Hz. Muhammed salla'llahu aleyhi ve sellem efendimiz Allah'a aclikla vasil olmustur. Ramazan ayinda uzun bir müddet devam eden riyazatinin yani ac kalisinin son ayidir.Bu uzun aclik devresinin son ayinin 27. gecesi 'Allah'la bir oldugu anlamis' Kiymetinden dolayi da bu geceye Kadir Gecesi' demis. Arapca da 'kadr' kelimesi kiymet manasina geliyor. O gece, o zamana kadar görmedigi tecelliler müsahade etmis. Ramazanin 28,29 ve 30. günlerinde o gördügü Vuslat'i ve müsahadeyi tefekkür ediyor, anlamaya ve hazmetmeye calisiyor. Nihayet 30. günü meseleyi hallediyor, hakikati anliyor. Hakikati anladigi ve bildigi bu geceye de 'arefe' diyor. Arefe arapcada 'bildi' demektir. Gürülüyor ki kadir ve arefe isimleri bile manidardir ve bir hakikatin ifadesidir. Hz. Muhammed salla'llahu aleyhi ve sellem efendimiz, hakikati arefe günü anlayinca bayram yapmistir. Bayram demek sevinmek demektir. Insan malik oldugu birseyin güzelligini anlamadan ona sevinebilir mi? Hz.Muhammed salla'llahu aleyhi ve sellem efendimiz de hakikati anladiktan sonra sevinmis, bayram yapmistir.
'Ramazanların Atam için çok büyük önemi vardı. Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşkü'ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur'an-ı Kerîm'den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşû içinde dinlerlerdi. Ruhen çok mütelezziz oldukları her halinden anlaşılırdı (...) Peygamber Efendimiz'den de büyük takdirle bahsederlerdi. O devirler için hep, 'Hz. Peygamber'in zaman-ı saadetlerinde' diye saygı kelimeleri kullanırlardı.' (Hafız Yaşar'ın ifadesi; Gottard Jaesche'nin 'Yeni Türkiye'de Kur'an-ı Kerim Kursları' isimli makalesinden)
Geçmişe özlem duymak insanın doğasında vardır. Ne hikmetse her konuda geçmişe özlem duyarız. Bununla beraber yaşadığımız andan da şikâyet eder dururuz. Oysa daha evvel, bugün özlem duyduğumuz geçmişten şekva ederdik. Nostaljiye meraklı bir milletiz. Gerçi dünle bugünü karşılaştırdığımızda bugünkü hayatımızın düne göre daha çok yozlaştığını görüyoruz. Onun için nostalji arzusu içerisinde olanlara hak vermemek elde değildir.
Eskiden insanlar ramazanı büyük bir arzu ve heyecanla beklerdi. Ona madden ve manen hazırlanırlardı. Özellikle Şaban ayının son günleri herkesi bir telaş alırdı. İnsanlar ramazanın başladığına dair müjdeyi vermek için gece gün demeden hilali gözlerlerdi. Çünkü İslam inanışına göre Ramazan ayı, her yıl hilalinin doğuşuyla başlar. Hilali ilk gören kendini bahtiyar sayar, müjdeyi Müslümanlara iletirdi. Şer’iye mahkemelerinde kadılar, müftüler sabahlara kadar nöbet tutup Ramazan müjdecisini beklerlerdi. Kimsenin içinde şüphe kalmazdı. Gerçi günümüzdeki modern rasathaneler bu meseleye bilimsel bir çözüm getirmiştir. Fakat bazı İslam devletleri eski huylarını devam ettirmekte, ramazana bir gün evvel veya bir gün sonra başlamayı marifet saymaktadırlar.
Çoğumuz günlük hayatın karmaşası içerisinde yok olan değerlerimizi ne kadar da arıyor ve de özlüyoruz. Eski ramazanları hatırımıza getirdiğimizde onları bir nostalji fırtınası olarak zihinlerimizde yaşatıyoruz. Çünkü günümüzde ramazanların içi boşaltıldı, heyecanı ve coşkusu kalmadı. Oysa eskiden ramazan yaklaşırken herkesi bir heyecan sarardı. Alış verişler ve genel temizlikler yapılırdı. Ramazanı adına yaraşır şekilde karşılamak için herkes seferber olurdu. Ramazan hayatımıza renk ve ahenk katardı.
Geçmişte ramazan iftarlarında misafirsiz sofra olmazdı. İnsanların bir ekmeği bile olsa onu dostlarıyla bölüşürdü. İftardan sonra teravihe gidilirdi. İstanbul’da yaşayanlar Direklerarası’na giderek orada ortaoyunu, karagöz ve meddah seyrederdi. Çayların biri gider biri gelirdi. Evlerde kalan kadınlar musiki âlemleri yapardı. Kahveler yemenden gelirdi… Ve her birinin kırk yıl hatırı olurdu. Oysa şimdi o eski ramazanları yaşayamıyoruz. İnsanlar misafir ağırlamayı yük olarak görüyor. Oysa eskiden misafirsiz sofra olmazdı. Üstelik misafirlere yemek sonunda ‘diş kirası’ adı altında hediyeler verilirdi. Hem yedir, hem hediye ver…Hangi kültür ve medeniyette var böyle incelik? ...
Günümüzde evlerimizin başköşesine ekran efendi oturmuş, topluca önünde eğilip donuk bakışlarla onu seyrediyoruz. Yaşama biçimlerimiz çok değişti. Artık o eski ramazanları yaşayamıyoruz. Eski gelenek ve görenekler rafa kaldırıldı.
O eski ramazanlarda yemekler hazırlanır, topun atılması beklenirdi. Dededen toruna kadar bütün aile fertleri sofranın etrafını çepeçevre sarardı. Yürekler Allah’ın emrini yerine getirmiş olmanın verdiği hazla dolup taşardı. Ezanlar can kulağıyla dinlenirdi. Oysa günümüzde insanlar geçim derdine düşmüş… Kimsenin koşturmaktan kendine ve dostlarına ayıracağı vakti yok. Yarış atlarına dönüşmüş fertler, oradan oraya koşuşturup duruyorlar. Böyle bir dünyada insanın, kalbinin ve inançlarının sesini dinlemesi mümkün müdür?
Eski zaman ramazanlarında sofranın başköşesinde tatlılar olurdu. Birbirinden güzel ve özel tatlılar büyük emekle hazırlanır, eşe dosta sunulurdu. Tatlı olur da birbirinden güzel ve özel çeşitli içecekler olmaz mı? Onlar da susayanlara hayat iksiri niyetine sunulurdu. Tatlılar ve içecekler çeşitlilik arz ederdi. Hepsi de doğaldı, evlerde yapılırlardı. Bugün maalesef evlerimizde ne idüğü belirsiz asit yoğunluğu yüksek kolalar içiyoruz. İçeriği hiç de güvenli olmayan içeceklerle midelerimizi tahrip ediyoruz.
Bugünkü içi boşaltılmış, maneviyattan uzak düşmüş, sırf bir gelenek olarak yaşatılan ramazanları görüp de ‘ah o eski ramazanlar’ diye geçmişe özlem duyanlara hak veriyorum. Çünkü çağımız, insanı maddi bir varlık olarak kabul etmiş, onun ruh tarafını hesaba katmamıştır. Bu mevcut durum bolluk içinde yaşamamıza rağmen huzurumuzu temin edememiş, hatta var olan keyfimizi de kaçırmıştır. İnsanın fıtratını hiçe sayınca ortaya çıkacak manzara bundan daha farklı olamazdı. İnsanı merkez kabul etmeyen anlayışlar yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Böyle sistemler insana aradığı huzuru sağlayamaz, mevcut huzurunu da kaçırır. Huzursuzluğumuzun yegâne sebebi de budur.
Millet olarak yaptığımız en büyük hata dini dünyevileştirmektir. Gittiğimiz bu yol yanlıştır. Acılar, sefaletler, afetler, felâketler, zilletler ve işgaller içerisinde yaşıyor olmamız geçmişte yaptığımız hataların tezahürüdür. Dünyevi hayatı uhrevi hayata tercih etmek içimizdeki boşluğun çapını her geçen gün daha da büyütüyor. İçimizde büyüttüğümüz ümit tomurcuklarının eşkinleri hafif rüzgârda bile kırılıyor. Oysa bu eşkinler bir zamanlar çelikten daha dayanıklıydı. Demek ki bunları uzun süre susuz bıraktık, kurudu, pörsüdü, boyun büktüler, diriliklerini kaybettiler. Bunları tekrar yeşertmek bizim azim ve kararlılığımızla mümkün olabilir.
Dünden haz ve hız alıp yarınlara koşma azmi ve kararlılığı bulabilirsek nostaljiler hakikat aynasında boy göstermeye, istikbal vazosunda yeşermeye başlayacaktır. Siz yeter ki uygun toprak, uygun vazo ve yeterli su bulun ve onlara gözünüz gibi bakın. Her şey bugüne nazaran daha da güzelleşecek ve hayat anlamını bulacaktır.
Ramazan on bir ayın sultanı sıfatıyla her yıl kapımızı çalar, hayatımıza bambaşka bir renk ve ahenk katar. Bu ayın mübarek atmosferi manevî dünyamızı çepeçevre kuşatır. Ağzımız kötü sözlerden, midemiz ise abur cubur yiyeceklerden uzak durur. İç dünyamız manevî bereketle hayat bulur. Gerçek huzurun ikliminde soluklanırız.
Ramazan özel ve müstesna zamanların en başta gelenidir. Onu hiçbir vakitle eşdeğer göremeyiz. O her açıdan eşsizdir. Onun güzelliğinin sırlarından birisi de Kur’an’ın bu ayda yeryüzü semasına inmiş olmasıdır. Peygamberimiz bu ayı diğer aylara nazaran çok daha fazla ibadet ederek geçirirdi. Öyle ki namaz kılmaktan ayakları şişerdi.
Bir hadis-i şerifte anlatılır ki: Peygamber Efendimiz bir keresinde minbere çıkıyordu. Merdivenden yukarı çıkarken birinci basamakta ‘âmin! ’ dedi. İkinci basamakta yine ‘âmin! ’ dedi. Üçüncü basamakta bir kere daha ‘âmin! ’ dedi. Hutbeden sonra, sahabe efendilerimiz “Bu sefer senden daha önce duymadığımız bir şeyi duyduk ya Rasûlallah! Eskiden böyle yapmıyordunuz, şimdi minbere çıkarken üç defa “âmin” dediniz. Bunun hikmeti nedir? ” diye sordular. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdular: “Cebrail aleyhisselam geldi ve ‘Anne-babasının ihtiyarlığında onların yanında olmuş ama anne-baba hakkını gözetmemiş, onlara iyi bakarak mağfireti yakalama gibi bir fırsatı değerlendirememiş kimseye yazıklar olsun, burnu yere sürtülsün onun! ’ dedi, ben de ‘âmin! ’ dedim. Cebrail, ‘Ya Rasûlallah, bir yerde adın anıldığı halde, Sana salât ü selâm getirmeyen de rahmetten uzak olsun, burnu yere sürtülsün! ’ dedi, ben de ‘âmin’ dedim. Ve son basamakta Cebrail, ‘Ramazana yetişmiş, Ramazanı idrak etmiş olduğu halde Allah’ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye de yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun o! ’ dedi, ben de ‘âmin’ dedim.”
Bu hadiste de belirtildiği gibi gelecekte pişman olmamak için hayatımıza çekidüzen vermeliyiz. Allah’ın çizdiği yolda yürümeliyiz. Anne babalarımıza sağ iken yetiştiğimizde onlara ‘öf’ bile dedirtmemeliyiz, rızalarını kazanmalıyız. Resulullah’ın adı geçtiğinde ona selatü selam getirmeliyiz. Ramazan geldiğinde onu ibadetlerle geçirip Hakk’ın razı olacağı kullar içerisinde yer almalıyız. Basiret gözümüzü dört açmalıyız.
Ramazan insanı munisleştirir. Oruçlu insan kötülük yapmaz, başkalarına bulaşmaz. Mevlana gibi hoşgörülü, Yunus gibi sevgi dolu olur. Kendisine bulaşmak isteyenlere Peygamber Efendimizin yaptığı gibi oruçlu olduğunu hatırlatır ve susar. O büyük insan, ramazanda müslümanın tavrını şöyle özetler: “ Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı ağız bozmağa kalkışırsa ben oruçluyum diye mukabelede bulunsun”
Ramazanla birlikte ülke sınırları içerisinde adeta bir maneviyat seferberliği yaşanır. Yedisinden yetmişine kadar hemen herkes kendisini ramazana hazırlar. Bu sadece maddi hazırlık değildir. Gönüller de bu aya girmek için her türlü kötülükten, fitne ve fesattan arındırılır. Müslümanlar o büyük dostu gönül hoşluğu içerisinde karşılarlar. Sadece insanlar mı hazırlanır ramazana? Elbette hayır! ... Kurumlar da kendince hazırlıklar yaparlar. Çalışma saatlerini esnekleştirirler. Bunun yanında gazete ve dergiler de yılda bir ay da olsa Müslümanlıktan söz ederler. Mübarek ramazan, inanç bakımından zayıf olanların kalemine bile dolanır. Onlar da bu ayın faziletinden dem vururlar. Çünkü halkın gündeminde ramazan vardır. Kendilerini okutabilmek için ramazandan bahsetmek mecburiyetindedirler.
Türkiye’ye ramazan gelince, on bir ay boyunca Müslümanlara saldıran ve onları her fırsatta aşağılayan gazeteler bir anda kızıl olan renklerini yeşile döndürürler. Bu hızlı dönüşüm samimiyetten uzak ve yapmacık olsa da inananlar bu oyuna kolayca gelirler. Hacısının hocasının elinde kartel gazetelerini görebilirsiniz. Sene boyunca Müslümanları rencide eden kartelin gazetelerinde ramazan sayfaları yer almaya başlar. Bazı gazeteler dini kitaplar verir. Bu hızlı değişimi ve dönüşümü anlamakta zorlanırsınız. Islah olduklarını zannedersiniz iyi niyetinizi ortaya koyarak… Fakat ramazan çıkınca bir kez daha gerçek yüzlerini açığa çıkarırlar. Müslümanlara salya sümük saldırmaya kaldıkları yerden devam ederler. Bir ay boyunca onlara finansman sağlarsınız, onları karga misali beslersiniz ama sonuçta gözünüzü oymaktan çekinmezler. Çünkü onların inancı saman alevi gibidir. Sadece Müslümanların parasını çekmeyi, bir ay da olsa onlara gazete satmayı gaye edinirler. Saf olanlar, alışkanlık kazanarak ramazandan sonra da söz konusu gazeteleri almaya devam ederler. Neticede verdikleri paralar inançlarına saldırı şeklinde geri döner.
Akıllı ve şuurlu mümin ramazan Müslümanlığıyla okuyucunun karşısına çıkan samimiyetten uzak kartel gazetelerinin oyununa gelmez. Onlara parasını kaptırmaz. Çünkü bilir ki bu kandırmacadan ibarettir. Ramazandan sonra her şey eski haline dönüşecektir. Bunun bir de Allah katında manevî vebali vardır. Bunun hesabını vicdanınıza verseniz de Allah’a veremezsiniz. Onun için kartelin oyununa gelmeyin; dostunuzu ve düşmanınızı iyi tanıyın. Kartel basının ikiyüzlülüğüne alet olmayın. Bilin ki Müslüman uyanık ve basiretli olur, olmalıdır da! ... Aksi halde lokma lokma küçülmeye ve yutulmaya müstahak olursunuz.
Ramazan Allah’ın kullarına sunduğu büyük bir rahmet ve lütuf ayıdır. Görünürde külfet gibi düşünülse de hakikatte ruhumuzu ve gönlümüzü aydınlatan bir nurdur. Bunu İslamı hayat tarzı olarak kabul edenler ve bu dinin gereklerini gönül hücrelerine sindirenler ancak anlayabilir. Bu ruhu kazanabilmek için maneviyat kabında pişmek gerekir.
Kur’an ve ibadet ayı olan ramazanı layıkıyla değerlendirmek istikbalimize manevi yatırım yapmak demektir. Akıllı insan odur ki fani şeylerle zaman kaybetmez, baki olanın peşinden koşup durur. Hak katında fani olan, günlük meşguliyetlerdir, bâki olan ise ahiret için çırpınmaktır. Fakat bu mübarek din, dünyayla ahiret dengesini de gözetiyor. Dünyayı da bir kenara bırakmamızı istemiyor. Çünkü yaşamak için bazı ihtiyaçların giderilmesi gerekir. Müslüman miskin miskin oturamaz. Mümin daima hareket halinde yaşayan insandır.
Ramazan ayıyla beraber hayatımızın ibresi maneviyatı gösterir. Bir aylık da olsa şahsi hayatımızda ve çevremizde manevi bir seferberlik ilan edilir. Başka günlerde gündemimizde olmayan İslam bu ayda deyim yerindeyse gündemimize oturur. Oysa gerçek Müslüman her zaman teyakkuz halinde olur. O her an ölebileceğini düşünerek maneviyatını takviye ve ikmal eder. Bilinmelidir ki bir aylık ibadet bizleri Cehennem ateşinden kurtaramaz.
Ramazan ayında hayata Resulullah’ın nurlu penceresinden bakarız. Onu diğer vakitlere nazaran daha çok anlamaya çalışırız. Çünkü O, bu mübarek dinin elçisidir. Bu dini en kâmil biçimde yaşayan da odur. Ancak onun sünnetine dört elle sarılan kurtuluşa erebilir. Sünneti, imanın olmazsa olmazlarından sayanlar ve her fırsatta kılavuz edinenler asla pişman olmayacaklardır. Rahmet Peygamberi olan Hz. Muhammed(sav) onlara şefaat edecektir. Onun hayatını kendimize model edinirsek hidayete muhatap olma ümidimiz olabilir. Aksi halde beklentilerimiz boşa çıkmaya namzettir.
Ramazan ayında Allah’ın son elçisi olan Hz. Muhammed(sav) ’i layıkıyla anlamanın gayreti içerisinde olmalıyız. Kâinatın uğruna yaratıldığı bu büyük iman ve ahlak abidesinin yolundan gitmek en büyük hedefimiz olmalıdır. Onun yolundan gidenlerin nura ve saadete ulaşacağından asla şüphemiz yoktur. Ondan uzak kalanların uçurumlardan yuvarlanması ve paramparça olması muhtemeldir. Bu uçurumların dibinde de Cehennem ateşi olanca kızgınlığıyla küfür ehlini bekliyor. O uçuruma cüzi iradesiyle yuvarlanan insanın tutunacağı bir dal da yoktur. Onlara yardım eden de çıkmayacaktır. Ne kötü bir sondur onlarınki! ...
İnsanlar felâketlere kendi ayaklarıyla koşarlar. Onları bu yoldan gitmeye zorlayan; içlerinde taşıdıkları, besleyip büyüttükleri azgın nefistir. Akıllı bir Müslüman hayatın gayesini kavrayan insandır. Bizler kuluz ve hataya düşmeye meyilliyiz. Varlığın hakikatini kavramış, ilmiyle amil bir mümin her iyiliğin, her bereketin, Allahü teâlânın zatından geldiğini düşünür. Her kusurun, her kötülüğün de, mahlûkların zatlarından ve sıfatlarından hâsıl olduğuna inanır. İyilikler de kötülüklerde ruz-ı mahşerde karşılığını bulur.
Hayatını, son peygamberin çizdiği nurlu yolda devam ettirenler kurtuluşa erenlerdir. Onlar asla mahzun olmayacaklardır. Ramazan ayı da bu kullar için huzur sığınağıdır. Onlar bu ayı hakkıyla ihya ederler. Çünkü bu manevi bir fırsattır. Resulullah Efendimiz bu ayın rahmet ve bereket yönünü şu mübarek sözüyle ortaya koyuyor: “Ramazan’ın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu ayda idaresi altında bulunanların iş yükünü hafifletirse, Allah ona mağfiret eder ve cehennem azabından kurtarır”.
Ramazan ayında kâinatın gözbebeği olan Efendimizi çok çok anmalı, ona selatü selam getirmeliyiz. Kurtuluşumuz ancak ona yakınlaşmakla ve onun Allah’tan getirdiklerine riayet etmekle sağlanacaktır. Bu yolda ramazanı da iyi bir fırsat bilip sevap defterlerimizi doldurmalıyız. Bu ayda zaaflarımızdan sıyrılıp hak dairesinde kararlı bir biçimde daim ve sabit kalmalıyız. Bununla birlikte Resulullah’ın şu müjdesini ganimet bilmeliyiz: “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” (Buhari, Savm, 5)
Ramazan ayında Gül Yüzlü Yârı diğer günlere göre daha çok hatırlamalı ve tabir caizse sünnetine dört elle sarılmalıyız. Şüphesiz ki gerçek huzur ona yâr olmakla yakalanır. Ona yâr olanlar iki cihanda da bahtiyar olur. Nefisler ancak Allah korkusuyla ve Resul sevgisiyle gemlenir. Kurtuluş Resulullah’ın Allah’tan aldığı emirlerle çizdiği İslam dairesine girmekle sağlanır. Huzuru başka yerlerde arayanların elleri ve gönülleri boş dönmeye mahkûmdur. Ruhlar nübüvvet ikliminde ferahlar. Ne mutlu Yâr’in Yâr’ine yâr olabilenlere! ...
Müstesna zaman dilimlerinden birisidir mübarek ramazan… Onun için de Müslümanlar tarafından büyük bir şevkle karşılanır. Bu aya erişmeden evvel hazırlıklara girişilir. Kadınlar ramazanlık yiyecekler hazırlamaya aylar önceden başlarlar. Yufkalar açılır, konserveler yapılır. Kadınlar her gün birbirine gidip bu gibi hazırlıkları beraberce yaparlar. Bu ayda büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği gösterilir.
