Endüstrileşme ile girdiği yeni aşamada ilk ürettiği korku tüneli, sınıf çelişkisinin derineşerek, hınç üretmesidir, bu bir ekonomik darboğaz da günah keçisi tayin eder, anlamadan hedef olursun, daha yolda yürürken, ve şimdi Avrupada ki sınır durum artacak, önleyemezlre, hammadde endüstirilerin kurbanlık arayışında olmazsa olmazıdır, bunu tutan ülkeleri bastırıp ucuza çekemezlerse, avrupa iç düzeni düşman üretirke, onun ekonomik global yansımalrı da aynı düşmanlığı üretir, yani demokratık hak kilıf, paravan, senin üzerinde patlar bir adım sonasında, kurgulayanların rotasında, ve bu iyice kontrol edilmeze hale gelir, sadece burayı değli, bütün bölgeyi sarar, küçük bir zümre biz bu işi aşarız imkanlarımzla diye düşünebilir, ama, sıradan vatandaşta bu imkanlar olmazsa, ki olamaz yapı buna uygun değil, toplumsal bir yıkıma evrilir, sonrasır artık sorun edilmeyen, ama, bekleyen, ebeidi işkence olur, bilgi olsun.
Şehir endüstriyel yapının güçlenmesiyle sınıfsal çelişkiyi de keskinleştirir, tarımsal evrede dert olmayan her türlü psişik özellik boğazını sıkmaya başlar, düşmanlık katsayısı artar, şehir zorluğu da nedeniyle, çatışmaya ivmelendirir, yani ruhsal sağlığını, dolayısıyla fiziksel sağlığını da koruman güçleşir, bu da doğrudan ağır bir maliyet yükler, rekabetle kaybettiklerini de ekle, altında ezilmeye başlarsın, kötülüğü saymıyorum o bonus, anonimleşen insan, daha kolay doğasının zararlı yanlarını sergilyebileceği bir ortama kolayca devrili, ordan da kalıcı devre dışı bırakılır, ondan Modern evre, şehrin ve endüstirnin keskinleştiren yapısıyla insanı doğrar atar, ilacı Kuranın rehberliğine anlayarak, uyum sağlayabilmektir, artık eskisi gibi toplumsal yapıda yaygınlaşamaz ama, bireysel adanmışlık hiç olmazsa kendini kurtarır, yalnız bile kalsan, ki zaten öylesin, berabermişin gibi geliyor, seni yıkacak unsurları, çabucak altedersin, yani doğrudan sağlığına katki yapar . Kolay gelsin.
Çocukluğumuzda - 1965 - Samatya Ermenilerin ağırlıklı oturduğu bir semt, 1897 de Babıali baskının yapanlar, Abdülhamite suikast düzenleyenlerden de var, komşularımızı pek çoğu ermeni nüfus, kimsenin arasında da pek bir sorun yok, Kapalıçarşı kuyumculuk işiyle uğraşanlar, tekstil atölyelerine düğme dikilir, yaz akşamları kapının önüne kilimler serilir, hep beraber hem düğme dikilir hem eğleniliyor, bizim ne 1915 olaylarından ne daha öncekilerden haberimiz bile yok, hep sansürlenmiş, yaşama kilit vurmamak için, hatta Margeret, Lusi Abla dediklerimiz evlerinde bikiniyle gezerdi, Margeret sonunda evlendi, Lusi de, onun eşinin kardeşine aşık oldu, ama, onlarda iki kardeş iki kardeşle evlenemezmiş, ortalık karıştı, sürekli evde ağlamalar, kavga, zaten herkes iç içe, ayrı gayrı yok, babam yalvar yakar oldu ailelere, biz de böyle bir şey yok kardeşim, kan bağı yok birşey yok, niye evlenemiyorlar diye epey mücadele etti, sonunda ikna oldular, Lusi de evlendi, düğünler falan güzel günler, sonra 75 ler civarı işin rengi değişmeye başladı bir soğukluk başladı, bizim bir şeyden hala haberimiz yok da mahallede büyükler öyle değil, onlar da göç etmeye başladılar, bizim çocukluk arkadaşlarımız Egya, Manuk, hepsi gittiler Avrupaya, çok sonra işittik ki damatlar ASALAYA Katılmış o dönemin yurtdışında ki elçilerimize yapılan cinayetleri bilen bilir, Annemin en Yakın Arkadaşı Ojen Teyze gitmedi, bir kızı vardı, o da genç yaşta öldü, tek kaldı, oğlu da vardı galiba iki çocukları vardı, çocuk Kapalıçarşıda çalışıyordu, ne oldu bilmem, Avrupaya giden Gülizar Teyze, Margeret, lusinin annesi, 20 sene sonra Annemi ziyaret geldi, ev bayram havası gibiydi, kocası ölmüş, Egya, Manuk Marangozluk yapıyorlarmış, mobilya üreticisi. Margeret Hollandaya göç etmiş, İsviçreden, eşi terör nedeniyle sınırdışı edilince. yani herkes bir tarafa savruldu, sınav işini görür, sıkı duran, falso yapmayan kazanır, iman ondan şart, esaslara.
Bu şekilde bir akıl yürütmeyle, onların modern bir icat olan asetik yardımı olmadan nasıl kapağın üzerindeki karmaşık desenleri icra ettiklerini görebilmişti... Batı eğitiminin bir çok güçlü yanları vardı... Fakat aynı zamanda çok önemli zayıflıkları da... Bu zayıflıklar en çok düşünmemiz ve aklımızı kullanmamız gereken zamanlarda ortaya çıkıyordu... Geçmişte insanlar upuzun epik şiirleri akıllarında tutup ezbere okuyabilirken, günümüzde ortalama insan Shakespeare'in bir kaç satırını hatırlamakta bile güçlük çekmektedir... Batı'daki mekanik olarak öğrenmenin modası geçmiş olsa da gelişmekte olan ülkelerde hala bilgiler, bu yolla öğrencilere öğretilmeye çalışılmaktadır...
Şurası bir gerçek ki, tarihin geçmiş dönemlerinde, öğrenmeyle ilgili, günümüzden çok daha etkin yöntemler kullanılmaktaydı...
Örneğin Eski Romalılar, hafıza gelişimini 'gözünde canlandırma tekniği'yle birleştirmişlerdir. (Durugörü - İmajinasyon) Bir konuşmacı, karmaşık bir vaaz vermesi gerektiğinde ona kelimeleri düzgün bir şekilde sıralamasını sağlayacak bir ilhama güvenmek yerine düşüncelerini, gözünün önüne tanıdık bir yer, belki bir tiyatro getirerek organize ediyordu... Sonra, konuşacağı konuyu temsil eden düşünce sembollerini tiyatronun çeşitli yerlerine yerleştiriyordu... Konuşmaya sıra geldiğinde ise tiyatro imajını çağırıyor ve mantıksal olarak bu imajın etrafında dolaşırken, düşünce sembollerini hatırlıyor ve dolayısıyla konuşmada her birinin temsil ettiği noktaları yakalayabiliyordu...
'Polish man's dream helps him find lost brother in abandoned house'
Waldemar Mokijewkiego found his dead brother in an old house after a dream told him to go there...
Roman Mokijewkiego, 55, from Lubelskie in Poland, went missing more than a year ago...
A major search failed to find him...
‘We didn’t know if he was dead or alive. He just disappeared,’ said his brother Waldemar, 57.
‘But then I had a dream and a voice came to me telling me to go to an abandoned house on the edge of our village. I didn’t go straight away, I didn’t see the point.'
'But the voice kept coming back to me so eventually I did – and that’s when I found Roman’s body lying in an old wooden bed.'
An autopsy revealed that Mr Mokijewkiego had died of alcohol poisoning...
Waldemar said: 'He always was a big drinker, I guess he must have been hiding there to sleep it off and never woke up.'
İtalya'nın Bologna kentinde 17. yüzyılın 2. yarısında oluşan ve San Petronio Kilisesi ile 1666'da kurulan Accademia Filarmonica orkestraları gibi 2 büyük kurumun çalışmalarıyla enstrümantal beste türünde, özellikle Trio ve Solo sonat formlarında ve dolayısıyla konçerto formunda gelişmeyi sağlayan Barok stil okulu...
