Bir derviş, Ebu'l-Hasan Harkanî'nin şöhretini duyup Talkan şehrinden yola çıkmıştı. Dağlar aştı, uzun yollar geçti, şeyhi görmek için özü doğru olarak, Allah'a yalvarıp yakararak nice yol aldı. Yolda çok cefa gördü, eziyet çekti. Nihayet yolu bitirip maksadına ulaştı. O mana sultanının evini sordu. Kapısına geldi, saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı kapıdan başını çıkarıp, 'Ey kerem sahibi, ne istiyorsun? ' dedi. Derviş, 'Ziyaret için geldim' deyince, kadın kahkahayla gülüp dedi ki, 'Sakalına bak yahu! Hele şu yolculuğa, uğradığın derde bak! Yerinde yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara düştün? Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün, yoksa yurdundan mı usandın? Yahut şeytan sana bir boyunduruk vurdu, vesveseler mi verdi ki, bu yolculuğa çıktın? ' Daha birçok kötü sözler söyledi, hakaretler sıraladı Kadının saygısız gülmesinden, hikayeler düzmesinden derviş pek dertlendi. 'Yeter! ' diye bağırdı. 'Senin gibi bir şeytanın saçmaları mı beni bu kapının toprağından döndürecek? ' Artık derviş herkese şeyhi sormakta, her tarafta onu araştırmaktaydı. Birisi dedi ki, 'O kutup, odun getirmek üzere ormana gitti.' O zülfikâr düşünceli ve ateşli derviş, ormanın yolunu tuttu. Şeytan aklına, dolunayı bile örten vesvese vermekteydi. 'Bu din şeyhi neden böyle bir kadını evinde tutuyor, onunla düşüp kalkıyor? ' demekteydi. O bu düşüncedeyken, şeyh bir aslana binmiş, çıkageldi. Kükremiş aslan odunu çekmekteydi, o kutlu zat da odunların üstüne binmişti. Dervişi uzaktan gördü ve güldü. 'Sakın aldanma' dedi, 'Şeytanı dinleme! Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim, aslan benim yükümü çeker miydi hiç? '
'Halkın içine öyle bir fitne ve fesat düşeceği zaman gelecek ki o zaman dinin muhafazası için sabretmek, avuç içinde ateş parçasını gizlemekten farksız olacaktır. '
Gelecekle ilgili Peygamber Efendimizin söylediği bir Hadis-i Şerif. Peygamber Efendimiz verdiği Hadis-i Şerif ve Hadis-i Kudsi’lerden çok azında gelecekle igili bilgiler verir. Bu bilgiler de çoğunlukla ümmetinin akıbeti hakkındadır. Bu böyle bir Hadis-i Şerif, bu dönem hakkında, bu dönemin yaşayışı hakkında, bu dönemin dini yaşayışı hakkında bilgi veren bir Hadis-i Şerif. Bundan sonraki dönemleri de açıkça anlatan bir Hadis-i Şerif. Dinin muhafazası derken insanların nefsi ile mücadelesi anlatılıyor burada. İnsan nefsine karşı, nefsinden gelecek arazlara karşı ne derece sabrederse; dinini o kadar muhafaza etmiş olur. Aynı zamanda buradaki muhafaza, dinin bid’atlardan ayıklanması da demektir. Bugün nefsinden dinini muhafaza etmiş bir kimse bile dinini bid’atlardan ayıklayarak amel edemiyor bence. İşte bunun zorluğu avuç içinde ateş tutmaktan farksız olacaktır. Hatta bugün için diyebiliriz ki avuç içersinde ateş tutmak bile bundan daha kolaydır.
İnsanın fitne ve fesata düşmesi her an olasıdır. Bu fitne ve fesatın şekli ve boyutu ve ağırlığı düşünülmek zorundadır. Bugün eğer dini bilgileriyle amel etmiyorsa insan; fitne içindedir. Çünkü ameli ile bilgileri farklıdır. Ameli nefsine uymuştur, düşünceleri dine uymuştur. İkisini birbirne uyduramıyorsa büyük bir fitne içinde demektir. Bu konuda kendimizi belli konularda arındırmak derken fitne ve fesattan öncelikle arındırmamız gerekir. Bunu bu kelimelerle tarif etmemekle birlikte, dilde, düşüncede ve gönülde arınmak amacıyla söyleyebiliriz.
İşte, yaptığımız hareketlerde, amellerimizde ve öğrendiğimiz ve şğreneceğimiz dini bilgilerde ve dini amellerde kendimizi yanlıştan ayıklamımız lazım. Ama bunlar ne derece doğru olur, ama bunlar ne derece uygulanır, ne derece amele etki eder; tabi ki takdir Allah'ın. Özet olarak diyebiliriz ki eğer gönlünümüzü arındırırsak, eğer daima imtihan edildiğimizi, imtihan edilirken Allah’ın tabii afetlerleden çok insanı insana karşı kullanarak imtihan ettiğini düşünürsek*; karşı taraftan gelen herşeyde bir hikmet ararsak, maddi çıkarlarımızın peşinde koşarken nefsimize alet olmazsak ibadetlerimize bid’at karıştırmazsak, fitne ve fesattan kendimizi ve dinimizi ayırmış olmaz mıyız?
