eskiden vardı gerçekten anlatırdı babam İmam Gazali'nin suyun üzerinde halıyla durduğuna inanırım ve dedelerim (Sultan Şeyhmuz, Pir Hattap ve arkadaşları şeyh Abdulkadir geylani) bunlar efsane değiller çok kerametleri olan evliyalardı Allah dostlarıydı bunlar ama şimdi yok kim şimdi şeyh var seyda var tarikat bilmem ne apaçık yalanlarım insanlar çok bozulmuş........
KAMİL MÜRŞİDİN FARKI Mürşid-i kâmilin diğer insanlardan farkı var mı? Bu fark nereden kaynaklanıyor? Bazı insanlar gerçekten “seçilmiş” olabilir mi? Allah dostu veya mürşid diye tarif edilen bir kimsenin söylendiği gibi olduğunu bilmek mümkün mü? Manevi terbiye için bir mürşid arayanlara bu sorular sık sık sorulmakta. Kur’an-ı Kerim’de, “o da bizim gibi bir insan” kıyaslamasına peygamberler de muhatap olmuştur. İnkârcıların “bizim gibi bir insana uymayız” bahanelerinin elbette bununla bir ilgisi yoktur. Kur’an bir anlamda peygamberlerin ilâhlaştırılmasının önüne geçerken, inkârcılar ise o mübarek insanların büyüklüklerinden habersiz oluşlarını bu tür yargılarıyla göstermişlerdir. Önce şunu belirtelim ki, inkârcıların hepsi aynı seviyede olmadığı gibi, iman edenler de aynı seviyede değildir. Allahu Tealâ insanlar arasından bazılarını seçmiştir. Bunlardan birçoklarını peygamberlikle, bazı kullarını ilim, güzel anlayış, ince kavrayış ve isabetli hüküm verme nimetleri ile süslemiştir. Bazı kullarına mülk, bazı kullarına saltanat vermiştir. Bazı kullarını özel dostluğu için seçmiştir. Bütün bunlar hakikattır; tercih ve taksim Yüce Mevlâ'ya aittir. Allahu Tealâ, peygamberlerine bile farklı dereceler verdiğini, bazısını diğerlerinden üstün kıldığını belirtiyor (İsra/55) . İlâhi huzurda bütün insanlığın temsilcisi, peygamberlerin imamı, Makam-ı Mahmud'un sahibi Efendimiz A.S.’dır. Bilindiği gibi, peygamber olmak için kulun hiçbir etkisi, tercihi ve tasarrufu yoktur. Ancak, velâyet ve irşad vazifesinde Allahu Tealâ'nın tercihi yanında, kulun gayret ve amelinin bir etkisi, değeri ve gereği vardır. Yani, Allahu Tealâ'ya dost olma yolu herkese açıktır. Belki herkes kâmil mürşid olamaz fakat Yüce Mevlâ'ya dostluktan bir nasibi olabilir. ÜSTÜNLÜĞÜN GERÇEK ÖLÇÜSÜ Velâyette ilk nokta imandır. Yüce Allah'a ve 0'nun gönderdiklerine iman eden herkes Allah'ın dostluğu için ilk adımı atmış olur. Bu adımda her mümin ortaktır. Yani her mümin velidir. Ancak bu, veliliğin ilk merhalesidir. Ariflerin belirttiği gibi, iman dairesine girdikten sonra sonsuz velâyet dereceleri, farklı kulluk makamları, birbirinden güzel manevi haller, bitmez tükenmez ilâhi zevkler ve ilimler mevcuttur. Herkesin Allah katındaki derecesi, değeri ve fazileti değişiktir. Her mümin sahip olduğu ilim, amel, yakîn, teslimiyet, marifet, muhabbet, ibadet, hizmet, edeb ve takva ölçüsünde Allah katında sevilir, O’na yakınlık kazanır, ilâhi huzurda kabul görür. Maddi rızıklar gibi manevi rızıklar da farklıdır. Allahu Tealâ dilediği kullarına bol ikram ve ihsanlarda bulunur. Bir kuluna vermediğini, diğerine verir. Bu ilâhi tercihi şu ayetlerden anlıyoruz: 'Baksana, biz insanların bir kısmını diğerine nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük bakımından daha hayırlıdır.' (İsra/20) 'Herkes için yapmış olduğu amellerden dolayı farklı dereceler vardır.' (Ahkâf/19) “Allah sizden iman edenleri yükseltir. Kendilerine ilim verilmiş olanları ise, dereceler ile yükseltir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.' (Mücadele/11) Büyük veli Seyyid Abdulkadir Geylanî K.S. de, 'velâyet halktan değil, Cenab-ı Hak’tan gelir. Veliliği kullar değil Yüce Allah verir' diyerek, bu işte seçimin Yüce Mevlâ'ya ait olduğunu belirtiyor. Görülüyor ki müminler içinde ilim, marifet ve takva sahipleri, diğer müminlerden ileridedir. Alim deyince malumat sahibi değil, marifet sahibi akla gelir. Marifet, Yüce Mevlâ'yı gereğince tanımaktır. Marifetin sonucu edep ve ilâhi aşktır. 'Kulları içinde Allah'tan ancak alim olanlar korkar.' (Fatır/28) ayeti, alimde bulunması gereken en önemli sıfatın edep olduğunu ortaya koymaktadır. 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ' (Zümer/9) ayetiyle diğer insanlardan farklı tutulan alimler, dünyaya değil, Yüce Mevlâ'ya gönül veren ilim ehlidir. Arifler, diğer müminlerle imanda ortaktırlar, fakat ilim, edep ve ilâhi aşkta apayrı bir hale ve dereceye sahiptirler. Gerçek alim, ariftir; işi Hakk’ı tarif etmektir. Kâmil mürşid yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Gönlünü Allah'a veren alime Rabbanî alim denir. Kâmil mürşid Rabbanî alimdir. O, Allahu Tealâ tarafından seçilmiş ve sevilmiş bir kuldur. VELİ OLDUĞU BİLİNENLER Kimin veli olduğunu Allahu Tealâ bilir. Çünkü veliliğin diplomasını Allah verir. Ancak bazı veliler irşadla görevli olduklarından, onlar bellidir. Veli olduklarını, kendileri de bilir, halk da görür. Bazı müminler Yüce Allah'ı sever. Bunlara 'muhib' denir. Bazı müminleri ise Yüce Allah sever, onlara da 'mahbub' denir. Mahbub, Allah'ın sevgilisi demektir. Allah sevdiklerinin gönlünü kendisine çekmiş, onu özel olarak terbiye etmiş, nurları ile süslemiş, rahmetiyle desteklemiştir. Mahbub kulları bütün melekler tanır, sever ve desteklerler. Allahu Tealâ, Kur'an'da müjdelediği gibi (Meryem/96) , salih kullarının sevgisini gönüllere yerleştirir, onları insanlara sevdirir. Bu