rabıta kuran ve sünnette yer almamasına karşı dinde bidattır ama degerliş din adamları gelmiş geçmiş dini büyükler insanlara dini öğretmiş ve beraber güç olmuşlar bu öğretilerinde mürşit müridini bilmesi için rabıta olayını çıkarmışlar ben çok sakıncalı buluyorum bunun inceliğini bilmeyen mürşit veya mürid olsun her iki taraf için allaha şirk müşrik işi olabileceğini açıkçası endişem var kişiyi sevebilirsin ama kalben irtibat onu idare etme ben inanmıyorum aracı olayına ben şimdi dinsizmiyim sallantılımı inancım bir yanım eksikmi namazımı kılıyorum görevimi yapıyorum sırat köprüsünden uçarak gececem diye salihlarle beraber olun hadisiyle istemediğim kuşkuyla baktığım ve şirk tehlikesi vardır bunu anlamama gerek yoktur temiz halisane iyi yetiştirilme amacıyla şeyhine saygı babında bir gereklilik rabıta belki görülebilir ama her iki yönden kullanılma ve şirk tehlikesi vardır ayrıca gerçek veli eyliyanın kim olduğunu bilmeden kula kulluk yapmak sakıncalı ben nefsimi kurtarabilmek için mürşide kesin muhtaçmıyımki o olmassa ben hiçim
şehadete susadım.Küfre giriyorsun neredeyse.Ayet-i kerime ne diyor biz size şah damarınızdan daha yakınız.diye geçiyor (O araya kimse giremez) bunu okumamıştım ayet'i verirsen sevinirim.Ayrıca sen anandan babandan yardım istemiyor musun futbol oynarken ayağın kaydığında yardım almıyor musun? evine hırsız girince polisi aramıyor musun? Ameller niyetlere göredir.(Hadis-i şerif) biz orada şirk işlemiyoruz.Mürşidimizi düşünerek onun gibi mü'min olmaya calısıyoruz.Bakıyorumda sende mürşid olmuşsun her yerde ismin duyuluyor.Allah rızası için yanına gelen müridlerin var. (. Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.) Ra'd suresi 28.ayet aaa işe bak zikirde ibadet değildir fakat ayet de geçiyor.Kur'anda zikrinde çeşidi verilmemiştir fakat yapıyoruz.Rabıta'da kur'anda geçmiyor ama yapıyoruz.Hadi bunuda acıkla.
Rabıta peki rabıta yaparken neden mürşidi değilde allahın yarattığı herhangi birşeyin yaradılışındaki büyüklüğü muhteşemliği eşsiz ayrıntılarını düşünmüyoruz neden vesikalık taşıyıp kişinin yüz hatlarını düşünüyoruz tamam kabul ediyorum doğru yoldan ayrılmamak için doğru insanlarla yola çıkarsın onlarla birlik olursun birlikte amel edersin bir yerde sürüden ayrılmazsın fakat yüzünü düşünüp temizlenmek şikten başka ne olabilir ki rabbimin nimeti az mıdır ki bu kişi bize paylaştırsın
Rabıta kelime olarak düşünmek demektir.dinimizde Rabıta tefekkürün bir çeşididir.Tefekkür ise farzdır insan tefekkür yoluyla kalbini uyandırır. Tefekkür kalbin en önemli vazifesidir.tasavvufta da rabıta vardır ancak tasavvufu anlayamayan hak dostlarını tanımayan insanlar hep rabıtayı şirk olarak görürler. OYSA her insan her an rabıta yapmakta kimi sevdiği kızı düşünür yada erkeği kimi parayı kimi malı mülkü saltanatı fakat malesef bunların hiçbirisi düşünüldüğünde kalbi hakka bağlamaz hatta insanı ALLAHTAN uzaklaştırır.Ama bir hak aşığını düşünmek insanı hakka bağlıyor bunun neresi şirk. mademki rabıta şirk diyorlar o insanlar hiç bir şey düşünmesinler rabıtayı inkar etmek insanin fıtratını inkar etmek olur.Rabıta tasavvufta bır terbıye metodudur olmassa olmazıdır. Veysel karani hz leri rabıta yoluyla omakama ulaştı bunuda unutmayalım kardeşlerim.ALLAHÜ TAALA bilemediğimi aklımızın almadığı doğrularla bizi karşılaştırsın.AMİN
Rabıta diye bişey vardır bende rabıtalı biriyim şimdiye kadarda niye aldım diye kendime sormadım ve yakınmadım çünkü rabıta aldıktan sonra hayatım degişti işlerim yerine gidi bu yüce KURANI KERİM imizdede geçmekte ali imran (200) okuyun biz şeyhhe rabıta yapmıyoruz onu arada vesile kılıyoruz ve onun aracılıgıyla feyz ve nuru kalbimimize allahın izniyle akıtıyoruz siz bunu şöyle düşünün elektirigi direkt kaynagından alsanız patlarsınız ne yapıyoruz araya vesileler ktıyoruz elektirik düşüyor oda bize yetiyor yani demem oki biz araya vesile katıyoruz laf çıkartmayın tavsiye ederim
100 yıl önce deselerdiki yerden bir madeni bişe çıkacak ve insan onu kulagına dayayacak bulundugu bölgeden dünyanın öbür ucundaki arkadaşı dahi olsa sesinden tanıyacak ve onunla konuşacak.inanırmıydınız. kalpten kalbe niçin bir yol olmasın allah varlıklarının arasında en degerli tuttugu insana bir madeni eşyaya verdigi özelligi vermesin.allah sevdigi kulunu 1 saniyede mekan degişimini saglamasın.peki nerden biliyosun sevdigini diyecen. bir allah dostunun karşısına geçip bi kendinize bakın birde onun yaşama şekline anlarsınız ne dedigimi. allah şeytana bile lanetledigi halde insanın kanında damarında dolaşmasını saglayabiliyor peki allah sevdigi kuluna neler verir hiç düşündünüzmü.
Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:
“Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)
Bu ayetteki “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir: Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize girmesine yol vermeyin. Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin. (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsir.)
Yüce Allah’ın her müminden istediği rabıta, kalbini Yüce Allah’a bağlamaktır. Her işte O’nun rızasını gözetmektir. Bütün yaptıklarında helal ve haram sınırına dikkat etmektir. Kalp kâbesini günah kirlerinden temizlemektir. Oraya Allah’ın sevmediği şeyleri sokmamak için gönlü kontrol altında tutmaktır. Kısaca, Yüce Allah’ın düşman olduğu şeyleri gönülden çıkarmak ve kötülüklerin esaretinden kurtulmuş, hür bir müslüman olmaktır.
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına ayette anlatılan ribat ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:
“Zor ve sıkıntılı zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl ribat budur, işte asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)
Bu hadisten ribatın iki türlü manasının olduğunu anlıyoruz. Birisi manevi, diğeri maddi sınırları kontrol altında tutmaktır. Korunacak manevi sınırlar ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise düşmanın saldırı noktalarıdır.
Kalbin Yüce Allah ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir. Zahiri düşmanları takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mümin için vazgeçilmez birer vazifedir. Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır.
Eğer bağzı alemeti fahrikalar olmasaymış, tüm insanlar tasavvuf ehli olduklarını iddia ederlermiş. Elbette bağzıları inanmayacak, elbette inkar, elbette küfür olacak. Kimine yalan olan kime ne hazine olur. Bilmez sarraflığı öğrenmeyen gidip verir yok nesneye bilmez bu maneviyatı neye sattığını. Rabıtadır gönüllere Allahın varlığını feyzini işleyen manevi kalem. O kalemdir ki yazar, yazdığını kimse okuyamaz aşk deryası dipsiz olur, dil lal olur. Hz. Ebu Bekir efendimiz değil mi Hz.Muhammet (s.a.v) efendimizi hiç aklından çıkaramayan. O değilmi yüreğinin yangınını, et pişiriyor diye şikayet alan. Şimdi dostlar rabıta cesedin ötesinde ruha yapılan oradan feyzini alan bir disiplin şeklidir. Neyin disiplini nefsin tabiki. Bir satır ilmi mevcut bir sadır ilmi. İşte bu sadrınıza hitap eden bir manevi halkaya dahil olma cabası bu Hz.Muhammet (s.a.v) efendimizin 'Cennet Bahçelerine girin onlardan yeyin ' dediği feyiz ve bereketin cabasıdır. Dünya hayatı bölünmüştür insalar arasında hak olmayan veya bozulmuş dinlere inananlar vardır. Çeşitli varlıklara inanlar vardır. Hiçbir şeye inananlar vardır. Biz hamd olsun nihayetsiz şükürler olsun ki müslüman halk edilmişiz daha şanslı olanlara tarikat nasip edilmiş. Faydası yok rabıtayı inkar etmenin. Rabıtayı inkar eden şeyhini, Rabıtayı inkar eden yolunu inkar etmiş olur. Olur ancak bağzen ne kadar anlatsan boştur. Hiç bilenle bilmeyen, hiç görenle görmeyen hiç yaşayanla yaşamayan bir olur mu? Nice deliller vardır bilene, bunlardan köre ne. Tıpkı müslümanlık bağzı insanlara nasıl nasip olmuşsa Tasavvufta müslümanlar arasında ki bağzı insalara öğle nasip olmuştur ve tasavvuf kuralları teke indirilecek olsa o rabıta olur.
maide süresinin 35 ayetinde vesile arayınız ayeti var ama ayetin devamında cihat gibi amellerle yazılı taam okumak lazım hem o rabıta yaptıgınız şeyh efendilerin allah katında bi garantilerimi var vahiymi gelmiş kitapmı inmiş delileri nedir şeyh efndi cennetlik yani bu arad bu bizim tahrikattan deyip rabıta yapanlarıdamı kurtaracak ya bırakın bu işleri kuranla amel edin.(ya muhammed) .. deki.ALLAHın dilemesi dışında ben kendime bile ne bir fayda nede zarar verecek durumda degilim(araf 7/188 allah isterse şeyh efendileri cehenneme atmazmı
rabıta gerçekten varsa bu kuranı kerimde neden zikredilmiyor peygamber efendimiz bu kadar mühim bir şeyse bu rabıta hakkında biz ümmetini bilgilendirmezmiydi sizi bir olan allaha imana çagırıyorum ve hergün en az 40 defa okudugunuz fatiha süresinin mealine bakmanızı yanlız senden yardım isteriz demiyormuyuz neden kişileri araya sokmaya çalışıyoruz yüce rabbim bize şah damarımızdan daha yakın o araya kimseler giremez lailahe illalah
rabıta şirktir neden bunu anlamaya çalışmıyorsunuz böyle bir ibatet yoktur hem imanın veya islamın şartlarındanda degildir şeyhi düşünmek falanda yoktur bir şeyh ölünce ruhu kınından çıkmış kılınç gibi olurmuş saçmalamayın şu ayeti iyce okuyun ...dirilerle ölüler bir olmaz allah diledigine işittirir ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin...fatır35{22
Sozluk anlami olarak baglanti, ag, ilgi, alka demek olan rabita, rahmetli Ugur Mumcu'nun kaleme aldigi bir kitabin ismidir ayni zamanda...
Bu kitabinda Mumcu, 1980'li yillarda ulkemizi ve diger Musluman ulkeleri etkisi altina almaya calisan Suudi Arabistan kaynakli bir dinci tarikatin (Rabitat al Alam al Islami) bu amac ugrunda gerceklestirdigi eylemleri anlatmis, belge belge, isim isim anlatmistir...
Ve (uzulerek yaziyorum) , Mumcu'nun sonunu hazirlayan kitaptir ayni zamanda...
Şirk: Allah ile beraber ondan başka tanrının varlığını kabul etmek, Uluhiyette Ona ortaklar tanımak, bu kabulle o ortağa ibadet etmek.
bidat: dinde (kitap,sünnet,icma,kıyas) da olmayan bir itikad ve amelle sevap ummak. ..........................................................................
Rabıta: gönlü mürşidin hayaliye meşkul etmek.tatbik itibariyle rabıta budur. şimdi Mürşidini tanrı kabul eden bir tane müslüman kainatta yok. demeki asla şirk değil bilakis tevhittir. mümine kafir demek ise kişiyi kafir yapar.. sakınmalıdır.
_soru: Allah ile kul arasına kimse giremez.
_el cevap: ehli sünnete gönül vermiş müslümanların inancı Allah kuluna belli bir mesafede durmaz ve kulun önünde veya arkasında veya altında üstünde değilki birileri araya girebilsin..!
Bu idda Allahı cizim gibi şekilli düşünen sapık vahhabilerin sıkıntısıdır. Onların zannında Allah cisimdir (haşa) . haliyle sair eşya araya girmiş oluyor. Biz Allahı bu iftiradan tenzih ederiz. Bak ve görki; namazda kabe bizimle Allah arasına girmez.
bu soru Allahı bilmemekten, sıfatlarını doğru öğrenmemekten neşet etmiştir.
_soru: iyi ama onu kasıtlı düşünüyorsunuz.. Halbuki Allahı düşünmeli idiniz, şu halde Allaha yaraşır bir kalbi ameli Şeyhe yaptınız buda şirk değilmi?
_el cevap: asla şirk değildir. bilakis tevhittir ve hatta luzumludur. Bir kere Allahın zatını düşünmek haramdır. Zatını düşünmek Ona layık bir amel değildiki hakkını başkasına vermiş olalım ve şirke uğrayalım!
aksine Hazreti Allah bize yarattığı eserine bakmamızı emreder. Şu deveye bakmazlarmı buyurur, onlar kitap yüklü eşeklerdir der.. şimdi bu ayetleri namazda okurken bir deve bir eşek düşünsem namazda olduğum halde, değil şirk sevap işlemiş olurum.
namazda deveyi eşeği düşünmek şirk olmuyorsa, namaz dışında Allahın en mükemmel eserini düşünmekmi şirk olacak.. bu iftirayı kasıtlı diyen kişilerden ahirette hakkımızı alacağız.
_Soru: Allahı hatırlamak nerde o zaman, Allahı anmak lazım değilmi, düşünmekten onu kastediyorum.
_el cevap: şimdi oldu işte. zaten rabıtada onun içindir.Allahı hatırlamak. ve Allahı hatırlatacak mezahir içinde en kamil ve en berrak mazhar insandır. evet insan Allahın mükemmel aynasıdır. ancak nefsi emmarenin pisliğinden arınmış olmalı ve kalbin masivaya olan sevgi ve alakasından kurtulmuş olmalı.
Rabıta sünnettir:
Sünnetin mertebeleri içinde sıfatı sahabe vardırki bu mertebeden rabıta sünnet olur. Meselenin izahı: Rabıta bakılan ve sevilen eşyanın kalpteki sureti ve aksi olunca hangi sahabenin kalbinde O Rasulullahın nur cemali parlamamış! ? Elbette en nurlu en kuvvetli bir keyfiyetle parlamıştır. Madem Onu herşeyden çok sevdiler hatta aşık oldular.. seven sevdiğinin hayaliyle devamlı meşkul olur. yerken içerken yürürken söylerken hemen onu hatırlar eski anılarını yad eder.
Ve hatta görme saadetine erişemeyenler ashabdan Rasulullahın cemalini ve siretini tarif etmelerini dilemişler onlarda kalplerineki suretine bakarak tarif etmişler ve buna hilyei şerif adı verilerek levhalara yazarak baş tacı edilmiş. Osmanlı ecdadımız ise bu Hilye-i şerifi vird gibi her gün okumuşlardır. Bütün bunlar sadece adı konmamış Rasulullahın rabıtasıdır.
_soru: madem durum böyledir neden bunu tavsiye etmemişler hiçbir eserde sizin anladığınız manada rabıtadan söz edilmez tavsiye edilmez. nice zaman sonra çıkarmışınız
_el cevap: Rabıtadan maksat sevgiyi tahsil etmektir. Rasulullahın fartı muhabbeti Ashabın gönlünden tabiine sirayet etti. ayrıca rabıtadan bahsetmeleri gerekmezdi zira aşkın sevgi hasıl olunca maksatta hasıl oldu. Rabıta bu sevgiyi tahsil etmenin nurlu bir vasıtasıdır.
Ancak şunu diyebiliriz; sevginin zorunlu neticesi olan bu hayal, kalbi bir rabıta/ bağ olmakla beraber buna rabıta adını vermek ashabı kiram zamanında olmamıştır. ancak bunun adını rabıta koymak zarar vermez. rabıtadan başka çok şeylerin adı sonradan konmuştur ama bidat değil belki farz veya sünnet olmuştur...oku-tıkla
_soru: sadece adı değil oturup kasıtlı bir şekilde rabıta yapmakta sonradan olmuştur.
El cevap: sevgi ve rabıta birbirinin lazım ve melzumudur. Yani sevgi rabıtayı doğururken rabıta da sevgiyi sonuç verir. Şu halde bir şeyin sevgisi hasen olursa o sevgiyi tahsil aracına tevessülde hasen olur. Demekki Ehlullaha rabıta dinin aslında var asla bidat değildir belki vaciptir. En müsamahasız yaklaşımla mendup olur.
_soru: ben rabıta etmek istemiyorum
_el cevap: gönlünü hak ile meşkul etmeyeni şeytan istila eder. bu gönül sen rabıta etmediğin zaman boş duracak değil. içine bir şeyler doldurursun. zaten doludur. O zaman bir Allahın dostunu gördünse bilki onun hayali hatırlayabileceğin en iyi surettir.
Netice:
Rasulullah sallallahü aleyhi vesellem'in nur cemali hangi adamın kalbinde aksetmediyse o kişi sahabe olamadı. Rasulullaha iman gözüyle bakıpe muhabbet eden bahtiyarların kalbinde ise onun Nur Cemali bir güneş gibi parlamıştır. Gerçek rabıta işte sahbenin Rasulullaha bu sevgi rabıtasıdır.
Bu rabıta öyle bir arkı manevi olduki o arktan binlerce güzellikler sahabeye intikal etti ve Asahbdan tabiine ve tabiinden tebei-tabiine..ve geldi bu envar bu füyuzat silsilenin son halkasındaki Zata.
Şimdi kamil ve mükemmil bir Mürşidi kim sever ve sevgisinde fani olursa elbet Hazreti Allah bu kişiyi nurlu Onun kalbinden rızıklandırır ve ordan buna marifetullah takva ve güzel ahlak nasib eder. Ne varki bu denli aşkın sevgiyi tahsil etmek güçtür. özellikle devamlı mürşidi ile beraber olma imkanı bulamıyanlar..
İşte bu imkansızlık ve zorluklar arasında çare gönül rabıtası dır. .
Tasavvuf mesleğinin önemli esaslarından biri de râbıta'dır. Bu Arapça kelimenin anlamı, alâka, ilgi, birlik bağlanmış şey olup tasavvufi ıstılahta, müridin şeyhini ya da mürşidini teemmül tefekkür ve tezekkürdür. Yani müridin, şeyhini ister diri isterse ölü daima hatırında tutması, onu düşünmesi ve sürekli gözünün önünde canlandırmasıdır.
Biz bu yazımızda, müteveffa Abdülhakim Arvasi'nin 'Rabıta-i Şerife' isimli eserine dikkat çekecek, bu kitaptaki rabıta konusunda anlatılanlar ile ilgili mülahazalarımızı belirteceğiz. Bu yazının esas amacı, Kur'ân'dan ve sünnetten kaynaklar gösterilen bu edimin gerçekte ne oranda Kur'âni ve sünni olduğunu dikkatlere sunmak olacaktır.
Esasında bir zühd hareketi olarak başlayan ve sonunda, Kuran’ın genel ilah anlayışıyla çatışacak derecede Vahdet-i vücut düşüncesine kadar uzanan tasavvuf, birçok müessesesiyle İslam'ın genel esaslarıyla çatışmaktadır. Sözkonusu müesseselerin hemen hepsinde İslam dışı bazı komşu kültürlerin izinin görülüp hissedilmesine rağmen bu müesseseler ısrarla, İslam'ın iki temel esası olan Kitab ve Sünnete dayandırılarak legalize edilmek istenmiştir. Oysa bunlara, bu iki kaynaktan referanslar bulmak oldukça zordur.
Her halde bunu bildiklerinden dolayıdır ki, mutasavvıflar, yine tasavvufun kendine has bilgi teorisi(!) içinde yeni izahlar geliştirmişler; 'bu söz zahir ehline göre hadis olmasa da batın ehline göre hadistir' diyerek meseleleri tartışmaya kapatmışlardır.
İşte biz bu yazıda Seyyid A.Hakim Arvasi'nin kitabında rabıta'ya dayanak gösterilen ayetlerin ne derece öyle olduğunu işlemeye çalışacak ve genel olarak rabıtanın İslami esaslara göre bir değerlendirmesini yapmayı deneyeceğiz.
RABITA NEDİR?
Abdulhakim Arvasi, mürid olmak isteyen birisine yazdığı mektupta zikir için gerekli olan zaman, abdest ve tenha bir yer seçi¬mi gibi şartların teminini hatırlattıktan sonra şöyle diyor:
Sonra, bir fatiha ve üç ihlas okur ve kainatın efendisiyle Şeyh Muhammed Bahauddin, Şah-ı Nakşibend ve Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani hazretlerine hediye edersiniz. Ve onların ruhaniyetlerinden şu istirhamda bulunursunuz: 'Beni de yolunuz ve tarikatiniz bağlılarından ve mü'minlerinden, hesabı görülmüşlerinden ve nisbeti yerine getirilmişlerinden sayınız.' Ruhaniyetinden istirhamda bulunulması gerekenler sadece bunlar değildir. Mevlana Halid Bağdadi ve diğerleri da bunlar arasındadır.(1)
Anlaşılacağı üzere bu yola yeni sülük eden kişiye tavsiye edi¬len bu uygulama, rabıtanın, diğer bir tabirle, tasavvufun ulularıyla kurulması gereken irtibatın ilk basamağını oluşturuyor.
Rabıta, sadece belli bir tarikat silsilesinde her müridin kendisinden bir üst seviyedeki zata yaptığı bir bağlanma değildir. Rabıta, ilahi-zati sıfatlarla tahalluk etmiş ve müşahid makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal hazinesinde muhafazasıdır (2) .
Rabıta yapılacak şeyh, vaktin imamı ve halifesidir. Kutuplar onun makamından düşen gölgeyle kanaat halindedirler. Bu zatlar ancak çok uzun zamanlarda bir gelirler. Nazarları, kalb marazlarını defe ve teveccühleri manevi illetleri kaldırmaya yetmektedir.(3)
Rabıta, salikin, şeyhi ile hem-hal olması, onun ahlakı ile ahlaklanması yani şeyhde yok olmasıdır (Fena fiş şeyh) . Bu olay, saliki eğitmek, ona ilahi marifetten tattırmaktır... Allah'da yok olmanın(fena fillâh) yolu şeyhde yok olmaktan geçmektedir.
Seyyid Arvasi, daha açık olarak rabıtayı şöyle tanımlıyor: 'Tezekkür-ü mevt denilen, ölümü düşünmek ve kendinizi ölmüş, teneşirde yatıyor hatta mezarda yatıyor kabul edeceksiniz. İşte me¬zarda iken mürşid, pir ve Allah ile sizin aranızdaki vesile ve vasıta zatı aklınıza getirip O'nu o an yanınızda ve karşınızda farzedip 'yüce alnına' yani 'iki kaşı ortasına' gözlerinizi dikeceksiniz. Ve keskin bir aşk iradesiyle 'vesileye yapışınız' ayeti mucibince o zatın ulu simasını kalbinizde hayal hazinesinde durduracaksınız.(4)
Arvasi'ye göre rabıta üç kısımdır. Birincisi, pirin suretini (yü¬zünü) sadece hayalinde tasarlamaktır. Bu tür rabıta, zikrin başlangı¬cında lazımdır. İkincisi pirin suretini kalbinde tasavvur etmektir. Bu suret, zikir esnasında ihtiyarsızca zuhur ederse onu kalbinde durduracak ve zikre devam edecektir. Üçüncüsü ise, pirin kıyafet ve heyetine aynen bürünmek ve kendini mürşid şeklinde görmektir.
Artık o anda ortadaki sanki kendisi değil pirdir. Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Mesela Kur'ân ve Delail dinler ve okurken, vaaz ve ders dinlerken, namaz kılarken, kendisini mürşidin kıyafet ve hey’etinde hayal eder. Namazda kıyam, oturma ve kıraat fiillerini icra eden sanki şeyhdir, kendisi değil!
İşte rabıtanın bu üçüncü türüne 'telebbüsi rabıta' (kılığa bürünme rabıtası) denmektedir. (5)
Görüldüğü gibi Arvasi'ye göre şeyhle rabıta, müridin şeyhe mutlak bir teslimiyetini gerektirmektedir. Fena Fillah'a giden yolun fena fiş şeyh basamağından başka bir şey değildir bu rabıta. Zaten bunu açıkça ifade etmektedir: 'Hakiki matlup Allah'da fani mukaddimesi, şeyhde fani olmayı gerçekleştirmekten ibarettir. (6)
ŞEYH'İN, ÖLÜMDEN SONRAKİ TASARRUFU
Arvasi'ye göre rabıta yapılacak şeyhin hayatta veya ölmüş olmasının hiçbir anlam ve önemi yoktur. Hatta şeyh öldükten sonra dirisinden daha fazla rabıtaya cevap vermektedir. Çünkü şeyhin ruhaniyeti zaman ve mekanla kayıtlı değildir. Nerede bulunursa bu¬lunsun şeyhi tasavvur ve rabıta ettiğinde onun feyzini hemen yanıbaşında bulacaktır.(7)
'Ebul Hasan eş-Şazeli Hazretleri buyuruyor: 'Evliyadan bazı¬ları vardır ki sadık müride, vefatından sonra, hayattayken olduğun¬dan daha fazla menfaat eriştirir. Yine evliyadan bazılarının, ruhaniyetleri vasıtasıyla ilahi emirleri takip ve tatbik ettirdiği kimseler vardır. İsterse o veli kabrinde meyyit olsun... Böylelerinin irşadı güneşin nuruna benzer. Kast ve iradeye bağlı olmaksızın bütün aleme feyz dağıtıcıdır. Hele kast ve iradesi eklenecek olursa...'(8)
Arvasi'ye göre, veliler sağken gösterilen hürmetin ölüyken de aynen gösterilmesi gerekmektedir. Bir velinin kabri ziyaret edilince ziyaretçiyi tanır ve selamını alır. Onunla beraber veli de Allah’ı zikreder. Veli vefat edince diğer evliya ile Peygamberin ruhları onun üstüne namaza dururlar.(9) Ayrıca velinin öldükten sonraki tasarrufunu inkarın, Rasul'deki ırsi tasarrrufa da sirayet etmesi ihtimalinde dolayı bu Allah'a sığınılması gereken bir olaydır.
KUR’AN VE SÜNNETTE RABITA
Yukarıda da değindiğimiz gibi tasavvuf ehline göre mistik düşünüş ve yaşayış tarzının hiçbir esası İslam dışı değildir. Bu bağlamda Arvasi'nin eserinde 'Rabıta-i Şerif'e, Kur'ân'dan, hadisten icmadan deliller getirilerek, Allah'ın emri, Rasulü'nün sünneti ve ulemasının tecviz ettiği bir olaymış gibi sunulmaktadır.
Arvasi Kur'ân'dan birkaç ayeti zikrederek, ayetlerin bu anlamda şeyhlerle rabıta yapmaya delalet ettiğini vurgulamaktadır. Bunlar¬dan birisi, sıkça ve ayetin sadece 'vesile arayınız' (kendince, 'vesileye yapışınız') kesitini dile getirdiği Maide Suresi'nin 35. ayetidir.
Ayetin meali şöyledir: 'Ey iman edenler Allah'dan kor¬kup sakının ve sizi O'na (yaklaştıracak) vesile arayın: O'nun yo¬lunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz' Diğer bir ayet, Tevbe Suresi'nin 119. ayetidir ve onun da meali şu şekildedir: 'Ey iman edenler! Allah'dan sakının ve doğrularla beraber olu¬nuz.' Diğer ayetlerin birisi, 'De ki eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun...' şeklindeki Ali İmran Suresi 31 ve öteki de, 'Andolsun, kadın onu arzulamıştı, eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıtını görmeseydi o da onu arzulamıştı...' şeklindeki Yusuf Suresi'nin 24. ayetidir.
Sünnetteki deliline gelince, Arvasi'ye göre, 'hâdiseler ve tecel¬liler karşısında hayrete düşenleri ruhaniyetlere başvurmağa davet' mealinde bir hadis mevcuttur. Ve hadis'e(!) itiraz edenler bu keyfi¬yetten uzak kimselerdir. Üstelik bu hadis, hadis usulüne göre hadis kabul edilmese dahi gerçeğe aykırı değildir, ve bu söz üzerine 'keşf ehli'nin ittifakı yeterlidir.(10)
Ayrıca İmam Buhari'nin ifade ettiğine göre 'Ebu Bekir hazretleri, Allah Rasulü'nün ruhaniyet cihetinden helada bile gözünün önünde bulunmasından ve ayrılmamasından şikayet etmiştir. '(11)
Diğer yandan Arvasi'ye göre Nakşi yolunun bütün şeyh ve mensupları, Maveraün-nehir, Buhara, Semerkant ve Hindistan'ın üstün alimlerinden olup bu da, hanefi ulemasının icması anlamına gelir. Ayrıca Şazeliyye'nin 'Kemal erbabı'nın hepsi Şafi, Nakşilik bağlılarının tümü tümü Hanefi, Kadiriliğin büyük çoğunluğu da Hanbeli olmakla, bu, büyük bir icmal husule getirmekte; buna karşı itiraz etmekse, şeriata aykırı bir tutum içine girmektir.(12)
DEĞERLENDİRME
Rabıta-i şerife adına söylenen şu sözlerin İslam'la bir alakası olacağını ve İslam'ın izin verdiği uygulamalar olacağını düşünmek dahi abestir.
Yukarıda sıraladığımız, rabıtaya dayanak teşkil ettiği söylenen Kur'ân, Hadis ve icma nasslarına değinmeden önce şu hususun altı¬nı çizmek istiyoruz. İlk olarak Hasan Basri gibi Tabiinle başlayan zühd hareketi bilahare başka bazı din ve düşünce tarzlarından etki¬lenerek batini, mistik ve ezoterik mahiyetli bir tasavvuf doktrini ha¬line dönüşmüştür. Tasavvuftaki bazı inanç ve kavramlarda, bilhas¬sa Hind düşüncesinin izleri dikkat çekicidir. Arada oldukça enteresan benzerlikler vardır. Rabıta da bunlardan birisidir.
Rabıta şeyhi düşünme yani şeyhte fena bulma, Allah'da fena bulma sürecinin başlangıç halkasını oluşturmaktadır. Bunun, Hint düşüncesin¬deki Nirvana'ya ulaşma inancından ne farkı var acaba? ! Bakınız, Hint filozofu ve azizi Shankara (D.686) Nirvana erincini nasıl izah ediyor: 'Kurtuluşa giden adımlardan birincisi, ebedi olmayan bütün şeylerden feragat etmektir.'
'Mürit, Atman'ın(13) gerçeğini işittikten sonra onun üzerinde düşünmeli ve durmaksızın uzun bir müddet için onun üzerinde te¬fekküre dalmalıdır. Böylece mürit süje ve obje şuurluğunun yokolduğu ve sadece bölünmez ve sonsuz şuurluluğun geriye kaldığı, en yüksek duruma ulaşır. Dünya üzerinde yaşıyorken Nirvananın mutluluğunu tanir.'(l4)
Bir başka yerde Nirvana için egzersizler tarif ediyor: 'Duygu nesneleri üzerinde durmayı reddet, kalbinde huzur uyanacak. Kalp huzurlu olduğu zaman Atman'ın görüntüsü gelir.' ' İnsan, sakin, sabırlı, tatmin ve kendini kontrol etmiş, derin bir şekilde murakabeye dalmış olduğu zaman kendi kalbi içinde atman’ı idrakle sürdürülen bir tefekkürle ulaşılacığını da belirtmek¬tedir Shankara.
Nirvana inancına göre, kalbi saflaşan insan ilahi atmanı idrak eder; böylece dünyaya, köke ve herşeye olan bağını imha eder.(16)
Esasında rabıta doktrini, tasavvuftaki, varlığın birliği (vahdet-i vücud) düşüncesinden bağımsız ele alınamaz. Bu ekole göre kai¬nat, Allah'ın tecellisinden başka birşey olmadığı gibi; Shankara felsefesine göre de kainat Brahman'ın bir neticesidir. 'O asla Brah¬man'dan başka birşey olamaz.' Kainatın Brahman'dan müstakil bir mevcudiyeti yoktur. Böyle olduğunu zanneden kimse Shankara'ya göre 'uykusunda konuşan kimse' gibidir.(l7)
Nirvana'ya ulaşma cehdi ile Brahman'da sonsuz huzura kavuşan mürid gibi. Allah'da fena bulan sufi de sonsuz huzura erişecektir. İki düşünce arasındaki benzerlik, Beyazit Bistami gibi, Allah'ı aramak için göklere çıkan ve fakat Allah'ı orada bulamadığı için O'nun Arş'daki yerine oturan(!) bir vahdet-i vücutçu sufinin, kendisini tasavvufa girdiren ve fena fit tevhid'i öğreten mürşidin, İslam'a girmiş bir Hintli olan Ebu Ali es-Sindi olduğu ve Bistaminin, Shankara felsefesinin te¬şekkül devrinde yaşadığı(18) göz önüne alınırsa daha iyi anlaşılacaktır.
Rabıtanın Kur'ân ve hadise dayandırılmasına gelince: bu tama¬men indidir ve Bektaşi'nin, Kur'ân'ın namaz kılmaktan menettiği şeklindeki mantığından farksız bir üslupla nasslardan böyle bir anlam çıkarılmaktadır. Zaten tasavvuf ehli Kur'ân-ı Kerim’i bir kitap kılığına büründürmüşlerdir. İstedikleri âyetleri kendi felsefeleri doğrultusunda yorumlamaktadırlar.
Seyyid A.Hakim Arvasi'ye göre Maide Suresi'nin 35. ayeti, tarikat erbabına, şeyhlerine rabıta yapmaları imkanını, hatta emrini vermektedir. Zira bu âyetin Allah'u Teala '... vesile arayınız' buyurmaktadır. Oysa âyetin siyak ve sibakına bakan birisi, âyetin böyle bir anlama gelmediğini hemencecik anlayacaktır. Ayeti sibakında Allah'u Teala Adem'in iki oğlunun (ulema bunlara Habil Kabil demişlerse de doğrusunu Allah bilir) kıssasını anlattıktan sonra, Allah ve Rasulü'ne önce tevbe etmeleri halinde affolunacaklarını açıklamaktadır.
İşte bundan sonra da (35. ayet) , şöyle buyur¬maktadır: 'Ey iman edenler, Allah'dan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın. ' 'Vesile' kendisiyle bir maksadın elde edilmesine yardımcı olan şeydir'(19) Ayetin anlamı gayet açıktır. Allah'u Teala mü'minlere, O'nun rızasını kazanacak, mağfi¬retini hak ettirecek davranışlarda bulunmalarını istiyor(20) .
İbni Kesir'in verdiği bilgiye göre Katâde, Allah'a itaat ederek ve O'nun hoşlanacağı amelleri yaparak O'na yaklaşın demektir şeklinde yo¬rumlamıştır.(21)
İslâm'da ruhbanlık yoktur. İslâm'da Allah ile kulu arasında kimsenin bulunamayacağı prensibi gayet açıktır. Allah Rasulü(s) kendisinin dahi bu şekilde, taabbüdi bir tazim ve hürmetle ululaştırılmasından son derece endişe etmiş ve mü'minleri uyarmıştır. Eğer, Kur'ân âyetlerinden herkes hevasının istediği manayı çıkara¬caksa, biz de bu zatlara şu âyeti hatırlatırız: '(Resulüm) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilah olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler.'
'Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rablarının azabı sakınmağa değer. '(22)
Arvasi’nin rabıtaya mesned teşkil ettiğini sandığı diğer bir ayet de, ‘Ey iman edenler, Allah'dan sakının ve doğru olanlarla birlikte olun’ mealindeki Tevbe Suresi'nin 119. âyetidir. Surenin 118. ayetinde Allah'u Teala, Tebuk Savaşı'na katılmayan üç sahabenin durumuna işaret ederek onların tevbesini kabul ettiğini bildirmektedir. Bilindiği üzere Ka'b b. Malik, Mürare b. Rebi ve Hilal b. Ümeyye Tebük Savaşı'na katılmamışlar, savaş dönüşünde Resulullah(s) bunları çağırıp özürlerini dinledikten sonra bu üç müslümanı cemaattan dışlayıp sosyal boykot cezası vermiştir. Elli günden sonra Allah işte 118. ayette bunların af olunduklarını ilan etmiştir. Ayeti bu manzara çerçevesinde düşünürsek Allah'u Teala müslümanlara, doğru söyleyin, doğruluğa yapışın ve doğru söyleyenlerle beraber olun buyurmuştur.(23)
Yani bir anlamda, cihaddan geri kalmayıp, cihada katılanlarla beraber olun. Katılmadığınızda da bahaneler uy¬durmayın, diyor Allah.