Bu okulun tanınmış bestecileri arasında, konçertant kısa mesler yanında keman soloları ve trio sonata'lar da yazan M. Cazzati, G.B. Bassani, D. Gabrieli; sonatlarıyla ünlü G.B. Vitali ve birlikte 3 bölümlü keman konçertosu formunun kurucularından G. Torelli, konçerto grosso formunu bulan ve 'Il Bolognese - Bolonyalı' diye tanımlanan A. Corelli gibi ünlüler de yer alır...
Şehir: Kur’an-ı Kerim, değişik ayetlerde kullanılan medine, beled ve karye terimleriyle bir yerleşim birimi olarak “şehir”e dikkatleri çekmiş, hatta yeminle söz etmeye değer bulmuştur. Şehir, insan eliyle kurulmuş bir eser, hayatı kuşatan bir mekân ve zamanlar ötesine uzanan bir oluşumdur. Bünyesinde taşıdığı sanatı, estetiği, tarihi ve diğer tüm unsurlarıyla insanın ve toplumun bir aynasıdır şehir. Denilebilir ki; insan küçük bir şehir, şehir büyük bir insandır. Şehir (Mısır) sözü İslâm hukukçularınca şöyle tarif edilmiştir: Ebû Hanife (ö. 150/767) 'ye göre valisi, hâkimi, sokak, çarşı ve mahalleleri olan yerleşim merkezleri 'kalabalık şehir' niteliğindedir. Ebû Yusuf (ö. 182/798) , halkı en büyük mescide sığmayacak kadar kalabalık olan yerleri şehir sayarken İmam Muhammed (ö. 189/805) , yöneticilerin şehir olarak kabul ettikleri yerleri şehir kabul eder. İmam Şâfiî (ö. 204/819) ve Ahmed İbn Hanbel (ö. 241/855) bu konuda nüfus sayısı kriterini getirir. Onlara göre, kırk adet akıllı, ergin, hür ve mukîm erkeğin yaz kış başka beldeye göç etmeksizin oturdukları yerleşim merkezleri şehir sayılır. İmam Mâlik (ö. 179/795) 'e göre, mescidi ve çarşısı olan her yerleşim merkezi şehir sayılır. Köy ve şehir kelimeleri eş anlamlıdır. Nüfuz az olsun çok olsun hüküm değişmez. Şehir: Sözcük anlamıyla, nüfusu 10.000'i aşan yerleşim birimlerine verilen isimdir. Arapçası Medine’dir. İnsanların oturduğu, birçok sokaklı ve birçok evli yerlerin en büyüğüdür. Türkiye de, insanların barındığı alanlar, barındırılan insan sayısına göre, köy kasaba ve şehir bölünmesine uğramıştır. Nüfusları 150 - 2.000 arasında olan yerlere köy denilmektedir. Nüfusları 2.000 25.000 arasında olanlara kasaba, 25.000 den fazla olanlara şehir adı verilmektedir.
Tarihte İlk Şehir Dünya da ilk şehir Mekke’dir. Mekke'nin ortaya çıkışı Hz. Adem (a.s.) 'a kadar uzanır Adem (a.s.) yeryüzüne indirildiğinde Mekke'de Beytullah'ın bulunduğu bu günkü yerde bir mabet inşa etmekle görevlendirilmişti. Tarihçiler, Adem (a.s) 'ın Hindistan tarafından yeryüzüne indiğini kabul etmişlerdir. Onun, kırk defa Mekke'ye giderek haccettiği kabul edilirse bu durum bizi Mekke vadisinin ilk insanla birlikte, seçilerek kutsal kılındığı sonucuna ulaştırır. Hz. Âdem (a.s) tarafından inşa edilen Beytullah, Nuh (a.s.) zamanına kadar varlığını sürdürdü. Tevhidden yüz çevirip putperest bir hayat yaşamaya başlayan Nuh kavmi, tufanla helâk edilince, Beytullah yeryüzünden kaldırılmıştı. Başka bir rivayete göre ise, Beytullah'ın bulunduğu noktaya, Cennetten bir yakut indirilmiş, Tufan esnasında bu yakut göğe kaldırılmıştı. Bu rivayetler çerçevesinde düşünüldüğünde Mekke'nin insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte, bir yerleşim yeri olma özelliği göstermeye başladığı anlaşılır. Ayetlerde zikredildiği gibi Beytullah, insanların ibadet etmesi için yeryüzünde inşa edilen ilk yapı ve Mekke, şehirlerin anası (Ümmü'l-Kura) dır. Kur'an-ı Kerimdeki bu tür ifadeler, yukarıdaki nakilleri doğrular niteliktedir. Ancak Taberi'nin Ebu Zer (r.a.) 'den naklettiği bir hadisi şerifte şöyle denilmektedir: 'Ya Resulallah! Yeryüzünde ilk mescit hangisidir' dedim. O, Mescid-i Haramdır' dedi. 'Sonra hangisidir' dedim. Mescid-i Aksa dır' dedi. Aralarında kaç yıl olduğunu sorduğumda da; 'kırk yıl' dedi.' Mekke'nin önemi onun kalbi sayılan Kâ'be'den ileri geliyor Hz. Muhammed (s.a.) , Mekke'nin kendisini de neredeyse Kâ'be gibi tarih öncesine uzanan kutsal bir temele dayandırır, İbni Abbas'tan gelen bir rivayete göre Allah'ın Resulü (a.s) Mekke'nin fethi günü şöyle demiştir: 'Bu belde Allah'ın yeri ve göğü yarattığı zamandan beri kutsal kıldığı bir beldedir. Bu belde Allah'ın buyruğu ile kıyamete kadar haram (kutsal) dır. Bundan dolayı dikenleri koparılmaz, av hayvanları ürkütülmez.' Mekke'nin özel statüsü klasik hukuk kitaplarında uzun uzun anlatılır. Burası haram bir bölge kabul edildiği için, kan akıtılmaz, bozgunculuk çıkarılmaz, evleri satılmaz, suçlular buraya sığındıkları sürece korunur, Müslüman olmayanlar buraya giremez v.b.. İlk tarihçilerden İbn İshak, 'Mekke Allah'ın melekûtunun yeryüzündeki merkezi, başkentidir' der. Yakuti'nin verdiği bilgiye göre Mekke halk dilinde eski zamanlardan beri 'Arzın göbeği' olarak geçer. Mekke'nin İslâm kaynakları yanında antik Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde de yüceltilmesi anlamlıdır. Hz. Davud (a.s) ’a indirilen Zebur’da şu kayıt vardır: 'Ne kutludur senin Evinin sakinleri ki daima sana hamdederler; ne kutludur o insan ki kuvveti sendendir. Evine giden yollara gönül veren adam Bekke vadisinden geçerken onu bıkar (işsiz) eder.' Sonradan Yahudiler, Mekke ve Kabe’yi semavi kitaplarda azizleştiren bu kelimeyi, Mekke şehriyle alakasız, mücerret gözyaşı manasına gelen bir mefhum diye tevile kalkıştılar. Bekke vadisi yani gözyaşı vadisi... Glaser, güney Arapçasından ayrı olarak Habeşçe'de de Mekke ile Mikrab kelimelerinin aynı anlamda kullanıldığını tespit eder. Milattan önceki tarihçilerin Mekke'den söz etmeleri daha şaşırtıcıdır. Batlamyus (İÖ 130) ondan Macoraba olarak söz eder; Romalı tarihçi Sesilis (İÖ 50) , Mekke'yi dünyanın en eski şehri olarak tanımlar. Dozy'e göre de Yunan coğrafyacılarının Macoroba dedikleri yer Mekke'nin kendisidir. Buna rağmen İslâm araştırmacıları muhtemelen Hz. İbrahim (a.s) 'den sonraki döneme ait olmak üzere Kâ'be'nin çevresinde kimlerin ilk evleri inşa edip orada yerleşik hayata geçtiklerini tespit etmek için özel çabalar harcamışlardır. Kimileri Kâ'be'nin çevresinde ilk evler ve dolayısıyla Mekke şehri Kusayy b. Kilab tarafından kurulduğunu söylerken kimileri Mekke'de kurulan ilk ev, Said veya Sa'd b. Amr'ın evidir, der. Buna göre Amr'ın evi, Kâ'be'ye çok yakın bir yerde kurulan ilk ev olma özelliğini de taşımış oluyor. Ezraki ve diğer kaynaklar, daha Hz. Âdem (a.s) zamanında insanların Kâ'be'den uzak yerlerde, dağ aralarında ve orman içlerinde yaşamayı tercih ettiklerini, inanışa göre Kâ'be'nin yakın çevresinde ev kurmayı sakıncalı bulduklarını zikrederler. Yine inanışa göre, Kâ'be'nin manevi konumu, onun mimari şeklinin de çevresinde ilk kurulan evlerin mimari tarzını doğrudan etkilemiştir. Buna göre, küp şeklinde inşa edilen Kâ'be'ye hürmeten ilk kurulan evlerin 1) Dairevi olmasına, 2) Kâ'be'den daha yüksek olmamasına, 3) Kâ'be'den belirli uzaklıkta yerlerde kurulmasına özel olarak dikkat edilmiştir. Hz. Âdem (a.s) 'den Hz. İbrahim (a.s) 'e kadar geçen uzun yüzyıllar boyunca Kâ'be'nin Arap Yarımadası göbeğinde tek başına bir yapı olarak kaldığını ve her zaman ziyaretine gelen insanların hep çadırlarda yaşadığını veya uzak dağlara, orman içlerine çekildiğini düşünmemizi gerektiren makul hiçbir neden yok. İlk insan kuşakları Kâ'be'ye hürmeten bu türden zahmetlere katlanmışsa bile pek erken sayılabilecek bir zamanda çevresinde evlerin kurulması ve merkezi önemine binaen kısa zamanda hatırı sayılır büyükçe bir şehir, yani Kadim Mekke'nin böylece ortaya çıkmıştır.