Ramazan deyince hiç şüphesiz ki aklımıza ramazan davulcuları geliyor. Çok eskilerden bugüne intikal eden ramazan davulculuğu geleneği bugün de devam ediyor. Oruç tutacaklara sahuru haber veren ve kalkıp yemelerini sağlayan bu kişiler nedense günümüzde bazı kesimler tarafından dışlanıyorlar. Hatta bazı belediyeler ramazan davulu çalınmasını yasaklıyorlar. Oruç tutmayanlar bu köklü geleneğin kalkmasını istiyorlar.
Gerçi oruç tutanların bir kısmı da ramazan davulcularına sıcak bakmıyor. Çünkü küçük çocuklar gecenin yarısında uyanıyorlar; hatta korkuyorlar. Bir daha da yataklarına yatmıyorlar, anneleriyle yatıyorlar. Bazı çocukların davul sesinden etkilenip uyandıkları doğrudur. Fakat bunda asıl kabahat davulcularındır. Çünkü davul çalmanın da belli bir adabı vardır. Amaç oruç tutacakları uyandırmak ve ertesi gün aç kalmalarını önlemektir. Fakat bazı davulcular sanki inadına mahalleyi ayağa kaldırıyor. Bir anda her şey arapsaçına dönüyor. Bu gibi sorumsuz kişiler çok köklü bir geleneğin yavaş yavaş kaybolmasına neden oluyor.
Bazı belediyeler ramazan davulcularının eğitilmesine önayak oluyor. Müzik alanında çalışanlar onlara davul çalmanın yollarını öğretiyor. Bu doğru ve yerinde bir uygulamadır. Çünkü gece yarısında ritimsiz bir gürültüyle uyanmayı hiç kimse istemez. Çok eskiden insanların diledikleri saatte uyanmasını sağlayan çalar saatler yoktu veya çok yaygın değildi. Fakat günümüzde hemen her evde çalar saat vardır. Hatta teknolojinin nimetlerinden biri olan cep telefonları saat görevi de görerek bizi istediğimiz saatte uyararak kalkmamızı sağlıyorlar. Demek ki artık davulcuların görevi insanları sahura kaldırmaktan öte köklü bir geleneği devam ettirmek, ramazana eğlenceli bir hava kazandırmaktır. Bunu yapanların belli bir müzik eğitiminin olması şarttır. Özellikle vurmalı çalgılar konusunda tecrübeli olmaları, bu alanda eğitim almaları gerekir. Aksi halde gelenek ve eğlence zulme dönüşür. Bu çağda insanları gürültüyle sahura kaldırmak geleneğin yozlaşması sonucunu doğurur.
Ramazanlarda davulcular hem davul çalar, hem de bu ayın ruhuna uygun maniler söylerler. Mani halk kültüründe ve edebiyatımızda çok köklü bir geleneğe ve muhtevaya sahiptir. Söyleyeni belli olmayan, genellikle 7’li hece ölçüsüne göre söylenen dörtlüklerdir. Doğu Anadolu’da mani yerine ‘bayatı’ sözü de kullanılmaktadır. Uyak düzeni a - a - b - a şeklindedir. İlk iki mısra birbirinden bağımsız olup; asıl vurgulayıcı içerik, üçüncü ve dördüncü mısralarda yer almaktadır. Konuları aşk, gurbet, ayrılık, kıskançlık olabileceği gibi, ramazan manileri gibi özel zamanlara ait manilere de rastlanmaktadır. Ramazan ayında davulcuların söylediği manilerden bir kısmını dikkatinize sunmak istiyorum:
“Yeni Cami direk ister / Söylemeye yürek ister Benim karnım toktur amma /Arkadaşım börek ister
Sokak yolu dar mıdır? / Minaresi var mıdır? İftara kal diyorlar, / Acep aslı var mıdır?
Aldanma sağa sola, / Gel gidelim hak yola, Güzel oruç tutanın, / Akıbeti hayrola.
Maniler çiçeklidir. / Birbirine eklidir. Davulcunun daveti, / Mutlaka böreklidir.
Bak geldi etli dolma, / Çok yiyip göbek salma. Üstüne bir kahve iç, / Terâvihe geç kalma! ..
Kavuştuk Ramazana. / Ne de büyük ihsana. Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana.
Sahur oldu ışıyor, / Bülbüller ötüşüyor, İftarda çay deyince, / Yüreğim tutuşuyor.”
Milletler gelenek ve göreneklerini yaşayarak daha güçlü kalırlar. Her ne kadar bu işi maddi bir beklenti karşılığında yapıyorsa da ramazan davulcusu köklü bir geleneği devam ettiren insandır. Milletimizin değerleriyle zıtlaşmak, onlarla mücadele etmek yerine bu kültürel birikimi koruyup kollamalıyız. Milli ve manevi değerlerimiz sayesinde birbirlerimizle kenetlenebiliyoruz, aynı ruhu yaşıyoruz. Bizleri kendisine benzetmek ve yozlaştırmak isteyen Batılı toplumlara mesafeli durmalıyız; değerlerimize ve değerlilerimize sımsıkı sarılmalıyız.
Hayatın en saf, en berrak, en temiz ve en güzel yüzüdür çocuklar… Onların duygu ve düşüncelerinde riya ve çirkeflik bulamazsınız. Onlarda en ufak art niyet ve önyargı da yoktur. Karşılıksız severler ve bağlılıkları uzun sürer. İlişkilerinde çıkar gözetmezler. Hayal dünyaları çok geniştir çocukların… Yeter ki siz hayallerine kota koymayın…..Onlar güzelliklere yelken açmasını çok iyi bilirler. Onları azgın denizlerin şerrinden ve fırtınalardan koruyalım.
Çocuklar ruh bakımından ilginç özellikler arz ederler. Her şeyden evvel çok meraklıdırlar. Her şeyin ayrıntısını öğrenmek isterler. Kendisini ister ilgilendirsin, ister ilgilendirmesin her mevzuda soru sorarlar. Hatta bazen sinirlerimizi bozacak derecede ısrarcı olurlar. Öyle olmasa onca bilgiyi kısa zamanda nasıl öğrenebilirler? Onların sonu gelmeyen soruları bizim sonlu sabrımızı çok kere taşırır, raydan çıkan trene döneriz.
Çocukların ilgi duydukları konulardan birisi de mübarek ramazan ve oruçtur. Yaşı ne olursa olsun henüz ergenlik çağına girmemiş çocuklar bile ramazan üzerine düşünür, kafa yorarlar. Oruç tutmak, özellikle sahura kalmak için can atarlar. Bizler de onlara kıyamadığımız için, onları her şeyden sakındığımız için bu masum istekleri karşısında olumsuz tepkiler gösteririz. Fakat onlar yine de pes etmezler. Netice alamasalar da aynı isteklerle defalarca karşımıza çıkarlar, ta ki isteklerine müspet cevap alana kadar! ...
Ramazan her ne kadar ergenlik çağına girmiş kişileri muhatap alıp sorumlu tutsa da cemiyetin goncaları kabul edilen çocukları da ilgilendirir. Çocuklara ramazanın o mübarek tılsımlı havasını yaşatmak ebeveynler olarak boynumuzun borcudur. Çünkü onların körpe ruhları bu yaşlarda ramazan sevgisiyle beslenirse ilerde iradeleri çelikleşir.
Ramazan tatlı heyecanların ve telaşların capcanlı yaşandığı müstesna zaman dilimleridir. Ramazanın heyecan ve coşkusunu çocuklarımızdan esirgememeliyiz. Onlara da bu manevi havayı yaşatmalıyız. Onları ramazanın sevgi, hoşgörü ve rahmet atmosferinden uzak tutmamalıyız. Aksi halde ilerde sorumluluk yaşına geldiklerinde onları oruca ve ramazana kolay kolay ısındıramayız. Ağaç yaşken eğilir der atalarımız. Ağaçlar kartlaşmadan onları eğmeye, yönlendirmeye gayret etmeliyiz.
Çocuklar meraklıdır. Çok basit şeylerde bile harikuladelikler ararlar. Özellikle sahura kalkmak onlar için ulaşılmaz bir hedeftir. Çünkü anne büyük ısrar ve yalvarmalar karşısında, çocuğuna ‘seni kaldıracağım’ diye söz verse de çok sevdiği yavrusunun tatlı uykusunu bölmemek için evladının mışıl mışıl uyuduğunu görünce onu uyandırmaya kıyamaz. Sabahleyin isyanlar patlak verir elbette... Aslında anne ve babalar bu konuda fazla katı olmamalıdır. Sözlerinin arkasında durmalıdır. Çocuklarını birkaç kez(özellikle hafta sonları) sahura kaldırmalıdır. Onlara o manevi duyguyu da tattırmalıdır; merakını gidermelidir. Birkaç kez sahura kalkmakla çocuğa bir zarar gelmez. Aksine nadir de olsa bu sahura kalkışlar onun için gelecekte arkadaşlarına anlatabileceği güzel hatıralar oluşturabilir.
Çocuk sahura kalkınca elbette ki o gün oruç tutmak için ısrar eder. Aile buna da yasak koyar genelde. Çocuk direnirse de ebeveynin şiddetli baskısıyla bu yumuşak direniş kırılır. Bırakın çocukları, kendilerine farz olmasa da istedikleri birkaç gün oruç deneyimi yaşasınlar. Bu onların vücut yapısını ve sağlığını olumsuz yönde etkilemez. Ta o yaşta açlığın ne demek olduğunu bilinçaltına yerleştirirler; yardımlaşma ve merhamet hisleri inkişaf eder. Çocuk akşama doğru iyice elden ayaktan düşse de o günkü heyecan onu dimdik ayakta tutar.
Çocukların sevdiği bir başka şey de anne veya babalarıyla teravih namazlarına gitmektir. Bunun mücadelesini verirler bir ay boyunca… Bazen ret cevabı alsalar da, ısrarları az da olsa işe yarar ve caminin yolunu tutarlar. Anne ve babalarıyla yatar kalkarlar yumuşak hali ve kilimler üzerinde… Taklit ederler büyüklerini… Cami kavramı onların ruhunda derin ve müspet izler bırakır. Bu gidip gelmeler gelecekte edineceği ahlakına ve inancına tesir eder, onu şekillendirir. Özellikle bazı camilerde okunan mevlitler onlar için ayrı bir heyecan unsuru oluşturur. Çünkü mevlit olan camilerde şeker, bisküvi, çikolata ve lokum dağıtılır. Çocukların arayıp da bulamadığı şeylerdir bunlar! ...
Gelecekte geleneklerine bağlı, saygılı, hürmetkâr, inançlı bir nesil istiyor ve bekliyorsak o neslin hamurunu şimdiden yoğurmalıyız. Hiçbir şey tesadüf eseri gerçekleşmez. Ciğerparelerimiz olan çocuklarımızı yetiştirirken onların manevi dünyalarını da doyuralım. Her şeyi yemek içmekten ibaret görmeyelim. Onları bugünün küçüğü, yarının büyüğü olarak sayalım. Bilirsiniz ki ruh boşluk kabul etmez. Bizler o boşluğu manevi hazlarla dolduramazsak başkaları dünyevi marazlarla doldurabilir. O zaman da iş işten geçmiş olur. Maazallah, ahlakı ve maneviyatı iflas etmiş bir nesil buluruz karşımızda. Bu da bizi manevi uçurumlara yuvarlar. Bu noktada dünya ayağa kalksa onları uçurumdan aşağı yuvarlanmaktan kurtaramaz. Öz evlatlarımızı kendi ellerimizle kor alevler içine atmış oluruz.
Teravihlere çocuklarımızı da götürelim. Yaramazlık yapsalar da onları Allah’ın evinden kovmayalım. Çünkü onlar günahtan arıdırlar, henüz melektirler. Meleklerin huzuru bulacağı yer de ancak camilerdir. Onlar sizleri namaz kılarken görsün, model olun onlara. Kısacası ramazanı sadece biz yaşamakla kalmayalım, çocuklarımıza da doyasıya yaşatalım. Böylelikle yarınlarımızdan daha emin oluruz.
Eskilerimiz ne kadar da doğru demiş ‘Sayılı gün çabuk geçer’ diye… Gerçekten de sayılı gün çok çabuk geçiyor. Dakikalar saatleri, saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, yıllar ise koca bir ömrü kovalayıp duruyor. Bir zaman geliyor ki soğuk duvarlara çatıp kalıyorsunuz. Bundan sonra teslimiyetten başka bir yol da görülmüyor. Şayet zamanında Hakk’a teslim olmuşsanız bu son noktadaki acizlikten mahzun olmazsınız.
Ramazan ayı daha dün gelmişti. Fakat görüyoruz ki bu mübarek ayı gözümüzü açıp kapayıncaya kadar ortaladık. Yarısı gitti, öbür yarısı kaldı. Zaten ikinci yarısı birinci yarısından daha çabuk ve kolay geçer. Müslüman ramazanın geçip gitmesinden hoşnut olmaz. Zira müminler bir yıl boyunca onun gelmesini büyük bir heyecan ve şevkle bekler durur. Ramazanın gitmeye hazırlanması bizleri ancak hüzünlendirir. Çünkü hayatımıza büyük bir hareket, bereket ve neşe katan bu güzel zaman dilimi gönüllerimizi mamur ediyor.
Ramazan gönüllerin sükûnete erdiği, kalplerin yumuşadığı, karşılıksız sevmenin ve saygının doruğa çıktığı nurlu bir fasıldır. Bu ayda içimiz durulur ve paklanır. Bir yılın kiri orucun tılsımıyla arınır, akar gider. İnsan yeniden doğmuşçasına saf ve hafif olur.
Kim ister ramazanların bizleri bir başımıza bırakıp gitmesini? ... O ramazan ki sosyal dayanışmanın ve cömertliğin tavan yaptığı aydır. Zenginlerin malını garip gurebayla paylaştığı ve servetlerini temizlediği bu güzel ayda ellerimizi semaya kaldırıp acizliğimizi Yüce Yaratana beyan ederiz. O da rahmet ve merhamet şemsiyesini üzerimize açar. Nasibimiz neyse onun sonsuz rahmetinden o miktarda faydalanırız.
Ramazanları öyle kolay unutmak mümkün müdür? ... Gider mi burnumuzdan ramazan pidelerinin mis gibi kokusu? ... Akşama doğru fırınların önündeki uzun kuyruklarda bekleyip pideleri kolumuzun altına koyup hızlı adımlarla yola revan oluruz. Neticede pideler elimizde olduğu halde eve girdiğimizde çocukların yüzündeki tatlı gülümseme ve o berrak nurlu parıltı daha bir belirginleşir. Yemekler sıralanır mutfak tezgâhının üzerinde… Çorba mı dersin pilav mı, yoksa kuru fasulye mi? Her biri ötekiyle lezzet yarışı yapar adeta… Salatadaki cümle yeşillik, taze soğan ve marul damak tadımızı doyumsuzlaştırır. Ferahlar midemiz ve bütün azalarımız… Sofraya uzanan eller bereket olup taşar dört bir yana…
İşte biz böyle bir neşe çağlayanı olarak görürüz ramazanı… Bu ayla kurduğumuz gönül bağı çelikten daha güçlüdür. Nasıl koparız ramazanın o tılsımlı atmosferinden? ... Dosttan ayrılmak dostu üzer ancak…
Ramazanda nur yüzlü nineler ve pamuk dedelerin cami dönüşünde ceplerine koyup torunlarına getirdiği mevlit şekerlerinde maddi tatların ötesinde bambaşka bir güzellik saklıdır. Paylaşmanın ve başkalarını düşünmenin parlak pırıltısıdır bu… Sofralarımıza konuk olan güzel insanları nasıl unuturuz, nasıl özlemeyiz? İftar sonrasındaki teravihler ve teravih dönüşü çay ve kahve eşliğinde sahura kadar süren dost sohbetleri ruhlarımızın açlığını giderir. Bizi birbirimize daha çok sevdirir ve yakınlaştırır.
Akşama doğru açlığın üst düzeye çıktığı ve manevi sorumluluğun yerine getirilmesinden doğan hazzın belirginleştiği o mübarek vakitlerde gözümüz minare ışıklarında, kulağımız ezanda, burnumuz ise mutfaktan gelen yemek kokularında olur. Anneler maharetli elleriyle eş ve çocuklarına çektikleri açlığı yatıştıracak birbirinden lezzetli yemekler hazırlarlar. Her yemeğin içine maddi malzemelerin yanında bir kaşık sevgi ve samimiyet tılsımı eklemeyi ihmal etmezler. Onun içindir ki ev yemekleri dışarıda(lokantalarda) yenen yemeklerden çok daha leziz olur.
Ramazan bütün bir toplumu çepeçevre kuşatır. Hemen hepimizin ramazana dair hatıraları vardır. Kimileri çocukluğunun, kimileri gençliğinin, kimileri orta yaşlılığının ramazanlarını yaşatır zihninde. Geçmişe dair anılar canlanır gözlerimizin önünde. Hepsi de muhabbet yüklüdür bu anıların. Çünkü güzelliğini ramazan ikliminden almışlardır. Bu ay içerisinde yaşananlar öyle kolay kolay hafızlardan silinmez. Hepsi de belleklerimize nakşedilir. Ne kadar büyüyüp olgunlaşsak da zihnimizin bir köşesinde yaşatırız onları.
Ramazanı yaşamayanlara ne kadar da acıyorum. Bunların bir kısmı gurbette olduğu için bu duygudan mahrumdur. Bir kısmı ise zihinlerindeki karanlığın tesiriyle ramazanın nurlu yüzünü ve bereketli yanını görmekten ve yaşamaktan acizdirler, onların bu rahmet sağanağından nasipleri yoktur. Ne büyük bir ayıp ve kayıptır bu…
Ramazanın içimize dolan rahmet esintisini doyasıya yaşayalım ve çevremize yaşatalım. Camilere sığınalım lanetli şeytanın şerrinden… Gerçi ramazanda bağlansa da şeytanın şerri ve vesvesesi yine de bırakmaz peşimizi. Ama oruçla zırhlanan yürekler nefsin gizli ve sinsi oyunlarına pabuç bırakmaz. Ramazan orucu ve ibadetleri iradeleri çelikleştirir. Daha bir güçlü ve donanımlı oluruz nefsimize karşı. Ramazan bizi cümle şer odaklarına karşı korur ve güçlendirir.
Fakat yine geri sayım başladı. Çoğu bitti, azı kaldı bu sayılı günlerin.... Görünen o ki ayrılık kavuşmaktan daha yakın… Onu hoşnut gönderelim ki karşılamaya yüzümüz olsun. Biz senden razıyız, sen de bizden razı ol ya şehr-i ramazan… Allah kavuştursun bizi tekrar… Sana layık olamazsak da ümmet olarak bunun samimi mücadelesini verdik. Tevfik ve hidayet âlemlerin Rabbi olan Allah’ın nezdindedir. Ne mutlu kurtuluşa erenlere! ...
Yüce Rabbimizin yapmamızı emrettiği vazifelerin hepsinde bir hikmet vardır. Fakat bizler o ibadetleri hikmetinden dolayı değil, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaparız. Zira ibadetler kul ile Allah arasındaki muhabbeti ve gönül bağını kuvvetlendirir. İbadetlerin verdiği olgunlukla kul Allah’a daha da yakınlaşır. Kişi, yerine getirdiği kulluk vazifesinden büyük bir haz alır. Bu haz, ibadetlerdeki devamlılığı sağlar.
Bilindiği gibi Rabbimizin doksan dokuz mübarek sıfatı vardır. Allah’ın güzel isimlerinden biri de ‘Hâkim’dir. Yani Allah hikmet sahibidir. Yüce Yaratıcı abes iş yapmaz. Bizler bazı şeylerin sebep ve hikmetlerini basiret gözüyle göremezsek bu onları halk edene bir eksiklik getirmez. Onun yaptığı işlerin hikmetinden sual olunmaz.
Allah’ın her emrinde olduğu gibi oruç ibadetinde de birçok hikmetler, bizim için maddi ve manevi sayısız faydalar vardır. Oruç ibadetinin faydaları konusunda çok şeyler söylenebilir. Bunları maddi ve manevi diye ikiye ayırmak mümkündür. Çünkü kâinatın gözbebeği olan insanı sadece maddeden ibaret göremeyiz. Onun manevi tarafına da eğilmek zorundayız. İşte orucun faydalarını sıralarken onun ruh dünyamızı mamur ettiği gerçeğini de göz önünde bulundurmalıyız. Aksi halde insana dair doğru analizler yapamayız.
Oruç tutan insanlar Allah’ın emrini yerine getirmiş olmanın manevi doyumunu yaşarlar. Bu doyuma erişen kullar her geçen günü, ömür defterlerinden bir kayıp sayfa olarak değil, bir kazanç sayfası olarak nitelendirirler. Bu bakış açısı iç huzurun sağlanmasında etkin bir rol oynar. Maddi varlığımızla manevi dünyamızın dengede tutulması, bizi boşluğa düşmekten korur. İradenin günahları perdelemesi imtihana tabi tutulan kulu büyük bir zafer kazanmışçasına mutlu eder. Bu mücadeleden başı dik çıkan kişinin kendine güveni artar. Nefsin emrine karşı koyan yüksek irade gücü Hakk’a teslimiyetin getirdiği manevi saltanatı ebediyen yaşar. İşte dünya o zaman ahretin tarlası olur.
Oruçla beraber kulun hayvani tarafı rahmani tarafına yenilir. Fiziksel olarak da midemiz yılda bir ay da olsa dinlenmiş olur. Kalbimiz kir ve pastan arınır; adeta manevi zımparayla törpülenir. Dilimiz yalandan, ellerimiz haramdan, gözlerimiz harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu dinlemekten, ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşır. Bu, huylarımızın meleklerinkilere benzemesini ve ruhlarımızın arınmasını sağlar. Oruç belli zaman içerisinde aç kalma olayı değil, aksine bir irade terbiyesidir.