Elbette ki inananların, sadıklarla yani doğru, adil hakkaniyet sahibi dindaşlarıyla beraber olmaları gerektir. Zaten müslümanlar kardeştirler. Mü'minlerin velileri Allah, Rasulü ve namaz kılıp zekat veren mü'minler olduğu bildirilmiştir(24) Ama yukarıda açık¬landığı şekilde bir rabıta anlayışına ayetten ufak bir gönderme dahi bulmak imkansızdır.
Yusuf Suresi 24. ayetinde de, Mısır azizinin karısının Yusuf’u ayartma çabası karşısında Allah'ın O'na verdiği bir 'burhan' (kesin kanıt) olmasaydı Yusuf(s) 'un da kadına meyledeceği bildirilmektedir. Ama herhangi bir mürit-mürşit ilişkisinden ya da rabıta yapılan bir kişiden söz etmemektedir. Bu burhan, Allah'dan Yusuf’a gelen O'nun uyarıcı bir ilhamı ya da vahiydir.(25)
Ali İmran Sure'sinin 31. âyetine gelince bu ayette de, ‘De ki, eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun..' buyurulmaktadır. Allah ve Rasulü'ne tabi olup O'nun getirdiği nizamı kabul edip, Allah’a çağırısına boyun eğecek mü'minler Allah'ın rızasını kazanacaklardır.
Arvasi'nin eserinde, peygamberimizin, 'hadiseler ve tecelliler karşısında hayrete düşenleri ruhaniyetlere başvurmaya' çağırdığına ilişkin söz asılsızdır. Zaten buna sadece hadis diyerek geçmiştir. Sözde hadisi tanıtıcı hiçbir bilgi ve not yoktur. Diğer taraftan sözün hadis kabul edilmesi için 'keşif ehli'nin ittifakının yeterli olduğu söyleniyor.
Tabiki bu tavır ilmi olmaktan uzaktır ve sadece sözün sahibini bağlar. Diğer taraftan -eğer gerçekse- Hz. Ebu Bekir'in, Resul(s) 'ın ruhaniyetinin helada dahi gözünün önünde dolaşması kadar tabii birşey olamaz. Kalbe doğan ilham ya da hayal bilgi değildir. Herhangi bir gereklilik de doğurmaz.
Allah Resulü(s) de bir beşerdir. Hem de bizim gibi bir beşer ama ne var ki, misyonu farklı: 'De ki şüphesiz ben sizin benzeriniz olan beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim rabbına kavuşmayı umuyorsa artık salih bir amel işlesin. Ve Rabbına ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.'(26)
Allah Rasulü, Rabbından aldığı sözlerle, Allah'dan başka hiç kim¬seden medet umulmaması, hiç kimseye perestij yapılmaması ve hiç bir insanın dinde nüfuz sahibi kılınmaması için mesajlar sunmuş¬tur. 'Ben de sizin gibi bir beşerim' derken Allah önünde O'nun da bir insan olduğunu ama görev açısından farklı olduğunu anlatmak istemiştir. Aksi takdirde İslâm'da da Cennet parselleyen, ahiret emlakçılarının türemiş olması doğal olurdu.
Yani kullar Allah'a yak¬laşmak için aracılara ihtiyaç duyacaklardı. Bunlar da, fakihler, müderrisler, imam- hatipler, veliler, şeyhler, mürşitler, kutuplar olacaktır. Ama İslam, açık seçik olarak bu dindışı adetleri kesinlikle izale etmiştir.
İcma olayına gelince değişik tarikat mensupları degişik fıkhi mezheplerin mukallidi olabilirler. Ya da değişik mezhep mensupları sözkonusu tarikatlara sülük etmiş olabilirler. Bunlar sürekli değişebilecek şeylerdir. Değişmeyen, Allah'ın kitabı'dır. Akabinde Rasulü’nün (s) , dinin esasını tefsire matuf olan örnek yaşantısı gelir.
Hiçbir zaman hakikatler, insan adetleriyle doğru orantılı değildirler. Kaldı ki meşhur dört mezhep imamlarından hiç birinin böyle bir rabıta ve vahdeti vücutla ilgili tasdik edici görüşleri de yoktur. Zaten bu tarihi gerçeklere de ters düşerdi. Zira bu fikirlerin İslam aleminde zuhuru imamlardan epeyce sonradır. Bu imamlardan Ahmed bin Hanbel'in ve O'nun tilmizi İbni Teymiyye'nin, kulları aracı yapmaya delalet edecek en ufak bir davranışa bile tahammülsüz oldukları da iyi bilinen gerçeklerdendir.
Şeyhlerin öldükten sonra da tasarrufta bulunmaları ve müritleriyle beraber olmaları inancı da bir ayrı batıldır. Müslümanlar daha ne güne kadar din yerine hurafelerle yaşayacaklardır. Hangi Kur'ân ayetinde hangi sahih sünnette, kabirdeki çürümüş kemikler¬den bir fayda ummayı mümkün gören bir ifade bulunmaktadır? ... Nedense İslami topluluklar kişiler diriyken değil de, öldükten sonra istimdat etmede epeyce ileri düzeydedirler.
Aslında bu adamlar, dolaylı yollardan Allah Rasulü'nü yalancı saymaktadırlar. Zira, eğer gerçekten mezardaki kemiklerden bir fayda dokunabilirse ve bunun dini bir dayanağı varsa Allah Rasulü açık-seçik söylemeliydi. Hatta, madem ki O, ümmetini çok seven biriydi (ki gerçekten öyleydi) , o halde, öldükten sonra kendisinin de ümmeti darda kalınca imdatlarına yetişeceğini, ölü iken de tasarrufda bulunacağını, gerek zorluk gerekse refah halinde mezarının başına koşup O'na ellerini açmalarını tavsiye etmeliydi. Bunu yap¬madığına göre, bu önemli gizleri çok az sayıdaki sır sahiplerine ifşa ettiğine göre O, (tenzih ederiz) davasına ihanet etmiştir. Bu ise im¬kansızdır.
Arvasi'nin yazılarında, müridlere, şeyhlerine hitaben 'beni de...hesabı görülmüşlerden sayınız' diye yakarmaları salık veriliyor. Aslında hesabı görecek olan yalnızca Allah'tır. O'ndan başka hiç kimsenin hesap görme diye bir yetkisi yoktur. Tabir caizse, dinde hiç kimsenin 'köşe' olmasına izin verilmemiştir ve de olamaz. Peygamber dahi hiç kimsenin hesabını görüp defterini kapatamaz.
Diğer taraftan, müridin şeyhi sürekli gözü önünde tutması, iki kaşının ortasına bakması ve hatta ibadetlerde dahi gözünün önünde tutmasının mantığı ve gerekçesi nedir bilmiyoruz. Namaz sadece Allah içindir. Namaz sadece Allah'ı düşünmenin gereği (huşu) namazda Allah'dan başkasını düşünmek namazın sebeb ve gayesine de aykırıdır. Namazda şeyhi düşünmek Allah'ı düşünme olacaktır. Ama ne yazık ki, gerçekten günlük hayatta bunun örneklerine sıkça rastlıyoruz. Günün belirli saatlerinde ve şeyhlerini hep gözleri önünde canlandıran ehli tarik hanımefendiler, bunu sair mü'mine kadınlara da ısrarla tavsiye etmekte ve batıllarına (şirklerine) bunları da ortak etmektedirler.
Asıl bunun acı tarafı, bunların dine maledilmeleridir. Herkes, istediği kişinin hayalini gözünün önünden ayırmaz, onunla hemhal olur. Şeyhinde fena olur, feyziyle feyzyâb(!) olur, buna kimse bir şey demez. Ama yeter ki bu masallar dine maledilmesin.
SONUÇ
Ne Allah'ın Kitabı'ında, ne de sahih sünnette, sufi kitaplarında karakterize edilen türde düşünce ve inançların İslam'ın genel tevhid ve rububiyet esaslarıyla bağdaşması mümkün değildir. İslam, apa¬çık ve normal akıl standardında anlaşılıp yaşanacak bir dindir. İslam'ı Hint ve Uzakdoğu dinlerindeki gibi ezoterik bir dua dini veya bir yoga mistisizmi derecesine düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Eğer bu Kur'ân bize oyun ve eğlence olsun diye indirilmediyse, teori ve pratiğimizin Allah rızası için Kitab'a uygun olup ol¬madığına bakmalıyız.
İslam'ın en hassas olduğu temalardan biri de ruhbanlık olayıdır. İslam ruhbanlığı tamamen imha etmiştir. İslam'daki irade ve ferdi hürriyet ile ruhbanlık arasında telifi imkansız bir uçurum var¬dır. Tevbe Suresi'nin 31. ayeti, Allah'ın dışında bir takım ruhban ve din adamlarını ilahlar edinenleri şiddetle tekdir etmektedir.
Özellikle, yeniden bir İslam'a yönelişin başladığı zaman da bilhassa genç müslümanların 'dinlerini kimden ve nasıl', din adına ne aldıklarına çok iyi bakmaları gerekmektedir.
Gerçek rabıtanın, sadece Allah ile kurulacak olan olduğunu unutmayalım.
(1) Seyyid Abdulhakim Arvasi, Rabıta-i Şerife, Sadeleştiren: N.Fazıl İst. 1981. 3.Baskı. s.9. (2) a.g.e.,s. 18 (3) İbid, s. 19 (4) İbid, s. 10 (5) İbid, s.10-1 (6) İbid, s.18. (7) İbid, s.26. (8) İbid,s.19. (9) İbid, s.24. (10) İbid, s. 31. (11) İbid, s. 24-25. (12) İbd, s.31. (13) Atman, doğumsuz ve ölümsüzdür, zeval bulmaz. Değişmez ebedidir. Tabiatı saf şuurluluktur. Bölünmezdir. Bir ikincisi olmayan biridir. Bkz. Shankara, Tefrik Etme Hazinesi, Dergah Y.İst. 1976 s.66-67. (14) a.g.e., s. 56. (15) İbid, s. 97-98. (16) İbid, s. 69 (17) İbid, s. 81. (18) İslam Felsefesi Tarihi, İklim Y. İst. 1987- s.192-193. (19) İbni Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri C.:5 s.2268. ^ (20) Süleyman Ateş, Yüce Kur'ân'ın çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Y. İst 1990-s.2,s.518 (21) İbni Kesir, a.g..,C.5, s.2268. (22) Kur’an, İsra 56-57. (23) İbni Kesir, a.g.e. C.: 7, s. 3695-3696. (24) Kur’an, Maide: 55. (25) Mevdudi, Tefhimul Kur'ân, İnsan Y.İst. 1986, C.:2 s.:424. (26) Kur'ân, Kehf: 110.
Tasavvuf mesleğinin önemli esaslarından biri de râbıta'dır. Bu Arapça kelimenin anlamı, alâka, ilgi, birlik bağlanmış şey olup tasavvufi ıstılahta, müridin şeyhini ya da mürşidini teemmül tefekkür ve tezekkürdür. Yani müridin, şeyhini ister diri isterse ölü daima hatırında tutması, onu düşünmesi ve sürekli gözünün önünde canlandırmasıdır.
Biz bu yazımızda, müteveffa Abdülhakim Arvasi'nin 'Rabıta-i Şerife' isimli eserine dikkat çekecek, bu kitaptaki rabıta konusunda anlatılanlar ile ilgili mülahazalarımızı belirteceğiz. Bu yazının esas amacı, Kur'ân'dan ve sünnetten kaynaklar gösterilen bu edimin gerçekte ne oranda Kur'âni ve sünni olduğunu dikkatlere sunmak olacaktır.
Esasında bir zühd hareketi olarak başlayan ve sonunda, Kuran’ın genel ilah anlayışıyla çatışacak derecede Vahdet-i vücut düşüncesine kadar uzanan tasavvuf, birçok müessesesiyle İslam'ın genel esaslarıyla çatışmaktadır. Sözkonusu müesseselerin hemen hepsinde İslam dışı bazı komşu kültürlerin izinin görülüp hissedilmesine rağmen bu müesseseler ısrarla, İslam'ın iki temel esası olan Kitab ve Sünnete dayandırılarak legalize edilmek istenmiştir. Oysa bunlara, bu iki kaynaktan referanslar bulmak oldukça zordur.
Her halde bunu bildiklerinden dolayıdır ki, mutasavvıflar, yine tasavvufun kendine has bilgi teorisi(!) içinde yeni izahlar geliştirmişler; 'bu söz zahir ehline göre hadis olmasa da batın ehline göre hadistir' diyerek meseleleri tartışmaya kapatmışlardır.
İşte biz bu yazıda Seyyid A.Hakim Arvasi'nin kitabında rabıta'ya dayanak gösterilen ayetlerin ne derece öyle olduğunu işlemeye çalışacak ve genel olarak rabıtanın İslami esaslara göre bir değerlendirmesini yapmayı deneyeceğiz.
RABITA NEDİR?
Abdulhakim Arvasi, mürid olmak isteyen birisine yazdığı mektupta zikir için gerekli olan zaman, abdest ve tenha bir yer seçi¬mi gibi şartların teminini hatırlattıktan sonra şöyle diyor:
Sonra, bir fatiha ve üç ihlas okur ve kainatın efendisiyle Şeyh Muhammed Bahauddin, Şah-ı Nakşibend ve Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani hazretlerine hediye edersiniz. Ve onların ruhaniyetlerinden şu istirhamda bulunursunuz: 'Beni de yolunuz ve tarikatiniz bağlılarından ve mü'minlerinden, hesabı görülmüşlerinden ve nisbeti yerine getirilmişlerinden sayınız.' Ruhaniyetinden istirhamda bulunulması gerekenler sadece bunlar değildir. Mevlana Halid Bağdadi ve diğerleri da bunlar arasındadır.(1)
Anlaşılacağı üzere bu yola yeni sülük eden kişiye tavsiye edi¬len bu uygulama, rabıtanın, diğer bir tabirle, tasavvufun ulularıyla kurulması gereken irtibatın ilk basamağını oluşturuyor.
Rabıta, sadece belli bir tarikat silsilesinde her müridin kendisinden bir üst seviyedeki zata yaptığı bir bağlanma değildir. Rabıta, ilahi-zati sıfatlarla tahalluk etmiş ve müşahid makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal hazinesinde muhafazasıdır (2) .
Rabıta yapılacak şeyh, vaktin imamı ve halifesidir. Kutuplar onun makamından düşen gölgeyle kanaat halindedirler. Bu zatlar ancak çok uzun zamanlarda bir gelirler. Nazarları, kalb marazlarını defe ve teveccühleri manevi illetleri kaldırmaya yetmektedir.(3)
Rabıta, salikin, şeyhi ile hem-hal olması, onun ahlakı ile ahlaklanması yani şeyhde yok olmasıdır (Fena fiş şeyh) . Bu olay, saliki eğitmek, ona ilahi marifetten tattırmaktır... Allah'da yok olmanın(fena fillâh) yolu şeyhde yok olmaktan geçmektedir.
Seyyid Arvasi, daha açık olarak rabıtayı şöyle tanımlıyor: 'Tezekkür-ü mevt denilen, ölümü düşünmek ve kendinizi ölmüş, teneşirde yatıyor hatta mezarda yatıyor kabul edeceksiniz. İşte me¬zarda iken mürşid, pir ve Allah ile sizin aranızdaki vesile ve vasıta zatı aklınıza getirip O'nu o an yanınızda ve karşınızda farzedip 'yüce alnına' yani 'iki kaşı ortasına' gözlerinizi dikeceksiniz. Ve keskin bir aşk iradesiyle 'vesileye yapışınız' ayeti mucibince o zatın ulu simasını kalbinizde hayal hazinesinde durduracaksınız.(4)
Arvasi'ye göre rabıta üç kısımdır. Birincisi, pirin suretini (yü¬zünü) sadece hayalinde tasarlamaktır. Bu tür rabıta, zikrin başlangı¬cında lazımdır. İkincisi pirin suretini kalbinde tasavvur etmektir. Bu suret, zikir esnasında ihtiyarsızca zuhur ederse onu kalbinde durduracak ve zikre devam edecektir. Üçüncüsü ise, pirin kıyafet ve heyetine aynen bürünmek ve kendini mürşid şeklinde görmektir.
Artık o anda ortadaki sanki kendisi değil pirdir. Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Mesela Kur'ân ve Delail dinler ve okurken, vaaz ve ders dinlerken, namaz kılarken, kendisini mürşidin kıyafet ve hey’etinde hayal eder. Namazda kıyam, oturma ve kıraat fiillerini icra eden sanki şeyhdir, kendisi değil!
İşte rabıtanın bu üçüncü türüne 'telebbüsi rabıta' (kılığa bürünme rabıtası) denmektedir. (5)
Görüldüğü gibi Arvasi'ye göre şeyhle rabıta, müridin şeyhe mutlak bir teslimiyetini gerektirmektedir. Fena Fillah'a giden yolun fena fiş şeyh basamağından başka bir şey değildir bu rabıta. Zaten bunu açıkça ifade etmektedir: 'Hakiki matlup Allah'da fani mukaddimesi, şeyhde fani olmayı gerçekleştirmekten ibarettir. (6)
ŞEYH'İN, ÖLÜMDEN SONRAKİ TASARRUFU
Arvasi'ye göre rabıta yapılacak şeyhin hayatta veya ölmüş olmasının hiçbir anlam ve önemi yoktur. Hatta şeyh öldükten sonra dirisinden daha fazla rabıtaya cevap vermektedir. Çünkü şeyhin ruhaniyeti zaman ve mekanla kayıtlı değildir. Nerede bulunursa bu¬lunsun şeyhi tasavvur ve rabıta ettiğinde onun feyzini hemen yanıbaşında bulacaktır.(7)
'Ebul Hasan eş-Şazeli Hazretleri buyuruyor: 'Evliyadan bazı¬ları vardır ki sadık müride, vefatından sonra, hayattayken olduğun¬dan daha fazla menfaat eriştirir. Yine evliyadan bazılarının, ruhaniyetleri vasıtasıyla ilahi emirleri takip ve tatbik ettirdiği kimseler vardır. İsterse o veli kabrinde meyyit olsun... Böylelerinin irşadı güneşin nuruna benzer. Kast ve iradeye bağlı olmaksızın bütün aleme feyz dağıtıcıdır. Hele kast ve iradesi eklenecek olursa...'(8)
Arvasi'ye göre, veliler sağken gösterilen hürmetin ölüyken de aynen gösterilmesi gerekmektedir. Bir velinin kabri ziyaret edilince ziyaretçiyi tanır ve selamını alır. Onunla beraber veli de Allah’ı zikreder. Veli vefat edince diğer evliya ile Peygamberin ruhları onun üstüne namaza dururlar.(9) Ayrıca velinin öldükten sonraki tasarrufunu inkarın, Rasul'deki ırsi tasarrrufa da sirayet etmesi ihtimalinde dolayı bu Allah'a sığınılması gereken bir olaydır.
KUR’AN VE SÜNNETTE RABITA
Yukarıda da değindiğimiz gibi tasavvuf ehline göre mistik düşünüş ve yaşayış tarzının hiçbir esası İslam dışı değildir. Bu bağlamda Arvasi'nin eserinde 'Rabıta-i Şerif'e, Kur'ân'dan, hadisten icmadan deliller getirilerek, Allah'ın emri, Rasulü'nün sünneti ve ulemasının tecviz ettiği bir olaymış gibi sunulmaktadır.
Arvasi Kur'ân'dan birkaç ayeti zikrederek, ayetlerin bu anlamda şeyhlerle rabıta yapmaya delalet ettiğini vurgulamaktadır. Bunlar¬dan birisi, sıkça ve ayetin sadece 'vesile arayınız' (kendince, 'vesileye yapışınız') kesitini dile getirdiği Maide Suresi'nin 35. ayetidir.
Ayetin meali şöyledir: 'Ey iman edenler Allah'dan kor¬kup sakının ve sizi O'na (yaklaştıracak) vesile arayın: O'nun yo¬lunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz' Diğer bir ayet, Tevbe Suresi'nin 119. ayetidir ve onun da meali şu şekildedir: 'Ey iman edenler! Allah'dan sakının ve doğrularla beraber olu¬nuz.' Diğer ayetlerin birisi, 'De ki eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun...' şeklindeki Ali İmran Suresi 31 ve öteki de, 'Andolsun, kadın onu arzulamıştı, eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıtını görmeseydi o da onu arzulamıştı...' şeklindeki Yusuf Suresi'nin 24. ayetidir.
Sünnetteki deliline gelince, Arvasi'ye göre, 'hâdiseler ve tecel¬liler karşısında hayrete düşenleri ruhaniyetlere başvurmağa davet' mealinde bir hadis mevcuttur. Ve hadis'e(!) itiraz edenler bu keyfi¬yetten uzak kimselerdir. Üstelik bu hadis, hadis usulüne göre hadis kabul edilmese dahi gerçeğe aykırı değildir, ve bu söz üzerine 'keşf ehli'nin ittifakı yeterlidir.(10)
Ayrıca İmam Buhari'nin ifade ettiğine göre 'Ebu Bekir hazretleri, Allah Rasulü'nün ruhaniyet cihetinden helada bile gözünün önünde bulunmasından ve ayrılmamasından şikayet etmiştir. '(11)
Diğer yandan Arvasi'ye göre Nakşi yolunun bütün şeyh ve mensupları, Maveraün-nehir, Buhara, Semerkant ve Hindistan'ın üstün alimlerinden olup bu da, hanefi ulemasının icması anlamına gelir. Ayrıca Şazeliyye'nin 'Kemal erbabı'nın hepsi Şafi, Nakşilik bağlılarının tümü tümü Hanefi, Kadiriliğin büyük çoğunluğu da Hanbeli olmakla, bu, büyük bir icmal husule getirmekte; buna karşı itiraz etmekse, şeriata aykırı bir tutum içine girmektir.(12)
DEĞERLENDİRME
Rabıta-i şerife adına söylenen şu sözlerin İslam'la bir alakası olacağını ve İslam'ın izin verdiği uygulamalar olacağını düşünmek dahi abestir.
Yukarıda sıraladığımız, rabıtaya dayanak teşkil ettiği söylenen Kur'ân, Hadis ve icma nasslarına değinmeden önce şu hususun altı¬nı çizmek istiyoruz. İlk olarak Hasan Basri gibi Tabiinle başlayan zühd hareketi bilahare başka bazı din ve düşünce tarzlarından etki¬lenerek batini, mistik ve ezoterik mahiyetli bir tasavvuf doktrini ha¬line dönüşmüştür. Tasavvuftaki bazı inanç ve kavramlarda, bilhas¬sa Hind düşüncesinin izleri dikkat çekicidir. Arada oldukça enteresan benzerlikler vardır. Rabıta da bunlardan birisidir.
Rabıta şeyhi düşünme yani şeyhte fena bulma, Allah'da fena bulma sürecinin başlangıç halkasını oluşturmaktadır. Bunun, Hint düşüncesin¬deki Nirvana'ya ulaşma inancından ne farkı var acaba? ! Bakınız, Hint filozofu ve azizi Shankara (D.686) Nirvana erincini nasıl izah ediyor: 'Kurtuluşa giden adımlardan birincisi, ebedi olmayan bütün şeylerden feragat etmektir.'
'Mürit, Atman'ın(13) gerçeğini işittikten sonra onun üzerinde düşünmeli ve durmaksızın uzun bir müddet için onun üzerinde te¬fekküre dalmalıdır. Böylece mürit süje ve obje şuurluğunun yokolduğu ve sadece bölünmez ve sonsuz şuurluluğun geriye kaldığı, en yüksek duruma ulaşır. Dünya üzerinde yaşıyorken Nirvananın mutluluğunu tanir.'(l4)
Bir başka yerde Nirvana için egzersizler tarif ediyor: 'Duygu nesneleri üzerinde durmayı reddet, kalbinde huzur uyanacak. Kalp huzurlu olduğu zaman Atman'ın görüntüsü gelir.' ' İnsan, sakin, sabırlı, tatmin ve kendini kontrol etmiş, derin bir şekilde murakabeye dalmış olduğu zaman kendi kalbi içinde atman’ı idrakle sürdürülen bir tefekkürle ulaşılacığını da belirtmek¬tedir Shankara.
Nirvana inancına göre, kalbi saflaşan insan ilahi atmanı idrak eder; böylece dünyaya, köke ve herşeye olan bağını imha eder.(16)
Esasında rabıta doktrini, tasavvuftaki, varlığın birliği (vahdet-i vücud) düşüncesinden bağımsız ele alınamaz. Bu ekole göre kai¬nat, Allah'ın tecellisinden başka birşey olmadığı gibi; Shankara felsefesine göre de kainat Brahman'ın bir neticesidir. 'O asla Brah¬man'dan başka birşey olamaz.' Kainatın Brahman'dan müstakil bir mevcudiyeti yoktur. Böyle olduğunu zanneden kimse Shankara'ya göre 'uykusunda konuşan kimse' gibidir.(l7)
Nirvana'ya ulaşma cehdi ile Brahman'da sonsuz huzura kavuşan mürid gibi. Allah'da fena bulan sufi de sonsuz huzura erişecektir. İki düşünce arasındaki benzerlik, Beyazit Bistami gibi, Allah'ı aramak için göklere çıkan ve fakat Allah'ı orada bulamadığı için O'nun Arş'daki yerine oturan(!) bir vahdet-i vücutçu sufinin, kendisini tasavvufa girdiren ve fena fit tevhid'i öğreten mürşidin, İslam'a girmiş bir Hintli olan Ebu Ali es-Sindi olduğu ve Bistaminin, Shankara felsefesinin te¬şekkül devrinde yaşadığı(18) göz önüne alınırsa daha iyi anlaşılacaktır.
Rabıtanın Kur'ân ve hadise dayandırılmasına gelince: bu tama¬men indidir ve Bektaşi'nin, Kur'ân'ın namaz kılmaktan menettiği şeklindeki mantığından farksız bir üslupla nasslardan böyle bir anlam çıkarılmaktadır. Zaten tasavvuf ehli Kur'ân-ı Kerim’i bir kitap kılığına büründürmüşlerdir. İstedikleri âyetleri kendi felsefeleri doğrultusunda yorumlamaktadırlar.
Seyyid A.Hakim Arvasi'ye göre Maide Suresi'nin 35. ayeti, tarikat erbabına, şeyhlerine rabıta yapmaları imkanını, hatta emrini vermektedir. Zira bu âyetin Allah'u Teala '... vesile arayınız' buyurmaktadır. Oysa âyetin siyak ve sibakına bakan birisi, âyetin böyle bir anlama gelmediğini hemencecik anlayacaktır. Ayeti sibakında Allah'u Teala Adem'in iki oğlunun (ulema bunlara Habil Kabil demişlerse de doğrusunu Allah bilir) kıssasını anlattıktan sonra, Allah ve Rasulü'ne önce tevbe etmeleri halinde affolunacaklarını açıklamaktadır.
İşte bundan sonra da (35. ayet) , şöyle buyur¬maktadır: 'Ey iman edenler, Allah'dan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın. ' 'Vesile' kendisiyle bir maksadın elde edilmesine yardımcı olan şeydir'(19) Ayetin anlamı gayet açıktır. Allah'u Teala mü'minlere, O'nun rızasını kazanacak, mağfi¬retini hak ettirecek davranışlarda bulunmalarını istiyor(20) .
İbni Kesir'in verdiği bilgiye göre Katâde, Allah'a itaat ederek ve O'nun hoşlanacağı amelleri yaparak O'na yaklaşın demektir şeklinde yo¬rumlamıştır.(21)
İslâm'da ruhbanlık yoktur. İslâm'da Allah ile kulu arasında kimsenin bulunamayacağı prensibi gayet açıktır. Allah Rasulü(s) kendisinin dahi bu şekilde, taabbüdi bir tazim ve hürmetle ululaştırılmasından son derece endişe etmiş ve mü'minleri uyarmıştır. Eğer, Kur'ân âyetlerinden herkes hevasının istediği manayı çıkara¬caksa, biz de bu zatlara şu âyeti hatırlatırız: '(Resulüm) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilah olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler.'
'Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rablarının azabı sakınmağa değer. '(22)
Arvasi’nin rabıtaya mesned teşkil ettiğini sandığı diğer bir ayet de, ‘Ey iman edenler, Allah'dan sakının ve doğru olanlarla birlikte olun’ mealindeki Tevbe Suresi'nin 119. âyetidir. Surenin 118. ayetinde Allah'u Teala, Tebuk Savaşı'na katılmayan üç sahabenin durumuna işaret ederek onların tevbesini kabul ettiğini bildirmektedir. Bilindiği üzere Ka'b b. Malik, Mürare b. Rebi ve Hilal b. Ümeyye Tebük Savaşı'na katılmamışlar, savaş dönüşünde Resulullah(s) bunları çağırıp özürlerini dinledikten sonra bu üç müslümanı cemaattan dışlayıp sosyal boykot cezası vermiştir. Elli günden sonra Allah işte 118. ayette bunların af olunduklarını ilan etmiştir. Ayeti bu manzara çerçevesinde düşünürsek Allah'u Teala müslümanlara, doğru söyleyin, doğruluğa yapışın ve doğru söyleyenlerle beraber olun buyurmuştur.(23)
Yani bir anlamda, cihaddan geri kalmayıp, cihada katılanlarla beraber olun. Katılmadığınızda da bahaneler uy¬durmayın, diyor Allah.
Elbette ki inananların, sadıklarla yani doğru, adil hakkaniyet sahibi dindaşlarıyla beraber olmaları gerektir. Zaten müslümanlar kardeştirler. Mü'minlerin velileri Allah, Rasulü ve namaz kılıp zekat veren mü'minler olduğu bildirilmiştir(24) Ama yukarıda açık¬landığı şekilde bir rabıta anlayışına ayetten ufak bir gönderme dahi bulmak imkansızdır.
Yusuf Suresi 24. ayetinde de, Mısır azizinin karısının Yusuf’u ayartma çabası karşısında Allah'ın O'na verdiği bir 'burhan' (kesin kanıt) olmasaydı Yusuf(s) 'un da kadına meyledeceği bildirilmektedir. Ama herhangi bir mürit-mürşit ilişkisinden ya da rabıta yapılan bir kişiden söz etmemektedir. Bu burhan, Allah'dan Yusuf’a gelen O'nun uyarıcı bir ilhamı ya da vahiydir.(25)
Ali İmran Sure'sinin 31. âyetine gelince bu ayette de, ‘De ki, eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun..' buyurulmaktadır. Allah ve Rasulü'ne tabi olup O'nun getirdiği nizamı kabul edip, Allah’a çağırısına boyun eğecek mü'minler Allah'ın rızasını kazanacaklardır.
Arvasi'nin eserinde, peygamberimizin, 'hadiseler ve tecelliler karşısında hayrete düşenleri ruhaniyetlere başvurmaya' çağırdığına ilişkin söz asılsızdır. Zaten buna sadece hadis diyerek geçmiştir. Sözde hadisi tanıtıcı hiçbir bilgi ve not yoktur. Diğer taraftan sözün hadis kabul edilmesi için 'keşif ehli'nin ittifakının yeterli olduğu söyleniyor.
Tabiki bu tavır ilmi olmaktan uzaktır ve sadece sözün sahibini bağlar. Diğer taraftan -eğer gerçekse- Hz. Ebu Bekir'in, Resul(s) 'ın ruhaniyetinin helada dahi gözünün önünde dolaşması kadar tabii birşey olamaz. Kalbe doğan ilham ya da hayal bilgi değildir. Herhangi bir gereklilik de doğurmaz.
Allah Resulü(s) de bir beşerdir. Hem de bizim gibi bir beşer ama ne var ki, misyonu farklı: 'De ki şüphesiz ben sizin benzeriniz olan beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim rabbına kavuşmayı umuyorsa artık salih bir amel işlesin. Ve Rabbına ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.'(26)
Allah Rasulü, Rabbından aldığı sözlerle, Allah'dan başka hiç kim¬seden medet umulmaması, hiç kimseye perestij yapılmaması ve hiç bir insanın dinde nüfuz sahibi kılınmaması için mesajlar sunmuş¬tur. 'Ben de sizin gibi bir beşerim' derken Allah önünde O'nun da bir insan olduğunu ama görev açısından farklı olduğunu anlatmak istemiştir. Aksi takdirde İslâm'da da Cennet parselleyen, ahiret emlakçılarının türemiş olması doğal olurdu.
Yani kullar Allah'a yak¬laşmak için aracılara ihtiyaç duyacaklardı. Bunlar da, fakihler, müderrisler, imam- hatipler, veliler, şeyhler, mürşitler, kutuplar olacaktır. Ama İslam, açık seçik olarak bu dindışı adetleri kesinlikle izale etmiştir.
İcma olayına gelince değişik tarikat mensupları degişik fıkhi mezheplerin mukallidi olabilirler. Ya da değişik mezhep mensupları sözkonusu tarikatlara sülük etmiş olabilirler. Bunlar sürekli değişebilecek şeylerdir. Değişmeyen, Allah'ın kitabı'dır. Akabinde Rasulü’nün (s) , dinin esasını tefsire matuf olan örnek yaşantısı gelir.
Hiçbir zaman hakikatler, insan adetleriyle doğru orantılı değildirler. Kaldı ki meşhur dört mezhep imamlarından hiç birinin böyle bir rabıta ve vahdeti vücutla ilgili tasdik edici görüşleri de yoktur. Zaten bu tarihi gerçeklere de ters düşerdi. Zira bu fikirlerin İslam aleminde zuhuru imamlardan epeyce sonradır. Bu imamlardan Ahmed bin Hanbel'in ve O'nun tilmizi İbni Teymiyye'nin, kulları aracı yapmaya delalet edecek en ufak bir davranışa bile tahammülsüz oldukları da iyi bilinen gerçeklerdendir.
Şeyhlerin öldükten sonra da tasarrufta bulunmaları ve müritleriyle beraber olmaları inancı da bir ayrı batıldır. Müslümanlar daha ne güne kadar din yerine hurafelerle yaşayacaklardır. Hangi Kur'ân ayetinde hangi sahih sünnette, kabirdeki çürümüş kemikler¬den bir fayda ummayı mümkün gören bir ifade bulunmaktadır? ... Nedense İslami topluluklar kişiler diriyken değil de, öldükten sonra istimdat etmede epeyce ileri düzeydedirler.
Aslında bu adamlar, dolaylı yollardan Allah Rasulü'nü yalancı saymaktadırlar. Zira, eğer gerçekten mezardaki kemiklerden bir fayda dokunabilirse ve bunun dini bir dayanağı varsa Allah Rasulü açık-seçik söylemeliydi. Hatta, madem ki O, ümmetini çok seven biriydi (ki gerçekten öyleydi) , o halde, öldükten sonra kendisinin de ümmeti darda kalınca imdatlarına yetişeceğini, ölü iken de tasarrufda bulunacağını, gerek zorluk gerekse refah halinde mezarının başına koşup O'na ellerini açmalarını tavsiye etmeliydi. Bunu yap¬madığına göre, bu önemli gizleri çok az sayıdaki sır sahiplerine ifşa ettiğine göre O, (tenzih ederiz) davasına ihanet etmiştir. Bu ise im¬kansızdır.
Arvasi'nin yazılarında, müridlere, şeyhlerine hitaben 'beni de...hesabı görülmüşlerden sayınız' diye yakarmaları salık veriliyor. Aslında hesabı görecek olan yalnızca Allah'tır. O'ndan başka hiç kimsenin hesap görme diye bir yetkisi yoktur. Tabir caizse, dinde hiç kimsenin 'köşe' olmasına izin verilmemiştir ve de olamaz. Peygamber dahi hiç kimsenin hesabını görüp defterini kapatamaz.
Diğer taraftan, müridin şeyhi sürekli gözü önünde tutması, iki kaşının ortasına bakması ve hatta ibadetlerde dahi gözünün önünde tutmasının mantığı ve gerekçesi nedir bilmiyoruz. Namaz sadece Allah içindir. Namaz sadece Allah'ı düşünmenin gereği (huşu) namazda Allah'dan başkasını düşünmek namazın sebeb ve gayesine de aykırıdır. Namazda şeyhi düşünmek Allah'ı düşünme olacaktır. Ama ne yazık ki, gerçekten günlük hayatta bunun örneklerine sıkça rastlıyoruz. Günün belirli saatlerinde ve şeyhlerini hep gözleri önünde canlandıran ehli tarik hanımefendiler, bunu sair mü'mine kadınlara da ısrarla tavsiye etmekte ve batıllarına (şirklerine) bunları da ortak etmektedirler.