Kutsal (Mübarek) Şehirler İslam medeniyetinin üç kutsal (mübarek) şehirleri: 1-Mekke, 2-Kudüs, 3-Medine’dir. Hz. İbrahim (a.s) ’in Mekke’yi Kâbe inşa etmiş ve Mekke onunla simgelenmiştir. Hz. Davud (a.s) temelini atmış Hz. Süleyman (a.s) ’ın Kudüs’ü Beyt-i Makdis inşa etmiş ve onunla simgelenmiştir. Hz. Muhammed (a.s) Medine’yi ve Mescid-i Nebevi’yi inşa etmiş ve onunla simgelenmiştir.
İslam Medeniyetinin Merkezi Olan Şehirler İslam Medeniyeti, Asrı Saadette sosyal gelişimini tamamladıktan sonra, müthiş bir hızla bilim ve kültür alanında gelişmeye başlamış, bu baş döndürücü hızın sonunda dünyanın çeşitli yerlerinde, zamanın çok ilersinde olan medeniyetlerin oluşmasına imkân sağlamıştır. Hulefa-i Raşidinden sonra, Emevi ve Abbasilerle başlayan bu hızlı gelişim süreci, özellikle Ortadoğu’da kurulan diğer devletlerle devam etmiş, bu akımın son temsilcisi de birçok şehri imar eden üç kıtaya yayılmış Osmanlı devleti olmuştur. İslam Medeniyetinin beşiği olmuş, ilim ve kültür alanında emsallerine göre çok ileri gitmiş, gerek kültürel coğrafyasıyla, gerek mimari yapılarıyla, gerekse bilim üreten ve bilim adamı yetiştiren merkezleriyle haklı bir üne kavuşmuş 10 kültür şehri listeledik. Aşağıdaki listede yer alan şehirlerden bazısı günümüzde hala bir cazibe merkezi durumdayken bazısı ise ne yazık ki eski şaşalı ve görkemli halini özlemle alan birer antik kent artık. İşte medeniyetin merkezi olmuş 10 şehir: 1. Bağdat: En parlak dönemini Abbasiler zamanında yaşayan şehir islam dünyasının bilim ve kültür merkezliği görevini uzun süre yapmıştır. Bağdat onuncu yüzyıl ve sonrasında, 2.5 Milyon nüfusuyla dünyanın en büyük şehirleri arasındaydı aynı zamanda. Bilimsel ve kültürel hayatın yanında canlı bir ticaret hayatı da vardı bu şehirde. 1258 yılında Moğollar tarafından talan edildikten sonra şehir, önemini yitirdi ve bir daha toparlanamadı. 17yy.da Osmanlı eline geçen Bağdat, 1917’de İngiliz işgaline uğradı. Şuan Amerikan işgali altında, geçmişini özlemle anıyor.
2. İsfahan: İsfahan, nısfı cihan derlermiş bir zamanlar. Yani İsfahan dünyanın yarısıdır. Hatta oranın buna gücenir, külli cihan diye karşılık verirmiş. Yani dünyanın hepsidir. Bu söz belki bir mübalağadan ibaret ama şehrin zamanındaki heybetini, haşmetini, dünyadaki konumunu gayet iyi özetliyor. Şuan İran’ın bir eyaleti olan İsfahan, on birinci yüzyılda Selçuklu Devleti’ne başkentlik yaptığı sırada ilim ve kültür hareketleriyle, on yedinci yüzyılda Safevi’nin başkenti olduğu sürede de mimari faaliyetlerle ihya oldu ki şehrin mimari bir düzenlemeye gerçekten ihtiyacı vardı. On üçüncü yüzyılda Moğol istilasından o da nasibini almış yakılıp yıkılmıştı çünkü.
3. Buhara: Şuan Özbekistan sınırlar içinde kalan bu antik şehir, tarih boyunca İpek yoluna yakınlığı sebebiyle ticaretin başkentlerinden biri olmuştur. Şehrin İslamla şereflenmesiyle birlikte bilim yönünden de gelişmeye başladığı bilinmektedir. Toprağının bereketli olması nedeniyle çeşitli sulama teknikleri yine bu şehirde geliştirilmiştir. Şehir, altın çağını on birinci yüzyılda Karahanlıların egemenliği altında yaşamış, 1220 yılında Moğol İstilasından payına düşeni ne yazık ki o da almıştır. İmam Buhari ve İbni Sina gibi ünlü simalar bu şehrin topraklarından yetişmiştir.
4. Fustat: Tarihi, çok eski çağlara dayanan bu şehri bugün biz Kahire adıyla tanıyoruz. Şehir günümüzde Mısır devleti’nin başkenti olarak yaşamını sürdürmektedir. İslam tarihi boyunca sırasıyla; Tolunoğulları, Akşitler, Fatimiler, Eyyubiler, Kölemenler ve Memlüklere başkentlik yapmıştır. On altıncı yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin de bir eyaleti olmuştur. Bu kadar farklı medeniyete ev sahipliği yapmış şehir, aynı zamanda dünyanın yaşayan en eski ikinci üniversitesi el ezher’e de ev sahipliği yapmaktadır.
5. Semerkant: Dünyanın en eski şehirlerinden olan ve günümüzde Özbekistan’a bağlı bu şehir, Buhara ile birlikte İslam dünyasının Orta Asya’daki bilim, kültür ve medeniyet üssü olmuştur. İslam dünyasının ilk kâğıt fabrikası burada açılır. Samanoğulları döneminde parlak bir ticaret merkezi haline gelen şehri Moğol İstilası harap etmiştir. Fakat sonra Moğollara başkent olduğundan yeniden imar edilip eski haline kavuştu. Astronomi ilminin duayenlerinden Uluğ Bey’in memleketidir bu şehir ve bu bilim adamı adına bir rasathanesi mevcuttur.
6. Harran: Şuan Şanlıurfa ili sınırları içersinde yer alan Harran eskiden, büyük bir bilim ve kültür kentiydi. Birçok bilim adamı ve filozof burada doğdu veya yetişti. Özellikle Tıp ve astronomi biliminin gelişmesine ev sahipliği yaptı. Üstelik sadece müslüman değil Süryani ve yunan ilim asıllı ilim adamları da burada yetişiyordu. Harran yalnızca bir bilim merkezi değil, aynı zamanda ticaret, kültür ve bir inanç merkeziydi. Sekiz ve dokuzuncu yüzyılda altın çağını yaşadı. Emevilere başkent oldu. İslam’ın ilk üniversitesi de burada kurulmuştu. Şehir on birinci yüzyıldan itibaren önemi yitirdi.