onların edep ve ilâhi aşkına karşılık verilmiş bir hediye ve açık bir keramettir. Mahbub olan zatların bir kısmı, insanları irşadla görevlendirilir, kendisine hak yolunda imamlık görevi verilir. İcra ettikleri vazife, onların Allah'ın dostu olduğunu gün gibi ortaya koyar. Onlar dilleriyle değil, halleriyle kâmil veli olduklarını ispat ederler. Arifler derler ki: Allah dostu kâmil mürşidlerin diğer insanlardan en önemli farkı, meclisine giren, yüzünü gören, sözünü işiten kimselere Yüce Allah'ı hatırlatmaları ve kalplerini O'na bağlamalarıdır. Kâmil mürşidlerin bir diğer farkı, heybet ve cazibe sahibi olmalarıdır. Kendilerini gören kimse ister istemez hallerinden etkilenir ve kalbi onların tarafına çekilir. MÜRŞİDLERİN SIFATLARI 2 Kamil mürşidler, 'Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve bu hali korumak için sadık kullarımla beraber olun.' (Tevbe/119) ayetiyle tarif edilen sadıklardır. Onlar hak yolda rehberlik yaparlar. Kalpleri Allah'a bağlarlar, zayıflamış imanı tazeler, sönmüş sevgiyi canlandırırlar. Bir ömür boyu dini yaşayarak ihya ederler. Onlara müceddid denir. Gerçek müceddid, herşeyini Yüce Allah'a kurban etmiştir. O'nun boyası ile boyanmıştır. Sözü ve işleri ile Yüce Allah'ın şahididir. Kur'an'da böyle kimselere 'mukarrabun' makamı tahsis edilmiştir. Mukarrabun’un takvada en önde olduğu belirtilmiştir (Vakıa/11-12) . Bu makamdaki kimsenin diğer insanlardan en önemli farkı, içi ve dışıyla Allah adamı olması ve gönlü yanık sadıklara ilâhi aşkı tattırmasıdır. Kur'an'da ilâhi aşkı ve ahlâkı ayakta tutan bu Rabbanî alimlerin 'ulü'l-emr' olduğu bildirilmiştir. Diğer müminlerden de onlara itaat edilmesi istenmiştir. (Nisa/59) Ulü'l-emr, işi üstlenen ve yürüten kimse demektir. Yürütülecek ve görülecek iş Allah'ın işidir. Bu da bütünüyle dindir. Şu halde ulü'l-emr, Allah'ın işini gören, emrini yerine getiren, hizmetini yürüten, dini ihya eden, kulları hakka sevk eden kimsedir. Kur'an'da Allah'a aşık olanlara 'ricalullah' denir. Ricalullah, Allah adamı demektir. Allah adamının en önemli işi zikir, fikir, şükür, hizmet, haya ve ahde vefadır (Nur/37, Ahzab/23) . Kur'an, takvada önde gidenleri pek çok farklı sıfatlarla tanıtmıştır. Sadık, sıddîk, muhsin, muttaki, evliyaullah, ebrar gibi sıfatlar onların ismi gibi zikredilmektedir. İşte bu sıfatlara sahip olan kimseye gerçek peygamber vârisi denir. Onlar, Efendimiz A.S.’la insanlığa sunulan ilâhi sevgiye, rahmete, ilme ve edebe vâristirler. Rasulullah A.S., bu vârislerin Allah katındaki kıymetini ve diğer insanlardan farkını şöyle belirtir: 'Alimin sırf ibadetle meşgul olan kimseye üstünlüğü, benim sanat en düşük seviyedeki kimseye üstünlüğüm gibidir.' Diğer bir hadiste de bu fazilet şu kıyasla ortaya konur: 'Alimin sırf ibadetle meşgul olan kimseye üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.' (Tirmizî) Evet, gece gündüz ilâhi emaneti taşıyan ve Yüce Hakk'ın rızası için yaşayan kâmil mürşidler, taşıdıkları bu ağır yükün kıymeti kadar değerlidirler. Allahu Tealâ onlara yüklediği yük kadar manevi destek, kuvvet, feyiz, nur ve tasarruf yetkisi vermiştir. Onlar, bütün benlikleri ile gerçek zikri çekmektedirler. Yeryüzünde Allah diyen salihler bulunduğu sürece kıyamet kopmayacağına göre, onlar ilâhi zikir ve edeple hem insanları, hem de yeryüzünü harap olmaktan kurtarmaktadırlar. Bunun için bütün alem onlara minnet borçludur. Gafil insanlar, bu gerçeğe gözünü kapasa da, yerdeki ve gökteki diğer varlıklar bunun farkındadır. Çünkü Rasulullah A.S. Efendimiz’in belirttiği gibi, Allahu Tealâ sevdiği bir kulunu yerdeki ve gökteki varlıklara tanıtmaktadır. (Buharî, Müslim) Gökteki melekler, yerdeki varlıklar, sudaki balıklar, yuvasındaki karıncalar kendi dillerince onun için dua ve istiğfar etmektedirler. (Ebu Davud, Tirmizî) Bu, onların Allah dostlarına, karşı sevgisi ve teşekkürüdür. Acaba bizler, Yüce Allah'ın huzurunda bütün insanlığı temsil eden, gafiller adına ağlayan ve yalvaran bu yüksek şahsiyetlere neden teşekkür edemiyoruz? Salih kullar, Rabbanî alimler, ahirette şefaat etme şerefine de sahiptirler. Onların farkı, dünyada olduğu gibi ahirette de görülecektir. Onları Allah için sevenlerin hediyesi Allah'ın dostluğu, rahmeti ve cennetidir. Yüce Rabbimiz mahşerde şöyle buyuracaktır: 'Benim rızam için birbirini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bu günde onlar kendi rahmet imde olacaklar.' (Müslim) MÜRŞİDİ TANIMANIN KOLAY YOLU Allah aşkını hedefleyen tasavvufu tanımak için tatmak gerekir. Nasıl bir tatlıya uzaktan bakmakla veya sırf tarifini okumakla tadı anlaşılamazsa, manevi halleri tatmak da ona ulaşmakla olur. Ulaşmak, yaklaşmakla başlar. Yaklaşmayan yabancı kalır. Yabancı kalan, o şeyin cahili olur. Bir kimse, hem cahil hem de edebi eksik olursa, onun iyi diye yaptığı çoğu şey bile yıkım ve fesat olur. En kötü cahil ise bildiğini zanneden, fakat gerçekte bilmeyendir. Edepli cahil, edepsiz okumuştan daha kârlıdır. Çünkü edepli olan, susmasını bilir. Susmakta pek çok hayır vardır. Fakat içinde edep olmayan sözde ve işte hiçbir hayır yoktur. Aksine zarar çoktur. Kâmil mürşidi tanımak için, onunla aynı yolu, edebi, zikri, fikri, hizmeti, ibadeti sevgiyi bir derece paylaşmak gerekir. Mürşide teslim olmayan tabi olmaz. Tabi olmayan, onu lâyıkıyla tanıyamaz. Tanımayan