Fatıe 10 mealen: 'Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah'a aittir. Güzel kelimeler (sözler) , O'na erişir. Onu, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.'
Allahümme salli ala seyyidina Muhammed Bir müminin, yüzünün her daim Rasulüllah’a (s.a.s.) dönük olması gerektiğini söylemek esasında zaid kabul edilmelidir. Çünkü hem itikadi hem de ameli açıdan bakıldığında, “mümin” ile “Rasulüllah” arasında zorunlu bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Mümin, Rasulüllah’a da iman eden kimsedir. İman etmek ise geçmişte bir yerde/dönemde başlamış ve bitmiş bir olgu ve yalnızca bir gönül işi olmayıp, her daim yaşanması, gözden geçirilmesi, tazelenmesi ve diri tutulması, hatta güçlendirilmesi gereken bir yapıya işaret eder. Bu önermeler kabul edilince ilk cümledeki yargının doğruluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Fakat dile getirilmesi zaid kabul edilebilecek birçok şey vardır ki, onları tekrarlamak ve gündemde tutmak, kişinin kendini yenileme bilincine atıf yapma niteliği taşır. Rasulüllah’a salât etmek meselesi de işte bu, “kendimizi yenileme bilinci”ne dahil edilebildiği ölçüde hakiki anlamını kazanacak hususlardandır.
Âlimlerin ittifakla Medine döneminde nazil olduğunu bildirdikleri Ahzâb Sûresi’nin 56. ayetinde Allah Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah ve melekleri Nebi’ye salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve ona gönülden teslim olun.”
Rasulüllah zikredildiği zaman ona salât ve selam okumanın gerekliliğine işaret eden en önemli delil bu ayet-i kerimedir. Müfessirler bu ayetin açıklamasını yaparken buradaki salât kelimesinin Allah Teala hakkında kullanıldığında rahmet ve şefkat; melekler hakkında kullanıldığında ise istiğfar ve dua anlamlarında olduğunu söylüyorlar. Çünkü Allah Teala’nın bir başka kimseye dua etmesi söz konusu olamaz. Dua etmek, bir kimsenin menfaati ve hayrı için yardım ve iyilik isteme anlamına gelir. Dolayısıyla salât kelimesi Allah Teala dışındaki varlıklar söz konusu olduğunda dua ve istiğfar anlamlarına gelir. Ayetin ikinci bölümünde müminlerden istenen de Rasulüllah için dua ve istiğfarda bulunmalarıdır. Diğer yandan müminlerin sadece salât ile yetinmemeleri, bir de Rasulüllah’a selam etmeleri de emredilir. Selâm ise, lafzi olarak selâm vermek anlamına geleceği gibi, burada olduğu gibi mastarla desteklenmiş hâliyle “boyun eğmek, tam bir teslimiyetle teslim olmak” anlamlarına da gelir. (Açıklamalar için bkz. Taberî, Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, XX, 320; Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VII, 114 vd.)
Müfessirler bu ayetteki salât kelimesini incelerken aynı sûrenin 43. ayetiyle de bağlantı kurarlar. O ayette de şöyle buyurulmaktadır: “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için O, size salât ediyor (rahmetiyle lutuflarda bulunuyor) , melekleri de salât ediyor (dua ediyor) . O, müminlere karşı çok merhametlidir.”