7. Basra: Yedinci yüzyılda, Hz. Ömer (r.a) emriyle, Şattul Arap’da ordugâh olarak kurulan şehir, Abbasi hâkimiyeti altında entelektüel yönden büyük gelişme göstererek çok ünlü bilim ve din insanlarının yetişmesine sebep olmuştur. İbni Heysem, Cahiz gibi bilim adamları, İmam-ı Azam, Rabiatül Adeviyye ve Hasan el Basri gibi mutasavvıflar bu topraklarda yetişen ünlü simalardandır. İhvan-ı Safa cemiyeti de burada organize edilmiştir. Daha sonraları Selçukluların eline geçen şehir mimari yönden de zengin bir konuma sahip olmuştur. Osmanlı Devleti de on yedinci yüzyılda şehri egemenliği altına almıştır.
8. Kurtuba: Endülüs Emevi Devleti’nin ilim ve kültür merkezi olmuş şehir, Bugün Cordoba adıyla İspanya’da yer alır. Avrupa karanlık çağını yaşarken burada gelişmiş bir medeniyet vardı. Öyle ki bütün yollar tertemiz ve düzenli, geceleri sokak lambalarıyla ışıl ışıldı. Avrupa’ya felsefe bilimini tersten okutan İbn Rüşt, Tıbbi cerrahlık mesleğinin babası Zehravi Kurtuba diyince akla ilk gelen isimler. İmam Kurtubi’de burada doğmuştur. Dünyanın sayılı birkaç önemli eserinden, Endülüs ürünü Kurtuba Cami’si de bu şehirdedir.
9. İstanbul: Şairler, âlimler, bilginler, gezginler kenti İstanbul. 1453 yılında İslam Âleminin hizmetine geçmesiyle bilim ve kültür alanında müthiş bir sıçrama yaparak nice entelektüelin yetişmesine olanak sağlamıştır. Külliyeler, medreselerle donatılmış bu şehirden onlarca şair, edebiyatçı, ilim adamı, devlet yöneticisi çıkmıştır. Zamanın en büyük devleti Osmanlı’nın dört yüz elli yıl başkentliğini yapmış Şehir, güzelliği ve konumu ile tarih boyunca hep bir cazibe merkezi olmuştur.
10.Dımeşk: Ya da bugün daha çok bilinen adıyla Şam, şuan Suriye’nin başkenti konumundadır. Hz. Ömer (r.a) ’in döneminde Halid bin Velid (r.a) tarafından feth edilmeden önce bile dünyadaki üç beş ticaret merkezinden biri durumundaydı. Emeviler döneminde çok gelişerek altın çağını yaşamıştır. Yine aynı dönemde önemini yitirmeye başlamıştır. Sonra sırasıyla şehir, Abbasi ve Fatımilerin, Selçukların, Memlukların eline geçti. Bütün bu medeniyetler şehrin mimari yönden gelişmesini sağladı.
Osmanlı’nın İlk Şehir Osmangazi 1301 yılında yörenin en güçlü Köprühisar kalesini alamayınca ovanın tam ortasına bir şehir kurar ve bu şehre sayılacak kadar ona yakın, tarihi eserleri ve mimari dokusuyla Yenişehir adını verir. Bu şehir Osmanlı’nın kurduğu ilk şehir unvanıyla tarihteki yerini alır. Roma, Selçuklu, Bizanslılara ev sahipliği yapmış olan Yenişehir, Osmanlı Devleti’nin kuruluş hutbesinin okunduğu ve devlet olduğunu ilan ettiği yer olan Kumluk Camisi, Sinanpaşa, Çınarlı, Semaki, Kurşunlu, Balibey, Ulu camileri, hanları, hamamları, medrese ve Şemaki Evi müzesiyle geçmişin önemli izlerini taşıyor. Osmanlılardan günümüze kadar gelen tarihimizin canlı tanıkları olan evlerin bir kısmı ise projelendirilerek restorasyon için koruma altına alınmış. İki katlı evler cumbaları, sürgülü pencereleri, kapıları ve kapı tokmakları, kiremitli çatıları, bahçeleri geçmişin zarif örnekleri ile karşılaşmanızı sağlıyor.
Türkiye de Şehir Türkiyede, nüfusu 50 - 100 bin arasında olan şehirler şunlardır: Sivas (93.849) , Erzurum (91.196) , Samsun (87.311) , Malatya (84.162) , Diyarbakır (80.645) , Adapazarı (73.705) İzmit (80.160) , Mersin (68.574) , İskenderun (62.342) , Balıkesir (61.012) , Elâzığ (60.438) , Urfa (59.910) , Manisa (59.223) , Maraş (54.646) , Zonguldak (54.026) , Trabzon (52,680) , Antalya (50,963) . Türkiye de nüfusu 100 binin üstünde olan şehirler şunlardır: İstanbul (1.719.922) , Ankara (646.151) , İzmir (370.923) , Adana (230.024) , Bursa (153.939) , Eskişehir (153.10) , Gaziantep (125.386) , Konya (122.704) , Kayseri (102.795) .
Salih ÖZBEY Karagüveç Köyü
Dipnot: 1- Mekke 2- Bekke 3- Ümmül- Kurâ 4- El Beled 5- El Beledül- Emin 6- El Belde 7- Harâmün Emin 8- Vâdi Ğayri Zer’in 9- Meâd 10- Karye 11- El Mescidül- Haram; (Beled, 1; Tin, 3) el-Kâsânî, I, 259; el-Cezerî, Kitabü'l-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, Mısır (t.y.) I, 378, 379; Abdurrahman el-Mavsılî, el-İhtiyâr, Kahire (t.y.) I, 81) . Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Terc. ve Şerhi, III, 45, 46 Taberi, Tarih, Beyrut 1967, I, 122 İbnü'l-Esir et-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1979, I, 36-38. Taberî, Tefsir, Mısır 1968 IV, 8. Taberî, Tarih, I, 123. Âl-i İmrân, 3/96 el-En'am, 6/92. Taberî, Tefsir, IV, 8-9 Buhârî, İlim, 37, Cenâiz, 76, Hac 43, Sayd, 8-10, Büyû', 28, Cizye, 22, Meğâzî, 51, 53; Tirmizî, Hac, 1, Diyât, 13. Farabi, es—Siyasetü'ı Medeniye ve Medinetü'l—Fadıla; Fuzuli, Matlau'l itikad; İbn Haldun, Mukaddime, Çev. S. Uludağ, İstanbul, 1983, 11, 809. Zebur, Mezmur: 84, Ayet:6. Ö. Rıza Doğrul, Asrı Saadet, 1973, istanbul, 1,114. İslâm Ansiklopedisi. Mekke Md., Ö. Rıza Doğrul, Age. 1,115. Tahir'ül Mevlevi, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, 1963, istanbul s.157. Ezraki, Kâ'be ve Mekke Tarihi, Çev. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul, 1980, İstanbul, s.22-23. İbn Haldun da ünlü Mukaddime 'de adlı kitabında medeniyete böyle bir tanım getirirler. Daha geniş bilgi için bkz. Ali Bulaç, Medeniyet, Mavera Dergisi: Haziran, 1986 Sayı: 114 — Temmuz, 1986 Sayı: 115. Buhârî, Büyu’, 53; Cihat, 71, 74; Müslim, Hac, 454; Nesâî, Mesâcid, 6
Endüstiryel şehir, insana kurulmuş bir tuzak, psişik bir saldırıdır, yani pusuda, tutuğunu siliyor, hataları toplamında,
ezici bir eleme süreci.
Endüstrileşme ile girdiği yeni aşamada ilk ürettiği korku tüneli, sınıf çelişkisinin derineşerek, hınç üretmesidir, bu
bir ekonomik darboğaz da günah keçisi tayin eder, anlamadan hedef olursun, daha yolda yürürken, ve şimdi
Avrupada ki sınır durum artacak, önleyemezlre, hammadde endüstirilerin kurbanlık arayışında olmazsa olmazıdır, bunu tutan ülkeleri bastırıp ucuza çekemezlerse, avrupa iç düzeni düşman üretirke, onun ekonomik global yansımalrı da aynı düşmanlığı üretir, yani demokratık hak kilıf, paravan, senin üzerinde patlar bir adım sonasında, kurgulayanların rotasında, ve bu iyice kontrol edilmeze hale gelir, sadece burayı değli, bütün bölgeyi sarar, küçük bir zümre biz bu işi aşarız imkanlarımzla diye düşünebilir, ama, sıradan vatandaşta bu imkanlar olmazsa, ki olamaz yapı buna uygun değil, toplumsal bir yıkıma evrilir, sonrasır artık sorun edilmeyen, ama, bekleyen, ebeidi işkence olur, bilgi olsun.