Orucun sağlık için çok büyük faydaları mevcuttur. Bunu tıp otoriteleri yıllardan beri söylemektedir. Bununla ilgili olarak Resulullah Efendimiz de “Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz.” buyurmuştur. Peygamberlerin hikmetini bilmediği bir konuda konuşmaları mümkün değildir. Sağlıkla ilgilenen ilim adamlarının her geçen gün orucun sıhhate dair yeni faydalarını keşfedip sıralamaları Efendimizin bu mübarek sözünü desteklemektedir. Fransız Profesör Pier Mulen de bu hususta şunları söyleyerek orucun ilahi hikmetlerine ışık tutar:
“İslâm dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç, bedenin hem fiziksel, hem ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler. Hıristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır. Aslında insanların her hafta bir gün oruç tutmalarında, başka bir deyimle diyet etmelerinde ve sadece meyve suyu içmelerinde büyük yarar var. Böylece vücut, doku ve organlardaki zehirleri atar, beden dinçleşir”
Oruç tutanların ramazanda bazı hususlara dikkat etmesi bu ibadetin tıbbi faydalarının inkişaf etmesine zemin hazırlayacaktır. Doktorların uzun tecrübeler neticesinde elde ettiği ilmi gözlemlere ve tavsiyelerine kulak vermeliyiz. Aksi halde fayda yerine zarar görmek işten bile değildir. Bu konuda doktorların tavsiyelerine uymalıyız.
Ramazan ayında dengesiz ve sağlıksız beslenme, başta diyabet, kalp, yüksek tansiyon hastaları olmak üzere birçok kişide sağlık sorunlarına yol açıyor. Beslenme uzmanları(diyetisyenler) aşırı yağlı kızartma ve kavurmalardan, hamur tatlılarından, şekerleme ve aşırı tatlı besinlerden uzak durmamızı, tatlı olarak sütlaç, keşkül, güllaç gibi sütlü tatlılar tercih etmemizi, sıvı alımına önem vermemizi, iftar ile sahur arasında bol su içmemizi öneriyorlar. Sadece ramazanda değil, diğer zamanlarda da bir seferde çok yememeliyiz. Eskilerimiz “Az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur” derken bizlere halk hekimliğinin çok kez tıpla örtüştüğünü göstermişlerdir. Bu da gösteriyor ki halkın tecrübelerini yabana atmamak lazımdır.
Oruç tutmak sağlıklı olmak demektir. Fakat ilahi olanla dünyevi olanı, gayeleri bakımından birbirine karıştırmamak gerekir. Orucu zayıflamak, zinde ve sağlıklı kalmak için tutanların oruçlarının Allah katında hiçbir mana ifade etmediğini söylemek mümkündür. Orucun gayesi Allah’ın emrine uymak ve ona yakın durmaktır. Ne mutlu ibadetleri, gayesine uygun bir anlayışla yerine getiren mümin ve müminelere! ...
Müslümanlar için günahtan arınma ayı nefis terbiyesi bereket ayı olarak adlandırılan bu ay malesef bilmeyenler için sadece açlık olarak algıılanıyor yaşamayan bilmez.....
Şu günlerde ayların en kıymetlisi olan ramazanı idrak ediyoruz. Bu ayda müminlerin gönülleri büyük bir neşe ile dolar. Hayatımızdan çıkardığımız İslamî hükümler bir aylık için de olsa geri döner. Bu ay vesilesiyle Müslüman bir millet olduğumuzu hatırlarız. Camiler cemaatle dolup taşar. Minareler arasına asılan mahyalar bizi hakka ve hakikate çağırır. Yüce Rabbimiz İslam’ın beş şartından biri olan oruçla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun) . Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır) . Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”(Bakara 2/184)
Aslında Ramazan biz Müslümanlar için bir lütuftur. Oruç ibadetinin maddî ve manevî faydalarını göz önünde bulundurunca ramazanın büyük bir hediye olduğu hakikatini kavrarız. Oruç tutan müminlerin kalpleri yumuşar. Eşyaya sevgi penceresinden bakarlar. Oruçla hemhal olanların basiret gözleri açılır. Kul açlıkla beraber muhtaç ve zayıf olduğunu daha iyi anlar. Oruç şer duygulara karşı adeta bir kalkan olur.
Mübarek Ramazan ibadet ayıdır. Bu ayda yapılan ibadetlerin sevabı katlanarak yazılır. Müslümanlar bu ayda adeta ibadet seferberliği yapmalıdır. Ramazan lâfta kalmamalıdır. Bu mübarek ayın içini doldurmalıyız. Bu ayda Kur’an-ı Kerim’i çok okumak ve hatim indirmek gerekir. Zira Kur’an bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Yine bu ayda Allah’ın isimlerini bolca zikretmeliyiz. Yüce Allah bu ayla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) . Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”(Bakara 2/185)
İslam toplum dinidir; hayatı çepeçevre kuşatmıştır. Küçük büyük, zengin fakir İslam zincirinin her bir halkasını oluşturur. Müslümanlar birbirlerini düşünür ve kayırır. Mübarek ramazan ayında ümmetin kurtuluşu için sürekli dua etmeliyiz. Günahlarımızdan pişman olup ellerimizi semaya kaldırıp mülkün gerçek sahibinden bağışlanma dilemeliyiz. Bu ayda sofralarımızdaki insan halkasını yeni yeni misafirlerle genişletmeliyiz. Unutmamalıyız ki misafir bereketiyle gelir. Bir sofraya ne kadar çok el uzanırsa sofradaki nimetlerin bereketi o nispette artar. Tok gönüllü olanlar sofralarını dostlarına hep açık tutarlar.
Oruç nefsin kötü arzularını kırar. Kişi aç kalınca nefsanî duygular azalır. Bu haldeki insan, zayıflığını hatırlayarak gerçek hâkimin ve kuvvet sahibinin Allah olduğunu düşünür, ona teslim olur; enaniyetini yener. Oruç tutan insanın başıboş hareket etmesi mümkün değildir. O ancak kendisine çizilen hak ve helâl dairesinde hareket edebilir. Fakat Allah yarattığı ve zaaflarını çok iyi bildiği kuluna altından kalkamayacağı şartlar da koşmaz. Bir ay boyunca onu hayattan soyutlamaz. Kişi ramazanda belli ölçülere uyarak hayatını devam ettirir. Cinsel hayatı bile bazı zamanlar içerisinde kısıtlansa da iftar sonrası dilediğince sürer. Bununla ilgili olarak gelen şu ayet bir kısım sınırlamaları ortaya koyması açısından önemlidir:
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.”(Bakara 2/187)
Ramazanın feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanabilmek için adeta maneviyat seferberliği ilan etmeliyiz. Çünkü ramazan sayılı günlerden ibarettir. Bu günlerin içini hakkıyla doldurmalıyız. Zira gelecek ramazana kavuşacağımıza dair hiçbirimizin elinde herhangi bir senet yoktur. Akıllı insan, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak idrak ettiği ramazanı son ramazan olarak bilir ve gereğini yapar. Zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Ramazan gibi bereketli ve feyizli günleri layıkıyla değerlendiremezsek sevap-günah dengesi bozulur. Geçen günler fayda değil, zarar hanemize yazılır. Ne mutlu sayılı ramazan günlerini layıkıyla dolduranlara! ...
Oruç ibadeti zor görünse de imanlı gönüllerde büyük bir aşkla ve şevkle yerine getirilir. İslam ahlâkıyla ahlâklananlar Ramazanın gelişini dört gözle beklerler. Bu mübarek günlerin gelişi onlarda herhangi bir rahatsızlık uyandırmaz. Aksine huzur iklimine girerler. İbadet ederek Allah’a dost ve yakın olmanın keyfini çıkarırlar.
Oruç ibadeti İslamiyetle beraber, bozulmuş diğer hak dinlerde de vardı(r) . Hatta bazı batıl dinlerde de buna benzer ibadetler mevcuttur. Bununla ilgili olarak Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı) . Umulur ki sakınırsınız.”(Bakara 2/183)
Hıristiyanlık ve muselikteki oruç, ilahî amaçlarından uzaklaşmışsa da bugün hâlâ fert bazında yaşatılmaktadır. Fakat Museviler ilahi yönü yozlaşmış, daha çok millî bir gelenek haline gelmiş bu ibadetlerine Hıristiyanlardan daha sadıktırlar.
Hıristiyanlarda oruçlu iken alkol kullanmak ve cinsî münasebette bulunmak yasaktır. Oruçlu iken günlük işler en aza indirilir. Oruç, genelde, tövbe ve bolluk içinde yaşamak için tutulur. Katolikler ve Ortodokslar kırk günlük Büyük Perhiz ile Noel’den önceki Advent dönemlerinde oruç tutarlar. Protestan kiliseleri oruç tutmayı üyelerinin vicdanlarına bırakırlar. Bu konuda herhangi bir yaptırımları yoktur.
Yahudilikte de oruç ibadeti vardır. Museviler yılda birkaç kez oruç tutarlar. Özellikle Yom Kippur’da (Kefaret Günü) oruç tutulması önerilir. Oruçlu iken yenilmez, içilmez. Deri elbise giyilmez. Yağ ve krem sürülmez. Cinsî münasebette bulunulmaz. Genelde oruç günlük işlerden uzaklaşmak için bir araçtır. Musevilikte altı çeşit oruç söz konusudur.
Bilindiği gibi Müslümanlıkta oruç, niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından, güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsî ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir. Bu tarifte görüldüğü gibi oruç tutan kişinin yapmaması gereken bazı şeyler vardır. Bunlar genel olarak yemek, içmek ve cinsel ilişkidir. Allah’tan korkan ve ona yakın olmak isteyen müminler belirtilen zaman dilimleri içerisinde bu eylemlerden uzak dururlar. Fakat bizim orucumuz Yahudi ve Hıristiyanlarınkinden pek çok bakımdan ayrılır. Bir kere bizim oruç ibadetimiz on dört asır evvel nasılsa öylece devam etmektedir. Orucun gayesinde ve kaidelerinde hiçbir sapma ve bozulma yoktur.
Oruç, Müslüman, akıllı ve erginlik çağına gelmiş olan herkese farzdır. Bu özellikleri taşıyan herkesin mutlaka oruç tutması gerekir. Fakat kişi bu özellikleri taşıdığı halde bazı mahsurlu durumlar nedeniyle oruç tut(a) mayabilir. Bunlar hastalık ve yolculuktur. Yolcular memleketlerine dönünce, hastalar da iyileşince tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. İyileşmeleri mümkün olmayan hastalar ise, tutamadıkları Ramazan oruçlarının her günü için bir fidye, yani, bir kişinin bir günlük yiyeceğini veya o yiyeceğin karşılığı olan parayı fakirlere verir. Bu ruhsatlar İslam’ın kolaylık dini olduğunu açıkça göstermektedir.
Ramazan ayı manevî kıymetleri çok olan bir aydır. Bu ayda yapılan ibadetler diğer aylara nazaran çok daha bereketlidir. Çünkü bu aydaki ibadetlerin sevapları katlanarak verilir. Allah için oruç tutanların günahları bağışlanır. Onların gönülleri bambaşka bir manevî huzurla dolar. Nitekim Resulullah Efendimiz de bir hadislerinde: “Kim Ramazan orucunun farz olduğuna inanarak ve karşılığını da yalnız Allah'tan umarak oruç tutarsa, onun bütün geçmiş günahları bağışlanır” buyurarak orucun günahlardan bağışlanma vesilesi olduğuna parmak basmışlardır. Bu fırsatı ganimet bilip günahlardan arınmalıyız.
Oruç tutmak, yemeden içmeden ve cinsi münasebetten kesilmek değildir sadece… Bunlardan ibaret görülen oruç, avam orucudur. Avam orucunda orucu bozan hallerden uzak durulur. Yani sadece mideye oruç tutturulur. Bu orucun, büyük mükâfatları beraberinde getirmesi beklenemez. Çünkü bu, çok fazla bir fedakârlık gerektirmeyen bir ibadettir. Oysa havas orucu diye nitelendirilen oruç, bütün azalara çekidüzen vermeyi gerekli kılar. Havas orucunu tutanlar yalan söylemez, günah işlemez, dedikodu yapmaz, harama bakmaz. Hiçbir eyleminde oruçlu olduğunu aklından çıkarmaz; ona göre davranır. Kendisine sataşanlara ‘Ben oruçluyum’ diyerek kavgadan ve kötü sözden uzak durur.
Varın kendi orucunuzu kendiniz değerlendirin… Avam orucu mu tutuyorsunuz, yoksa havas orucu mu? Sizi sizden daha iyi kim bilebilir ki? .. Kararı siz verin. Ona göre Allah’tan mükâfat umun… Aksi halde ahrette hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Allah bizlere havas orucu tutmayı ve Ramazan sevincini doyasıya yaşamayı nasip etsin.
30/9/2006 - TÜM MÜMİNLERİN(alevi-sünni) ORUCU KUTLU RAMAZAN Kategori: SIRLI YAZILAR Allah bu ayda oruç tutmamızı Kuran'ı Kerimde Bakara suresinde beyan etmiştir.Bazı kişiler bu orucun Kuran'ı Kerimde bir ay oruç tutun yazmadığını iddia ederler.Ama bence Ramazan Orucu bir aydır.Zira Bakara Suresi 185. Ayette '...sizden her kim bu ayda şuhudda ise,onda oruç tutsun.Kim de hasta,yahut seferde ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin'.Bu ayetten her akl-ı selim insan Ramazan orucunun bir ay olduğu sonucuna varır.Bir ay olmadığını iddia edenlerin delillerini ise göz ardı edemem ve onlara asla kafirsiniz diyemem.Allah hataları şüphesiz affedendir Yazan: Tufan www.blogcu.com/kerrar
Ramazan rahmet ve bereket ayıdır. Bu ayda zenginler fakirleri daha iyi anlama imkânı bulur. Çünkü Ramazanda belli süreler içerisinde aç kalan insan, açlığın ne demek olduğunu daha iyi kavrar. Maddî durumu kısıtlı olan kişilerin ömürleri boyunca bu güçlüklere katlandığını sezer. Onlara karşı merhamet duyguları gelişir. Elindeki imkânların bir kısmını onların istifadesine sunar. Böylece zenginle fakir arasında örnek bir sevgi ve dayanışma yaşanır. Ne fakir zengini kıskanır, ne de zengin fakiri hor görür. Böylece sosyal hayatta huzurlu bir yaşamın formülünü bulmuş oluruz. Hayat zindan olmaktan çıkar huzur sığınağı haline dönüşür. Her iki dünyamız da mamur olur.
Ramazanla birlikte şefkat ve merhamet duygularımız inkişaf eder. Unuttuğumuz sosyal dayanışma ve yardımlaşma, tekrar amacına uygun olarak hayatımıza girer. Açlar doyurulur, mazlumlar kayırılır. Abdullah b. Abbas(ra) ’tan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mümin değildir.” Böyle bir hadisin varlığından haberdar olup da yanında ve yakınında açlık çeken fakat bunu bir türlü ifade edemeyen, söylemeye çekinen müminleri nasıl olur da görmezden geliriz? Bu vicdana sığar bir davranış mıdır?
Ramazanın maddî bereketlerinin yanında manevî bereketleri de büyüktür. Bu ayda dinî duygularımız diğer aylara göre daha da ön plana çıkar. Hayata hayat veren Kur’anî hakikatler yaşamımızın her tarafına siner. Manevî atmosfer bizi dünyaya geliş sebebimizi sorgulamaya yöneltir. İmtihan sırrına vakıf oluruz.
Orucun insana verdiği huzur hiçbir şeyle kıyaslanmaz. Orucu şuurla tutan kişi iç huzuru yakalamış olur. Eğer orucu tutma sırrına vakıf olamazsak perhizden başka bir şey yapmış olmayız. Belki orucumuz kabul olur ama ondan beklenen bereketi ve hazzı elde edemeyiz. Allah’a kulluk şuuru içerisinde tutulan oruç kula gönül huzuru verir. Şayet böyle olmasaydı zayıflamak için yemekten uzak durmayla orucun bir farkı olmazdı.
Oruç bize nimetlerin önemini hatırlatır. Diğer zamanlarda pek karşılaşmadığımız açlık ve susuzluk gündemimize oturur. Fakat oruç sadece yemeden içmeden kesilme değildir. Kişinin sadece midesine oruç tutturması yeterli değildir; diğer azalarımıza da oruç tutturup onları kontrol altına almalıyız. Diğer azaların orucu da nasıl olur demeyin. Gözlerinizi harama bakmaktan sakındırırsanız gözlerinize, dilinizi kötü sözlerden arındırırsanız dilinize, kötü sözleri dinlemekten sakınırsanız kulaklarınıza, haram mal elde edip evinize getirmekten sakınırsanız ellerinize, kötü yerlere ve şer odaklarına gitmekten sakınırsanız ayaklarınıza oruç tutturmuş olursunuz. Kâmil bir müslümanın orucu da böyle olur. Yoksa belli zaman dilimleri içerisinde yemeden içmeden kesilmek kusursuz bir oruç için yeterli değildir.
Hz. Peygamber(sav) : “Oruçla Kur’ân, kıyamet gününde kula şefaat edecektir. Oruç, sabrın yarısıdır.” buyurmuşlardır. Orucun ecri Cenâb-ı Hakk katında mahfuzdur. Hâdis-i kudsîde buyurulur: “Âdemoğlunun her amel ve hareketi kendisine aittir. Oruç ise böyle değil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem ve bütün beşerî sıfatlardan münezzehim.) Dolayısıyla ben, onun mükâfatını (hususî bir şekilde) bol bol vereceğim.” Bu hâdis-i kudsînin ardından Rasûlullâh(sav) , şöyle buyurdular: “Oruçlunun sevineceği iki ferahlık vardır:1. İftar ettiği zaman (Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerine kavuştuğu için) sevinir.2. Rabbine kavuştuğunda da orucu bereketiyle nail olduğu yüksek derece için sevinir.” (Buhârî)
Şu kesin olarak bilinmelidir ki hiç kimse Allah rızası için vermekle fakir olmaz. Aksine elindeki mal ve para daha da bereketlenir. Hayatımızda bu bereketin yansımalarına hemen hepimiz şahit olmuşuz. Madden geniş zamanlarımızda rıza-i ilahi için tasadduk ettiğimiz için en sıkışık zamanlarımızda sanki Hızır yardımımıza koşmuş, bizi darda kalmaktan kurtarmıştır. Mübarek bir rahmet eli bize uzanmıştır.
İslam inancında veren el, alan elden üstün kabul edilmiştir. Zengin insanların konu komşularını aç bırakması haramdır. Onları açlıklarını giderecek kadar yedirmek, çıplak iseler giydirmek vaciptir. Senelik zekâtını verenler bile öyle kolay kolay sorumluluktan kurtulamazlar. Onların bile duruma göre başka birçok vazifeleri daha mevcuttur.
Zenginin malında fakirin hakkı vardır. Kişi bu hakkı sahibine ulaştırırsa aralarında sevgi ve hoşgörü husule gelir. Hele Ramazan içerisinde bol miktarda hayır hasenat yaparsak sevap defterimizi inci güherlerle doldurmuş oluruz. Bu ayın bereketini yaşamak ve yaşatmak bahtiyarlığını elde edenlere ne mutlu! ... Onlar gerçek saadeti yakalayan şahsiyet abideleridir. Allah sayılarını artırsın; hayatımız onlarla güzelleşsin.
İnsan bazen eskileri özlemiyor değil.Mesela eskiden yazlık sinemalar vardı ailecek gidilip çekirdek çitleterek izlenen filmlerin tadı farklı olurdu.Televizyonun olmadığı bu günlerde aile içerisinde ilişkiler daha sağlam,daha muhabbet doluydu.Yine ramazanlarda öyle.
Çocukluğumun İstanbul unda ramazan aylarında sokaklar aksam için hazırlanacak iftariyelerle dolup taşardı.Evlerden akşam için hazırlanan yemek kokuları gelirdi.Biz öğlene kadar oruç tutardık.Annelerimiz bu kadarına izin verirdi ancak,iftarda önce hafifi bir kahvaltı edilir,namaz kılınır sonra yemek yenirdi.Bu mideyi alıştırmak içindi ve ne kadar sağlıklıydı.Sahura kadar uyunmaz komşularla oturulur sohbet edilirdi.Bu sohbetlerin içinde ne yalan vardı ne de dedikodu.İnsana dair hayata dair hikayeler anlatılırdı.İbretle dinlerdik bunları..Bazen radyo dinlerdik sanat musikisi,türküler…Günümüzdeki gibi sayısız kanalın olmadığı 60 a yakın dizinin yayınlanmadığı,tek kanallı ve belirli saatlerde yayın yapan televizyonumuzu ise açmazdık bile.Ne cep telefonları vardı ne de her evde telefon.Uzaktaki akrabalarımızın kandillerini,bayramlarını ya posta hane den telefon açarak ya da tebrik kartı göndererek kutlardık.bugün gibi cep telefonlarından gönderilen sms ler kadar soğuk ve uzak değildi bu haberleşmeler.
Tarihi görkemli camilerde teraviye katılır çocuk aklımızla ve gönlümüzle dua ederdik bu günler için.Bu büyünün bozulmaması,içimizdeki bu heyecan verici sevdanın yitip gitmemesi için…
Mahallemizdeki rum Elena teyze ile yahudi Yakup amca bize saygı gösterir iftarlık bile alırlardı.Hoşgörü insana saygı ve en önemlisi toplumsal birliktelik vardı. Oruç tutmayanlar kınanmaz ,aşağılanmaz,hor görülmezdi.Bilinir ki din hoşgörüdür.En hoşgörülü din de İslam dır.bir başkasını yargılama kınama hakkına kul sahip değildir.Bu ALLAH ın takdiridir.Dinde zorlama yoktur bunu herkes böyle bilirdi.
Müslüman dindar olmak sadece ramazanda akla gelmezdi. Oruç tutmanın yeterli olacağı iddia edilmezdi.Dinin esas direğinin namaz olduğu bilinirdi.Çocuklara önce bu öğretilirdi.Ramazan aylarının dışında da küfür edilmeyeceği,başkasına zarar verilmeyeceği,alkol alınmayacağı öğretilir ve uygulanırdı.Fakirler ve sokaktakiler sadece bu ayda hatırlanmaz,onlara sadece bu ayda yardım eli uzatılmazdı.Eş dost akraba ve ya başka insanlar sadece bu ayda yemeye çağrılmazdı. Küskünler,düşmanlıklar sadece bu ayda bitmezdi.Huzurevleri çocuk yuvaları sadece bu ayda hatırlanmazdı.
