife olarak addetmişlerdir. Günümüzde kitapları rafları doldurmasına rağmen yine de okunmayan şairlerin Karakoç’tan ders almaları gerekir. Şiirimizin can çekiştiği bir dönemde ortaya çıkarak şiire ivme ve hareket kazandıran Sezai Karakoç, Diriliş dergisini ve aynı adla kurduğu yayınevini şiirin ve genel anlamda İslâmî sanatın emrine sunmuştur. Millî ve manevî duygularla beslenen fikir doktrini etrafında yepyeni bir neslin filizlenmesine zemin hazırlamıştır. Taha’nın Kitabı, Gül Muştusu, Körfez, Şahdamar, Sesler, Zamana Adanmış Sözler, Ayinler, Çeşmeler, Leyla ile Mecnun, Ateş Dansı, Alınyazısı Saati, Monna Rosa, Hızırla Kırk Saat adlı şiir kitapları onun değişik dönemlerde ortaya koyduğu ve her biri kendine mahsus özellikler taşıyan özgün şiir anıtlarıdır. Bunlarda onun keskin çizgilerini ve hayata bakışını kapalı bir şekilde de olsa görebilirsiniz. “Hızırla Kırk Saat” adlı eserinde İslâm tarihine ayna tutan Üstat Karakoç, şiirini faydacı bir anlayışla okuyucunun sesine dönüştürmüştür. Onun imgeleri zordur. Vasat okuyucu ondan çabuk sıkılabilir. Şiirlerini anlamak için belli bir birikim şarttır. Ama imge yumağını bir çözdünüz mü okuması ve fikretmesi bambaşka haz verir insana. Onun şiirlerinde insanımızın asırlardır çekmiş olduğu sancılar ağırlıklı bir yer tutar. Kendisi de Doğu kökenli olduğu için bu yöre insanının yaşama tutunma çabasını ve karşılaştığı maddî ve manevî güçlükleri şiirine yansıtır. Bazı şiirlerinde Doğu-Batı çatışmasını konu edinir. Bunları yaparken şiirin olmazsa olmazlarından taviz vermez; şiirselliği ön planda tutar. O, Doğu kaynaklarından beslenmiş olmasına rağmen Batının fikir ve sanat akımlarına yabancı değildir. Aydın bir insan olmanın getirdiği sorumluluk içerisinde hareket ederek iki farklı medeniyetin analizini ve sentezini yaparak geniş bir yelpaze oluşturmuştur. Çok zengin ve esnek bir dil kullanmıştır eserlerinde. O, dil konusunda hiçbir zaman aşırıya kaçmadı. Eski dilin imkânlarından yararlanırken yeni dilin güzel yanlarına sırtını dönmedi. Bu konuda da denge politikası güttü. Bunu inanarak yaptı ve kelimeleri kullanırken çok titiz davrandı. Kelimelerin milliyeti onun için belirleyici bir unsur olmadı. Şiire yakışanı, iç ahengi sağlayanı tercih etti. Bir sanatkâra da bu yakışırdı. Karakoç’un şiirine biçim açısından da özgünlük hâkimdir. Ne Osmanlı şiirindeki şekil unsurlarına körü kürüne bağlanmış, ne de Batı şiir formlarını olduğu gibi tercih etmiştir. Onun şiiri bunlardan izler taşımasına rağmen tek başına bunların hiçbiri değildir. O bütün şiir geleneklerinden yararlanarak kendi şiir formlarını oluşturmuştur. Onu başkalarından ayıran ve zamana karşı güçlü kılan herhalde her konuda kendi olma çabasıdır. Bu tavır edebiyatta ve genel anlamda sanatta ayakta kalmanın en önemli şartıdır. Karakoç’un şiirlerinde konu zenginliği dikkat çeken unsurlardan biridir. O bazen metafizik kaygılarla alır başını gider, bazen de aşkın deriliklerinde kaybolur. Maddenin sınırlarına hapsolmaz hiçbir zaman… Duygularını dizginlemez ama hissiyatın dağılmasına, başıboş seyretmesine de izin vermez. Coşkuyla hüzün, vuslatla ayrılık, sevgiyle nefret, kâinatı yorumlamadaki derinlikle sığlık iç içedir mısralarında. Birini öbürüne tercih etmez. Bu hususta müdahaleci değildir, her şeyi doğal akışına bırakır. Her mısrada çağın insanının buhranlarına ve genel manada iç dünyasına ayna tutar. O, maziye sığınıp kalmadı hiçbir zaman. Daima dinamik olmayı, geçmişle gelecek arasında köprü kurmayı yeğledi. Zamanı uzun bir süreç olarak gördü ve zamanın bir noktasında kalakalmadı. Metafizik öğeleri kullanması, şiirin imkânlarını zorladıysa da dizeleri kütük kalmaktan kurtardı. Capcanlı, diri ve estetik bir içyapı çıktı ortaya Onun şiirlerinde hecenin zorlayıcı kalıpları yoktur. Serbest şiir yazmasına rağmen hiçbir zaman şiirin iplerini boş bırakmaz, dizginler daima elindedir. Şiirlerindeki iç ahenk, ölçülü ve kafiyeli şiirlerdeki ahengi aratmaz. Hafızalarda kalan şiirler yazması, onun kelimeleri ustalıkla, adeta oya işler gibi dizmesinden kaynaklanır. Onun şiir üzerine söylediği şu sözler bize sanat anlayışıyla ilgili olarak pek çok ipucu verecek değerdedir: “Şair, düşünceyi, ya olağan dışı bir zekâyla donatarak, ya aptallaştırarak kullanır. Yani, anlam, yeni şiirde kendi öz fonksiyonlarını yitirmiştir. Bir uyurgezerdir. Hafızasını kaybetmiştir belki. Şüphesiz şiir mantığı, düz yazı mantığı ile başlar; en az odur. Ama onunla yetinmez; onu, kendi yapısının gereği işlerle yükler. Gerçi yeni şiir, yer yer anlamsızlığı dener. Yer yer anlam boşlukları bırakabilir, anlam tatilleri yapabilir. Ama büsbütün anlamsız şiir düşünülemez. Çünkü şiir mantığı ne kadar değişik olursa olsun, genel mantıktan çıkmadır. Yeni şiirin klasik şiirden farkı, fon olarak, düşüncenin yanı sıra, şuuraltını, davranışları, benliğin en geniş anlamıyla vaziyet alışını da seçmesidir. Yeni şiirin oluşunda zekânın payı eski şiiri kat kat aşkındır gerçi. Ama günümüz şiirinde zekânın hüküm payı, şiiri bağlamaktadır daha çok. Şiirin çıkışı, klasik şiirdeki gibi yalnız zekâdan ötürü değil. Klasik şiir, düşünceyle başlıyor, kafiye ve ölçü ile dinlendiriliyordu. Yeni şiir ise, en az düşünceyle başlıyor, bütün oluş ötesi harekete geçiyor, ancak zekâ ile dinlendiriliyor. Düşünce dediğim, genel mantığa göre düzenlenen ilk kütle.” Sezai Karakoç şairliğinin yanında düşünce adamıdır da… Onun değişik yazılarında Müslümanlığının, taşralılığının, Anadolu’nun sesini yakalayabilirsiniz. O fetihler ve bozgunlar arasında gidip gelen milletinin talihini şu dizelerde dile getirir: “Halkım yalnız iki duyguyu tanıdı Ya birini yaşadı ya öbürünü yaşadı Fetih veya bozgun.” Gerçekten de doğru bir tespittir bu… Tarihimiz bu çizgide gelişmiştir. Zaferlerle coşmuşuz, bozgunlarla yıkılmışız. Genelleme yaparsak zaferlerimiz bozgunlarla kıyaslanamayacak kadar çoktur. Onun için bahtiyar bir millet olduğumuz söylenebilir. Çetin mücadelelerden geçmiştir Sezai Karakoç… Fakat dağ gibi sıkıntılardan yılmamış, üzerlerine gitmiştir. Çok yorulduğu, bunaldığı, kendini yalnız hissettiği zamanlar olmuştur şüphesiz. Gücünün tükendiğini hissettiğinde bile içindeki umut ışığı hiç sönmemiştir. Halk tabiriyle söylemek gerekirse güvendiği dallar çok kere eline gelmiştir. Lâkin o yılmamış, “yılgınlık” tabirini adeta lügatinden silmiştir. Sezai Karakoç her zaman inançlı kesimin çağdaş sesi olmuştur. Bugün bir derviş edasıyla bir köşeye çekilmiş umumî manzarayı temaşa etmektedir. Umarım üretkenliğinden bir şey kaybetmemiştir. Bugün onun sesine ve soluğuna olan ihtiyacımız dünden fazladır. Nice güzel şiirler yazması dileğiyle kendisine Allah’tan uzun ve bereketli bir ömür diliyoruz. Sezai Karakoç ve onun gibi yerli sesler bizim rengimiz, avazımız ve nefesimizdir. Allah onları başımızdan eksik etmesin
ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi maliye bölümü mezunu 2.yeni akımının kurucularından daha sonra yeni islami şiirin öncülerinden oluyor.mona rosa şiiri çok etkileyiçi şiiri şekilsel açısından ikinci yeni şiirine benzesede muhteva açısından ikinçi yeni şiirinden farklı,şiirlerinde aile kavramı türk kültürü ön plana çıkarılıyor. ikinci yeni şiirinin tam tersi bir şiir anlayışı olarak,şiirlerinde anti komünist öğeler ön plana çıkıyor.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim; Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura. Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim, İtimat edeceğim şu belalı yağmura. Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim Asılmış bir adamın iki eli yağmura. Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
begendigim bir sair ve yazar. mona rosayi ilk okudugumda cok etkilenmistim. halada benim icin cok fazla sey ifade eder ve alippp götürür eskilere. zaman ne cabuk geciyor mona saat on ikidir söndü lambalar uyuda turnalar girsin rüyana bakma tuhaf tuhaf göge bu kadar zaman ne cabuk geciyor mona. harbiden daha ötesi yok, sevgideki son nokta :)))
hayatta, beni en çok etkileyen şaairlerin başında gelir kendisi.. Sezai karakoç... mükemmel bi ruhu var.. bi erkek bu kadar güsel ve tam anlatabilirdi aşkı ve de duyguları...
Sezai Karakoçu tanıdığım üniversitenin ilk yıllarında bir şairin beni bu kadar etkileyebilecek ve ruh dünyamdaki benin aksini bu kadar güzel dillendirecek birini tanımış olmaktan ve şiirlerini (Mona Rosa başta olmak üzere) okumaktan çok mutluyum..
Özellikle Mona Rosa'daki şu mısraları
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Bir sevgiyi en iyi anlatan dizeler. Gerçek sevgiler için..
.. ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanım ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
süt içmeye çağırıyorum seni parmaklarımdan kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakima bu sürgünün bir süregi Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layik olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim Günesi bahardan koparip Askin bu en onulmazindan koparip Bir tuz bulutu gibi Savuran yüregime Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yoruldugum ayakkabilarimdan degil Ayaklarimdan belli Lambalar egri Aynalar akrep melegi Zaman çarpilmis atin son hayali Ev miras degil mirasin hayaleti Ey gönlümün dogurdugu Büyüttügü emzirdigi Kus tüyünden Ve kus sütünden Geceler ve gündüzlerde Insanliga anit gibi yükselttigi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün siirlerde söyledigim sensin Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine asikarsin bellisin Kuslar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini Ey gönüllerin en yumusagi en derini Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim
Yillar geçti sapan olumsuz iz birakti toprakta Yildizlara uzanip hep seni sordum gece yarilarinda Çati katlarinda bodrum katlarinda Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba Hep Kanlica'da Emirgan'da Kandilli'nin kursuni safaklarinda Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda Simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layik olmasam da Ey çagdas Kudüs (Meryem) Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha) Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim
Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda Köle gibi satildim pazarlar pazarinda Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda Verilmemis hesaplarin korkusuyla Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layik olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuslardan ne haber vardir Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir Yoktan da vardan da ötede bir Var vardir Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir Sendan ümit kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir Sevgili En sevgili Ey sevgili
Türkiye'nin ve İslâm dünyasının tatile çıktığı tarihten 'ev'e dönebilmesi, uyuduğu 'kış uykusu'ndan uyanarak 'kendine gelebilmesi', silkinerek yeniden ayağa kalkabilmesi, yeniden tarih sahnesindeki onurlu yerini alabilmesi, hakîkî rolünü oynayabilmesi ve kanatlandırıcı bir yürüyüşe öncülük edebilmesi için yaratıcı bir ruha ve kurucu bir iradeye ihtiyacı var; hem de şiddetle. Türkiye'de de İslâm dünyasında da siyasette, kültürde, sanatta, ekonomide ve her şeyden önce ve öte düşünce hayatında dünyanın bile kayıtsız kalamayacağı, tüm dünyaya kanatlandırıcı, ufuk ve çığır açıcı bir ruh üfleyecek böylesi bir yaratıcı ruhun ve kurucu iradenin İslâm olduğu artık karşı konulmaz bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Türkiye'de bize bu yakıcı gerçeği gösteren ve her dâim hatırlatan tek bir kişiden sözetmemiz gerekirse, bu kutlu kişi hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde üstad Sezai Karakoç'tur derim. Ben böyle düşünüyorum düşünmesine ama Sezai Karakoç'un genç kuşaklar tarafından hakettiği ilgiyi görmediğini, Türkiye'deki düşünce hayatı konusunda bir şeyler söyleme makamında olan kişilerce de hakettiği yerin ıslandığını görüyor ve kahroluyorum.