Asıl bunun acı tarafı, bunların dine maledilmeleridir. Herkes, istediği kişinin hayalini gözünün önünden ayırmaz, onunla hemhal olur. Şeyhinde fena olur, feyziyle feyzyâb(!) olur, buna kimse bir şey demez. Ama yeter ki bu masallar dine maledilmesin.
SONUÇ
Ne Allah'ın Kitabı'ında, ne de sahih sünnette, sufi kitaplarında karakterize edilen türde düşünce ve inançların İslam'ın genel tevhid ve rububiyet esaslarıyla bağdaşması mümkün değildir. İslam, apa¬çık ve normal akıl standardında anlaşılıp yaşanacak bir dindir. İslam'ı Hint ve Uzakdoğu dinlerindeki gibi ezoterik bir dua dini veya bir yoga mistisizmi derecesine düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Eğer bu Kur'ân bize oyun ve eğlence olsun diye indirilmediyse, teori ve pratiğimizin Allah rızası için Kitab'a uygun olup ol¬madığına bakmalıyız.
İslam'ın en hassas olduğu temalardan biri de ruhbanlık olayıdır. İslam ruhbanlığı tamamen imha etmiştir. İslam'daki irade ve ferdi hürriyet ile ruhbanlık arasında telifi imkansız bir uçurum var¬dır. Tevbe Suresi'nin 31. ayeti, Allah'ın dışında bir takım ruhban ve din adamlarını ilahlar edinenleri şiddetle tekdir etmektedir.
Özellikle, yeniden bir İslam'a yönelişin başladığı zaman da bilhassa genç müslümanların 'dinlerini kimden ve nasıl', din adına ne aldıklarına çok iyi bakmaları gerekmektedir.
Gerçek rabıtanın, sadece Allah ile kurulacak olan olduğunu unutmayalım.
(1) Seyyid Abdulhakim Arvasi, Rabıta-i Şerife, Sadeleştiren: N.Fazıl İst. 1981. 3.Baskı. s.9. (2) a.g.e.,s. 18 (3) İbid, s. 19 (4) İbid, s. 10 (5) İbid, s.10-1 (6) İbid, s.18. (7) İbid, s.26. (8) İbid,s.19. (9) İbid, s.24. (10) İbid, s. 31. (11) İbid, s. 24-25. (12) İbd, s.31. (13) Atman, doğumsuz ve ölümsüzdür, zeval bulmaz. Değişmez ebedidir. Tabiatı saf şuurluluktur. Bölünmezdir. Bir ikincisi olmayan biridir. Bkz. Shankara, Tefrik Etme Hazinesi, Dergah Y.İst. 1976 s.66-67. (14) a.g.e., s. 56. (15) İbid, s. 97-98. (16) İbid, s. 69 (17) İbid, s. 81. (18) İslam Felsefesi Tarihi, İklim Y. İst. 1987- s.192-193. (19) İbni Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri C.:5 s.2268. ^ (20) Süleyman Ateş, Yüce Kur'ân'ın çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Y. İst 1990-s.2,s.518 (21) İbni Kesir, a.g..,C.5, s.2268. (22) Kur’an, İsra 56-57. (23) İbni Kesir, a.g.e. C.: 7, s. 3695-3696. (24) Kur’an, Maide: 55. (25) Mevdudi, Tefhimul Kur'ân, İnsan Y.İst. 1986, C.:2 s.:424. (26) Kur'ân, Kehf: 110.
Y?TE RABITA Rabyta: Ba?lanty, ba?lanty vasytasy, ba?lylyk, tutarlylyk, tertip, düzen, ba?, münâsebet, ilgi; müridin, ?eyhini dü?ünerek, kalbinden dünya ile ilgili ?eyleri çykarmasy, ?eyhi vasytasiyla Hz. Peygamber (s.a.s) 'e ve Allah'a kalbini ba?lamasy anlamynda bir tasavvufî terim. 'Rabyta' Arapça bir kelime olup, 'r-b-t' kökünden türemi? bir isimdir. Ço?ulu 'revâtib'dir. Kur'an'da 'rabyta' kelimesi geçmemekle beraber, kökü olan 'r.b.t' mazi fiili iki yerde, muzarisi olan 'yerbitü' bir yerde, emri ço?ul olarak 'râbitü' ?eklinde bir yerde ve ayny kökten gelen 'ribât' ismi de bir yerde geçmektedir. -(Ashaby Kehf'in) kalplerini (sabyr ve metânetle) ba?la(yyp kuvvetlendir) mi?tik' (Kehf, 14): -'Musâ'nyn annesinin gönlü bombo? sabahlady. E?er biz (va'dimize) inananlardan olmasy için onun kalbini iyice peki?tirmemi? (sabyr ve sükûnete ba?lamamy?) olsaydyk, neredeyse i?i açy?a vuracakty' (Kasas, 10) . -'O zaman sizi, Allah'tan bir güven almak üzere hafif bir uyku bürüyordu; üzerinize sizi temizlemek, ?eytanyn pisli?ini (içinize atty?y kötü dü?ünceleri) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine ba?lamak ve ayaklarynyzy peki?tirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu ' (Enfâl, 11) . Bu ayetlerde geçen 'r.b.t' kelimesi, insany sabyr, sükûnet ve metanette sabit kylmak, ona bu duyguyu vererek itmi'nana kavu?turmak demektir. (ez-Zemah?erî, el-Ke??âf, Kâhire1977, IV,216; el-Beydâvî, el-Envâr, Mysyr 1955,II,3) Bazen de, 'ribât' kelimesi, ba?lanyp beslenen atlar (sava? araçlary) manasyny ifâde etmektedir: -'Onlara (dü?manlara) kar?y gücünüz yetti?i kadar kuvvet ve cihad için ba?lanyp beslenen atlar (sava? araçlary) hazyrlayyn. Bununla Allahyn dü?manyny, sizin dü?manlarynyzy ve onlardan ba?ka sizin bilmedi?iniz, ve hiç haksyzly?a u?ratylmazsynyz' (Enfâl 60) . 'Râbitu' ?eklindeki emrin bulundu?u ayetin meâli de ?öyledir: -'Ey iman edenler, sabredin; direnip (dü?man kar?ysynda) sebât gösterin; üstün gelin; cihad için hazyr ve rabytaly olun' (Âl-i Ymran, 200) . Bu ayette söz konusu olan 'rabyta'nyn ne demek oldu?u hususunda alimlerin farkly yorumlary vardyr. Alimlerin bu husustaki de?i?ik tariflerini ?öyle syralamamyz mümkündür: 1- Atlarla saf ba?layyp tam bir irtibat halinde dü?mana kar?y durmak. 2- Dü?man hudutlaryndaki karakollary beklemek. 3- Allah dü?manlarynyn saldyrysyny önlemek için nöbet beklemek. 4- Bir namazdan sonra di?er namazy beklemek. (et-Taberi, Camiul-Beyân on Te'vili Ayetil-Kur'an, Mysyr 1954, IV, 221 v.d.; el-Kurtubî, el-Camiul i Ahkamil-Kur'an, Mysyr 1967, IV, 323 vd.; er-Razî, et-Tefsirul-Kebir, IX, 156.) Bazylary da bu ayette kastedilen rabytanyn tasavvufî manada oldu?unu söylemi?lerdir. (Muhammed Vehbi, Hulâsetul-Beyân fi Tefsiril-Kur'an, ?ehzadeba?y 1341-1343, III, 289.) Murabata – rabyta iki türlüdür: 1. Yukaryda söyledi?imiz, Yslam ülkesinin synyr boylarynda nöbet tutmak ve dü?mana kar?y uyanyk olmak. Bu mana murabatanyn hakiki manasydyr. 2.Nefsin hilelerine kar?y uyanyk olmak. Bu da murabatanyn mecazi manasydyr. Bu manada olarak Hz. Peygamber (sav) de ?öyle buyurmu?tur: “Bir namazyn ardyndan di?erini beklemek ribat/rabyta kabilindendir”. “Size Allah’yn hatalarynyzy ne ile silece?ini, derecelerinizi ne ile yükseltece?ini söyleyeyim mi? Evet, buyur, söyle dediler. Zor ?artlarda dahi mükemmel bir abdest almak, mescitlere do?ru çok adym atmak, bir namazyn ardyndan di?erini intizar etmek… Y?te ribat/rabyta budur, rabyta budur, rabyta budur” Hz. Osman (radyyalahu anh) anlatyyor: 'Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'y dinledim ?öyle diyordu: 'Allah yolunda bir günlük ribât, di?er menzillerde (Allah yolunda geçirilen) bir günden daha hayyrlydyr.' Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 26; (1667, 1664, 1665): Buharî, Cihâd 73; Müslim, Ymaret 163; Ybnu Mâce, Cihâd 7, Nesaî, Cihâd 39, 6, 39) .Kutub-i sitte: 962 Fadâle Ybnu Ubeyd (radyyalahu anh) anlatyyor: 'Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murâbyt müstesna. Çünkü onun ameli kyyamet gününe kadar artyrylyr. Ayryca o, kabir azabyna da u?ratylmaz.' Tirmizî, Fedâilu'1-Cihad 2,(1621): Ebu Dâvud, Cihâd 16, (2500) . Kutub-i sitte: 963 Kurân-y Kerim’de ve sünnette bulunan bir kavramy Hz. Peygamber’in ve onu izleyenlerin anlady?y gibi anlamak esastyr. Bu ve benzeri kavramlary do?ru anlayabilmek için muhtaç oldu?umuz birinc kural budur. Ykinci kuralymyz ise, syk syk tekrarlady?ymyz gibi ?udur: Ybadetler tevkîfidir, yani Hz. Peygamber tarafyndan sabitlenmi?tir, onlarda hiçbir artyrma ve eksiltme olmaz. Çünkü ibadetlerin neler oldu?u ve nasyl yapylaca?y akyl üstü konulardyr ve bizler ibadetlerden hiçbir ?eyi kaldyramayaca?ymyz gibi, onlary de?i?tiremeyiz ve eklemeler de yapamayyz. Onlar tamamen Mabudun hakkydyr ve onlara müdahale bidat sayylyr. Efendimizin ifadesiyle; “Bütün bidatler dalalettir ve bütün dalaletler de cehenneme götürür”. Rabytacylaryn tevil ettikleri Mâide Sûresi'nin 35'inci ve Tevbe Suresi’nin 119'uncu âyet-i kerîmelerine ili?kin Yslâm âlimlerinin tefsirlerinden örnekler: _1. Ebu Cafer Muhammed bin Cerîr Et-Taberî (Öl. H. 310) 'ye ait Câmi’ul-Beyân Fi Tefsîr'il Kur'ân adly tefsirinden: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «O'na yakla?mak için vesîle arayynyz.» «Diyor ki: O'na, kendisini ho?nut kylacak amelle yakynlyk arayynyz. vesîle kelimesine gelince: (Arapça) faîle veznindedir. ?öyle ki: Ki?i “Filan kese tevessül ettim“ der; Bu, ona yakla?tym demektir. Yine bu cümleden olarak (?air) Antere ?öyle diyor: » «Vardyr sana gençlerde yi?itlerde vesîle, Çek sürmeyi kyna yak madem ki öyle.» Taberî bu açyklamadan sonra bazy hadislerle de yine “vesîle“ kelimesinin, yakynlyk kazanmak için arayy? anlamyna geldi?ini kanytlamaya çaly?maktadyr. b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «Kelamyn manâsy ancak ?udur: » «Allah'yn emir ve yasaklaryna dünyada titizlikle uymak suretiyle ahrette sadyklarla beraber olunuz. (...) Tefsircilerden bazylary da ?öyle demi?lerdir: “Bunun manâsy: Ebubekr ile, Ömer'le, ya da Hz. Peygamber ve muhacirlerle birlikte olunuz.“ Allah onlara rahmet eylesin.» _2. Mu'tezileden Ebulkasym Jârullah Mahmûd b. Omar ez-Zemakh?erî (Öl. H. 538) 'nin, El-Ke??âf An Hakâik'i Gavâmyd'yt-tenzîl adly tefsîrinden: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «Vesîle: Ba?vurulan her araç vesîledir. Yani bir yakynlyk, bir i?, ya da ba?ka bir ?ey... Bundan esinlenilerek emirlere uymak veya yasaklardan sakynmak suretiyle Allah'a yakynlyk için ba?vurulan herhangi bir ?ey demektir.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «Sadyklarla birlikte...» Sadyklar: Niyet, söz ve eylem olarak Allah'yn dininde dürüst davrananlardyr; Veya: “Onlar Allah'a verdikleri sözü yerine getiren kimselerdir.(enbiya 23) âyetinden anla?yldy?y üzere gerek imanlarynda, gerekse Allah' a ve Rasûlüne verdikleri sözde ba?lylyk gösterenlerdir. _3. Fahruddîn-i Râzî (Öl. H. 606) olarak bilinen Muhammed b. Omar b. el-Hasan el-Bekrî'nin Mefâtîh'ul–Gayb ady altynda kaleme aldy?y Tefsîr-i Kebîr'inden: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“O'na yakla?maya yol arayynyz“ Allah'yn yasaklaryny çi?nemekten sakynanlar olunuz; Allah'yn ho?nutlu?unu kazanmak için O'nun emirlerine tevessül ediciler olunuz. » b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“Do?rularla beraber olunuz.“ yani, sava?larda Peygamberle ve ashabyyla birlikte olunuz; Sakyn münâfyklarla birlikte sava?lardan geri durup evlerinizde oturmayynyz.» _4. Kurtubî Tefsiri olarak bilinen Endülüslü Yslâm bilginlerinden Ebu Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (Öl. H. 671) 'ye ait, El-Jâmi' li-Ahkâm'il-Qur'ân adly kaynaktan: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“Ey iman edenler, Allah'yn emir ve yasaklaryna titizlikle uyunuz ve O'na yakla?mak için vesîle arayynyz “: vesîle, yakynlyk kazanmak demektir. (...) Ve vesîle, yakynlyk kazanabilmek için ba?vurulmasy gereken ?eydir.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: « “Do?rularla birlikte olunuz“ Yani, münâfyklarla de?il, Peygamberle beraber çykanlarla birlikte olunuz; Yani, sadyklaryn anlayy?y ve yolu üzere olunuz. Denilmi?tir ki, onlardan amaç peygamberlerdir.» _5. Kady Beyzâvî Tefsîri (Öl. H. 691) olarak bilinen, Nâsiruddîn Ebu Said Abdullah b. Omar el-Baydâvi'nin yazdy?y, Envâr'ut-Tenzîl ve Esrâr'ut-Te'vîl isimli eserden: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ Yani gerek O'na tâatta bulunmak (emirlerini yerine getirmek) , gerekse ma'siyetleri terk etmek (günah i?lemekten sakynmak) suretiyle sevabyny ve yakynly?yny kazanmak için arayy?ta bulununuz.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“Do?rularla beraber olunuz“ Yani yeminlerine ve keza verdikleri söze olan ba?lylyklary bakymyndan, ya da Allah'yn dininde (Allah'a kar?y olan muamelelerinde) gösterdikleri içtenlik ve dürüstlük bakymyndan do?rular (do?ruluktan ?a?mayan insanlar) la birlikte olunuz, (onlar gibi davranynyz.» _6. Medârik'ut-Tenzîl ve Hakâik'ut-Te'vîl ady altynda, Ebu'l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Muhammed en-Nesefî (Öl. H. 701) tarafyndan yazylan ve kysaca Nesefî tefsiri olarak bilinen eserden: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ âyet-i kerîmesindeki (vesîle) :Herhangi bir surette (O'na) yakla?abilmek ve yakla?mayy sa?layabilecek bir i? yapmak üzere ba?vurulan her türlü çaredir. Bu çareler, Allah Teâlâ'nyn ho?nutlu?unu kazanabilmek için tâatlarda bulunmak ve kötü eylemlerden sakynmak anlamynda kullanylmy?tyr.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“Do?rularla beraber olunuz“ Yani, imanlarynda do?ru olanlar gibi olunuz, münâfyklar gibi de?il. Ya da sava?tan geri durmayanlar veya gerek niyet, gerek söz ve gerekse eylem olarak Allah'yn emir ve yasaklaryna uyanlarla birlikte olunuz.» _7. Alâuddîn b. Muhammed b. Ybrahim (Öl. H. 741) tarafyndan yazylan ve Khâzin Tefsiri olarak bilinen Lubâb'ut-Te'vîl Fi Maânit-Tenzîl adly kaynaktan: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ Yani emirlerine uyarak ve ryzasyna eri?ebilecek davrany?larda bulunarak O'na yakynlyk kazanma yollaryny ara?tyrynyz.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“Do?rularla beraber olunuz“ Yani, Peygamber (s) 'e ve arkada?laryna sava?larda ba?lylyk gösterenler ve onlary onaylayanlarla birlikte olunuz; Sava?tan geri kalyp evlerinde oturan ikiyüzlülerden olmayynyz.» _8. Ybn Kesîr Tefsiri (Öl. H. 774) olarak bilinen ve Ebulfidâ Ysmail Ymâduddîn b. Omar b. el-Kethîr tarafyndan yazylan Tefsîr'ul-Kur'ân'il-Azyym adly eserden: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ Yani Onun emirlerine uymak ve O'nu razy edecek i?ler yapmak suretiyle yakynly?yny kazanynyz.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“Do?rularla beraber olunuz“ Yani Muhammed (s) ve arkada?laryyla birlikte olunuz..» _9. Ebu Tahir Muhammed b. Ya’kûb el-Firûzâbâdî (Öl. H. 817) tarafyndan yazylan, Tenvîr'ul-Mikbâs Min Tefsîr'i Ybn. Abbas adly kaynaktan: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ Allah katynda üstün dereceler kazanmak için çarelere ba?vurunuz demektir. Nitekim yararly i?ler yaparak, üstün derecelere nail olmak amacyyla arayy?larda bulununuz denmektedir.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“Do?rularla beraber olunuz“ Yani gerek hazarda, gerek sava? için evden ayrylma syrasynda, gerekse fiilen sava?ta Ebubekr'le, Ömer'le ve onlaryn dâvâ arkada?laryyla birlikte olununuz.» _10. Kanûnî döneminin ünlü ?eyhülislâm Ebussuûd el-Ymâdî (Öl. H. 982) 'nin yazdy?y Yr?âd'ul-Akl'is-Selîm Yla Mazâyâ'l-Kitab'il-Kerîm adly tefsirden: a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «Ey Ymân edenler! Allah'dan sakynynyz.» «Can almanyn ve bozgunculuk yapmanyn ne deh?etli hadiseler oldu?u (önceki âyetlerde) anlatyldyktan sonra; Ykisinin hükmü açyklandyktan ve cinâyet i?leyenin tevbe etti?i takdirde Allah'yn onu ba?y?layaca?yna i?aret edildikten sonra; sakynylmasy gereken can alma ve fesat çykarma gibi Allah'a ba?kaldyry sayylan eylemlerden uzak durmak; ruhlary ya?atmak ve bozgunculu?u bertaraf etmek gibi tedbirler almak; bununla birlikte tevbede acele etmek suretiyle mü'minlerin her hâlükârda Allah'yn öfkesinden sakynmalary emrolunmu?tur.» «Arayynyz» «Yani kendiniz için arayynyz.» «O'na» «Yani O'nun verece?i sevaby kazanmak ve O'na yakla?mak için» «Vesîle -arayynyz-» «Vesîle: (Arapça) Faîle veznindedir ve Allah'a yakynlyk kazanmak için emirlere uymak ve yasakly ?eyleri byrakmak anlamyna gelir.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «Ey Yman edenler! » «Burada hitap geneldir. Bütün tevbekârlar öncelikle buna dahildir. Bununla birlikte, özellikle Tebuk Seferi’ne katylmaktan kaçynanlaryn amaçlandy?y söylenmektedir.» «Allah'dan sakynynyz.» «Gerek i?leyece?iniz, gerekse byrakaca?ynyz her ?eyde (Allah'dan sakynynyz.) Öncelikle sava?lar konusunda Hz. Peygamberle olan ili?kiler bu hitabyn kapsamyna girmektedir.» «Ve sadyklarla birlikte olunuz.» «Ymanlarynda ve verdikleri sözde (onlarla) beraber olunuz. Ya da Allah'yn dini ile ilgili olarak (genel anlamda) : niyette, sözde ve eylemde onlarla birlikte olunuz; veya her konuda (do?rularla beraber olunuz.) Veyahut tevbelerinde ve ba?lylyklarynda onlarla birlikte olunuz. Bu takdirde amaç, ?u üç ki?i ve benzer durumda olanlardyr.» ** Bütün bunlara ek olarak bir de ?iî (Ca'ferî) Mezhebi'ne mensup ulemâdan Ayetullah Nasyr Mukârim ?irâzî ba?kanly?ynda bir heyet tarafyndan hazyrlanmy? bulunan Tefsîr-i Numûne adly eserden söz konusu iki âyet-i kerîmenin yorumu a?a?yda sunulmu?tur. a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «Ey iman edenler! Allah'dan sakynynyz ve O'na (yakynlyk kazanabilmek için) vesîle arayynyz.» «Ey iman edenler! Sakynmayy kendinize huy (kural, aly?kanlyk) edininiz ve Allah'a yakla?abilmek için kendinize bir vesîle seçiniz.» b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «Ey iman edenler! Allah'dan sakynynyz ve sadyklarla beraber olunuz.» «Ey iman edenler! Allah'yn emrine (muhâlefet etmekten) sakynynyz ve sadyklarla beraber olunuz.»
__ Y?te Nak?ibendîlerin, tezlerini kanytlamak için ileri sürdükleri iki âyet-i kerîmenin gerçek ve özlü açyklamalary bunlardyr. Bu açyklamalar,dünyadaki Müslüman ço?unlu?un güvendi?i ve saygy duydu?u, ayny zamanda ilim adamlarynyn ba?vurdu?u tefsirlerin ba?ynda gelen ve yukaryda adlary geçen kaynaklardan aktarylmy?tyr. Ancak ne hayret verici bir husustur ki, kitap ve sünnet çizgisinden sapmy? olan ?iîler ve Mu'tezilîler bile (yukarydaki örneklerde görüldü?ü üzere) bu iki âyet-i kerîmeyi tefsir ederlerken ki?isel yorumlaryny ortaya koymaktan âdetâ dikkatli bir ?ekilde sakynmy?lardyr. Buna kar?yn, Sünnilikte kimseye syra vermeyen tarîkatçylar Allah'yn yüce kelâmyna istedikleri her anlamy yaky?tyrmaktan çekinmemi?, üstelik bu yorumlaryny günümüzde bir kitap haline getirmek suretiyle de cür'et ve pervâsyzlyklaryny sergilemi?lerdir. Görüldü?ü üzere yukarydaki tefsirlerin hiç birinde ne kelime olarak, ne de kavram olarak «râbyta» denen bir ?eyden söz edilmemektedir. Özellikle burada ?u noktayy hatyrlatmakta yarar vardyr ki Kurân-y Kerîm'in bütün âyetleri birer nedene ba?ly olarak inmi?lerdir. Bunlardan bazen birkaçynyn ini? nedeni aynydyr. Bu nedenlere Yslâm'yn akademi dilinde «Esbâb-y nüzûl» denir ve bu konu o kadar önemlidir ki Kur'ân ilimleri arasynda bir bilim daly olmu?tur. Bu bran?, âyetlerin ini? nedenlerini incelemekte, bir, ya da birkaç âyetin birden inmesine sebep olu?turan hadiseleri açyklamakta, bazen ilgili yer ve ki?iler hakkynda da bilgi vermektedir. Daha ziyade hadisten deste?ini alan bu ilim dalynda örne?in, Eb’ul-Hasan Ali b. Ahmed el-Vâhidî, ve Celalüddîn Abdurrahman es-Suyûtyy gibi Yslâm âlimleri de?erli eserler vermi?lerdir. Y?te yukaryda sözü edilen iki âyet-i kerîmeyi bu açydan da ele aldy?ymyz zaman görmü? oluruz ki her birinin belli bir ini? nedeni vardyr.Bu nedenlerin ise râbyta diye bir ?eyi ça?ry?tyracak hiç bir yany yoktur. Evet Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi de -kaynaklara bakylacak olursa - ondan önceki iki âyet ve sonraki iki âyetle birlikte be? âyet olarak ayny olay hakkynda birbirlerini tamamlayycy ?ekilde inmi?lerdir.
Rivâyet edildi?ine göre Ukl ve Urayna Kabîleleri'nden bir topluluk Medîne'ye gelerek Hz. Peygamber(s) 'i ziyaret etmi? ve Müslüman olmu?lardy.Çölün mahrumiyetinden ?ikâyette bulunan bu adamlara Allah'yn Elçisi ilgi göstermi?, hem Yslâm'a ysynmalary, hem de dinlenmeleri için onlary Medîne dy?ynda havadar bir yerde a?yrlamak istemi?ti. Ne var ki bu vah?i çöl adamlary konuklandyklary bu mevkide bir süre kalyp rahatladyktan sonra Hz. Peygamber (s) tarafyndan onlara, sütünden yararlanmalary için tahsis edilmi? olan deve sürüsünün çobanyny öldürmü?, develeri de alyp kaçmy?lardy. Y?te Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi, yakalanan bu canilere uygulanacak cezayy bildirmek üzere inerken, bu münasebetle sava?larda dü?mana kar?y nasyl davranylaca?y ve Allah'yn ho?nutlu?unun (ba?ta cihad olmak üzere) çe?itli hayyrly amellerle nasyl kazanylaca?y hakkynda 34. 36. ve 37'nci âyet-i kerîmeler de (belki bu ilgiyle ve) bir çe?it tamamlayycy bilgi olarak inmi?lerdir. Hiç ku?ku yok ki Kurân-y Kerîm, tüm be?eriyet âlemine ça?lar üstü bir ilâhî mesaj olarak gönderildi?i için âyet-i kerîmeler (gerek ini? sebeplerine göre, gerekse ta?ydyklary çok yönlü mânâ ve hikmetlere göre) her devirde insanlara, özel ve genel hayatlarynda y?yk tutacak ve yollaryny aydynlatacaktyr. ?u var ki bazy âyetler çok genel anlamlar ta?ymaktadyr. Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi gibi. Burada Allah Teâlâ'nyn bizden istedi?i ?ey: O'na yakynlyk kazanmak için her yararly i?e sarylmak ve bütün hayyrly yollary denemektir. Çünkü bu âyet-i kerîmedeki «vesîle» araç demektir. Öyle ise Rabb'imizin yakynly?yny ve ho?nutlu?unu bizim için sa?layacak olan her ?ey, bu âyet-i kerîmenin kapsamy içine girmektedir. ?u halde âyet-i kerîmedeki bu synyrsyzly?y inkâr edercesine onu syrf râbyta için bir kanyt olarak ileri sürmek; ya da genelli?ini kabul etmekle beraber hiç bir alâka yokken onu râbyta ile ili?tirmek ve hele bütün bunlaryn ötesinde, (kayna?yny Budizm'den aldy?y ve Yslâm'a zaman içinde yamandy?y bütün çyplakly?yyla ortada bulunan, üstelik bir Hind meditasyonundan asla ba?ka ?ey olmayan) râbytayy me?rula?tyrmak için bu âyet-i kerîmeyi alet etmek, iki ihtimali ortaya getirmektedir: Birinci ihtimal: Yslâm'y çarpytmak ve onu içeriden çökertmek için amaçly dü?manlyktyr ki bu ihtimali râbyta yapanlar ve yaptyranlar için dü?ünmek (ileride ayryntylaryyla açyklanaca?y üzere) mümkün de?ildir. Ykinci ihtimal: Bilgisizlik, ya da bilgi yetersizli?idir; Buna ba?ly ?artlanmy?lyk altynda gösterilen direni? ve inattyr. Yani bu i?, esasen akylly bir dü?manyn marifeti olmasa gerektir. Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmesine gelince, bu da yine tefsir âlimlerinin tesbitine göre Hz. Peygamber (s) 'in H. 8/M. 630 yylynda tertip buyurdu?u Tebuk Seferi'ne katylmaktan bilinçli olarak geri kalan ?air Kâab b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mirâra b. Rabi' adlaryndaki üç zat hakkynda inmi?tir ki zaten bundan önceki âyette (yani Tevbe Sûresi'nin 118'inci âyet-i kerîmesinde) adlary açyklanmamy? olsa bile bu asker kaçaklarynyn üç ki?i olduklary ifade edilmektedir. Dolayysyyla âyetin ini? sebebi berrak bir ?ekilde ortadadyr. ?imdi, bu âyet-i kerîmeyi ba?ka yönlere çekenlerin iman, akyl, bilgi ve ahlâk bakymyndan hangi derekelerde bulunduklaryny bir kez daha te?his edebilmek için onu, önceki iki âyetle birlikte tekrar incelemeye çaly?alym. Evet Allah Teâlâ, Tevbe Sûresi'nin,117. 118 ve 119'uncu âyet-i kerîmelerinde meâlen ?öyle buyurmaktadyr: Âyet- Tevbe 117: «Gerçek ?u ki Allah, Peygamber (s) 'i ve O'na o zor saatte uyan muhacirleri ve ensâry ba?y?lady. Yçlerinden bazylarynyn kalpleri kaymaya yüz tutmu?ken yine de onlaryn tevbesini kabul etti. Çünkü O, onlara kar?y ?efkatli ve esirgeyicidir. Âyet- Tevbe 118: «Keza seferden kendilerini geri byrakan o üç ki?inin de tevbesini kabul etti. Dünya bütün geni?li?ine ra?men onlaryn ba?yna daralmy?ty. Canlary sykyldykça sykylmy?, ancak Allah'a sy?ynmaktan ba?ka çareleri olmady?yny anlamy?lardy.(Nihâyet) tevbe etsinler diye Allah onlaryn tevbesini kabul buyurdu. Çünkü elbette tevbeyi kabul eden ve elbette ki esirgeyen Allah'dyr.» Âyet- Tevbe 119:«Ey iman edenler! Allah'yn emir ve yasaklaryna titizlikle uyun ve do?rularla beraber olun.» Görüldü?ü üzere son âyet, öncekileri âdetâ tamamlayycy bir anlam sergilemekte ve çok genel bir mesaj vermektedir. Dolayysyyla bu olayyn gerek o günün ?artlarynda uyandyrdy?y izlenimler ve sebep oldu?u olumsuzluklar, gerekse dünya durdukça meydana gelecek benzerlerinin neden olabilece?i sonuçlar bakymyndan bu âyette bizlere yöneltilmi? o kadar büyük bir uyary vardyr ki bu noktayy bilinçli olarak göz ardy edip onu Hind kaynakly bir meditasyon uygulamasyna kanyt göstermek, Allah'yn yüce kitabyny alaya almaktan ba?ka bir ?ey de?ildir! Bu ise ister bilgisizlik, isterse bir hamâkat eseri olsun, bir yanly?lyk ya da mazeret olmaktan uzaktyr. Ba?ta Halid Ba?dâdî olmak üzere bu ?ahyslar, me?rulu?unun da ötesinde onun kaçynylmaz gereklili?ini, hatta râbytanyn, kayna?yny Kurân-y Kerîm'den ve Rasulullah (s) 'yn sünnetinden aldy?yny kanytlamak için ola?anüstü çaba sarf etmi?lerdir. Râbytaya bazy izahlarla belli bir boyut kazandyranlar, yakyn tarihte ya?amy? olan Nak?ibendî ?eyhleridir. Rabyta tanymlaryndan ba?lycalary ?unlardyr: Halid Ba?dâdî'ye mal edilen açyklamada ?öyle denilmektedir: «Tarîkatta râbyta: Mürîdin, Allah'da fânî (Fânî olmak: Bir tasavvuf terimidir. Sûfîler arasynda genel olarak «Allah'da fânî olmak» ya da «fenâfillâh» ?eklinde de ifade edilmektedir) olmu? bulunan ?eyhinin ?eklini hayâlinde sürekli canlandyrmasyyla onun rûhâniyetinden yardym istemesi (Tarîkatlaryn hemen tamamynda ve özellikle Nak?ibendî Tarîkatynda çok önemli bir inany? ?ekli olan «Rûhâniyetten istimdâd» ya da günümüzün Türkçe’siyle (Evliyalaryn ruhundan yardym dilemek) , kayna?yny Animizm'den alyr. «Animizm, atalaryn ruhlaryna tapma esasyna dayanan politeist bir inançtyr.») demektir. Bu da mürîdin edeplenmesi (saygyly olmaya aly?masy) ve typky ?eyhinin yanynda bulunuyormu? gibi gyyabynda da ondan feyiz alabilmesi için lüzumludur. Çünkü mürîd, ?eyhinin ?eklini hayâlinde canlandyrmakla ancak huzur bulur, nurlanyr ve bu sayede çirkin davrany?larda bulunmaktan sakynyr. (Halid Ba?dâdî, Risaletun fi Tahkyyk’yr-Râbita (Ra?ahât'yn kenary, s. 221-232)) » Ki?i do?rudan do?ruya Allah'y dü?ünür, bir nevi Allah ile manevi bir ba? kurar ve hep O'nunla beraber oldu?unu tasavvur eder. Bu ?ekilde manevi bir ba? kuramazsa, ba?ly bulundu?u mür?idini dü?ünür. Onun ba?ly bulundu?u ?eyhlerin silsilesi ile Hz. Muhammed (s.a.s) 'e ula?yr. O'nun vasytasy ile de Allah'a ula?yr ve O'nunla manevi ba? kurar. Tasavvuftaki rabyta, bu ?ekilde dolayly yoldan Allah'a gitmek ve aracylar vasytasyyla O'nunla manevi ba? kurmaktyr. Do?rudan Allah ile manevi irtibat kuramayanlara bu ?ekildeki rabyta tavsiye edilmi?tir. Aksi hallerde buna lüzum görülmemi?tir. (M.Halid,Rabyta hakkynda risâle,Ystanbul 1924,s.238; Selçuk Eraydyn, tasavvuf ve Tarikatlar, Ystanbul 1990,s.447) Muhammed Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde ?öyle buyuruyor: Rabytanyn en üstün derecesi,iki gözün arasynda olan hayal hazinesi ile mür?idin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasyna bakmaktyr. Zira orasy feyiz kayna?ydyr. Ondan sonra mür?ide kar?y kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kylmak üzere, mür?idin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yava? yava? indi?ini dü?ünüp,senin de pe?inden yava? yava? oraya akty?yny ve indi?ini hayal ederek,?eyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir (Ruhu'l-Furkân cII,s 79) Bunu da ?u söze dayandyrmaktadyrlar: “Hz Ebubekr radyyallahu anh kaza-i hacet (tuvalet) için Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden hali bir yer bulamady?yndan, bu durumu Efendimiz’e ?ikayet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi” yani Hz. Ebubekir tuvalette, ihtiyacyny kar?ylarken bile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi hayal ediyordu. Tabi bu durum ne derece delilleri olur ayry bir konu çünkü çok sevdi?i ki?inin hayali insanyn gözünün önünden gitmez. ?air, sevgilisi için “Gündüz hayalimde, gece dü?ümde” diyor. Bu gayet normaldir. Hz. Ebubekir, hz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi çok sevdi?i için tuvalette bile aklyndan çykaramady?yny ifade etmektedir. Tarif edilen rabytayla bunun bir ilgisi yoktur.Sebebi ise Rabyta syrasynda ?eyhin ruhaniyetinin müridin yanyna geldi?ini iddia etmektedirler. ?eyhin ruhaniyeti müridin yanyna nereden geliyor ki mürit ondan yardym istesin? Hz. Ebubekir (r.a.) efendimiz, tuvalette iken bile Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizi ister istemez aklyna hayaline geldi?ini, bunda da bir sorumluluk olup olmady?yny sordu?unda Rasulullah (s.a.v) efendimiz bunun fytri bir ?ey oldu?unu, önüne geçilemeyece?ini, bir vebali olmady?yny bildirmi?tir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ise Rasulullah (s.a.v) ben de senin tuvalette beni hayal etti?ini, dü?ündü?ünü biliyorum, sana yardym ediyorum, nerede ne yapty?yndan haberdarym dememi?tir! Ki?inin annesini, babasyny, evladyny, ö?rencisini,?eyhini, i?ini vs dü?ünmesi hatyrlamaktyr. Rabyta de?il. Çünkü rabyta da kar?ylykly dü?ünme ve haberdar olma yardymla?ma ve ne yapty?yndan haberdar olmak anlatylmaktadyr! Y?te bu tür sapkyn anlayy?larda ?eyhinin kendini her halde iken gördü?ünü sanan cahil softalar tuvalet ve banyoya bile günlerce girememektedirler. Allah c.c. akyl fikir ve sahih bir itikat versin. Rabyta syrasynda ?eyhin ruhaniyetinin müridin yanyna geldi?ini iddia etmektedirler. Buna delil olarak ta ?u ayetin tefsirini yaparak verirler: '(Yusuf aleyhisselam kasytsyz olarak, elinden gelmeyerek) ona (Züleyha'ya) meyletti. Rabbisinin burhanyny (delilini) görmeseydi, (o meyline göre hareket edebilirdi) . (Yusuf 24) Yakup aleyhisselamyn ruhaniyyetinin, ?a?kynly?yndan parmaklaryny ysyrmy? oldu?u halde Yusuf aleyhisselama gözükerek “O kadyndan sakyn.” dedi?ini açyklamy?tyr. Bunu da kendi kitaplaryna Müfessir Zemah?eri böyle açyklady diyerek kitaplaryna koymaktadyrlar. (Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 65,66.) Halbu ki Zemah?eri böyle diyenler var diyerek onlary ele?tirmek için yazmy?tyr. Çünkü Zemah?erinin konuyla ilgili ayetin tefsirinde aynen ?u ifadeler bulunmaktadyr: “Bu ve bunun gibi ?eyler hurafeci zorbalaryn tutunduklary ?eylerdir. Allah Teâlâ’ya ve peygamberlerine iftira bunlaryn dini olmu?tur...” (Mahmut b. Ömer ez-Zemâh?erî, el-Ke??âf, c. I, s. 467, el-Matbaat'ü?-?arkiyye.) Biraz dü?ünülse bunun Yusuf Suresindeki ba?ka âyetlere de aykyry oldu?u görülür. Bir âyette ?öyle buyuruluyor: “(Yakup) Onlardan yüz çevirdi Vah Yusuf’um vah! ” dedi. Üzüntüden iki gözüne de ak dü?tü. Kederi içine gömülüydü.“ (Yusuf 84) Bu olay, Hz. Yusuf’un, Mysyr’a gelen karde?lerinden Bünyamin’i, hyrsyzlyk bahanesiyle alykoymasyndan sonra olmu?tu. E?er Bünyamin'i Hz. Yusuf'un alykoydu?unu bilseydi Hz. Yakub, böyle üzülür müydü?
