Gene de senin tanrısal derinliklerini dilediğim gibi göremiyordum.En sonunda mihnetlerimi üst üste koydum, dağ gibi yığıldı, çıktım 'Mihnet tepesi'ne oturdum.Ancak o zaman sen Ciğerdelen'ime kavuşup seninle kaynaştım.
Bu artık senin ve benim sonumuzdu.
Sen o demde düşman eliyle ateşe verildin.Alevlerin rakseden hura elleri gibi çırpınıyordu.
Allı yeşilli yanıyordun...
Semender kuşu musun, dumanında ıtır ve zambak kokusu vardı.
Biliyordum ki bu senin son yanışındır ve ben seni artık bir daha binâ edemem.
Yangınına atılıp kucağında seninle birlikte kül olmak.......' Ciğerdelen'den...
Ciğerdelen'den hemen sonra Ülker Fırtınasını okumayın. önce bir soluklanın kendinize gelin, hatta küçük prens gibi mutluluk verici kitaplar okuyun ve sonra omuzlayın bu derdi. Abartmıyorum öyle akıcı bir üslubu var ki yazarın, derdini de sevincini de benimsiyorsunuz Nihal'in..
'...İnsanın gönlüne Tanrı makamından bir nûr düşerse o kişi emsâline karşı yükselmiş olur. En çok seven en büyük işleri başarmak borcundadır. Şöyle ki: Aşık olan zaten alacağını almıştır, artık birşey isteyemez. bundan geri o verecektir, hep o verecektir...' S.E, Ciğerdelen
Nedir Zührem o avucundaki? Dalgın dalgın yine, neler kurarsın? Zühre yerden aldığı bir avuç toprağı ovalayıp kaldırıyor, dikkatle gözden geçiriyor. Toprağı düşünürüm ağam, toprağı. Biz ona ekeriz, o bize kat kat bereketiyle öder. Cömert toprak vardır, emeğimizi utandıracak kadar gümrah mahsul verir. Çorak toprak vardır, vergisi kıt olur. Öyle nankör cinsi de vardır ki durma didiş, kaz kabart, gübrele, istersen nişasta eleklerinden geçir... A, a... söyle ağam, hiç bir toprak gördün mü ki ekimi baştan başa inkar etsin? Sıvama kerpiç gibi olsa gene soysuz moysuz çuvaldız boyu olsun bir şey çıkar. Toprağı düşünürüm ağam, toprağı. Hem de insanları. Bazı insanlara etekler dolusu muhabbet tohumu serpiyoruz. Yeşermezler bir türlü ne hikmettir.
'Ben evvelâ aşkı aradım, sonra Allah'ı aradım. Bunca çile pahasına aşkın da, imanın da manası insanlığa hizmet olduğunu öğrendim'
Roman yazarı olan Safiye Erol 1900 yılında Keşan'da doğdu. Küçük yaşta gittiği Almanya'da tahsiline devam eden yazar felsefe alanındaki doktorasını tamamlayıp yurda döndü ve hem yazarlık hemde tasavvufla meşgul oldu. Milli Mecmua'da Safiye Sami ve Dilara adlarıyla tercümeler yapan Erol dönemin meşhur mutasavvıflarından Rufai şeyhi Kenan Rufai Efendi'den etkilendi.
Romanlarının çoğu gazetelerde tefrika halinde kalan Erol yazılarında ana tema olarak Türk insanının bunalımlarını ve kurtuluş yollarını anlatmaya çalışmıştır.1964 senesinde ölen Safiye Erol bir müddet de Maçka Palas'da oturmuştur.
Romanlarından ancak üç tanesi gazete tefrikası olmaktan kurtularak kitap halinde basıldı: Kadıköy'ün Romanı (1939) , Ülker Fırtınası (1944) , *Ciğerdelen (1947)
.
'Ayrılık yolunda ilk adımlarımı atıyorum.
Elimle gözlerimi kapadım.Saçlarım kuru ot arasında yılan sürünmesi gibi soğuk hışırtılar çıkarıyor, demet demet ağarıyor.
Yürüdükçe ayaklarıma kösteklenen gölgem ölümümdür.
P'irim bana destek olsun, ben ayrılık hastasıyım, erenler el koysun.
Acılarımın ağusu göksel imbiklerden süzülerek ülkeme gül yağı gibi damlasın, kokusu dertli yurttaşlarımın bağrında ferahkıl ve avuntu ummanlarını çağlatsın.
Palankamın efsânesini doğrudan doğruya nasıl anlatırım? Dilim varmaz, elim gitmez.Onu ancak misallerle, rumuzlarla yâd edebilirim.