Salât kelimesinin her iki ayette de olduğu gibi, aynı yerde farklı manalara gelecek şekilde kullanılması dil açısından bir sorun teşkil etmez. Müşterek bir lafız aynı anda iki manasında da kullanılabilir. Çünkü, aynı kelimeye aynı yerde farklı anlamlar verilse de bu farklı anlamları birleştiren ortak bir mecazi mana vardır. Müfessirlere göre buradaki ortak mecazi mana, kendisine rahmet edilenin ve kendisi için istiğfarda bulunulanın hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi (inayet) anlamıdır. Râzî’nin İmam Şafiî’den destek alarak yaptığı bu açıklama, sonra gelen bazı müfessirlerce de benimsenmiştir. Bu da demek oluyor ki, Allah’ın ve meleklerin salât etmesi, salât edilen kimsenin hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi; şerefinin ortaya konması ve şanının yüceltilmesi anlamlarına gelir. (Bkz. Râzî, Beydâvî, Ebussuûd Efendi’nin ayetle ilgili yorumları) Ayrıca özellikle 43. ayete dikkat edildiğinde, buradaki salâtın, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak nitelikler taşıdığı görülür. Dolayısıyla Allah Teala’nın salât etmesini, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaran, bozulmuşluk hâlinden fıtrata döndüren ve bir Mümin kimliğine sokan rahmet, hidayet, lütuf ve inayet gibi hususları kapsayacak şekilde düşünmek mümkündür. Salât kelimesinin Arap dilindeki asıl anlamı olan “bir başkasının hayrını istemek, hayır sevgisi” (İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I, 458) manaları göz önünde bulundurulduğunda, bu yargının daha da açıklığa kavuşacağında şüphe yoktur. Allah Teala kullarının hayrını ister, ayette buyurulduğu gibi, onların küfür hâli üzere olmalarına razı değildir. (Zümer, 7) Meleklerin salât etmesi, yukarıda söylediğimiz gibi genel olarak istiğfar ve dua anlamlarına gelir. Nitekim başka bir ayette meleklerin müminler için dua ve istiğfarda bulundukları bildirilmektedir: “Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tesbih ederler. Ona inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler…” (Mümin, 7) Fakat bir çok müfessirin tercih ettiği “ortak mâna”dan hareketle, meleklerin salâtının da, sadece dua ve istiğfarla sınırlandırılmayıp, kendisine salât edilen kimsenin şerefinin ızharı ve şanının yüceltilmesi anlamına geldiğini söylemek mümkündür. Osmanlı döneminin kudretli âlimlerden Ebussuûd Efendi de bu görüşü tercih etmekte ve 56. ayetin devamında müminlere yöneltilen salât emrini aynı şekilde ele almaktadır. Ona göre Allah ve melekleri, Rasulüllah’ın şerefini ve şanını yüceltiyor ve onu el üstünde tutuyorlarsa, bunu müminlerin de yapması kaçınılamayacak bir görev olmaktadır. Ayrıca Rasulüllah’ın şerefini yüceltmenin mütemmim cüz’ü olarak ona tam bir teslimiyetle teslim olmak da gerekir ki, ayetin sonunda yer alan “ve sellimû teslîmen” ifadesinden çıkarılacak bir anlam da -belki ilk anlam- budur. (Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VII, 114)
Soru yanlış yazılmış! Sözün aslı Arapça ve doğrusu “salât üs selâm”dır. Ancak, buradaki “üs”ün “s”i düşürülüp “salât ü selâm” diye de söylenmektedir. Salât sözü bir başına namaz anlamına geldiği gibi, İslâm’ın peygamberi anıldığında ona saygı olarak okunan duaya* da salât denmiştir. İslâm’ın beş şartı sayılırken; savm, salât, hac, zekât ve kelime-i şahâdet dendiğindeki “salât” gene namazdır. Selâm ise, aynen, şu hepimizin bilip sık-sık kullandığımız selâmdır. Açıklamalardan sonra söze, “salât ve selâm” dahi diyebiliriz. Bir de şunu ekleyelim ki, salâvat, salât’ın Arapça’daki çoğulu olur. *Bu da salâvatın duasıdır: “Allâhümme sallî âlâ seyyîdînâ Muhammedin ve âlâ âlî seyyîdînâ Muhammed.”
salatuselam bitisik ve arapca lehcesinde aynen soyledir namazin selami ile diye olur yani kisaca hz muhammet ve ehlini boyle selamliyoruz namaz kilarken namazin o saf temiz selamiyla
SALAT: Zikir demektir. Kuran'da namaz SALAT olarak geçer. Aynı sözlerin tekrarı...
SELAM: Güvenilir olduğunu, kendisinden karşıdakine zarar gelmeyeceğini belirten sözdür. Ayrıca selamete çıkaran anlamıyla Allah'ın sıfatlarındandır.