Eskiden bazı şeyler daha güzeldi.güzel olanlar unutulmaz,kötü olanlar da öyle.Birini anmak daha huzur verici oysa.Güzel olan Rabbim gölümüzü güzelliklerle donatsın,gönlünüzdeki güzellikler ömrünüze yayılsın,muhabbetiniz baki,ramazan şerifleriniz hayırlı olsun.
Güllaç... :)) Aklıma getirdiği ilk kelime bu.. Annemin üzeri nar taneli cevizli sütlü güllaçları... :)) Mevsimi gelmiş demek ki.. :)) E şimdi iş annemi İstanbuldan getirmeye kaldı demektir... :))) Huuu yüksel hanııımmm... ramazan geldiiii... dön sılayaaa... :))) güllaç istiyos çoluk çocuk... :)))
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.
Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur.
Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.
Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.
Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir Gecesi bu aydadır. Ramazan-ı şerifte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.
Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.
Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur.
Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin!
Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.
Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
''Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.'' [Nesai]
''Ramazan orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer.'' [Deylemi]
''Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.'' [Taberani]
''Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.'' [İbni Ebiddünya]
''Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.''[Deylemi]
''Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin! '' [Buhari]
Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, ''Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz'' buyuruldu. (Tirmizi)
Ama dinî bir mazeret varsa oruç tutmamak günah olmaz.
'İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah'ın rahmeti sizi kuşatır. O ay, yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyle ise kulluğunuzla kendinizi Allah'a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah'ın rahmetinden nasibini alamayandır
On bir ayın sultanı olan Ramazan rahmet ve merhametin zirveye ulaştığı mukaddes zaman dilimidir. Bu ayda sadece oruç tutmak yeterli değildir. Bunu diğer hayırlı faaliyetlerle beslememiz gerekir. Bu ayda Müslümanların birbiriyle yardımlaşması sosyal bağların kuvvetlenmesini sağlar. Bu davranışlar sayesinde dostluklar daha da pekişir.
Müslümanlar kardeştirler. Kişi kardeşini darda görünce ona yardım elini uzatır. Bütün Müslümanlar bir ailenin fertleri, hatta bir vücut gibidir. Vücutta bir aza rahatsız olduğunda bütün vücut rahatsız olur. Öyle de müslümanın derdi diğer Müslümanları da dertlendirmelidir. Müminler birbirlerinin yaralarına ilaç olmalıdır. Bu hususta Resulullah şu mübarek sözü söylemiştir: “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır.” (Buhari)
Müslümanların dertleri müşterektir. Bunları birbirleriyle paylaşırlarsa yükleri azalır. Zira dertler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça artar. İster yanı başımızda olsun, isterse dünyanın öteki ucunda olsun, nerde bir sıkıntılı mümin varsa ona şefkat ve merhamet elini uzatmalıyız. Yine bir hadiste ‘Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.’ denmektedir. Bu çok büyük bir manevi ikazdır.
Bunlar da gösteriyor ki İslam inanç sisteminde kolektif şuur esastır. Bu inançta cemiyetin huzuru ferdin huzurundan önce gelir. Cemiyet de fertlerden meydana gelmiştir. Hadiseye bu pencereden bakınca ancak fertlerin huzurlu olmasıyla toplumun da huzurlu olacağını anlarız. Müslümanlığı münferit yaşanan bir inanç mekanizması olarak algılayanlar her halükârda yanılıyordur. İslam’da acıyı da, huzuru da paylaşmak muteberdir. Yardımlaşma sadece maddî ve nakdî değildir. Manevi yardımlaşma da çok mühimdir. Bununla bağlantılı olarak Peygamber Efendimizin yardımlaşmayla ilgili mübarek sözlerinden bir kısmını dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Bir müslümanın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ affeder.”
“Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu Allahü teâlâya ibadet etmiş gibi sevap kazanır.”
“Kim bir mümini, bir münafığın eziyetinden korursa, Allahü teâlâda onu, Cehennem ateşinden korur.”
“Allah indinde, en kıymetli amel, mümini sevindirmek, sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.”
“Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azabından emindirler.”
“Allah katında en kıymetli amel, bir müslümanı sevindirmek yahut bir sıkıntısını gidermek veya sabrını taşıran bir kederini ortadan kaldırmak yahut borcunu ödemektir.”
“İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir.”
“Arkadaşın iyisi, arkadaşına, komşunun iyisi ise komşusuna iyilik edendir.”
“Sizin en iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenen ve kötülük etmeyeceğinden emin olunandır.”
“Hayra vesile olan, hayır işlemiş gibidir. Allahü teâlâ, sıkıntıya düşene, çaresize yardım edeni sever.”
“Layık olana da, olmayana da iyilik et. Eğer layık olana iyilik edersen ne iyi. Eğer o kimse iyiliğe layık değilse, sen, iyilik ehlinden olursun.”
Ramazan ayı yardımlaşmanın gözle görülür biçimde arttığı bereket ayıdır. Fitre ve zekâtlar yanında, durumu iyi olan Müslümanlar fakirlere gıda yardımı yaparak onları sevindirirler. Fakat müslümanın yardım yapmasının da bir usulü vardır. Bir elin verdiğini öbür el bilmemelidir. Yardım ederken garibanlar incitilmemelidir. Türkiye’de yardım manzaralarını görünce üzülüyoruz. Hiçbir ciddi organizasyon yapılmadan yardımlar itiş kakış bir vaziyette dağıtılıyor. Ortalık savaş alanı gibi karmakarışık bir durum arz ediyor. Böyle yardım yapmak dayanışmanın ve İslam’ın ruhuna aykırıdır.
Allah rızası için yardım edenler, en çok sevdiklerinden verirler; verirken de hiç mi hiç huzursuz olmazlar. İşe yaramaz şeyleri vermek muteber değildir. Kıymetsizi verip kıymetli sevaba erişmek mümkün mü? Fedakârlık etmeyen sevdiğini elde edemez. Bununla beraber yardımsever kişinin gözü verdiği şeyin peşinde kalmaz. O verdikçe haz alır. En iyisinden, işe yarayanından verir. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyilik ve hayra nail olamazsınız. Ne infak ederseniz, Allahü teâlâ, onu hakkıyla bilir ve mükâfatını verir.”(Al-i İmran 92) Bu ayetin iyi okunması ve manasının idrak edilmesi gerekir. Yoksa verdiklerimiz bize fazla bir getiri sağlamayabilir.
Günümüz şehir yaşantısında merhamet ve yardımlaşma duyguları bir hayli azalmıştır. Modern yaşam tarzında bencillik almış başını gidiyor. Keserler hep kendine yontuyor. İnfak etmekle fakir olunacağı zannediliyor. Çok kazanılmasına rağmen kazanılanların bereketi olmadığı için elimizden uçup gidiyor. Allah bizi bu mübarek Ramazan ayında verdikçe maddî ve manevî mükâfat kazananlardan eylesin.
Zamanı güzelleştiren içeriğidir. Bilindiği gibi İslam’da mübarek gün ve geceler vardır. Bu vakitler diğer zamanlara göre daha mübarek ve muteberdirler. Çünkü bu zaman dilimlerini nurlandıran bir kısım hadiseler vardır. Yoksa zaman hayatımızı kuşatan bir süreçten başka bir şey değildir. Müstesna vakitler bu süreç içerisinde apayrı bir konuma sahiptir.
İslam inancında mübarek zaman dilimlerinden en önemlisi ve en uzunu bir aylık süreci kapsayan ramazandır. Bu ayda ruhlarımız huzur bulur, adeta kanatlanır. Son yıllarda İslam âlemi Ramazan ayına aynı anda giriyor. Bir aralar bazı İslam ülkeleri bizden ya bir gün evvel ya da bir gün sonra oruca başlarlardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da birlik sağlayamazdık. Çok şükür birkaç yıldan beri bu beraberliği ve bütünlüğü sağlayabiliyoruz.
İslami kurallara göre hilal görülmeden Ramazana başlanmaz. Bu iş çok eskiden, yani bugünkü modern rasathaneler yokken bazı kişiler görevlendirilerek yapılırdı. O kişiler ay yaklaştığında çıplak gözle de olsa hilâli gözlerlerdi. Şaban ayının 29. günü akşamı uygun bir yerden batı ufkuna bakılırdı. Güneş batınca yeni ay hilâl şeklinde görülürse ertesi günün Ramazan ayının başlangıcı olduğu anlaşılır ve uygun şekilde duyurulurdu. Hatta bazı insanlar bu işi Allah rızası için yapmak için birbirleriyle yarışırlardı.
Osmanlı Devleti zamanında devlet görevlileri hilalin görülmesini önemser, bu işi sağlama alırlardı. Günümüzde hem rasat aletleri hem de hesaplama usulü gelişmiştir. 1978 yılında İstanbul’da yapılan, uluslararası ilmî toplantıda tespit edilen ölçülere göre ilgili kuruluşlar gözlem yaptırmakta, hilâlin, insanların yaşadığı herhangi bir yerden görülebilirliği esasına dayalı olarak Ramazan ayının girişi hesaplanarak tespit edilmekte, ayrıca gözlem ile de hesap desteklenmektedir. Bu hesaplamaların doğruluğuna inanmak ve güvenmek gerekir.
Ülkemizde hilâlin görülmesi, çıplak gözün yanında ilmî yöntemlerle de teyit edilmektedir. Türkiye’de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın veya vakfının yayınladığı takvim, yukarıda açıklanan esaslara göre hazırlanmaktadır, buna riayet etmek gerekir. Fakat yakın geçmişte maalesef teknolojinin modern rasathanelerin varlığına rağmen bazı İslam ülkeleri bu mevzuda ayrılık içerisinde hareket etmekteydiler. Bizler bayram yaparken onlar oruç tutmakta, bizler oruç tutarken ise onlar bayram yapmaktaydılar. İslam’ın birlik ve beraberlikten ne kadar yoksun olduğunu bu basit hadiseden de anlayabiliriz. Bu ayrılığın sancılarını bugün bütün ümmet çekiyor.
Ramazan, İslam âleminin ortak kutsallarından biridir. Bir buçuk milyar nüfuslu İslam âlemi bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirerek sevap kasasını doldurur. Ramazan Allah’a kulluğun yollarından biridir. Yoksa bazılarının düşündüğü gibi bir diyet ve egzersiz mevsimi değildir. Bizler orucu sağlığa faydalı olduğu için değil, Allah emrettiği için, Allah’ın rızasını kazanmak için tutarız. Bunun yanında orucun tıbbî faydalarına da inanırız. Zaten Allah’ın emirlerinden hiçbirinin tıbbî bir sakıncası yoktur. Aksine Allah’ın bize ‘yap’ dediği her şeyde bir hikmet vardır. Gelişen ilim ve teknoloji her geçen gün bu hikmetlerden bir veya birkaçını açığa çıkarmaktadır. İslam’ın emirleri hep hikmet doludur.
Ramazanın sağlığımıza faydaları pek çoktur. Fakat orucun asıl maksadı kulluk şuuru kazanmak ve Allah’a şükretmektir. Allah rızası bütün tıbbî faydaların önünde yer alır. Öbürleri fazladan kâr hükmündedir. Ramazan yaklaşınca mümin, başı rahmet, ortası bağışlanma, sonu ahiret cezasından kurtulma vesilesi olan önemli bir aya girmekte olduğunu idrak etmelidir. Bu manevi fırsatı lâyıkıyla değerlendirmelidir. Çünkü ne zaman ebedî âleme göçeceğimiz belli değildir. Bu gibi manevî fırsatları ganimet bilerek lâyıkıyla değerlendirmeliyiz. Bu vesileyle sevap zincirine yeni halkalar eklemeliyiz.
Ramazan şenlik ayıdır aynı zamanda… Gönüllerimiz, camilerimiz ve şehirlerimiz bu ayda şenlenir. İftarda ve sahurda sofraya oturunca bayram sevinci yaşarız. İftardan önce şöyle bir dua okunması uygundur: “Allahım senin için oruç tuttum, sana iman ettim, sana güvendim ve dayandım, senin lütfettiğin rızık ile orucumu açıyorum, geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla Rabbim! ” İftardan sonra teravihle gönül açlığımızı gideririz. Bu hareket Ramazan boyunca devam eder gider. Allah bizleri Ramazanı hakkıyla ihya edenlerden ve bu ayın hakkını verenlerden eylesin. Ramazan güzeldir, bu güzelliği doyasıya yaşayalım.
Geceler günleri, günler geceleri kovaladı, neticede yine on bir ayın sultanı mübarek Ramazan geldi. Artık gönüllerimiz bir başka hoştur. Yürek sızılarımız biraz daha azalmıştır. Zaman dilimlerinin en şöhretlisi ve en bereketlisi kapımızın eşiğindedir. Onu içeri buyur etmek için daha ne bekliyorsunuz?
Burcu burcu maneviyat kokan güller bahçemize kök saldı. Onları çapalamak ve köklerine yol açmak bizim vazifemiz… Atmosferin, barut kokusu yerine gül kokusuna bürünmesi için bunu yapmak mecburiyetindeyiz.
Çölleşen yüreklerimiz rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazanla yeşeriyor. Fidanlar boy atıyor içimizde… Bereketten nasibini alamayan kuru dallar meyvelerini taşıyamaz oluyor. Güle savaş açanların elleri bağlanıyor bir aylık olsa bile… Kara vicdanlılar hizaya geliyor rahmet iklimlerinin sağanağında… Ateş çukurları gülistana tebdil oluyor.
İçimizdeki Ramazanlar büyüdükçe büyüyor her seher vakti… Ezanla başlayan yasaklar silsilesi yine bir başka ezanla bayrama dönüşüyor. Ruhlar sükûna eriyor zamanın kırılma noktasında… Bütün kin ve nefretlere rağmen Ramazanlar gelişini hiç ertelemiyor. Küsmüyorlar bunca küfür ve isyanlarımıza rağmen… Ramazanın güler yüzü hiç değişmiyor.
Ramazan bizi diri ve iri tutuyor. Eğik başlarımız onunla dikleniyor, göğüs kafeslerimiz onunla şişiyor. Biz oruç tutarken oruç da bizi günahlara karşı ayakta tutuyor. Yoksa bunca ağır yükün altında nasıl ayakta kalmayı becerebilirdik? Umutsuzluklarımız takatimizi yer bitirirdi. İyi ki varsın Ramazan, yoksa diriliğimiz ve iriliğimiz lafta kalırdı.
Ramazan olmasa, bir ay yemeyi içmeyi kesmesek hayvani yanlarımız bizi yiyip bitirirdi. Oysa bir ay boyunca melekleşiyoruz adeta. Yedikçe hayvani ciheti azgınlaşan insanın, yemeğe ara verdikçe insanî tarafları belirginleşiyor, meleklere yaklaşıyor. Ramazanla beraber, yıl boyunca öğün savanların çektiği sıkıntıları daha iyi anlama imkânı buluyoruz. Açlığın ne demek olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Sosyal adaletin ve gelir dağılımındaki dengenin ehemmiyetini daha iyi kavrıyoruz.
Ramazanla birlikte vücudumuz, özellikle midelerimiz dinleniyor. Karınlarımız acıktıkça ruhlarımız manevi gıdalarla doyuma ulaşıyor. Azgınlaşan nefsimiz iftara yakın saatlerde hizaya geliyor. Ruhlarımızın bozulan dengesi gittikçe düzeliyor. Adeta ruhlara ince ayar yapılıyor. Ruhumuzdaki kir ve paslar Kur’an’ın nuruyla ve zımparasıyla siliniyor. Kararan ruhlarımız vahyin ışığıyla aydınlanıyor.
Ramazan müstesna bir zaman dilimidir. Onun için Ramazan ayına ‘on bir ayın sultanı’ denilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ismi açık olarak geçen tek ay Ramazan ayıdır. Kur’an-ı Kerim bu ay içerisinde indirilmiştir. Yüce Rabbimiz; ‘Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur’an, bu ayda indirildi’ (el-Bakara, 2/185) buyurmuştur. Aylar içinde Ramazan’a verilen bu ne büyük bahtiyarlık…
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de, ‘bin aydan daha hayırlı’ olduğu belirtilen Kadir gecesi bu ay içerisindedir. Dinimizin beş temel şartından biri olan oruç ibadeti bu ayda üzerimize farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de; ‘Sizden kim bu aya yetirirse oruç tutsun’ (el-Bakara, 2/185) buyurulur. Ramazan ayı girince şartlarını taşıyan kimselere oruç farz olur.
Çok faziletli ve bereketli bir aydır Ramazan… Bu ayda yapılan sevaplar bire on, günahlar ise miktarınca yazılır. Buda Rabbimizin şefkat ve rahmetinin bariz tecellilerinden birisidir. Bunun kadrini bilerek gereğini yerine getirmeliyiz. Aksi halde ayların en hayırlısını, büyük bir hazineyi elimizin tersiyle itmiş oluruz.
Ramazanlarda evlerimizde bambaşka bir heyecan ve telaş yaşanır. Küçüğünden büyüğüne kadar hemen herkes bu tatlı heyecana iştirak eder. Ramazanın iftarı ve sahuru huzurun ve manevi lezzetin doruğa ulaştığı demlerdir. Ya teravihlere ne demeli, küçük büyük camilere doluştuğumuz, bin bir hatıramızın yaşandığı mübarek teravihler! ... Ramazanla birlikte uzun süre camilerden uzak kalan ayaklarımız, ilahî huzurun ikliminde rahat ederler. Cumalık gidişler her akşam kılınan teravih namazlarıyla taçlanır.
Ramazanın bereketi hayatın her yanına siner. Cadde ve sokaklar daha bir renkli olur. Açılan kitap fuarları, verilen konferanslar gönül çağlayanımızı daha da coşturur. Akşamleyin alınan o güzelim susamlı pideler neşemizi ve iştahımızı doruğa çıkarır. Hele verilen toplu iftarlar! ... Eşimizi dostumuzu buralarda görür, sohbetleri derinleştiririz. Hayatın yoğunluğunda ihmal edilen gidip gelmelere vesile olur Ramazan, dost buluşmaları için bulunmaz nimettir. Kısacası Ramazan hayata hayat katan müstesna bir zaman dilimidir.
Bu ayda kandiller ve mahyalar içimizi aydınlatır. Anne ve babalar oruç tutan yavrularına şefkat gösterme, ikram ve merhamet etme konularında yarışırlar. Eller Allah’a kalkar, af ve mağfiret dilenir. Bu kıymetli süreçte gökten rahmet ve bereket sağnak sağnak yağar. Kısacası Ramazan, hayatı anlamlı kılmanın yoludur. Ne mutlu bize ki bir kez daha bu güzel duyguları yaşamak nasip oldu. Bizi bu günlere eriştiren Allah’a binlerce şükürler olsun. Ramazanınız mübarek, iftar ve sahurunuz bereketli olsun.
hııııııı, ramazan ne güzel bir isim, ne güzel bir kavram,
Onbir ayın sultanı, gönüllerin tacı, ruhun ilacı, şeytanın tuzağa düştüğü zaman. Belli bir vakitten yine belli bir vakte tutulan oruç ayıdır.
Yılın bir ayı olarak ayarlanmış, Allah-ü Tealanın bizlere lütfu, keremi, ve hediyesidir.
Bu ayda tüm kötü duygu ve düşüncelerden arınmak, nefse ve şeytana kilit vurmak. Nefsi ve şeytanı arzuları frenlemektir.
Fakiri yoksulu bir ay bile olsa hatırlamak, onları hatırlamakla kalmayıp elimizden geldiğince yardım etmektir.
İbadetin zevkinden zevk almaktır. Akrabaları, eşi, dostları veya bir fakiri belli saatte doyurmak onlara iftar vermektir. Gönülleri almaktır. Beraber olmaktır.
işte daha ramazan için bir çok sözler söylenir, yanlız burası bir sözlük olduğundan. bazı kelimeleri kısmak gerekiyor.
kelime anlamı kuraklık çekme, aşırı sıcak olma, yanmaktır İslamiyetten önce Araplarda Temmuz/ Ağustos aylarına tekabül eden ayın adı. ilk vahyin indiği ve oruç tutulan aydır.
belediyelerin - genellikle - politik çıkarlar uğruna kurduğu dev iftar çadırlarında - en azından günde bir öğün bile olsa - karınlarını doyuracak garibanların adına çok seviniyorum...
oruş tutulan mübarek ay,bir erkek ismi....
Hz. Muhammed salla'llahu aleyhi ve sellem efendimiz Allah'a aclikla vasil olmustur. Ramazan ayinda uzun bir müddet devam eden riyazatinin yani ac kalisinin son ayidir.Bu uzun aclik devresinin son ayinin 27. gecesi 'Allah'la bir oldugu anlamis' Kiymetinden dolayi da bu geceye Kadir Gecesi' demis. Arapca da 'kadr' kelimesi kiymet manasina geliyor. O gece, o zamana kadar görmedigi tecelliler müsahade etmis. Ramazanin 28,29 ve 30. günlerinde o gördügü Vuslat'i ve müsahadeyi tefekkür ediyor, anlamaya ve hazmetmeye calisiyor. Nihayet 30. günü meseleyi hallediyor, hakikati anliyor. Hakikati anladigi ve bildigi bu geceye de 'arefe' diyor. Arefe arapcada 'bildi' demektir. Gürülüyor ki kadir ve arefe isimleri bile manidardir ve bir hakikatin ifadesidir.
Hz. Muhammed salla'llahu aleyhi ve sellem efendimiz, hakikati arefe günü anlayinca bayram yapmistir. Bayram demek sevinmek demektir. Insan malik oldugu birseyin güzelligini anlamadan ona sevinebilir mi? Hz.Muhammed salla'llahu aleyhi ve sellem efendimiz de hakikati anladiktan sonra sevinmis, bayram yapmistir.