*Bu konu da Mülk Suresi 2: Ayette denildiği gibi: 'O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sinamaya tabi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin) ve yalnız O'(nun) kudret sahibi ve çok bağışlayacı (olduğunu sizi inandırsın) ...'
Dini Sözlük adı verilen bir site de ki açıklaması:
Emirleri yapmakta, yasaklardan sakınmakta, başa gelen belâ ve musîbetlere tahammül etme, katlanma. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Peygamberlerden ülü'l-azm olanların sabr ettikleri gibi sen de sabr et! Onlara azab verilmesi için duâ etmekte acele eyleme. (Ahkâf sûresi: 35) Rablerine sabah akşam duâ eden ve O'na kavuşmak istiyenlerle birlikte bulun ve sabr eyle. Onlardan başka bir yere bakma. (Kehf sûresi: 28) Sabr eden zafere kavuşur. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ) Her kim sabr ederse, Allahü teâlâ o kimseye sabrın hakîkatini ihsân eder. Hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir ihsân verilmemiştir. (Hadîs-i şerîf-Müsannef fil-Hadîs) Sabrın başı acı, sonu bal gibi tatlıdır. (Fakîrullah) Sabr dînin yarısıdır. (İmâm-ı Gazâlî) Sabrın alâmeti, şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir. (Abdullah Harrâz)
Arapçadan 'sabr ' kelimesinden gelir. Sözlük anlamı:
1. Acı, yoksulluk, haksızlık gibi üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemi, dayanç: 2. Olacak veya gelecek bir şeyi telâş göstermeden bekleme.
'Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır ' da sabretmenin zor bir iş olduğunu ancak güzel sonuç verdiğini anlatır.
özlem
Normal sürenin dolmasını beklerken taşınan duygu.
ya...
sabır...
diyorum ki görmezden gel, okuma,geç git..ama bazen densizlik sınırını aşıyor nedire yazılanlar..
Sabır yüzünü ekşitmeden acıyı yudum yudum içebilmektir...
İvme ey dil,sabr kıl ivmek melalet gösterir
Görelim ayine-i devran ne suret gösterir...
Aşki
Ben sabr edeyim derd ü gam-i hecrine ammâ
Sen de güzelim ettiğin ikrârı unutma..
çok zor edebilene aşkolsun
Bir derviş, Ebu'l-Hasan Harkanî'nin şöhretini duyup Talkan şehrinden yola çıkmıştı. Dağlar aştı, uzun yollar geçti, şeyhi görmek için özü doğru olarak, Allah'a yalvarıp yakararak nice yol aldı. Yolda çok cefa gördü, eziyet çekti. Nihayet yolu bitirip maksadına ulaştı. O mana sultanının evini sordu. Kapısına geldi, saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı kapıdan başını çıkarıp, 'Ey kerem sahibi, ne istiyorsun? ' dedi. Derviş, 'Ziyaret için geldim' deyince, kadın kahkahayla gülüp dedi ki, 'Sakalına bak yahu! Hele şu yolculuğa, uğradığın derde bak! Yerinde yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara düştün? Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün, yoksa yurdundan mı usandın? Yahut şeytan sana bir boyunduruk vurdu, vesveseler mi verdi ki, bu yolculuğa çıktın? ' Daha birçok kötü sözler söyledi, hakaretler sıraladı Kadının saygısız gülmesinden, hikayeler düzmesinden derviş pek dertlendi. 'Yeter! ' diye bağırdı. 'Senin gibi bir şeytanın saçmaları mı beni bu kapının toprağından döndürecek? ' Artık derviş herkese şeyhi sormakta, her tarafta onu araştırmaktaydı. Birisi dedi ki, 'O kutup, odun getirmek üzere ormana gitti.' O zülfikâr düşünceli ve ateşli derviş, ormanın yolunu tuttu. Şeytan aklına, dolunayı bile örten vesvese vermekteydi. 'Bu din şeyhi neden böyle bir kadını evinde tutuyor, onunla düşüp kalkıyor? ' demekteydi. O bu düşüncedeyken, şeyh bir aslana binmiş, çıkageldi. Kükremiş aslan odunu çekmekteydi, o kutlu zat da odunların üstüne binmişti. Dervişi uzaktan gördü ve güldü. 'Sakın aldanma' dedi, 'Şeytanı dinleme! Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim, aslan benim yükümü çeker miydi hiç? '
catladi sabír tasim,
talihsizliktir benim adim,
hersey bosmus simdi anladim,
uzun zaman oldu, bir ses yanki bulur ama hala kulaklarimda: innallahe ma'sabirin...
