O'nunla uzun yıllar çok şey yaşadım. Üniversite sınavına Yaşarken Ve Ölürken'le hazırlandım. Bir Denizin Eteklerinde'yle tercih yaptım. O'nu aşağıladım, sevdim, kavga ettim, imza günlerinde yanına gidip sesimin titremesine engel olamadım, küstüm. 'Bu Yaz Ayrılığın Son Yazı Olacak' la barıştım. Oburcuk hallerini ve hatıralarını, eski edebiyatçılarımıza olan sevgi ve vefasını ve kendisini çok seviyorum.
GELiNLiK KIZ Çocukken gidilen evler iki türlüydü: Annemin seçtigi dostluklar ve gitmek zorunda kaldigi yerler. Annemin gönlünce kurdugu dostluklari severdim ben. Çogu dünyadan elini, etegini çekmis kimselerdi. Öyle yerlere gidecegimizde annemin ince kivrimlarla biçimlenmis dudaklari sevinçle çözülüyor; ruj, dudaklarda hafifçe gezinip kizila dönüstürüyor kirmizisini. Kapidan kedi adimlariyla çikiyoruz. Annem, dikkatle sokak kapisini kilitlemiyor. Sonra sokak yazsa daha bir iç açici serinlikte, sonbahari yasiyorsak iyicene iliklerimizi isitan ilik güneslerle dolardi. Yollarda dönüp dönüp gerime bakiyorum. Sifa'nin denize çikan burnunda sakizagaçlari vardi. Artik deniz banyolarindan vazgeçilmis günlerde, gençler onlarin altlarina otururlardi. Yogurtçu tarafindan sandallar çikiyor; Kurbagalidere'nin agzina gelince ya Kalamis kiyilarina uzanirlar ya da Sifa'dan Moda'ya kadar gezinirlerdi. Öglen günesinin omuzlara egilisi, oksayisi. Annemin yeniden gençkiz gibi yollardan geçtigi siralarda, yagmurlardan bile gönenirdim. Bu yagmurlar ergenlik yillarimin ve simdinin yagmurlarina yabancidir. Rüzgâr üsütmezdi; soguk rüzgârlar yagmurlugumun yakasini, eteklerini açip uçurtmazdi. Yagmurda yürüyüslerimiz annemle. Tramvaylarin, otobüslerin, vapurlarin, ender bindigimiz otomobillerin pencerelerine iri damlalar vururdu. Damlanin bütünleserek cama çarpisi; dagilarak kendince su yollari açiyor. Binlerce resim çizerdim kafamda. Annemi görürdüm, kuslar uyduruyorum, ayyildizli Türk bayraklari... Yagmurun çiçekdürbününden binlerce sekil geçerdi arka arkaya. Bulutlarla da hep bu oyunu oynardik. Incilâ Abla'yla. Incilâ Abla, annemin isteyerek, özleyerek gittigi evin kiziydi. Annemin onlari nereden tanidigini çikaramiyorum. Belki uzaktan bir yakinlik, hisimlik vardi aramizda. Bizim geldigimizi görünce delicesine sevinirlerdi. Iffet Hanim beni kucaklar, saçlarimi defalarca öpüp koklardi. Tasliktan girilince karsimiza düsen odaya kosardim. Burada Iffet Hanim'in annesi yasiyor. Iffet Hanim'in annesi, ben hatirladigimda çok yasli bir kadindi. Vücudunun yorgunluguna karsin, akli dinçti. Ihtiyarligindan yerinden kalkmiyor, sabahtan aksama kadar bir köse koltugunda dua ediyordu. Mor kadife üzerine sirma islemeli kesesinden elyazmasi Kur'an'ini çikarir, hiç sikilmadan ezbere bildigi ayetleri tekrar tekrar okurdu. Onun elini öperdim. Bu el, her vakit tuhaf, baygin bir menekse kolonyasi kokardi. Kolonyasi Nuhbe Hanim'in basucunda dururdu. Yuvarlak, tombul sisenin kapagi sincap rengiydi. Nuhbe Hanim kina yakardi saçlarina. Önü islemeli beyaz tülbentlerle örterdi saçlarini. Incecikti saçini örttügü tülbentler. Yataginin ayak ucuna konmus bohçasinda kalin tülbentler vardi, lavanta torbaciklariyla sarmas dolas. Nuhbe Hanim azicik kipirdanip hareket ettiginde terliyordu ve kizi sirtina kalinca tülbentlerden koyardi. Elbiselerinin yakalarina rokoko yapraklar islenmis; ikide bir ellerini bu yapraklara degdiriyor Nuhbe Hanim. Benle büyük insanmisim gibi konusuyor. Iffet Hanim'a, 'Çocuga bir bardak tükenmez versenize canim, ' diyor. Iffet Hanim hâlâ tükenmez kurardi kis aylarinda. Benim için taze meyveler, balbademler, içfistiklari getirir; sessizce bir yana birakirdi. Gerçekte onurun saklatdigi bir yoksulluk, odalardan tasliga, tasliktan mutfaga belli belirsiz sinmisti. Incilâ Abla'larin evi. Bahariye'nin arka sokaklarindaydi. Buradaki üç kârgir konaklari, zenginlik çaglarini kapadiklarindan kiraya verilmisti. Ev sahipleri, herhalde pek önceden karsi yakaya tasinmislardi. Bazi günlerde, havanin açik ve aydinlik oldugu günlerde at arabasiyle gelirdik Incilâ Abla'lara. Öteden sokaga sapar sapmaz dantelali mendil kenarlarini hatirlatan çati çikmalari görünürdü. Tahta oymalar çok güzeldi. Nicedir konagin yüzü yagliboya görmediginden kararip çirkinlesmisti. Daminda hep sazlar bitmisti. Kirik döküktü pencerelerin kepenkleri. Bahçeden girince, konakta kimselerin yasamadigini düsünüyordu insan. Dutagaçlariyle akasyalar bakimsizliktan yabanillasmislardi.. Incilâ Abla'lar, hemen bahçeye açilan en alt katta oturuyorlardi. Ama pencereleri kapali durdugundan mevsimlerin rengi, isigi, kokulari konagin kilerinden bozma eve giremezlerdi. Evin içi suskunluk