'Ramazanların Atam için çok büyük önemi vardı. Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşkü'ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur'an-ı Kerîm'den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşû içinde dinlerlerdi. Ruhen çok mütelezziz oldukları her halinden anlaşılırdı (...) Peygamber Efendimiz'den de büyük takdirle bahsederlerdi. O devirler için hep, 'Hz. Peygamber'in zaman-ı saadetlerinde' diye saygı kelimeleri kullanırlardı.' (Hafız Yaşar'ın ifadesi; Gottard Jaesche'nin 'Yeni Türkiye'de Kur'an-ı Kerim Kursları' isimli makalesinden)
ÂH O ESKİ RAMAZANLAR! ...
M.NİHAT MALKOÇ
Geçmişe özlem duymak insanın doğasında vardır. Ne hikmetse her konuda geçmişe özlem duyarız. Bununla beraber yaşadığımız andan da şikâyet eder dururuz. Oysa daha evvel, bugün özlem duyduğumuz geçmişten şekva ederdik. Nostaljiye meraklı bir milletiz. Gerçi dünle bugünü karşılaştırdığımızda bugünkü hayatımızın düne göre daha çok yozlaştığını görüyoruz. Onun için nostalji arzusu içerisinde olanlara hak vermemek elde değildir.
Eskiden insanlar ramazanı büyük bir arzu ve heyecanla beklerdi. Ona madden ve manen hazırlanırlardı. Özellikle Şaban ayının son günleri herkesi bir telaş alırdı. İnsanlar ramazanın başladığına dair müjdeyi vermek için gece gün demeden hilali gözlerlerdi. Çünkü İslam inanışına göre Ramazan ayı, her yıl hilalinin doğuşuyla başlar. Hilali ilk gören kendini bahtiyar sayar, müjdeyi Müslümanlara iletirdi. Şer’iye mahkemelerinde kadılar, müftüler sabahlara kadar nöbet tutup Ramazan müjdecisini beklerlerdi. Kimsenin içinde şüphe kalmazdı. Gerçi günümüzdeki modern rasathaneler bu meseleye bilimsel bir çözüm getirmiştir. Fakat bazı İslam devletleri eski huylarını devam ettirmekte, ramazana bir gün evvel veya bir gün sonra başlamayı marifet saymaktadırlar.
Çoğumuz günlük hayatın karmaşası içerisinde yok olan değerlerimizi ne kadar da arıyor ve de özlüyoruz. Eski ramazanları hatırımıza getirdiğimizde onları bir nostalji fırtınası olarak zihinlerimizde yaşatıyoruz. Çünkü günümüzde ramazanların içi boşaltıldı, heyecanı ve coşkusu kalmadı. Oysa eskiden ramazan yaklaşırken herkesi bir heyecan sarardı. Alış verişler ve genel temizlikler yapılırdı. Ramazanı adına yaraşır şekilde karşılamak için herkes seferber olurdu. Ramazan hayatımıza renk ve ahenk katardı.
Geçmişte ramazan iftarlarında misafirsiz sofra olmazdı. İnsanların bir ekmeği bile olsa onu dostlarıyla bölüşürdü. İftardan sonra teravihe gidilirdi. İstanbul’da yaşayanlar Direklerarası’na giderek orada ortaoyunu, karagöz ve meddah seyrederdi. Çayların biri gider biri gelirdi. Evlerde kalan kadınlar musiki âlemleri yapardı. Kahveler yemenden gelirdi… Ve her birinin kırk yıl hatırı olurdu. Oysa şimdi o eski ramazanları yaşayamıyoruz. İnsanlar misafir ağırlamayı yük olarak görüyor. Oysa eskiden misafirsiz sofra olmazdı. Üstelik misafirlere yemek sonunda ‘diş kirası’ adı altında hediyeler verilirdi. Hem yedir, hem hediye ver…Hangi kültür ve medeniyette var böyle incelik? ...
Günümüzde evlerimizin başköşesine ekran efendi oturmuş, topluca önünde eğilip donuk bakışlarla onu seyrediyoruz. Yaşama biçimlerimiz çok değişti. Artık o eski ramazanları yaşayamıyoruz. Eski gelenek ve görenekler rafa kaldırıldı.
O eski ramazanlarda yemekler hazırlanır, topun atılması beklenirdi. Dededen toruna kadar bütün aile fertleri sofranın etrafını çepeçevre sarardı. Yürekler Allah’ın emrini yerine getirmiş olmanın verdiği hazla dolup taşardı. Ezanlar can kulağıyla dinlenirdi. Oysa günümüzde insanlar geçim derdine düşmüş… Kimsenin koşturmaktan kendine ve dostlarına ayıracağı vakti yok. Yarış atlarına dönüşmüş fertler, oradan oraya koşuşturup duruyorlar. Böyle bir dünyada insanın, kalbinin ve inançlarının sesini dinlemesi mümkün müdür?
Eski zaman ramazanlarında sofranın başköşesinde tatlılar olurdu. Birbirinden güzel ve özel tatlılar büyük emekle hazırlanır, eşe dosta sunulurdu. Tatlı olur da birbirinden güzel ve özel çeşitli içecekler olmaz mı? Onlar da susayanlara hayat iksiri niyetine sunulurdu. Tatlılar ve içecekler çeşitlilik arz ederdi. Hepsi de doğaldı, evlerde yapılırlardı. Bugün maalesef evlerimizde ne idüğü belirsiz asit yoğunluğu yüksek kolalar içiyoruz. İçeriği hiç de güvenli olmayan içeceklerle midelerimizi tahrip ediyoruz.
Bugünkü içi boşaltılmış, maneviyattan uzak düşmüş, sırf bir gelenek olarak yaşatılan ramazanları görüp de ‘ah o eski ramazanlar’ diye geçmişe özlem duyanlara hak veriyorum. Çünkü çağımız, insanı maddi bir varlık olarak kabul etmiş, onun ruh tarafını hesaba katmamıştır. Bu mevcut durum bolluk içinde yaşamamıza rağmen huzurumuzu temin edememiş, hatta var olan keyfimizi de kaçırmıştır. İnsanın fıtratını hiçe sayınca ortaya çıkacak manzara bundan daha farklı olamazdı. İnsanı merkez kabul etmeyen anlayışlar yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Böyle sistemler insana aradığı huzuru sağlayamaz, mevcut huzurunu da kaçırır. Huzursuzluğumuzun yegâne sebebi de budur.
Millet olarak yaptığımız en büyük hata dini dünyevileştirmektir. Gittiğimiz bu yol yanlıştır. Acılar, sefaletler, afetler, felâketler, zilletler ve işgaller içerisinde yaşıyor olmamız geçmişte yaptığımız hataların tezahürüdür. Dünyevi hayatı uhrevi hayata tercih etmek içimizdeki boşluğun çapını her geçen gün daha da büyütüyor. İçimizde büyüttüğümüz ümit tomurcuklarının eşkinleri hafif rüzgârda bile kırılıyor. Oysa bu eşkinler bir zamanlar çelikten daha dayanıklıydı. Demek ki bunları uzun süre susuz bıraktık, kurudu, pörsüdü, boyun büktüler, diriliklerini kaybettiler. Bunları tekrar yeşertmek bizim azim ve kararlılığımızla mümkün olabilir.
Dünden haz ve hız alıp yarınlara koşma azmi ve kararlılığı bulabilirsek nostaljiler hakikat aynasında boy göstermeye, istikbal vazosunda yeşermeye başlayacaktır. Siz yeter ki uygun toprak, uygun vazo ve yeterli su bulun ve onlara gözünüz gibi bakın. Her şey bugüne nazaran daha da güzelleşecek ve hayat anlamını bulacaktır.
RAMAZAN VE BASINIMIZIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ
M.NİHAT MALKOÇ
Ramazan on bir ayın sultanı sıfatıyla her yıl kapımızı çalar, hayatımıza bambaşka bir renk ve ahenk katar. Bu ayın mübarek atmosferi manevî dünyamızı çepeçevre kuşatır. Ağzımız kötü sözlerden, midemiz ise abur cubur yiyeceklerden uzak durur. İç dünyamız manevî bereketle hayat bulur. Gerçek huzurun ikliminde soluklanırız.
Ramazan özel ve müstesna zamanların en başta gelenidir. Onu hiçbir vakitle eşdeğer göremeyiz. O her açıdan eşsizdir. Onun güzelliğinin sırlarından birisi de Kur’an’ın bu ayda yeryüzü semasına inmiş olmasıdır. Peygamberimiz bu ayı diğer aylara nazaran çok daha fazla ibadet ederek geçirirdi. Öyle ki namaz kılmaktan ayakları şişerdi.
Bir hadis-i şerifte anlatılır ki: Peygamber Efendimiz bir keresinde minbere çıkıyordu. Merdivenden yukarı çıkarken birinci basamakta ‘âmin! ’ dedi. İkinci basamakta yine ‘âmin! ’ dedi. Üçüncü basamakta bir kere daha ‘âmin! ’ dedi. Hutbeden sonra, sahabe efendilerimiz “Bu sefer senden daha önce duymadığımız bir şeyi duyduk ya Rasûlallah! Eskiden böyle yapmıyordunuz, şimdi minbere çıkarken üç defa “âmin” dediniz. Bunun hikmeti nedir? ” diye sordular. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdular: “Cebrail aleyhisselam geldi ve ‘Anne-babasının ihtiyarlığında onların yanında olmuş ama anne-baba hakkını gözetmemiş, onlara iyi bakarak mağfireti yakalama gibi bir fırsatı değerlendirememiş kimseye yazıklar olsun, burnu yere sürtülsün onun! ’ dedi, ben de ‘âmin! ’ dedim. Cebrail, ‘Ya Rasûlallah, bir yerde adın anıldığı halde, Sana salât ü selâm getirmeyen de rahmetten uzak olsun, burnu yere sürtülsün! ’ dedi, ben de ‘âmin’ dedim. Ve son basamakta Cebrail, ‘Ramazana yetişmiş, Ramazanı idrak etmiş olduğu halde Allah’ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye de yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun o! ’ dedi, ben de ‘âmin’ dedim.”
Bu hadiste de belirtildiği gibi gelecekte pişman olmamak için hayatımıza çekidüzen vermeliyiz. Allah’ın çizdiği yolda yürümeliyiz. Anne babalarımıza sağ iken yetiştiğimizde onlara ‘öf’ bile dedirtmemeliyiz, rızalarını kazanmalıyız. Resulullah’ın adı geçtiğinde ona selatü selam getirmeliyiz. Ramazan geldiğinde onu ibadetlerle geçirip Hakk’ın razı olacağı kullar içerisinde yer almalıyız. Basiret gözümüzü dört açmalıyız.
Ramazan insanı munisleştirir. Oruçlu insan kötülük yapmaz, başkalarına bulaşmaz. Mevlana gibi hoşgörülü, Yunus gibi sevgi dolu olur. Kendisine bulaşmak isteyenlere Peygamber Efendimizin yaptığı gibi oruçlu olduğunu hatırlatır ve susar. O büyük insan, ramazanda müslümanın tavrını şöyle özetler: “ Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı ağız bozmağa kalkışırsa ben oruçluyum diye mukabelede bulunsun”
Ramazanla birlikte ülke sınırları içerisinde adeta bir maneviyat seferberliği yaşanır. Yedisinden yetmişine kadar hemen herkes kendisini ramazana hazırlar. Bu sadece maddi hazırlık değildir. Gönüller de bu aya girmek için her türlü kötülükten, fitne ve fesattan arındırılır. Müslümanlar o büyük dostu gönül hoşluğu içerisinde karşılarlar. Sadece insanlar mı hazırlanır ramazana? Elbette hayır! ... Kurumlar da kendince hazırlıklar yaparlar. Çalışma saatlerini esnekleştirirler. Bunun yanında gazete ve dergiler de yılda bir ay da olsa Müslümanlıktan söz ederler. Mübarek ramazan, inanç bakımından zayıf olanların kalemine bile dolanır. Onlar da bu ayın faziletinden dem vururlar. Çünkü halkın gündeminde ramazan vardır. Kendilerini okutabilmek için ramazandan bahsetmek mecburiyetindedirler.
Türkiye’ye ramazan gelince, on bir ay boyunca Müslümanlara saldıran ve onları her fırsatta aşağılayan gazeteler bir anda kızıl olan renklerini yeşile döndürürler. Bu hızlı dönüşüm samimiyetten uzak ve yapmacık olsa da inananlar bu oyuna kolayca gelirler. Hacısının hocasının elinde kartel gazetelerini görebilirsiniz. Sene boyunca Müslümanları rencide eden kartelin gazetelerinde ramazan sayfaları yer almaya başlar. Bazı gazeteler dini kitaplar verir. Bu hızlı değişimi ve dönüşümü anlamakta zorlanırsınız. Islah olduklarını zannedersiniz iyi niyetinizi ortaya koyarak… Fakat ramazan çıkınca bir kez daha gerçek yüzlerini açığa çıkarırlar. Müslümanlara salya sümük saldırmaya kaldıkları yerden devam ederler. Bir ay boyunca onlara finansman sağlarsınız, onları karga misali beslersiniz ama sonuçta gözünüzü oymaktan çekinmezler. Çünkü onların inancı saman alevi gibidir. Sadece Müslümanların parasını çekmeyi, bir ay da olsa onlara gazete satmayı gaye edinirler. Saf olanlar, alışkanlık kazanarak ramazandan sonra da söz konusu gazeteleri almaya devam ederler. Neticede verdikleri paralar inançlarına saldırı şeklinde geri döner.
Akıllı ve şuurlu mümin ramazan Müslümanlığıyla okuyucunun karşısına çıkan samimiyetten uzak kartel gazetelerinin oyununa gelmez. Onlara parasını kaptırmaz. Çünkü bilir ki bu kandırmacadan ibarettir. Ramazandan sonra her şey eski haline dönüşecektir. Bunun bir de Allah katında manevî vebali vardır. Bunun hesabını vicdanınıza verseniz de Allah’a veremezsiniz. Onun için kartelin oyununa gelmeyin; dostunuzu ve düşmanınızı iyi tanıyın. Kartel basının ikiyüzlülüğüne alet olmayın. Bilin ki Müslüman uyanık ve basiretli olur, olmalıdır da! ... Aksi halde lokma lokma küçülmeye ve yutulmaya müstahak olursunuz.
Mah-ı Gufran
RAMAZAN VE GÜL YÜZLÜ YÂR
M.NİHAT MALKOÇ
Ramazan Allah’ın kullarına sunduğu büyük bir rahmet ve lütuf ayıdır. Görünürde külfet gibi düşünülse de hakikatte ruhumuzu ve gönlümüzü aydınlatan bir nurdur. Bunu İslamı hayat tarzı olarak kabul edenler ve bu dinin gereklerini gönül hücrelerine sindirenler ancak anlayabilir. Bu ruhu kazanabilmek için maneviyat kabında pişmek gerekir.
Kur’an ve ibadet ayı olan ramazanı layıkıyla değerlendirmek istikbalimize manevi yatırım yapmak demektir. Akıllı insan odur ki fani şeylerle zaman kaybetmez, baki olanın peşinden koşup durur. Hak katında fani olan, günlük meşguliyetlerdir, bâki olan ise ahiret için çırpınmaktır. Fakat bu mübarek din, dünyayla ahiret dengesini de gözetiyor. Dünyayı da bir kenara bırakmamızı istemiyor. Çünkü yaşamak için bazı ihtiyaçların giderilmesi gerekir. Müslüman miskin miskin oturamaz. Mümin daima hareket halinde yaşayan insandır.
Ramazan ayıyla beraber hayatımızın ibresi maneviyatı gösterir. Bir aylık da olsa şahsi hayatımızda ve çevremizde manevi bir seferberlik ilan edilir. Başka günlerde gündemimizde olmayan İslam bu ayda deyim yerindeyse gündemimize oturur. Oysa gerçek Müslüman her zaman teyakkuz halinde olur. O her an ölebileceğini düşünerek maneviyatını takviye ve ikmal eder. Bilinmelidir ki bir aylık ibadet bizleri Cehennem ateşinden kurtaramaz.
Ramazan ayında hayata Resulullah’ın nurlu penceresinden bakarız. Onu diğer vakitlere nazaran daha çok anlamaya çalışırız. Çünkü O, bu mübarek dinin elçisidir. Bu dini en kâmil biçimde yaşayan da odur. Ancak onun sünnetine dört elle sarılan kurtuluşa erebilir. Sünneti, imanın olmazsa olmazlarından sayanlar ve her fırsatta kılavuz edinenler asla pişman olmayacaklardır. Rahmet Peygamberi olan Hz. Muhammed(sav) onlara şefaat edecektir. Onun hayatını kendimize model edinirsek hidayete muhatap olma ümidimiz olabilir. Aksi halde beklentilerimiz boşa çıkmaya namzettir.
Ramazan ayında Allah’ın son elçisi olan Hz. Muhammed(sav) ’i layıkıyla anlamanın gayreti içerisinde olmalıyız. Kâinatın uğruna yaratıldığı bu büyük iman ve ahlak abidesinin yolundan gitmek en büyük hedefimiz olmalıdır. Onun yolundan gidenlerin nura ve saadete ulaşacağından asla şüphemiz yoktur. Ondan uzak kalanların uçurumlardan yuvarlanması ve paramparça olması muhtemeldir. Bu uçurumların dibinde de Cehennem ateşi olanca kızgınlığıyla küfür ehlini bekliyor. O uçuruma cüzi iradesiyle yuvarlanan insanın tutunacağı bir dal da yoktur. Onlara yardım eden de çıkmayacaktır. Ne kötü bir sondur onlarınki! ...
İnsanlar felâketlere kendi ayaklarıyla koşarlar. Onları bu yoldan gitmeye zorlayan; içlerinde taşıdıkları, besleyip büyüttükleri azgın nefistir. Akıllı bir Müslüman hayatın gayesini kavrayan insandır. Bizler kuluz ve hataya düşmeye meyilliyiz. Varlığın hakikatini kavramış, ilmiyle amil bir mümin her iyiliğin, her bereketin, Allahü teâlânın zatından geldiğini düşünür. Her kusurun, her kötülüğün de, mahlûkların zatlarından ve sıfatlarından hâsıl olduğuna inanır. İyilikler de kötülüklerde ruz-ı mahşerde karşılığını bulur.
Hayatını, son peygamberin çizdiği nurlu yolda devam ettirenler kurtuluşa erenlerdir. Onlar asla mahzun olmayacaklardır. Ramazan ayı da bu kullar için huzur sığınağıdır. Onlar bu ayı hakkıyla ihya ederler. Çünkü bu manevi bir fırsattır. Resulullah Efendimiz bu ayın rahmet ve bereket yönünü şu mübarek sözüyle ortaya koyuyor: “Ramazan’ın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu ayda idaresi altında bulunanların iş yükünü hafifletirse, Allah ona mağfiret eder ve cehennem azabından kurtarır”.
Ramazan ayında kâinatın gözbebeği olan Efendimizi çok çok anmalı, ona selatü selam getirmeliyiz. Kurtuluşumuz ancak ona yakınlaşmakla ve onun Allah’tan getirdiklerine riayet etmekle sağlanacaktır. Bu yolda ramazanı da iyi bir fırsat bilip sevap defterlerimizi doldurmalıyız. Bu ayda zaaflarımızdan sıyrılıp hak dairesinde kararlı bir biçimde daim ve sabit kalmalıyız. Bununla birlikte Resulullah’ın şu müjdesini ganimet bilmeliyiz: “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” (Buhari, Savm, 5)
Ramazan ayında Gül Yüzlü Yârı diğer günlere göre daha çok hatırlamalı ve tabir caizse sünnetine dört elle sarılmalıyız. Şüphesiz ki gerçek huzur ona yâr olmakla yakalanır. Ona yâr olanlar iki cihanda da bahtiyar olur. Nefisler ancak Allah korkusuyla ve Resul sevgisiyle gemlenir. Kurtuluş Resulullah’ın Allah’tan aldığı emirlerle çizdiği İslam dairesine girmekle sağlanır. Huzuru başka yerlerde arayanların elleri ve gönülleri boş dönmeye mahkûmdur. Ruhlar nübüvvet ikliminde ferahlar. Ne mutlu Yâr’in Yâr’ine yâr olabilenlere! ...
RAMAZAN DAVULCULARI VE MANİLER
M.NİHAT MALKOÇ
Müstesna zaman dilimlerinden birisidir mübarek ramazan… Onun için de Müslümanlar tarafından büyük bir şevkle karşılanır. Bu aya erişmeden evvel hazırlıklara girişilir. Kadınlar ramazanlık yiyecekler hazırlamaya aylar önceden başlarlar. Yufkalar açılır, konserveler yapılır. Kadınlar her gün birbirine gidip bu gibi hazırlıkları beraberce yaparlar. Bu ayda büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği gösterilir.
Ramazan deyince hiç şüphesiz ki aklımıza ramazan davulcuları geliyor. Çok eskilerden bugüne intikal eden ramazan davulculuğu geleneği bugün de devam ediyor. Oruç tutacaklara sahuru haber veren ve kalkıp yemelerini sağlayan bu kişiler nedense günümüzde bazı kesimler tarafından dışlanıyorlar. Hatta bazı belediyeler ramazan davulu çalınmasını yasaklıyorlar. Oruç tutmayanlar bu köklü geleneğin kalkmasını istiyorlar.
Gerçi oruç tutanların bir kısmı da ramazan davulcularına sıcak bakmıyor. Çünkü küçük çocuklar gecenin yarısında uyanıyorlar; hatta korkuyorlar. Bir daha da yataklarına yatmıyorlar, anneleriyle yatıyorlar. Bazı çocukların davul sesinden etkilenip uyandıkları doğrudur. Fakat bunda asıl kabahat davulcularındır. Çünkü davul çalmanın da belli bir adabı vardır. Amaç oruç tutacakları uyandırmak ve ertesi gün aç kalmalarını önlemektir. Fakat bazı davulcular sanki inadına mahalleyi ayağa kaldırıyor. Bir anda her şey arapsaçına dönüyor. Bu gibi sorumsuz kişiler çok köklü bir geleneğin yavaş yavaş kaybolmasına neden oluyor.