Derslerimde, sohbetlerimde, konferanslarımda muhataplarıma ilk sorduğum sorulardan biri Sezai Karakoç'u ne kadar tanıdıkları sorusu oluyor. Bugüne kadar aldığım cevaplar, beni şoke eden türden cevaplar oldu.
Ben, modernliğin meydan okumasından sonraki son iki-üç asırlık süreçte çıkarabildiğimiz en büyük düşünürlerden biri, belki de birincisi olarak görülmesi gereken Sezai Karakoç'un bütün kuşaklar tarafından iyi tanındığı şeklinde bir kanaate sahiptim... İngiltere'deyken öyle anlar oluyordu ki, geceleri uykum kaçıyor, 'mutlaka üstada gitmem gerekir; hayır arkadaş, derhal toparlan, atla uçağa ve soluğu üstadın yanında al' diyordum kendi kendime... Üstadın zamana ve mekâna meydan okuyan o 'kavrayan duyguyu onaran', 'metafizik ürperti' ve 'metafizik gerilim şartı' aşılayan metinleri, şiirleri, zihnî keşifleri ve yolculukları beni yerimde hop oturtup hop kaldırtıyor, uykularımı alt üst ediyordu...
Ancak İngiltere'den döndüğümde üstadın yılardır bende çaktırdığı kıvılcımların özellikle genç kuşaklarda ve öncekilerinde benzerlerini göremeyince tek kelimeyle yıkıldım. Bu kadar ruhsuzlaşabilecek insanlar mıydık biz?
Ve medeniyet tasavvuru çalışmasına hasbel kader soyununca bütün arkadaşlara işe önce Sezai Karakoç'un külliyatını devirmekle başlamamızın kaçınılmaz olduğunu söyledim.
Bu satırları yazarken bile fena halde tedirgin edici bir hâlet-i ruhiye içinde olduğumu açıkça itiraf etmek zorundayım: Sezai Karakoç'un böyle bir yazıya ihtiyacı var mı? Elbette ki yok... Ben Sezai Karakoç'u hakkıyla anlatabilecek biri olduğumu da pek sanmıyorum.
Ancak yapılması gereken bir şey var: Vefâ borcumu ödemek. Hiç olmazsa bunu yapabilirim; yapmak zorundayım.
Sezai Karakoç, en az iki kuşağın öncülüğünü yapmış bir düşünürdür: Bizden önceki kuşak ve bizim içinde yeraldığımız kuşak. Bu iki kuşak Sezai Karakoç'un diriliş ruhunu ve ilhamını hakkıyla kavrayabildi mi, bundan pek emin değilim. Ama bizden sonraki kuşakların Sezai Karakoç'u daha iyi kavrayabileceğini düşünüyorum: Üstad Necip Fazıl'ın çaktığı, Sezai Karakoç'un tutuşturduğu kıvılcımı, bizden sonraki kuşakların bir 'yitik cennet' icadı, bir 'kıyamet aşısı' aşılaması yapabilecek bir susuzluğa, bir susamışlığa sahip olduğunu görüyorum. Bu kuşağın sahip olduğu susuzluğun, susamışlığın diriliş ruhunun vereceği ilhama, o yaratıcı ruha ve kurucu iradeye diğer kuşaklardan çok daha fazla ihtiyaç hissettiğini, bu ihtiyacı farkettiği an bu kuşağın kutlu atlara binip dört nala koşmaya başlayacağını görüyor gibiyim...
O yüzden bu yeni kuşağın Sezai Karakoç'u çok iyi tanıması gerekiyor; hemen, derhal ve şimdi!
Peki, Sezai Karakoç neden önemli?
Her şeyden önce, Sezai Karakoç, öncü kuşakların öncüsüdür: Dün, bugün ve gelecek öncü kuşakların. Çünkü daha önce özetlemeye çalıştığım 'peygamberî misyon'un tanık, özne ve öncü özelliklerini kişiliğinde, eserlerinde ve eylemlerinde toplayabilen, son iki-üç asırlık zaman diliminin en büyük mütefekkiridir.
Burada 'abarttığımı düşünenler çıkabilir mi acaba? ' diye kendi kendime sormadan edemiyorum. Hayır, abartmıyorum. Zaman geçtikçe bunun abartıyla filan ilgisinin olmadığı daha iyi anlaşılacak...
Sezai Karakoç, vahyi, vahyin kaynağını oluşturduğu İslâm medeniyetini bütün yönleriyle ve boyutlarıyla, bütün incelikleriyle ve derinlikleriyle, bütün pınarlarıyla ve damarlarıyla kavrayabilmiş; çağa yaratıcı bir ruh ve kurucu bir irade üfleyebilecek bir dille sunabilmiş büyük bir mütefekkir, sanatçı, tarih felsefecisi ve estettir: Şeyh Galip'ten sonra Leylâ ve Mecnûn'u yazabilmiş tek sanatçıdır. İbn Haldun'dan sonra İslâm medeniyetinin yüzü aynı anda geçmişe ve geleceğe dönük gramerini çıkarabilmiş tek tarih felsefecisidir.
Bütün bunları mümkün kılan ve İbn Haldun'dan bu yana sadece Sezai Karakoç'un yaptığı bir şey var: Başta hâkim Batı kültürü olmak üzere, insanlık tarihindeki belli başlı gelmiş geçmiş medeniyetlerin sanattan günlük hayatın işleyişine, düşünce ufuklarından tarihî derinliklerine kadar anlam haritalarını ve anlamlandırma pratiklerini özlü bir şekilde çıkarabilmiş, medeniyetlerin destanını yazabilmiş en büyük bilge kişimizdir. Hem çağının; hem de kadîm medeniyetlerin çağlarının tanığı bir bilge kişi.