sevmez. Sevmeyen bilmez. Bilmeyen onun hakkında şahitlik edemez. Onlar hakkında bilmeden konuşanlar, övseler de yerseler de haksızlık etmiş olurlar. İkisi de mürşidin hakkını zayi eder. Veliyi tanımadan kötüleyen kimse inkâra, metheden kimse ifrata düşer. İnkâr zulüm, ifrat ziyandır. İkisi de haramdır. MÜRŞİDİ ÖVMEDE ÖLÇÜ Müridin işi, mürşidinin hangi makamda olduğunu bilmek değildir. Mürşide makamı mürid değil, Allah verir. Sevgi ve sözünde haddi aşanlar, yüceltmek istedikleri kimseye iltifat edeyim derken ihanet ederler. Hiç kimseye velilerin derecelerini bilmek vazife değildir. Veliyi sevmek, yolunca gitmek demektir. Sevgi iddia değil, ispat ister. Bir velinin büyük bir kutup olması, kendisine inanmayan veya uymayan kimseyi kurtarmaz. Mürşid kendisine methiyeler yazılmasını değil, Allah için uyulmasını ister. Hz Peygamber A.S.'ın şu ikazları herkesi uyarmak ve dengede tutmak için yeterlidir: 'Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı batıl yere methettikleri ve ilâh derecesine yükselttikleri gibi, beni yüceltmeye kalkmayın. Ben ancak bir kulum. Bana Allah'ın kulu ve rasulü deyin.' (Buharî, Darimî, Ahmed) 'Ey insanlar! Sözünüzü dikkatli söyleyin. Sakın şeytan sizi basit şeylere sevketmesin. Ben, Abdullahın oğlu Muhammed ve Allah'ın rasulüyüm. Vallahi sizin beni Allah'ın yücelttiğinden daha yükseğe çıkarmanızı sevmem.' (Ahmed, Nesaî) KENDİ DİLLERİNDEN ONLARIN HALİ Büyük veli Hakim et-Tirmizî K.S, irşadla görevli Allah dostlarının çok özel hallerinden bazılarını şöyle anlatır: 'Ehlullahın bir kısmı, en yüksek velâyet derecesine sahip olur. Bu kimse, Allahu Tealâ'nın kendisini özel dostluğuna seçtiği ve bu yolda kullandığı bir kuldur. O devamlı Allah ile beraberdir, O’nun himayesinde hareket eder. Allah ile konuşur, Allah ile görür, Allah ile alır, Allah ile verir. Allahu Tealâ onunla kullarını terbiye eder. Onun nazarı ile ölü kalpleri diriltir, onu vesile ederek halkı kendi yoluna çevirir. Onunla ilâhi ahlâkı ve adaleti ayakta tutar. Bu kimse devamlı Yüce Rabbini sena ve yüceltmekle meşgul olur. Rasulullah A.S. onunla Allah'ın huzurunda övünür, sevinir. Allah onu nefsini görmekten ve kendisine güvenmekten korur. Bu haliyle onun sözü kalpleri Allah'a bağlar. Görülmesi nefislere şifa verir. Onun bir insana teveccühü ve yakınlığı kötü huyları temizler. O herkese fayda veren bir rahmet bulutudur. Hak ile batılın arasını ayırt eder. O sıddıktır, hak adamıdır. Allah'ın has dostudur, ariftir. İlhama mazhardır.' (Nevadiru'I-Usul, I, 339) Böyle bir insana kimin ihtiyacı yoktur?
kardeşlerim lütfen yanlış kelimeller yazmıyallım.ben bidefa gittim zarar görmedim daha çok faydasını gördüm orda doğru yolu gösterdiller oraya gitmeseydim şimdi kimbillir nerdeydim lütfen şeyhin hakında kötü şeyler yazmıyallım onun kapısı bambaşka bir akpıdır.gitmeyenller boş konuşmasın ben oraya gitmeseydim benim yuvam dağılacaktı.gitmeyenlere tavsiye ederim gördüyünüzde bunları yazdıklarrınıza pişman ollacaksınız.
adam aldatmanın en kolay yolu.şey kisbesine bürünme. sanki şey olmak gerçek manad çok kolay gibi son zamanlarda mantar gibi çoğalmaya başladı. geçek şeyhler herhalde şurdan görünmeden bir geçsem demek zorunda kalıyor.
Aşiret Nikli Kardesim.. Ben Menzil Sofisi Biriyim.Adıyamanda Asrımızın İrşad Kutuplarından Gavs-i Sani Seyyid Abdulbaki Hazretleri bulunmaktadır.Kendisi Bilvanis Seyyidlerindendir.Kendisini Ahmed el-Haznevi Muhammed Diyauddin hz. gibi Mürşidler Müjdelemiş Bi Mürşidi Kamildir. Ben sanaa o kadar gönülden gidip görmeni ve istifade etmeni isterimki.. İstersen seni sitemize bekleriz orada yeterince bilgi var. Menzilistan.Net ' Dostun Nefesi '
şeyh nedir tam anlamı ile cevablarsanız sevinirim bir de şu anki adıyaman menzilde yaşayan gavs şeyh seyyid abdulbaki bilvanisi ile ilgili bilgi verebilirmisiniz bu kişiyi ziyaret etmeyi düşünüyorum ondan dolayı gitmeden önce sağlıklı bilgi almak istiyorum
şeyh arapçada ihtiyar,yaşlı kise anlamına gelir.ıstılah olarak tasavvufta ise; bir yolun,ekolün büyüğü anlamına geliyor.Tarikatte müridlerden sorumlu önder olan şeyhlik evliyalıkla aynı şeydir.mürşid-i kamiller deyince akla şeyhler gelir.Zaten evliya olarak bilinen zatlar bir tarikatın şeyhidirler.Örnek olarak,Mevlana celalledin-i rumi(mevlevi tarikatı) ,Somuncu baba(kadiri tarikatı) ,yunus emre(yesevi tarikatı) ,Ebul hüda efendi(rufai tarikatı) ,Aziz mahmud hüdai(celveti tarikatı) ,nizazi-i mısri(halveti tarikatı) ....v.s.. kısacası insanları irşad eden mürşidlerin hepsi bir tarikatın şeyhidirler.Ama zamanımızda bu yüce kisve altına girip insanları kandıran maneviyat hırsızlarının sayısı bir hayli artmış durumda...Ne diyelim Cenabı hak cümlemizi nakıs şeyhlerden korusun....
Satıyor dağıtıyoruz İndirim var şeriattan Şirk kartına binbir taksit Kolay cennet şeyhimizden Gel ey vatandaş gel bize Ne kullar getirdik dize Din dağıtır yaza boza Tasaddukçu[2] şeyhlerim var.
Münadiler tef dümbelek Savtın âvazın çınlatır Kulak ver düşünmeyerek Tasavvutçu[3] şeyhlerim var.
Bir dergahın duldasında Bir söğüdün gölgesinde Cahillerin ülkesinde Tasayyufçu[4] şeyhlerim var.
Her biri bir yana çeker En doğrusu bizimki der Ümmet bölük pörçük olmuş Tasannufçu[5] şeyhlerim var.
Bozuk para gibi harcar Müridlerin gayretini Dünya ukba işlerini Tasarrufçu[6] şeyhlerim var.