Nagehan ol şara vardım, Ol şarı yapılır gördüm,
Ben dahi bile yapıldım, taş u toprağ arasında.
Ansızın şehre vardım, Ol şehri yapılır gördüm,
Ben dahi bile yapıldım, taşla toprak arasında.
Hacı Bayram Veli, 15. Yüzyıl, Türk Kültürü.
Şehir endüstriyel yapının güçlenmesiyle sınıfsal çelişkiyi de keskinleştirir, tarımsal evrede dert olmayan her türlü psişik özellik boğazını sıkmaya başlar, düşmanlık katsayısı artar, şehir zorluğu da nedeniyle, çatışmaya ivmelendirir, yani ruhsal sağlığını, dolayısıyla fiziksel sağlığını da koruman güçleşir, bu da doğrudan ağır bir maliyet yükler, rekabetle kaybettiklerini de ekle, altında ezilmeye başlarsın, kötülüğü saymıyorum o bonus, anonimleşen insan, daha kolay doğasının zararlı yanlarını sergilyebileceği bir ortama kolayca devrili, ordan da kalıcı devre dışı bırakılır, ondan Modern evre, şehrin ve endüstirnin keskinleştiren yapısıyla insanı doğrar atar, ilacı Kuranın rehberliğine anlayarak, uyum sağlayabilmektir, artık eskisi gibi toplumsal yapıda yaygınlaşamaz ama, bireysel adanmışlık hiç olmazsa kendini kurtarır, yalnız bile kalsan, ki zaten öylesin, berabermişin gibi geliyor, seni yıkacak unsurları, çabucak altedersin, yani doğrudan sağlığına katki yapar . Kolay gelsin.
Çocukluğumuzda - 1965 - Samatya Ermenilerin ağırlıklı oturduğu bir semt, 1897 de Babıali baskının yapanlar, Abdülhamite suikast düzenleyenlerden de var, komşularımızı pek çoğu ermeni nüfus, kimsenin arasında da pek bir sorun yok, Kapalıçarşı kuyumculuk işiyle uğraşanlar, tekstil atölyelerine düğme dikilir, yaz akşamları kapının önüne kilimler serilir, hep beraber hem düğme dikilir hem eğleniliyor, bizim ne 1915 olaylarından ne daha öncekilerden haberimiz bile yok, hep sansürlenmiş, yaşama kilit vurmamak için, hatta Margeret, Lusi Abla dediklerimiz evlerinde bikiniyle gezerdi, Margeret sonunda evlendi, Lusi de, onun eşinin kardeşine aşık oldu, ama, onlarda iki kardeş iki kardeşle evlenemezmiş, ortalık karıştı, sürekli evde ağlamalar, kavga, zaten herkes iç içe, ayrı gayrı yok, babam yalvar yakar oldu ailelere, biz de böyle bir şey yok kardeşim, kan bağı yok birşey yok, niye evlenemiyorlar diye epey mücadele etti, sonunda ikna oldular, Lusi de evlendi, düğünler falan güzel günler, sonra 75 ler civarı işin rengi değişmeye başladı bir soğukluk başladı, bizim bir şeyden hala haberimiz yok da mahallede büyükler öyle değil, onlar da göç etmeye başladılar, bizim çocukluk arkadaşlarımız Egya, Manuk, hepsi gittiler Avrupaya, çok sonra işittik ki damatlar ASALAYA Katılmış o dönemin yurtdışında ki elçilerimize yapılan cinayetleri bilen bilir, Annemin en Yakın Arkadaşı Ojen Teyze gitmedi, bir kızı vardı, o da genç yaşta öldü, tek kaldı, oğlu da vardı galiba iki çocukları vardı, çocuk Kapalıçarşıda çalışıyordu, ne oldu bilmem, Avrupaya giden Gülizar Teyze, Margeret, lusinin annesi, 20 sene sonra Annemi ziyaret geldi, ev bayram havası gibiydi, kocası ölmüş, Egya, Manuk Marangozluk yapıyorlarmış, mobilya üreticisi. Margeret Hollandaya göç etmiş, İsviçreden, eşi terör nedeniyle sınırdışı edilince. yani herkes bir tarafa savruldu, sınav işini görür, sıkı duran, falso yapmayan kazanır, iman ondan şart, esaslara.
betondan mezarlıklar gibi silüeti olan istanbu'a baktım mezarlık evet ölmüş bu şehir.
kalbi durmuş olmalı.
kalpsiz şehir nasıl yaşar.
keşke bir kalbi olsaydı.
'Habitación en Roma' (2010)
Julio Medem
'Santiago de Compostela - Kum'
'2 ou 3 choses que je sais d'elle' (1967)
Jean-Luc Godard
'Les rendez-vous d'Anna' (1978)
Chantal Akerman
Yalçın Küçük (1.7.1938) 'Hatay'
Zbigniew Boniek - 'Widzew Lodz'
Faber-Castell (1761)
'Desire Under the Elms - Karaağaçlar Altında' (1958)
Delbert Mann
'The Roman Spring of Mrs. Stone' (1961)
José Quintero
...
Bu şekilde bir akıl yürütmeyle, onların modern bir icat olan asetik yardımı olmadan nasıl kapağın üzerindeki karmaşık desenleri icra ettiklerini görebilmişti... Batı eğitiminin bir çok güçlü yanları vardı... Fakat aynı zamanda çok önemli zayıflıkları da... Bu zayıflıklar en çok düşünmemiz ve aklımızı kullanmamız gereken zamanlarda ortaya çıkıyordu... Geçmişte insanlar upuzun epik şiirleri akıllarında tutup ezbere okuyabilirken, günümüzde ortalama insan Shakespeare'in bir kaç satırını hatırlamakta bile güçlük çekmektedir... Batı'daki mekanik olarak öğrenmenin modası geçmiş olsa da gelişmekte olan ülkelerde hala bilgiler, bu yolla öğrencilere öğretilmeye çalışılmaktadır...
Şurası bir gerçek ki, tarihin geçmiş dönemlerinde, öğrenmeyle ilgili, günümüzden çok daha etkin yöntemler kullanılmaktaydı...
Örneğin Eski Romalılar, hafıza gelişimini 'gözünde canlandırma tekniği'yle birleştirmişlerdir. (Durugörü - İmajinasyon) Bir konuşmacı, karmaşık bir vaaz vermesi gerektiğinde ona kelimeleri düzgün bir şekilde sıralamasını sağlayacak bir ilhama güvenmek yerine düşüncelerini, gözünün önüne tanıdık bir yer, belki bir tiyatro getirerek organize ediyordu... Sonra, konuşacağı konuyu temsil eden düşünce sembollerini tiyatronun çeşitli yerlerine yerleştiriyordu... Konuşmaya sıra geldiğinde ise tiyatro imajını çağırıyor ve mantıksal olarak bu imajın etrafında dolaşırken, düşünce sembollerini hatırlıyor ve dolayısıyla konuşmada her birinin temsil ettiği noktaları yakalayabiliyordu...
...
...
'Vuk'
Judit Pogány (1944)
Steven Robert Weber (1961)
...
'Le carrosse d'or' (1952)
Jean Renoir
BWV 938 - Little Prelude...
'Ada' (1988)
Süreyya Duru
'Les Percussions de Strasbourg' (1961) 'Pléïades'
'Toruń - Philadelphia'
o şehrin tüm sokakları dar yapılmıştı...
biz yan yana yürümeyelim diye
oysa biz yürürdük
yan yana
yana yana yürürdük...
'Belo Horizonte - Bethlehem'
'Cincinnati - Rome'
...
'Polish man's dream helps him find lost brother in abandoned house'
Waldemar Mokijewkiego found his dead brother in an old house after a dream told him to go there...
Roman Mokijewkiego, 55, from Lubelskie in Poland, went missing more than a year ago...
A major search failed to find him...
‘We didn’t know if he was dead or alive. He just disappeared,’ said his brother Waldemar, 57.
‘But then I had a dream and a voice came to me telling me to go to an abandoned house on the edge of our village. I didn’t go straight away, I didn’t see the point.'
'But the voice kept coming back to me so eventually I did – and that’s when I found Roman’s body lying in an old wooden bed.'