Bazı belediyeler ramazan davulcularının eğitilmesine önayak oluyor. Müzik alanında çalışanlar onlara davul çalmanın yollarını öğretiyor. Bu doğru ve yerinde bir uygulamadır. Çünkü gece yarısında ritimsiz bir gürültüyle uyanmayı hiç kimse istemez. Çok eskiden insanların diledikleri saatte uyanmasını sağlayan çalar saatler yoktu veya çok yaygın değildi. Fakat günümüzde hemen her evde çalar saat vardır. Hatta teknolojinin nimetlerinden biri olan cep telefonları saat görevi de görerek bizi istediğimiz saatte uyararak kalkmamızı sağlıyorlar. Demek ki artık davulcuların görevi insanları sahura kaldırmaktan öte köklü bir geleneği devam ettirmek, ramazana eğlenceli bir hava kazandırmaktır. Bunu yapanların belli bir müzik eğitiminin olması şarttır. Özellikle vurmalı çalgılar konusunda tecrübeli olmaları, bu alanda eğitim almaları gerekir. Aksi halde gelenek ve eğlence zulme dönüşür. Bu çağda insanları gürültüyle sahura kaldırmak geleneğin yozlaşması sonucunu doğurur.
Ramazanlarda davulcular hem davul çalar, hem de bu ayın ruhuna uygun maniler söylerler. Mani halk kültüründe ve edebiyatımızda çok köklü bir geleneğe ve muhtevaya sahiptir. Söyleyeni belli olmayan, genellikle 7’li hece ölçüsüne göre söylenen dörtlüklerdir. Doğu Anadolu’da mani yerine ‘bayatı’ sözü de kullanılmaktadır. Uyak düzeni a - a - b - a şeklindedir. İlk iki mısra birbirinden bağımsız olup; asıl vurgulayıcı içerik, üçüncü ve dördüncü mısralarda yer almaktadır. Konuları aşk, gurbet, ayrılık, kıskançlık olabileceği gibi, ramazan manileri gibi özel zamanlara ait manilere de rastlanmaktadır. Ramazan ayında davulcuların söylediği manilerden bir kısmını dikkatinize sunmak istiyorum:
“Yeni Cami direk ister / Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma /Arkadaşım börek ister
Sokak yolu dar mıdır? / Minaresi var mıdır?
İftara kal diyorlar, / Acep aslı var mıdır?
Aldanma sağa sola, / Gel gidelim hak yola,
Güzel oruç tutanın, / Akıbeti hayrola.
Maniler çiçeklidir. / Birbirine eklidir.
Davulcunun daveti, / Mutlaka böreklidir.
Herkes sabırla bekler, / Zayi olmaz emekler.
İftara geliyoruz. / Hazırlansın yemekler.
Bak geldi etli dolma, / Çok yiyip göbek salma.
Üstüne bir kahve iç, / Terâvihe geç kalma! ..
Kavuştuk Ramazana. / Ne de büyük ihsana.
Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana.
Sahur oldu ışıyor, / Bülbüller ötüşüyor,
İftarda çay deyince, / Yüreğim tutuşuyor.”
Milletler gelenek ve göreneklerini yaşayarak daha güçlü kalırlar. Her ne kadar bu işi maddi bir beklenti karşılığında yapıyorsa da ramazan davulcusu köklü bir geleneği devam ettiren insandır. Milletimizin değerleriyle zıtlaşmak, onlarla mücadele etmek yerine bu kültürel birikimi koruyup kollamalıyız. Milli ve manevi değerlerimiz sayesinde birbirlerimizle kenetlenebiliyoruz, aynı ruhu yaşıyoruz. Bizleri kendisine benzetmek ve yozlaştırmak isteyen Batılı toplumlara mesafeli durmalıyız; değerlerimize ve değerlilerimize sımsıkı sarılmalıyız.
RAMAZAN VE ÇOCUKLAR
M.NİHAT MALKOÇ
Hayatın en saf, en berrak, en temiz ve en güzel yüzüdür çocuklar… Onların duygu ve düşüncelerinde riya ve çirkeflik bulamazsınız. Onlarda en ufak art niyet ve önyargı da yoktur. Karşılıksız severler ve bağlılıkları uzun sürer. İlişkilerinde çıkar gözetmezler. Hayal dünyaları çok geniştir çocukların… Yeter ki siz hayallerine kota koymayın…..Onlar güzelliklere yelken açmasını çok iyi bilirler. Onları azgın denizlerin şerrinden ve fırtınalardan koruyalım.
Çocuklar ruh bakımından ilginç özellikler arz ederler. Her şeyden evvel çok meraklıdırlar. Her şeyin ayrıntısını öğrenmek isterler. Kendisini ister ilgilendirsin, ister ilgilendirmesin her mevzuda soru sorarlar. Hatta bazen sinirlerimizi bozacak derecede ısrarcı olurlar. Öyle olmasa onca bilgiyi kısa zamanda nasıl öğrenebilirler? Onların sonu gelmeyen soruları bizim sonlu sabrımızı çok kere taşırır, raydan çıkan trene döneriz.
Çocukların ilgi duydukları konulardan birisi de mübarek ramazan ve oruçtur. Yaşı ne olursa olsun henüz ergenlik çağına girmemiş çocuklar bile ramazan üzerine düşünür, kafa yorarlar. Oruç tutmak, özellikle sahura kalmak için can atarlar. Bizler de onlara kıyamadığımız için, onları her şeyden sakındığımız için bu masum istekleri karşısında olumsuz tepkiler gösteririz. Fakat onlar yine de pes etmezler. Netice alamasalar da aynı isteklerle defalarca karşımıza çıkarlar, ta ki isteklerine müspet cevap alana kadar! ...
Ramazan her ne kadar ergenlik çağına girmiş kişileri muhatap alıp sorumlu tutsa da cemiyetin goncaları kabul edilen çocukları da ilgilendirir. Çocuklara ramazanın o mübarek tılsımlı havasını yaşatmak ebeveynler olarak boynumuzun borcudur. Çünkü onların körpe ruhları bu yaşlarda ramazan sevgisiyle beslenirse ilerde iradeleri çelikleşir.
Ramazan tatlı heyecanların ve telaşların capcanlı yaşandığı müstesna zaman dilimleridir. Ramazanın heyecan ve coşkusunu çocuklarımızdan esirgememeliyiz. Onlara da bu manevi havayı yaşatmalıyız. Onları ramazanın sevgi, hoşgörü ve rahmet atmosferinden uzak tutmamalıyız. Aksi halde ilerde sorumluluk yaşına geldiklerinde onları oruca ve ramazana kolay kolay ısındıramayız. Ağaç yaşken eğilir der atalarımız. Ağaçlar kartlaşmadan onları eğmeye, yönlendirmeye gayret etmeliyiz.
Çocuklar meraklıdır. Çok basit şeylerde bile harikuladelikler ararlar. Özellikle sahura kalkmak onlar için ulaşılmaz bir hedeftir. Çünkü anne büyük ısrar ve yalvarmalar karşısında, çocuğuna ‘seni kaldıracağım’ diye söz verse de çok sevdiği yavrusunun tatlı uykusunu bölmemek için evladının mışıl mışıl uyuduğunu görünce onu uyandırmaya kıyamaz. Sabahleyin isyanlar patlak verir elbette... Aslında anne ve babalar bu konuda fazla katı olmamalıdır. Sözlerinin arkasında durmalıdır. Çocuklarını birkaç kez(özellikle hafta sonları) sahura kaldırmalıdır. Onlara o manevi duyguyu da tattırmalıdır; merakını gidermelidir. Birkaç kez sahura kalkmakla çocuğa bir zarar gelmez. Aksine nadir de olsa bu sahura kalkışlar onun için gelecekte arkadaşlarına anlatabileceği güzel hatıralar oluşturabilir.
Çocuk sahura kalkınca elbette ki o gün oruç tutmak için ısrar eder. Aile buna da yasak koyar genelde. Çocuk direnirse de ebeveynin şiddetli baskısıyla bu yumuşak direniş kırılır. Bırakın çocukları, kendilerine farz olmasa da istedikleri birkaç gün oruç deneyimi yaşasınlar. Bu onların vücut yapısını ve sağlığını olumsuz yönde etkilemez. Ta o yaşta açlığın ne demek olduğunu bilinçaltına yerleştirirler; yardımlaşma ve merhamet hisleri inkişaf eder. Çocuk akşama doğru iyice elden ayaktan düşse de o günkü heyecan onu dimdik ayakta tutar.
Çocukların sevdiği bir başka şey de anne veya babalarıyla teravih namazlarına gitmektir. Bunun mücadelesini verirler bir ay boyunca… Bazen ret cevabı alsalar da, ısrarları az da olsa işe yarar ve caminin yolunu tutarlar. Anne ve babalarıyla yatar kalkarlar yumuşak hali ve kilimler üzerinde… Taklit ederler büyüklerini… Cami kavramı onların ruhunda derin ve müspet izler bırakır. Bu gidip gelmeler gelecekte edineceği ahlakına ve inancına tesir eder, onu şekillendirir. Özellikle bazı camilerde okunan mevlitler onlar için ayrı bir heyecan unsuru oluşturur. Çünkü mevlit olan camilerde şeker, bisküvi, çikolata ve lokum dağıtılır. Çocukların arayıp da bulamadığı şeylerdir bunlar! ...
Gelecekte geleneklerine bağlı, saygılı, hürmetkâr, inançlı bir nesil istiyor ve bekliyorsak o neslin hamurunu şimdiden yoğurmalıyız. Hiçbir şey tesadüf eseri gerçekleşmez. Ciğerparelerimiz olan çocuklarımızı yetiştirirken onların manevi dünyalarını da doyuralım. Her şeyi yemek içmekten ibaret görmeyelim. Onları bugünün küçüğü, yarının büyüğü olarak sayalım. Bilirsiniz ki ruh boşluk kabul etmez. Bizler o boşluğu manevi hazlarla dolduramazsak başkaları dünyevi marazlarla doldurabilir. O zaman da iş işten geçmiş olur. Maazallah, ahlakı ve maneviyatı iflas etmiş bir nesil buluruz karşımızda. Bu da bizi manevi uçurumlara yuvarlar. Bu noktada dünya ayağa kalksa onları uçurumdan aşağı yuvarlanmaktan kurtaramaz. Öz evlatlarımızı kendi ellerimizle kor alevler içine atmış oluruz.
Teravihlere çocuklarımızı da götürelim. Yaramazlık yapsalar da onları Allah’ın evinden kovmayalım. Çünkü onlar günahtan arıdırlar, henüz melektirler. Meleklerin huzuru bulacağı yer de ancak camilerdir. Onlar sizleri namaz kılarken görsün, model olun onlara. Kısacası ramazanı sadece biz yaşamakla kalmayalım, çocuklarımıza da doyasıya yaşatalım. Böylelikle yarınlarımızdan daha emin oluruz.
RAMAZANI ORTALARKEN! ...
M.NİHAT MALKOÇ
Eskilerimiz ne kadar da doğru demiş ‘Sayılı gün çabuk geçer’ diye… Gerçekten de sayılı gün çok çabuk geçiyor. Dakikalar saatleri, saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, yıllar ise koca bir ömrü kovalayıp duruyor. Bir zaman geliyor ki soğuk duvarlara çatıp kalıyorsunuz. Bundan sonra teslimiyetten başka bir yol da görülmüyor. Şayet zamanında Hakk’a teslim olmuşsanız bu son noktadaki acizlikten mahzun olmazsınız.
Ramazan ayı daha dün gelmişti. Fakat görüyoruz ki bu mübarek ayı gözümüzü açıp kapayıncaya kadar ortaladık. Yarısı gitti, öbür yarısı kaldı. Zaten ikinci yarısı birinci yarısından daha çabuk ve kolay geçer. Müslüman ramazanın geçip gitmesinden hoşnut olmaz. Zira müminler bir yıl boyunca onun gelmesini büyük bir heyecan ve şevkle bekler durur. Ramazanın gitmeye hazırlanması bizleri ancak hüzünlendirir. Çünkü hayatımıza büyük bir hareket, bereket ve neşe katan bu güzel zaman dilimi gönüllerimizi mamur ediyor.
Ramazan gönüllerin sükûnete erdiği, kalplerin yumuşadığı, karşılıksız sevmenin ve saygının doruğa çıktığı nurlu bir fasıldır. Bu ayda içimiz durulur ve paklanır. Bir yılın kiri orucun tılsımıyla arınır, akar gider. İnsan yeniden doğmuşçasına saf ve hafif olur.
Kim ister ramazanların bizleri bir başımıza bırakıp gitmesini? ... O ramazan ki sosyal dayanışmanın ve cömertliğin tavan yaptığı aydır. Zenginlerin malını garip gurebayla paylaştığı ve servetlerini temizlediği bu güzel ayda ellerimizi semaya kaldırıp acizliğimizi Yüce Yaratana beyan ederiz. O da rahmet ve merhamet şemsiyesini üzerimize açar. Nasibimiz neyse onun sonsuz rahmetinden o miktarda faydalanırız.
Ramazanları öyle kolay unutmak mümkün müdür? ... Gider mi burnumuzdan ramazan pidelerinin mis gibi kokusu? ... Akşama doğru fırınların önündeki uzun kuyruklarda bekleyip pideleri kolumuzun altına koyup hızlı adımlarla yola revan oluruz. Neticede pideler elimizde olduğu halde eve girdiğimizde çocukların yüzündeki tatlı gülümseme ve o berrak nurlu parıltı daha bir belirginleşir. Yemekler sıralanır mutfak tezgâhının üzerinde… Çorba mı dersin pilav mı, yoksa kuru fasulye mi? Her biri ötekiyle lezzet yarışı yapar adeta… Salatadaki cümle yeşillik, taze soğan ve marul damak tadımızı doyumsuzlaştırır. Ferahlar midemiz ve bütün azalarımız… Sofraya uzanan eller bereket olup taşar dört bir yana…
İşte biz böyle bir neşe çağlayanı olarak görürüz ramazanı… Bu ayla kurduğumuz gönül bağı çelikten daha güçlüdür. Nasıl koparız ramazanın o tılsımlı atmosferinden? ... Dosttan ayrılmak dostu üzer ancak…
Ramazanda nur yüzlü nineler ve pamuk dedelerin cami dönüşünde ceplerine koyup torunlarına getirdiği mevlit şekerlerinde maddi tatların ötesinde bambaşka bir güzellik saklıdır. Paylaşmanın ve başkalarını düşünmenin parlak pırıltısıdır bu… Sofralarımıza konuk olan güzel insanları nasıl unuturuz, nasıl özlemeyiz? İftar sonrasındaki teravihler ve teravih dönüşü çay ve kahve eşliğinde sahura kadar süren dost sohbetleri ruhlarımızın açlığını giderir. Bizi birbirimize daha çok sevdirir ve yakınlaştırır.
Akşama doğru açlığın üst düzeye çıktığı ve manevi sorumluluğun yerine getirilmesinden doğan hazzın belirginleştiği o mübarek vakitlerde gözümüz minare ışıklarında, kulağımız ezanda, burnumuz ise mutfaktan gelen yemek kokularında olur. Anneler maharetli elleriyle eş ve çocuklarına çektikleri açlığı yatıştıracak birbirinden lezzetli yemekler hazırlarlar. Her yemeğin içine maddi malzemelerin yanında bir kaşık sevgi ve samimiyet tılsımı eklemeyi ihmal etmezler. Onun içindir ki ev yemekleri dışarıda(lokantalarda) yenen yemeklerden çok daha leziz olur.
Ramazan bütün bir toplumu çepeçevre kuşatır. Hemen hepimizin ramazana dair hatıraları vardır. Kimileri çocukluğunun, kimileri gençliğinin, kimileri orta yaşlılığının ramazanlarını yaşatır zihninde. Geçmişe dair anılar canlanır gözlerimizin önünde. Hepsi de muhabbet yüklüdür bu anıların. Çünkü güzelliğini ramazan ikliminden almışlardır. Bu ay içerisinde yaşananlar öyle kolay kolay hafızlardan silinmez. Hepsi de belleklerimize nakşedilir. Ne kadar büyüyüp olgunlaşsak da zihnimizin bir köşesinde yaşatırız onları.
Ramazanı yaşamayanlara ne kadar da acıyorum. Bunların bir kısmı gurbette olduğu için bu duygudan mahrumdur. Bir kısmı ise zihinlerindeki karanlığın tesiriyle ramazanın nurlu yüzünü ve bereketli yanını görmekten ve yaşamaktan acizdirler, onların bu rahmet sağanağından nasipleri yoktur. Ne büyük bir ayıp ve kayıptır bu…
Ramazanın içimize dolan rahmet esintisini doyasıya yaşayalım ve çevremize yaşatalım. Camilere sığınalım lanetli şeytanın şerrinden… Gerçi ramazanda bağlansa da şeytanın şerri ve vesvesesi yine de bırakmaz peşimizi. Ama oruçla zırhlanan yürekler nefsin gizli ve sinsi oyunlarına pabuç bırakmaz. Ramazan orucu ve ibadetleri iradeleri çelikleştirir. Daha bir güçlü ve donanımlı oluruz nefsimize karşı. Ramazan bizi cümle şer odaklarına karşı korur ve güçlendirir.
Fakat yine geri sayım başladı. Çoğu bitti, azı kaldı bu sayılı günlerin.... Görünen o ki ayrılık kavuşmaktan daha yakın… Onu hoşnut gönderelim ki karşılamaya yüzümüz olsun. Biz senden razıyız, sen de bizden razı ol ya şehr-i ramazan… Allah kavuştursun bizi tekrar… Sana layık olamazsak da ümmet olarak bunun samimi mücadelesini verdik. Tevfik ve hidayet âlemlerin Rabbi olan Allah’ın nezdindedir. Ne mutlu kurtuluşa erenlere! ...
ORUÇ VE SIHHAT
M.NİHAT MALKOÇ
Yüce Rabbimizin yapmamızı emrettiği vazifelerin hepsinde bir hikmet vardır. Fakat bizler o ibadetleri hikmetinden dolayı değil, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaparız. Zira ibadetler kul ile Allah arasındaki muhabbeti ve gönül bağını kuvvetlendirir. İbadetlerin verdiği olgunlukla kul Allah’a daha da yakınlaşır. Kişi, yerine getirdiği kulluk vazifesinden büyük bir haz alır. Bu haz, ibadetlerdeki devamlılığı sağlar.
Bilindiği gibi Rabbimizin doksan dokuz mübarek sıfatı vardır. Allah’ın güzel isimlerinden biri de ‘Hâkim’dir. Yani Allah hikmet sahibidir. Yüce Yaratıcı abes iş yapmaz. Bizler bazı şeylerin sebep ve hikmetlerini basiret gözüyle göremezsek bu onları halk edene bir eksiklik getirmez. Onun yaptığı işlerin hikmetinden sual olunmaz.
Allah’ın her emrinde olduğu gibi oruç ibadetinde de birçok hikmetler, bizim için maddi ve manevi sayısız faydalar vardır. Oruç ibadetinin faydaları konusunda çok şeyler söylenebilir. Bunları maddi ve manevi diye ikiye ayırmak mümkündür. Çünkü kâinatın gözbebeği olan insanı sadece maddeden ibaret göremeyiz. Onun manevi tarafına da eğilmek zorundayız. İşte orucun faydalarını sıralarken onun ruh dünyamızı mamur ettiği gerçeğini de göz önünde bulundurmalıyız. Aksi halde insana dair doğru analizler yapamayız.
Oruç tutan insanlar Allah’ın emrini yerine getirmiş olmanın manevi doyumunu yaşarlar. Bu doyuma erişen kullar her geçen günü, ömür defterlerinden bir kayıp sayfa olarak değil, bir kazanç sayfası olarak nitelendirirler. Bu bakış açısı iç huzurun sağlanmasında etkin bir rol oynar. Maddi varlığımızla manevi dünyamızın dengede tutulması, bizi boşluğa düşmekten korur. İradenin günahları perdelemesi imtihana tabi tutulan kulu büyük bir zafer kazanmışçasına mutlu eder. Bu mücadeleden başı dik çıkan kişinin kendine güveni artar. Nefsin emrine karşı koyan yüksek irade gücü Hakk’a teslimiyetin getirdiği manevi saltanatı ebediyen yaşar. İşte dünya o zaman ahretin tarlası olur.
Oruçla beraber kulun hayvani tarafı rahmani tarafına yenilir. Fiziksel olarak da midemiz yılda bir ay da olsa dinlenmiş olur. Kalbimiz kir ve pastan arınır; adeta manevi zımparayla törpülenir. Dilimiz yalandan, ellerimiz haramdan, gözlerimiz harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu dinlemekten, ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşır. Bu, huylarımızın meleklerinkilere benzemesini ve ruhlarımızın arınmasını sağlar. Oruç belli zaman içerisinde aç kalma olayı değil, aksine bir irade terbiyesidir.
Orucun sağlık için çok büyük faydaları mevcuttur. Bunu tıp otoriteleri yıllardan beri söylemektedir. Bununla ilgili olarak Resulullah Efendimiz de “Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz.” buyurmuştur. Peygamberlerin hikmetini bilmediği bir konuda konuşmaları mümkün değildir. Sağlıkla ilgilenen ilim adamlarının her geçen gün orucun sıhhate dair yeni faydalarını keşfedip sıralamaları Efendimizin bu mübarek sözünü desteklemektedir. Fransız Profesör Pier Mulen de bu hususta şunları söyleyerek orucun ilahi hikmetlerine ışık tutar:
“İslâm dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç, bedenin hem fiziksel, hem ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler. Hıristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır. Aslında insanların her hafta bir gün oruç tutmalarında, başka bir deyimle diyet etmelerinde ve sadece meyve suyu içmelerinde büyük yarar var. Böylece vücut, doku ve organlardaki zehirleri atar, beden dinçleşir”
Oruç tutanların ramazanda bazı hususlara dikkat etmesi bu ibadetin tıbbi faydalarının inkişaf etmesine zemin hazırlayacaktır. Doktorların uzun tecrübeler neticesinde elde ettiği ilmi gözlemlere ve tavsiyelerine kulak vermeliyiz. Aksi halde fayda yerine zarar görmek işten bile değildir. Bu konuda doktorların tavsiyelerine uymalıyız.