ve sicak; Incilâ Abla'nin yesil marul yapraklariyle besledigi kanaryasinin ötüsleriyle dagilirdi. Taslikta duvarlar ak badanaydi. Nuhbe Hanim'in odasinda gülkurusu. Kireç badananin üzerine yapismis firça killarini ayiklamaya bayilirdim. Nuhbe Hanim'in esyasi yillardir yenilenmemisti. Evin kökeni gibiydi esya. Duvara dayali, parlakligini yitirmis pirinç topuzlarla bezeli yüksek, demirden karyolasi; sagli sollu, yastiklarla tika basa doldurulmus koltuk; üzerinde iki büyük gaz lambasinin durdugu aynali konsol... Simdi sadece bunlari animsayabiliyorum. Sonralari Nuhbe Hanim'in yanindan ayirmadigi Incilâ Abla'nin mevlut sekerlerini bir de. Iffet Hanim'a, kolay kolay, Nuhbe Hanim'in kizidir denemezdi. Ufak tefekti, içi tez kadindi. Çok çökmüstü, yasini kestiremezdim bu yüzden. Annesine sigara saran elleri, tütünden olacak, sapsariydi. Modasi geçmis uzun elbiseler giyerdi. Giysileri degisir, gögsüne taktigi elmas igne degismezdi: Ne dali oldugu anlasilmayan bir altin çubuga oturtulmus taslar. Taslarin tümüne su kaçmisti, kara karaydi. Saçlari topuzdu Iffet Hanim'in. Basindaki kemik tokalari, firketeleri ne zaman saymaya kalksam, sonunu getiremezdim. Disarda yasanan kalabaliklardan, eglencelerden, sevinçlerden, hatta üzüntülerden ve kederlerden bu eve sizabilen bir tek bizlerdik: Annemle ben. Incilâ Abla, geçmis zamanlardan kalma bir perikizi gibiydi. Kizil saçlarini omuzlarina döker, agir agir tarardi. Papatya sulariyle yikaniyordu kizil saçlari. Papatya kayniyor ocakta. Ikimiz ufaliyoruz papatyalari. Incilâ Abla'yla karanfil kurusu kaynatip esans yapiyoruz. Onunla birlikte olmaktan mutluluk duyardim. Ilisirdim kucagina. Defterime kenarsüsü yapardi Faber kalemlerimle. Çukulata yaldizlarini biriktiriyor, kirisiklari ince parmaklariyle düzeltiyor; ben gelince bana verecek. Kimi vakitler annesi gibi saçlarini topluyor, ama onun topuzu siki degil. Aralardan kaçan yumusak bukleler ensesine düserdi. Baska gelen giden yok muydu oraya? Sanki üst katlarda kimse oturmuyordu ve biz, kimsenin yasamadigi bir konaga taniktik. Öbür kiracilarla merdiven basinda, bahçede, dut agaçlarinin gölgeliginde, hiçbir yerde hiçbir yerde karsilasmadik. Nuhbe Hanim'in sözünü ettigi insanlar geçmis, göçmüslerdi. Solgun yüzleri, sarkik yanaklariyle çektikleri fotograflari gösterirdi bana eski tanidiklarinin. Anilariyle yetiniyordu. Iffet Hanim'sa böyle seyleri düsünmeye, anmaya firsat bulamazdi sanirim. Evi evirip çeviren, kotarandi Iffet Hanim. Incilâ'yla birlikte bütün günler çalisirlardi. Kasnaga geçmis isler biter bitmez, Iffet Hanim satmaya götürürdü. Incilâ'nin babasindan kalan azicik emekli ayligina, dul ve yetim maasina Iffet Hanim'in zorlukla sattigi islemelerin, göz nurunun, el emeginin pek ucuza gider karsiligini eklerlerdi. Üçü bir baslarina erkeksiz yasiyorlardi. Belki de dis dünyayla ilgisiz yasamlari bundandi. Iffet Hanim'in elinde en canli iplikler hüzne bulanir; en göz kamastirici çiçekler aci çökertirdi. Oysa Incilâ Abla'nin suzenîleri, sarmalari, hesapisleri huzur verirdi içimize. Annem, onlara gittigimizde daima hediyeler götürürdü. Sirayla Nuhbe Hanim'a, Iffet Teyzeye ve Incilâ Abla'ya. Ama bu hediyeler, annemin gitmek zorunda kaldigi yerlere götürdügü buket çiçeklere, lüks fondanlara benzemezdi. Paketleri gizlice tasliktaki ayaklari sallantili yemek masasina birakirdi. Iffet Hanim hemen farkeder, 'Kizim ne diye zahmet ediyorsun, ' derdi. Sesindeki titreyis, bende onlardan, o tasliktan ve odalardan kaçmak ihtiyacini uyandirirdi. Taslikta ayakkabilarimizi çikartirdik. Naftalin kokulu terlikler getirirdi Incilâ Abla. Terlikler ayaklarima biraz büyük geliyor. Çay vakti kizarmis küçük ekmeklere sürülü reçel ve tereyagiyla kahvalti ediyoruz. Birden istahim kapanirdi. Incilâ Abla'nin gözlerini aradim. Bakislarimiz birlestiginde dinerdi midemin sinsi bulantisi. Bunca eski, yalin esyanin ortasinda çay fincanlari harikulâdeydi. Bunlar porselendi. Kulplariysa çaya egilmis, çati yudumlamaya hazir gümüs kuslardi... Çay içtikten sonra Incilâ Abla bize ut çalardi. 