Râbytayy Kanytlamada Nak?ibendîlerin Kullandy?y Uslûp Kusheyrî ve Gazalî gibi iyi e?itim görmü? nadir ?ahsiyetler istisna edilecek olursa esasen bütün tasavvufçularyn anlatym ve açyklama tarzlary peri?an, rasgele ve da?ynyktyr. Bu durum elbette ki Nak?ibendîler için de aynen söz konusudur. Genellikle bütün yazyp çizdiklerinde ve özellikle râbytaya ili?kin olarak kaleme aldyklary mektup ve kitapçyklarda bir anlatym manty?yna rastlamak mümkün de?ildir. Bu nedenle, yazylarynda hiç bir metod ve disiplin yoktur. Hiç ku?ku yok ki anlatym manty?ynyn temeli diyalektik kurallar üzerinde kuruludur. Çünkü kanytlamak, ilim kaynaklaryna akylcy yollardan ba?vurmak suretiyle gerçekleri belli bir açyklama düzeni ve mantyk silsilesi içinde ortaya çykarma sanatydyr. Bu sanatyn icrasynda e?er tez ile kanyt arasynda hiç bir ilgi ortaya konamazsa, ya da bu iki ?ey arasynda herhangi bir ilgi yokken bunun var oldu?u yolunda kuru bir inat sergilenirse bunda artyk bir anlatym manty?y aramak abes olur. Do?rusu böyle bir tutuma, müzmin bir megalomani tezahürü demek daha do?ru olur. Nitekim râbyta konusunda Nak?ibendîlerin sergiledi?i inat aynen böyledir. Y?te örnekleri: Son dönem Nak?î ?eyhlerinden Ysmet Garibullah râbytasyz çaly?an insanyn deli oldu?una kesin ?ekilde hükmetmekte ve bu konuda aynen ?unlary söylemektedir: «Bin yyl olsa ah vah syrr-u celî, Hakka vasyl kimsenin olmaz dili; Manevi sohbetle vasyl her velî; Râbytasyz sa'yeden mutlak deli.» (Risâle-i Kudsiyye s. 95) Demek ki bir insan e?er gidip bir Nak?î ?eyhine ba?lanmamy?sa ve tabiatyyla “mür?idsiz oldu?u için“ böyle birinin ?eklini de zihninde canlandyrmaksyzyn çaly?yyorsa (yani ibâdet ediyorsa!) o insan, Ysmet Efendi'ye göre mutlak surette delidir! Bu konudaki kanyty da aynen, kendisinden önceki ?eyhlerin ileri sürdü?ü gibi Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyetidir (!) (Risâle-i Kudsiyye s. 92) Bir ba?ka örnek de Halid Ba?dadî'ye mal edilen Risâle-i Hâlidiyye tercümesindeki ?u ifadelerdir: «E?er denilirse ki râbytaya delil-i sâbit var mydyr? Biz deriz ki: –Naam, (yani evet) kitab ve sünnet ve kyyas ile delil sabittir. Emma kitâb ile sübûtu, Hak Teâlâ'nyn “ve'bte?û ileyhi'l-vesîlete' kavl-i ?erifidir.»(maide35) (Risâle-i Hâlidiyye tercümesi S. 11) Ne ilginçtir ki Nak?ibendîler bu kitabyn Halid Ba?dâdî'ye ait olup olmady?yny bile ?imdiye kadar kanytlayamamy?lardyr. Çünkü bu kitapçyk onlaryn iddiasyna göre Ba?dâdî tarafyndan yazylmy? olan Arapça bir metnin tercümesidir. Bu metnin nerede oldu?u hakkynda ise hiçbir ?ey söylememektedirler. Hal böyle iken râbytanyn, sözde Allah'yn kitabynda ve Rasulullah (s) 'yn sünnetinde sabit delilleri bulundu?unu bu kitapçy?a dayanarak söylemektedirler! Allah'yn kitabyndan, davâlaryna kesin birer delil olarak ileri sürdükleri Tevbe Sûresi'nin 119'uncu ve Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmelerinden râbyta diye bir anlam çykarmak, Nak?ibendîlikteki mantyk iflasynyn sadece bir tek kanyty de?il, görüldü?ü üzere bu dü?ünceyle sergiledikleri anlatym üslûbu da onlaryn ilim divanynda ne duruma dü?tüklerini açykça ortaya koymaktadyr. Bir tarîkat ?eyhine ba?lanmayy, ondan sonra da belli bir ?ekilde hareketsiz oturup o insany zihinde canlandyrmayy ve onun (her ne demekse) rûhâniyetinden medet ummayy bu iki âyet-i kerîme ile açyklamaya çaly?mak acaba hangi ilgiyle mümkün olabilmektedir?
_ Râbytanyn Tarihi ve Kaydetti?i A?amalar Râbyta ne kadar bir geçmi?e sahiptir, ya da bugünkü anlamda ilk kez ne zaman söz konusu edilmi?tir? Bu inany? tarzy kim ya da kimler tarafyndan Nak?ibendî doktrinine yerle?tirilmi?tir? Aslynda bu ve benzeri sorularyn cevabyny Nak?ibendî Tarîkaty'nyn, kaydetti?i evrimin aky?y içinde aramak lazymdyr. Çünkü bizzat bu tarîkatyn ruhanileri ve ileri gelenleri tarafyndan bu konuda söylenmi? olan sözlere bakylacak olursa Tarîkat, tarih boyunca a?amalarla çe?itli adlar almy? ve içinde faaliyet gösterdi?i muhitlerin gelenek ve anlayy?laryyla yeni yeni içerikler kazanmy?tyr. Müteveffa eski A?ry Milletvekili ve «Do?u»'nun ünlü Nak?î ?eyhlerinden Muhammed el-Küfrevî'nin torunu ve O'nun temsilcisi Kasym Kufraly (Küfrevî) , 1949 yylynda yazdy?y «NAK?YBENDÎLY?YN KURULU? VE YAYILI?I» adly eserin önsözünde aynen ?unlary söylemektedir: «Ylk ?eyhlerinin Türkistan ve Maverâünnehrli olmalary dolayysyyla Nak?ibendîli?e bu muhitin anane ve âdetleri de girmi?ti. Tesirleri türlü ?ekillerde tezahür eden bu gelenekler dolayysyyla Nak?ibendîli?in Türk fikriyâty bakymyndan da tetkiki gerekiyordu.» Nitekim Kasym Kufraly bunlary tetkik etmi?, (incelemi?) ve birço?unu ortaya çykarmy?tyr; ki bunlaryn en önemlisi Nak?ibendî Tarîkaty'nyn hangi tarihlerde kuruldu?u konusudur. Çünkü Nak?ibendîler, «Silsile-i Sâdât» diye adlandyryp, birbirine ba?ladyklary birkaç düzine insandan olu?an hayâlî bir tarîkat zinciri aracyly?yyla bu te?kilaty her ne kadar Hz.Ebubekr'e kadar ba?lyyorlarsa da Kufraly bunu âdetâ yalanlarcasyna (yine bu kitabynyn önsözünde) ?unlary kaydetmektedir: «Mevcut eserlere dayanylarak Nak?ibendîli?in teessüs tarihi Gazneliler zamanyna kadar çykaryldy?y için, tarîkatyn bu hanedân zamanyndan itibaren hakiki hüviyetini ihraz etmeye ba?lady?y, Hâce (Bu kelime Farsça’dyr. Efendi, reis, ö?retmen, ba?kan ve önder gib) Yusuf el-Hemedânî devrine kadar geçirdi?i istihâle tetkike mebde' ittihaz edilmi?tir.» Nak?ibendîli?in âdetâ cenneti haline getirilmi? bulunan Türkiye'de «bu tarîkatyn ba?lylary, neden son zamanlarda râbyta üzerinde titizlikle durmaya ba?ladylar? » sorusuna gerçek anlamda bir cevap bulabilmek için bu tarîkatyn tarihini irdelemekle ancak mümkün olabilecektir. Her ne kadar Nak?ibendîli?in tarihi amaç de?ilse de konunun ana çekirde?ini olu?turan râbyta hakkyndaki ayryntylaryn su yüzüne çykarylabilmesi açysyndan bu mistik akymyn geçmi?ini biraz e?elemek burada az çok önem ta?ymaktadyr. Nak?ibendîli?in, genelde Türklere mahsus bir Yslâm modeli oldu?unu söylemek yanly? olmaz. (Syrf Kurân-y Kerîm'e ve Rasulullah (s) 'yn Sünnetine ba?ly Müslüman azynly?yn dy?ynda kalan) Anadolu’daki hemen bütün Türkler, bilerek veya bilmeyerek Yslâm’y bu model içinde benimsemi?lerdir. Hatta ve hatta Türkiye'deki «dindar» Kürtler’in, Melez Araplaryn ve di?er Müslümansy azynlyklaryn da Yslâmî anlayy?y, egemen kitle olan Heterodoks Sünni Türklerin etkisi altynda Nak?ibendîle?mi?tir. Bu bakymdan kurallaryyla, âyinleriyle ve dy? dekoruyla topluma a?ylady?y zihniyet ve ona verdi?i yön bakymyndan, Nak?ibendîli?in serüvenini ara?tyrarak râbytanyn tarihi hakkynda tesbitler yapmak daha do?ru olur. Bu tarîkatyn gerçek anlamda Türklerin milli dini oldu?unu en çarpycy ?ekilde kanytlayan a?a?ydaki sözlerin bizzat ?ah-y Nak?ibend tarafyndan söylendi?i Nak?ibendîli?in en güvenilir bir kayna?ynda yer almaktadyr. «Ol hâby ana dedim. Buyurdular ki: ' Ey o?ul! Sana me?ayih-i Türkden nasib eri?se gerektir.»(Nefehât Ter) Nak?ibend'in, gördü?ü bir rüyayy büyükannesine anlatty?y zaman O'nun, bu dü?ü nasyl yorumlady?yny anlatan yukarydaki sözler bugünkü Türkçe ile ?öyledir: «O rüyayy ona söyledim. Buyurdular ki: ' –Ey o?ul! sana Türk ?eyhlerinden bir pay ula?sa gerektir. » Yani Türk ?eyhleri seni e?itecek ve sana yön vereceklerdir. Bu iki cümleden bile çok rahatça anla?ylmaktadyr ki: Türklük ideali, Nak?ibend'in do?du?u ta Miladî 1318 yyllaryndan itibaren Yslâm'y syrf bu millete mahsus bir din kalybyna dökmek için Nak?ibendî Tarîkaty'na çok önemli bir rol yüklemeye ba?lamy?tyr. Bu ipucundan hareketle iz sürülürse çok net bir ?ekilde görülecektir ki do?rudan do?ruya Yslâm'y Kur'ân'dan anlamak ve O'nu, orijinal nitelikleriyle alyp hayata geçirmek, daha o zaman Türkün milli idealine sy?mamy?tyr. Çünkü tarîkat kapysyndan girerek Yslâm'la tany?an Türk insany, genellikle «Ben önce Türküm, ondan sonra Müslümanym» diye dü?ünmü?tür. Bu özellik ayny zamanda Yranlylar için de söz konusudur. Nitekim, Yranlylar için ?iîlik, nasyl ki bir Yslâm modeli haline gelmi?se Türkler için de Nak?ibendîlik bir Yslâm modeli haline gelmi?tir. Bu nedenle, Yranly ?iî’nin vicdanynda «Âyetullah» denen kutsal ki?ili?in yeri ise Nak?ibendî Türkün vicdânynda da «Efendi Hazretleri»'nin yeri odur. Ary Yslâm'yn eski Türkler arasynda salt bir Arap dini olarak algylanmy? olmasy gibi çok güçlü bir ihtimalin varly?yny e?er dü?ünecek olursak, elbette ki dil ve kültür farklylyklaryndan kaynaklanan bir takym sorunlaryn, Yslâm'yn Nak?ibendîle?tirilmesinde büyük etken olu?turdu?una da inanmamyz gerekir. Dolayysyyla «Alternatif bir Yslâm ?ekli»'nin elde edilebilmesi için elbette ki çe?itli malzemelere gereksinim vardy. Nitekim eski Türk rûhânîlerinin yapty?y i?, bu malzemeleri bulmak olmu?tur. Y?te bunlardan biri de «râbyta»'dyr. ?unu da bilmeliyiz ki, tasavvuf diye anlatylan ?ey; bir hal, Yslam’yn daha dikkatli ve hassas ya?anma biçimi; zikir, zühd, ibadet ve tefekkür olarak Hz. Peygamber’den beri var olan bir ya?ama biçimi {olmalydyr. Ybadeti yalnyz Allah'a has kylmak ise} Yslam’yn ta kendisidir. Tarikatlar ise –Kitap ve sünnet çizgisinde kaldyklary sürece- tasavvufun mektepleri ve mezhepleridirler. Ancak rabyta tasavvufun ?artlaryndan de?ildir ve tasavvufun ehli sünnet çizgisinde ya?andy?y ilk yüzyyllarynda da onda bu anlamda bir rabyta hiç olmamy?tyr. Sevginin, ba?lyly?yn, karde?li?in, ittibayn rabyta diye anlatylmasy da elbette isabetli olmaz. Dolayysyyla rabytayy kabul edip etmemekle, tasavvufu kabul edip etmemek farkly ?eylerdir. Bazy tarikatlerdeki güzel sanylan insanlaryn hatyry için rabytayy da onlaryn anlady?y gibi kabul etmek isterdik. Ancak Yslamyn ve hakikatyn hatyry daha büyüktür ve buna kar?y saygysyzly?y hiç göze alamayyz, bu sebeple de dini bir delile dayanmayan bir uygulamayy red ederiz! Bu noktada ?unu da zikretmeliyiz ki, tasavvuf bu günkü hali itibariyle bir Rabbani alimlere muhtaçtyr. Nasyl onlar zamanynda tarikatlar Yslam’dan çok uzakla?my?lardy ve o bu konuda bir tecdid gerçekle?tirip, onlary tekrar Sünni ve Kurânî çizgiye oturttu ise, bu gün de bunu yapacak birisine ?iddetle ihtiyaç vardyr. Çünkü ço?u tarikatlar bu gün ya cehalet ve sapmalaryn, ya da sahtekarlyk, derin ili?kiler ve düzenbazly?yn hakim oldu?u karanlyk odaklardyr. Ancak tecdid, teceddüt ve yeniden Kurânî çizgiye gelme ihtiyacynyn umumi oldu?unu ifade ediyoruz
****************** Resim kullanarak Rabyta Yapmak Tasavvufta rabyta denince, Nak?iler tarafyndan (Yani Hz. Peygamber’den yakla?yk 700 sene sonra) geli?tirilen bir disiplin akla gelir. Mürit ?eyhini sevecek, ona kalben ba?lanacak, buradan Hz. Peygamber’e, oradan da Allah’a ula?ylacak ve O’nunla irtibatly olunacaktyr. Bunun için mürit öncelikle ?eyhinin suretini hayal edecek, onun güzelliklerinin, ahlakynyn kendisine feyezan etmesini isteyecektir. Hatta ?eyh müridini Allah’a ba?lady?y için onun kendisi bizatihi rabytadyr/ba?dyr. (Enver Fuad.Mu’cem 88) Mutasavvyflar rabyta'yy, müridin ?eyhini dü?ünerek kalbinden dünya ile ilgili ?eyleri çykarmasy, ?eyhi vasytasy ile Hz. Peygamber (s.a.s) 'e ve Allah'a kalbini ba?lamasy ?eklinde anlamy?lardyr. Hemen hemen bütün tarikatlarda rabyta vardyr. Bilhassa Nak?ibendiyyenin ystylahlaryndandyr. Tarikat ehli, rabytayy ayet ve hadise dayandyrmaya çaly?maktadyr. Onlara göre, 'sadyklarla birlikte olun' (Tevbe, 119) gibi ayetler ve 'ki?i sevdi?iyle beraberdir' (Buharî, Edeb; 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50.) gibi hadisler, rabytanyn caiz oldu?unu göstermektedir. (Süleyman Uluda?, Tasavvuf Terimleri Sözlü?ü, Ystanbul 1991, Rabyta mad.) Bu hayal etmeyi gerçekle?tirmek üzere bazy tarikatlarda (mesela menzil) müritler, üzerlerinde ?eyhinin resmini bulundurmaktadyrlar. Hatta Hz. Peygamber (sav) adyna yapylan hayali bir resmi üzerlerinde bulunduran tarikat mensuplary da. Bu elbette cehaletten öte bir cinayettir. Cahiliye dönemindeki Kurey?li putperest mü?riklerde sevdikleri alimlerin ve büyüklerinin putlaryny kar?ylaryna alarak Allah’a yakla?maya çaly?yr, yasak olmady?y için ibadetlerinde heykelleri (put) aracy kullanyrlardy. Günümüzde bu ?ekilde ?eyhlerinin hayal ile yada resimler aracyly?y ile Rabyta yapanlar Yslam dininde ayet ile haram olan heykel-put hükmü bulunmasaydy ?eyhlerinin putlary kar?ysyna geçerek rabyta yapmalary daha kolay ve etkili olurdu. O zaman mürit, ?eyhinin putu kar?ysyna geçecek, ona rabyta yapacak ve onun ruhaniyetinden yardym isteyecekti. Ona kar?y kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvaracakty. Puta tapanlaryn yapty?y zaten bundan ba?kasy de?ildi. Aradan heykeli kaldyryp yerine ?eyhin hayalini geçirmek neyi de?i?tirir? Puta tapanlar da zaten ta?tan veya a?açtan bir ?ey beklemiyor, onun temsil etti?i varly?yn ruhaniyetinden yardym bekliyorlardy. Tasavvufçularyn tarif etti?i rabytaya sadece ?u âyet delil olabilir. “ Yyi bil ki, saf din Allah’yn dinidir. Onun berisinden veliler edinenler 'Biz onlara ba?ka de?il sadece bizi Allah’a tam yakla?tyrsynlar diye kulluk ediyoruz.' derler. Y?te Allah, onlaryn aralarynda tarty?yp durduklary ?eyde hükmünü verecektir. Allah, yalancy ve gerçekleri örtüp duran kimseleri do?ru yola sokmaz.” (Zümer 3)
?öyle de diyebiliriz: Bir ibadet dü?ünün ki, Hz. Peygamber onu hiç yapmamy?, ö?retmemi? ve onu izleyen selefi salihin de böyle bir ?eyden haberdar olmamy?tyr. Böyle bir ibadetin olmasy mümkün de?ildir. Bu anlamdaki rabyta için delil getirilen: “Sadyklarla beraber olun” mealindeki ayet-i kerime, ya da “Ki?i sevdi?iyle beraberdir” hadisi ?erifi de Yslamî gelenek içerisinde “rabyta” ortaya çykyncaya kadar hiç böyle anla?ylmamy?tyr. Zorlama bir tevil yapmadan böyle anla?ylmasy da mümkün de?ildir. Zorlama tevillerin insanlary saptyraca?yny da bizzat Kurân-y Kerim söylemektedir. (Al-i Ymran 7) Sahabe efendilerimizin Hz. Peygamber’e olan sevgilerinden böyle bir uygulama çykarmak da mümkün de?ildir. Aksi halde, Allah Rasulü’nü izleyen 700 yyl, insanlar, hatta bizzat Hz. Peygamber’in kendisi bunu ke?fedememi? ve anlamamy? olurlardy. Oysa akide ve ibadetler konusunda en do?ru anlama, Hz. Peygamber’le beraber olanlaryn, sonra da onlary izleyenlerin anlamasydyr. Bunda bütün Yslam alimleri ittifak halindedir. Peygamberimiz (s.a.s) 'in de, rabyta ve ribat hakkynda söylemi? oldu?u hayli hadis vardyr. O'nun bu hadislerinden bazylary ?öyledir: _'Bir gün Allah yolunda ribatta bulunmak, dünya ve dünyada bulanan her ?eyden daha hayyrlydyr' (Buharî, Cihad, 73; Müslim, Ymâre, 163; Nesâî, Cihâd, 39; Ybn Mace, Cihâd, 7.) _'Allah'yn onunla hatalary affedip ba?y?layaca?y, dereceleri yükseltece?i bir ?eyi size söyleyeyim mi? Abdest üstüne abdest almak, camide cemaatle namaz kylmaya devam etmek ve her namazdan sonra di?er namazy beklemek. Y?te ribat budur! . Y?te ribat budur! . Y?te ribat budur! .' (Müslim, Tehâret, 41; Tirmizi, Teharet, 39; Neseî, Teharet,106; Muvatta, Sefer, 55.) _'Kim bir günlük (yirmi dört saatlyk) ribatta bulunursa, bir aylyk oruç ve ibadetten daha fazla sevap kazanmy? olur' (Nesaî, Cihad, 39; Tirmizî, Fedâilul-Cihâd, 35; Ybn Mace, Cihâd, 7.) Bütün bu ayet ve hadislerden anla?yldy?y gibi, rabyta, çe?itli manalar için kullanylmy?tyr. Ancak daha çok bir cihad terimidir. Ayet ve hadislerin ço?unda rabyta, Allah ve Peygamberin dü?manlaryna kar?y silahlanma, cihad için hazyrlykly olma, müslümanlarla kâfirlerin arasyndaki hudut karakollarynda nöbet bekleme ve bu duygulara syky sykyya ba?ly olma demektir. Buna göre ayet ve hadislerde kasdedilen anlamlardan mutasavvyflaryn uygulamasyny destekleyecek en ufak bir i?aret yoktur. Ayet ve hadislerde dile getirilen cihad ruhunu meskenete çevirmekten ba?ka bir ?ey yapmayan mutasavvyflar Kur'an ve hadislerdeki bu ribat kelimesini çok yanly? bir alana çekmi?lerdir. Hiçbir sahabi Resulullah'y aracy kylarak rabyta yapmady?y gibi, hiçbir tabii de sahabe'yi aracy kylarak rabyta yapmamy?tyr. Rabytanyn bu ?ekildeki uygulamasy tarikatlaryn Hicri yedinci yüzyyldan sonraki dönemlerde uydurduklary bir bid'attir.
CYMA ANINDA ?EYHYNY HAYAL, RABITAYA AKLY DELYL! Tasavvuf camiasynyn sevilen simalaryndan! Cübbeli Ahmed Mahmud Ünlü ise “TARYKAT-I ALYYYE’DE RABITA-I CELYYYE” adly kitabynda Rabytaya deliller bulmaya çaly?tyktan sonra, “Rabyta Hakkynda Akli Deliller “ bölümünde 261. sayfasynda ?u maddeyi delil olarak bizlere sunmu?tur! “Herhangi bir i?i, severek ve kalbi istila edecek ?ekilde dü?ünmek o i?i yapmak gibi insana tesir eder. Yyilikleri dü?ünmek iyi, kötüleri hayal etmekse kötüdür.Bazy ulema, do?acak çocu?a bereketi sirayet eder ümidiyle ki?inin, cima halinde Salih kimseleri dü?ünmesini güzel görmü?lerdir. O halde dü?ünceyi haram ve mübahlardan çevirip, iyilere yönlendirmek, hiçbir akyllynyn inkara kalky?mamasy gereken ?eylerdendir ki rabyta da bu hayali sohbetten ibarettir.” (Muhammed Salih, Be?iyyetü’l- Vacid, Sh. II) Cima anynda neler yapylmasy, nasyl hareket edilmesi ehli sünnet kaynaklaryyla bellidir. Rabytayy savunabilmek için akil yoluyla delil bulmaya çaly?an ve bu u?urda mahremlerine 3. bir ki?iyi sokanlaryn ehli sünnete göre delilleri nedir merak ediyoruz? halbuki tam tersine deliller var iken...
Peki Ya Birde “Ölüye Rabyta”ya Ne demeli? (kabirden yardym) Tarîkatçylara göre yalnyzca sa? olan mür?idden de?il, ayny zamanda ölüden(kabirden) de yardym beklenir. Yani ?eyhin rûhâniyetinden yardym dilemek için onun, sa? ya da ölü olmasy fark etmez. Bu inany? hemen hemen bütün tarîkatlarda vardyr ve «himmet dilemek», «bereket talep etmek», «feyiz almak» «istifâzada bulunmak» ya da «rûhânîyetten istimdâd etmek» gibi çe?itli deyimlerle ifade edilir. Mehmed Zâhid Kotku bu konuda aynen ?unlary kaydetmektedir: «Bu tarikde ?eyh, kemâl-i marifet ile mütehakkyk olursa, ifâzada (yardym etme konusunda) ölü ile diri müsavi olurlar» Aslynda müsavi olmaktan da öte, (yine tarîkat rûhânîlerine göre) velî, öldükten sonra bir «tî?-i üryân» gibi, yani kynyndan çykmy? olan bir kylyç gibi çok daha keskin olur ve onu ça?yran insanyn imdadyna çok daha çabuk yeti?ir. (Mehmed Zâhid Kotku (H. 1313/M. 1897-H. 1401/M. 1980) Tasavvufî Ahlâk: 2/272) Ölüye râbyta yapma k onusuna, özellikle son dönem Nak?î ?eyhleri tarafyndan çok önem verilmi?tir. Bu cümleden olarak Abdulhakîm Arvâsî'nin, «Mezarlara Râbyta Keyfiyeti» ba?ly?y altynda a?a?yya alynan sözleri ilginçtir. Arvâsî ?u ö?ütleri vermektedir: «Mezar ziyaretçisi mürîd, nefsini her türlü dy? alâkadan bo?altyr. Yçini dünya kayytlaryndan uzakla?tyryr. Kalbini ilimler ve naky?lardan ve hadiselere ba?ly duygulardan çekip çykaryr. Ziyaret etti?i mevtânyn rûhâniyetini hissî keyfiyetlerden mücerret bir nur farz eder. O kabir sahibinin Feyizlerinden bir Feyiz ve hallerinden bir hal zuhur edinceye kadar o nuru kalbinde tutar. (...) » «Feyiz istekçisi ziyaretçi, Feyiz vericinin kabrine yakla?yp selâm verir. Mezaryn ayak ucuna yakyn sol tarafyna durur. Ona kar?y hayattaki tavryny muhafaza eder. Bir fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabynyn mislini mevtâya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirdeki mevtânyn rûhâniyetine teveccüh eder....» (Abdulhakîm Arvâsî, Râbyta-i ?erîfe Risâlesi s. 23 Sadele?tiren N. F. Kysakürek) Yine ?u uydurma sözü hadis diye kabul ederler: “Y?lerinizde ne yapaca?ynyzy ?a?yrdy?ynyzda kabir ehlinden yardym isteyiniz.” (Mahmut Ustaosmano?lu ba?kanly?ynda bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, Ystanbul 1992, c. II, 82.) Bu sözü delil olarak ta Aclûnî'ni Ke?f'ül-Hafâ adly kitabynda oldu?u için kabul etmektedirler. Halbuki Aclûnî bu eserini, halk arasynda hadis diye bilinen sözlerin do?rusu ile asylsyz olanyny ortaya koymak için yazmy?tyr. Bu sebeple o kitapta çok sayyda uydurma hadis vardyr. Aclûnî, kitabynyn ba?ynda Hafyz ibn-i Hacer'in ?u sözünü naklediyor: 'Asly olmayan hadisi kim nakletmi?se Buhârî'nin Sülasiyyat'ynda rivayet etti?i, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin ?u sözünün kapsamyna girer: 'Kim benden söylemedi?im bir ?eyi naklederse Cehennem'de oturaca?y yere hazyrlansyn. ' (Ysmail b.Muhammed el-Aclûnî, Ke?f'ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c.I,s 8) Sonra alfabetik olarak hazyrlady?y kitabynda hadislerin kaynaklaryny veriyor. Ama bu sözle ilgili olarak sadece 'Ybn-i Kemal Pa?a'nyn el-Erbaîn'inde böyle geçmi?tir.' ifadesini kullanyyor. Ybn-i Kemal Pa?a'nyn bu eserine bakty?ymyzda da hadis diye söyledi?i o söz için hiçbir kaynak göstermedi?ini görüyoruz. (Ybn-i Kemal, Pa?a,el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi,1694) . (Ybn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim'in me?hur ?eyhülislamy'dyr. 1469'da Tokat'ta do?mu?,1534'te Ystanbul'da ölmü?tür. Peygamberimizle arasynda 900 seneden fazla bir fark varken hiç bir kaynak göstermeden ve anlamy da Kur'an'a taban tabana zyt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. Ybn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis oldu?unu ispat için hiçbir dini dayana?y olmayan felsefi izahlara girmi?tir.) “Allah ölüm esnasynda ruhlary alyr, ölmeyenlerinkini de uykuda alyr. Ölümüne hükmetti?ini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salyverir.” (Zümer 42) Bu âyete göre Allah, ölülerin ruhunu, belli bir yerde, berzah aleminde tutmaktadyr. Kabirdekilerle ilgili olarak Allah Teâlâ ?öyle buyuruyor: “Dirilerle ölüler bir olmaz. ?üphesiz Allah diledi?ine i?ittirir. Ama sen kabirdekilere bir ?ey i?ittiremezsin.” (Fatyr 22) Hz. Ysa aleyhisselamyn ahirette yapaca?y konu?mayy veren ?u âyet üzerinde dü?ünmek gerekir. “ -Ve Allah demi?ti ki: 'Ey Meryem o?lu Îsâ, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan ba?ka iki tanry edinin' dedin? '. 'Hâ?â, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir ?eyi söylemem bana yaky?maz. E?er demi? olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olany bilirsin, ben ise senin nefsinde olany bilmem, çünkü gayblary bilen yalnyz sensin, sen! '. - 'Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Yçlerinde bulundu?um sürece onlara ?ahittim. Beni vefat ettirince artyk onlar üzerine gözetleyici yalnyz sen oldun. Sen her ?eyi görüp gözetirsin.” (Mâide 116-117) Büyük Peygamber Hz. Ysa öldükten sonra ümmetinden habersiz oluyorsa, ölen bir velinin ruhunun kynyndan çykmy? kylynç gibi olmasy nasyl kabul edilebilir? Günümüzdeki en büyük Yslam alimleri, sözünü etti?imiz anlamdaki rabytaya bidat olarak baktyklaryny da burada zikretmeliyiz. Mesela Ramazan el-Bûtî ?öyle söyler:“?üphesiz tarikat ?eyhlerinin sonradan icad ettikleri rabyta bidattir, çünkü bunun dinde hiç bir dayana?y bulunmamaktadyr”.
Ölüden Yardym Ysteyenlere Örnekler 1- Said Nursî Örne?i Nurcular ?u ?iiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asyr önce Said Nursi için yazdy?yny iddia ederler: “Bizi aracy yap, her korku ve darlykda. Her ?eyde her zaman, candan ko?arym imdada Ben korurum müridimi korktu?u her ?eyde. Koruyuculuk ederim ona, her ?er ve fitnede. Müridim ister do?uda olsun ister batyda Hangi yerde olursa olsun yeti?irim imdada ” (Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2083.) Bu iddiayy Said Nursî’nin 23 ?akirdi yapar. (Ysimleri ?öyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsym, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rü?tü, Lütfü, ?amly Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavu?, Hâfyz Ahmed, Hacy Hâfyz, Mehmed Efendi, Ali Ryza.) Yspat için, cifr denen hayali ?eylere dayanyr ve ?iirde, Abdulkadir Geylânî’nin ?u anlamy saklady?yny söylerler: “Müridim Said Kürdî, Rusya’da esirken kuzeydo?u Asya’dan bidatçylaryn eliyle Asya’nyn batysyna sürgün edildi?i ve Sibirya taraflaryndan kaçyp çok fazla yeri dola?mak zorunda kaldy?y syrada Allah’yn izni ile ona yardym ederim ve imdadyna yeti?irim.” Yardymyn nasyl gerçekle?ti?i de ?öyle anlatylyyor: “Evet Hazret-i Gavs’yn “müridim” dedi?i Said, esir olarak üç sene Asya’nyn kuzeydo?usunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylyk yolu, kaçarak a?my?, çok ?ehirleri gezmi? ama Gavs’yn dedi?i gibi hep koruma altynda olmu?tur. Üstadymyz diyor ki: “Ben sekiz-dokuz ya?ynda iken, nahiyemizde ve etrafynda bütün ahali Nak?î Tarikatynda ve orada Gavs-y Hîzan adyyla me?hur bir zattan yardym isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykyry olarak “Yâ Gavs-y Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir ?eyim kaybolsa, “Yâ ?eyh! Sana bir fatiha, sen benim bu ?eyimi buldur” derdim. ?a?yrtycydyr ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i ?eyh, himmet ve duasyyla imdadyma yeti?mi?tir.' (Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2084.)
http://www.risaleinurenstitusu.com/i...Gaybi&Page=128 Bu inancyn Kur’ân’a aykyryly?yny gösteren âyetler daha önce okunmu?tu. Bir âyet de ?öyledir: “Darda kalmy? ki?i dua etti?i zaman onun yardymyna kim yeti?iyor da sykyntyyy gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapyyor? Allah ile beraber ba?ka bir Allah my var? Ne kadar az dü?ünüyorsunuz..” (Neml 62) Güç yetirilemeyen konularda ba?kasyndan yardym alynabilirse artyk kim Allah’a sy?ynyr? Allah Teâlâ ?öyle buyuruyor: “De ki, Allah’yn dy?ynda kuruntusunu ettiklerinizi ça?yryn bakalym; onlar, sykyntynyzy ne gidermeye, ne de bir ba?ka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler. Ça?yryp durduklary bu ?eyler de Rablerine hangisi daha yakyn diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabyndan korkarlar. Çünkü Rabbinin azaby cidden korkunçtur.” (isrâ 56-57) “Allah neyi gizledi?inizi, neyi açy?a vurdu?unuzu bilir. Allah’yn yakynyndan ça?yrdyklary ise bir ?ey yaratamazlar; esasen kendileri yaratylmy?tyr. Onlar ölüdürler, diri de?il. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21) “Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yaratty? ” diye, kesinkes “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah’yn yakynyndan neyi ça?yrdy?ynyza baktynyz my? Allah bana bir sykynty vermeyi istemi? olsa, onlar bu sykyntyyy fark edebilirler mi? Ya da Allah bana iyilik etmeyi istemi? olsa, onlar onun bu iyili?ini önleyebilirler mi? ” De ki: “Allah bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansynlar.” (Zümer 3 8)
2- Fethullah GÜLEN Örne?i Fethullah GÜLEN, Peygamberimizin amcasy Hamza’nyn kendine, sayylamayacak kadar çok yardym etti?ini iddia eder ve onlardan birini ?öyle anlatyr: Ankara’dan Ystanbul’a geliyoruz... “Kartal civaryna kadar geldik. Hava hafif hafif ya?yyordu. Oralarda çukurca bir yer varmy?; tam biz oraya yakla?my?tyk ki, ya?mur olanca hyzyyla ?iddetlendi. Rampanyn dibine indi?imizde de bujileri su aldy ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardy ve bizim arabayy yüzdürmeye ba?lady. Her geçen dakika su daha da kabaryyor ve bir afet halini alyyordu. Öyle ki kysa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonlary bile kaldyryp, sa?a sola sürüklemeye ba?lady. Camy biraz açayym, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de syrylsyklam yslatty. Hemen camy kapattym. Elden bir ?ey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmü?lerdi. Hatta onlardan birkaçy, sa?ymyzdan, solumuzdan geçerken “Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.” diyerek moralimizi de bozdular... Ya araba kyyydaki bariyerlere vurur da parçalanyrsa; halbuki emanet.. durmadan bunlary dü?ünüyorum... Bir ara baktym büyük bir kalas bize do?ru geliyor. Aklymdan, ?u kalas bizim ile sütre arasynda dursa hiç olmazsa araba kyyydaki sütrelere çarpmaz diye dü?ündüm ve tam o esnada arkada?lara “dua edin” dedim. Kendim de “Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza! ” diyerek o yüce ruhu, imdadymyza göndersin diye Cenab-y Hakk’a dua ettim. Üzerimize do?ru gelmekte olan kalas, yanymyzdan geçerek gözden kayboldu... Ve hayrettir selin mecrasy birden de?i?ti, hyzy da azaldy... Olayyn ?ahitleri var. Bu de?i?ikli?i ve birden selin hyzynyn azalmasyny fiziki kanunlarla izah imkansyz. Hiçbirimizin ?üphesi kalmady ki, Cenab-y Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardymymyza gönderdi.... (Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi 28 Kasym 1996, ayryca http://arsiv.zaman.com.tr/1996/11/28...ndi/index.html; (30/11/2003)) Hem “Ya Seyyidenâ Hamza! Ya Seyyidenâ Hamza! ” yani “Efendimiz Hamza, efendimiz Hamza yeti?! ..” diyor, hem de “o yüce ruhu, imdadymyza göndersin diye Cenab-y Hakk’a dua ettim ” diyor. Bunun neresi Allah’a dua? Sonra ?öyle diyor: “Ehl-i tahkik, ?ahyslardan istimdat etmeyi mahzurlu görürler. Kanaatimce her meselede oldu?u gibi, bu meselede de ölçüyü iyi ayarlamak, ifrat ve tefritten kaçynmak gerekir. Bize göre büyük ve mukaddes ruhlardan istimdat olabilir; fakat kalbin ibresi her an Cenab-y Hakk’y göstermelidir. Yani bu büyüklere, vesile ve vasytalyktan öte tasarruf adyna hiçbir paye verilmemelidir. Zaten onlary vesile olarak istihdam buyuracak da yine Cenab-i Hak’tyr. O dilemedikten sonra, hiç kimsenin, hiçbir meselede yardymcy olmasy, bir ?ey yapmasy mümkün de?ildir. Ama, Hak tecelli eyleyince her i?i âsân eder; halk eder esbabyny bir lahzada ihsan eder.” Bu hususu da böyle tespit ettikten sonra: Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kur-tulduklarynda, adeta bir melek haline gelirler... Hele bunlardan, canlaryny yüce, yüksek bir ideal ve davaya adamy? olanlar, kendileriyle ayny dü?ünceyi payla?anlary Allah’yn izniyle her zaman destekler, onlara arka çykar ve onlary korurlar. Ama, arz etti?im gibi frekans birli?i ?arttyr”.