Diktatörler ona muhtaç Tutar halkın iplerini Devletçilerin emrinde Tasallutçu[7] şeyhlerim var.
Ben Allahım diyen ermiş Enel hak diyen gebermiş Ne müşrikler yetiştirmiş Teberrükçü[8] şeyhlerim var.
Bid’atları çakmak taşı Tutturur çimeni yaşı Sen de kurut ıslak başı Tasavvuhçu[9] şeyhlerim var.
Gel bir sürek avı ile Kaza okuna hedef ol Ava gideni avlayan Tasayyudçu[10] şeyhlerim var.
Yüzyılların geleneği Erene her şey mubahtır Saygıdeğer Hint ineği Tasavvufçu[11] şeyhlerim var.
[1] İsra suresi 61-64 [2] Sadaka veren [3] Çağırıcı [4] Yazlıkçı, tatilci [5] Zorla sınıflara ayıran [6] Sarfedici, sarfetme idaresi edinde olan [7] Musallat olan, tahakkümane hareket eden. [8] Uğurlu ve mübarek olduğuna inanılan, inandıran [9] Yaş otu kurutan [10] Avlayıcı
yaşlı adam,bir toplumun ileri genleni... tarikatlarda lider... şeyh edebalı(özde) şeyh bedrettin(özde) şeyh sezar(sözde) şeyh baykal(sözde) şeyh perinçek(sözde)
********** ithafı madum yazılarım.. bir zamanlar şeyhim vardı.. ************** O sessiz cennetten.. bu alçak topraklara senin peşinden geldim.. izlerini binlerce yıl taş, kış dinlemeden yalınayak takip ettim.. hep ardınsıra geldim.. beni tutmak.. engellemek isteyenler oldu.. senden öğrendiğim kötü sözleri yüzlerine vurdum.. kötüye kötü.. dişe diş.. dişlerimi biledim mesih değildim.. bu yüzden beklenmeliydi benden bileniş..
yürüdüm.. koştum.. süründüm ardından beni çeken neydi sana..?
göze göz.. ama hangi göz karşılardı gözlerinin kefaretini..?
ve hangileri aynı topraktan yaratılmıştı seninle?
peşinden geldim.. çünkü seziyordum sendeki sırrı peşinden geldim.. çünkü yakine ermemişti daha zan ..
sıradan değildin.. haşa
gidilmesi gerekiyordu.. ama sen durdun durduğunda anladım ki.. durmak gerekmekte..
durdun ve meskenini hazırladın..
meskenin bitmek üzereydi.. mahirdin.. hiçbir marangoz su dökemezdi eline.. zaten ben de izin vermezdim.. kapıyı takmana yardımcı oldum.. ihtiyacın yoktu oysa yardımıma.. ayak bileklerine çarptı kapı.. yorgundum iyi tutamıyordum..
durdum.. öylece baktım gözlerine.. gözlerini kaçırmadın hayır tenezzül etmedin sadece..
ben anlayamadım sebepleri sormaktan hicap ettim.. başımı öne eğip bekledim..
dostlarım.. bir süre sonra ansızın ağırlaştı beklentim çünkü kınandım.. inanmıyorsunuz.. ama haksızca kınadı beni.. (kınanmayı hak ettiğimi kimse ben kadar bilmezdi gerçi) Kapıyı neden tutamadın ardımsıragelen çocuk.. neden tutamadın? Sustum.. şaşırdım.. gözlerini kıstı.. dedi ki: bunca yıl ne için yürüdüğümü sanıyordun ey çocuk? konuşmam gerekiyordu.. duraksadım.. tam konuşmak için ağzımı açmıştım ki konuşturmadı... yine kendisi konuştu.. bir evim olsun istedim.. en uygun yer buraydı.. hiçbirşey için zorlamadım seni.. sendin deliler gibi peşim sıra gelen.. inanmak istediklerine inanan.. ama Allah var hoşuma gidiyordu gelişin.. çıkarmadım sesimi...
yoruldum: zira o, kapıyı yüzüme kapadı..
bir süre daha bekledim.. istedim ki ruhumu kapısına döküp gideyim.. iki yakasından tutup sarsayım benden istiane aldığı kapıyı.. o uygun yerdeki evini başına kalbine yıkayım..
gitmedim.. bir süre daha bekledim.. kararsızdım gidemedim
bilseydim giderdim.. iman etmeseydim bir an durmaz giderdim.. nihayetinde gittim.. yaktım imanımı ve gittim ama hiç bilemedim gideni...
Bir padişah yeni tahta çıktığı zaman bütün İstanbul meşayihi kendisini ziyarete, tebrike gidiyorlar. Biraz sohbet edelim, şerbetler, helvalar… Bir ara aklından geçirmiş padişah, bunların içinde en büyüğü hangisi acaba diye. Dağılırlarken vedâlaşma için tekrar musafaha edildiğinde, şeyhin biri padişahın kulağına yanaşmış: ”en küçüğünü göster en büyüğünü göstereyim.” demiş.
Araç telefonundan arıyorum... Şeyh: Esselamun vs. vs. Ben: Ben efendimle görüşmek istemiştim. Şeyh: Benim işte Ben: Pardon sesiniz bir anda çok genç geldi de. Şeyh: (Gülüyor gibi oluyor sesi kendi sesine dönüyor) Benim Ben: Ben tarikattan ayrılmak istiyorum Şeyh: Neden, ne kötülüğümüzü gördün? Ben: Hayır sizin bir kötülüğünüzü görmedim. Bilakis siz iyi birisiniz. Fakat çevrenizdekiler... Şeyh:. Ben: Çevrenizdekiler günde 24 saat sizi anıyor size dua ediyor. Sizden medet umuyor. Bir kere olsun Allah dediklerini duymadım. Tekke de bile ibadetlerini size dönerek yapıyor.. Şeyh: Sen anlayamamışsın. Sen yanlış anlamışsın. Sen rabıtana devam ediyor musun bakayım? Ben: Rabıta? Şeyh: Rabıta almadın mı sen? Ben: Ha ders! evet derslerimi yapıyorum. Ama ben çevrenizdekilerin tutumunu beğenmiyorum. Ayrılmak istiyorum. Şeyh: Bak sen anlayamamışsın. Ben: Hayır ben ayrılmak istiyorum. Gördüklerimi beğenmedim.. Şeyh: Anlayamamışsın! ama sen bilirsin. Ben: Teşekkür ederim..
arkDASLAR KISACA ŞEYH İN NE OLDUGUNU YAZARMISINIZ
eskiden vardı gerçekten anlatırdı babam
İmam Gazali'nin suyun üzerinde halıyla durduğuna inanırım ve dedelerim (Sultan Şeyhmuz, Pir Hattap ve arkadaşları şeyh Abdulkadir geylani) bunlar efsane değiller çok kerametleri olan evliyalardı Allah dostlarıydı bunlar
ama şimdi yok kim şimdi şeyh var seyda var tarikat bilmem ne apaçık yalanlarım insanlar çok bozulmuş........
slm.şahin kardeşimize çok teşekkür ediyorum.şeyhin tarifini en güzel şekilde yapmış bulunmakta.'allah ondan razı olsun.