'ek deveci develeri engine / Simdi ragbet güzel ile zengine' diye bir Güney-Anadolu türküsü söylerdi. Nuhbe Hanim, bu türkü söylendiginde Incilâ Abla'ya nedense dargin, küsmüs bakardi. Ya da bana öyle geliyordu. Çünkü aksamin karardigi saatlerde kapinin gicirdayarak sokaktan açilmayacagini bilmek, bende çözemedigim duygularin baslangici sayilir. Sözgelimi bize sunulan gümüs kuslu fincanlarin kirildigini duyardim. Kafesteki kanaryanin bir sabah öldügünü. Bahçedeki camlari boydan boya çatlak limonlukta sikismis arilari. Biz eve döndügümüzde babami beklerdik. Sasirmam gereken konulardan biri, Iffet Hanim'la Incilâ Abla'nin bize hiç gelmemeleriydi. Nuhbe Hanim'in yasliligina, yürüyemeyecek kerte yorgun olusuna baglardim bunu. Bir gün olaganüstü bir seyle karsilastik Incilâ Abla'larda. Nuhbe Hanim'lara annemle benden baska misafir gelmezken, ilkyaz ögleden sonrasinda, genç ve yakisikli bir adam, tasliktaki masayi çevreleyen iskemlelerden birine oturmus, kahve içiyordu. Pencerelerin kepenkleri aralanmisti üstelik. Içeriye yansiyabilen, nihayet odalari dolduran gün isigi ansizin eski esyayi büyülemis, senlendirmisti. Genç adamin saçlarindan bir demet alnina dökülmüstü. Iffet Hanim annemi karsiladiginda, o da ayaga kalkti. 'Ne iyi ettiniz de geldiniz, ' dedi Iffet Hanim, 'eriste kesmistim ben de.' Incilâ Abla ibrisimleri, elvan elvan iplikleri topluyordu telâsla. 'Kusura bakmayin, ' dedi anneme. 'Biz yabanci miyiz Incilâ? ' 'Cahit, ' dedi Iffet Hanim. 'Taniyacaksin Süheylâ, Hasan amcayla Kâmran yengenin oglu.' Annem gülümsüyordu. Hasan amcayla Kâmran yengenin adlarini ilk kez isitiyordum. 'Mühendis çikmis bu sene Cahit. Binbir güçlükle arayip bulmus burasini sagolsun.' Ben hemen mühendis olmaya karar veriyordum. Genç adam, hemen benim Cahit agbim oluyordu ve ben, büyüyünce tipki ona benziyordum. Genis omuzlu, uzun boylu, insanin elini sikarken güvenç veren. Cahit agbi saygiyla annemin elini sikti. Benim de. Galiba hayatimda alaysiz elimi sikan birinci insandi o. Dün gibi hatirliyorum: O gün kandil simitleri yedik Nuhbe Hanim'in odasina dolusup. Nuhbe Hanim bayagi gençlesmisti. Cahit agbinin getirdigi siyah-beyaz damali basörtüsünü göstermisti anneme. Onlari arayip soran bir baska insanin gizli gururunu tasiyordu. 'Cahit agbine siir okusana' dediler bana. Cahit agbime basimi çeviriyor, sonra utançla yere egiyordum. Bahçeye çiktik; Incilâ Abla, Cahit agbi üçümüz. Camlari boydan boya çatlak limonlukta kuru otlara oturduk. Tasliga girip pitpit terliklerimizi giydigimizde günes batiyordu. Nuhbe Hanim'in odasi alacakaranliga bürünmüstü. Cahit agbi, alacakaranlikta, Incilâ Abla'yi seyrediyordu sezdirmeden. Cahit agbiye defterimi, Incilâ Abla'nin yaptigi kenar süslerini gösterdim. Çarpim cetvelini çikardim okul çantamdan. Boncuklarin yerlerini degistirdim. Pergelle suda halkalar çizdi defterime Cahit agbi. Nuhbe Hanim, oradan oraya kosturan Iffet Hanim'in terli yüzüne bir seyler mirildanarak üfledi. Incilâ Abla ud çalmadi. Eristelerimizi patiska bir torbaya koydu Iffet Hanim; 'Sana da verecegim Cahit, ' dedi. 'Size gelip yerim teyzecigim.' Hasan amcanin, Kâmran yengenin yinelenen adlari. Nuhbe Hanim'in kadife kesesinden çikan elyazmasi Kur'an. Ayrilirken annem, Incilâ Abla'yi sevecenlikle kucakliyor. Ilkyaz aylarinda Cahit agbiye hep rastladik Nuhbe Hanim'larda. Misafir odasi simdi, bize oldugu gibi, onun için de açiliyordu. Ise girmisti Cahit agbi. Mühendisligin önü simdi açiktilar, herkes mühendis olmak istiyordular... Kadiköyü'ne geçtiginde, ne yapip ne edip, Nuhbe Hanim'larda eriste yiyordu. Iffet Hanim kasnaklari konsolun gözüne kaldirmis durmadan bir seyler dikiyordu. Sayfalarini çevirdigim Manidifata'lar da yoktu ortalikta. Tasliktaki masanin altina beyaz kâgitlar yayiliyor, kumaslar biçiliyordu. Sokaga çiktigimizda anneme sordum: 'Anne, Cahit agbi onlarin nesi oluyor? ' 'Incilâ Abla'yla evlenecekler. Allah yüzünü güldürsün Incilâ'nin.' 'Incilâ Abla gidecek mi buradan? ' Incilâ Abla'yi yitirmekten ürküyordum. Çocuk kalbime hançerler batiyordu. Incilâ Abla limonlukta yine ut çaliyor, Cahit agbi gür sesiyle 'Etme beyhude figan vazgeç gönül' sarkisini okuyordu. Nuhbe Hanim, odasinin penceresini ardina kadar açmis, dinliyordu. Kafesteki kanarya güneslerde bahçeye çikartiliyordu. Ot gövermis, harap bahçeler azmisti. Nuhbe Hanim'in sedefli kavuklarina yerlestirilmis ciliz küpeçiçekleri bile tomurcuklanmisti. Ben konagin oymali dam çikmalarindan hoslanmiyordum, limonlukta yükselen kalin erkek sesini sevmiyordum, Cahit agbi dostum olmuyordu. Iffet Hanim'larin odasindaki cilali tahta sandik açilip kapaniyordu. Okul çikislarinda genellikle buraya geliyorduk annemle. Tahta sandigin açilip kapanislarina. 'Eskiden, ' diyordu Nuhbe Hanim, 'kizlarin çeyizinde bir teli ipekten, bir teli ketenden kivir kivir dokunmus hilâli gümlekler makbuldü.' Herkes gülüyordu onun anlattiklarina. Aralik kepenklerden sisman dut sinekleri giriyordu odaya. Hevessiz, coskusuz günlerim. Incilâ Abla'yi, o dutagaçlarinin gölgeledigi evden ayri düsünemiyordum. Incilâ Abla bir perikizi olmaktan uzaklasiyor, etiyle-kemigiyle gerçege dönüsüyordu. Çarsaflardan sicaktutacagina, her sey hazirlaniyordu çeyizde.