'Halkın içine öyle bir fitne ve fesat düşeceği zaman gelecek ki o zaman dinin muhafazası için sabretmek, avuç içinde ateş parçasını gizlemekten farksız olacaktır. '
Hadis-i Şerif
Kaynak: Müttefakün Aleyh
___________________________________-
Gelecekle ilgili Peygamber Efendimizin söylediği bir Hadis-i Şerif. Peygamber Efendimiz verdiği Hadis-i Şerif ve Hadis-i Kudsi’lerden çok azında gelecekle igili bilgiler verir. Bu bilgiler de çoğunlukla ümmetinin akıbeti hakkındadır. Bu böyle bir Hadis-i Şerif, bu dönem hakkında, bu dönemin yaşayışı hakkında, bu dönemin dini yaşayışı hakkında bilgi veren bir Hadis-i Şerif. Bundan sonraki dönemleri de açıkça anlatan bir Hadis-i Şerif. Dinin muhafazası derken insanların nefsi ile mücadelesi anlatılıyor burada. İnsan nefsine karşı, nefsinden gelecek arazlara karşı ne derece sabrederse; dinini o kadar muhafaza etmiş olur. Aynı zamanda buradaki muhafaza, dinin bid’atlardan ayıklanması da demektir. Bugün nefsinden dinini muhafaza etmiş bir kimse bile dinini bid’atlardan ayıklayarak amel edemiyor bence. İşte bunun zorluğu avuç içinde ateş tutmaktan farksız olacaktır. Hatta bugün için diyebiliriz ki avuç içersinde ateş tutmak bile bundan daha kolaydır.
İnsanın fitne ve fesata düşmesi her an olasıdır. Bu fitne ve fesatın şekli ve boyutu ve ağırlığı düşünülmek zorundadır. Bugün eğer dini bilgileriyle amel etmiyorsa insan; fitne içindedir. Çünkü ameli ile bilgileri farklıdır. Ameli nefsine uymuştur, düşünceleri dine uymuştur. İkisini birbirne uyduramıyorsa büyük bir fitne içinde demektir. Bu konuda kendimizi belli konularda arındırmak derken fitne ve fesattan öncelikle arındırmamız gerekir. Bunu bu kelimelerle tarif etmemekle birlikte, dilde, düşüncede ve gönülde arınmak amacıyla söyleyebiliriz.
İşte, yaptığımız hareketlerde, amellerimizde ve öğrendiğimiz ve şğreneceğimiz dini bilgilerde ve dini amellerde kendimizi yanlıştan ayıklamımız lazım. Ama bunlar ne derece doğru olur, ama bunlar ne derece uygulanır, ne derece amele etki eder; tabi ki takdir Allah'ın. Özet olarak diyebiliriz ki eğer gönlünümüzü arındırırsak, eğer daima imtihan edildiğimizi, imtihan edilirken Allah’ın tabii afetlerleden çok insanı insana karşı kullanarak imtihan ettiğini düşünürsek*; karşı taraftan gelen herşeyde bir hikmet ararsak, maddi çıkarlarımızın peşinde koşarken nefsimize alet olmazsak ibadetlerimize bid’at karıştırmazsak, fitne ve fesattan kendimizi ve dinimizi ayırmış olmaz mıyız?
*Bu konu da Mülk Suresi 2: Ayette denildiği gibi:
'O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sinamaya tabi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin) ve yalnız O'(nun) kudret sahibi ve çok bağışlayacı (olduğunu sizi inandırsın) ...'
Dini Sözlük adı verilen bir site de ki açıklaması:
Emirleri yapmakta, yasaklardan sakınmakta, başa gelen belâ ve musîbetlere tahammül etme, katlanma.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Peygamberlerden ülü'l-azm olanların sabr ettikleri gibi sen de sabr et! Onlara azab verilmesi için duâ etmekte acele eyleme. (Ahkâf sûresi: 35)
Rablerine sabah akşam duâ eden ve O'na kavuşmak istiyenlerle birlikte bulun ve sabr eyle. Onlardan başka bir yere bakma. (Kehf sûresi: 28)
Sabr eden zafere kavuşur. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)
Her kim sabr ederse, Allahü teâlâ o kimseye sabrın hakîkatini ihsân eder. Hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir ihsân verilmemiştir. (Hadîs-i şerîf-Müsannef fil-Hadîs)
Sabrın başı acı, sonu bal gibi tatlıdır. (Fakîrullah)
Sabr dînin yarısıdır. (İmâm-ı Gazâlî)
Sabrın alâmeti, şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir. (Abdullah Harrâz)
Arapçadan 'sabr ' kelimesinden gelir. Sözlük anlamı:
1. Acı, yoksulluk, haksızlık gibi üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemi, dayanç:
2. Olacak veya gelecek bir şeyi telâş göstermeden bekleme.
'Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır ' da sabretmenin zor bir iş olduğunu ancak güzel sonuç verdiğini anlatır.