KAMİL MÜRŞİDİN FARKI
Mürşid-i kâmilin diğer insanlardan farkı var mı? Bu fark nereden kaynaklanıyor? Bazı insanlar gerçekten “seçilmiş” olabilir mi? Allah dostu veya mürşid diye tarif edilen bir kimsenin söylendiği gibi olduğunu bilmek mümkün mü?
Manevi terbiye için bir mürşid arayanlara bu sorular sık sık sorulmakta.
Kur’an-ı Kerim’de, “o da bizim gibi bir insan” kıyaslamasına peygamberler de muhatap olmuştur. İnkârcıların “bizim gibi bir insana uymayız” bahanelerinin elbette bununla bir ilgisi yoktur. Kur’an bir anlamda peygamberlerin ilâhlaştırılmasının önüne geçerken, inkârcılar ise o mübarek insanların büyüklüklerinden habersiz oluşlarını bu tür yargılarıyla göstermişlerdir.
Önce şunu belirtelim ki, inkârcıların hepsi aynı seviyede olmadığı gibi, iman edenler de aynı seviyede değildir. Allahu Tealâ insanlar arasından bazılarını seçmiştir. Bunlardan birçoklarını peygamberlikle, bazı kullarını ilim, güzel anlayış, ince kavrayış ve isabetli hüküm verme nimetleri ile süslemiştir. Bazı kullarına mülk, bazı kullarına saltanat vermiştir. Bazı kullarını özel dostluğu için seçmiştir. Bütün bunlar hakikattır; tercih ve taksim Yüce Mevlâ'ya aittir.
Allahu Tealâ, peygamberlerine bile farklı dereceler verdiğini, bazısını diğerlerinden üstün kıldığını belirtiyor (İsra/55) . İlâhi huzurda bütün insanlığın temsilcisi, peygamberlerin imamı, Makam-ı Mahmud'un sahibi Efendimiz A.S.’dır.
Bilindiği gibi, peygamber olmak için kulun hiçbir etkisi, tercihi ve tasarrufu yoktur. Ancak, velâyet ve irşad vazifesinde Allahu Tealâ'nın tercihi yanında, kulun gayret ve amelinin bir etkisi, değeri ve gereği vardır. Yani, Allahu Tealâ'ya dost olma yolu herkese açıktır. Belki herkes kâmil mürşid olamaz fakat Yüce Mevlâ'ya dostluktan bir nasibi olabilir.
ÜSTÜNLÜĞÜN GERÇEK ÖLÇÜSÜ
Velâyette ilk nokta imandır. Yüce Allah'a ve 0'nun gönderdiklerine iman eden herkes Allah'ın dostluğu için ilk adımı atmış olur. Bu adımda her mümin ortaktır. Yani her mümin velidir. Ancak bu, veliliğin ilk merhalesidir.
Ariflerin belirttiği gibi, iman dairesine girdikten sonra sonsuz velâyet dereceleri, farklı kulluk makamları, birbirinden güzel manevi haller, bitmez tükenmez ilâhi zevkler ve ilimler mevcuttur. Herkesin Allah katındaki derecesi, değeri ve fazileti değişiktir. Her mümin sahip olduğu ilim, amel, yakîn, teslimiyet, marifet, muhabbet, ibadet, hizmet, edeb ve takva ölçüsünde Allah katında sevilir, O’na yakınlık kazanır, ilâhi huzurda kabul görür. Maddi rızıklar gibi manevi rızıklar da farklıdır. Allahu Tealâ dilediği kullarına bol ikram ve ihsanlarda bulunur. Bir kuluna vermediğini, diğerine verir. Bu ilâhi tercihi şu ayetlerden anlıyoruz:
'Baksana, biz insanların bir kısmını diğerine nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük bakımından daha hayırlıdır.' (İsra/20)
'Herkes için yapmış olduğu amellerden dolayı farklı dereceler vardır.' (Ahkâf/19)
“Allah sizden iman edenleri yükseltir. Kendilerine ilim verilmiş olanları ise, dereceler ile yükseltir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.' (Mücadele/11)
Büyük veli Seyyid Abdulkadir Geylanî K.S. de, 'velâyet halktan değil, Cenab-ı Hak’tan gelir. Veliliği kullar değil Yüce Allah verir' diyerek, bu işte seçimin Yüce Mevlâ'ya ait olduğunu belirtiyor.
Görülüyor ki müminler içinde ilim, marifet ve takva sahipleri, diğer müminlerden ileridedir. Alim deyince malumat sahibi değil, marifet sahibi akla gelir. Marifet, Yüce Mevlâ'yı gereğince tanımaktır. Marifetin sonucu edep ve ilâhi aşktır. 'Kulları içinde Allah'tan ancak alim olanlar korkar.' (Fatır/28) ayeti, alimde bulunması gereken en önemli sıfatın edep olduğunu ortaya koymaktadır. 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ' (Zümer/9) ayetiyle diğer insanlardan farklı tutulan alimler, dünyaya değil, Yüce Mevlâ'ya gönül veren ilim ehlidir. Arifler, diğer müminlerle imanda ortaktırlar, fakat ilim, edep ve ilâhi aşkta apayrı bir hale ve dereceye sahiptirler. Gerçek alim, ariftir; işi Hakk’ı tarif etmektir. Kâmil mürşid yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Gönlünü Allah'a veren alime Rabbanî alim denir. Kâmil mürşid Rabbanî alimdir. O, Allahu Tealâ tarafından seçilmiş ve sevilmiş bir kuldur.
VELİ OLDUĞU BİLİNENLER
Kimin veli olduğunu Allahu Tealâ bilir. Çünkü veliliğin diplomasını Allah verir. Ancak bazı veliler irşadla görevli olduklarından, onlar bellidir. Veli olduklarını, kendileri de bilir, halk da görür.
Bazı müminler Yüce Allah'ı sever. Bunlara 'muhib' denir. Bazı müminleri ise Yüce Allah sever, onlara da 'mahbub' denir. Mahbub, Allah'ın sevgilisi demektir. Allah sevdiklerinin gönlünü kendisine çekmiş, onu özel olarak terbiye etmiş, nurları ile süslemiş, rahmetiyle desteklemiştir. Mahbub kulları bütün melekler tanır, sever ve desteklerler.
Allahu Tealâ, Kur'an'da müjdelediği gibi (Meryem/96) , salih kullarının sevgisini gönüllere yerleştirir, onları insanlara sevdirir. Bu onların edep ve ilâhi aşkına karşılık verilmiş bir hediye ve açık bir keramettir.
Mahbub olan zatların bir kısmı, insanları irşadla görevlendirilir, kendisine hak yolunda imamlık görevi verilir. İcra ettikleri vazife, onların Allah'ın dostu olduğunu gün gibi ortaya koyar. Onlar dilleriyle değil, halleriyle kâmil veli olduklarını ispat ederler.