Ramazan ayında dengesiz ve sağlıksız beslenme, başta diyabet, kalp, yüksek tansiyon hastaları olmak üzere birçok kişide sağlık sorunlarına yol açıyor. Beslenme uzmanları(diyetisyenler) aşırı yağlı kızartma ve kavurmalardan, hamur tatlılarından, şekerleme ve aşırı tatlı besinlerden uzak durmamızı, tatlı olarak sütlaç, keşkül, güllaç gibi sütlü tatlılar tercih etmemizi, sıvı alımına önem vermemizi, iftar ile sahur arasında bol su içmemizi öneriyorlar. Sadece ramazanda değil, diğer zamanlarda da bir seferde çok yememeliyiz. Eskilerimiz “Az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur” derken bizlere halk hekimliğinin çok kez tıpla örtüştüğünü göstermişlerdir. Bu da gösteriyor ki halkın tecrübelerini yabana atmamak lazımdır.
Oruç tutmak sağlıklı olmak demektir. Fakat ilahi olanla dünyevi olanı, gayeleri bakımından birbirine karıştırmamak gerekir. Orucu zayıflamak, zinde ve sağlıklı kalmak için tutanların oruçlarının Allah katında hiçbir mana ifade etmediğini söylemek mümkündür. Orucun gayesi Allah’ın emrine uymak ve ona yakın durmaktır. Ne mutlu ibadetleri, gayesine uygun bir anlayışla yerine getiren mümin ve müminelere! ...
Müslümanlar için günahtan arınma ayı nefis terbiyesi bereket ayı olarak adlandırılan bu ay malesef bilmeyenler için sadece açlık olarak algıılanıyor yaşamayan bilmez.....
hoşgeldin ya şehri ramazan....
RAMAZANIN İÇİNİ DOLDURMAK
M.NİHAT MALKOÇ
Şu günlerde ayların en kıymetlisi olan ramazanı idrak ediyoruz. Bu ayda müminlerin gönülleri büyük bir neşe ile dolar. Hayatımızdan çıkardığımız İslamî hükümler bir aylık için de olsa geri döner. Bu ay vesilesiyle Müslüman bir millet olduğumuzu hatırlarız. Camiler cemaatle dolup taşar. Minareler arasına asılan mahyalar bizi hakka ve hakikate çağırır. Yüce Rabbimiz İslam’ın beş şartından biri olan oruçla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun) . Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır) . Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”(Bakara 2/184)
Aslında Ramazan biz Müslümanlar için bir lütuftur. Oruç ibadetinin maddî ve manevî faydalarını göz önünde bulundurunca ramazanın büyük bir hediye olduğu hakikatini kavrarız. Oruç tutan müminlerin kalpleri yumuşar. Eşyaya sevgi penceresinden bakarlar. Oruçla hemhal olanların basiret gözleri açılır. Kul açlıkla beraber muhtaç ve zayıf olduğunu daha iyi anlar. Oruç şer duygulara karşı adeta bir kalkan olur.
Mübarek Ramazan ibadet ayıdır. Bu ayda yapılan ibadetlerin sevabı katlanarak yazılır. Müslümanlar bu ayda adeta ibadet seferberliği yapmalıdır. Ramazan lâfta kalmamalıdır. Bu mübarek ayın içini doldurmalıyız. Bu ayda Kur’an-ı Kerim’i çok okumak ve hatim indirmek gerekir. Zira Kur’an bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Yine bu ayda Allah’ın isimlerini bolca zikretmeliyiz. Yüce Allah bu ayla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) . Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”(Bakara 2/185)
İslam toplum dinidir; hayatı çepeçevre kuşatmıştır. Küçük büyük, zengin fakir İslam zincirinin her bir halkasını oluşturur. Müslümanlar birbirlerini düşünür ve kayırır. Mübarek ramazan ayında ümmetin kurtuluşu için sürekli dua etmeliyiz. Günahlarımızdan pişman olup ellerimizi semaya kaldırıp mülkün gerçek sahibinden bağışlanma dilemeliyiz. Bu ayda sofralarımızdaki insan halkasını yeni yeni misafirlerle genişletmeliyiz. Unutmamalıyız ki misafir bereketiyle gelir. Bir sofraya ne kadar çok el uzanırsa sofradaki nimetlerin bereketi o nispette artar. Tok gönüllü olanlar sofralarını dostlarına hep açık tutarlar.
Oruç nefsin kötü arzularını kırar. Kişi aç kalınca nefsanî duygular azalır. Bu haldeki insan, zayıflığını hatırlayarak gerçek hâkimin ve kuvvet sahibinin Allah olduğunu düşünür, ona teslim olur; enaniyetini yener. Oruç tutan insanın başıboş hareket etmesi mümkün değildir. O ancak kendisine çizilen hak ve helâl dairesinde hareket edebilir. Fakat Allah yarattığı ve zaaflarını çok iyi bildiği kuluna altından kalkamayacağı şartlar da koşmaz. Bir ay boyunca onu hayattan soyutlamaz. Kişi ramazanda belli ölçülere uyarak hayatını devam ettirir. Cinsel hayatı bile bazı zamanlar içerisinde kısıtlansa da iftar sonrası dilediğince sürer. Bununla ilgili olarak gelen şu ayet bir kısım sınırlamaları ortaya koyması açısından önemlidir:
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.”(Bakara 2/187)
Ramazanın feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanabilmek için adeta maneviyat seferberliği ilan etmeliyiz. Çünkü ramazan sayılı günlerden ibarettir. Bu günlerin içini hakkıyla doldurmalıyız. Zira gelecek ramazana kavuşacağımıza dair hiçbirimizin elinde herhangi bir senet yoktur. Akıllı insan, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak idrak ettiği ramazanı son ramazan olarak bilir ve gereğini yapar. Zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Ramazan gibi bereketli ve feyizli günleri layıkıyla değerlendiremezsek sevap-günah dengesi bozulur. Geçen günler fayda değil, zarar hanemize yazılır. Ne mutlu sayılı ramazan günlerini layıkıyla dolduranlara! ...
RAMAZAN SEVİNCİ
M.NİHAT MALKOÇ
Oruç ibadeti zor görünse de imanlı gönüllerde büyük bir aşkla ve şevkle yerine getirilir. İslam ahlâkıyla ahlâklananlar Ramazanın gelişini dört gözle beklerler. Bu mübarek günlerin gelişi onlarda herhangi bir rahatsızlık uyandırmaz. Aksine huzur iklimine girerler. İbadet ederek Allah’a dost ve yakın olmanın keyfini çıkarırlar.
Oruç ibadeti İslamiyetle beraber, bozulmuş diğer hak dinlerde de vardı(r) . Hatta bazı batıl dinlerde de buna benzer ibadetler mevcuttur. Bununla ilgili olarak Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı) . Umulur ki sakınırsınız.”(Bakara 2/183)
Hıristiyanlık ve muselikteki oruç, ilahî amaçlarından uzaklaşmışsa da bugün hâlâ fert bazında yaşatılmaktadır. Fakat Museviler ilahi yönü yozlaşmış, daha çok millî bir gelenek haline gelmiş bu ibadetlerine Hıristiyanlardan daha sadıktırlar.
Hıristiyanlarda oruçlu iken alkol kullanmak ve cinsî münasebette bulunmak yasaktır. Oruçlu iken günlük işler en aza indirilir. Oruç, genelde, tövbe ve bolluk içinde yaşamak için tutulur. Katolikler ve Ortodokslar kırk günlük Büyük Perhiz ile Noel’den önceki Advent dönemlerinde oruç tutarlar. Protestan kiliseleri oruç tutmayı üyelerinin vicdanlarına bırakırlar. Bu konuda herhangi bir yaptırımları yoktur.
Yahudilikte de oruç ibadeti vardır. Museviler yılda birkaç kez oruç tutarlar. Özellikle Yom Kippur’da (Kefaret Günü) oruç tutulması önerilir. Oruçlu iken yenilmez, içilmez. Deri elbise giyilmez. Yağ ve krem sürülmez. Cinsî münasebette bulunulmaz. Genelde oruç günlük işlerden uzaklaşmak için bir araçtır. Musevilikte altı çeşit oruç söz konusudur.
Bilindiği gibi Müslümanlıkta oruç, niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından, güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsî ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir. Bu tarifte görüldüğü gibi oruç tutan kişinin yapmaması gereken bazı şeyler vardır. Bunlar genel olarak yemek, içmek ve cinsel ilişkidir. Allah’tan korkan ve ona yakın olmak isteyen müminler belirtilen zaman dilimleri içerisinde bu eylemlerden uzak dururlar. Fakat bizim orucumuz Yahudi ve Hıristiyanlarınkinden pek çok bakımdan ayrılır. Bir kere bizim oruç ibadetimiz on dört asır evvel nasılsa öylece devam etmektedir. Orucun gayesinde ve kaidelerinde hiçbir sapma ve bozulma yoktur.
Oruç, Müslüman, akıllı ve erginlik çağına gelmiş olan herkese farzdır. Bu özellikleri taşıyan herkesin mutlaka oruç tutması gerekir. Fakat kişi bu özellikleri taşıdığı halde bazı mahsurlu durumlar nedeniyle oruç tut(a) mayabilir. Bunlar hastalık ve yolculuktur. Yolcular memleketlerine dönünce, hastalar da iyileşince tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. İyileşmeleri mümkün olmayan hastalar ise, tutamadıkları Ramazan oruçlarının her günü için bir fidye, yani, bir kişinin bir günlük yiyeceğini veya o yiyeceğin karşılığı olan parayı fakirlere verir. Bu ruhsatlar İslam’ın kolaylık dini olduğunu açıkça göstermektedir.
Ramazan ayı manevî kıymetleri çok olan bir aydır. Bu ayda yapılan ibadetler diğer aylara nazaran çok daha bereketlidir. Çünkü bu aydaki ibadetlerin sevapları katlanarak verilir. Allah için oruç tutanların günahları bağışlanır. Onların gönülleri bambaşka bir manevî huzurla dolar. Nitekim Resulullah Efendimiz de bir hadislerinde: “Kim Ramazan orucunun farz olduğuna inanarak ve karşılığını da yalnız Allah'tan umarak oruç tutarsa, onun bütün geçmiş günahları bağışlanır” buyurarak orucun günahlardan bağışlanma vesilesi olduğuna parmak basmışlardır. Bu fırsatı ganimet bilip günahlardan arınmalıyız.
Oruç tutmak, yemeden içmeden ve cinsi münasebetten kesilmek değildir sadece… Bunlardan ibaret görülen oruç, avam orucudur. Avam orucunda orucu bozan hallerden uzak durulur. Yani sadece mideye oruç tutturulur. Bu orucun, büyük mükâfatları beraberinde getirmesi beklenemez. Çünkü bu, çok fazla bir fedakârlık gerektirmeyen bir ibadettir. Oysa havas orucu diye nitelendirilen oruç, bütün azalara çekidüzen vermeyi gerekli kılar. Havas orucunu tutanlar yalan söylemez, günah işlemez, dedikodu yapmaz, harama bakmaz. Hiçbir eyleminde oruçlu olduğunu aklından çıkarmaz; ona göre davranır. Kendisine sataşanlara ‘Ben oruçluyum’ diyerek kavgadan ve kötü sözden uzak durur.
Varın kendi orucunuzu kendiniz değerlendirin… Avam orucu mu tutuyorsunuz, yoksa havas orucu mu? Sizi sizden daha iyi kim bilebilir ki? .. Kararı siz verin. Ona göre Allah’tan mükâfat umun… Aksi halde ahrette hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Allah bizlere havas orucu tutmayı ve Ramazan sevincini doyasıya yaşamayı nasip etsin.
30/9/2006 - TÜM MÜMİNLERİN(alevi-sünni) ORUCU KUTLU RAMAZAN
Kategori: SIRLI YAZILAR
Allah bu ayda oruç tutmamızı Kuran'ı Kerimde Bakara suresinde beyan etmiştir.Bazı kişiler bu orucun Kuran'ı Kerimde bir ay oruç tutun yazmadığını iddia ederler.Ama bence Ramazan Orucu bir aydır.Zira Bakara Suresi 185. Ayette '...sizden her kim bu ayda şuhudda ise,onda oruç tutsun.Kim de hasta,yahut seferde ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin'.Bu ayetten her akl-ı selim insan Ramazan orucunun bir ay olduğu sonucuna varır.Bir ay olmadığını iddia edenlerin delillerini ise göz ardı edemem ve onlara asla kafirsiniz diyemem.Allah hataları şüphesiz affedendir
Yazan: Tufan
www.blogcu.com/kerrar
RAMAZAN BEREKETİ
M.NİHAT MALKOÇ
Ramazan rahmet ve bereket ayıdır. Bu ayda zenginler fakirleri daha iyi anlama imkânı bulur. Çünkü Ramazanda belli süreler içerisinde aç kalan insan, açlığın ne demek olduğunu daha iyi kavrar. Maddî durumu kısıtlı olan kişilerin ömürleri boyunca bu güçlüklere katlandığını sezer. Onlara karşı merhamet duyguları gelişir. Elindeki imkânların bir kısmını onların istifadesine sunar. Böylece zenginle fakir arasında örnek bir sevgi ve dayanışma yaşanır. Ne fakir zengini kıskanır, ne de zengin fakiri hor görür. Böylece sosyal hayatta huzurlu bir yaşamın formülünü bulmuş oluruz. Hayat zindan olmaktan çıkar huzur sığınağı haline dönüşür. Her iki dünyamız da mamur olur.
Ramazanla birlikte şefkat ve merhamet duygularımız inkişaf eder. Unuttuğumuz sosyal dayanışma ve yardımlaşma, tekrar amacına uygun olarak hayatımıza girer. Açlar doyurulur, mazlumlar kayırılır. Abdullah b. Abbas(ra) ’tan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mümin değildir.” Böyle bir hadisin varlığından haberdar olup da yanında ve yakınında açlık çeken fakat bunu bir türlü ifade edemeyen, söylemeye çekinen müminleri nasıl olur da görmezden geliriz? Bu vicdana sığar bir davranış mıdır?
Ramazanın maddî bereketlerinin yanında manevî bereketleri de büyüktür. Bu ayda dinî duygularımız diğer aylara göre daha da ön plana çıkar. Hayata hayat veren Kur’anî hakikatler yaşamımızın her tarafına siner. Manevî atmosfer bizi dünyaya geliş sebebimizi sorgulamaya yöneltir. İmtihan sırrına vakıf oluruz.
Orucun insana verdiği huzur hiçbir şeyle kıyaslanmaz. Orucu şuurla tutan kişi iç huzuru yakalamış olur. Eğer orucu tutma sırrına vakıf olamazsak perhizden başka bir şey yapmış olmayız. Belki orucumuz kabul olur ama ondan beklenen bereketi ve hazzı elde edemeyiz. Allah’a kulluk şuuru içerisinde tutulan oruç kula gönül huzuru verir. Şayet böyle olmasaydı zayıflamak için yemekten uzak durmayla orucun bir farkı olmazdı.
Oruç bize nimetlerin önemini hatırlatır. Diğer zamanlarda pek karşılaşmadığımız açlık ve susuzluk gündemimize oturur. Fakat oruç sadece yemeden içmeden kesilme değildir. Kişinin sadece midesine oruç tutturması yeterli değildir; diğer azalarımıza da oruç tutturup onları kontrol altına almalıyız. Diğer azaların orucu da nasıl olur demeyin. Gözlerinizi harama bakmaktan sakındırırsanız gözlerinize, dilinizi kötü sözlerden arındırırsanız dilinize, kötü sözleri dinlemekten sakınırsanız kulaklarınıza, haram mal elde edip evinize getirmekten sakınırsanız ellerinize, kötü yerlere ve şer odaklarına gitmekten sakınırsanız ayaklarınıza oruç tutturmuş olursunuz. Kâmil bir müslümanın orucu da böyle olur. Yoksa belli zaman dilimleri içerisinde yemeden içmeden kesilmek kusursuz bir oruç için yeterli değildir.
Hz. Peygamber(sav) : “Oruçla Kur’ân, kıyamet gününde kula şefaat edecektir. Oruç, sabrın yarısıdır.” buyurmuşlardır. Orucun ecri Cenâb-ı Hakk katında mahfuzdur. Hâdis-i kudsîde buyurulur: “Âdemoğlunun her amel ve hareketi kendisine aittir. Oruç ise böyle değil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem ve bütün beşerî sıfatlardan münezzehim.) Dolayısıyla ben, onun mükâfatını (hususî bir şekilde) bol bol vereceğim.” Bu hâdis-i kudsînin ardından Rasûlullâh(sav) , şöyle buyurdular: “Oruçlunun sevineceği iki ferahlık vardır:1. İftar ettiği zaman (Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerine kavuştuğu için) sevinir.2. Rabbine kavuştuğunda da orucu bereketiyle nail olduğu yüksek derece için sevinir.” (Buhârî)
Şu kesin olarak bilinmelidir ki hiç kimse Allah rızası için vermekle fakir olmaz. Aksine elindeki mal ve para daha da bereketlenir. Hayatımızda bu bereketin yansımalarına hemen hepimiz şahit olmuşuz. Madden geniş zamanlarımızda rıza-i ilahi için tasadduk ettiğimiz için en sıkışık zamanlarımızda sanki Hızır yardımımıza koşmuş, bizi darda kalmaktan kurtarmıştır. Mübarek bir rahmet eli bize uzanmıştır.
İslam inancında veren el, alan elden üstün kabul edilmiştir. Zengin insanların konu komşularını aç bırakması haramdır. Onları açlıklarını giderecek kadar yedirmek, çıplak iseler giydirmek vaciptir. Senelik zekâtını verenler bile öyle kolay kolay sorumluluktan kurtulamazlar. Onların bile duruma göre başka birçok vazifeleri daha mevcuttur.
Zenginin malında fakirin hakkı vardır. Kişi bu hakkı sahibine ulaştırırsa aralarında sevgi ve hoşgörü husule gelir. Hele Ramazan içerisinde bol miktarda hayır hasenat yaparsak sevap defterimizi inci güherlerle doldurmuş oluruz. Bu ayın bereketini yaşamak ve yaşatmak bahtiyarlığını elde edenlere ne mutlu! ... Onlar gerçek saadeti yakalayan şahsiyet abideleridir. Allah sayılarını artırsın; hayatımız onlarla güzelleşsin.
TEKRAR HOŞGELDİN………….
İnsan bazen eskileri özlemiyor değil.Mesela eskiden yazlık sinemalar vardı ailecek gidilip çekirdek çitleterek izlenen filmlerin tadı farklı olurdu.Televizyonun olmadığı bu günlerde aile içerisinde ilişkiler daha sağlam,daha muhabbet doluydu.Yine ramazanlarda öyle.
Çocukluğumun İstanbul unda ramazan aylarında sokaklar aksam için hazırlanacak iftariyelerle dolup taşardı.Evlerden akşam için hazırlanan yemek kokuları gelirdi.Biz öğlene kadar oruç tutardık.Annelerimiz bu kadarına izin verirdi ancak,iftarda önce hafifi bir kahvaltı edilir,namaz kılınır sonra yemek yenirdi.Bu mideyi alıştırmak içindi ve ne kadar sağlıklıydı.Sahura kadar uyunmaz komşularla oturulur sohbet edilirdi.Bu sohbetlerin içinde ne yalan vardı ne de dedikodu.İnsana dair hayata dair hikayeler anlatılırdı.İbretle dinlerdik bunları..Bazen radyo dinlerdik sanat musikisi,türküler…Günümüzdeki gibi sayısız kanalın olmadığı 60 a yakın dizinin yayınlanmadığı,tek kanallı ve belirli saatlerde yayın yapan televizyonumuzu ise açmazdık bile.Ne cep telefonları vardı ne de her evde telefon.Uzaktaki akrabalarımızın kandillerini,bayramlarını ya posta hane den telefon açarak ya da tebrik kartı göndererek kutlardık.bugün gibi cep telefonlarından gönderilen sms ler kadar soğuk ve uzak değildi bu haberleşmeler.
Tarihi görkemli camilerde teraviye katılır çocuk aklımızla ve gönlümüzle dua ederdik bu günler için.Bu büyünün bozulmaması,içimizdeki bu heyecan verici sevdanın yitip gitmemesi için…
Mahallemizdeki rum Elena teyze ile yahudi Yakup amca bize saygı gösterir iftarlık bile alırlardı.Hoşgörü insana saygı ve en önemlisi toplumsal birliktelik vardı.
Oruç tutmayanlar kınanmaz ,aşağılanmaz,hor görülmezdi.Bilinir ki din hoşgörüdür.En hoşgörülü din de İslam dır.bir başkasını yargılama kınama hakkına kul sahip değildir.Bu ALLAH ın takdiridir.Dinde zorlama yoktur bunu herkes böyle bilirdi.
Müslüman dindar olmak sadece ramazanda akla gelmezdi. Oruç tutmanın yeterli olacağı iddia edilmezdi.Dinin esas direğinin namaz olduğu bilinirdi.Çocuklara önce bu öğretilirdi.Ramazan aylarının dışında da küfür edilmeyeceği,başkasına zarar verilmeyeceği,alkol alınmayacağı öğretilir ve uygulanırdı.Fakirler ve sokaktakiler sadece bu ayda hatırlanmaz,onlara sadece bu ayda yardım eli uzatılmazdı.Eş dost akraba ve ya başka insanlar sadece bu ayda yemeye çağrılmazdı. Küskünler,düşmanlıklar sadece bu ayda bitmezdi.Huzurevleri çocuk yuvaları sadece bu ayda hatırlanmazdı.