SALATÜ SELAM Peygamber Efendimiz S A V a verdiğimiz selamdır ki duayı da kapsar. Ona çok selam verelim ki ahirette bizi hemen tanısın. Dostlar selamlaşırlar.
Tek sünnet sevabı farzdan daha fazladır. O da selam verenin sünnet sevabıdır. Selamı almak farzdır ama vereninka kadar sevap değildir. 'Aranızda selamı yayınız.' denmiştir bize. Yabancılar tanıdıklarına tanımadıklarına selam verirler. Bu bir inceliktir. Biz birbirimize selamı kestik, belki bir şey ister diye... Selam verip borçlu çıkmamak için...
ALLAHUMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED.... Peygamber efendimiz sav'in ahirette bize sefaatci olması için kendimizi tanıtmak mukabilinden bir nevi kendisine bende senin ummetindenim kartviziti bıraktıgımız, kendisine aile efradına ve sahabi arkadaslarına ettiğimiz dua....
Salât: Allaha izafeten rahmet,peygamberden şefaat,meleklerden istiğfar,müminlerden dua manasındadır. Selâm:Dünya ve ahiret saadeti demektir.(Allahın salât ve selamı,rahmeti ve himayesi manasındadır.)
Salatü Selam'ın kanat vs. olduğundan bahsedilmiş.
Fatıe 10 mealen:
'Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah'a aittir. Güzel kelimeler (sözler) , O'na erişir. Onu, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.'
Peygambere yapılan övücü söz selam hayırla yad etmek.
Dualarımızın kanatlı olması dileğiyle, selam ve dua ile...
selatu selam duanın kanadıdır, kanatsız kuş nasıl uçmazsa! salavatsız duada göğe yükselmez. vesselam
gönlümün inşirahı...
uğruna canımızı verdiğimiz kişiye salat ve selam
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Nebiyyina Muhammed.
Ugruna Herseyim feda olsun ey Sevgili Peygamberim
O'nun bize değil, bizim O'na İhtiyacımız var...
Ey Resullullah Buyurdun ki; 'Kim bana bir defa salât getirirse Allah da ona on defa rahmet eder.' Sana trilyon kere trilyon salât olsun
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Nebiyyina Muhammed.
Buyurdun ki; 'Bana salavat getirin. Nerede olursanız olun salavatınız bana ulaşır.”
Selam san Ey Nebi
Allahümme salli ala seyyidina Muhammed
Bir müminin, yüzünün her daim Rasulüllah’a (s.a.s.) dönük olması gerektiğini söylemek esasında zaid kabul edilmelidir. Çünkü hem itikadi hem de ameli açıdan bakıldığında, “mümin” ile “Rasulüllah” arasında zorunlu bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Mümin, Rasulüllah’a da iman eden kimsedir. İman etmek ise geçmişte bir yerde/dönemde başlamış ve bitmiş bir olgu ve yalnızca bir gönül işi olmayıp, her daim yaşanması, gözden geçirilmesi, tazelenmesi ve diri tutulması, hatta güçlendirilmesi gereken bir yapıya işaret eder. Bu önermeler kabul edilince ilk cümledeki yargının doğruluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Fakat dile getirilmesi zaid kabul edilebilecek birçok şey vardır ki, onları tekrarlamak ve gündemde tutmak, kişinin kendini yenileme bilincine atıf yapma niteliği taşır. Rasulüllah’a salât etmek meselesi de işte bu, “kendimizi yenileme bilinci”ne dahil edilebildiği ölçüde hakiki anlamını kazanacak hususlardandır.
Âlimlerin ittifakla Medine döneminde nazil olduğunu bildirdikleri Ahzâb Sûresi’nin 56. ayetinde Allah Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah ve melekleri Nebi’ye salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve ona gönülden teslim olun.”