An autopsy revealed that Mr Mokijewkiego had died of alcohol poisoning...
Waldemar said: 'He always was a big drinker, I guess he must have been hiding there to sleep it off and never woke up.'
...
...
İtalya'nın Bologna kentinde 17. yüzyılın 2. yarısında oluşan ve San Petronio Kilisesi ile 1666'da kurulan Accademia Filarmonica orkestraları gibi 2 büyük kurumun çalışmalarıyla enstrümantal beste türünde, özellikle Trio ve Solo sonat formlarında ve dolayısıyla konçerto formunda gelişmeyi sağlayan Barok stil okulu...
Bu okulun tanınmış bestecileri arasında, konçertant kısa mesler yanında keman soloları ve trio sonata'lar da yazan M. Cazzati, G.B. Bassani, D. Gabrieli; sonatlarıyla ünlü G.B. Vitali ve birlikte 3 bölümlü keman konçertosu formunun kurucularından G. Torelli, konçerto grosso formunu bulan ve 'Il Bolognese - Bolonyalı' diye tanımlanan A. Corelli gibi ünlüler de yer alır...
...
ŞEHİR
Şehir:
Kur’an-ı Kerim, değişik ayetlerde kullanılan medine, beled ve karye terimleriyle bir yerleşim birimi olarak “şehir”e dikkatleri çekmiş, hatta yeminle söz etmeye değer bulmuştur.
Şehir, insan eliyle kurulmuş bir eser, hayatı kuşatan bir mekân ve zamanlar ötesine uzanan bir oluşumdur. Bünyesinde taşıdığı sanatı, estetiği, tarihi ve diğer tüm unsurlarıyla insanın ve toplumun bir aynasıdır şehir. Denilebilir ki; insan küçük bir şehir, şehir büyük bir insandır.
Şehir (Mısır) sözü İslâm hukukçularınca şöyle tarif edilmiştir:
Ebû Hanife (ö. 150/767) 'ye göre valisi, hâkimi, sokak, çarşı ve mahalleleri olan yerleşim merkezleri 'kalabalık şehir' niteliğindedir. Ebû Yusuf (ö. 182/798) , halkı en büyük mescide sığmayacak kadar kalabalık olan yerleri şehir sayarken İmam Muhammed (ö. 189/805) , yöneticilerin şehir olarak kabul ettikleri yerleri şehir kabul eder.
İmam Şâfiî (ö. 204/819) ve Ahmed İbn Hanbel (ö. 241/855) bu konuda nüfus sayısı kriterini getirir. Onlara göre, kırk adet akıllı, ergin, hür ve mukîm erkeğin yaz kış başka beldeye göç etmeksizin oturdukları yerleşim merkezleri şehir sayılır.
İmam Mâlik (ö. 179/795) 'e göre, mescidi ve çarşısı olan her yerleşim merkezi şehir sayılır. Köy ve şehir kelimeleri eş anlamlıdır. Nüfuz az olsun çok olsun hüküm değişmez.
Şehir: Sözcük anlamıyla, nüfusu 10.000'i aşan yerleşim birimlerine verilen isimdir. Arapçası Medine’dir.
İnsanların oturduğu, birçok sokaklı ve birçok evli yerlerin en büyüğüdür. Türkiye de, insanların barındığı alanlar, barındırılan insan sayısına göre, köy kasaba ve şehir bölünmesine uğramıştır. Nüfusları 150 - 2.000 arasında olan yerlere köy denilmektedir. Nüfusları 2.000 25.000 arasında olanlara kasaba, 25.000 den fazla olanlara şehir adı verilmektedir.
Tarihte İlk Şehir
Dünya da ilk şehir Mekke’dir. Mekke'nin ortaya çıkışı Hz. Adem (a.s.) 'a kadar uzanır Adem (a.s.) yeryüzüne indirildiğinde Mekke'de Beytullah'ın bulunduğu bu günkü yerde bir mabet inşa etmekle görevlendirilmişti. Tarihçiler, Adem (a.s) 'ın Hindistan tarafından yeryüzüne indiğini kabul etmişlerdir. Onun, kırk defa Mekke'ye giderek haccettiği kabul edilirse bu durum bizi Mekke vadisinin ilk insanla birlikte, seçilerek kutsal kılındığı sonucuna ulaştırır.
Hz. Âdem (a.s) tarafından inşa edilen Beytullah, Nuh (a.s.) zamanına kadar varlığını sürdürdü. Tevhidden yüz çevirip putperest bir hayat yaşamaya başlayan Nuh kavmi, tufanla helâk edilince, Beytullah yeryüzünden kaldırılmıştı. Başka bir rivayete göre ise, Beytullah'ın bulunduğu noktaya, Cennetten bir yakut indirilmiş, Tufan esnasında bu yakut göğe kaldırılmıştı.
Bu rivayetler çerçevesinde düşünüldüğünde Mekke'nin insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte, bir yerleşim yeri olma özelliği göstermeye başladığı anlaşılır. Ayetlerde zikredildiği gibi Beytullah, insanların ibadet etmesi için yeryüzünde inşa edilen ilk yapı ve Mekke, şehirlerin anası (Ümmü'l-Kura) dır. Kur'an-ı Kerimdeki bu tür ifadeler, yukarıdaki nakilleri doğrular niteliktedir. Ancak Taberi'nin Ebu Zer (r.a.) 'den naklettiği bir hadisi şerifte şöyle denilmektedir: 'Ya Resulallah! Yeryüzünde ilk mescit hangisidir' dedim. O, Mescid-i Haramdır' dedi.
'Sonra hangisidir' dedim. Mescid-i Aksa dır' dedi. Aralarında kaç yıl olduğunu sorduğumda da; 'kırk yıl' dedi.'
Mekke'nin önemi onun kalbi sayılan Kâ'be'den ileri geliyor Hz. Muhammed (s.a.) , Mekke'nin kendisini de neredeyse Kâ'be gibi tarih öncesine uzanan kutsal bir temele dayandırır, İbni Abbas'tan gelen bir rivayete göre Allah'ın Resulü (a.s) Mekke'nin fethi günü şöyle demiştir:
'Bu belde Allah'ın yeri ve göğü yarattığı zamandan beri kutsal kıldığı bir beldedir. Bu belde Allah'ın buyruğu ile kıyamete kadar haram (kutsal) dır. Bundan dolayı dikenleri koparılmaz, av hayvanları ürkütülmez.' Mekke'nin özel statüsü klasik hukuk kitaplarında uzun uzun anlatılır. Burası haram bir bölge kabul edildiği için, kan akıtılmaz, bozgunculuk çıkarılmaz, evleri satılmaz, suçlular buraya sığındıkları sürece korunur, Müslüman olmayanlar buraya giremez v.b..
İlk tarihçilerden İbn İshak, 'Mekke Allah'ın melekûtunun yeryüzündeki merkezi, başkentidir' der. Yakuti'nin verdiği bilgiye göre Mekke halk dilinde eski zamanlardan beri 'Arzın göbeği' olarak geçer.
Mekke'nin İslâm kaynakları yanında antik Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde de yüceltilmesi anlamlıdır. Hz. Davud (a.s) ’a indirilen Zebur’da şu kayıt vardır: 'Ne kutludur senin Evinin sakinleri ki daima sana hamdederler; ne kutludur o insan ki kuvveti sendendir. Evine giden yollara gönül veren adam Bekke vadisinden geçerken onu bıkar (işsiz) eder.' Sonradan Yahudiler, Mekke ve Kabe’yi semavi kitaplarda azizleştiren bu kelimeyi, Mekke şehriyle alakasız, mücerret gözyaşı manasına gelen bir mefhum diye tevile kalkıştılar. Bekke vadisi yani gözyaşı vadisi...
Glaser, güney Arapçasından ayrı olarak Habeşçe'de de Mekke ile Mikrab kelimelerinin aynı anlamda kullanıldığını tespit eder. Milattan önceki tarihçilerin Mekke'den söz etmeleri daha şaşırtıcıdır. Batlamyus (İÖ 130) ondan Macoraba olarak söz eder; Romalı tarihçi Sesilis (İÖ 50) , Mekke'yi dünyanın en eski şehri olarak tanımlar. Dozy'e göre de Yunan coğrafyacılarının Macoroba dedikleri yer Mekke'nin kendisidir.