Üstad Sezai Karakoç'ta İslâm dünyasının çağdaş düşünürlerinde ve öncülerinde gözlenen ufuk darlığının izlerini bile görebilmek, Batılı, özellikle de Marksist literatürün gelip geçici izlerine bile rastlayabilmek imkânsızdır. O yüzden aşıladığı diriliş ruhu ve mayası, çağdaşlarında gözlenen reaksiyoner ve savunmacı marazîleklerle malûl değildir. Bu nedenledir ki, çağdaşlarında gözlenen, ideolojilerin yan ürünü olan selefîliğin yol kesen tuzaklarının, nefes tıkayan bariyerlerinin izlerini, Sezai Karakoç'ta göremezsiniz.
Üstad, dünün, bugünün ve geleceğin kuşaklarının her dâim yeni bir ruh bulabilecekleri, her dâim yeniden kanatlanmalarını mümkün kılabilecek geleceğin çağlarına yön ve şekil verecek, yaratıcı bir ruh ve kurucu bir irade hediye edecek, aynı anda hem fizik, hem de metafizik dünyaların kıvrımlarında, labirentlerinde, derinliklerinde, ufuklarında 'at koşturabilen' hakîkatin sınır tanımaz gücüyle gergef gibi örülen bir medeniyet tasavvuru anıtı armağan etmiştir hepimize: Bize düşen bu anıtı, bütün bir insanlık ülkesine dikebilecek ve bütün insanlığın ülküsü katına yükseltebilecek sarsılmaz ve muhkem yolculuklara çıkmaktır. Hiçbir şeyin, hiçbir şerrin engel olamayacağı, çağları kuşatacak ve kucaklayacak, herkesi sulayacak ve kanatlandıracak yolculuklara çıkabilmek. Bariyerleri birer birer aşarak, herkesin yürüyebileceği koridorlar açabilmek ve herkesin konaklayabileceği kutlu konaklar inşâ edebilmek... '
Ve yalnızlık Sigara külü kadar yalnızlık Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi Sana da Mona Roza taş bebeği bıraktık Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi Senin hatıran kadar yeri büyük ve karanlık Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi Ve yalnızlık...
Mona Roza şiirindeki bir kaç nokta hakkında sorum olacak bilen birileri varsa anlatabilirmi? Geyvenin gülleri.. diye kısım var.Bu geyve sakarya geyve mi? eğer öyle ise bu şiirin sakarya ile alakası nedir?
Ruhumuzun içinde kar yağar Anamızdan doğduğumuz geceden beri Heybemizi emektar makinelere yükleriz Fikirlerimizi tifil vinçlere İri buğday tanelerinin trenleri yürüttügünü bilmeyiz Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız Biz kirli ve temiz çamaşırları Aynı zaman aynı minval üzere katlarız Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk Günahlarım kadar ömrüm vardır Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum Saçlarımı acının elınde unutuyorum Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
... Bilirim bilirim incilden yola çıktınız Ama yolu çabuk şaşırdınız İncilden kendinize bir şeyler katacağınıza Kendinizden incile çok şeyler kattınız Sevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işlediniz Ama sonra tutup mermere taptınız Mermeri kadeh kadeh Bir alacakaranlik gibi içtiniz Sonra kustunuz mermeri Çağlarca kustunuz mermeri
... Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız Ama inandim ki doktorsunuz değilsiniz süryani Doktorsunuz doktordan başka birşey değilsiniz yani
Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı Günlere geldim bunu bana öğretmediniz Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim Bunu bana söylemediniz İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler Bunu bana öğretmediniz Kardeşim İbrahim bana mermer putları Nasıl devireceğimi öğretmişti Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz
...Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim...
...mona roza...nasıl bir aşkla sevmiş..ve bu harikulade şiiri yazmış..
balkon şiirini okuyupta sarsılmayan beri gelsin.çoook iyi...
SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞİİR COĞRAFYASI
M.NİHAT MALKOÇ
Türk şiirinin bereketli pınarlarından birisidir Sezai Karakoç… Şiirimizin tükenmez rezervlerinden biri olan bu onurlu kalemi şiirimizde yer alan grupların birine dâhil etmek zorlama bir gayret olur. Onu İkinci yeni içerisinde ansalar da bu onun şiir dünyasını ifade etmekte yetersiz bir sınıflandırmadır. Doğrusunu söylemek gerekirse o başlı başına bir ekoldür. İkinci Yeni sınıfına dâhil edilenlerin hiçbiri Sezai Karakoç’la aynı dinî inançları paylaşmamaktadır. Bu bile onları aynı safta gösterme gayretlerine engeldir. Onun şiirini ancak şekil açısından İkinci Yeni grubunun içerisinde sayabilirsiniz. İçerik olarak farklı kaynaklardan beslenmişlerdir. Karakoç, Necip Fazıl’ın dünya görüşünden ve üslûbundan etkilenmiş olmasına rağmen şiirleri bambaşka bir renkte ve tattadır. Bu iki şairi bağdaştırmak sadece fikir yönüyle doğrudur.
Diriliş adını verdiği bir fikir kozasını örmekle geçirmiştir ömrünü. Bu koza ilimde, fikirde, sanatta, siyasette, kısaca her alanda ruhların kıyama kalkmasını ifade etmektedir. Öyle ki bir ara aktif siyasetin mücadelesine girişmiş bu kozanın kelebeği… Fakat gayesi politika çarklarından geçip ilerlemek, görüşlerinden taviz vererek bir yerlere gelmek olmadığı için tez zamanda vazgeçmiştir bu çıkmaz yolun kavşağından.
Karakoç, Doğunun haysiyetli çocuğudur. Aslen Diyarbakır’ın Ergani kazasındandır. Çocukluğu ve ilk gençliği bu topraklarda geçmiştir. Onun için dünyaya ve eşyaya hep Doğulu bir gözle bakmıştır hayatı boyunca. Bunun yanında yörenin pek çok hususiyetini taşır karakterinde. İçine kapanıktır, sıkılgan ve kırılgan bir ruh yapısına sahiptir. Kalabalıklardan, övgüden ve ön planda görülmekten rahatsız olur. Şöhretinin onurunu ağız tadıyla yaşayamaz. Ağızlarda dolaşan adını unutturmayı yeğler. Kimliğinin ve şiirinin, adından önde yürümesini tercih eder. Şayet şöhretten hoşlansaydı bugün milletin dilinde dolaşıp dururdu adı.