'O ugursuz mum çiçeklerinden, ' diyordu da, baska bir sey demiyordu annem. Nisan elbisesi dikilirken söz bozuldu. Cahit agbinin gelisleri seyreklesmisti. Limonluga geçip sarkilar söylemiyordu artik. Incilâ Abla'yi kucaklayislarinda soguktu, bikkindi. Oturup kalkmasi, giyinip kusanisi baskalasmisti. Defterime gönyesiyle üçgenler yapmadi boy boy. Mum çiçekleri limonlukta kendi kendilerine bitmislerdi. 'Yillarca otun üremedigi limonlukta.' Cahit Agbi'nin Incilâ Abla'yla nisanlanmayisinin nedeni belirsizdi. Annem konusmuyordu sordugum vakit. Ben onlara gitmedigimizde çarçabuk unutuyordum. Zaten tatil yaklasiyordu, yazin esrikligi vurmustu basima. Iffet Hanim'i kipkirmizi gözlerle buluyorduk. Uçuk pembe tafta nisan elbisesi eski gardiroba asilmisti. 'Üzülmeyin Iffet Abla.' diyordu annem.. 'nerde Incilâ gibi bir kiz bu zamanda. Kismeti kapanmadi ya.' Kendi de inanmiyordu söylediklerine pek. Kanarya eski yerine kondu. Incilâ Abla'nin yüzünde yasamadan tükenmis umut isigi gülümsemeler. Sonra sonra zayiflamaya basladi. Ince vücudu ateslerle kavruluyordu. 'Bu yapilir miydi, ' dedi annem, 'bu yapayalniz, siginaksiz insanlara yapilir miydi bu! ' Annemin misafir gününde beyaz eldivenler geçirmis, günes semsiyeli bir kadin, 'Incilâ'yi da bundan sonra kimse almaz, ' dedi. 'Az gezmedi o mühendis çocukla. Limonlukta sarkilarin bini bir paraydi. Gökleri çinlatti âvazeleri.' Hallerini bilmeyislerinden söz edildi Iffet Hanim'larin; Kizilay'a satilan hesapisleri, mürver igneler, civan kaslari. Nisan bozulmasindan bir yaz geçmisti. Koskoca bir yaz geçmisti. Cahit agbiyi yaninda kisaca boylu, çok sik bir kizla Moda'da görmüstük. Deniz Kulübü'ne giriyordu. Gençkizin saçlari bukle bukle kesilmisti. Perçemleri, yokusta Cahit agbiye yaslanislari... Deniz Kulübü'nde caz çaliyordu. Kayiklarla gelip dans edenleri seyrediyordu halk. Cahit agbi, anneme selam vermek istemisti: Hasan amcayla Kâmran yengenin oglu, 'Taniyacaksin Süheylâ.' Buz gibi durmustu annem. Bana el sallamisti Cahit agbi, kolumdan çekip sürüklemisti annem. Dügünler yasaniyor. Gelin güleryüzle iniyor merdivenlerden. Çocuklar geziniyor ortalikta. Kadinlar aynalarda yapili saçlarini düzeltiyorlar. Dügün pastasi kesiliyor. Ben hiç dügünlere gitmiyorum. Içinde akide sekerleriyle bir tek lokumun oldugu pembe kâgidi açmistim. Pembe kâgit külahta Incilâ Abla'min soluk baskili fotografini görmüstüm. Limonluga kar yagiyordu. Kar, çatlak camlardan içeriye yagip eriyordu. Kuru ayazin ardindan yagmurlar geldi. 'Hos geldiniz, 'dedi annem. 'Sakir sakir yagmur, mansonumu islatti, ' dedi annemin günes semsiyeli konugu. Çizmelerini çikardi. Mansonunun tüylerini kabartti. Soba yanan odaya girerken, 'Isittiniz mi? ' diye sordu. 'Sizin Incilâ'nin Cahit, eski elçilerden Regaip beyin kiziyla nisanlanmis, yildirim nikahiyla evleneceklermis.' Bir an sustu anlamli göz süzmelerle. 'Regaip bey çok seviniyormus. Sevinir elbet, Cahit hem güzel çocuk hem de istikbali açik.' Annem, misafir hanima muzlu pastadan tutmuyordu.