Ysa’ya Allah diyen Katolikler de benzeri ifadeleri kullanarak ?öyle diyorlar: “Ysa kendili?inden bir ?ey yapamaz. Her ?eyi kendisini gönderen Baba’dan alyr. (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak Ylkeleri, par. 859.) ?imdi o, Baba’nyn yanynda Hyristiyanlaryn avukatly?yny yapyyor. Onlar lehine aracylyk etmek için hep canlydyr. Allah’yn huzurunda daima hazyr bulunmaktadyr”(.Katolik Kilisesi Din ve Ahlak Ylkeleri, par. 519) . Allah Teâlâ ?öyle buyurur: “Y?te Rabbiniz olan Allah… Hakimiyet onundur. Onun yakynyndan ça?yrdyklarynyz bir çekirdek zaryna bile hükmedemezler. Onlary ça?yrsanyz, ça?rynyzy i?itmezler; i?itmi? olsalar bile size kar?ylyk veremezler; kyyâmet günü de sizin ortak saymanyzy tanymazlar. Hiç kimse sana, her ?eyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatyr 13-14) “De ki: “Sizi karanyn ve denizin karanlyklaryndan kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtaryrsan ?ükredenlerden olaca?yz diye ona gizli gizli yalvaryr yakaryrsynyz.” De ki: “Allah sizi ondan ve her sykyntydan kurtaryr, sonra da ona ortak ko?arsynyz.” (En’am 63-64) “Gemiye bindiklerinde, ?irkten uzak bir ?ekilde, yalnyz ona boyun e?erek Allah’a yalvaryrlar. Allah onlary karaya çykardy my, bir de bakarsyn ona e? ko?maya kalky?yyorlar.” (Ankebut 65) Hamza gibi ?ehidlerin ölmedi?ini ispat için ?u ayete dayanylyyor: “Allah yolunda öldürülenlere ´ölüler demeyin. Hayyr, onlar diridirler. Ama siz bunu fark edemezsiniz.” (Bakara 27154) Allah, “siz bunu fark edemezsiniz” dedi?ine göre bize söz dü?mez. Onlardaki canlylyk, insanyn fark edebilece?i cinsten olsaydy, öncelikle Peygamberimiz fark eder, Hamza’nyn ölümüne pek fazla üzülmezdi. Abdullah b. Mes’ud diyor ki; “biz onun, Hamza’ya a?lady?y kadar bir ?eye a?lady?yny görmedik. Onu kybleye do?ru koydu, cesedinin ba?ynda durdu ve sesli olarak, hyçkyra hyçkyra a?lady” (.Safiyyu’r-Rahmân el-Mubârekfûrî, er-Rahiku’l-Mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 255-256.) Konu ile ilgili di?er âyetler ?öyledir: “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Hayyr, onlar diridirler, Rableri katynda ryzyklanyrlar.Onlaryn içleri açylyr; çünkü onlara Allah, kendi ikramyndan vermi?tir. Arkadan gelip kendilerine henüz katylmamy? olanlar adyna da sevinirler. Çünkü onlary korkutacak veya üzülmelerine sebep olacak bir ?ey yoktur. Allah’yn nimeti ve ikramy sebebiyle de sevinirler. Allah, müminlerin alaca?y kar?yly?y azaltmayacaktyr.” (Al-i Ymran 169-171) Bir an için “siz bunu fark edemezsiniz” hükmünün olmady?yny ve iyi müminlerin onlaryn farkyna vardy?yny dü?ünelim. Bu durumda fark edilecek tek ?ey, içinde bulunduklary nimetler olur. Bu, onlaryn insanlara yardym edece?ine delil olmaz. Onlardan yardym isteyenlerin durumu, ?u ayette açyklanandan ba?kasy de?ildir: “Allah’yn yakynyndan kyyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseyi ça?yrandan daha sapyk kimdir? Oysaki bunlar onlaryn ça?rysyndan habersizdirler.” (Ahkaf 5) Mekke mü?rikleri de tanrylarynda var saydyklary gücü Allah’yn verdi?ine inanyrlardy. Kabe’yi tavaf ederken ?öyle derlerdi: “Lebbeyk lâ ?erîke lek illâ ?erîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek” “Emret Allah’ym, Senin hiçbir orta?yn yoktur. Yalnyz bir orta?yn vardyr ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin.” Bu, delilsiz bir iddiaydy. Bunu bize nakleden Ybn Abbas diyor ki, onlar “Lebbeyk lâ ?erîke lek = Emret Al-lah’ym, Senin hiçbir orta?yn yoktur.” dediklerinde Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ?öyle derdi: “Yazyklar olsun; burada kesin, burada kesin ”.(Müslim, Hacc, 22, Hadis no 1185.) Allah Teâlâ ?öyle buyuruyor: “Desen ki: ‘Gökten ve yerden size ryzyk veren kim? Ya da i?itmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çykaran, ölüyü de diriden çykaran? Ya her i?i düzenleyen kim? ’ Onlar: ‘Allah’tyr! ’ diyeceklerdir. Deki; ‘O halde ona kar?y gelmekten sakynmaz mysynyz? ’ Y?te sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakkyn ötesi sapyklyk de?ildir de ya nedir? Nasyl da çevriliyorsunuz? ” (Yunus 31-32) Hamza’yy, Abdulkadir Geylânî’yi veya ba?kasyny yardyma ça?yranlarla zaman zaman ?öyle konu?malar yaparyz: - Onlar sizi tanyyor mu? - Allah tanytamaz my? - Onlar sizi duyabilirler mi? - Allah duyuramaz my? - Onlar sizin konu?tu?unuz dili bilirler mi? - Allah ö?retemez mi? Peki onlar ölmemi?ler midir? - Onlar ölmezler, desem okudu?un ayetlere göre bunun bir faydasy yoktur. - Demek Allah Teâlâ önce onlara dirilik verecek, sonra sizi ona tanytacak, sesinizi duyuracak, dilinizi ö?retecek ve sizi anlamasyny sa?layacak; sonra da sizin lehinize aracylyk yapmasyna, kendine kar?ysynda sizi savunmasyna müsaade edecek. Size göre ayny anda on binlerce ki?i onlara ba? vurmakta ve yardym istemektedir. Bunlaryn her birini anlamasy ve syraya koymasy da gerekecektir. Bu, ancak hayal aleminde olabilir! Allah Teâlâ ?öyle buyurur: “Allah’yn yakynyndan ça?yrdyklarynyz da, sizin gibi kullardyr. E?er haklyysanyz onlary ça?yryn da size cevap versinler bakalym. Onlaryn yürüyecek ayaklary my var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya i?itecek kulaklary my var? De ki: “Ortaklarynyzy ça?yryn sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtyrmayyn.” “Çünkü benim velim Kitap’y indiren Allah’tyr. O, iyilere velilik eder.” “Onun yakynyndan ça?yrdyklarynyz kendilerine yardym edemezler ki size yardym etsinler.” (Araf 191-197)
rabıta da bir tür ibadettir derin düşünmek akıldan herşeyi silip o an sadece şeyhini ölüceni onun mezara konucanı sual zamanı onun sana yardıma koşucanı onun nurunu olurcasına düşünmektir....
“Allah Tealâ’nın zatını tefekkür etmeyin/düşünmeyin. O’nun nimetlerini ve yarattığı varlıkları düşünün. Çünkü siz Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Evsat; Beyhakî, Şuabu’l-İman; Elbanî, Sahiha.)
Bu hadisi inkar küfrü ve sapikligi getirir. Ama fazla yazmiyacagim degmez, kalbi almiyanlara. Bazi insanlarin kalbi o kadar kati, pis, kirli olmuski. Güzeli, dogruyu kabul edemez hale gelmis...
Günümüzde 'reiki' diye adlandırılan, (bir çeşit yoga gibi) hayali canlandırılan kişi ile telepatik yollardan iletişim kurulması biçimidir. Nakşibendi tarikatine bağlı cemaatlerin sıkça uyguladığı, uygulanmasını mürşidin emrettiği, zikirden önceki en önemli safhadır. Nakşibendi tarikatine bağlı mürid, her yer ve her anda (tuvalette bile) şeyhinin cismani şeklini hayaline getirerek onun iki gözünün ortasına bakar. Böylece allaha ulaşmadaki birincil basamak olan, zihinde canlandırma konsatrasyonunu sağlar yahut sağlayamaz. Sağlayana kadar da böle devam eder. Kısaca ne halt yediği belli olmayan müridin yine ne halt olduğu belli olmayan iletişim şeklidir.
aşk, muhabbet bir gönüle girdiği vakit,tüm dünya sevgilinin kisvesi olur,birden kendini onun vücudunda bulursun, onun gibi düşünür onun gibi konuşursun,cinsini unutur,sanki o olursun,sanırım rabıta hali budur
https://tr.wikisource.org/wiki/Ne_zaman_anarsam_seni
Gönülden gönüle yol var Halîlâ,
Mine'l kalbi ilel kalbi sebîlâ.
rabıta kuran ve sünnette yer almamasına karşı dinde bidattır ama degerliş din adamları gelmiş geçmiş dini büyükler insanlara dini öğretmiş ve beraber güç olmuşlar bu öğretilerinde mürşit müridini bilmesi için rabıta olayını çıkarmışlar ben çok sakıncalı buluyorum bunun inceliğini bilmeyen mürşit veya mürid olsun her iki taraf için allaha şirk müşrik işi olabileceğini açıkçası endişem var kişiyi sevebilirsin ama kalben irtibat onu idare etme ben inanmıyorum aracı olayına ben şimdi dinsizmiyim sallantılımı inancım bir yanım eksikmi namazımı kılıyorum görevimi yapıyorum sırat köprüsünden uçarak gececem diye salihlarle beraber olun hadisiyle istemediğim kuşkuyla baktığım ve şirk tehlikesi vardır bunu anlamama gerek yoktur temiz halisane iyi yetiştirilme amacıyla şeyhine saygı babında bir gereklilik rabıta belki görülebilir ama her iki yönden kullanılma ve şirk tehlikesi vardır ayrıca gerçek veli eyliyanın kim olduğunu bilmeden kula kulluk yapmak sakıncalı ben nefsimi kurtarabilmek için mürşide kesin muhtaçmıyımki o olmassa ben hiçim
şehadete susadım.Küfre giriyorsun neredeyse.Ayet-i kerime ne diyor biz size şah damarınızdan daha yakınız.diye geçiyor (O araya kimse giremez) bunu okumamıştım ayet'i verirsen sevinirim.Ayrıca sen anandan babandan yardım istemiyor musun futbol oynarken ayağın kaydığında yardım almıyor musun? evine hırsız girince polisi aramıyor musun?
Ameller niyetlere göredir.(Hadis-i şerif)
biz orada şirk işlemiyoruz.Mürşidimizi düşünerek onun gibi mü'min olmaya calısıyoruz.Bakıyorumda sende mürşid olmuşsun her yerde ismin duyuluyor.Allah rızası için yanına gelen müridlerin var.
(. Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.) Ra'd suresi 28.ayet
aaa işe bak zikirde ibadet değildir fakat ayet de geçiyor.Kur'anda zikrinde çeşidi verilmemiştir fakat yapıyoruz.Rabıta'da kur'anda geçmiyor ama yapıyoruz.Hadi bunuda acıkla.
Sekr hali,geçginlik,manevi uyku veya manevi uyanış...Faydaları; kainata dair farkındalık sahibi olmak.
Rabıta peki rabıta yaparken neden mürşidi değilde allahın yarattığı herhangi birşeyin yaradılışındaki büyüklüğü muhteşemliği eşsiz ayrıntılarını düşünmüyoruz neden vesikalık taşıyıp kişinin yüz hatlarını düşünüyoruz tamam kabul ediyorum doğru yoldan ayrılmamak için doğru insanlarla yola çıkarsın onlarla birlik olursun birlikte amel edersin bir yerde sürüden ayrılmazsın fakat yüzünü düşünüp temizlenmek şikten başka ne olabilir ki rabbimin nimeti az mıdır ki bu kişi bize paylaştırsın
Bir zamanlar,TC'nin dış işleri mensuplarını aylıklarını ödeyen örgüt.
Rabıta kelime olarak düşünmek demektir.dinimizde Rabıta tefekkürün bir çeşididir.Tefekkür ise farzdır insan tefekkür yoluyla kalbini uyandırır.
Tefekkür kalbin en önemli vazifesidir.tasavvufta da rabıta vardır ancak tasavvufu anlayamayan hak dostlarını tanımayan insanlar hep rabıtayı şirk olarak görürler. OYSA her insan her an rabıta yapmakta kimi sevdiği kızı düşünür yada erkeği kimi parayı kimi malı mülkü saltanatı fakat malesef bunların hiçbirisi düşünüldüğünde kalbi hakka bağlamaz hatta insanı ALLAHTAN uzaklaştırır.Ama bir hak aşığını düşünmek insanı hakka bağlıyor bunun neresi şirk. mademki rabıta şirk diyorlar o insanlar hiç bir şey düşünmesinler rabıtayı inkar etmek insanin fıtratını inkar etmek olur.Rabıta tasavvufta bır terbıye metodudur olmassa olmazıdır. Veysel karani hz leri rabıta yoluyla omakama ulaştı bunuda unutmayalım kardeşlerim.ALLAHÜ TAALA bilemediğimi aklımızın almadığı doğrularla bizi karşılaştırsın.AMİN
Rabıta diye bişey vardır bende rabıtalı biriyim şimdiye kadarda niye aldım diye kendime sormadım ve yakınmadım çünkü rabıta aldıktan sonra hayatım degişti işlerim yerine gidi bu yüce KURANI KERİM imizdede geçmekte ali imran (200) okuyun biz şeyhhe rabıta yapmıyoruz onu arada vesile kılıyoruz ve onun aracılıgıyla feyz ve nuru kalbimimize allahın izniyle akıtıyoruz siz bunu şöyle düşünün elektirigi direkt kaynagından alsanız patlarsınız ne yapıyoruz araya vesileler ktıyoruz elektirik düşüyor oda bize yetiyor yani demem oki biz araya vesile katıyoruz laf çıkartmayın tavsiye ederim
100 yıl önce deselerdiki yerden bir madeni bişe çıkacak ve insan onu kulagına dayayacak bulundugu bölgeden dünyanın öbür ucundaki arkadaşı dahi olsa sesinden tanıyacak ve onunla konuşacak.inanırmıydınız. kalpten kalbe niçin bir yol olmasın allah varlıklarının arasında en degerli tuttugu insana bir madeni eşyaya verdigi özelligi vermesin.allah sevdigi kulunu 1 saniyede mekan degişimini saglamasın.peki nerden biliyosun sevdigini diyecen. bir allah dostunun karşısına geçip bi kendinize bakın birde onun yaşama şekline anlarsınız ne dedigimi.
allah şeytana bile lanetledigi halde insanın kanında damarında dolaşmasını saglayabiliyor peki allah sevdigi kuluna neler verir hiç düşündünüzmü.
Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:
“Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)
Bu ayetteki “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir: Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize girmesine yol vermeyin. Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin. (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsir.)
Yüce Allah’ın her müminden istediği rabıta, kalbini Yüce Allah’a bağlamaktır. Her işte O’nun rızasını gözetmektir. Bütün yaptıklarında helal ve haram sınırına dikkat etmektir. Kalp kâbesini günah kirlerinden temizlemektir. Oraya Allah’ın sevmediği şeyleri sokmamak için gönlü kontrol altında tutmaktır. Kısaca, Yüce Allah’ın düşman olduğu şeyleri gönülden çıkarmak ve kötülüklerin esaretinden kurtulmuş, hür bir müslüman olmaktır.
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına ayette anlatılan ribat ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:
“Zor ve sıkıntılı zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl ribat budur, işte asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)
Bu hadisten ribatın iki türlü manasının olduğunu anlıyoruz. Birisi manevi, diğeri maddi sınırları kontrol altında tutmaktır. Korunacak manevi sınırlar ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise düşmanın saldırı noktalarıdır.
Kalbin Yüce Allah ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir. Zahiri düşmanları takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mümin için vazgeçilmez birer vazifedir. Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır.
astral seyahat..
Eğer bağzı alemeti fahrikalar olmasaymış, tüm insanlar tasavvuf ehli olduklarını iddia ederlermiş. Elbette bağzıları inanmayacak, elbette inkar, elbette küfür olacak. Kimine yalan olan kime ne hazine olur. Bilmez sarraflığı öğrenmeyen gidip verir yok nesneye bilmez bu maneviyatı neye sattığını. Rabıtadır gönüllere Allahın varlığını feyzini işleyen manevi kalem. O kalemdir ki yazar, yazdığını kimse okuyamaz aşk deryası dipsiz olur, dil lal olur. Hz. Ebu Bekir efendimiz değil mi Hz.Muhammet (s.a.v) efendimizi hiç aklından çıkaramayan. O değilmi yüreğinin yangınını, et pişiriyor diye şikayet alan. Şimdi dostlar rabıta cesedin ötesinde ruha yapılan oradan feyzini alan bir disiplin şeklidir. Neyin disiplini nefsin tabiki. Bir satır ilmi mevcut bir sadır ilmi. İşte bu sadrınıza hitap eden bir manevi halkaya dahil olma cabası bu Hz.Muhammet (s.a.v) efendimizin 'Cennet Bahçelerine girin onlardan yeyin ' dediği feyiz ve bereketin cabasıdır. Dünya hayatı bölünmüştür insalar arasında hak olmayan veya bozulmuş dinlere inananlar vardır. Çeşitli varlıklara inanlar vardır. Hiçbir şeye inananlar vardır. Biz hamd olsun nihayetsiz şükürler olsun ki müslüman halk edilmişiz daha şanslı olanlara tarikat nasip edilmiş. Faydası yok rabıtayı inkar etmenin. Rabıtayı inkar eden şeyhini, Rabıtayı inkar eden yolunu inkar etmiş olur. Olur ancak bağzen ne kadar anlatsan boştur. Hiç bilenle bilmeyen, hiç görenle görmeyen hiç yaşayanla yaşamayan bir olur mu? Nice deliller vardır bilene, bunlardan köre ne. Tıpkı müslümanlık bağzı insanlara nasıl nasip olmuşsa Tasavvufta müslümanlar arasında ki bağzı insalara öğle nasip olmuştur ve tasavvuf kuralları teke indirilecek olsa o rabıta olur.
Arkadaşlar yazılarınızı duvara dayanarak yazmayın.
Gel ey kardeş, Hakkı bulayım dersen,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz,
Resulün cemalin göreyim dersen,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
Niceler gittiler mürşid arayı,
Arayanlar buldu derde devayı,
Bin kez okur isen aktan karayı,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
Gel şimdi kardeşler gidelim bile,
Nice aşıkların bağrını dele,
Cebrail delildir, Ahmet'e bile,
Bir kamil mürşide varmazsan olmaz.
Kadılar mollalar cümle geldiler,
Kitapların hep bir yere koydular.
Sen bu ilmi kimden aldın dediler.
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
YUNUS EMRE bunda mana var dedi,
Bir kamil mürşide sen de var şimdi,
Hazret Musa'ya Hızır'a var dedi,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
Gel ey kardeş, Hakkı bulayım dersen,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz,
Resulün cemalin göreyim dersen,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
Niceler gittiler mürşid arayı,
Arayanlar buldu derde devayı,
Bin kez okur isen aktan karayı,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
Gel şimdi kardeşler gidelim bile,
Nice aşıkların bağrını dele,
Cebrail delildir, Ahmet'e bile,
Bir kamil mürşide varmazsan olmaz.
Kadılar mollalar cümle geldiler,
Kitapların hep bir yere koydular.
Sen bu ilmi kimden aldın dediler.
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
YUNUS EMRE bunda mana var dedi,
Bir kamil mürşide sen de var şimdi,
Hazret Musa'ya Hızır'a var dedi,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
maide süresinin 35 ayetinde vesile arayınız ayeti var ama ayetin devamında cihat gibi amellerle yazılı taam okumak lazım hem o rabıta yaptıgınız şeyh efendilerin allah katında bi garantilerimi var vahiymi gelmiş kitapmı inmiş delileri nedir şeyh efndi cennetlik yani bu arad bu bizim tahrikattan deyip rabıta yapanlarıdamı kurtaracak ya bırakın bu işleri kuranla amel edin.(ya muhammed) .. deki.ALLAHın dilemesi dışında ben kendime bile ne bir fayda nede zarar verecek durumda degilim(araf 7/188 allah isterse şeyh efendileri cehenneme atmazmı
rabıta gerçekten varsa bu kuranı kerimde neden zikredilmiyor peygamber efendimiz bu kadar mühim bir şeyse bu rabıta hakkında biz ümmetini bilgilendirmezmiydi sizi bir olan allaha imana çagırıyorum ve hergün en az 40 defa okudugunuz fatiha süresinin mealine bakmanızı yanlız senden yardım isteriz demiyormuyuz neden kişileri araya sokmaya çalışıyoruz yüce rabbim bize şah damarımızdan daha yakın o araya kimseler giremez lailahe illalah
rabıta şirktir neden bunu anlamaya çalışmıyorsunuz böyle bir ibatet yoktur hem imanın veya islamın şartlarındanda degildir şeyhi düşünmek falanda yoktur bir şeyh ölünce ruhu kınından çıkmış kılınç gibi olurmuş saçmalamayın şu ayeti iyce okuyun ...dirilerle ölüler bir olmaz allah diledigine işittirir ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin...fatır35{22
allahın nurunu kalbe getirmenin yoludur rabıtalı insen şanslıdır
Sozluk anlami olarak baglanti, ag, ilgi, alka demek olan rabita, rahmetli Ugur Mumcu'nun kaleme aldigi bir kitabin ismidir ayni zamanda...
Bu kitabinda Mumcu, 1980'li yillarda ulkemizi ve diger Musluman ulkeleri etkisi altina almaya calisan Suudi Arabistan kaynakli bir dinci tarikatin (Rabitat al Alam al Islami) bu amac ugrunda gerceklestirdigi eylemleri anlatmis, belge belge, isim isim anlatmistir...
Ve (uzulerek yaziyorum) , Mumcu'nun sonunu hazirlayan kitaptir ayni zamanda...
Rabıta ile tevhit / şirk ilişkisi
Şirk: Allah ile beraber ondan başka tanrının varlığını kabul etmek, Uluhiyette Ona ortaklar tanımak, bu kabulle o ortağa ibadet etmek.
bidat: dinde (kitap,sünnet,icma,kıyas) da olmayan bir itikad ve amelle sevap ummak.
..........................................................................
Rabıta: gönlü mürşidin hayaliye meşkul etmek.tatbik itibariyle rabıta budur. şimdi Mürşidini tanrı kabul eden bir tane müslüman kainatta yok. demeki asla şirk değil bilakis tevhittir. mümine kafir demek ise kişiyi kafir yapar.. sakınmalıdır.
_soru: Allah ile kul arasına kimse giremez.
_el cevap: ehli sünnete gönül vermiş müslümanların inancı Allah kuluna belli bir mesafede durmaz ve kulun önünde veya arkasında veya altında üstünde değilki birileri araya girebilsin..!
Bu idda Allahı cizim gibi şekilli düşünen sapık vahhabilerin sıkıntısıdır. Onların zannında Allah cisimdir (haşa) . haliyle sair eşya araya girmiş oluyor. Biz Allahı bu iftiradan tenzih ederiz. Bak ve görki; namazda kabe bizimle Allah arasına girmez.
bu soru Allahı bilmemekten, sıfatlarını doğru öğrenmemekten neşet etmiştir.
_soru: iyi ama onu kasıtlı düşünüyorsunuz.. Halbuki Allahı düşünmeli idiniz, şu halde Allaha yaraşır bir kalbi ameli Şeyhe yaptınız buda şirk değilmi?
_el cevap: asla şirk değildir. bilakis tevhittir ve hatta luzumludur. Bir kere Allahın zatını düşünmek haramdır. Zatını düşünmek Ona layık bir amel değildiki hakkını başkasına vermiş olalım ve şirke uğrayalım!
aksine Hazreti Allah bize yarattığı eserine bakmamızı emreder. Şu deveye bakmazlarmı buyurur, onlar kitap yüklü eşeklerdir der.. şimdi bu ayetleri namazda okurken bir deve bir eşek düşünsem namazda olduğum halde, değil şirk sevap işlemiş olurum.
namazda deveyi eşeği düşünmek şirk olmuyorsa, namaz dışında Allahın en mükemmel eserini düşünmekmi şirk olacak.. bu iftirayı kasıtlı diyen kişilerden ahirette hakkımızı alacağız.
_Soru: Allahı hatırlamak nerde o zaman, Allahı anmak lazım değilmi, düşünmekten onu kastediyorum.
_el cevap: şimdi oldu işte. zaten rabıtada onun içindir.Allahı hatırlamak. ve Allahı hatırlatacak mezahir içinde en kamil ve en berrak mazhar insandır. evet insan Allahın mükemmel aynasıdır. ancak nefsi emmarenin pisliğinden arınmış olmalı ve kalbin masivaya olan sevgi ve alakasından kurtulmuş olmalı.
Rabıta sünnettir:
Sünnetin mertebeleri içinde sıfatı sahabe vardırki bu mertebeden rabıta sünnet olur.
Meselenin izahı: Rabıta bakılan ve sevilen eşyanın kalpteki sureti ve aksi olunca hangi sahabenin kalbinde O Rasulullahın nur cemali parlamamış! ? Elbette en nurlu en kuvvetli bir keyfiyetle parlamıştır. Madem Onu herşeyden çok sevdiler hatta aşık oldular.. seven sevdiğinin hayaliyle devamlı meşkul olur. yerken içerken yürürken söylerken hemen onu hatırlar eski anılarını yad eder.
Ve hatta görme saadetine erişemeyenler ashabdan Rasulullahın cemalini ve siretini tarif etmelerini dilemişler onlarda kalplerineki suretine bakarak tarif etmişler ve buna hilyei şerif adı verilerek levhalara yazarak baş tacı edilmiş. Osmanlı ecdadımız ise bu Hilye-i şerifi vird gibi her gün okumuşlardır. Bütün bunlar sadece adı konmamış Rasulullahın rabıtasıdır.
_soru: madem durum böyledir neden bunu tavsiye etmemişler hiçbir eserde sizin anladığınız manada rabıtadan söz edilmez tavsiye edilmez. nice zaman sonra çıkarmışınız
_el cevap: Rabıtadan maksat sevgiyi tahsil etmektir. Rasulullahın fartı muhabbeti Ashabın gönlünden tabiine sirayet etti. ayrıca rabıtadan bahsetmeleri gerekmezdi zira aşkın sevgi hasıl olunca maksatta hasıl oldu. Rabıta bu sevgiyi tahsil etmenin nurlu bir vasıtasıdır.
Ancak şunu diyebiliriz; sevginin zorunlu neticesi olan bu hayal, kalbi bir rabıta/ bağ olmakla beraber buna rabıta adını vermek ashabı kiram zamanında olmamıştır. ancak bunun adını rabıta koymak zarar vermez. rabıtadan başka çok şeylerin adı sonradan konmuştur ama bidat değil belki farz veya sünnet olmuştur...oku-tıkla
_soru: sadece adı değil oturup kasıtlı bir şekilde rabıta yapmakta sonradan olmuştur.
El cevap: sevgi ve rabıta birbirinin lazım ve melzumudur. Yani sevgi rabıtayı doğururken rabıta da sevgiyi sonuç verir. Şu halde bir şeyin sevgisi hasen olursa o sevgiyi tahsil aracına tevessülde hasen olur. Demekki Ehlullaha rabıta dinin aslında var asla bidat değildir belki vaciptir. En müsamahasız yaklaşımla mendup olur.
_soru: ben rabıta etmek istemiyorum
_el cevap: gönlünü hak ile meşkul etmeyeni şeytan istila eder. bu gönül sen rabıta etmediğin zaman boş duracak değil. içine bir şeyler doldurursun. zaten doludur. O zaman bir Allahın dostunu gördünse bilki onun hayali hatırlayabileceğin en iyi surettir.
Netice:
Rasulullah sallallahü aleyhi vesellem'in nur cemali hangi adamın kalbinde aksetmediyse o kişi sahabe olamadı. Rasulullaha iman gözüyle bakıpe muhabbet eden bahtiyarların kalbinde ise onun Nur Cemali bir güneş gibi parlamıştır. Gerçek rabıta işte sahbenin Rasulullaha bu sevgi rabıtasıdır.
Bu rabıta öyle bir arkı manevi olduki o arktan binlerce güzellikler sahabeye intikal etti ve Asahbdan tabiine ve tabiinden tebei-tabiine..ve geldi bu envar bu füyuzat silsilenin son halkasındaki Zata.
Şimdi kamil ve mükemmil bir Mürşidi kim sever ve sevgisinde fani olursa elbet Hazreti Allah bu kişiyi nurlu Onun kalbinden rızıklandırır ve ordan buna marifetullah takva ve güzel ahlak nasib eder. Ne varki bu denli aşkın sevgiyi tahsil etmek güçtür. özellikle devamlı mürşidi ile beraber olma imkanı bulamıyanlar..
İşte bu imkansızlık ve zorluklar arasında çare gönül rabıtası dır.
.
'Rabıta-i Şerife'ye Kur anî Bir Yaklaşım
Tasavvuf mesleğinin önemli esaslarından biri de râbıta'dır. Bu Arapça kelimenin anlamı, alâka, ilgi, birlik bağlanmış şey olup tasavvufi ıstılahta, müridin şeyhini ya da mürşidini teemmül tefekkür ve tezekkürdür. Yani müridin, şeyhini ister diri isterse ölü daima hatırında tutması, onu düşünmesi ve sürekli gözünün önünde canlandırmasıdır.
Biz bu yazımızda, müteveffa Abdülhakim Arvasi'nin 'Rabıta-i Şerife' isimli eserine dikkat çekecek, bu kitaptaki rabıta konusunda anlatılanlar ile ilgili mülahazalarımızı belirteceğiz. Bu yazının esas amacı, Kur'ân'dan ve sünnetten kaynaklar gösterilen bu edimin gerçekte ne oranda Kur'âni ve sünni olduğunu dikkatlere sunmak olacaktır.
Esasında bir zühd hareketi olarak başlayan ve sonunda, Kuran’ın genel ilah anlayışıyla çatışacak derecede Vahdet-i vücut düşüncesine kadar uzanan tasavvuf, birçok müessesesiyle İslam'ın genel esaslarıyla çatışmaktadır. Sözkonusu müesseselerin hemen hepsinde İslam dışı bazı komşu kültürlerin izinin görülüp hissedilmesine rağmen bu müesseseler ısrarla, İslam'ın iki temel esası olan Kitab ve Sünnete dayandırılarak legalize edilmek istenmiştir. Oysa bunlara, bu iki kaynaktan referanslar bulmak oldukça zordur.
Her halde bunu bildiklerinden dolayıdır ki, mutasavvıflar, yine tasavvufun kendine has bilgi teorisi(!) içinde yeni izahlar geliştirmişler; 'bu söz zahir ehline göre hadis olmasa da batın ehline göre hadistir' diyerek meseleleri tartışmaya kapatmışlardır.
İşte biz bu yazıda Seyyid A.Hakim Arvasi'nin kitabında rabıta'ya dayanak gösterilen ayetlerin ne derece öyle olduğunu işlemeye çalışacak ve genel olarak rabıtanın İslami esaslara göre bir değerlendirmesini yapmayı deneyeceğiz.
RABITA NEDİR?
Abdulhakim Arvasi, mürid olmak isteyen birisine yazdığı mektupta zikir için gerekli olan zaman, abdest ve tenha bir yer seçi¬mi gibi şartların teminini hatırlattıktan sonra şöyle diyor:
Sonra, bir fatiha ve üç ihlas okur ve kainatın efendisiyle Şeyh Muhammed Bahauddin, Şah-ı Nakşibend ve Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani hazretlerine hediye edersiniz. Ve onların ruhaniyetlerinden şu istirhamda bulunursunuz: 'Beni de yolunuz ve tarikatiniz bağlılarından ve mü'minlerinden, hesabı görülmüşlerinden ve nisbeti yerine getirilmişlerinden sayınız.' Ruhaniyetinden istirhamda bulunulması gerekenler sadece bunlar değildir. Mevlana Halid Bağdadi ve diğerleri da bunlar arasındadır.(1)
Anlaşılacağı üzere bu yola yeni sülük eden kişiye tavsiye edi¬len bu uygulama, rabıtanın, diğer bir tabirle, tasavvufun ulularıyla kurulması gereken irtibatın ilk basamağını oluşturuyor.
Rabıta, sadece belli bir tarikat silsilesinde her müridin kendisinden bir üst seviyedeki zata yaptığı bir bağlanma değildir. Rabıta, ilahi-zati sıfatlarla tahalluk etmiş ve müşahid makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal hazinesinde muhafazasıdır (2) .
Rabıta yapılacak şeyh, vaktin imamı ve halifesidir. Kutuplar onun makamından düşen gölgeyle kanaat halindedirler. Bu zatlar ancak çok uzun zamanlarda bir gelirler. Nazarları, kalb marazlarını defe ve teveccühleri manevi illetleri kaldırmaya yetmektedir.(3)
Rabıta, salikin, şeyhi ile hem-hal olması, onun ahlakı ile ahlaklanması yani şeyhde yok olmasıdır (Fena fiş şeyh) . Bu olay, saliki eğitmek, ona ilahi marifetten tattırmaktır... Allah'da yok olmanın(fena fillâh) yolu şeyhde yok olmaktan geçmektedir.