Burada son bir defa geri dönüp ardıma bakıyorum, onu kendi adıyla son defa çağırıyorum.
Ciğerdelen'im...Elvedâ...
Elvedâ ciğerdelen'im...' Ciğerdelen'den
.
İşte ciğer delen bir 'ciğerdelen' hikayesi satırları...
.
'Ben sana 'ciğerdelen' demem de ne derim?
Ömrümün mânâsı ciğerimin kanıyla senin destanını yazmakmış.
Gene de senin tanrısal derinliklerini dilediğim gibi göremiyordum.En sonunda mihnetlerimi üst üste koydum, dağ gibi yığıldı, çıktım 'Mihnet tepesi'ne oturdum.Ancak o zaman sen Ciğerdelen'ime kavuşup seninle kaynaştım.
Bu artık senin ve benim sonumuzdu.
Sen o demde düşman eliyle ateşe verildin.Alevlerin rakseden hura elleri gibi çırpınıyordu.
Allı yeşilli yanıyordun...
Semender kuşu musun, dumanında ıtır ve zambak kokusu vardı.
Biliyordum ki bu senin son yanışındır ve ben seni artık bir daha binâ edemem.
Yangınına atılıp kucağında seninle birlikte kül olmak.......' Ciğerdelen'den...
.
.
'Ciğerdelen...
Hâsseten yedi peçeli...
Ve sözün s/özü: Yedinci peçenin kaldırılışı...
Sonrası sır
Muamma
Kördüğüm
Bir rüya gördüm.Sen değildin...
Sen değilsin...K'den...
.
BENİ ÜYE YAPTIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
Ciğerdelen'den hemen sonra Ülker Fırtınasını okumayın. önce bir soluklanın kendinize gelin, hatta küçük prens gibi mutluluk verici kitaplar okuyun ve sonra omuzlayın bu derdi. Abartmıyorum öyle akıcı bir üslubu var ki yazarın, derdini de sevincini de benimsiyorsunuz Nihal'in..
'...İnsanın gönlüne Tanrı makamından bir nûr düşerse o kişi emsâline karşı yükselmiş olur.
En çok seven en büyük işleri başarmak borcundadır. Şöyle ki: Aşık olan zaten alacağını almıştır,
artık birşey isteyemez. bundan geri o verecektir, hep o verecektir...' S.E, Ciğerdelen
Nedir Zührem o avucundaki? Dalgın dalgın yine, neler kurarsın? Zühre yerden aldığı bir avuç toprağı ovalayıp kaldırıyor, dikkatle
gözden geçiriyor. Toprağı düşünürüm ağam, toprağı. Biz ona ekeriz, o bize kat kat bereketiyle öder. Cömert toprak vardır, emeğimizi
utandıracak kadar gümrah mahsul verir. Çorak toprak vardır, vergisi kıt olur. Öyle nankör cinsi de vardır ki durma didiş, kaz kabart,
gübrele, istersen nişasta eleklerinden geçir... A, a... söyle ağam, hiç bir toprak gördün mü ki ekimi baştan başa inkar etsin?
Sıvama kerpiç gibi olsa gene soysuz moysuz çuvaldız boyu olsun bir şey çıkar. Toprağı düşünürüm ağam, toprağı. Hem de insanları.
Bazı insanlara etekler dolusu muhabbet tohumu serpiyoruz. Yeşermezler bir türlü ne hikmettir.
'Ben evvelâ aşkı aradım, sonra Allah'ı aradım. Bunca çile pahasına aşkın da, imanın da manası insanlığa hizmet olduğunu öğrendim'
Safiye Erol / CİĞERDELEN 'den
Safiye Erol (1900-1964)
Roman yazarı olan Safiye Erol 1900 yılında Keşan'da doğdu. Küçük yaşta gittiği Almanya'da tahsiline devam eden yazar felsefe alanındaki doktorasını tamamlayıp yurda döndü ve hem yazarlık hemde tasavvufla meşgul oldu. Milli Mecmua'da Safiye Sami ve Dilara adlarıyla tercümeler yapan Erol dönemin meşhur mutasavvıflarından Rufai şeyhi Kenan Rufai Efendi'den etkilendi.
Romanlarının çoğu gazetelerde tefrika halinde kalan Erol yazılarında ana tema olarak Türk insanının bunalımlarını ve kurtuluş yollarını anlatmaya çalışmıştır.1964 senesinde ölen Safiye Erol bir müddet de Maçka Palas'da oturmuştur.
Romanlarından ancak üç tanesi gazete tefrikası olmaktan kurtularak kitap halinde basıldı: Kadıköy'ün Romanı (1939) , Ülker Fırtınası (1944) , *Ciğerdelen (1947)