Arifler derler ki: Allah dostu kâmil mürşidlerin diğer insanlardan en önemli farkı, meclisine giren, yüzünü gören, sözünü işiten kimselere Yüce Allah'ı hatırlatmaları ve kalplerini O'na bağlamalarıdır. Kâmil mürşidlerin bir diğer farkı, heybet ve cazibe sahibi olmalarıdır. Kendilerini gören kimse ister istemez hallerinden etkilenir ve kalbi onların tarafına çekilir.
MÜRŞİDLERİN SIFATLARI 2
Kamil mürşidler, 'Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve bu hali korumak için sadık kullarımla beraber olun.' (Tevbe/119) ayetiyle tarif edilen sadıklardır. Onlar hak yolda rehberlik yaparlar. Kalpleri Allah'a bağlarlar, zayıflamış imanı tazeler, sönmüş sevgiyi canlandırırlar. Bir ömür boyu dini yaşayarak ihya ederler. Onlara müceddid denir. Gerçek müceddid, herşeyini Yüce Allah'a kurban etmiştir. O'nun boyası ile boyanmıştır. Sözü ve işleri ile Yüce Allah'ın şahididir. Kur'an'da böyle kimselere 'mukarrabun' makamı tahsis edilmiştir. Mukarrabun’un takvada en önde olduğu belirtilmiştir (Vakıa/11-12) . Bu makamdaki kimsenin diğer insanlardan en önemli farkı, içi ve dışıyla Allah adamı olması ve gönlü yanık sadıklara ilâhi aşkı tattırmasıdır.
Kur'an'da ilâhi aşkı ve ahlâkı ayakta tutan bu Rabbanî alimlerin 'ulü'l-emr' olduğu bildirilmiştir. Diğer müminlerden de onlara itaat edilmesi istenmiştir. (Nisa/59) Ulü'l-emr, işi üstlenen ve yürüten kimse demektir. Yürütülecek ve görülecek iş Allah'ın işidir. Bu da bütünüyle dindir. Şu halde ulü'l-emr, Allah'ın işini gören, emrini yerine getiren, hizmetini yürüten, dini ihya eden, kulları hakka sevk eden kimsedir.
Kur'an'da Allah'a aşık olanlara 'ricalullah' denir. Ricalullah, Allah adamı demektir. Allah adamının en önemli işi zikir, fikir, şükür, hizmet, haya ve ahde vefadır (Nur/37, Ahzab/23) .
Kur'an, takvada önde gidenleri pek çok farklı sıfatlarla tanıtmıştır. Sadık, sıddîk, muhsin, muttaki, evliyaullah, ebrar gibi sıfatlar onların ismi gibi zikredilmektedir.
İşte bu sıfatlara sahip olan kimseye gerçek peygamber vârisi denir. Onlar, Efendimiz A.S.’la insanlığa sunulan ilâhi sevgiye, rahmete, ilme ve edebe vâristirler. Rasulullah A.S., bu vârislerin Allah katındaki kıymetini ve diğer insanlardan farkını şöyle belirtir:
'Alimin sırf ibadetle meşgul olan kimseye üstünlüğü, benim sanat en düşük seviyedeki kimseye üstünlüğüm gibidir.'
Diğer bir hadiste de bu fazilet şu kıyasla ortaya konur:
'Alimin sırf ibadetle meşgul olan kimseye üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.' (Tirmizî)
Evet, gece gündüz ilâhi emaneti taşıyan ve Yüce Hakk'ın rızası için yaşayan kâmil mürşidler, taşıdıkları bu ağır yükün kıymeti kadar değerlidirler. Allahu Tealâ onlara yüklediği yük kadar manevi destek, kuvvet, feyiz, nur ve tasarruf yetkisi vermiştir.
Onlar, bütün benlikleri ile gerçek zikri çekmektedirler. Yeryüzünde Allah diyen salihler bulunduğu sürece kıyamet kopmayacağına göre, onlar ilâhi zikir ve edeple hem insanları, hem de yeryüzünü harap olmaktan kurtarmaktadırlar. Bunun için bütün alem onlara minnet borçludur.
Gafil insanlar, bu gerçeğe gözünü kapasa da, yerdeki ve gökteki diğer varlıklar bunun farkındadır. Çünkü Rasulullah A.S. Efendimiz’in belirttiği gibi, Allahu Tealâ sevdiği bir kulunu yerdeki ve gökteki varlıklara tanıtmaktadır. (Buharî, Müslim) Gökteki melekler, yerdeki varlıklar, sudaki balıklar, yuvasındaki karıncalar kendi dillerince onun için dua ve istiğfar etmektedirler. (Ebu Davud, Tirmizî) Bu, onların Allah dostlarına, karşı sevgisi ve teşekkürüdür. Acaba bizler, Yüce Allah'ın huzurunda bütün insanlığı temsil eden, gafiller adına ağlayan ve yalvaran bu yüksek şahsiyetlere neden teşekkür edemiyoruz?
Salih kullar, Rabbanî alimler, ahirette şefaat etme şerefine de sahiptirler. Onların farkı, dünyada olduğu gibi ahirette de görülecektir. Onları Allah için sevenlerin hediyesi Allah'ın dostluğu, rahmeti ve cennetidir. Yüce Rabbimiz mahşerde şöyle buyuracaktır: 'Benim rızam için birbirini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bu günde onlar kendi rahmet imde olacaklar.' (Müslim)
MÜRŞİDİ TANIMANIN KOLAY YOLU
Allah aşkını hedefleyen tasavvufu tanımak için tatmak gerekir. Nasıl bir tatlıya uzaktan bakmakla veya sırf tarifini okumakla tadı anlaşılamazsa, manevi halleri tatmak da ona ulaşmakla olur. Ulaşmak, yaklaşmakla başlar. Yaklaşmayan yabancı kalır. Yabancı kalan, o şeyin cahili olur. Bir kimse, hem cahil hem de edebi eksik olursa, onun iyi diye yaptığı çoğu şey bile yıkım ve fesat olur. En kötü cahil ise bildiğini zanneden, fakat gerçekte bilmeyendir. Edepli cahil, edepsiz okumuştan daha kârlıdır. Çünkü edepli olan, susmasını bilir. Susmakta pek çok hayır vardır. Fakat içinde edep olmayan sözde ve işte hiçbir hayır yoktur. Aksine zarar çoktur.
Kâmil mürşidi tanımak için, onunla aynı yolu, edebi, zikri, fikri, hizmeti, ibadeti sevgiyi bir derece paylaşmak gerekir. Mürşide teslim olmayan tabi olmaz. Tabi olmayan, onu lâyıkıyla tanıyamaz. Tanımayan sevmez. Sevmeyen bilmez. Bilmeyen onun hakkında şahitlik edemez. Onlar hakkında bilmeden konuşanlar, övseler de yerseler de haksızlık etmiş olurlar. İkisi de mürşidin hakkını zayi eder. Veliyi tanımadan kötüleyen kimse inkâra, metheden kimse ifrata düşer. İnkâr zulüm, ifrat ziyandır. İkisi de haramdır.
MÜRŞİDİ ÖVMEDE ÖLÇÜ
Müridin işi, mürşidinin hangi makamda olduğunu bilmek değildir. Mürşide makamı mürid değil, Allah verir. Sevgi ve sözünde haddi aşanlar, yüceltmek istedikleri kimseye iltifat edeyim derken ihanet ederler. Hiç kimseye velilerin derecelerini bilmek vazife değildir.