O'nunla uzun yıllar çok şey yaşadım. Üniversite sınavına Yaşarken Ve Ölürken'le hazırlandım. Bir Denizin Eteklerinde'yle tercih yaptım. O'nu aşağıladım, sevdim, kavga ettim, imza günlerinde yanına gidip sesimin titremesine engel olamadım, küstüm. 'Bu Yaz Ayrılığın Son Yazı Olacak' la barıştım. Oburcuk hallerini ve hatıralarını, eski edebiyatçılarımıza olan sevgi ve vefasını ve kendisini çok seviyorum.
tanıyorum ama nerdenn? ? ?
bu ist.üni.siy.bil.fak.de ders veriyo yaa!
SELİM İLERİ
GELiNLiK KIZ
Çocukken gidilen evler iki türlüydü: Annemin seçtigi dostluklar ve gitmek zorunda kaldigi yerler. Annemin gönlünce kurdugu dostluklari severdim ben. Çogu dünyadan elini, etegini çekmis kimselerdi. Öyle yerlere gidecegimizde annemin ince kivrimlarla biçimlenmis dudaklari sevinçle çözülüyor; ruj, dudaklarda hafifçe gezinip kizila dönüstürüyor kirmizisini. Kapidan kedi adimlariyla çikiyoruz. Annem, dikkatle sokak kapisini kilitlemiyor. Sonra sokak yazsa daha bir iç açici serinlikte, sonbahari yasiyorsak iyicene iliklerimizi isitan ilik güneslerle dolardi.
Yollarda dönüp dönüp gerime bakiyorum. Sifa'nin denize çikan burnunda sakizagaçlari vardi. Artik deniz banyolarindan vazgeçilmis günlerde, gençler onlarin altlarina otururlardi. Yogurtçu tarafindan sandallar çikiyor; Kurbagalidere'nin agzina gelince ya Kalamis kiyilarina uzanirlar ya da Sifa'dan Moda'ya kadar gezinirlerdi. Öglen günesinin omuzlara egilisi, oksayisi.
Annemin yeniden gençkiz gibi yollardan geçtigi siralarda, yagmurlardan bile gönenirdim. Bu yagmurlar ergenlik yillarimin ve simdinin yagmurlarina yabancidir. Rüzgâr üsütmezdi; soguk rüzgârlar yagmurlugumun yakasini, eteklerini açip uçurtmazdi. Yagmurda yürüyüslerimiz annemle. Tramvaylarin, otobüslerin, vapurlarin, ender bindigimiz otomobillerin pencerelerine iri damlalar vururdu. Damlanin bütünleserek cama çarpisi; dagilarak kendince su yollari açiyor. Binlerce resim çizerdim kafamda. Annemi görürdüm, kuslar uyduruyorum, ayyildizli Türk bayraklari... Yagmurun çiçekdürbününden binlerce sekil geçerdi arka arkaya. Bulutlarla da hep bu oyunu oynardik. Incilâ Abla'yla. Incilâ Abla, annemin isteyerek, özleyerek gittigi evin kiziydi.
Annemin onlari nereden tanidigini çikaramiyorum. Belki uzaktan bir yakinlik, hisimlik vardi aramizda. Bizim geldigimizi görünce delicesine sevinirlerdi. Iffet Hanim beni kucaklar, saçlarimi defalarca öpüp koklardi. Tasliktan girilince karsimiza düsen odaya kosardim. Burada Iffet Hanim'in annesi yasiyor. Iffet Hanim'in annesi, ben hatirladigimda çok yasli bir kadindi. Vücudunun yorgunluguna karsin, akli dinçti. Ihtiyarligindan yerinden kalkmiyor, sabahtan aksama kadar bir köse koltugunda dua ediyordu. Mor kadife üzerine sirma islemeli kesesinden elyazmasi Kur'an'ini çikarir, hiç sikilmadan ezbere bildigi ayetleri tekrar tekrar okurdu. Onun elini öperdim. Bu el, her vakit tuhaf, baygin bir menekse kolonyasi kokardi. Kolonyasi Nuhbe Hanim'in basucunda dururdu. Yuvarlak, tombul sisenin kapagi sincap rengiydi.
Nuhbe Hanim kina yakardi saçlarina. Önü islemeli beyaz tülbentlerle örterdi saçlarini. Incecikti saçini örttügü tülbentler. Yataginin ayak ucuna konmus bohçasinda kalin tülbentler vardi, lavanta torbaciklariyla sarmas dolas. Nuhbe Hanim azicik kipirdanip hareket ettiginde terliyordu ve kizi sirtina kalinca tülbentlerden koyardi. Elbiselerinin yakalarina rokoko yapraklar islenmis; ikide bir ellerini bu yapraklara degdiriyor Nuhbe Hanim. Benle büyük insanmisim gibi konusuyor. Iffet Hanim'a, 'Çocuga bir bardak tükenmez versenize canim, ' diyor. Iffet Hanim hâlâ tükenmez kurardi kis aylarinda. Benim için taze meyveler, balbademler, içfistiklari getirir; sessizce bir yana birakirdi. Gerçekte onurun saklatdigi bir yoksulluk, odalardan tasliga, tasliktan mutfaga belli belirsiz sinmisti.
Incilâ Abla'larin evi. Bahariye'nin arka sokaklarindaydi. Buradaki üç kârgir konaklari, zenginlik çaglarini kapadiklarindan kiraya verilmisti. Ev sahipleri, herhalde pek önceden karsi yakaya tasinmislardi. Bazi günlerde, havanin açik ve aydinlik oldugu günlerde at arabasiyle gelirdik Incilâ Abla'lara. Öteden sokaga sapar sapmaz dantelali mendil kenarlarini hatirlatan çati çikmalari görünürdü. Tahta oymalar çok güzeldi. Nicedir konagin yüzü yagliboya görmediginden kararip çirkinlesmisti. Daminda hep sazlar bitmisti. Kirik döküktü pencerelerin kepenkleri. Bahçeden girince, konakta kimselerin yasamadigini düsünüyordu insan. Dutagaçlariyle akasyalar bakimsizliktan yabanillasmislardi..