Eskiden bazı şeyler daha güzeldi.güzel olanlar unutulmaz,kötü olanlar da öyle.Birini anmak daha huzur verici oysa.Güzel olan Rabbim gölümüzü güzelliklerle donatsın,gönlünüzdeki güzellikler ömrünüze yayılsın,muhabbetiniz baki,ramazan şerifleriniz hayırlı olsun.
razaman ayı neden 11 ayın sultanı deniyor da 12 ayın sultanı denmiyor
normalde 1 yılda 12 ay var
carrefourdaydım..
insanlar kıtlıktan çıkmış gibi gıda reyonlarında..
anne dedim.
ramazan? oruç? açlık?
insanlar hiç yemediği şeylere..pahalı şeylere çullanıolardı..
ramazan die..
11ay açlarmış meğer..
1ay bayram ayı..
saten bayram ayı olmasa..
açlıktan (!) sora tüm o etlerin üstüne...
baklava ii gider miydi?
elegant......
Güllaç... :))
Aklıma getirdiği ilk kelime bu.. Annemin üzeri nar taneli cevizli sütlü güllaçları... :)) Mevsimi gelmiş demek ki.. :)) E şimdi iş annemi İstanbuldan getirmeye kaldı demektir... :)))
Huuu yüksel hanııımmm... ramazan geldiiii... dön sılayaaa... :))) güllaç istiyos çoluk çocuk... :)))
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.
Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur.
Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.
Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.
Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir Gecesi bu aydadır. Ramazan-ı şerifte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.
İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.
Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.
Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur.
Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin!
Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.
Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
''Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.'' [Nesai]
''Ramazan orucunu farz bilip, sevap bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.'' [Buhari]
''Ramazan orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer.'' [Deylemi]
''Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.'' [Taberani]
''Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.'' [İbni Ebiddünya]
''Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.''[Deylemi]
''Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin! '' [Buhari]
Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, ''Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz'' buyuruldu. (Tirmizi)
Ama dinî bir mazeret varsa oruç tutmamak günah olmaz.
müslümanlar için, günahsavar ay....11 ay boyunca yediğin bütün haltlardan 'şıııp' diye kurtul valla...vayyy canına..! ! .iyi işşş.! !
nedir'de de, ne kadar dini terime yazarsan, o kadar günahlarından arınırsın şeklinde algılanıyor galiba...- ;)) .Pp
'İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah'ın rahmeti sizi kuşatır. O ay, yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyle ise kulluğunuzla kendinizi Allah'a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah'ın rahmetinden nasibini alamayandır
RAMAZAN VE SOSYAL YARDIMLAŞMA
M.NİHAT MALKOÇ
On bir ayın sultanı olan Ramazan rahmet ve merhametin zirveye ulaştığı mukaddes zaman dilimidir. Bu ayda sadece oruç tutmak yeterli değildir. Bunu diğer hayırlı faaliyetlerle beslememiz gerekir. Bu ayda Müslümanların birbiriyle yardımlaşması sosyal bağların kuvvetlenmesini sağlar. Bu davranışlar sayesinde dostluklar daha da pekişir.
Müslümanlar kardeştirler. Kişi kardeşini darda görünce ona yardım elini uzatır. Bütün Müslümanlar bir ailenin fertleri, hatta bir vücut gibidir. Vücutta bir aza rahatsız olduğunda bütün vücut rahatsız olur. Öyle de müslümanın derdi diğer Müslümanları da dertlendirmelidir. Müminler birbirlerinin yaralarına ilaç olmalıdır. Bu hususta Resulullah şu mübarek sözü söylemiştir: “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır.” (Buhari)
Müslümanların dertleri müşterektir. Bunları birbirleriyle paylaşırlarsa yükleri azalır. Zira dertler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça artar. İster yanı başımızda olsun, isterse dünyanın öteki ucunda olsun, nerde bir sıkıntılı mümin varsa ona şefkat ve merhamet elini uzatmalıyız. Yine bir hadiste ‘Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.’ denmektedir. Bu çok büyük bir manevi ikazdır.
Bunlar da gösteriyor ki İslam inanç sisteminde kolektif şuur esastır. Bu inançta cemiyetin huzuru ferdin huzurundan önce gelir. Cemiyet de fertlerden meydana gelmiştir. Hadiseye bu pencereden bakınca ancak fertlerin huzurlu olmasıyla toplumun da huzurlu olacağını anlarız. Müslümanlığı münferit yaşanan bir inanç mekanizması olarak algılayanlar her halükârda yanılıyordur. İslam’da acıyı da, huzuru da paylaşmak muteberdir. Yardımlaşma sadece maddî ve nakdî değildir. Manevi yardımlaşma da çok mühimdir. Bununla bağlantılı olarak Peygamber Efendimizin yardımlaşmayla ilgili mübarek sözlerinden bir kısmını dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Bir müslümanın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ affeder.”
“Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu Allahü teâlâya ibadet etmiş gibi sevap kazanır.”
“Kim bir mümini, bir münafığın eziyetinden korursa, Allahü teâlâda onu, Cehennem ateşinden korur.”
“Allah indinde, en kıymetli amel, mümini sevindirmek, sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.”
“Din kardeşini savunan müslümanı Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden korur.”
“Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azabından emindirler.”
“Allah katında en kıymetli amel, bir müslümanı sevindirmek yahut bir sıkıntısını gidermek veya sabrını taşıran bir kederini ortadan kaldırmak yahut borcunu ödemektir.”
“İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir.”
“Arkadaşın iyisi, arkadaşına, komşunun iyisi ise komşusuna iyilik edendir.”
“Sizin en iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenen ve kötülük etmeyeceğinden emin olunandır.”
“Hayra vesile olan, hayır işlemiş gibidir. Allahü teâlâ, sıkıntıya düşene, çaresize yardım edeni sever.”
“Layık olana da, olmayana da iyilik et. Eğer layık olana iyilik edersen ne iyi. Eğer o kimse iyiliğe layık değilse, sen, iyilik ehlinden olursun.”
Ramazan ayı yardımlaşmanın gözle görülür biçimde arttığı bereket ayıdır. Fitre ve zekâtlar yanında, durumu iyi olan Müslümanlar fakirlere gıda yardımı yaparak onları sevindirirler. Fakat müslümanın yardım yapmasının da bir usulü vardır. Bir elin verdiğini öbür el bilmemelidir. Yardım ederken garibanlar incitilmemelidir. Türkiye’de yardım manzaralarını görünce üzülüyoruz. Hiçbir ciddi organizasyon yapılmadan yardımlar itiş kakış bir vaziyette dağıtılıyor. Ortalık savaş alanı gibi karmakarışık bir durum arz ediyor. Böyle yardım yapmak dayanışmanın ve İslam’ın ruhuna aykırıdır.
Allah rızası için yardım edenler, en çok sevdiklerinden verirler; verirken de hiç mi hiç huzursuz olmazlar. İşe yaramaz şeyleri vermek muteber değildir. Kıymetsizi verip kıymetli sevaba erişmek mümkün mü? Fedakârlık etmeyen sevdiğini elde edemez. Bununla beraber yardımsever kişinin gözü verdiği şeyin peşinde kalmaz. O verdikçe haz alır. En iyisinden, işe yarayanından verir. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyilik ve hayra nail olamazsınız. Ne infak ederseniz, Allahü teâlâ, onu hakkıyla bilir ve mükâfatını verir.”(Al-i İmran 92) Bu ayetin iyi okunması ve manasının idrak edilmesi gerekir. Yoksa verdiklerimiz bize fazla bir getiri sağlamayabilir.
Günümüz şehir yaşantısında merhamet ve yardımlaşma duyguları bir hayli azalmıştır. Modern yaşam tarzında bencillik almış başını gidiyor. Keserler hep kendine yontuyor. İnfak etmekle fakir olunacağı zannediliyor. Çok kazanılmasına rağmen kazanılanların bereketi olmadığı için elimizden uçup gidiyor. Allah bizi bu mübarek Ramazan ayında verdikçe maddî ve manevî mükâfat kazananlardan eylesin.
RAMAZAN GÜZELDİR
M.NİHAT MALKOÇ
Zamanı güzelleştiren içeriğidir. Bilindiği gibi İslam’da mübarek gün ve geceler vardır. Bu vakitler diğer zamanlara göre daha mübarek ve muteberdirler. Çünkü bu zaman dilimlerini nurlandıran bir kısım hadiseler vardır. Yoksa zaman hayatımızı kuşatan bir süreçten başka bir şey değildir. Müstesna vakitler bu süreç içerisinde apayrı bir konuma sahiptir.
İslam inancında mübarek zaman dilimlerinden en önemlisi ve en uzunu bir aylık süreci kapsayan ramazandır. Bu ayda ruhlarımız huzur bulur, adeta kanatlanır. Son yıllarda İslam âlemi Ramazan ayına aynı anda giriyor. Bir aralar bazı İslam ülkeleri bizden ya bir gün evvel ya da bir gün sonra oruca başlarlardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da birlik sağlayamazdık. Çok şükür birkaç yıldan beri bu beraberliği ve bütünlüğü sağlayabiliyoruz.
İslami kurallara göre hilal görülmeden Ramazana başlanmaz. Bu iş çok eskiden, yani bugünkü modern rasathaneler yokken bazı kişiler görevlendirilerek yapılırdı. O kişiler ay yaklaştığında çıplak gözle de olsa hilâli gözlerlerdi. Şaban ayının 29. günü akşamı uygun bir yerden batı ufkuna bakılırdı. Güneş batınca yeni ay hilâl şeklinde görülürse ertesi günün Ramazan ayının başlangıcı olduğu anlaşılır ve uygun şekilde duyurulurdu. Hatta bazı insanlar bu işi Allah rızası için yapmak için birbirleriyle yarışırlardı.
Osmanlı Devleti zamanında devlet görevlileri hilalin görülmesini önemser, bu işi sağlama alırlardı. Günümüzde hem rasat aletleri hem de hesaplama usulü gelişmiştir. 1978 yılında İstanbul’da yapılan, uluslararası ilmî toplantıda tespit edilen ölçülere göre ilgili kuruluşlar gözlem yaptırmakta, hilâlin, insanların yaşadığı herhangi bir yerden görülebilirliği esasına dayalı olarak Ramazan ayının girişi hesaplanarak tespit edilmekte, ayrıca gözlem ile de hesap desteklenmektedir. Bu hesaplamaların doğruluğuna inanmak ve güvenmek gerekir.
Ülkemizde hilâlin görülmesi, çıplak gözün yanında ilmî yöntemlerle de teyit edilmektedir. Türkiye’de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın veya vakfının yayınladığı takvim, yukarıda açıklanan esaslara göre hazırlanmaktadır, buna riayet etmek gerekir. Fakat yakın geçmişte maalesef teknolojinin modern rasathanelerin varlığına rağmen bazı İslam ülkeleri bu mevzuda ayrılık içerisinde hareket etmekteydiler. Bizler bayram yaparken onlar oruç tutmakta, bizler oruç tutarken ise onlar bayram yapmaktaydılar. İslam’ın birlik ve beraberlikten ne kadar yoksun olduğunu bu basit hadiseden de anlayabiliriz. Bu ayrılığın sancılarını bugün bütün ümmet çekiyor.
Ramazan, İslam âleminin ortak kutsallarından biridir. Bir buçuk milyar nüfuslu İslam âlemi bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirerek sevap kasasını doldurur. Ramazan Allah’a kulluğun yollarından biridir. Yoksa bazılarının düşündüğü gibi bir diyet ve egzersiz mevsimi değildir. Bizler orucu sağlığa faydalı olduğu için değil, Allah emrettiği için, Allah’ın rızasını kazanmak için tutarız. Bunun yanında orucun tıbbî faydalarına da inanırız. Zaten Allah’ın emirlerinden hiçbirinin tıbbî bir sakıncası yoktur. Aksine Allah’ın bize ‘yap’ dediği her şeyde bir hikmet vardır. Gelişen ilim ve teknoloji her geçen gün bu hikmetlerden bir veya birkaçını açığa çıkarmaktadır. İslam’ın emirleri hep hikmet doludur.
Ramazanın sağlığımıza faydaları pek çoktur. Fakat orucun asıl maksadı kulluk şuuru kazanmak ve Allah’a şükretmektir. Allah rızası bütün tıbbî faydaların önünde yer alır. Öbürleri fazladan kâr hükmündedir. Ramazan yaklaşınca mümin, başı rahmet, ortası bağışlanma, sonu ahiret cezasından kurtulma vesilesi olan önemli bir aya girmekte olduğunu idrak etmelidir. Bu manevi fırsatı lâyıkıyla değerlendirmelidir. Çünkü ne zaman ebedî âleme göçeceğimiz belli değildir. Bu gibi manevî fırsatları ganimet bilerek lâyıkıyla değerlendirmeliyiz. Bu vesileyle sevap zincirine yeni halkalar eklemeliyiz.
Ramazan şenlik ayıdır aynı zamanda… Gönüllerimiz, camilerimiz ve şehirlerimiz bu ayda şenlenir. İftarda ve sahurda sofraya oturunca bayram sevinci yaşarız. İftardan önce şöyle bir dua okunması uygundur: “Allahım senin için oruç tuttum, sana iman ettim, sana güvendim ve dayandım, senin lütfettiğin rızık ile orucumu açıyorum, geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla Rabbim! ” İftardan sonra teravihle gönül açlığımızı gideririz. Bu hareket Ramazan boyunca devam eder gider. Allah bizleri Ramazanı hakkıyla ihya edenlerden ve bu ayın hakkını verenlerden eylesin. Ramazan güzeldir, bu güzelliği doyasıya yaşayalım.
RAMAZAN’I KARŞILARKEN! ...
M.NİHAT MALKOÇ
Geceler günleri, günler geceleri kovaladı, neticede yine on bir ayın sultanı mübarek Ramazan geldi. Artık gönüllerimiz bir başka hoştur. Yürek sızılarımız biraz daha azalmıştır. Zaman dilimlerinin en şöhretlisi ve en bereketlisi kapımızın eşiğindedir. Onu içeri buyur etmek için daha ne bekliyorsunuz?
Burcu burcu maneviyat kokan güller bahçemize kök saldı. Onları çapalamak ve köklerine yol açmak bizim vazifemiz… Atmosferin, barut kokusu yerine gül kokusuna bürünmesi için bunu yapmak mecburiyetindeyiz.
Çölleşen yüreklerimiz rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazanla yeşeriyor. Fidanlar boy atıyor içimizde… Bereketten nasibini alamayan kuru dallar meyvelerini taşıyamaz oluyor. Güle savaş açanların elleri bağlanıyor bir aylık olsa bile… Kara vicdanlılar hizaya geliyor rahmet iklimlerinin sağanağında… Ateş çukurları gülistana tebdil oluyor.
İçimizdeki Ramazanlar büyüdükçe büyüyor her seher vakti… Ezanla başlayan yasaklar silsilesi yine bir başka ezanla bayrama dönüşüyor. Ruhlar sükûna eriyor zamanın kırılma noktasında… Bütün kin ve nefretlere rağmen Ramazanlar gelişini hiç ertelemiyor. Küsmüyorlar bunca küfür ve isyanlarımıza rağmen… Ramazanın güler yüzü hiç değişmiyor.
Ramazan bizi diri ve iri tutuyor. Eğik başlarımız onunla dikleniyor, göğüs kafeslerimiz onunla şişiyor. Biz oruç tutarken oruç da bizi günahlara karşı ayakta tutuyor. Yoksa bunca ağır yükün altında nasıl ayakta kalmayı becerebilirdik? Umutsuzluklarımız takatimizi yer bitirirdi. İyi ki varsın Ramazan, yoksa diriliğimiz ve iriliğimiz lafta kalırdı.
Ramazan olmasa, bir ay yemeyi içmeyi kesmesek hayvani yanlarımız bizi yiyip bitirirdi. Oysa bir ay boyunca melekleşiyoruz adeta. Yedikçe hayvani ciheti azgınlaşan insanın, yemeğe ara verdikçe insanî tarafları belirginleşiyor, meleklere yaklaşıyor. Ramazanla beraber, yıl boyunca öğün savanların çektiği sıkıntıları daha iyi anlama imkânı buluyoruz. Açlığın ne demek olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Sosyal adaletin ve gelir dağılımındaki dengenin ehemmiyetini daha iyi kavrıyoruz.
Ramazanla birlikte vücudumuz, özellikle midelerimiz dinleniyor. Karınlarımız acıktıkça ruhlarımız manevi gıdalarla doyuma ulaşıyor. Azgınlaşan nefsimiz iftara yakın saatlerde hizaya geliyor. Ruhlarımızın bozulan dengesi gittikçe düzeliyor. Adeta ruhlara ince ayar yapılıyor. Ruhumuzdaki kir ve paslar Kur’an’ın nuruyla ve zımparasıyla siliniyor. Kararan ruhlarımız vahyin ışığıyla aydınlanıyor.
Ramazan müstesna bir zaman dilimidir. Onun için Ramazan ayına ‘on bir ayın sultanı’ denilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ismi açık olarak geçen tek ay Ramazan ayıdır. Kur’an-ı Kerim bu ay içerisinde indirilmiştir. Yüce Rabbimiz; ‘Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur’an, bu ayda indirildi’ (el-Bakara, 2/185) buyurmuştur. Aylar içinde Ramazan’a verilen bu ne büyük bahtiyarlık…
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de, ‘bin aydan daha hayırlı’ olduğu belirtilen Kadir gecesi bu ay içerisindedir. Dinimizin beş temel şartından biri olan oruç ibadeti bu ayda üzerimize farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de; ‘Sizden kim bu aya yetirirse oruç tutsun’ (el-Bakara, 2/185) buyurulur. Ramazan ayı girince şartlarını taşıyan kimselere oruç farz olur.
Çok faziletli ve bereketli bir aydır Ramazan… Bu ayda yapılan sevaplar bire on, günahlar ise miktarınca yazılır. Buda Rabbimizin şefkat ve rahmetinin bariz tecellilerinden birisidir. Bunun kadrini bilerek gereğini yerine getirmeliyiz. Aksi halde ayların en hayırlısını, büyük bir hazineyi elimizin tersiyle itmiş oluruz.
Ramazanlarda evlerimizde bambaşka bir heyecan ve telaş yaşanır. Küçüğünden büyüğüne kadar hemen herkes bu tatlı heyecana iştirak eder. Ramazanın iftarı ve sahuru huzurun ve manevi lezzetin doruğa ulaştığı demlerdir. Ya teravihlere ne demeli, küçük büyük camilere doluştuğumuz, bin bir hatıramızın yaşandığı mübarek teravihler! ... Ramazanla birlikte uzun süre camilerden uzak kalan ayaklarımız, ilahî huzurun ikliminde rahat ederler. Cumalık gidişler her akşam kılınan teravih namazlarıyla taçlanır.
Ramazanın bereketi hayatın her yanına siner. Cadde ve sokaklar daha bir renkli olur. Açılan kitap fuarları, verilen konferanslar gönül çağlayanımızı daha da coşturur. Akşamleyin alınan o güzelim susamlı pideler neşemizi ve iştahımızı doruğa çıkarır. Hele verilen toplu iftarlar! ... Eşimizi dostumuzu buralarda görür, sohbetleri derinleştiririz. Hayatın yoğunluğunda ihmal edilen gidip gelmelere vesile olur Ramazan, dost buluşmaları için bulunmaz nimettir. Kısacası Ramazan hayata hayat katan müstesna bir zaman dilimidir.
Bu ayda kandiller ve mahyalar içimizi aydınlatır. Anne ve babalar oruç tutan yavrularına şefkat gösterme, ikram ve merhamet etme konularında yarışırlar. Eller Allah’a kalkar, af ve mağfiret dilenir. Bu kıymetli süreçte gökten rahmet ve bereket sağnak sağnak yağar. Kısacası Ramazan, hayatı anlamlı kılmanın yoludur. Ne mutlu bize ki bir kez daha bu güzel duyguları yaşamak nasip oldu. Bizi bu günlere eriştiren Allah’a binlerce şükürler olsun. Ramazanınız mübarek, iftar ve sahurunuz bereketli olsun.
Mekke ve Medine'de hilalin görünmesi nedeniyle bu gece itibari ile başlayan mübarek ay.
Ramazan ayı
hııııııı, ramazan ne güzel bir isim, ne güzel bir kavram,
Onbir ayın sultanı, gönüllerin tacı, ruhun ilacı, şeytanın tuzağa düştüğü zaman. Belli bir vakitten yine belli bir vakte tutulan oruç ayıdır.
Yılın bir ayı olarak ayarlanmış, Allah-ü Tealanın bizlere lütfu, keremi, ve hediyesidir.
Bu ayda tüm kötü duygu ve düşüncelerden arınmak, nefse ve şeytana kilit vurmak. Nefsi ve şeytanı arzuları frenlemektir.
Fakiri yoksulu bir ay bile olsa hatırlamak, onları hatırlamakla kalmayıp elimizden geldiğince yardım etmektir.
İbadetin zevkinden zevk almaktır. Akrabaları, eşi, dostları veya bir fakiri belli saatte doyurmak onlara iftar vermektir. Gönülleri almaktır. Beraber olmaktır.
işte daha ramazan için bir çok sözler söylenir, yanlız burası bir sözlük olduğundan. bazı kelimeleri kısmak gerekiyor.
kelime anlamı kuraklık çekme,
aşırı sıcak olma, yanmaktır
İslamiyetten önce Araplarda
Temmuz/ Ağustos aylarına tekabül eden ayın adı.
ilk vahyin indiği ve oruç tutulan aydır.
belediyelerin - genellikle - politik çıkarlar uğruna kurduğu dev iftar çadırlarında - en azından günde bir öğün bile olsa - karınlarını doyuracak garibanların adına çok seviniyorum...
caddede rahatça sigara içememem canımı sıkacak tabee....- ;))) .Pp