Seyyid Arvasi, daha açık olarak rabıtayı şöyle tanımlıyor: 'Tezekkür-ü mevt denilen, ölümü düşünmek ve kendinizi ölmüş, teneşirde yatıyor hatta mezarda yatıyor kabul edeceksiniz. İşte me¬zarda iken mürşid, pir ve Allah ile sizin aranızdaki vesile ve vasıta zatı aklınıza getirip O'nu o an yanınızda ve karşınızda farzedip 'yüce alnına' yani 'iki kaşı ortasına' gözlerinizi dikeceksiniz. Ve keskin bir aşk iradesiyle 'vesileye yapışınız' ayeti mucibince o zatın ulu simasını kalbinizde hayal hazinesinde durduracaksınız.(4)
Arvasi'ye göre rabıta üç kısımdır. Birincisi, pirin suretini (yü¬zünü) sadece hayalinde tasarlamaktır. Bu tür rabıta, zikrin başlangı¬cında lazımdır. İkincisi pirin suretini kalbinde tasavvur etmektir. Bu suret, zikir esnasında ihtiyarsızca zuhur ederse onu kalbinde durduracak ve zikre devam edecektir. Üçüncüsü ise, pirin kıyafet ve heyetine aynen bürünmek ve kendini mürşid şeklinde görmektir.
Artık o anda ortadaki sanki kendisi değil pirdir. Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Mesela Kur'ân ve Delail dinler ve okurken, vaaz ve ders dinlerken, namaz kılarken, kendisini mürşidin kıyafet ve hey’etinde hayal eder. Namazda kıyam, oturma ve kıraat fiillerini icra eden sanki şeyhdir, kendisi değil!
İşte rabıtanın bu üçüncü türüne 'telebbüsi rabıta' (kılığa bürünme rabıtası) denmektedir. (5)
Görüldüğü gibi Arvasi'ye göre şeyhle rabıta, müridin şeyhe mutlak bir teslimiyetini gerektirmektedir. Fena Fillah'a giden yolun fena fiş şeyh basamağından başka bir şey değildir bu rabıta. Zaten bunu açıkça ifade etmektedir: 'Hakiki matlup Allah'da fani mukaddimesi, şeyhde fani olmayı gerçekleştirmekten ibarettir. (6)
ŞEYH'İN, ÖLÜMDEN SONRAKİ TASARRUFU
Arvasi'ye göre rabıta yapılacak şeyhin hayatta veya ölmüş olmasının hiçbir anlam ve önemi yoktur. Hatta şeyh öldükten sonra dirisinden daha fazla rabıtaya cevap vermektedir. Çünkü şeyhin ruhaniyeti zaman ve mekanla kayıtlı değildir. Nerede bulunursa bu¬lunsun şeyhi tasavvur ve rabıta ettiğinde onun feyzini hemen yanıbaşında bulacaktır.(7)
'Ebul Hasan eş-Şazeli Hazretleri buyuruyor: 'Evliyadan bazı¬ları vardır ki sadık müride, vefatından sonra, hayattayken olduğun¬dan daha fazla menfaat eriştirir. Yine evliyadan bazılarının, ruhaniyetleri vasıtasıyla ilahi emirleri takip ve tatbik ettirdiği kimseler vardır. İsterse o veli kabrinde meyyit olsun... Böylelerinin irşadı güneşin nuruna benzer. Kast ve iradeye bağlı olmaksızın bütün aleme feyz dağıtıcıdır. Hele kast ve iradesi eklenecek olursa...'(8)
Arvasi'ye göre, veliler sağken gösterilen hürmetin ölüyken de aynen gösterilmesi gerekmektedir. Bir velinin kabri ziyaret edilince ziyaretçiyi tanır ve selamını alır. Onunla beraber veli de Allah’ı zikreder. Veli vefat edince diğer evliya ile Peygamberin ruhları onun üstüne namaza dururlar.(9) Ayrıca velinin öldükten sonraki tasarrufunu inkarın, Rasul'deki ırsi tasarrrufa da sirayet etmesi ihtimalinde dolayı bu Allah'a sığınılması gereken bir olaydır.
KUR’AN VE SÜNNETTE RABITA
Yukarıda da değindiğimiz gibi tasavvuf ehline göre mistik düşünüş ve yaşayış tarzının hiçbir esası İslam dışı değildir. Bu bağlamda Arvasi'nin eserinde 'Rabıta-i Şerif'e, Kur'ân'dan, hadisten icmadan deliller getirilerek, Allah'ın emri, Rasulü'nün sünneti ve ulemasının tecviz ettiği bir olaymış gibi sunulmaktadır.
Arvasi Kur'ân'dan birkaç ayeti zikrederek, ayetlerin bu anlamda şeyhlerle rabıta yapmaya delalet ettiğini vurgulamaktadır. Bunlar¬dan birisi, sıkça ve ayetin sadece 'vesile arayınız' (kendince, 'vesileye yapışınız') kesitini dile getirdiği Maide Suresi'nin 35. ayetidir.
Ayetin meali şöyledir: 'Ey iman edenler Allah'dan kor¬kup sakının ve sizi O'na (yaklaştıracak) vesile arayın: O'nun yo¬lunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz' Diğer bir ayet, Tevbe Suresi'nin 119. ayetidir ve onun da meali şu şekildedir: 'Ey iman edenler! Allah'dan sakının ve doğrularla beraber olu¬nuz.' Diğer ayetlerin birisi, 'De ki eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun...' şeklindeki Ali İmran Suresi 31 ve öteki de, 'Andolsun, kadın onu arzulamıştı, eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıtını görmeseydi o da onu arzulamıştı...' şeklindeki Yusuf Suresi'nin 24. ayetidir.
Sünnetteki deliline gelince, Arvasi'ye göre, 'hâdiseler ve tecel¬liler karşısında hayrete düşenleri ruhaniyetlere başvurmağa davet' mealinde bir hadis mevcuttur. Ve hadis'e(!) itiraz edenler bu keyfi¬yetten uzak kimselerdir. Üstelik bu hadis, hadis usulüne göre hadis kabul edilmese dahi gerçeğe aykırı değildir, ve bu söz üzerine 'keşf ehli'nin ittifakı yeterlidir.(10)
Ayrıca İmam Buhari'nin ifade ettiğine göre 'Ebu Bekir hazretleri, Allah Rasulü'nün ruhaniyet cihetinden helada bile gözünün önünde bulunmasından ve ayrılmamasından şikayet etmiştir. '(11)
Diğer yandan Arvasi'ye göre Nakşi yolunun bütün şeyh ve mensupları, Maveraün-nehir, Buhara, Semerkant ve Hindistan'ın üstün alimlerinden olup bu da, hanefi ulemasının icması anlamına gelir. Ayrıca Şazeliyye'nin 'Kemal erbabı'nın hepsi Şafi, Nakşilik bağlılarının tümü tümü Hanefi, Kadiriliğin büyük çoğunluğu da Hanbeli olmakla, bu, büyük bir icmal husule getirmekte; buna karşı itiraz etmekse, şeriata aykırı bir tutum içine girmektir.(12)
DEĞERLENDİRME
Rabıta-i şerife adına söylenen şu sözlerin İslam'la bir alakası olacağını ve İslam'ın izin verdiği uygulamalar olacağını düşünmek dahi abestir.
Yukarıda sıraladığımız, rabıtaya dayanak teşkil ettiği söylenen Kur'ân, Hadis ve icma nasslarına değinmeden önce şu hususun altı¬nı çizmek istiyoruz. İlk olarak Hasan Basri gibi Tabiinle başlayan zühd hareketi bilahare başka bazı din ve düşünce tarzlarından etki¬lenerek batini, mistik ve ezoterik mahiyetli bir tasavvuf doktrini ha¬line dönüşmüştür. Tasavvuftaki bazı inanç ve kavramlarda, bilhas¬sa Hind düşüncesinin izleri dikkat çekicidir. Arada oldukça enteresan benzerlikler vardır. Rabıta da bunlardan birisidir.
Rabıta şeyhi düşünme yani şeyhte fena bulma, Allah'da fena bulma sürecinin başlangıç halkasını oluşturmaktadır. Bunun, Hint düşüncesin¬deki Nirvana'ya ulaşma inancından ne farkı var acaba? ! Bakınız, Hint filozofu ve azizi Shankara (D.686) Nirvana erincini nasıl izah ediyor: 'Kurtuluşa giden adımlardan birincisi, ebedi olmayan bütün şeylerden feragat etmektir.'
'Mürit, Atman'ın(13) gerçeğini işittikten sonra onun üzerinde düşünmeli ve durmaksızın uzun bir müddet için onun üzerinde te¬fekküre dalmalıdır. Böylece mürit süje ve obje şuurluğunun yokolduğu ve sadece bölünmez ve sonsuz şuurluluğun geriye kaldığı, en yüksek duruma ulaşır. Dünya üzerinde yaşıyorken Nirvananın mutluluğunu tanir.'(l4)
Bir başka yerde Nirvana için egzersizler tarif ediyor: 'Duygu nesneleri üzerinde durmayı reddet, kalbinde huzur uyanacak. Kalp huzurlu olduğu zaman Atman'ın görüntüsü gelir.' ' İnsan, sakin, sabırlı, tatmin ve kendini kontrol etmiş, derin bir şekilde murakabeye dalmış olduğu zaman kendi kalbi içinde atman’ı idrakle sürdürülen bir tefekkürle ulaşılacığını da belirtmek¬tedir Shankara.
Nirvana inancına göre, kalbi saflaşan insan ilahi atmanı idrak eder; böylece dünyaya, köke ve herşeye olan bağını imha eder.(16)
Esasında rabıta doktrini, tasavvuftaki, varlığın birliği (vahdet-i vücud) düşüncesinden bağımsız ele alınamaz. Bu ekole göre kai¬nat, Allah'ın tecellisinden başka birşey olmadığı gibi; Shankara felsefesine göre de kainat Brahman'ın bir neticesidir. 'O asla Brah¬man'dan başka birşey olamaz.' Kainatın Brahman'dan müstakil bir mevcudiyeti yoktur. Böyle olduğunu zanneden kimse Shankara'ya göre 'uykusunda konuşan kimse' gibidir.(l7)
Nirvana'ya ulaşma cehdi ile Brahman'da sonsuz huzura kavuşan mürid gibi. Allah'da fena bulan sufi de sonsuz huzura erişecektir. İki düşünce arasındaki benzerlik, Beyazit Bistami gibi, Allah'ı aramak için göklere çıkan ve fakat Allah'ı orada bulamadığı için O'nun Arş'daki yerine oturan(!) bir vahdet-i vücutçu sufinin, kendisini tasavvufa girdiren ve fena fit tevhid'i öğreten mürşidin, İslam'a girmiş bir Hintli olan Ebu Ali es-Sindi olduğu ve Bistaminin, Shankara felsefesinin te¬şekkül devrinde yaşadığı(18) göz önüne alınırsa daha iyi anlaşılacaktır.
Rabıtanın Kur'ân ve hadise dayandırılmasına gelince: bu tama¬men indidir ve Bektaşi'nin, Kur'ân'ın namaz kılmaktan menettiği şeklindeki mantığından farksız bir üslupla nasslardan böyle bir anlam çıkarılmaktadır. Zaten tasavvuf ehli Kur'ân-ı Kerim’i bir kitap kılığına büründürmüşlerdir. İstedikleri âyetleri kendi felsefeleri doğrultusunda yorumlamaktadırlar.
Seyyid A.Hakim Arvasi'ye göre Maide Suresi'nin 35. ayeti, tarikat erbabına, şeyhlerine rabıta yapmaları imkanını, hatta emrini vermektedir. Zira bu âyetin Allah'u Teala '... vesile arayınız' buyurmaktadır. Oysa âyetin siyak ve sibakına bakan birisi, âyetin böyle bir anlama gelmediğini hemencecik anlayacaktır. Ayeti sibakında Allah'u Teala Adem'in iki oğlunun (ulema bunlara Habil Kabil demişlerse de doğrusunu Allah bilir) kıssasını anlattıktan sonra, Allah ve Rasulü'ne önce tevbe etmeleri halinde affolunacaklarını açıklamaktadır.
İşte bundan sonra da (35. ayet) , şöyle buyur¬maktadır: 'Ey iman edenler, Allah'dan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın. ' 'Vesile' kendisiyle bir maksadın elde edilmesine yardımcı olan şeydir'(19) Ayetin anlamı gayet açıktır. Allah'u Teala mü'minlere, O'nun rızasını kazanacak, mağfi¬retini hak ettirecek davranışlarda bulunmalarını istiyor(20) .
İbni Kesir'in verdiği bilgiye göre Katâde, Allah'a itaat ederek ve O'nun hoşlanacağı amelleri yaparak O'na yaklaşın demektir şeklinde yo¬rumlamıştır.(21)
İslâm'da ruhbanlık yoktur. İslâm'da Allah ile kulu arasında kimsenin bulunamayacağı prensibi gayet açıktır. Allah Rasulü(s) kendisinin dahi bu şekilde, taabbüdi bir tazim ve hürmetle ululaştırılmasından son derece endişe etmiş ve mü'minleri uyarmıştır. Eğer, Kur'ân âyetlerinden herkes hevasının istediği manayı çıkara¬caksa, biz de bu zatlara şu âyeti hatırlatırız: '(Resulüm) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilah olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler.'
'Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rablarının azabı sakınmağa değer. '(22)
Arvasi’nin rabıtaya mesned teşkil ettiğini sandığı diğer bir ayet de, ‘Ey iman edenler, Allah'dan sakının ve doğru olanlarla birlikte olun’ mealindeki Tevbe Suresi'nin 119. âyetidir. Surenin 118. ayetinde Allah'u Teala, Tebuk Savaşı'na katılmayan üç sahabenin durumuna işaret ederek onların tevbesini kabul ettiğini bildirmektedir. Bilindiği üzere Ka'b b. Malik, Mürare b. Rebi ve Hilal b. Ümeyye Tebük Savaşı'na katılmamışlar, savaş dönüşünde Resulullah(s) bunları çağırıp özürlerini dinledikten sonra bu üç müslümanı cemaattan dışlayıp sosyal boykot cezası vermiştir. Elli günden sonra Allah işte 118. ayette bunların af olunduklarını ilan etmiştir. Ayeti bu manzara çerçevesinde düşünürsek Allah'u Teala müslümanlara, doğru söyleyin, doğruluğa yapışın ve doğru söyleyenlerle beraber olun buyurmuştur.(23)
Yani bir anlamda, cihaddan geri kalmayıp, cihada katılanlarla beraber olun. Katılmadığınızda da bahaneler uy¬durmayın, diyor Allah.
Elbette ki inananların, sadıklarla yani doğru, adil hakkaniyet sahibi dindaşlarıyla beraber olmaları gerektir. Zaten müslümanlar kardeştirler. Mü'minlerin velileri Allah, Rasulü ve namaz kılıp zekat veren mü'minler olduğu bildirilmiştir(24) Ama yukarıda açık¬landığı şekilde bir rabıta anlayışına ayetten ufak bir gönderme dahi bulmak imkansızdır.
Yusuf Suresi 24. ayetinde de, Mısır azizinin karısının Yusuf’u ayartma çabası karşısında Allah'ın O'na verdiği bir 'burhan' (kesin kanıt) olmasaydı Yusuf(s) 'un da kadına meyledeceği bildirilmektedir. Ama herhangi bir mürit-mürşit ilişkisinden ya da rabıta yapılan bir kişiden söz etmemektedir. Bu burhan, Allah'dan Yusuf’a gelen O'nun uyarıcı bir ilhamı ya da vahiydir.(25)
Ali İmran Sure'sinin 31. âyetine gelince bu ayette de, ‘De ki, eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun..' buyurulmaktadır. Allah ve Rasulü'ne tabi olup O'nun getirdiği nizamı kabul edip, Allah’a çağırısına boyun eğecek mü'minler Allah'ın rızasını kazanacaklardır.
Arvasi'nin eserinde, peygamberimizin, 'hadiseler ve tecelliler karşısında hayrete düşenleri ruhaniyetlere başvurmaya' çağırdığına ilişkin söz asılsızdır. Zaten buna sadece hadis diyerek geçmiştir. Sözde hadisi tanıtıcı hiçbir bilgi ve not yoktur. Diğer taraftan sözün hadis kabul edilmesi için 'keşif ehli'nin ittifakının yeterli olduğu söyleniyor.
Tabiki bu tavır ilmi olmaktan uzaktır ve sadece sözün sahibini bağlar. Diğer taraftan -eğer gerçekse- Hz. Ebu Bekir'in, Resul(s) 'ın ruhaniyetinin helada dahi gözünün önünde dolaşması kadar tabii birşey olamaz. Kalbe doğan ilham ya da hayal bilgi değildir. Herhangi bir gereklilik de doğurmaz.
Allah Resulü(s) de bir beşerdir. Hem de bizim gibi bir beşer ama ne var ki, misyonu farklı: 'De ki şüphesiz ben sizin benzeriniz olan beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim rabbına kavuşmayı umuyorsa artık salih bir amel işlesin. Ve Rabbına ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.'(26)
Allah Rasulü, Rabbından aldığı sözlerle, Allah'dan başka hiç kim¬seden medet umulmaması, hiç kimseye perestij yapılmaması ve hiç bir insanın dinde nüfuz sahibi kılınmaması için mesajlar sunmuş¬tur. 'Ben de sizin gibi bir beşerim' derken Allah önünde O'nun da bir insan olduğunu ama görev açısından farklı olduğunu anlatmak istemiştir. Aksi takdirde İslâm'da da Cennet parselleyen, ahiret emlakçılarının türemiş olması doğal olurdu.
Yani kullar Allah'a yak¬laşmak için aracılara ihtiyaç duyacaklardı. Bunlar da, fakihler, müderrisler, imam- hatipler, veliler, şeyhler, mürşitler, kutuplar olacaktır. Ama İslam, açık seçik olarak bu dindışı adetleri kesinlikle izale etmiştir.
İcma olayına gelince değişik tarikat mensupları degişik fıkhi mezheplerin mukallidi olabilirler. Ya da değişik mezhep mensupları sözkonusu tarikatlara sülük etmiş olabilirler. Bunlar sürekli değişebilecek şeylerdir. Değişmeyen, Allah'ın kitabı'dır. Akabinde Rasulü’nün (s) , dinin esasını tefsire matuf olan örnek yaşantısı gelir.
Hiçbir zaman hakikatler, insan adetleriyle doğru orantılı değildirler. Kaldı ki meşhur dört mezhep imamlarından hiç birinin böyle bir rabıta ve vahdeti vücutla ilgili tasdik edici görüşleri de yoktur. Zaten bu tarihi gerçeklere de ters düşerdi. Zira bu fikirlerin İslam aleminde zuhuru imamlardan epeyce sonradır. Bu imamlardan Ahmed bin Hanbel'in ve O'nun tilmizi İbni Teymiyye'nin, kulları aracı yapmaya delalet edecek en ufak bir davranışa bile tahammülsüz oldukları da iyi bilinen gerçeklerdendir.
Şeyhlerin öldükten sonra da tasarrufta bulunmaları ve müritleriyle beraber olmaları inancı da bir ayrı batıldır. Müslümanlar daha ne güne kadar din yerine hurafelerle yaşayacaklardır. Hangi Kur'ân ayetinde hangi sahih sünnette, kabirdeki çürümüş kemikler¬den bir fayda ummayı mümkün gören bir ifade bulunmaktadır? ... Nedense İslami topluluklar kişiler diriyken değil de, öldükten sonra istimdat etmede epeyce ileri düzeydedirler.
Aslında bu adamlar, dolaylı yollardan Allah Rasulü'nü yalancı saymaktadırlar. Zira, eğer gerçekten mezardaki kemiklerden bir fayda dokunabilirse ve bunun dini bir dayanağı varsa Allah Rasulü açık-seçik söylemeliydi. Hatta, madem ki O, ümmetini çok seven biriydi (ki gerçekten öyleydi) , o halde, öldükten sonra kendisinin de ümmeti darda kalınca imdatlarına yetişeceğini, ölü iken de tasarrufda bulunacağını, gerek zorluk gerekse refah halinde mezarının başına koşup O'na ellerini açmalarını tavsiye etmeliydi. Bunu yap¬madığına göre, bu önemli gizleri çok az sayıdaki sır sahiplerine ifşa ettiğine göre O, (tenzih ederiz) davasına ihanet etmiştir. Bu ise im¬kansızdır.
Arvasi'nin yazılarında, müridlere, şeyhlerine hitaben 'beni de...hesabı görülmüşlerden sayınız' diye yakarmaları salık veriliyor. Aslında hesabı görecek olan yalnızca Allah'tır. O'ndan başka hiç kimsenin hesap görme diye bir yetkisi yoktur. Tabir caizse, dinde hiç kimsenin 'köşe' olmasına izin verilmemiştir ve de olamaz. Peygamber dahi hiç kimsenin hesabını görüp defterini kapatamaz.
Diğer taraftan, müridin şeyhi sürekli gözü önünde tutması, iki kaşının ortasına bakması ve hatta ibadetlerde dahi gözünün önünde tutmasının mantığı ve gerekçesi nedir bilmiyoruz. Namaz sadece Allah içindir. Namaz sadece Allah'ı düşünmenin gereği (huşu) namazda Allah'dan başkasını düşünmek namazın sebeb ve gayesine de aykırıdır. Namazda şeyhi düşünmek Allah'ı düşünme olacaktır. Ama ne yazık ki, gerçekten günlük hayatta bunun örneklerine sıkça rastlıyoruz. Günün belirli saatlerinde ve şeyhlerini hep gözleri önünde canlandıran ehli tarik hanımefendiler, bunu sair mü'mine kadınlara da ısrarla tavsiye etmekte ve batıllarına (şirklerine) bunları da ortak etmektedirler.
Asıl bunun acı tarafı, bunların dine maledilmeleridir. Herkes, istediği kişinin hayalini gözünün önünden ayırmaz, onunla hemhal olur. Şeyhinde fena olur, feyziyle feyzyâb(!) olur, buna kimse bir şey demez. Ama yeter ki bu masallar dine maledilmesin.
SONUÇ
Ne Allah'ın Kitabı'ında, ne de sahih sünnette, sufi kitaplarında karakterize edilen türde düşünce ve inançların İslam'ın genel tevhid ve rububiyet esaslarıyla bağdaşması mümkün değildir. İslam, apa¬çık ve normal akıl standardında anlaşılıp yaşanacak bir dindir. İslam'ı Hint ve Uzakdoğu dinlerindeki gibi ezoterik bir dua dini veya bir yoga mistisizmi derecesine düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Eğer bu Kur'ân bize oyun ve eğlence olsun diye indirilmediyse, teori ve pratiğimizin Allah rızası için Kitab'a uygun olup ol¬madığına bakmalıyız.
İslam'ın en hassas olduğu temalardan biri de ruhbanlık olayıdır. İslam ruhbanlığı tamamen imha etmiştir. İslam'daki irade ve ferdi hürriyet ile ruhbanlık arasında telifi imkansız bir uçurum var¬dır. Tevbe Suresi'nin 31. ayeti, Allah'ın dışında bir takım ruhban ve din adamlarını ilahlar edinenleri şiddetle tekdir etmektedir.
Özellikle, yeniden bir İslam'a yönelişin başladığı zaman da bilhassa genç müslümanların 'dinlerini kimden ve nasıl', din adına ne aldıklarına çok iyi bakmaları gerekmektedir.
Gerçek rabıtanın, sadece Allah ile kurulacak olan olduğunu unutmayalım.
(1) Seyyid Abdulhakim Arvasi, Rabıta-i Şerife, Sadeleştiren: N.Fazıl İst. 1981. 3.Baskı. s.9.
(2) a.g.e.,s. 18
(3) İbid, s. 19
(4) İbid, s. 10
(5) İbid, s.10-1
(6) İbid, s.18.
(7) İbid, s.26.
(8) İbid,s.19.
(9) İbid, s.24.
(10) İbid, s. 31.
(11) İbid, s. 24-25.
(12) İbd, s.31.
(13) Atman, doğumsuz ve ölümsüzdür, zeval bulmaz. Değişmez ebedidir. Tabiatı saf şuurluluktur. Bölünmezdir. Bir ikincisi olmayan biridir. Bkz. Shankara, Tefrik Etme Hazinesi, Dergah Y.İst. 1976 s.66-67.
(14) a.g.e., s. 56.
(15) İbid, s. 97-98.
(16) İbid, s. 69
(17) İbid, s. 81.
(18) İslam Felsefesi Tarihi, İklim Y. İst. 1987- s.192-193.
(19) İbni Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri C.:5 s.2268. ^
(20) Süleyman Ateş, Yüce Kur'ân'ın çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Y. İst 1990-s.2,s.518
(21) İbni Kesir, a.g..,C.5, s.2268.
(22) Kur’an, İsra 56-57.
(23) İbni Kesir, a.g.e. C.: 7, s. 3695-3696.
(24) Kur’an, Maide: 55.
(25) Mevdudi, Tefhimul Kur'ân, İnsan Y.İst. 1986, C.:2 s.:424.
(26) Kur'ân, Kehf: 110.
'Rabıta-i Şerife'ye Kur anî Bir Yaklaşım
Tasavvuf mesleğinin önemli esaslarından biri de râbıta'dır. Bu Arapça kelimenin anlamı, alâka, ilgi, birlik bağlanmış şey olup tasavvufi ıstılahta, müridin şeyhini ya da mürşidini teemmül tefekkür ve tezekkürdür. Yani müridin, şeyhini ister diri isterse ölü daima hatırında tutması, onu düşünmesi ve sürekli gözünün önünde canlandırmasıdır.
Biz bu yazımızda, müteveffa Abdülhakim Arvasi'nin 'Rabıta-i Şerife' isimli eserine dikkat çekecek, bu kitaptaki rabıta konusunda anlatılanlar ile ilgili mülahazalarımızı belirteceğiz. Bu yazının esas amacı, Kur'ân'dan ve sünnetten kaynaklar gösterilen bu edimin gerçekte ne oranda Kur'âni ve sünni olduğunu dikkatlere sunmak olacaktır.
Esasında bir zühd hareketi olarak başlayan ve sonunda, Kuran’ın genel ilah anlayışıyla çatışacak derecede Vahdet-i vücut düşüncesine kadar uzanan tasavvuf, birçok müessesesiyle İslam'ın genel esaslarıyla çatışmaktadır. Sözkonusu müesseselerin hemen hepsinde İslam dışı bazı komşu kültürlerin izinin görülüp hissedilmesine rağmen bu müesseseler ısrarla, İslam'ın iki temel esası olan Kitab ve Sünnete dayandırılarak legalize edilmek istenmiştir. Oysa bunlara, bu iki kaynaktan referanslar bulmak oldukça zordur.
Her halde bunu bildiklerinden dolayıdır ki, mutasavvıflar, yine tasavvufun kendine has bilgi teorisi(!) içinde yeni izahlar geliştirmişler; 'bu söz zahir ehline göre hadis olmasa da batın ehline göre hadistir' diyerek meseleleri tartışmaya kapatmışlardır.
İşte biz bu yazıda Seyyid A.Hakim Arvasi'nin kitabında rabıta'ya dayanak gösterilen ayetlerin ne derece öyle olduğunu işlemeye çalışacak ve genel olarak rabıtanın İslami esaslara göre bir değerlendirmesini yapmayı deneyeceğiz.
RABITA NEDİR?
Abdulhakim Arvasi, mürid olmak isteyen birisine yazdığı mektupta zikir için gerekli olan zaman, abdest ve tenha bir yer seçi¬mi gibi şartların teminini hatırlattıktan sonra şöyle diyor:
Sonra, bir fatiha ve üç ihlas okur ve kainatın efendisiyle Şeyh Muhammed Bahauddin, Şah-ı Nakşibend ve Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani hazretlerine hediye edersiniz. Ve onların ruhaniyetlerinden şu istirhamda bulunursunuz: 'Beni de yolunuz ve tarikatiniz bağlılarından ve mü'minlerinden, hesabı görülmüşlerinden ve nisbeti yerine getirilmişlerinden sayınız.' Ruhaniyetinden istirhamda bulunulması gerekenler sadece bunlar değildir. Mevlana Halid Bağdadi ve diğerleri da bunlar arasındadır.(1)
Anlaşılacağı üzere bu yola yeni sülük eden kişiye tavsiye edi¬len bu uygulama, rabıtanın, diğer bir tabirle, tasavvufun ulularıyla kurulması gereken irtibatın ilk basamağını oluşturuyor.
Rabıta, sadece belli bir tarikat silsilesinde her müridin kendisinden bir üst seviyedeki zata yaptığı bir bağlanma değildir. Rabıta, ilahi-zati sıfatlarla tahalluk etmiş ve müşahid makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal hazinesinde muhafazasıdır (2) .
Rabıta yapılacak şeyh, vaktin imamı ve halifesidir. Kutuplar onun makamından düşen gölgeyle kanaat halindedirler. Bu zatlar ancak çok uzun zamanlarda bir gelirler. Nazarları, kalb marazlarını defe ve teveccühleri manevi illetleri kaldırmaya yetmektedir.(3)
Rabıta, salikin, şeyhi ile hem-hal olması, onun ahlakı ile ahlaklanması yani şeyhde yok olmasıdır (Fena fiş şeyh) . Bu olay, saliki eğitmek, ona ilahi marifetten tattırmaktır... Allah'da yok olmanın(fena fillâh) yolu şeyhde yok olmaktan geçmektedir.
Seyyid Arvasi, daha açık olarak rabıtayı şöyle tanımlıyor: 'Tezekkür-ü mevt denilen, ölümü düşünmek ve kendinizi ölmüş, teneşirde yatıyor hatta mezarda yatıyor kabul edeceksiniz. İşte me¬zarda iken mürşid, pir ve Allah ile sizin aranızdaki vesile ve vasıta zatı aklınıza getirip O'nu o an yanınızda ve karşınızda farzedip 'yüce alnına' yani 'iki kaşı ortasına' gözlerinizi dikeceksiniz. Ve keskin bir aşk iradesiyle 'vesileye yapışınız' ayeti mucibince o zatın ulu simasını kalbinizde hayal hazinesinde durduracaksınız.(4)
Arvasi'ye göre rabıta üç kısımdır. Birincisi, pirin suretini (yü¬zünü) sadece hayalinde tasarlamaktır. Bu tür rabıta, zikrin başlangı¬cında lazımdır. İkincisi pirin suretini kalbinde tasavvur etmektir. Bu suret, zikir esnasında ihtiyarsızca zuhur ederse onu kalbinde durduracak ve zikre devam edecektir. Üçüncüsü ise, pirin kıyafet ve heyetine aynen bürünmek ve kendini mürşid şeklinde görmektir.
Artık o anda ortadaki sanki kendisi değil pirdir. Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Mesela Kur'ân ve Delail dinler ve okurken, vaaz ve ders dinlerken, namaz kılarken, kendisini mürşidin kıyafet ve hey’etinde hayal eder. Namazda kıyam, oturma ve kıraat fiillerini icra eden sanki şeyhdir, kendisi değil!
İşte rabıtanın bu üçüncü türüne 'telebbüsi rabıta' (kılığa bürünme rabıtası) denmektedir. (5)
Görüldüğü gibi Arvasi'ye göre şeyhle rabıta, müridin şeyhe mutlak bir teslimiyetini gerektirmektedir. Fena Fillah'a giden yolun fena fiş şeyh basamağından başka bir şey değildir bu rabıta. Zaten bunu açıkça ifade etmektedir: 'Hakiki matlup Allah'da fani mukaddimesi, şeyhde fani olmayı gerçekleştirmekten ibarettir. (6)
ŞEYH'İN, ÖLÜMDEN SONRAKİ TASARRUFU
Arvasi'ye göre rabıta yapılacak şeyhin hayatta veya ölmüş olmasının hiçbir anlam ve önemi yoktur. Hatta şeyh öldükten sonra dirisinden daha fazla rabıtaya cevap vermektedir. Çünkü şeyhin ruhaniyeti zaman ve mekanla kayıtlı değildir. Nerede bulunursa bu¬lunsun şeyhi tasavvur ve rabıta ettiğinde onun feyzini hemen yanıbaşında bulacaktır.(7)
'Ebul Hasan eş-Şazeli Hazretleri buyuruyor: 'Evliyadan bazı¬ları vardır ki sadık müride, vefatından sonra, hayattayken olduğun¬dan daha fazla menfaat eriştirir. Yine evliyadan bazılarının, ruhaniyetleri vasıtasıyla ilahi emirleri takip ve tatbik ettirdiği kimseler vardır. İsterse o veli kabrinde meyyit olsun... Böylelerinin irşadı güneşin nuruna benzer. Kast ve iradeye bağlı olmaksızın bütün aleme feyz dağıtıcıdır. Hele kast ve iradesi eklenecek olursa...'(8)
Arvasi'ye göre, veliler sağken gösterilen hürmetin ölüyken de aynen gösterilmesi gerekmektedir. Bir velinin kabri ziyaret edilince ziyaretçiyi tanır ve selamını alır. Onunla beraber veli de Allah’ı zikreder. Veli vefat edince diğer evliya ile Peygamberin ruhları onun üstüne namaza dururlar.(9) Ayrıca velinin öldükten sonraki tasarrufunu inkarın, Rasul'deki ırsi tasarrrufa da sirayet etmesi ihtimalinde dolayı bu Allah'a sığınılması gereken bir olaydır.
KUR’AN VE SÜNNETTE RABITA
Yukarıda da değindiğimiz gibi tasavvuf ehline göre mistik düşünüş ve yaşayış tarzının hiçbir esası İslam dışı değildir. Bu bağlamda Arvasi'nin eserinde 'Rabıta-i Şerif'e, Kur'ân'dan, hadisten icmadan deliller getirilerek, Allah'ın emri, Rasulü'nün sünneti ve ulemasının tecviz ettiği bir olaymış gibi sunulmaktadır.
Arvasi Kur'ân'dan birkaç ayeti zikrederek, ayetlerin bu anlamda şeyhlerle rabıta yapmaya delalet ettiğini vurgulamaktadır. Bunlar¬dan birisi, sıkça ve ayetin sadece 'vesile arayınız' (kendince, 'vesileye yapışınız') kesitini dile getirdiği Maide Suresi'nin 35. ayetidir.
Ayetin meali şöyledir: 'Ey iman edenler Allah'dan kor¬kup sakının ve sizi O'na (yaklaştıracak) vesile arayın: O'nun yo¬lunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz' Diğer bir ayet, Tevbe Suresi'nin 119. ayetidir ve onun da meali şu şekildedir: 'Ey iman edenler! Allah'dan sakının ve doğrularla beraber olu¬nuz.' Diğer ayetlerin birisi, 'De ki eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun...' şeklindeki Ali İmran Suresi 31 ve öteki de, 'Andolsun, kadın onu arzulamıştı, eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıtını görmeseydi o da onu arzulamıştı...' şeklindeki Yusuf Suresi'nin 24. ayetidir.
Sünnetteki deliline gelince, Arvasi'ye göre, 'hâdiseler ve tecel¬liler karşısında hayrete düşenleri ruhaniyetlere başvurmağa davet' mealinde bir hadis mevcuttur. Ve hadis'e(!) itiraz edenler bu keyfi¬yetten uzak kimselerdir. Üstelik bu hadis, hadis usulüne göre hadis kabul edilmese dahi gerçeğe aykırı değildir, ve bu söz üzerine 'keşf ehli'nin ittifakı yeterlidir.(10)
Ayrıca İmam Buhari'nin ifade ettiğine göre 'Ebu Bekir hazretleri, Allah Rasulü'nün ruhaniyet cihetinden helada bile gözünün önünde bulunmasından ve ayrılmamasından şikayet etmiştir. '(11)
Diğer yandan Arvasi'ye göre Nakşi yolunun bütün şeyh ve mensupları, Maveraün-nehir, Buhara, Semerkant ve Hindistan'ın üstün alimlerinden olup bu da, hanefi ulemasının icması anlamına gelir. Ayrıca Şazeliyye'nin 'Kemal erbabı'nın hepsi Şafi, Nakşilik bağlılarının tümü tümü Hanefi, Kadiriliğin büyük çoğunluğu da Hanbeli olmakla, bu, büyük bir icmal husule getirmekte; buna karşı itiraz etmekse, şeriata aykırı bir tutum içine girmektir.(12)
DEĞERLENDİRME
Rabıta-i şerife adına söylenen şu sözlerin İslam'la bir alakası olacağını ve İslam'ın izin verdiği uygulamalar olacağını düşünmek dahi abestir.