Buna rağmen İslâm araştırmacıları muhtemelen Hz. İbrahim (a.s) 'den sonraki döneme ait olmak üzere Kâ'be'nin çevresinde kimlerin ilk evleri inşa edip orada yerleşik hayata geçtiklerini tespit etmek için özel çabalar harcamışlardır. Kimileri Kâ'be'nin çevresinde ilk evler ve dolayısıyla Mekke şehri Kusayy b. Kilab tarafından kurulduğunu söylerken kimileri Mekke'de kurulan ilk ev, Said veya Sa'd b. Amr'ın evidir, der. Buna göre Amr'ın evi, Kâ'be'ye çok yakın bir yerde kurulan ilk ev olma özelliğini de taşımış oluyor.
Ezraki ve diğer kaynaklar, daha Hz. Âdem (a.s) zamanında insanların Kâ'be'den uzak yerlerde, dağ aralarında ve orman içlerinde yaşamayı tercih ettiklerini, inanışa göre Kâ'be'nin yakın çevresinde ev kurmayı sakıncalı bulduklarını zikrederler. Yine inanışa göre, Kâ'be'nin manevi konumu, onun mimari şeklinin de çevresinde ilk kurulan evlerin mimari tarzını doğrudan etkilemiştir. Buna göre, küp şeklinde inşa edilen Kâ'be'ye hürmeten ilk kurulan evlerin
1) Dairevi olmasına,
2) Kâ'be'den daha yüksek olmamasına,
3) Kâ'be'den belirli uzaklıkta yerlerde kurulmasına özel olarak dikkat edilmiştir.
Hz. Âdem (a.s) 'den Hz. İbrahim (a.s) 'e kadar geçen uzun yüzyıllar boyunca Kâ'be'nin Arap Yarımadası göbeğinde tek başına bir yapı olarak kaldığını ve her zaman ziyaretine gelen insanların hep çadırlarda yaşadığını veya uzak dağlara, orman içlerine çekildiğini düşünmemizi gerektiren makul hiçbir neden yok. İlk insan kuşakları Kâ'be'ye hürmeten bu türden zahmetlere katlanmışsa bile pek erken sayılabilecek bir zamanda çevresinde evlerin kurulması ve merkezi önemine binaen kısa zamanda hatırı sayılır büyükçe bir şehir, yani Kadim Mekke'nin böylece ortaya çıkmıştır.
Kutsal (Mübarek) Şehirler
İslam medeniyetinin üç kutsal (mübarek) şehirleri:
1-Mekke,
2-Kudüs,
3-Medine’dir.
Hz. İbrahim (a.s) ’in Mekke’yi Kâbe inşa etmiş ve Mekke onunla simgelenmiştir.
Hz. Davud (a.s) temelini atmış Hz. Süleyman (a.s) ’ın Kudüs’ü Beyt-i Makdis inşa etmiş ve onunla simgelenmiştir.
Hz. Muhammed (a.s) Medine’yi ve Mescid-i Nebevi’yi inşa etmiş ve onunla simgelenmiştir.
İslam Medeniyetinin Merkezi Olan Şehirler
İslam Medeniyeti, Asrı Saadette sosyal gelişimini tamamladıktan sonra, müthiş bir hızla bilim ve kültür alanında gelişmeye başlamış, bu baş döndürücü hızın sonunda dünyanın çeşitli yerlerinde, zamanın çok ilersinde olan medeniyetlerin oluşmasına imkân sağlamıştır.
Hulefa-i Raşidinden sonra, Emevi ve Abbasilerle başlayan bu hızlı gelişim süreci, özellikle Ortadoğu’da kurulan diğer devletlerle devam etmiş, bu akımın son temsilcisi de birçok şehri imar eden üç kıtaya yayılmış Osmanlı devleti olmuştur.
İslam Medeniyetinin beşiği olmuş, ilim ve kültür alanında emsallerine göre çok ileri gitmiş, gerek kültürel coğrafyasıyla, gerek mimari yapılarıyla, gerekse bilim üreten ve bilim adamı yetiştiren merkezleriyle haklı bir üne kavuşmuş 10 kültür şehri listeledik.
Aşağıdaki listede yer alan şehirlerden bazısı günümüzde hala bir cazibe merkezi durumdayken bazısı ise ne yazık ki eski şaşalı ve görkemli halini özlemle alan birer antik kent artık.
İşte medeniyetin merkezi olmuş 10 şehir:
1. Bağdat:
En parlak dönemini Abbasiler zamanında yaşayan şehir islam dünyasının bilim ve kültür merkezliği görevini uzun süre yapmıştır. Bağdat onuncu yüzyıl ve sonrasında, 2.5 Milyon nüfusuyla dünyanın en büyük şehirleri arasındaydı aynı zamanda. Bilimsel ve kültürel hayatın yanında canlı bir ticaret hayatı da vardı bu şehirde. 1258 yılında Moğollar tarafından talan edildikten sonra şehir, önemini yitirdi ve bir daha toparlanamadı. 17yy.da Osmanlı eline geçen Bağdat, 1917’de İngiliz işgaline uğradı. Şuan Amerikan işgali altında, geçmişini özlemle anıyor.
2. İsfahan:
İsfahan, nısfı cihan derlermiş bir zamanlar. Yani İsfahan dünyanın yarısıdır. Hatta oranın buna gücenir, külli cihan diye karşılık verirmiş. Yani dünyanın hepsidir. Bu söz belki bir mübalağadan ibaret ama şehrin zamanındaki heybetini, haşmetini, dünyadaki konumunu gayet iyi özetliyor. Şuan İran’ın bir eyaleti olan İsfahan, on birinci yüzyılda Selçuklu Devleti’ne başkentlik yaptığı sırada ilim ve kültür hareketleriyle, on yedinci yüzyılda Safevi’nin başkenti olduğu sürede de mimari faaliyetlerle ihya oldu ki şehrin mimari bir düzenlemeye gerçekten ihtiyacı vardı. On üçüncü yüzyılda Moğol istilasından o da nasibini almış yakılıp yıkılmıştı çünkü.
3. Buhara:
Şuan Özbekistan sınırlar içinde kalan bu antik şehir, tarih boyunca İpek yoluna yakınlığı sebebiyle ticaretin başkentlerinden biri olmuştur. Şehrin İslamla şereflenmesiyle birlikte bilim yönünden de gelişmeye başladığı bilinmektedir. Toprağının bereketli olması nedeniyle çeşitli sulama teknikleri yine bu şehirde geliştirilmiştir. Şehir, altın çağını on birinci yüzyılda Karahanlıların egemenliği altında yaşamış, 1220 yılında Moğol İstilasından payına düşeni ne yazık ki o da almıştır. İmam Buhari ve İbni Sina gibi ünlü simalar bu şehrin topraklarından yetişmiştir.
4. Fustat:
Tarihi, çok eski çağlara dayanan bu şehri bugün biz Kahire adıyla tanıyoruz. Şehir günümüzde Mısır devleti’nin başkenti olarak yaşamını sürdürmektedir. İslam tarihi boyunca sırasıyla; Tolunoğulları, Akşitler, Fatimiler, Eyyubiler, Kölemenler ve Memlüklere başkentlik yapmıştır. On altıncı yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin de bir eyaleti olmuştur. Bu kadar farklı medeniyete ev sahipliği yapmış şehir, aynı zamanda dünyanın yaşayan en eski ikinci üniversitesi el ezher’e de ev sahipliği yapmaktadır.
5. Semerkant:
Dünyanın en eski şehirlerinden olan ve günümüzde Özbekistan’a bağlı bu şehir, Buhara ile birlikte İslam dünyasının Orta Asya’daki bilim, kültür ve medeniyet üssü olmuştur. İslam dünyasının ilk kâğıt fabrikası burada açılır. Samanoğulları döneminde parlak bir ticaret merkezi haline gelen şehri Moğol İstilası harap etmiştir. Fakat sonra Moğollara başkent olduğundan yeniden imar edilip eski haline kavuştu. Astronomi ilminin duayenlerinden Uluğ Bey’in memleketidir bu şehir ve bu bilim adamı adına bir rasathanesi mevcuttur.