Veliyi sevmek, yolunca gitmek demektir. Sevgi iddia değil, ispat ister. Bir velinin büyük bir kutup olması, kendisine inanmayan veya uymayan kimseyi kurtarmaz. Mürşid kendisine methiyeler yazılmasını değil, Allah için uyulmasını ister. Hz Peygamber A.S.'ın şu ikazları herkesi uyarmak ve dengede tutmak için yeterlidir:
'Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı batıl yere methettikleri ve ilâh derecesine yükselttikleri gibi, beni yüceltmeye kalkmayın. Ben ancak bir kulum. Bana Allah'ın kulu ve rasulü deyin.' (Buharî, Darimî, Ahmed)
'Ey insanlar! Sözünüzü dikkatli söyleyin. Sakın şeytan sizi basit şeylere sevketmesin. Ben, Abdullahın oğlu Muhammed ve Allah'ın rasulüyüm. Vallahi sizin beni Allah'ın yücelttiğinden daha yükseğe çıkarmanızı sevmem.' (Ahmed, Nesaî)
KENDİ DİLLERİNDEN ONLARIN HALİ
Büyük veli Hakim et-Tirmizî K.S, irşadla görevli Allah dostlarının çok özel hallerinden bazılarını şöyle anlatır:
'Ehlullahın bir kısmı, en yüksek velâyet derecesine sahip olur. Bu kimse, Allahu Tealâ'nın kendisini özel dostluğuna seçtiği ve bu yolda kullandığı bir kuldur. O devamlı Allah ile beraberdir, O’nun himayesinde hareket eder. Allah ile konuşur, Allah ile görür, Allah ile alır, Allah ile verir. Allahu Tealâ onunla kullarını terbiye eder. Onun nazarı ile ölü kalpleri diriltir, onu vesile ederek halkı kendi yoluna çevirir. Onunla ilâhi ahlâkı ve adaleti ayakta tutar. Bu kimse devamlı Yüce Rabbini sena ve yüceltmekle meşgul olur. Rasulullah A.S. onunla Allah'ın huzurunda övünür, sevinir. Allah onu nefsini görmekten ve kendisine güvenmekten korur. Bu haliyle onun sözü kalpleri Allah'a bağlar. Görülmesi nefislere şifa verir. Onun bir insana teveccühü ve yakınlığı kötü huyları temizler. O herkese fayda veren bir rahmet bulutudur. Hak ile batılın arasını ayırt eder. O sıddıktır, hak adamıdır. Allah'ın has dostudur, ariftir. İlhama mazhardır.' (Nevadiru'I-Usul, I, 339)
Böyle bir insana kimin ihtiyacı yoktur?
kardeşlerim lütfen yanlış kelimeller yazmıyallım.ben bidefa gittim zarar görmedim daha çok faydasını gördüm orda doğru yolu gösterdiller oraya gitmeseydim şimdi kimbillir nerdeydim lütfen şeyhin hakında kötü şeyler yazmıyallım onun kapısı bambaşka bir akpıdır.gitmeyenller boş konuşmasın ben oraya gitmeseydim benim yuvam dağılacaktı.gitmeyenlere tavsiye ederim gördüyünüzde bunları yazdıklarrınıza pişman ollacaksınız.
adam aldatmanın en kolay yolu.şey kisbesine bürünme. sanki şey olmak gerçek manad çok kolay gibi son zamanlarda mantar gibi çoğalmaya başladı. geçek şeyhler herhalde şurdan görünmeden bir geçsem demek zorunda kalıyor.
Aşiret Nikli Kardesim..
Ben Menzil Sofisi Biriyim.Adıyamanda Asrımızın İrşad Kutuplarından Gavs-i Sani Seyyid Abdulbaki Hazretleri bulunmaktadır.Kendisi Bilvanis Seyyidlerindendir.Kendisini Ahmed el-Haznevi Muhammed Diyauddin hz. gibi Mürşidler Müjdelemiş Bi Mürşidi Kamildir.
Ben sanaa o kadar gönülden gidip görmeni ve istifade etmeni isterimki..
İstersen seni sitemize bekleriz orada yeterince bilgi var.
Menzilistan.Net ' Dostun Nefesi '
şeyh nedir tam anlamı ile cevablarsanız sevinirim
bir de şu anki adıyaman menzilde yaşayan gavs şeyh seyyid abdulbaki bilvanisi
ile ilgili bilgi verebilirmisiniz bu kişiyi ziyaret etmeyi düşünüyorum ondan dolayı gitmeden önce sağlıklı bilgi almak istiyorum
normal insanlardan daha bilgili ve bilinçli kişi
şeyh arapçada ihtiyar,yaşlı kise anlamına gelir.ıstılah olarak tasavvufta ise; bir yolun,ekolün büyüğü anlamına geliyor.Tarikatte müridlerden sorumlu önder olan şeyhlik evliyalıkla aynı şeydir.mürşid-i kamiller deyince akla şeyhler gelir.Zaten evliya olarak bilinen zatlar bir tarikatın şeyhidirler.Örnek olarak,Mevlana celalledin-i rumi(mevlevi tarikatı) ,Somuncu baba(kadiri tarikatı) ,yunus emre(yesevi tarikatı) ,Ebul hüda efendi(rufai tarikatı) ,Aziz mahmud hüdai(celveti tarikatı) ,nizazi-i mısri(halveti tarikatı) ....v.s.. kısacası insanları irşad eden mürşidlerin hepsi bir tarikatın şeyhidirler.Ama zamanımızda bu yüce kisve altına girip insanları kandıran maneviyat hırsızlarının sayısı bir hayli artmış durumda...Ne diyelim Cenabı hak cümlemizi nakıs şeyhlerden korusun....
şeyh arapçada allah dostu demek
Satıyor dağıtıyoruz
İndirim var şeriattan
Şirk kartına binbir taksit
Kolay cennet şeyhimizden
Gel ey vatandaş gel bize
Ne kullar getirdik dize
Din dağıtır yaza boza
Tasaddukçu[2] şeyhlerim var.
Münadiler tef dümbelek
Savtın âvazın çınlatır
Kulak ver düşünmeyerek
Tasavvutçu[3] şeyhlerim var.
Bir dergahın duldasında
Bir söğüdün gölgesinde
Cahillerin ülkesinde
Tasayyufçu[4] şeyhlerim var.
Her biri bir yana çeker
En doğrusu bizimki der
Ümmet bölük pörçük olmuş
Tasannufçu[5] şeyhlerim var.
Bozuk para gibi harcar
Müridlerin gayretini
Dünya ukba işlerini
Tasarrufçu[6] şeyhlerim var.
Diktatörler ona muhtaç
Tutar halkın iplerini
Devletçilerin emrinde
Tasallutçu[7] şeyhlerim var.
Ben Allahım diyen ermiş
Enel hak diyen gebermiş
Ne müşrikler yetiştirmiş
Teberrükçü[8] şeyhlerim var.