Yukarıda sıraladığımız, rabıtaya dayanak teşkil ettiği söylenen Kur'ân, Hadis ve icma nasslarına değinmeden önce şu hususun altı¬nı çizmek istiyoruz. İlk olarak Hasan Basri gibi Tabiinle başlayan zühd hareketi bilahare başka bazı din ve düşünce tarzlarından etki¬lenerek batini, mistik ve ezoterik mahiyetli bir tasavvuf doktrini ha¬line dönüşmüştür. Tasavvuftaki bazı inanç ve kavramlarda, bilhas¬sa Hind düşüncesinin izleri dikkat çekicidir. Arada oldukça enteresan benzerlikler vardır. Rabıta da bunlardan birisidir.
Rabıta şeyhi düşünme yani şeyhte fena bulma, Allah'da fena bulma sürecinin başlangıç halkasını oluşturmaktadır. Bunun, Hint düşüncesin¬deki Nirvana'ya ulaşma inancından ne farkı var acaba? ! Bakınız, Hint filozofu ve azizi Shankara (D.686) Nirvana erincini nasıl izah ediyor: 'Kurtuluşa giden adımlardan birincisi, ebedi olmayan bütün şeylerden feragat etmektir.'
'Mürit, Atman'ın(13) gerçeğini işittikten sonra onun üzerinde düşünmeli ve durmaksızın uzun bir müddet için onun üzerinde te¬fekküre dalmalıdır. Böylece mürit süje ve obje şuurluğunun yokolduğu ve sadece bölünmez ve sonsuz şuurluluğun geriye kaldığı, en yüksek duruma ulaşır. Dünya üzerinde yaşıyorken Nirvananın mutluluğunu tanir.'(l4)
Bir başka yerde Nirvana için egzersizler tarif ediyor: 'Duygu nesneleri üzerinde durmayı reddet, kalbinde huzur uyanacak. Kalp huzurlu olduğu zaman Atman'ın görüntüsü gelir.' ' İnsan, sakin, sabırlı, tatmin ve kendini kontrol etmiş, derin bir şekilde murakabeye dalmış olduğu zaman kendi kalbi içinde atman’ı idrakle sürdürülen bir tefekkürle ulaşılacığını da belirtmek¬tedir Shankara.
Nirvana inancına göre, kalbi saflaşan insan ilahi atmanı idrak eder; böylece dünyaya, köke ve herşeye olan bağını imha eder.(16)
Esasında rabıta doktrini, tasavvuftaki, varlığın birliği (vahdet-i vücud) düşüncesinden bağımsız ele alınamaz. Bu ekole göre kai¬nat, Allah'ın tecellisinden başka birşey olmadığı gibi; Shankara felsefesine göre de kainat Brahman'ın bir neticesidir. 'O asla Brah¬man'dan başka birşey olamaz.' Kainatın Brahman'dan müstakil bir mevcudiyeti yoktur. Böyle olduğunu zanneden kimse Shankara'ya göre 'uykusunda konuşan kimse' gibidir.(l7)
Nirvana'ya ulaşma cehdi ile Brahman'da sonsuz huzura kavuşan mürid gibi. Allah'da fena bulan sufi de sonsuz huzura erişecektir. İki düşünce arasındaki benzerlik, Beyazit Bistami gibi, Allah'ı aramak için göklere çıkan ve fakat Allah'ı orada bulamadığı için O'nun Arş'daki yerine oturan(!) bir vahdet-i vücutçu sufinin, kendisini tasavvufa girdiren ve fena fit tevhid'i öğreten mürşidin, İslam'a girmiş bir Hintli olan Ebu Ali es-Sindi olduğu ve Bistaminin, Shankara felsefesinin te¬şekkül devrinde yaşadığı(18) göz önüne alınırsa daha iyi anlaşılacaktır.
Rabıtanın Kur'ân ve hadise dayandırılmasına gelince: bu tama¬men indidir ve Bektaşi'nin, Kur'ân'ın namaz kılmaktan menettiği şeklindeki mantığından farksız bir üslupla nasslardan böyle bir anlam çıkarılmaktadır. Zaten tasavvuf ehli Kur'ân-ı Kerim’i bir kitap kılığına büründürmüşlerdir. İstedikleri âyetleri kendi felsefeleri doğrultusunda yorumlamaktadırlar.
Seyyid A.Hakim Arvasi'ye göre Maide Suresi'nin 35. ayeti, tarikat erbabına, şeyhlerine rabıta yapmaları imkanını, hatta emrini vermektedir. Zira bu âyetin Allah'u Teala '... vesile arayınız' buyurmaktadır. Oysa âyetin siyak ve sibakına bakan birisi, âyetin böyle bir anlama gelmediğini hemencecik anlayacaktır. Ayeti sibakında Allah'u Teala Adem'in iki oğlunun (ulema bunlara Habil Kabil demişlerse de doğrusunu Allah bilir) kıssasını anlattıktan sonra, Allah ve Rasulü'ne önce tevbe etmeleri halinde affolunacaklarını açıklamaktadır.
İşte bundan sonra da (35. ayet) , şöyle buyur¬maktadır: 'Ey iman edenler, Allah'dan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın. ' 'Vesile' kendisiyle bir maksadın elde edilmesine yardımcı olan şeydir'(19) Ayetin anlamı gayet açıktır. Allah'u Teala mü'minlere, O'nun rızasını kazanacak, mağfi¬retini hak ettirecek davranışlarda bulunmalarını istiyor(20) .
İbni Kesir'in verdiği bilgiye göre Katâde, Allah'a itaat ederek ve O'nun hoşlanacağı amelleri yaparak O'na yaklaşın demektir şeklinde yo¬rumlamıştır.(21)
İslâm'da ruhbanlık yoktur. İslâm'da Allah ile kulu arasında kimsenin bulunamayacağı prensibi gayet açıktır. Allah Rasulü(s) kendisinin dahi bu şekilde, taabbüdi bir tazim ve hürmetle ululaştırılmasından son derece endişe etmiş ve mü'minleri uyarmıştır. Eğer, Kur'ân âyetlerinden herkes hevasının istediği manayı çıkara¬caksa, biz de bu zatlara şu âyeti hatırlatırız: '(Resulüm) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilah olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler.'
'Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rablarının azabı sakınmağa değer. '(22)
Arvasi’nin rabıtaya mesned teşkil ettiğini sandığı diğer bir ayet de, ‘Ey iman edenler, Allah'dan sakının ve doğru olanlarla birlikte olun’ mealindeki Tevbe Suresi'nin 119. âyetidir. Surenin 118. ayetinde Allah'u Teala, Tebuk Savaşı'na katılmayan üç sahabenin durumuna işaret ederek onların tevbesini kabul ettiğini bildirmektedir. Bilindiği üzere Ka'b b. Malik, Mürare b. Rebi ve Hilal b. Ümeyye Tebük Savaşı'na katılmamışlar, savaş dönüşünde Resulullah(s) bunları çağırıp özürlerini dinledikten sonra bu üç müslümanı cemaattan dışlayıp sosyal boykot cezası vermiştir. Elli günden sonra Allah işte 118. ayette bunların af olunduklarını ilan etmiştir. Ayeti bu manzara çerçevesinde düşünürsek Allah'u Teala müslümanlara, doğru söyleyin, doğruluğa yapışın ve doğru söyleyenlerle beraber olun buyurmuştur.(23)
Yani bir anlamda, cihaddan geri kalmayıp, cihada katılanlarla beraber olun. Katılmadığınızda da bahaneler uy¬durmayın, diyor Allah.
Elbette ki inananların, sadıklarla yani doğru, adil hakkaniyet sahibi dindaşlarıyla beraber olmaları gerektir. Zaten müslümanlar kardeştirler. Mü'minlerin velileri Allah, Rasulü ve namaz kılıp zekat veren mü'minler olduğu bildirilmiştir(24) Ama yukarıda açık¬landığı şekilde bir rabıta anlayışına ayetten ufak bir gönderme dahi bulmak imkansızdır.
Yusuf Suresi 24. ayetinde de, Mısır azizinin karısının Yusuf’u ayartma çabası karşısında Allah'ın O'na verdiği bir 'burhan' (kesin kanıt) olmasaydı Yusuf(s) 'un da kadına meyledeceği bildirilmektedir. Ama herhangi bir mürit-mürşit ilişkisinden ya da rabıta yapılan bir kişiden söz etmemektedir. Bu burhan, Allah'dan Yusuf’a gelen O'nun uyarıcı bir ilhamı ya da vahiydir.(25)
Ali İmran Sure'sinin 31. âyetine gelince bu ayette de, ‘De ki, eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun..' buyurulmaktadır. Allah ve Rasulü'ne tabi olup O'nun getirdiği nizamı kabul edip, Allah’a çağırısına boyun eğecek mü'minler Allah'ın rızasını kazanacaklardır.
Arvasi'nin eserinde, peygamberimizin, 'hadiseler ve tecelliler karşısında hayrete düşenleri ruhaniyetlere başvurmaya' çağırdığına ilişkin söz asılsızdır. Zaten buna sadece hadis diyerek geçmiştir. Sözde hadisi tanıtıcı hiçbir bilgi ve not yoktur. Diğer taraftan sözün hadis kabul edilmesi için 'keşif ehli'nin ittifakının yeterli olduğu söyleniyor.
Tabiki bu tavır ilmi olmaktan uzaktır ve sadece sözün sahibini bağlar. Diğer taraftan -eğer gerçekse- Hz. Ebu Bekir'in, Resul(s) 'ın ruhaniyetinin helada dahi gözünün önünde dolaşması kadar tabii birşey olamaz. Kalbe doğan ilham ya da hayal bilgi değildir. Herhangi bir gereklilik de doğurmaz.
Allah Resulü(s) de bir beşerdir. Hem de bizim gibi bir beşer ama ne var ki, misyonu farklı: 'De ki şüphesiz ben sizin benzeriniz olan beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim rabbına kavuşmayı umuyorsa artık salih bir amel işlesin. Ve Rabbına ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.'(26)
Allah Rasulü, Rabbından aldığı sözlerle, Allah'dan başka hiç kim¬seden medet umulmaması, hiç kimseye perestij yapılmaması ve hiç bir insanın dinde nüfuz sahibi kılınmaması için mesajlar sunmuş¬tur. 'Ben de sizin gibi bir beşerim' derken Allah önünde O'nun da bir insan olduğunu ama görev açısından farklı olduğunu anlatmak istemiştir. Aksi takdirde İslâm'da da Cennet parselleyen, ahiret emlakçılarının türemiş olması doğal olurdu.
Yani kullar Allah'a yak¬laşmak için aracılara ihtiyaç duyacaklardı. Bunlar da, fakihler, müderrisler, imam- hatipler, veliler, şeyhler, mürşitler, kutuplar olacaktır. Ama İslam, açık seçik olarak bu dindışı adetleri kesinlikle izale etmiştir.
İcma olayına gelince değişik tarikat mensupları degişik fıkhi mezheplerin mukallidi olabilirler. Ya da değişik mezhep mensupları sözkonusu tarikatlara sülük etmiş olabilirler. Bunlar sürekli değişebilecek şeylerdir. Değişmeyen, Allah'ın kitabı'dır. Akabinde Rasulü’nün (s) , dinin esasını tefsire matuf olan örnek yaşantısı gelir.
Hiçbir zaman hakikatler, insan adetleriyle doğru orantılı değildirler. Kaldı ki meşhur dört mezhep imamlarından hiç birinin böyle bir rabıta ve vahdeti vücutla ilgili tasdik edici görüşleri de yoktur. Zaten bu tarihi gerçeklere de ters düşerdi. Zira bu fikirlerin İslam aleminde zuhuru imamlardan epeyce sonradır. Bu imamlardan Ahmed bin Hanbel'in ve O'nun tilmizi İbni Teymiyye'nin, kulları aracı yapmaya delalet edecek en ufak bir davranışa bile tahammülsüz oldukları da iyi bilinen gerçeklerdendir.
Şeyhlerin öldükten sonra da tasarrufta bulunmaları ve müritleriyle beraber olmaları inancı da bir ayrı batıldır. Müslümanlar daha ne güne kadar din yerine hurafelerle yaşayacaklardır. Hangi Kur'ân ayetinde hangi sahih sünnette, kabirdeki çürümüş kemikler¬den bir fayda ummayı mümkün gören bir ifade bulunmaktadır? ... Nedense İslami topluluklar kişiler diriyken değil de, öldükten sonra istimdat etmede epeyce ileri düzeydedirler.
Aslında bu adamlar, dolaylı yollardan Allah Rasulü'nü yalancı saymaktadırlar. Zira, eğer gerçekten mezardaki kemiklerden bir fayda dokunabilirse ve bunun dini bir dayanağı varsa Allah Rasulü açık-seçik söylemeliydi. Hatta, madem ki O, ümmetini çok seven biriydi (ki gerçekten öyleydi) , o halde, öldükten sonra kendisinin de ümmeti darda kalınca imdatlarına yetişeceğini, ölü iken de tasarrufda bulunacağını, gerek zorluk gerekse refah halinde mezarının başına koşup O'na ellerini açmalarını tavsiye etmeliydi. Bunu yap¬madığına göre, bu önemli gizleri çok az sayıdaki sır sahiplerine ifşa ettiğine göre O, (tenzih ederiz) davasına ihanet etmiştir. Bu ise im¬kansızdır.
Arvasi'nin yazılarında, müridlere, şeyhlerine hitaben 'beni de...hesabı görülmüşlerden sayınız' diye yakarmaları salık veriliyor. Aslında hesabı görecek olan yalnızca Allah'tır. O'ndan başka hiç kimsenin hesap görme diye bir yetkisi yoktur. Tabir caizse, dinde hiç kimsenin 'köşe' olmasına izin verilmemiştir ve de olamaz. Peygamber dahi hiç kimsenin hesabını görüp defterini kapatamaz.
Diğer taraftan, müridin şeyhi sürekli gözü önünde tutması, iki kaşının ortasına bakması ve hatta ibadetlerde dahi gözünün önünde tutmasının mantığı ve gerekçesi nedir bilmiyoruz. Namaz sadece Allah içindir. Namaz sadece Allah'ı düşünmenin gereği (huşu) namazda Allah'dan başkasını düşünmek namazın sebeb ve gayesine de aykırıdır. Namazda şeyhi düşünmek Allah'ı düşünme olacaktır. Ama ne yazık ki, gerçekten günlük hayatta bunun örneklerine sıkça rastlıyoruz. Günün belirli saatlerinde ve şeyhlerini hep gözleri önünde canlandıran ehli tarik hanımefendiler, bunu sair mü'mine kadınlara da ısrarla tavsiye etmekte ve batıllarına (şirklerine) bunları da ortak etmektedirler.
Asıl bunun acı tarafı, bunların dine maledilmeleridir. Herkes, istediği kişinin hayalini gözünün önünden ayırmaz, onunla hemhal olur. Şeyhinde fena olur, feyziyle feyzyâb(!) olur, buna kimse bir şey demez. Ama yeter ki bu masallar dine maledilmesin.
SONUÇ
Ne Allah'ın Kitabı'ında, ne de sahih sünnette, sufi kitaplarında karakterize edilen türde düşünce ve inançların İslam'ın genel tevhid ve rububiyet esaslarıyla bağdaşması mümkün değildir. İslam, apa¬çık ve normal akıl standardında anlaşılıp yaşanacak bir dindir. İslam'ı Hint ve Uzakdoğu dinlerindeki gibi ezoterik bir dua dini veya bir yoga mistisizmi derecesine düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Eğer bu Kur'ân bize oyun ve eğlence olsun diye indirilmediyse, teori ve pratiğimizin Allah rızası için Kitab'a uygun olup ol¬madığına bakmalıyız.
İslam'ın en hassas olduğu temalardan biri de ruhbanlık olayıdır. İslam ruhbanlığı tamamen imha etmiştir. İslam'daki irade ve ferdi hürriyet ile ruhbanlık arasında telifi imkansız bir uçurum var¬dır. Tevbe Suresi'nin 31. ayeti, Allah'ın dışında bir takım ruhban ve din adamlarını ilahlar edinenleri şiddetle tekdir etmektedir.
Özellikle, yeniden bir İslam'a yönelişin başladığı zaman da bilhassa genç müslümanların 'dinlerini kimden ve nasıl', din adına ne aldıklarına çok iyi bakmaları gerekmektedir.
Gerçek rabıtanın, sadece Allah ile kurulacak olan olduğunu unutmayalım.
(1) Seyyid Abdulhakim Arvasi, Rabıta-i Şerife, Sadeleştiren: N.Fazıl İst. 1981. 3.Baskı. s.9.
(2) a.g.e.,s. 18
(3) İbid, s. 19
(4) İbid, s. 10
(5) İbid, s.10-1
(6) İbid, s.18.
(7) İbid, s.26.
(8) İbid,s.19.
(9) İbid, s.24.
(10) İbid, s. 31.
(11) İbid, s. 24-25.
(12) İbd, s.31.
(13) Atman, doğumsuz ve ölümsüzdür, zeval bulmaz. Değişmez ebedidir. Tabiatı saf şuurluluktur. Bölünmezdir. Bir ikincisi olmayan biridir. Bkz. Shankara, Tefrik Etme Hazinesi, Dergah Y.İst. 1976 s.66-67.
(14) a.g.e., s. 56.
(15) İbid, s. 97-98.
(16) İbid, s. 69
(17) İbid, s. 81.
(18) İslam Felsefesi Tarihi, İklim Y. İst. 1987- s.192-193.
(19) İbni Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri C.:5 s.2268. ^
(20) Süleyman Ateş, Yüce Kur'ân'ın çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Y. İst 1990-s.2,s.518
(21) İbni Kesir, a.g..,C.5, s.2268.
(22) Kur’an, İsra 56-57.
(23) İbni Kesir, a.g.e. C.: 7, s. 3695-3696.
(24) Kur’an, Maide: 55.
(25) Mevdudi, Tefhimul Kur'ân, İnsan Y.İst. 1986, C.:2 s.:424.
(26) Kur'ân, Kehf: 110.
___Ö L Ü M. B E N D İ
___________bu
__________gece
__________ölü/me
__________sarılıp
_________uyudum
________alabildiğine
________huzur sonsuz
________bir mutluluk
_________duydum
________bir kendimi
_______koydum yeni
______kazılmış toprağa
____bir de tükenen ömrümü
_____tüm yaşanmamışlığıyla
________çam kokusuna
____________top______oyuk
____________rak______oyuk
____________koku_____oydum_zamansızlığı_perde perde soydum_
____________suna_____ne rütbeydim ne soydum ölümdüm doyasıya
____________oydum____kalmadı ölüm bendi ölüm ben'di ben o'ydum
Onur Bilge
http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp? sair=42021&siir=601770&order=oto
Otomatik sıralamaya göre 21. Sayfadaki 412. şiir…
Y?TE RABITA
Rabyta: Ba?lanty, ba?lanty vasytasy, ba?lylyk, tutarlylyk, tertip, düzen, ba?, münâsebet, ilgi; müridin, ?eyhini dü?ünerek, kalbinden dünya ile ilgili ?eyleri çykarmasy, ?eyhi vasytasiyla Hz. Peygamber (s.a.s) 'e ve Allah'a kalbini ba?lamasy anlamynda bir tasavvufî terim. 'Rabyta' Arapça bir kelime olup, 'r-b-t' kökünden türemi? bir isimdir. Ço?ulu 'revâtib'dir.
Kur'an'da 'rabyta' kelimesi geçmemekle beraber, kökü olan 'r.b.t' mazi fiili iki yerde, muzarisi olan 'yerbitü' bir yerde, emri ço?ul olarak 'râbitü' ?eklinde bir yerde ve ayny kökten gelen 'ribât' ismi de bir yerde geçmektedir.
-(Ashaby Kehf'in) kalplerini (sabyr ve metânetle) ba?la(yyp kuvvetlendir) mi?tik' (Kehf, 14):
-'Musâ'nyn annesinin gönlü bombo? sabahlady. E?er biz (va'dimize) inananlardan olmasy için onun kalbini iyice peki?tirmemi? (sabyr ve sükûnete ba?lamamy?) olsaydyk, neredeyse i?i açy?a vuracakty' (Kasas, 10) .
-'O zaman sizi, Allah'tan bir güven almak üzere hafif bir uyku bürüyordu; üzerinize sizi temizlemek, ?eytanyn pisli?ini (içinize atty?y kötü dü?ünceleri) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine ba?lamak ve ayaklarynyzy peki?tirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu ' (Enfâl, 11) .
Bu ayetlerde geçen 'r.b.t' kelimesi, insany sabyr, sükûnet ve metanette sabit kylmak, ona bu duyguyu vererek itmi'nana kavu?turmak demektir. (ez-Zemah?erî, el-Ke??âf, Kâhire1977, IV,216; el-Beydâvî, el-Envâr, Mysyr 1955,II,3)
Bazen de, 'ribât' kelimesi, ba?lanyp beslenen atlar (sava? araçlary) manasyny ifâde etmektedir:
-'Onlara (dü?manlara) kar?y gücünüz yetti?i kadar kuvvet ve cihad için ba?lanyp beslenen atlar (sava? araçlary) hazyrlayyn. Bununla Allahyn dü?manyny, sizin dü?manlarynyzy ve onlardan ba?ka sizin bilmedi?iniz, ve hiç haksyzly?a u?ratylmazsynyz' (Enfâl 60) .
'Râbitu' ?eklindeki emrin bulundu?u ayetin meâli de ?öyledir:
-'Ey iman edenler, sabredin; direnip (dü?man kar?ysynda) sebât gösterin; üstün gelin; cihad için hazyr ve rabytaly olun' (Âl-i Ymran, 200) .
Bu ayette söz konusu olan 'rabyta'nyn ne demek oldu?u hususunda alimlerin farkly yorumlary vardyr.
Alimlerin bu husustaki de?i?ik tariflerini ?öyle syralamamyz mümkündür:
1- Atlarla saf ba?layyp tam bir irtibat halinde dü?mana kar?y durmak.
2- Dü?man hudutlaryndaki karakollary beklemek.
3- Allah dü?manlarynyn saldyrysyny önlemek için nöbet beklemek.
4- Bir namazdan sonra di?er namazy beklemek. (et-Taberi, Camiul-Beyân on Te'vili Ayetil-Kur'an, Mysyr 1954,
IV, 221 v.d.; el-Kurtubî, el-Camiul i Ahkamil-Kur'an, Mysyr 1967, IV, 323 vd.; er-Razî, et-Tefsirul-Kebir, IX, 156.)
Bazylary da bu ayette kastedilen rabytanyn tasavvufî manada oldu?unu söylemi?lerdir.
(Muhammed Vehbi, Hulâsetul-Beyân fi Tefsiril-Kur'an, ?ehzadeba?y 1341-1343, III, 289.)
Murabata – rabyta iki türlüdür:
1. Yukaryda söyledi?imiz, Yslam ülkesinin synyr boylarynda nöbet tutmak ve dü?mana kar?y uyanyk olmak. Bu mana murabatanyn hakiki manasydyr.
2.Nefsin hilelerine kar?y uyanyk olmak. Bu da murabatanyn mecazi manasydyr.
Bu manada olarak Hz. Peygamber (sav) de ?öyle buyurmu?tur:
“Bir namazyn ardyndan di?erini beklemek ribat/rabyta kabilindendir”. “Size Allah’yn hatalarynyzy ne ile silece?ini, derecelerinizi ne ile yükseltece?ini söyleyeyim mi? Evet, buyur, söyle dediler. Zor ?artlarda dahi mükemmel bir abdest almak, mescitlere do?ru çok adym atmak, bir namazyn ardyndan di?erini intizar etmek… Y?te ribat/rabyta budur, rabyta budur, rabyta budur”
Hz. Osman (radyyalahu anh) anlatyyor: 'Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'y dinledim ?öyle diyordu: 'Allah yolunda bir günlük ribât, di?er menzillerde (Allah yolunda geçirilen) bir günden daha hayyrlydyr.' Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 26; (1667, 1664, 1665): Buharî, Cihâd 73; Müslim, Ymaret 163; Ybnu Mâce, Cihâd 7, Nesaî, Cihâd 39, 6, 39) .Kutub-i sitte: 962
Fadâle Ybnu Ubeyd (radyyalahu anh) anlatyyor: 'Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murâbyt müstesna. Çünkü onun ameli kyyamet gününe kadar artyrylyr. Ayryca o, kabir azabyna da u?ratylmaz.' Tirmizî, Fedâilu'1-Cihad 2,(1621): Ebu Dâvud, Cihâd 16, (2500) . Kutub-i sitte: 963
Kurân-y Kerim’de ve sünnette bulunan bir kavramy Hz. Peygamber’in ve onu izleyenlerin anlady?y gibi anlamak esastyr. Bu ve benzeri kavramlary do?ru anlayabilmek için muhtaç oldu?umuz birinc kural budur.
Ykinci kuralymyz ise, syk syk tekrarlady?ymyz gibi ?udur: Ybadetler tevkîfidir, yani Hz. Peygamber tarafyndan sabitlenmi?tir, onlarda hiçbir artyrma ve eksiltme olmaz. Çünkü ibadetlerin neler oldu?u ve nasyl yapylaca?y akyl üstü konulardyr ve bizler ibadetlerden hiçbir ?eyi kaldyramayaca?ymyz gibi, onlary de?i?tiremeyiz ve eklemeler de yapamayyz. Onlar tamamen Mabudun hakkydyr ve onlara müdahale bidat sayylyr. Efendimizin ifadesiyle; “Bütün bidatler dalalettir ve bütün dalaletler de cehenneme götürür”.
Rabytacylaryn tevil ettikleri Mâide Sûresi'nin 35'inci ve Tevbe Suresi’nin 119'uncu âyet-i kerîmelerine ili?kin Yslâm âlimlerinin tefsirlerinden örnekler:
_1. Ebu Cafer Muhammed bin Cerîr Et-Taberî (Öl. H. 310) 'ye ait Câmi’ul-Beyân Fi Tefsîr'il Kur'ân adly tefsirinden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «O'na yakla?mak için vesîle arayynyz.»
«Diyor ki: O'na, kendisini ho?nut kylacak amelle yakynlyk arayynyz. vesîle kelimesine gelince: (Arapça) faîle veznindedir. ?öyle ki: Ki?i “Filan kese tevessül ettim“ der; Bu, ona yakla?tym demektir. Yine bu cümleden olarak (?air) Antere ?öyle diyor: »
«Vardyr sana gençlerde yi?itlerde vesîle, Çek sürmeyi kyna yak madem ki öyle.»
Taberî bu açyklamadan sonra bazy hadislerle de yine “vesîle“ kelimesinin, yakynlyk kazanmak için arayy? anlamyna geldi?ini kanytlamaya çaly?maktadyr.
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«Kelamyn manâsy ancak ?udur: »
«Allah'yn emir ve yasaklaryna dünyada titizlikle uymak suretiyle ahrette sadyklarla beraber olunuz. (...) Tefsircilerden bazylary da ?öyle demi?lerdir: “Bunun manâsy: Ebubekr ile, Ömer'le, ya da Hz. Peygamber ve muhacirlerle birlikte olunuz.“ Allah onlara rahmet eylesin.»
_2. Mu'tezileden Ebulkasym Jârullah Mahmûd b. Omar ez-Zemakh?erî (Öl. H. 538) 'nin, El-Ke??âf An Hakâik'i Gavâmyd'yt-tenzîl adly tefsîrinden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«Vesîle: Ba?vurulan her araç vesîledir. Yani bir yakynlyk, bir i?, ya da ba?ka bir ?ey... Bundan esinlenilerek emirlere uymak veya yasaklardan sakynmak suretiyle Allah'a yakynlyk için ba?vurulan herhangi bir ?ey demektir.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«Sadyklarla birlikte...»
Sadyklar: Niyet, söz ve eylem olarak Allah'yn dininde dürüst davrananlardyr; Veya: “Onlar Allah'a verdikleri sözü yerine getiren kimselerdir.(enbiya 23) âyetinden anla?yldy?y üzere gerek imanlarynda, gerekse Allah' a ve Rasûlüne verdikleri sözde ba?lylyk gösterenlerdir.
_3. Fahruddîn-i Râzî (Öl. H. 606) olarak bilinen Muhammed b. Omar b. el-Hasan el-Bekrî'nin Mefâtîh'ul–Gayb ady altynda kaleme aldy?y Tefsîr-i Kebîr'inden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“O'na yakla?maya yol arayynyz“ Allah'yn yasaklaryny çi?nemekten sakynanlar olunuz; Allah'yn ho?nutlu?unu kazanmak için O'nun emirlerine tevessül ediciler olunuz. »
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“Do?rularla beraber olunuz.“ yani, sava?larda Peygamberle ve ashabyyla birlikte olunuz; Sakyn münâfyklarla birlikte sava?lardan geri durup evlerinizde oturmayynyz.»
_4. Kurtubî Tefsiri olarak bilinen Endülüslü Yslâm bilginlerinden Ebu Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (Öl. H. 671) 'ye ait, El-Jâmi' li-Ahkâm'il-Qur'ân adly kaynaktan:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“Ey iman edenler, Allah'yn emir ve yasaklaryna titizlikle uyunuz ve O'na yakla?mak için vesîle arayynyz “: vesîle, yakynlyk kazanmak demektir. (...) Ve vesîle, yakynlyk kazanabilmek için ba?vurulmasy gereken ?eydir.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
« “Do?rularla birlikte olunuz“ Yani, münâfyklarla de?il, Peygamberle beraber çykanlarla birlikte olunuz; Yani, sadyklaryn anlayy?y ve yolu üzere olunuz. Denilmi?tir ki, onlardan amaç peygamberlerdir.»
_5. Kady Beyzâvî Tefsîri (Öl. H. 691) olarak bilinen, Nâsiruddîn Ebu Said Abdullah b. Omar el-Baydâvi'nin yazdy?y, Envâr'ut-Tenzîl ve Esrâr'ut-Te'vîl isimli eserden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ Yani gerek O'na tâatta bulunmak (emirlerini yerine getirmek) , gerekse ma'siyetleri terk etmek (günah i?lemekten sakynmak) suretiyle sevabyny ve yakynly?yny kazanmak için arayy?ta bulununuz.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“Do?rularla beraber olunuz“ Yani yeminlerine ve keza verdikleri söze olan ba?lylyklary bakymyndan, ya da Allah'yn dininde (Allah'a kar?y olan muamelelerinde) gösterdikleri içtenlik ve dürüstlük bakymyndan do?rular (do?ruluktan ?a?mayan insanlar) la birlikte olunuz, (onlar gibi davranynyz.»
_6. Medârik'ut-Tenzîl ve Hakâik'ut-Te'vîl ady altynda, Ebu'l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Muhammed en-Nesefî (Öl. H. 701) tarafyndan yazylan ve kysaca Nesefî tefsiri olarak bilinen eserden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ âyet-i kerîmesindeki (vesîle) :Herhangi bir surette (O'na) yakla?abilmek ve yakla?mayy sa?layabilecek bir i? yapmak üzere ba?vurulan her türlü çaredir. Bu çareler, Allah Teâlâ'nyn ho?nutlu?unu kazanabilmek için tâatlarda bulunmak ve kötü eylemlerden sakynmak anlamynda kullanylmy?tyr.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“Do?rularla beraber olunuz“ Yani, imanlarynda do?ru olanlar gibi olunuz, münâfyklar gibi de?il. Ya da sava?tan geri durmayanlar veya gerek niyet, gerek söz ve gerekse eylem olarak Allah'yn emir ve yasaklaryna uyanlarla birlikte olunuz.»
_7. Alâuddîn b. Muhammed b. Ybrahim (Öl. H. 741) tarafyndan yazylan ve Khâzin Tefsiri olarak bilinen Lubâb'ut-Te'vîl Fi Maânit-Tenzîl adly kaynaktan:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy: «“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ Yani emirlerine uyarak ve ryzasyna eri?ebilecek davrany?larda bulunarak O'na yakynlyk kazanma yollaryny ara?tyrynyz.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“Do?rularla beraber olunuz“ Yani, Peygamber (s) 'e ve arkada?laryna sava?larda ba?lylyk gösterenler ve onlary onaylayanlarla birlikte olunuz; Sava?tan geri kalyp evlerinde oturan ikiyüzlülerden olmayynyz.»
_8. Ybn Kesîr Tefsiri (Öl. H. 774) olarak bilinen ve Ebulfidâ Ysmail Ymâduddîn b. Omar b. el-Kethîr tarafyndan yazylan Tefsîr'ul-Kur'ân'il-Azyym adly eserden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ Yani Onun emirlerine uymak ve O'nu razy edecek i?ler yapmak suretiyle yakynly?yny kazanynyz.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“Do?rularla beraber olunuz“ Yani Muhammed (s) ve arkada?laryyla birlikte olunuz..»
_9. Ebu Tahir Muhammed b. Ya’kûb el-Firûzâbâdî (Öl. H. 817) tarafyndan yazylan, Tenvîr'ul-Mikbâs Min Tefsîr'i Ybn. Abbas adly kaynaktan:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“O'na yakla?mak için vesîle arayynyz“ Allah katynda üstün dereceler kazanmak için çarelere ba?vurunuz demektir. Nitekim yararly i?ler yaparak, üstün derecelere nail olmak amacyyla arayy?larda bulununuz denmektedir.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«“Do?rularla beraber olunuz“ Yani gerek hazarda, gerek sava? için evden ayrylma syrasynda, gerekse fiilen sava?ta Ebubekr'le, Ömer'le ve onlaryn dâvâ arkada?laryyla birlikte olununuz.»
_10. Kanûnî döneminin ünlü ?eyhülislâm Ebussuûd el-Ymâdî (Öl. H. 982) 'nin yazdy?y Yr?âd'ul-Akl'is-Selîm Yla Mazâyâ'l-Kitab'il-Kerîm adly tefsirden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«Ey Ymân edenler! Allah'dan sakynynyz.» «Can almanyn ve bozgunculuk yapmanyn ne deh?etli hadiseler oldu?u
(önceki âyetlerde) anlatyldyktan sonra; Ykisinin hükmü açyklandyktan ve cinâyet i?leyenin tevbe etti?i takdirde Allah'yn onu ba?y?layaca?yna i?aret edildikten sonra; sakynylmasy gereken can alma ve fesat çykarma gibi Allah'a ba?kaldyry sayylan eylemlerden uzak durmak; ruhlary ya?atmak ve bozgunculu?u bertaraf etmek gibi tedbirler almak; bununla birlikte tevbede acele etmek suretiyle mü'minlerin her hâlükârda Allah'yn öfkesinden sakynmalary emrolunmu?tur.»
«Arayynyz» «Yani kendiniz için arayynyz.» «O'na» «Yani O'nun verece?i sevaby kazanmak ve O'na yakla?mak için» «Vesîle -arayynyz-»
«Vesîle: (Arapça) Faîle veznindedir ve Allah'a yakynlyk kazanmak için emirlere uymak ve yasakly ?eyleri byrakmak anlamyna gelir.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«Ey Yman edenler! » «Burada hitap geneldir. Bütün tevbekârlar öncelikle buna dahildir. Bununla birlikte, özellikle Tebuk Seferi’ne katylmaktan kaçynanlaryn amaçlandy?y söylenmektedir.»
«Allah'dan sakynynyz.» «Gerek i?leyece?iniz, gerekse byrakaca?ynyz her ?eyde (Allah'dan sakynynyz.) Öncelikle sava?lar konusunda Hz. Peygamberle olan ili?kiler bu hitabyn kapsamyna girmektedir.»
«Ve sadyklarla birlikte olunuz.» «Ymanlarynda ve verdikleri sözde (onlarla) beraber olunuz. Ya da Allah'yn dini ile ilgili olarak (genel anlamda) : niyette, sözde ve eylemde onlarla birlikte olunuz; veya her konuda (do?rularla beraber olunuz.) Veyahut tevbelerinde ve ba?lylyklarynda onlarla birlikte olunuz. Bu takdirde amaç, ?u üç ki?i ve benzer durumda olanlardyr.»
** Bütün bunlara ek olarak bir de ?iî (Ca'ferî) Mezhebi'ne mensup ulemâdan Ayetullah Nasyr Mukârim ?irâzî ba?kanly?ynda bir heyet tarafyndan hazyrlanmy? bulunan Tefsîr-i Numûne adly eserden söz konusu iki âyet-i kerîmenin yorumu a?a?yda sunulmu?tur.
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«Ey iman edenler! Allah'dan sakynynyz ve O'na (yakynlyk kazanabilmek için) vesîle arayynyz.»
«Ey iman edenler! Sakynmayy kendinize huy (kural, aly?kanlyk) edininiz ve Allah'a yakla?abilmek için kendinize bir vesîle seçiniz.»
b) Ayny kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açyklamasy:
«Ey iman edenler! Allah'dan sakynynyz ve sadyklarla beraber olunuz.»
«Ey iman edenler! Allah'yn emrine (muhâlefet etmekten) sakynynyz ve sadyklarla beraber olunuz.»