Sezai Karakoç her yönüyle, eskilerin deyimiyle şahsına münhasır(özgün) bir insandır. Etkisi altında kaldığı isimler olsa da bu onun özgünlüğüne zarar getirmez. Kendi şiir ağını büyük bir gayret ve emekle ören bu büyük şahsiyet, kendisinden sonra gelecek olan sanatkâr ruhlu nesle de güzel bir numune olmuştur.
Onun şiire el attığı yıllarda Türk şiiri kısır bir döngünün sancılarını yaşıyordu. Böyle bir dönemde şiirimize güçlü bir soluk olarak hayat vermiştir. Seven kalplerin yüreğini titreten “Monna Rosa “şiiri uzun yıllar elde çoğaltılarak gönüllerin tercümanı olmuştur. Bu adı taşıyan kitaptaki şiirler çok sonraki yıllarda iki kapak arasına alınarak yayınlanmıştır. Karakoç, Monna Rosa’yı yayınlamamakla sanki okurlarının sevgisini ve samimiyetini test etmiştir. Fakat kendisini sevenler bu şiiri elle veya fotokopi ile çoğaltarak yakın ve uzak çevresindekilere dağıtmayı bir vazife olarak addetmişlerdir. Günümüzde kitapları rafları doldurmasına rağmen yine de okunmayan şairlerin Karakoç’tan ders almaları gerekir.
Şiirimizin can çekiştiği bir dönemde ortaya çıkarak şiire ivme ve hareket kazandıran Sezai Karakoç, Diriliş dergisini ve aynı adla kurduğu yayınevini şiirin ve genel anlamda İslâmî sanatın emrine sunmuştur. Millî ve manevî duygularla beslenen fikir doktrini etrafında yepyeni bir neslin filizlenmesine zemin hazırlamıştır. Taha’nın Kitabı, Gül Muştusu, Körfez, Şahdamar, Sesler, Zamana Adanmış Sözler, Ayinler, Çeşmeler, Leyla ile Mecnun, Ateş Dansı, Alınyazısı Saati, Monna Rosa, Hızırla Kırk Saat adlı şiir kitapları onun değişik dönemlerde ortaya koyduğu ve her biri kendine mahsus özellikler taşıyan özgün şiir anıtlarıdır. Bunlarda onun keskin çizgilerini ve hayata bakışını kapalı bir şekilde de olsa görebilirsiniz. “Hızırla Kırk Saat” adlı eserinde İslâm tarihine ayna tutan Üstat Karakoç, şiirini faydacı bir anlayışla okuyucunun sesine dönüştürmüştür. Onun imgeleri zordur. Vasat okuyucu ondan çabuk sıkılabilir. Şiirlerini anlamak için belli bir birikim şarttır. Ama imge yumağını bir çözdünüz mü okuması ve fikretmesi bambaşka haz verir insana.
Onun şiirlerinde insanımızın asırlardır çekmiş olduğu sancılar ağırlıklı bir yer tutar. Kendisi de Doğu kökenli olduğu için bu yöre insanının yaşama tutunma çabasını ve karşılaştığı maddî ve manevî güçlükleri şiirine yansıtır. Bazı şiirlerinde Doğu-Batı çatışmasını konu edinir. Bunları yaparken şiirin olmazsa olmazlarından taviz vermez; şiirselliği ön planda tutar.
O, Doğu kaynaklarından beslenmiş olmasına rağmen Batının fikir ve sanat akımlarına yabancı değildir. Aydın bir insan olmanın getirdiği sorumluluk içerisinde hareket ederek iki farklı medeniyetin analizini ve sentezini yaparak geniş bir yelpaze oluşturmuştur. Çok zengin ve esnek bir dil kullanmıştır eserlerinde. O, dil konusunda hiçbir zaman aşırıya kaçmadı. Eski dilin imkânlarından yararlanırken yeni dilin güzel yanlarına sırtını dönmedi. Bu konuda da denge politikası güttü. Bunu inanarak yaptı ve kelimeleri kullanırken çok titiz davrandı. Kelimelerin milliyeti onun için belirleyici bir unsur olmadı. Şiire yakışanı, iç ahengi sağlayanı tercih etti. Bir sanatkâra da bu yakışırdı.
Karakoç’un şiirine biçim açısından da özgünlük hâkimdir. Ne Osmanlı şiirindeki şekil unsurlarına körü kürüne bağlanmış, ne de Batı şiir formlarını olduğu gibi tercih etmiştir. Onun şiiri bunlardan izler taşımasına rağmen tek başına bunların hiçbiri değildir. O bütün şiir geleneklerinden yararlanarak kendi şiir formlarını oluşturmuştur. Onu başkalarından ayıran ve zamana karşı güçlü kılan herhalde her konuda kendi olma çabasıdır. Bu tavır edebiyatta ve genel anlamda sanatta ayakta kalmanın en önemli şartıdır.
Karakoç’un şiirlerinde konu zenginliği dikkat çeken unsurlardan biridir. O bazen metafizik kaygılarla alır başını gider, bazen de aşkın deriliklerinde kaybolur. Maddenin sınırlarına hapsolmaz hiçbir zaman… Duygularını dizginlemez ama hissiyatın dağılmasına, başıboş seyretmesine de izin vermez. Coşkuyla hüzün, vuslatla ayrılık, sevgiyle nefret, kâinatı yorumlamadaki derinlikle sığlık iç içedir mısralarında. Birini öbürüne tercih etmez. Bu hususta müdahaleci değildir, her şeyi doğal akışına bırakır. Her mısrada çağın insanının buhranlarına ve genel manada iç dünyasına ayna tutar.