6. Harran:
Şuan Şanlıurfa ili sınırları içersinde yer alan Harran eskiden, büyük bir bilim ve kültür kentiydi. Birçok bilim adamı ve filozof burada doğdu veya yetişti. Özellikle Tıp ve astronomi biliminin gelişmesine ev sahipliği yaptı. Üstelik sadece müslüman değil Süryani ve yunan ilim asıllı ilim adamları da burada yetişiyordu. Harran yalnızca bir bilim merkezi değil, aynı zamanda ticaret, kültür ve bir inanç merkeziydi. Sekiz ve dokuzuncu yüzyılda altın çağını yaşadı. Emevilere başkent oldu. İslam’ın ilk üniversitesi de burada kurulmuştu. Şehir on birinci yüzyıldan itibaren önemi yitirdi.
7. Basra:
Yedinci yüzyılda, Hz. Ömer (r.a) emriyle, Şattul Arap’da ordugâh olarak kurulan şehir, Abbasi hâkimiyeti altında entelektüel yönden büyük gelişme göstererek çok ünlü bilim ve din insanlarının yetişmesine sebep olmuştur. İbni Heysem, Cahiz gibi bilim adamları, İmam-ı Azam, Rabiatül Adeviyye ve Hasan el Basri gibi mutasavvıflar bu topraklarda yetişen ünlü simalardandır. İhvan-ı Safa cemiyeti de burada organize edilmiştir. Daha sonraları Selçukluların eline geçen şehir mimari yönden de zengin bir konuma sahip olmuştur. Osmanlı Devleti de on yedinci yüzyılda şehri egemenliği altına almıştır.
8. Kurtuba:
Endülüs Emevi Devleti’nin ilim ve kültür merkezi olmuş şehir, Bugün Cordoba adıyla İspanya’da yer alır. Avrupa karanlık çağını yaşarken burada gelişmiş bir medeniyet vardı. Öyle ki bütün yollar tertemiz ve düzenli, geceleri sokak lambalarıyla ışıl ışıldı. Avrupa’ya felsefe bilimini tersten okutan İbn Rüşt, Tıbbi cerrahlık mesleğinin babası Zehravi Kurtuba diyince akla ilk gelen isimler. İmam Kurtubi’de burada doğmuştur. Dünyanın sayılı birkaç önemli eserinden, Endülüs ürünü Kurtuba Cami’si de bu şehirdedir.
9. İstanbul:
Şairler, âlimler, bilginler, gezginler kenti İstanbul. 1453 yılında İslam Âleminin hizmetine geçmesiyle bilim ve kültür alanında müthiş bir sıçrama yaparak nice entelektüelin yetişmesine olanak sağlamıştır. Külliyeler, medreselerle donatılmış bu şehirden onlarca şair, edebiyatçı, ilim adamı, devlet yöneticisi çıkmıştır. Zamanın en büyük devleti Osmanlı’nın dört yüz elli yıl başkentliğini yapmış Şehir, güzelliği ve konumu ile tarih boyunca hep bir cazibe merkezi olmuştur.
10.Dımeşk:
Ya da bugün daha çok bilinen adıyla Şam, şuan Suriye’nin başkenti konumundadır. Hz. Ömer (r.a) ’in döneminde Halid bin Velid (r.a) tarafından feth edilmeden önce bile dünyadaki üç beş ticaret merkezinden biri durumundaydı. Emeviler döneminde çok gelişerek altın çağını yaşamıştır. Yine aynı dönemde önemini yitirmeye başlamıştır. Sonra sırasıyla şehir, Abbasi ve Fatımilerin, Selçukların, Memlukların eline geçti. Bütün bu medeniyetler şehrin mimari yönden gelişmesini sağladı.
Osmanlı’nın İlk Şehir
Osmangazi 1301 yılında yörenin en güçlü Köprühisar kalesini alamayınca ovanın tam ortasına bir şehir kurar ve bu şehre sayılacak kadar ona yakın, tarihi eserleri ve mimari dokusuyla Yenişehir adını verir. Bu şehir Osmanlı’nın kurduğu ilk şehir unvanıyla tarihteki yerini alır.
Roma, Selçuklu, Bizanslılara ev sahipliği yapmış olan Yenişehir, Osmanlı Devleti’nin kuruluş hutbesinin okunduğu ve devlet olduğunu ilan ettiği yer olan Kumluk Camisi, Sinanpaşa, Çınarlı, Semaki, Kurşunlu, Balibey, Ulu camileri, hanları, hamamları, medrese ve Şemaki Evi müzesiyle geçmişin önemli izlerini taşıyor. Osmanlılardan günümüze kadar gelen tarihimizin canlı tanıkları olan evlerin bir kısmı ise projelendirilerek restorasyon için koruma altına alınmış. İki katlı evler cumbaları, sürgülü pencereleri, kapıları ve kapı tokmakları, kiremitli çatıları, bahçeleri geçmişin zarif örnekleri ile karşılaşmanızı sağlıyor.
Türkiye de Şehir
Türkiyede, nüfusu 50 - 100 bin arasında olan şehirler şunlardır:
Sivas (93.849) , Erzurum (91.196) , Samsun (87.311) , Malatya (84.162) , Diyarbakır (80.645) , Adapazarı (73.705) İzmit (80.160) , Mersin (68.574) , İskenderun (62.342) , Balıkesir (61.012) , Elâzığ (60.438) , Urfa (59.910) , Manisa (59.223) , Maraş (54.646) , Zonguldak (54.026) , Trabzon (52,680) , Antalya (50,963) . Türkiye de nüfusu 100 binin üstünde olan şehirler şunlardır:
İstanbul (1.719.922) , Ankara (646.151) , İzmir (370.923) , Adana (230.024) , Bursa (153.939) , Eskişehir (153.10) , Gaziantep (125.386) , Konya (122.704) , Kayseri (102.795) .
Salih ÖZBEY
Karagüveç Köyü
Dipnot:
1- Mekke 2- Bekke 3- Ümmül- Kurâ 4- El Beled 5- El Beledül- Emin 6- El Belde 7- Harâmün Emin 8- Vâdi Ğayri Zer’in 9- Meâd 10- Karye 11- El Mescidül- Haram; (Beled, 1; Tin, 3)
el-Kâsânî, I, 259; el-Cezerî, Kitabü'l-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, Mısır (t.y.) I, 378, 379; Abdurrahman el-Mavsılî, el-İhtiyâr, Kahire (t.y.) I, 81) .
Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Terc. ve Şerhi, III, 45, 46
Taberi, Tarih, Beyrut 1967, I, 122
İbnü'l-Esir et-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1979, I, 36-38.
Taberî, Tefsir, Mısır 1968 IV, 8.
Taberî, Tarih, I, 123.
Âl-i İmrân, 3/96
el-En'am, 6/92.
Taberî, Tefsir, IV, 8-9
Buhârî, İlim, 37, Cenâiz, 76, Hac 43, Sayd, 8-10, Büyû', 28, Cizye, 22, Meğâzî, 51, 53; Tirmizî, Hac, 1, Diyât, 13.
Farabi, es—Siyasetü'ı Medeniye ve Medinetü'l—Fadıla; Fuzuli, Matlau'l itikad; İbn Haldun, Mukaddime, Çev. S. Uludağ, İstanbul, 1983, 11, 809.
Zebur, Mezmur: 84, Ayet:6.
Ö. Rıza Doğrul, Asrı Saadet, 1973, istanbul, 1,114.
İslâm Ansiklopedisi. Mekke Md., Ö. Rıza Doğrul, Age. 1,115.
Tahir'ül Mevlevi, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, 1963, istanbul s.157.
Ezraki, Kâ'be ve Mekke Tarihi, Çev. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul, 1980, İstanbul, s.22-23.
İbn Haldun da ünlü Mukaddime 'de adlı kitabında medeniyete böyle bir tanım getirirler. Daha geniş bilgi için bkz. Ali Bulaç, Medeniyet, Mavera Dergisi: Haziran, 1986 Sayı: 114 — Temmuz, 1986 Sayı: 115.
Buhârî, Büyu’, 53; Cihat, 71, 74; Müslim, Hac, 454; Nesâî, Mesâcid, 6
nabzı düzensiz.
şehrin yüreği tekliyor
göğsünde taşlar büyütüyor
damarlarında yitik insanlar dolanıyor
nefesi dumanlı
kara asfaltlara bürünüyor üşüdükçe..
...
Dünyanın en büyük şehri(hacim olarak) Hanunulu'dur. 5500km.kare.