Incilâ Abla'lar, hemen bahçeye açilan en alt katta oturuyorlardi. Ama pencereleri kapali durdugundan mevsimlerin rengi, isigi, kokulari konagin kilerinden bozma eve giremezlerdi. Evin içi suskunluk ve sicak; Incilâ Abla'nin yesil marul yapraklariyle besledigi kanaryasinin ötüsleriyle dagilirdi. Taslikta duvarlar ak badanaydi. Nuhbe Hanim'in odasinda gülkurusu. Kireç badananin üzerine yapismis firça killarini ayiklamaya bayilirdim.
Nuhbe Hanim'in esyasi yillardir yenilenmemisti. Evin kökeni gibiydi esya. Duvara dayali, parlakligini yitirmis pirinç topuzlarla bezeli yüksek, demirden karyolasi; sagli sollu, yastiklarla tika basa doldurulmus koltuk; üzerinde iki büyük gaz lambasinin durdugu aynali konsol... Simdi sadece bunlari animsayabiliyorum. Sonralari Nuhbe Hanim'in yanindan ayirmadigi Incilâ Abla'nin mevlut sekerlerini bir de.
Iffet Hanim'a, kolay kolay, Nuhbe Hanim'in kizidir denemezdi. Ufak tefekti, içi tez kadindi. Çok çökmüstü, yasini kestiremezdim bu yüzden. Annesine sigara saran elleri, tütünden olacak, sapsariydi. Modasi geçmis uzun elbiseler giyerdi. Giysileri degisir, gögsüne taktigi elmas igne degismezdi: Ne dali oldugu anlasilmayan bir altin çubuga oturtulmus taslar. Taslarin tümüne su kaçmisti, kara karaydi. Saçlari topuzdu Iffet Hanim'in. Basindaki kemik tokalari, firketeleri ne zaman saymaya kalksam, sonunu getiremezdim.
Disarda yasanan kalabaliklardan, eglencelerden, sevinçlerden, hatta üzüntülerden ve kederlerden bu eve sizabilen bir tek bizlerdik: Annemle ben.
Incilâ Abla, geçmis zamanlardan kalma bir perikizi gibiydi. Kizil saçlarini omuzlarina döker, agir agir tarardi. Papatya sulariyle yikaniyordu kizil saçlari. Papatya kayniyor ocakta. Ikimiz ufaliyoruz papatyalari. Incilâ Abla'yla karanfil kurusu kaynatip esans yapiyoruz. Onunla birlikte olmaktan mutluluk duyardim. Ilisirdim kucagina. Defterime kenarsüsü yapardi Faber kalemlerimle. Çukulata yaldizlarini biriktiriyor, kirisiklari ince parmaklariyle düzeltiyor; ben gelince bana verecek. Kimi vakitler annesi gibi saçlarini topluyor, ama onun topuzu siki degil. Aralardan kaçan yumusak bukleler ensesine düserdi.
Baska gelen giden yok muydu oraya? Sanki üst katlarda kimse oturmuyordu ve biz, kimsenin yasamadigi bir konaga taniktik. Öbür kiracilarla merdiven basinda, bahçede, dut agaçlarinin gölgeliginde, hiçbir yerde hiçbir yerde karsilasmadik. Nuhbe Hanim'in sözünü ettigi insanlar geçmis, göçmüslerdi. Solgun yüzleri, sarkik yanaklariyle çektikleri fotograflari gösterirdi bana eski tanidiklarinin. Anilariyle yetiniyordu. Iffet Hanim'sa böyle seyleri düsünmeye, anmaya firsat bulamazdi sanirim. Evi evirip çeviren, kotarandi Iffet Hanim. Incilâ'yla birlikte bütün günler çalisirlardi. Kasnaga geçmis isler biter bitmez, Iffet Hanim satmaya götürürdü. Incilâ'nin babasindan kalan azicik emekli ayligina, dul ve yetim maasina Iffet Hanim'in zorlukla sattigi islemelerin, göz nurunun, el emeginin pek ucuza gider karsiligini eklerlerdi. Üçü bir baslarina erkeksiz yasiyorlardi. Belki de dis dünyayla ilgisiz yasamlari bundandi. Iffet Hanim'in elinde en canli iplikler hüzne bulanir; en göz kamastirici çiçekler aci çökertirdi. Oysa Incilâ Abla'nin suzenîleri, sarmalari, hesapisleri huzur verirdi içimize.
Annem, onlara gittigimizde daima hediyeler götürürdü. Sirayla Nuhbe Hanim'a, Iffet Teyzeye ve Incilâ Abla'ya. Ama bu hediyeler, annemin gitmek zorunda kaldigi yerlere götürdügü buket çiçeklere, lüks fondanlara benzemezdi. Paketleri gizlice tasliktaki ayaklari sallantili yemek masasina birakirdi. Iffet Hanim hemen farkeder, 'Kizim ne diye zahmet ediyorsun, ' derdi. Sesindeki titreyis, bende onlardan, o tasliktan ve odalardan kaçmak ihtiyacini uyandirirdi.
Taslikta ayakkabilarimizi çikartirdik. Naftalin kokulu terlikler getirirdi Incilâ Abla. Terlikler ayaklarima biraz büyük geliyor. Çay vakti kizarmis küçük ekmeklere sürülü reçel ve tereyagiyla kahvalti ediyoruz. Birden istahim kapanirdi. Incilâ Abla'nin gözlerini aradim. Bakislarimiz birlestiginde dinerdi midemin sinsi bulantisi.