Rasulüllah zikredildiği zaman ona salât ve selam okumanın gerekliliğine işaret eden en önemli delil bu ayet-i kerimedir. Müfessirler bu ayetin açıklamasını yaparken buradaki salât kelimesinin Allah Teala hakkında kullanıldığında rahmet ve şefkat; melekler hakkında kullanıldığında ise istiğfar ve dua anlamlarında olduğunu söylüyorlar. Çünkü Allah Teala’nın bir başka kimseye dua etmesi söz konusu olamaz. Dua etmek, bir kimsenin menfaati ve hayrı için yardım ve iyilik isteme anlamına gelir. Dolayısıyla salât kelimesi Allah Teala dışındaki varlıklar söz konusu olduğunda dua ve istiğfar anlamlarına gelir. Ayetin ikinci bölümünde müminlerden istenen de Rasulüllah için dua ve istiğfarda bulunmalarıdır. Diğer yandan müminlerin sadece salât ile yetinmemeleri, bir de Rasulüllah’a selam etmeleri de emredilir. Selâm ise, lafzi olarak selâm vermek anlamına geleceği gibi, burada olduğu gibi mastarla desteklenmiş hâliyle “boyun eğmek, tam bir teslimiyetle teslim olmak” anlamlarına da gelir. (Açıklamalar için bkz. Taberî, Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, XX, 320; Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VII, 114 vd.)
Müfessirler bu ayetteki salât kelimesini incelerken aynı sûrenin 43. ayetiyle de bağlantı kurarlar. O ayette de şöyle buyurulmaktadır: “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için O, size salât ediyor (rahmetiyle lutuflarda bulunuyor) , melekleri de salât ediyor (dua ediyor) . O, müminlere karşı çok merhametlidir.”
Salât kelimesinin her iki ayette de olduğu gibi, aynı yerde farklı manalara gelecek şekilde kullanılması dil açısından bir sorun teşkil etmez. Müşterek bir lafız aynı anda iki manasında da kullanılabilir. Çünkü, aynı kelimeye aynı yerde farklı anlamlar verilse de bu farklı anlamları birleştiren ortak bir mecazi mana vardır. Müfessirlere göre buradaki ortak mecazi mana, kendisine rahmet edilenin ve kendisi için istiğfarda bulunulanın hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi (inayet) anlamıdır. Râzî’nin İmam Şafiî’den destek alarak yaptığı bu açıklama, sonra gelen bazı müfessirlerce de benimsenmiştir. Bu da demek oluyor ki, Allah’ın ve meleklerin salât etmesi, salât edilen kimsenin hayrının ve iyiliğinin gözetilmesi; şerefinin ortaya konması ve şanının yüceltilmesi anlamlarına gelir. (Bkz. Râzî, Beydâvî, Ebussuûd Efendi’nin ayetle ilgili yorumları) Ayrıca özellikle 43. ayete dikkat edildiğinde, buradaki salâtın, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak nitelikler taşıdığı görülür. Dolayısıyla Allah Teala’nın salât etmesini, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaran, bozulmuşluk hâlinden fıtrata döndüren ve bir Mümin kimliğine sokan rahmet, hidayet, lütuf ve inayet gibi hususları kapsayacak şekilde düşünmek mümkündür. Salât kelimesinin Arap dilindeki asıl anlamı olan “bir başkasının hayrını istemek, hayır sevgisi” (İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I, 458) manaları göz önünde bulundurulduğunda, bu yargının daha da açıklığa kavuşacağında şüphe yoktur. Allah Teala kullarının hayrını ister, ayette buyurulduğu gibi, onların küfür hâli üzere olmalarına razı değildir. (Zümer, 7) Meleklerin salât etmesi, yukarıda söylediğimiz gibi genel olarak istiğfar ve dua anlamlarına gelir. Nitekim başka bir ayette meleklerin müminler için dua ve istiğfarda bulundukları bildirilmektedir: “Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tesbih