O, maziye sığınıp kalmadı hiçbir zaman. Daima dinamik olmayı, geçmişle gelecek arasında köprü kurmayı yeğledi. Zamanı uzun bir süreç olarak gördü ve zamanın bir noktasında kalakalmadı. Metafizik öğeleri kullanması, şiirin imkânlarını zorladıysa da dizeleri kütük kalmaktan kurtardı. Capcanlı, diri ve estetik bir içyapı çıktı ortaya
Onun şiirlerinde hecenin zorlayıcı kalıpları yoktur. Serbest şiir yazmasına rağmen hiçbir zaman şiirin iplerini boş bırakmaz, dizginler daima elindedir. Şiirlerindeki iç ahenk, ölçülü ve kafiyeli şiirlerdeki ahengi aratmaz. Hafızalarda kalan şiirler yazması, onun kelimeleri ustalıkla, adeta oya işler gibi dizmesinden kaynaklanır. Onun şiir üzerine söylediği şu sözler bize sanat anlayışıyla ilgili olarak pek çok ipucu verecek değerdedir:
“Şair, düşünceyi, ya olağan dışı bir zekâyla donatarak, ya aptallaştırarak kullanır. Yani, anlam, yeni şiirde kendi öz fonksiyonlarını yitirmiştir. Bir uyurgezerdir. Hafızasını kaybetmiştir belki. Şüphesiz şiir mantığı, düz yazı mantığı ile başlar; en az odur. Ama onunla yetinmez; onu, kendi yapısının gereği işlerle yükler. Gerçi yeni şiir, yer yer anlamsızlığı dener. Yer yer anlam boşlukları bırakabilir, anlam tatilleri yapabilir. Ama büsbütün anlamsız şiir düşünülemez. Çünkü şiir mantığı ne kadar değişik olursa olsun, genel mantıktan çıkmadır. Yeni şiirin klasik şiirden farkı, fon olarak, düşüncenin yanı sıra, şuuraltını, davranışları, benliğin en geniş anlamıyla vaziyet alışını da seçmesidir. Yeni şiirin oluşunda zekânın payı eski şiiri kat kat aşkındır gerçi. Ama günümüz şiirinde zekânın hüküm payı, şiiri bağlamaktadır daha çok. Şiirin çıkışı, klasik şiirdeki gibi yalnız zekâdan ötürü değil. Klasik şiir, düşünceyle başlıyor, kafiye ve ölçü ile dinlendiriliyordu. Yeni şiir ise, en az düşünceyle başlıyor, bütün oluş ötesi harekete geçiyor, ancak zekâ ile dinlendiriliyor. Düşünce dediğim, genel mantığa göre düzenlenen ilk kütle.”
Sezai Karakoç şairliğinin yanında düşünce adamıdır da… Onun değişik yazılarında Müslümanlığının, taşralılığının, Anadolu’nun sesini yakalayabilirsiniz. O fetihler ve bozgunlar arasında gidip gelen milletinin talihini şu dizelerde dile getirir:
“Halkım yalnız iki duyguyu tanıdı
Ya birini yaşadı ya öbürünü yaşadı
Fetih veya bozgun.”
Gerçekten de doğru bir tespittir bu… Tarihimiz bu çizgide gelişmiştir. Zaferlerle coşmuşuz, bozgunlarla yıkılmışız. Genelleme yaparsak zaferlerimiz bozgunlarla kıyaslanamayacak kadar çoktur. Onun için bahtiyar bir millet olduğumuz söylenebilir.
Çetin mücadelelerden geçmiştir Sezai Karakoç… Fakat dağ gibi sıkıntılardan yılmamış, üzerlerine gitmiştir. Çok yorulduğu, bunaldığı, kendini yalnız hissettiği zamanlar olmuştur şüphesiz. Gücünün tükendiğini hissettiğinde bile içindeki umut ışığı hiç sönmemiştir. Halk tabiriyle söylemek gerekirse güvendiği dallar çok kere eline gelmiştir. Lâkin o yılmamış, “yılgınlık” tabirini adeta lügatinden silmiştir.
Sezai Karakoç her zaman inançlı kesimin çağdaş sesi olmuştur. Bugün bir derviş edasıyla bir köşeye çekilmiş umumî manzarayı temaşa etmektedir. Umarım üretkenliğinden bir şey kaybetmemiştir. Bugün onun sesine ve soluğuna olan ihtiyacımız dünden fazladır. Nice güzel şiirler yazması dileğiyle kendisine Allah’tan uzun ve bereketli bir ömür diliyoruz. Sezai Karakoç ve onun gibi yerli sesler bizim rengimiz, avazımız ve nefesimizdir. Allah onları başımızdan eksik etmesin
ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi maliye bölümü mezunu 2.yeni akımının kurucularından daha sonra yeni islami şiirin öncülerinden oluyor.mona rosa şiiri çok etkileyiçi şiiri şekilsel açısından ikinci yeni şiirine benzesede muhteva açısından ikinçi yeni şiirinden farklı,şiirlerinde aile kavramı türk kültürü ön plana çıkarılıyor. ikinci yeni şiirinin tam tersi bir şiir anlayışı olarak,şiirlerinde anti komünist öğeler ön plana çıkıyor.
harikaaaaaa....
ne büyük bir şair ne büyük bir insan......
her şiiri ayrı güzelll
siyah güller, ak güller....
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
İtimat edeceğim şu belalı yağmura.
Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
Fikir adami, dava adami, şair
Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir,bir yanda kiraz bahçeleri...
begendigim bir sair ve yazar. mona rosayi ilk okudugumda cok etkilenmistim. halada benim icin cok fazla sey ifade eder ve alippp götürür eskilere.
zaman ne cabuk geciyor mona
saat on ikidir
söndü lambalar
uyuda turnalar girsin rüyana
bakma tuhaf tuhaf göge bu kadar
zaman ne cabuk geciyor mona.
harbiden daha ötesi yok, sevgideki son nokta :)))
SESSIZ MÜZIK
Sen kis günesi misin
Yakarsin isitmazsin
Bir irmagin ortasi yoksa
Seni mi hatirlayacagim
Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemis olmasi için
Ne yapiyorsun
Sizin evin duvarlari tastan
Dumani da mi tastan
Seni kiz arkadaslarindan
Sevinç gözyaslari içinde
Öpen olmayacak mi
Ezberledigin siir
Bekledigin adam
Sezai Karakoç
(Körfez)
hayatta, beni en çok etkileyen şaairlerin başında gelir kendisi..
Sezai karakoç...
mükemmel bi ruhu var..
bi erkek bu kadar güsel ve tam anlatabilirdi aşkı ve de duyguları...
Sezai Karakoçu tanıdığım üniversitenin ilk yıllarında bir şairin beni bu kadar etkileyebilecek ve ruh dünyamdaki benin aksini bu kadar güzel dillendirecek birini tanımış olmaktan ve şiirlerini (Mona Rosa başta olmak üzere) okumaktan çok mutluyum..
Özellikle Mona Rosa'daki şu mısraları
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Bir sevgiyi en iyi anlatan dizeler. Gerçek sevgiler için..