Bid’atları çakmak taşı
Tutturur çimeni yaşı
Sen de kurut ıslak başı
Tasavvuhçu[9] şeyhlerim var.
Gel bir sürek avı ile
Kaza okuna hedef ol
Ava gideni avlayan
Tasayyudçu[10] şeyhlerim var.
Yüzyılların geleneği
Erene her şey mubahtır
Saygıdeğer Hint ineği
Tasavvufçu[11] şeyhlerim var.
[1] İsra suresi 61-64
[2] Sadaka veren
[3] Çağırıcı
[4] Yazlıkçı, tatilci
[5] Zorla sınıflara ayıran
[6] Sarfedici, sarfetme idaresi edinde olan
[7] Musallat olan, tahakkümane hareket eden.
[8] Uğurlu ve mübarek olduğuna inanılan, inandıran
[9] Yaş otu kurutan
[10] Avlayıcı
yaşlı adam,bir toplumun ileri genleni...
tarikatlarda lider...
şeyh edebalı(özde)
şeyh bedrettin(özde)
şeyh sezar(sözde)
şeyh baykal(sözde)
şeyh perinçek(sözde)
cemaatte 90 erkek gucunde olurmus bunlar
hayda bre
Dedem....Allah rahmet eylesin insanlara islamiyeti,dogru ve düzgün yaşamayı ögreten bir rehberdi....Annemin babası
********** ithafı madum yazılarım.. bir zamanlar şeyhim vardı.. **************
O sessiz cennetten.. bu alçak topraklara senin peşinden geldim..
izlerini binlerce yıl taş, kış dinlemeden yalınayak takip ettim..
hep ardınsıra geldim.. beni tutmak.. engellemek isteyenler oldu..
senden öğrendiğim kötü sözleri yüzlerine vurdum..
kötüye kötü.. dişe diş.. dişlerimi biledim
mesih değildim.. bu yüzden beklenmeliydi benden bileniş..
yürüdüm.. koştum.. süründüm ardından
beni çeken neydi sana..?
göze göz..
ama hangi göz karşılardı gözlerinin kefaretini..?
ve hangileri aynı topraktan yaratılmıştı seninle?
peşinden geldim.. çünkü seziyordum sendeki sırrı
peşinden geldim..
çünkü yakine ermemişti daha zan ..
sıradan değildin.. haşa
gidilmesi gerekiyordu.. ama sen durdun
durduğunda anladım ki.. durmak gerekmekte..
durdun ve meskenini hazırladın..
meskenin bitmek üzereydi.. mahirdin.. hiçbir marangoz su dökemezdi eline..
zaten ben de izin vermezdim.. kapıyı takmana yardımcı oldum..
ihtiyacın yoktu oysa yardımıma..
ayak bileklerine çarptı kapı.. yorgundum iyi tutamıyordum..
durdum.. öylece baktım gözlerine..
gözlerini kaçırmadın hayır
tenezzül etmedin sadece..
ben anlayamadım sebepleri
sormaktan hicap ettim.. başımı öne eğip bekledim..
dostlarım.. bir süre sonra ansızın ağırlaştı beklentim
çünkü kınandım.. inanmıyorsunuz.. ama haksızca kınadı beni..
(kınanmayı hak ettiğimi kimse ben kadar bilmezdi gerçi)
Kapıyı neden tutamadın ardımsıragelen çocuk.. neden tutamadın?
Sustum.. şaşırdım..
gözlerini kıstı.. dedi ki: bunca yıl ne için yürüdüğümü sanıyordun ey çocuk?
konuşmam gerekiyordu.. duraksadım.. tam konuşmak için ağzımı açmıştım ki konuşturmadı... yine kendisi konuştu.. bir evim olsun istedim..
en uygun yer buraydı.. hiçbirşey için zorlamadım seni..
sendin deliler gibi peşim sıra gelen.. inanmak istediklerine inanan.. ama Allah var hoşuma gidiyordu gelişin.. çıkarmadım sesimi...
yoruldum: zira o, kapıyı yüzüme kapadı..
bir süre daha bekledim..
istedim ki ruhumu kapısına döküp gideyim.. iki yakasından tutup sarsayım
benden istiane aldığı kapıyı.. o uygun yerdeki evini başına kalbine yıkayım..
gitmedim.. bir süre daha bekledim.. kararsızdım gidemedim
bilseydim giderdim.. iman etmeseydim bir an durmaz giderdim..
nihayetinde gittim.. yaktım imanımı ve gittim ama hiç bilemedim gideni...
şeyhim güldür... gül açar.. sebep yok.. çünkü güldür..
nerde öyle şeyh.. şeyhsizliklerdeyim.. vau vau vaaa
Edebali..
Bir padişah yeni tahta çıktığı zaman bütün İstanbul meşayihi kendisini ziyarete, tebrike gidiyorlar. Biraz sohbet edelim, şerbetler, helvalar… Bir ara aklından geçirmiş padişah, bunların içinde en büyüğü hangisi acaba diye. Dağılırlarken vedâlaşma için tekrar musafaha edildiğinde, şeyhin biri padişahın kulağına yanaşmış: ”en küçüğünü göster en büyüğünü göstereyim.” demiş.
Araç telefonundan arıyorum...
Şeyh: Esselamun vs. vs.
Ben: Ben efendimle görüşmek istemiştim.
Şeyh: Benim işte
Ben: Pardon sesiniz bir anda çok genç geldi de.
Şeyh: (Gülüyor gibi oluyor sesi kendi sesine dönüyor) Benim
Ben: Ben tarikattan ayrılmak istiyorum
Şeyh: Neden, ne kötülüğümüzü gördün?
Ben: Hayır sizin bir kötülüğünüzü görmedim. Bilakis siz iyi birisiniz. Fakat çevrenizdekiler...
Şeyh:.
Ben: Çevrenizdekiler günde 24 saat sizi anıyor size dua ediyor. Sizden medet umuyor. Bir kere olsun Allah dediklerini duymadım. Tekke de bile ibadetlerini size dönerek yapıyor..
Şeyh: Sen anlayamamışsın. Sen yanlış anlamışsın. Sen rabıtana devam ediyor musun bakayım?
Ben: Rabıta?
Şeyh: Rabıta almadın mı sen?
Ben: Ha ders! evet derslerimi yapıyorum. Ama ben çevrenizdekilerin tutumunu beğenmiyorum. Ayrılmak istiyorum.
Şeyh: Bak sen anlayamamışsın.
Ben: Hayır ben ayrılmak istiyorum. Gördüklerimi beğenmedim..
Şeyh: Anlayamamışsın! ama sen bilirsin.
Ben: Teşekkür ederim..
Sahte şeyh nedir, amlamış değilim şeyhin gerçeğimi var ki sahtesi olsun şuna sahtekar deyin olsun bitsin.
Şeyh siyasi literatürde partiye blok oy sağlayan kişi demektir! ! ! !
Şeyh demek insanların ömründe birkere geçecekleri yoldaki refakatçi demek. Tercüman demektir. Asla tek iktidar demek değildir.