ederler. Ona inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler…” (Mümin, 7) Fakat bir çok müfessirin tercih ettiği “ortak mâna”dan hareketle, meleklerin salâtının da, sadece dua ve istiğfarla sınırlandırılmayıp, kendisine salât edilen kimsenin şerefinin ızharı ve şanının yüceltilmesi anlamına geldiğini söylemek mümkündür. Osmanlı döneminin kudretli âlimlerden Ebussuûd Efendi de bu görüşü tercih etmekte ve 56. ayetin devamında müminlere yöneltilen salât emrini aynı şekilde ele almaktadır. Ona göre Allah ve melekleri, Rasulüllah’ın şerefini ve şanını yüceltiyor ve onu el üstünde tutuyorlarsa, bunu müminlerin de yapması kaçınılamayacak bir görev olmaktadır. Ayrıca Rasulüllah’ın şerefini yüceltmenin mütemmim cüz’ü olarak ona tam bir teslimiyetle teslim olmak da gerekir ki, ayetin sonunda yer alan “ve sellimû teslîmen” ifadesinden çıkarılacak bir anlam da -belki ilk anlam- budur. (Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VII, 114)
Salâvat getirmektir
Soru yanlış yazılmış! Sözün aslı Arapça ve doğrusu “salât üs selâm”dır. Ancak, buradaki “üs”ün “s”i düşürülüp “salât ü selâm” diye de söylenmektedir. Salât sözü bir başına namaz anlamına geldiği gibi, İslâm’ın peygamberi anıldığında ona saygı olarak okunan duaya* da salât denmiştir. İslâm’ın beş şartı sayılırken; savm, salât, hac, zekât ve kelime-i şahâdet dendiğindeki “salât” gene namazdır. Selâm ise, aynen, şu hepimizin bilip sık-sık kullandığımız selâmdır. Açıklamalardan sonra söze, “salât ve selâm” dahi diyebiliriz. Bir de şunu ekleyelim ki, salâvat, salât’ın Arapça’daki çoğulu olur.
*Bu da salâvatın duasıdır: “Allâhümme sallî âlâ seyyîdînâ Muhammedin ve âlâ âlî seyyîdînâ Muhammed.”
Mete Esin
salatuselam bitisik ve arapca lehcesinde aynen soyledir namazin selami ile diye olur yani kisaca hz muhammet ve ehlini boyle selamliyoruz namaz kilarken namazin o saf temiz selamiyla
SALATÜ SELAM:
SALAT: Zikir demektir. Kuran'da namaz SALAT olarak geçer. Aynı sözlerin tekrarı...
SELAM: Güvenilir olduğunu, kendisinden karşıdakine zarar gelmeyeceğini belirten sözdür. Ayrıca selamete çıkaran anlamıyla Allah'ın sıfatlarındandır.
SALATÜ SELAM Peygamber Efendimiz S A V a verdiğimiz selamdır ki duayı da kapsar. Ona çok selam verelim ki ahirette bizi hemen tanısın. Dostlar selamlaşırlar.
Tek sünnet sevabı farzdan daha fazladır. O da selam verenin sünnet sevabıdır. Selamı almak farzdır ama vereninka kadar sevap değildir. 'Aranızda selamı yayınız.' denmiştir bize. Yabancılar tanıdıklarına tanımadıklarına selam verirler. Bu bir inceliktir. Biz birbirimize selamı kestik, belki bir şey ister diye... Selam verip borçlu çıkmamak için...
Selamün Aleyküm!
Allahümme Salli Alâ Seyyidina Muhammedin ve Alâ Âli Seyyidina Muhammed.
ALLAHUMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED....
Peygamber efendimiz sav'in ahirette bize sefaatci olması için kendimizi tanıtmak mukabilinden bir nevi kendisine bende senin ummetindenim kartviziti bıraktıgımız, kendisine aile efradına ve sahabi arkadaslarına ettiğimiz dua....
Salât: Allaha izafeten rahmet,peygamberden şefaat,meleklerden istiğfar,müminlerden dua manasındadır.
Selâm:Dünya ve ahiret saadeti demektir.(Allahın salât ve selamı,rahmeti ve himayesi manasındadır.)
SALATÜ SELAM nedemek
bana allahi hatirlatiyo ama
duva etmek
ALLAH RESÛLÜ' nü (SAV) hatırlatıyor.
Salat-ü selâm olsun.
tabi ki peygamber efendimizi.................