Üstad Necip Fazıl'ın 'ruhumun çocuğu'diye hitap ettiği büyük şair ve dava adamı
o ki çoğundan en muhteşem o
Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine derim başka da bir şey demem.. ne muhteşemdir sonu... 'yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır...'
cok buyuk mutefekkir cok...degeri gun gectikce daha iyi anlasilacak...
..
ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanım
ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
süt içmeye çağırıyorum seni parmaklarımdan
kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan
bu siir inanilmaz birsey....her buyuk sair boyle bir siir yazmak icin herhalde 10 siirini verirdi....
SURGUN ULKEDEN BASKENTLER BASKENTINE
IV
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakima bu sürgünün bir süregi
Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Günesi bahardan koparip
Askin bu en onulmazindan koparip
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüregime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yoruldugum ayakkabilarimdan degil
Ayaklarimdan belli
Lambalar egri
Aynalar akrep melegi
Zaman çarpilmis atin son hayali
Ev miras degil mirasin hayaleti
Ey gönlümün dogurdugu
Büyüttügü emzirdigi
Kus tüyünden
Ve kus sütünden
Geceler ve gündüzlerde
Insanliga anit gibi yükselttigi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün siirlerde söyledigim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in
Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine asikarsin bellisin
Kuslar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini
Ey gönüllerin en yumusagi en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yillar geçti sapan olumsuz iz birakti toprakta
Yildizlara uzanip hep seni sordum gece yarilarinda
Çati katlarinda bodrum katlarinda
Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba
Hep Kanlica'da Emirgan'da
Kandilli'nin kursuni safaklarinda
Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda
Simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Ey çagdas Kudüs (Meryem)
Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha)
Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda
Köle gibi satildim pazarlar pazarinda
Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda
Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda
Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda
Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda
Verilmemis hesaplarin korkusuyla
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuslardan ne haber vardir
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir
Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardir
Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir
O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir
Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir
Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir
Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir
Sendan ümit kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
'
Öncü kuşakların öncüsü: Sezai Karakoç
Türkiye'nin ve İslâm dünyasının tatile çıktığı tarihten 'ev'e dönebilmesi, uyuduğu 'kış uykusu'ndan uyanarak 'kendine gelebilmesi', silkinerek yeniden ayağa kalkabilmesi, yeniden tarih sahnesindeki onurlu yerini alabilmesi, hakîkî rolünü oynayabilmesi ve kanatlandırıcı bir yürüyüşe öncülük edebilmesi için yaratıcı bir ruha ve kurucu bir iradeye ihtiyacı var; hem de şiddetle. Türkiye'de de İslâm dünyasında da siyasette, kültürde, sanatta, ekonomide ve her şeyden önce ve öte düşünce hayatında dünyanın bile kayıtsız kalamayacağı, tüm dünyaya kanatlandırıcı, ufuk ve çığır açıcı bir ruh üfleyecek böylesi bir yaratıcı ruhun ve kurucu iradenin İslâm olduğu artık karşı konulmaz bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Türkiye'de bize bu yakıcı gerçeği gösteren ve her dâim hatırlatan tek bir kişiden sözetmemiz gerekirse, bu kutlu kişi hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde üstad Sezai Karakoç'tur derim. Ben böyle düşünüyorum düşünmesine ama Sezai Karakoç'un genç kuşaklar tarafından hakettiği ilgiyi görmediğini, Türkiye'deki düşünce hayatı konusunda bir şeyler söyleme makamında olan kişilerce de hakettiği yerin ıslandığını görüyor ve kahroluyorum.
Derslerimde, sohbetlerimde, konferanslarımda muhataplarıma ilk sorduğum sorulardan biri Sezai Karakoç'u ne kadar tanıdıkları sorusu oluyor. Bugüne kadar aldığım cevaplar, beni şoke eden türden cevaplar oldu.
Ben, modernliğin meydan okumasından sonraki son iki-üç asırlık süreçte çıkarabildiğimiz en büyük düşünürlerden biri, belki de birincisi olarak görülmesi gereken Sezai Karakoç'un bütün kuşaklar tarafından iyi tanındığı şeklinde bir kanaate sahiptim... İngiltere'deyken öyle anlar oluyordu ki, geceleri uykum kaçıyor, 'mutlaka üstada gitmem gerekir; hayır arkadaş, derhal toparlan, atla uçağa ve soluğu üstadın yanında al' diyordum kendi kendime... Üstadın zamana ve mekâna meydan okuyan o 'kavrayan duyguyu onaran', 'metafizik ürperti' ve 'metafizik gerilim şartı' aşılayan metinleri, şiirleri, zihnî keşifleri ve yolculukları beni yerimde hop oturtup hop kaldırtıyor, uykularımı alt üst ediyordu...
Ancak İngiltere'den döndüğümde üstadın yılardır bende çaktırdığı kıvılcımların özellikle genç kuşaklarda ve öncekilerinde benzerlerini göremeyince tek kelimeyle yıkıldım. Bu kadar ruhsuzlaşabilecek insanlar mıydık biz?
Ve medeniyet tasavvuru çalışmasına hasbel kader soyununca bütün arkadaşlara işe önce Sezai Karakoç'un külliyatını devirmekle başlamamızın kaçınılmaz olduğunu söyledim.
Bu satırları yazarken bile fena halde tedirgin edici bir hâlet-i ruhiye içinde olduğumu açıkça itiraf etmek zorundayım: Sezai Karakoç'un böyle bir yazıya ihtiyacı var mı? Elbette ki yok... Ben Sezai Karakoç'u hakkıyla anlatabilecek biri olduğumu da pek sanmıyorum.
Ancak yapılması gereken bir şey var: Vefâ borcumu ödemek. Hiç olmazsa bunu yapabilirim; yapmak zorundayım.
Sezai Karakoç, en az iki kuşağın öncülüğünü yapmış bir düşünürdür: Bizden önceki kuşak ve bizim içinde yeraldığımız kuşak. Bu iki kuşak Sezai Karakoç'un diriliş ruhunu ve ilhamını hakkıyla kavrayabildi mi, bundan pek emin değilim. Ama bizden sonraki kuşakların Sezai Karakoç'u daha iyi kavrayabileceğini düşünüyorum: Üstad Necip Fazıl'ın çaktığı, Sezai Karakoç'un tutuşturduğu kıvılcımı, bizden sonraki kuşakların bir 'yitik cennet' icadı, bir 'kıyamet aşısı' aşılaması yapabilecek bir susuzluğa, bir susamışlığa sahip olduğunu görüyorum. Bu kuşağın sahip olduğu susuzluğun, susamışlığın diriliş ruhunun vereceği ilhama, o yaratıcı ruha ve kurucu iradeye diğer kuşaklardan çok daha fazla ihtiyaç hissettiğini, bu ihtiyacı farkettiği an bu kuşağın kutlu atlara binip dört nala koşmaya başlayacağını görüyor gibiyim...