Bunca eski, yalin esyanin ortasinda çay fincanlari harikulâdeydi. Bunlar porselendi. Kulplariysa çaya egilmis, çati yudumlamaya hazir gümüs kuslardi... Çay içtikten sonra Incilâ Abla bize ut çalardi. 'ek deveci develeri engine / Simdi ragbet güzel ile zengine' diye bir Güney-Anadolu türküsü söylerdi. Nuhbe Hanim, bu türkü söylendiginde Incilâ Abla'ya nedense dargin, küsmüs bakardi. Ya da bana öyle geliyordu. Çünkü aksamin karardigi saatlerde kapinin gicirdayarak sokaktan açilmayacagini bilmek, bende çözemedigim duygularin baslangici sayilir. Sözgelimi bize sunulan gümüs kuslu fincanlarin kirildigini duyardim. Kafesteki kanaryanin bir sabah öldügünü. Bahçedeki camlari boydan boya çatlak limonlukta sikismis arilari. Biz eve döndügümüzde babami beklerdik.
Sasirmam gereken konulardan biri, Iffet Hanim'la Incilâ Abla'nin bize hiç gelmemeleriydi. Nuhbe Hanim'in yasliligina, yürüyemeyecek kerte yorgun olusuna baglardim bunu.
Bir gün olaganüstü bir seyle karsilastik Incilâ Abla'larda. Nuhbe Hanim'lara annemle benden baska misafir gelmezken, ilkyaz ögleden sonrasinda, genç ve yakisikli bir adam, tasliktaki masayi çevreleyen iskemlelerden birine oturmus, kahve içiyordu. Pencerelerin kepenkleri aralanmisti üstelik. Içeriye yansiyabilen, nihayet odalari dolduran gün isigi ansizin eski esyayi büyülemis, senlendirmisti. Genç adamin saçlarindan bir demet alnina dökülmüstü. Iffet Hanim annemi karsiladiginda, o da ayaga kalkti.
'Ne iyi ettiniz de geldiniz, ' dedi Iffet Hanim, 'eriste kesmistim ben de.'
Incilâ Abla ibrisimleri, elvan elvan iplikleri topluyordu telâsla. 'Kusura bakmayin, ' dedi anneme.
'Biz yabanci miyiz Incilâ? '
'Cahit, ' dedi Iffet Hanim. 'Taniyacaksin Süheylâ, Hasan amcayla Kâmran yengenin oglu.'
Annem gülümsüyordu. Hasan amcayla Kâmran yengenin adlarini ilk kez isitiyordum.
'Mühendis çikmis bu sene Cahit. Binbir güçlükle arayip bulmus burasini sagolsun.'
Ben hemen mühendis olmaya karar veriyordum. Genç adam, hemen benim Cahit agbim oluyordu ve ben, büyüyünce tipki ona benziyordum. Genis omuzlu, uzun boylu, insanin elini sikarken güvenç veren.
Cahit agbi saygiyla annemin elini sikti. Benim de. Galiba hayatimda alaysiz elimi sikan birinci insandi o.
Dün gibi hatirliyorum: O gün kandil simitleri yedik Nuhbe Hanim'in odasina dolusup. Nuhbe Hanim bayagi gençlesmisti. Cahit agbinin getirdigi siyah-beyaz damali basörtüsünü göstermisti anneme. Onlari arayip soran bir baska insanin gizli gururunu tasiyordu. 'Cahit agbine siir okusana' dediler bana. Cahit agbime basimi çeviriyor, sonra utançla yere egiyordum. Bahçeye çiktik; Incilâ Abla, Cahit agbi üçümüz. Camlari boydan boya çatlak limonlukta kuru otlara oturduk. Tasliga girip pitpit terliklerimizi giydigimizde günes batiyordu. Nuhbe Hanim'in odasi alacakaranliga bürünmüstü. Cahit agbi, alacakaranlikta, Incilâ Abla'yi seyrediyordu sezdirmeden. Cahit agbiye defterimi, Incilâ Abla'nin yaptigi kenar süslerini gösterdim. Çarpim cetvelini çikardim okul çantamdan. Boncuklarin yerlerini degistirdim. Pergelle suda halkalar çizdi defterime Cahit agbi. Nuhbe Hanim, oradan oraya kosturan Iffet Hanim'in terli yüzüne bir seyler mirildanarak üfledi. Incilâ Abla ud çalmadi. Eristelerimizi patiska bir torbaya koydu Iffet Hanim; 'Sana da verecegim Cahit, ' dedi. 'Size gelip yerim teyzecigim.' Hasan amcanin, Kâmran yengenin yinelenen adlari. Nuhbe Hanim'in kadife kesesinden çikan elyazmasi Kur'an. Ayrilirken annem, Incilâ Abla'yi sevecenlikle kucakliyor.
Ilkyaz aylarinda Cahit agbiye hep rastladik Nuhbe Hanim'larda. Misafir odasi simdi, bize oldugu gibi, onun için de açiliyordu. Ise girmisti Cahit agbi. Mühendisligin önü simdi açiktilar, herkes mühendis olmak istiyordular... Kadiköyü'ne geçtiginde, ne yapip ne edip, Nuhbe Hanim'larda eriste yiyordu.
Iffet Hanim kasnaklari konsolun gözüne kaldirmis durmadan bir seyler dikiyordu. Sayfalarini çevirdigim Manidifata'lar da yoktu ortalikta. Tasliktaki masanin altina beyaz kâgitlar yayiliyor, kumaslar biçiliyordu. Sokaga çiktigimizda anneme sordum:
'Anne, Cahit agbi onlarin nesi oluyor? '
'Incilâ Abla'yla evlenecekler. Allah yüzünü güldürsün Incilâ'nin.'