O yüzden bu yeni kuşağın Sezai Karakoç'u çok iyi tanıması gerekiyor; hemen, derhal ve şimdi!
Peki, Sezai Karakoç neden önemli?
Her şeyden önce, Sezai Karakoç, öncü kuşakların öncüsüdür: Dün, bugün ve gelecek öncü kuşakların. Çünkü daha önce özetlemeye çalıştığım 'peygamberî misyon'un tanık, özne ve öncü özelliklerini kişiliğinde, eserlerinde ve eylemlerinde toplayabilen, son iki-üç asırlık zaman diliminin en büyük mütefekkiridir.
Burada 'abarttığımı düşünenler çıkabilir mi acaba? ' diye kendi kendime sormadan edemiyorum. Hayır, abartmıyorum. Zaman geçtikçe bunun abartıyla filan ilgisinin olmadığı daha iyi anlaşılacak...
Sezai Karakoç, vahyi, vahyin kaynağını oluşturduğu İslâm medeniyetini bütün yönleriyle ve boyutlarıyla, bütün incelikleriyle ve derinlikleriyle, bütün pınarlarıyla ve damarlarıyla kavrayabilmiş; çağa yaratıcı bir ruh ve kurucu bir irade üfleyebilecek bir dille sunabilmiş büyük bir mütefekkir, sanatçı, tarih felsefecisi ve estettir: Şeyh Galip'ten sonra Leylâ ve Mecnûn'u yazabilmiş tek sanatçıdır. İbn Haldun'dan sonra İslâm medeniyetinin yüzü aynı anda geçmişe ve geleceğe dönük gramerini çıkarabilmiş tek tarih felsefecisidir.
Bütün bunları mümkün kılan ve İbn Haldun'dan bu yana sadece Sezai Karakoç'un yaptığı bir şey var: Başta hâkim Batı kültürü olmak üzere, insanlık tarihindeki belli başlı gelmiş geçmiş medeniyetlerin sanattan günlük hayatın işleyişine, düşünce ufuklarından tarihî derinliklerine kadar anlam haritalarını ve anlamlandırma pratiklerini özlü bir şekilde çıkarabilmiş, medeniyetlerin destanını yazabilmiş en büyük bilge kişimizdir. Hem çağının; hem de kadîm medeniyetlerin çağlarının tanığı bir bilge kişi.
Üstad Sezai Karakoç'ta İslâm dünyasının çağdaş düşünürlerinde ve öncülerinde gözlenen ufuk darlığının izlerini bile görebilmek, Batılı, özellikle de Marksist literatürün gelip geçici izlerine bile rastlayabilmek imkânsızdır. O yüzden aşıladığı diriliş ruhu ve mayası, çağdaşlarında gözlenen reaksiyoner ve savunmacı marazîleklerle malûl değildir. Bu nedenledir ki, çağdaşlarında gözlenen, ideolojilerin yan ürünü olan selefîliğin yol kesen tuzaklarının, nefes tıkayan bariyerlerinin izlerini, Sezai Karakoç'ta göremezsiniz.
Üstad, dünün, bugünün ve geleceğin kuşaklarının her dâim yeni bir ruh bulabilecekleri, her dâim yeniden kanatlanmalarını mümkün kılabilecek geleceğin çağlarına yön ve şekil verecek, yaratıcı bir ruh ve kurucu bir irade hediye edecek, aynı anda hem fizik, hem de metafizik dünyaların kıvrımlarında, labirentlerinde, derinliklerinde, ufuklarında 'at koşturabilen' hakîkatin sınır tanımaz gücüyle gergef gibi örülen bir medeniyet tasavvuru anıtı armağan etmiştir hepimize: Bize düşen bu anıtı, bütün bir insanlık ülkesine dikebilecek ve bütün insanlığın ülküsü katına yükseltebilecek sarsılmaz ve muhkem yolculuklara çıkmaktır. Hiçbir şeyin, hiçbir şerrin engel olamayacağı, çağları kuşatacak ve kucaklayacak, herkesi sulayacak ve kanatlandıracak yolculuklara çıkabilmek. Bariyerleri birer birer aşarak, herkesin yürüyebileceği koridorlar açabilmek ve herkesin konaklayabileceği kutlu konaklar inşâ edebilmek... '
Yusuf Kaplan
Ve yalnızlık
Sigara külü kadar yalnızlık
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi
Sana da Mona Roza taş bebeği bıraktık
Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi
Senin hatıran kadar yeri büyük ve karanlık
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi
Ve yalnızlık...
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim
ustad herseyiyle bambaskadir, tatlidir, ictendir, gayretlidir...onun en cok bu ruya gorur gibi yazmasina hayranim...
'Diriliş ki asadır / Yılanları yutandır / Firavun saltanatı / Yılandır dirilişe'...
21. Yüzyılın en.... aşk şiirinin müellifi.
Mona Roza şiirindeki bir kaç nokta hakkında sorum olacak bilen birileri varsa anlatabilirmi? Geyvenin gülleri.. diye kısım var.Bu geyve sakarya geyve mi? eğer öyle ise bu şiirin sakarya ile alakası nedir?
Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tifil vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttügünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız
SEZAİ KARAKOÇ (Şahdamar)
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elınde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
SEZAİ KARAKOÇ (Kara Yılan)
...
Bilirim bilirim incilden yola çıktınız
Ama yolu çabuk şaşırdınız
İncilden kendinize bir şeyler katacağınıza
Kendinizden incile çok şeyler kattınız
Sevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işlediniz
Ama sonra tutup mermere taptınız
Mermeri kadeh kadeh
Bir alacakaranlik gibi içtiniz
Sonra kustunuz mermeri
Çağlarca kustunuz mermeri
...
Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız
Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız
Ama inandim ki doktorsunuz değilsiniz süryani
Doktorsunuz doktordan başka birşey değilsiniz yani
SEZAİ KARAKOÇ (Doktorun Karşısında)
Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz
SEZAİ KARAKOÇ (Hızırla Kırk Saat)