'Incilâ Abla gidecek mi buradan? '
Incilâ Abla'yi yitirmekten ürküyordum. Çocuk kalbime hançerler batiyordu. Incilâ Abla limonlukta yine ut çaliyor, Cahit agbi gür sesiyle 'Etme beyhude figan vazgeç gönül' sarkisini okuyordu. Nuhbe Hanim, odasinin penceresini ardina kadar açmis, dinliyordu. Kafesteki kanarya güneslerde bahçeye çikartiliyordu. Ot gövermis, harap bahçeler azmisti. Nuhbe Hanim'in sedefli kavuklarina yerlestirilmis ciliz küpeçiçekleri bile tomurcuklanmisti. Ben konagin oymali dam çikmalarindan hoslanmiyordum, limonlukta yükselen kalin erkek sesini sevmiyordum, Cahit agbi dostum olmuyordu.
Iffet Hanim'larin odasindaki cilali tahta sandik açilip kapaniyordu. Okul çikislarinda genellikle buraya geliyorduk annemle. Tahta sandigin açilip kapanislarina. 'Eskiden, ' diyordu Nuhbe Hanim, 'kizlarin çeyizinde bir teli ipekten, bir teli ketenden kivir kivir dokunmus hilâli gümlekler makbuldü.' Herkes gülüyordu onun anlattiklarina. Aralik kepenklerden sisman dut sinekleri giriyordu odaya. Hevessiz, coskusuz günlerim. Incilâ Abla'yi, o dutagaçlarinin gölgeledigi evden ayri düsünemiyordum. Incilâ Abla bir perikizi olmaktan uzaklasiyor, etiyle-kemigiyle gerçege dönüsüyordu. Çarsaflardan sicaktutacagina, her sey hazirlaniyordu çeyizde.
'O ugursuz mum çiçeklerinden, ' diyordu da, baska bir sey demiyordu annem. Nisan elbisesi dikilirken söz bozuldu. Cahit agbinin gelisleri seyreklesmisti. Limonluga geçip sarkilar söylemiyordu artik. Incilâ Abla'yi kucaklayislarinda soguktu, bikkindi. Oturup kalkmasi, giyinip kusanisi baskalasmisti. Defterime gönyesiyle üçgenler yapmadi boy boy. Mum çiçekleri limonlukta kendi kendilerine bitmislerdi. 'Yillarca otun üremedigi limonlukta.'
Cahit Agbi'nin Incilâ Abla'yla nisanlanmayisinin nedeni belirsizdi. Annem konusmuyordu sordugum vakit. Ben onlara gitmedigimizde çarçabuk unutuyordum. Zaten tatil yaklasiyordu, yazin esrikligi vurmustu basima.
Iffet Hanim'i kipkirmizi gözlerle buluyorduk. Uçuk pembe tafta nisan elbisesi eski gardiroba asilmisti. 'Üzülmeyin Iffet Abla.' diyordu annem.. 'nerde Incilâ gibi bir kiz bu zamanda. Kismeti kapanmadi ya.' Kendi de inanmiyordu söylediklerine pek. Kanarya eski yerine kondu. Incilâ Abla'nin yüzünde yasamadan tükenmis umut isigi gülümsemeler. Sonra sonra zayiflamaya basladi. Ince vücudu ateslerle kavruluyordu. 'Bu yapilir miydi, ' dedi annem, 'bu yapayalniz, siginaksiz insanlara yapilir miydi bu! '
Annemin misafir gününde beyaz eldivenler geçirmis, günes semsiyeli bir kadin, 'Incilâ'yi da bundan sonra kimse almaz, ' dedi. 'Az gezmedi o mühendis çocukla. Limonlukta sarkilarin bini bir paraydi. Gökleri çinlatti âvazeleri.' Hallerini bilmeyislerinden söz edildi Iffet Hanim'larin; Kizilay'a satilan hesapisleri, mürver igneler, civan kaslari.
Nisan bozulmasindan bir yaz geçmisti. Koskoca bir yaz geçmisti. Cahit agbiyi yaninda kisaca boylu, çok sik bir kizla Moda'da görmüstük. Deniz Kulübü'ne giriyordu. Gençkizin saçlari bukle bukle kesilmisti. Perçemleri, yokusta Cahit agbiye yaslanislari... Deniz Kulübü'nde caz çaliyordu. Kayiklarla gelip dans edenleri seyrediyordu halk. Cahit agbi, anneme selam vermek istemisti: Hasan amcayla Kâmran yengenin oglu, 'Taniyacaksin Süheylâ.' Buz gibi durmustu annem. Bana el sallamisti Cahit agbi, kolumdan çekip sürüklemisti annem.
Dügünler yasaniyor. Gelin güleryüzle iniyor merdivenlerden. Çocuklar geziniyor ortalikta. Kadinlar aynalarda yapili saçlarini düzeltiyorlar. Dügün pastasi kesiliyor.
Ben hiç dügünlere gitmiyorum.
Içinde akide sekerleriyle bir tek lokumun oldugu pembe kâgidi açmistim. Pembe kâgit külahta Incilâ Abla'min soluk baskili fotografini görmüstüm. Limonluga kar yagiyordu. Kar, çatlak camlardan içeriye yagip eriyordu.
Kuru ayazin ardindan yagmurlar geldi.
'Hos geldiniz, 'dedi annem.
'Sakir sakir yagmur, mansonumu islatti, ' dedi annemin günes semsiyeli konugu. Çizmelerini çikardi. Mansonunun tüylerini kabartti. Soba yanan odaya girerken, 'Isittiniz mi? ' diye sordu. 'Sizin Incilâ'nin Cahit, eski elçilerden Regaip beyin kiziyla nisanlanmis, yildirim nikahiyla evleneceklermis.' Bir an sustu anlamli göz süzmelerle. 'Regaip bey çok seviniyormus. Sevinir elbet, Cahit hem güzel çocuk hem de istikbali açik.'
Annem, misafir hanima muzlu pastadan tutmuyordu.