__ Y?te Nak?ibendîlerin, tezlerini kanytlamak için ileri sürdükleri iki âyet-i kerîmenin gerçek ve özlü açyklamalary bunlardyr. Bu açyklamalar,dünyadaki Müslüman ço?unlu?un güvendi?i ve saygy duydu?u, ayny zamanda ilim adamlarynyn ba?vurdu?u tefsirlerin ba?ynda gelen ve yukaryda adlary geçen kaynaklardan aktarylmy?tyr.
Ancak ne hayret verici bir husustur ki, kitap ve sünnet çizgisinden sapmy? olan ?iîler ve Mu'tezilîler bile (yukarydaki örneklerde görüldü?ü üzere) bu iki âyet-i kerîmeyi tefsir ederlerken ki?isel yorumlaryny ortaya koymaktan âdetâ dikkatli bir ?ekilde sakynmy?lardyr. Buna kar?yn, Sünnilikte kimseye syra vermeyen tarîkatçylar Allah'yn yüce kelâmyna istedikleri her anlamy yaky?tyrmaktan çekinmemi?, üstelik bu yorumlaryny günümüzde bir kitap haline getirmek suretiyle de cür'et ve pervâsyzlyklaryny sergilemi?lerdir.
Görüldü?ü üzere yukarydaki tefsirlerin hiç birinde ne kelime olarak, ne de kavram olarak «râbyta» denen bir ?eyden söz edilmemektedir. Özellikle burada ?u noktayy hatyrlatmakta yarar vardyr ki Kurân-y Kerîm'in bütün âyetleri birer nedene ba?ly olarak inmi?lerdir. Bunlardan bazen birkaçynyn ini? nedeni aynydyr. Bu nedenlere Yslâm'yn akademi dilinde «Esbâb-y nüzûl» denir ve bu konu o kadar önemlidir ki Kur'ân ilimleri arasynda bir bilim daly olmu?tur. Bu bran?, âyetlerin ini? nedenlerini incelemekte, bir, ya da birkaç âyetin birden inmesine sebep olu?turan hadiseleri açyklamakta, bazen ilgili yer ve ki?iler hakkynda da bilgi vermektedir.
Daha ziyade hadisten deste?ini alan bu ilim dalynda örne?in, Eb’ul-Hasan Ali b. Ahmed el-Vâhidî, ve Celalüddîn Abdurrahman es-Suyûtyy gibi Yslâm âlimleri de?erli eserler vermi?lerdir. Y?te yukaryda sözü edilen iki âyet-i kerîmeyi bu açydan da ele aldy?ymyz zaman görmü? oluruz ki her birinin belli bir ini? nedeni vardyr.Bu nedenlerin ise râbyta diye bir ?eyi ça?ry?tyracak hiç bir yany yoktur.
Evet Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi de -kaynaklara bakylacak olursa - ondan önceki iki âyet ve sonraki iki âyetle birlikte be? âyet olarak ayny olay hakkynda birbirlerini tamamlayycy ?ekilde inmi?lerdir.
Rivâyet edildi?ine göre Ukl ve Urayna Kabîleleri'nden bir topluluk Medîne'ye gelerek Hz. Peygamber(s) 'i ziyaret etmi? ve Müslüman olmu?lardy.Çölün mahrumiyetinden ?ikâyette bulunan bu adamlara Allah'yn Elçisi ilgi göstermi?, hem Yslâm'a ysynmalary, hem de dinlenmeleri için onlary Medîne dy?ynda havadar bir yerde a?yrlamak istemi?ti. Ne var ki bu vah?i çöl adamlary konuklandyklary bu mevkide bir süre kalyp rahatladyktan sonra Hz. Peygamber (s) tarafyndan onlara, sütünden yararlanmalary için tahsis edilmi? olan deve sürüsünün çobanyny öldürmü?, develeri de alyp kaçmy?lardy.
Y?te Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi, yakalanan bu canilere uygulanacak cezayy bildirmek üzere inerken, bu münasebetle sava?larda dü?mana kar?y nasyl davranylaca?y ve Allah'yn ho?nutlu?unun (ba?ta cihad olmak üzere) çe?itli hayyrly amellerle nasyl kazanylaca?y hakkynda 34. 36. ve 37'nci âyet-i kerîmeler de (belki bu ilgiyle ve) bir çe?it tamamlayycy bilgi olarak inmi?lerdir.
Hiç ku?ku yok ki Kurân-y Kerîm, tüm be?eriyet âlemine ça?lar üstü bir ilâhî mesaj olarak gönderildi?i için âyet-i kerîmeler (gerek ini? sebeplerine göre, gerekse ta?ydyklary çok yönlü mânâ ve hikmetlere göre) her devirde insanlara, özel ve genel hayatlarynda y?yk tutacak ve yollaryny aydynlatacaktyr.
?u var ki bazy âyetler çok genel anlamlar ta?ymaktadyr. Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi gibi. Burada Allah Teâlâ'nyn bizden istedi?i ?ey: O'na yakynlyk kazanmak için her yararly i?e sarylmak ve bütün hayyrly yollary denemektir. Çünkü bu âyet-i kerîmedeki «vesîle» araç demektir. Öyle ise Rabb'imizin yakynly?yny ve ho?nutlu?unu bizim için sa?layacak olan her ?ey, bu âyet-i kerîmenin kapsamy içine girmektedir.
?u halde âyet-i kerîmedeki bu synyrsyzly?y inkâr edercesine onu syrf râbyta için bir kanyt olarak ileri sürmek; ya da genelli?ini kabul etmekle beraber hiç bir alâka yokken onu râbyta ile ili?tirmek ve hele bütün bunlaryn ötesinde, (kayna?yny Budizm'den aldy?y ve Yslâm'a zaman içinde yamandy?y bütün çyplakly?yyla ortada bulunan, üstelik bir Hind meditasyonundan asla ba?ka ?ey olmayan) râbytayy me?rula?tyrmak için bu âyet-i kerîmeyi alet etmek, iki ihtimali ortaya getirmektedir:
Birinci ihtimal: Yslâm'y çarpytmak ve onu içeriden çökertmek için amaçly dü?manlyktyr ki bu ihtimali râbyta yapanlar ve yaptyranlar için dü?ünmek (ileride ayryntylaryyla açyklanaca?y üzere) mümkün de?ildir.
Ykinci ihtimal: Bilgisizlik, ya da bilgi yetersizli?idir; Buna ba?ly ?artlanmy?lyk altynda gösterilen direni? ve inattyr. Yani bu i?, esasen akylly bir dü?manyn marifeti olmasa gerektir.
Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmesine gelince, bu da yine tefsir âlimlerinin tesbitine göre Hz. Peygamber (s) 'in H. 8/M. 630 yylynda tertip buyurdu?u Tebuk Seferi'ne katylmaktan bilinçli olarak geri kalan ?air Kâab b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mirâra b. Rabi' adlaryndaki üç zat hakkynda inmi?tir ki zaten bundan önceki âyette (yani Tevbe Sûresi'nin 118'inci âyet-i kerîmesinde) adlary açyklanmamy? olsa bile bu asker kaçaklarynyn üç ki?i olduklary ifade edilmektedir. Dolayysyyla âyetin ini? sebebi berrak bir ?ekilde ortadadyr. ?imdi, bu âyet-i kerîmeyi ba?ka yönlere çekenlerin iman, akyl, bilgi ve ahlâk bakymyndan hangi derekelerde bulunduklaryny bir kez daha te?his edebilmek için onu, önceki iki âyetle birlikte tekrar incelemeye çaly?alym. Evet Allah Teâlâ, Tevbe Sûresi'nin,117. 118 ve 119'uncu âyet-i kerîmelerinde meâlen ?öyle buyurmaktadyr:
Âyet- Tevbe 117: «Gerçek ?u ki Allah, Peygamber (s) 'i ve O'na o zor saatte uyan muhacirleri ve ensâry ba?y?lady. Yçlerinden bazylarynyn kalpleri kaymaya yüz tutmu?ken yine de onlaryn tevbesini kabul etti. Çünkü O, onlara kar?y ?efkatli ve esirgeyicidir.
Âyet- Tevbe 118: «Keza seferden kendilerini geri byrakan o üç ki?inin de tevbesini kabul etti. Dünya bütün geni?li?ine ra?men onlaryn ba?yna daralmy?ty. Canlary sykyldykça sykylmy?, ancak Allah'a sy?ynmaktan ba?ka çareleri olmady?yny anlamy?lardy.(Nihâyet) tevbe etsinler diye Allah onlaryn tevbesini kabul buyurdu. Çünkü elbette tevbeyi kabul eden ve elbette ki esirgeyen Allah'dyr.»
Âyet- Tevbe 119:«Ey iman edenler! Allah'yn emir ve yasaklaryna titizlikle uyun ve do?rularla beraber olun.»
Görüldü?ü üzere son âyet, öncekileri âdetâ tamamlayycy bir anlam sergilemekte ve çok genel bir mesaj vermektedir. Dolayysyyla bu olayyn gerek o günün ?artlarynda uyandyrdy?y izlenimler ve sebep oldu?u olumsuzluklar, gerekse dünya durdukça meydana gelecek benzerlerinin neden olabilece?i sonuçlar bakymyndan bu âyette bizlere yöneltilmi? o kadar büyük bir uyary vardyr ki bu noktayy bilinçli olarak göz ardy edip onu Hind kaynakly bir meditasyon uygulamasyna kanyt göstermek, Allah'yn yüce kitabyny alaya almaktan ba?ka bir ?ey de?ildir!
Bu ise ister bilgisizlik, isterse bir hamâkat eseri olsun, bir yanly?lyk ya da mazeret olmaktan uzaktyr.
Ba?ta Halid Ba?dâdî olmak üzere bu ?ahyslar, me?rulu?unun da ötesinde onun kaçynylmaz gereklili?ini, hatta râbytanyn, kayna?yny Kurân-y Kerîm'den ve Rasulullah (s) 'yn sünnetinden aldy?yny kanytlamak için ola?anüstü çaba sarf etmi?lerdir. Râbytaya bazy izahlarla belli bir boyut kazandyranlar, yakyn tarihte ya?amy? olan Nak?ibendî ?eyhleridir.
Rabyta tanymlaryndan ba?lycalary ?unlardyr:
Halid Ba?dâdî'ye mal edilen açyklamada ?öyle denilmektedir:
«Tarîkatta râbyta: Mürîdin, Allah'da fânî (Fânî olmak: Bir tasavvuf terimidir. Sûfîler arasynda genel olarak «Allah'da fânî olmak» ya da «fenâfillâh» ?eklinde de ifade edilmektedir) olmu? bulunan ?eyhinin ?eklini hayâlinde sürekli canlandyrmasyyla onun rûhâniyetinden yardym istemesi (Tarîkatlaryn hemen tamamynda ve özellikle Nak?ibendî Tarîkatynda çok önemli bir inany? ?ekli olan «Rûhâniyetten istimdâd» ya da günümüzün Türkçe’siyle (Evliyalaryn ruhundan yardym dilemek) , kayna?yny Animizm'den alyr. «Animizm, atalaryn ruhlaryna tapma esasyna dayanan politeist bir inançtyr.») demektir. Bu da mürîdin edeplenmesi (saygyly olmaya aly?masy) ve typky ?eyhinin yanynda bulunuyormu? gibi gyyabynda da ondan feyiz alabilmesi için lüzumludur. Çünkü mürîd, ?eyhinin ?eklini hayâlinde canlandyrmakla ancak huzur bulur, nurlanyr ve bu sayede çirkin davrany?larda bulunmaktan sakynyr.
(Halid Ba?dâdî, Risaletun fi Tahkyyk’yr-Râbita (Ra?ahât'yn kenary, s. 221-232)) »
Ki?i do?rudan do?ruya Allah'y dü?ünür, bir nevi Allah ile manevi bir ba? kurar ve hep O'nunla beraber oldu?unu tasavvur eder. Bu ?ekilde manevi bir ba? kuramazsa, ba?ly bulundu?u mür?idini dü?ünür. Onun ba?ly bulundu?u ?eyhlerin silsilesi ile Hz. Muhammed (s.a.s) 'e ula?yr. O'nun vasytasy ile de Allah'a ula?yr ve O'nunla manevi ba? kurar. Tasavvuftaki rabyta, bu ?ekilde dolayly yoldan Allah'a gitmek ve aracylar vasytasyyla O'nunla manevi ba? kurmaktyr. Do?rudan Allah ile manevi irtibat kuramayanlara bu ?ekildeki rabyta tavsiye edilmi?tir. Aksi hallerde buna lüzum görülmemi?tir. (M.Halid,Rabyta hakkynda risâle,Ystanbul 1924,s.238; Selçuk Eraydyn, tasavvuf ve Tarikatlar, Ystanbul 1990,s.447)
Muhammed Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde ?öyle buyuruyor: Rabytanyn en üstün derecesi,iki gözün arasynda olan hayal hazinesi ile mür?idin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasyna bakmaktyr. Zira orasy feyiz kayna?ydyr. Ondan sonra mür?ide kar?y kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kylmak üzere, mür?idin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yava? yava? indi?ini dü?ünüp,senin de pe?inden yava? yava? oraya akty?yny ve indi?ini hayal ederek,?eyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir (Ruhu'l-Furkân cII,s 79)
Bunu da ?u söze dayandyrmaktadyrlar:
“Hz Ebubekr radyyallahu anh kaza-i hacet (tuvalet) için Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden hali bir yer bulamady?yndan, bu durumu Efendimiz’e ?ikayet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi” yani Hz. Ebubekir tuvalette, ihtiyacyny kar?ylarken bile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi hayal ediyordu.
Tabi bu durum ne derece delilleri olur ayry bir konu çünkü çok sevdi?i ki?inin hayali insanyn gözünün önünden gitmez. ?air, sevgilisi için “Gündüz hayalimde, gece dü?ümde” diyor. Bu gayet normaldir. Hz. Ebubekir, hz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi çok sevdi?i için tuvalette bile aklyndan çykaramady?yny ifade etmektedir. Tarif edilen rabytayla bunun bir ilgisi yoktur.Sebebi ise Rabyta syrasynda ?eyhin ruhaniyetinin müridin yanyna geldi?ini iddia etmektedirler. ?eyhin ruhaniyeti müridin yanyna nereden geliyor ki mürit ondan yardym istesin?
Hz. Ebubekir (r.a.) efendimiz, tuvalette iken bile Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizi ister istemez aklyna hayaline geldi?ini, bunda da bir sorumluluk olup olmady?yny sordu?unda Rasulullah (s.a.v) efendimiz bunun fytri bir ?ey oldu?unu, önüne geçilemeyece?ini, bir vebali olmady?yny bildirmi?tir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus ise Rasulullah (s.a.v) ben de senin tuvalette beni hayal etti?ini, dü?ündü?ünü biliyorum, sana yardym ediyorum, nerede ne yapty?yndan haberdarym dememi?tir!
Ki?inin annesini, babasyny, evladyny, ö?rencisini,?eyhini, i?ini vs dü?ünmesi hatyrlamaktyr. Rabyta de?il. Çünkü rabyta da kar?ylykly dü?ünme ve haberdar olma yardymla?ma ve ne yapty?yndan haberdar olmak anlatylmaktadyr!
Y?te bu tür sapkyn anlayy?larda ?eyhinin kendini her halde iken gördü?ünü sanan cahil softalar tuvalet ve banyoya bile günlerce girememektedirler. Allah c.c. akyl fikir ve sahih bir itikat versin.
Rabyta syrasynda ?eyhin ruhaniyetinin müridin yanyna geldi?ini iddia etmektedirler. Buna delil olarak ta ?u ayetin tefsirini yaparak verirler:
'(Yusuf aleyhisselam kasytsyz olarak, elinden gelmeyerek) ona (Züleyha'ya) meyletti. Rabbisinin burhanyny (delilini) görmeseydi, (o meyline göre hareket edebilirdi) . (Yusuf 24)
Yakup aleyhisselamyn ruhaniyyetinin, ?a?kynly?yndan parmaklaryny ysyrmy? oldu?u halde Yusuf aleyhisselama gözükerek “O kadyndan sakyn.” dedi?ini açyklamy?tyr. Bunu da kendi kitaplaryna Müfessir Zemah?eri böyle açyklady diyerek kitaplaryna koymaktadyrlar. (Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 65,66.)
Halbu ki Zemah?eri böyle diyenler var diyerek onlary ele?tirmek için yazmy?tyr. Çünkü Zemah?erinin konuyla ilgili ayetin tefsirinde aynen ?u ifadeler bulunmaktadyr:
“Bu ve bunun gibi ?eyler hurafeci zorbalaryn tutunduklary ?eylerdir. Allah Teâlâ’ya ve peygamberlerine iftira bunlaryn dini olmu?tur...” (Mahmut b. Ömer ez-Zemâh?erî, el-Ke??âf, c. I, s. 467, el-Matbaat'ü?-?arkiyye.)
Biraz dü?ünülse bunun Yusuf Suresindeki ba?ka âyetlere de aykyry oldu?u görülür. Bir âyette ?öyle buyuruluyor:
“(Yakup) Onlardan yüz çevirdi Vah Yusuf’um vah! ” dedi. Üzüntüden iki gözüne de ak dü?tü. Kederi içine gömülüydü.“ (Yusuf 84)
Bu olay, Hz. Yusuf’un, Mysyr’a gelen karde?lerinden Bünyamin’i, hyrsyzlyk bahanesiyle alykoymasyndan sonra olmu?tu. E?er Bünyamin'i Hz. Yusuf'un alykoydu?unu bilseydi Hz. Yakub, böyle üzülür müydü?
Râbytayy Kanytlamada Nak?ibendîlerin Kullandy?y Uslûp
Kusheyrî ve Gazalî gibi iyi e?itim görmü? nadir ?ahsiyetler istisna edilecek olursa esasen bütün tasavvufçularyn anlatym ve açyklama tarzlary peri?an, rasgele ve da?ynyktyr. Bu durum elbette ki Nak?ibendîler için de aynen söz konusudur. Genellikle bütün yazyp çizdiklerinde ve özellikle râbytaya ili?kin olarak kaleme aldyklary mektup ve kitapçyklarda bir anlatym manty?yna rastlamak mümkün de?ildir. Bu nedenle, yazylarynda hiç bir metod ve disiplin yoktur.
Hiç ku?ku yok ki anlatym manty?ynyn temeli diyalektik kurallar üzerinde kuruludur. Çünkü kanytlamak, ilim kaynaklaryna akylcy yollardan ba?vurmak suretiyle gerçekleri belli bir açyklama düzeni ve mantyk silsilesi içinde ortaya çykarma sanatydyr. Bu sanatyn icrasynda e?er tez ile kanyt arasynda hiç bir ilgi ortaya konamazsa, ya da bu iki ?ey arasynda herhangi bir ilgi yokken bunun var oldu?u yolunda kuru bir inat sergilenirse bunda artyk bir anlatym manty?y aramak abes olur. Do?rusu böyle bir tutuma, müzmin bir megalomani tezahürü demek daha do?ru olur.
Nitekim râbyta konusunda Nak?ibendîlerin sergiledi?i inat aynen böyledir. Y?te örnekleri:
Son dönem Nak?î ?eyhlerinden Ysmet Garibullah râbytasyz çaly?an insanyn deli oldu?una kesin ?ekilde hükmetmekte ve bu konuda aynen ?unlary söylemektedir:
«Bin yyl olsa ah vah syrr-u celî,
Hakka vasyl kimsenin olmaz dili;
Manevi sohbetle vasyl her velî;
Râbytasyz sa'yeden mutlak deli.» (Risâle-i Kudsiyye s. 95)
Demek ki bir insan e?er gidip bir Nak?î ?eyhine ba?lanmamy?sa ve tabiatyyla “mür?idsiz oldu?u için“ böyle birinin ?eklini de zihninde canlandyrmaksyzyn çaly?yyorsa (yani ibâdet ediyorsa!) o insan, Ysmet Efendi'ye göre mutlak surette delidir! Bu konudaki kanyty da aynen, kendisinden önceki ?eyhlerin ileri sürdü?ü gibi Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyetidir (!) (Risâle-i Kudsiyye s. 92)
Bir ba?ka örnek de Halid Ba?dadî'ye mal edilen Risâle-i Hâlidiyye tercümesindeki ?u ifadelerdir:
«E?er denilirse ki râbytaya delil-i sâbit var mydyr? Biz deriz ki:
–Naam, (yani evet) kitab ve sünnet ve kyyas ile delil sabittir. Emma kitâb ile sübûtu, Hak Teâlâ'nyn “ve'bte?û ileyhi'l-vesîlete' kavl-i ?erifidir.»(maide35) (Risâle-i Hâlidiyye tercümesi S. 11)
Ne ilginçtir ki Nak?ibendîler bu kitabyn Halid Ba?dâdî'ye ait olup olmady?yny bile ?imdiye kadar kanytlayamamy?lardyr. Çünkü bu kitapçyk onlaryn iddiasyna göre Ba?dâdî tarafyndan yazylmy? olan Arapça bir metnin tercümesidir. Bu metnin nerede oldu?u hakkynda ise hiçbir ?ey söylememektedirler. Hal böyle iken râbytanyn, sözde Allah'yn kitabynda ve Rasulullah (s) 'yn sünnetinde sabit delilleri bulundu?unu bu kitapçy?a dayanarak söylemektedirler!
Allah'yn kitabyndan, davâlaryna kesin birer delil olarak ileri sürdükleri Tevbe Sûresi'nin 119'uncu ve Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmelerinden râbyta diye bir anlam çykarmak, Nak?ibendîlikteki mantyk iflasynyn sadece bir tek kanyty de?il, görüldü?ü üzere bu dü?ünceyle sergiledikleri anlatym üslûbu da onlaryn ilim divanynda ne duruma dü?tüklerini açykça ortaya koymaktadyr.
Bir tarîkat ?eyhine ba?lanmayy, ondan sonra da belli bir ?ekilde hareketsiz oturup o insany zihinde canlandyrmayy ve onun (her ne demekse) rûhâniyetinden medet ummayy bu iki âyet-i kerîme ile açyklamaya çaly?mak acaba hangi ilgiyle mümkün olabilmektedir?
_ Râbytanyn Tarihi ve Kaydetti?i A?amalar
Râbyta ne kadar bir geçmi?e sahiptir, ya da bugünkü anlamda ilk kez ne zaman söz konusu edilmi?tir? Bu inany? tarzy kim ya da kimler tarafyndan Nak?ibendî doktrinine yerle?tirilmi?tir?
Aslynda bu ve benzeri sorularyn cevabyny Nak?ibendî Tarîkaty'nyn, kaydetti?i evrimin aky?y içinde aramak lazymdyr. Çünkü bizzat bu tarîkatyn ruhanileri ve ileri gelenleri tarafyndan bu konuda söylenmi? olan sözlere bakylacak olursa Tarîkat, tarih boyunca a?amalarla çe?itli adlar almy? ve içinde faaliyet gösterdi?i muhitlerin gelenek ve anlayy?laryyla yeni yeni içerikler kazanmy?tyr.
Müteveffa eski A?ry Milletvekili ve «Do?u»'nun ünlü Nak?î ?eyhlerinden Muhammed el-Küfrevî'nin torunu ve O'nun temsilcisi Kasym Kufraly (Küfrevî) , 1949 yylynda yazdy?y «NAK?YBENDÎLY?YN KURULU? VE YAYILI?I» adly eserin önsözünde aynen ?unlary söylemektedir:
«Ylk ?eyhlerinin Türkistan ve Maverâünnehrli olmalary dolayysyyla Nak?ibendîli?e bu muhitin anane ve âdetleri de girmi?ti. Tesirleri türlü ?ekillerde tezahür eden bu gelenekler dolayysyyla Nak?ibendîli?in Türk fikriyâty bakymyndan da tetkiki gerekiyordu.»
Nitekim Kasym Kufraly bunlary tetkik etmi?, (incelemi?) ve birço?unu ortaya çykarmy?tyr; ki bunlaryn en önemlisi Nak?ibendî Tarîkaty'nyn hangi tarihlerde kuruldu?u konusudur. Çünkü Nak?ibendîler, «Silsile-i Sâdât» diye adlandyryp, birbirine ba?ladyklary birkaç düzine insandan olu?an hayâlî bir tarîkat zinciri aracyly?yyla bu te?kilaty her ne kadar Hz.Ebubekr'e kadar ba?lyyorlarsa da Kufraly bunu âdetâ yalanlarcasyna (yine bu kitabynyn önsözünde) ?unlary kaydetmektedir:
«Mevcut eserlere dayanylarak Nak?ibendîli?in teessüs tarihi Gazneliler zamanyna kadar çykaryldy?y için, tarîkatyn bu hanedân zamanyndan itibaren hakiki hüviyetini ihraz etmeye ba?lady?y, Hâce (Bu kelime Farsça’dyr. Efendi, reis, ö?retmen, ba?kan ve önder gib) Yusuf el-Hemedânî devrine kadar geçirdi?i istihâle tetkike mebde' ittihaz edilmi?tir.»
Nak?ibendîli?in âdetâ cenneti haline getirilmi? bulunan Türkiye'de «bu tarîkatyn ba?lylary, neden son zamanlarda râbyta üzerinde titizlikle durmaya ba?ladylar? » sorusuna gerçek anlamda bir cevap bulabilmek için bu tarîkatyn tarihini irdelemekle ancak mümkün olabilecektir. Her ne kadar Nak?ibendîli?in tarihi amaç de?ilse de konunun ana çekirde?ini olu?turan râbyta hakkyndaki ayryntylaryn su yüzüne çykarylabilmesi açysyndan bu mistik akymyn geçmi?ini biraz e?elemek burada az çok önem ta?ymaktadyr.
Nak?ibendîli?in, genelde Türklere mahsus bir Yslâm modeli oldu?unu söylemek yanly? olmaz. (Syrf Kurân-y Kerîm'e ve Rasulullah (s) 'yn Sünnetine ba?ly Müslüman azynly?yn dy?ynda kalan) Anadolu’daki hemen bütün Türkler, bilerek veya bilmeyerek Yslâm’y bu model içinde benimsemi?lerdir. Hatta ve hatta Türkiye'deki «dindar» Kürtler’in, Melez Araplaryn ve di?er Müslümansy azynlyklaryn da Yslâmî anlayy?y, egemen kitle olan Heterodoks Sünni Türklerin etkisi altynda Nak?ibendîle?mi?tir.
Bu bakymdan kurallaryyla, âyinleriyle ve dy? dekoruyla topluma a?ylady?y zihniyet ve ona verdi?i yön bakymyndan, Nak?ibendîli?in serüvenini ara?tyrarak râbytanyn tarihi hakkynda tesbitler yapmak daha do?ru olur. Bu tarîkatyn gerçek anlamda Türklerin milli dini oldu?unu en çarpycy ?ekilde kanytlayan a?a?ydaki sözlerin bizzat ?ah-y Nak?ibend tarafyndan söylendi?i Nak?ibendîli?in en güvenilir bir kayna?ynda yer almaktadyr.
«Ol hâby ana dedim. Buyurdular ki: ' Ey o?ul! Sana me?ayih-i Türkden nasib eri?se gerektir.»(Nefehât Ter) Nak?ibend'in, gördü?ü bir rüyayy büyükannesine anlatty?y zaman O'nun, bu dü?ü nasyl yorumlady?yny anlatan yukarydaki sözler bugünkü Türkçe ile ?öyledir: «O rüyayy ona söyledim. Buyurdular ki: ' –Ey o?ul! sana Türk ?eyhlerinden bir pay ula?sa gerektir. » Yani Türk ?eyhleri seni e?itecek ve sana yön vereceklerdir.
Bu iki cümleden bile çok rahatça anla?ylmaktadyr ki: Türklük ideali, Nak?ibend'in do?du?u ta Miladî 1318 yyllaryndan itibaren Yslâm'y syrf bu millete mahsus bir din kalybyna dökmek için Nak?ibendî Tarîkaty'na çok önemli bir rol yüklemeye ba?lamy?tyr. Bu ipucundan hareketle iz sürülürse çok net bir ?ekilde görülecektir ki do?rudan do?ruya Yslâm'y Kur'ân'dan anlamak ve O'nu, orijinal nitelikleriyle alyp hayata geçirmek, daha o zaman Türkün milli idealine sy?mamy?tyr. Çünkü tarîkat kapysyndan girerek Yslâm'la tany?an Türk insany, genellikle «Ben önce Türküm, ondan sonra Müslümanym» diye dü?ünmü?tür. Bu özellik ayny zamanda Yranlylar için de söz konusudur. Nitekim, Yranlylar için ?iîlik, nasyl ki bir Yslâm modeli haline gelmi?se Türkler için de Nak?ibendîlik bir Yslâm modeli haline gelmi?tir.
Bu nedenle, Yranly ?iî’nin vicdanynda «Âyetullah» denen kutsal ki?ili?in yeri ise Nak?ibendî Türkün vicdânynda da «Efendi Hazretleri»'nin yeri odur. Ary Yslâm'yn eski Türkler arasynda salt bir Arap dini olarak algylanmy? olmasy gibi çok güçlü bir ihtimalin varly?yny e?er dü?ünecek olursak, elbette ki dil ve kültür farklylyklaryndan kaynaklanan bir takym sorunlaryn, Yslâm'yn Nak?ibendîle?tirilmesinde büyük etken olu?turdu?una da inanmamyz gerekir.
Dolayysyyla «Alternatif bir Yslâm ?ekli»'nin elde edilebilmesi için elbette ki çe?itli malzemelere gereksinim vardy. Nitekim eski Türk rûhânîlerinin yapty?y i?, bu malzemeleri bulmak olmu?tur. Y?te bunlardan biri de «râbyta»'dyr.
?unu da bilmeliyiz ki, tasavvuf diye anlatylan ?ey; bir hal, Yslam’yn daha dikkatli ve hassas ya?anma biçimi; zikir, zühd, ibadet ve tefekkür olarak Hz. Peygamber’den beri var olan bir ya?ama biçimi {olmalydyr. Ybadeti yalnyz Allah'a has kylmak ise} Yslam’yn ta kendisidir. Tarikatlar ise –Kitap ve sünnet çizgisinde kaldyklary sürece- tasavvufun mektepleri ve mezhepleridirler. Ancak rabyta tasavvufun ?artlaryndan de?ildir ve tasavvufun ehli sünnet çizgisinde ya?andy?y ilk yüzyyllarynda da onda bu anlamda bir rabyta hiç olmamy?tyr. Sevginin, ba?lyly?yn, karde?li?in, ittibayn rabyta diye anlatylmasy da elbette isabetli olmaz.
Dolayysyyla rabytayy kabul edip etmemekle, tasavvufu kabul edip etmemek farkly ?eylerdir.
Bazy tarikatlerdeki güzel sanylan insanlaryn hatyry için rabytayy da onlaryn anlady?y gibi kabul etmek isterdik. Ancak Yslamyn ve hakikatyn hatyry daha büyüktür ve buna kar?y saygysyzly?y hiç göze alamayyz, bu sebeple de dini bir delile dayanmayan bir uygulamayy red ederiz!
Bu noktada ?unu da zikretmeliyiz ki, tasavvuf bu günkü hali itibariyle bir Rabbani alimlere muhtaçtyr. Nasyl onlar zamanynda tarikatlar Yslam’dan çok uzakla?my?lardy ve o bu konuda bir tecdid gerçekle?tirip, onlary tekrar Sünni ve Kurânî çizgiye oturttu ise, bu gün de bunu yapacak birisine ?iddetle ihtiyaç vardyr. Çünkü ço?u tarikatlar bu gün ya cehalet ve sapmalaryn, ya da sahtekarlyk, derin ili?kiler ve düzenbazly?yn hakim oldu?u karanlyk odaklardyr. Ancak tecdid, teceddüt ve yeniden Kurânî çizgiye gelme ihtiyacynyn umumi oldu?unu ifade ediyoruz
******************
Resim kullanarak Rabyta Yapmak
Tasavvufta rabyta denince, Nak?iler tarafyndan (Yani Hz. Peygamber’den yakla?yk 700 sene sonra) geli?tirilen bir disiplin akla gelir. Mürit ?eyhini sevecek, ona kalben ba?lanacak, buradan Hz. Peygamber’e, oradan da Allah’a ula?ylacak ve O’nunla irtibatly olunacaktyr. Bunun için mürit öncelikle ?eyhinin suretini hayal edecek, onun güzelliklerinin, ahlakynyn kendisine feyezan etmesini isteyecektir. Hatta ?eyh müridini Allah’a ba?lady?y için onun kendisi bizatihi rabytadyr/ba?dyr. (Enver Fuad.Mu’cem 88)
Mutasavvyflar rabyta'yy, müridin ?eyhini dü?ünerek kalbinden dünya ile ilgili ?eyleri çykarmasy, ?eyhi vasytasy ile Hz. Peygamber (s.a.s) 'e ve Allah'a kalbini ba?lamasy ?eklinde anlamy?lardyr. Hemen hemen bütün tarikatlarda rabyta vardyr. Bilhassa Nak?ibendiyyenin ystylahlaryndandyr.
Tarikat ehli, rabytayy ayet ve hadise dayandyrmaya çaly?maktadyr. Onlara göre, 'sadyklarla birlikte olun' (Tevbe, 119) gibi ayetler ve 'ki?i sevdi?iyle beraberdir' (Buharî, Edeb; 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50.) gibi hadisler, rabytanyn caiz oldu?unu göstermektedir. (Süleyman Uluda?, Tasavvuf Terimleri Sözlü?ü, Ystanbul 1991, Rabyta mad.)
Bu hayal etmeyi gerçekle?tirmek üzere bazy tarikatlarda (mesela menzil) müritler, üzerlerinde ?eyhinin resmini bulundurmaktadyrlar. Hatta Hz. Peygamber (sav) adyna yapylan hayali bir resmi üzerlerinde bulunduran tarikat mensuplary da.
Bu elbette cehaletten öte bir cinayettir. Cahiliye dönemindeki Kurey?li putperest mü?riklerde sevdikleri alimlerin ve büyüklerinin putlaryny kar?ylaryna alarak Allah’a yakla?maya çaly?yr, yasak olmady?y için ibadetlerinde heykelleri (put) aracy kullanyrlardy. Günümüzde bu ?ekilde ?eyhlerinin hayal ile yada resimler aracyly?y ile Rabyta yapanlar Yslam dininde ayet ile haram olan heykel-put hükmü bulunmasaydy ?eyhlerinin putlary kar?ysyna geçerek rabyta yapmalary daha kolay ve etkili olurdu. O zaman mürit, ?eyhinin putu kar?ysyna geçecek, ona rabyta yapacak ve onun ruhaniyetinden yardym isteyecekti. Ona kar?y kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvaracakty.
Puta tapanlaryn yapty?y zaten bundan ba?kasy de?ildi. Aradan heykeli kaldyryp yerine ?eyhin hayalini geçirmek neyi de?i?tirir? Puta tapanlar da zaten ta?tan veya a?açtan bir ?ey beklemiyor, onun temsil etti?i varly?yn ruhaniyetinden yardym bekliyorlardy. Tasavvufçularyn tarif etti?i rabytaya sadece ?u âyet delil olabilir. “ Yyi bil ki, saf din Allah’yn dinidir.
Onun berisinden veliler edinenler 'Biz onlara ba?ka de?il sadece bizi Allah’a tam yakla?tyrsynlar diye kulluk ediyoruz.' derler. Y?te Allah, onlaryn aralarynda tarty?yp durduklary ?eyde hükmünü verecektir. Allah, yalancy ve gerçekleri örtüp duran kimseleri do?ru yola sokmaz.” (Zümer 3)
?öyle de diyebiliriz: Bir ibadet dü?ünün ki, Hz. Peygamber onu hiç yapmamy?, ö?retmemi? ve onu izleyen selefi salihin de böyle bir ?eyden haberdar olmamy?tyr. Böyle bir ibadetin olmasy mümkün de?ildir. Bu anlamdaki rabyta için delil getirilen: “Sadyklarla beraber olun” mealindeki ayet-i kerime, ya da “Ki?i sevdi?iyle beraberdir” hadisi ?erifi de Yslamî gelenek içerisinde “rabyta” ortaya çykyncaya kadar hiç böyle anla?ylmamy?tyr. Zorlama bir tevil yapmadan böyle anla?ylmasy da mümkün de?ildir. Zorlama tevillerin insanlary saptyraca?yny da bizzat Kurân-y Kerim söylemektedir. (Al-i Ymran 7)
Sahabe efendilerimizin Hz. Peygamber’e olan sevgilerinden böyle bir uygulama çykarmak da mümkün de?ildir. Aksi halde, Allah Rasulü’nü izleyen 700 yyl, insanlar, hatta bizzat Hz. Peygamber’in kendisi bunu ke?fedememi? ve anlamamy? olurlardy. Oysa akide ve ibadetler konusunda en do?ru anlama, Hz. Peygamber’le beraber olanlaryn, sonra da onlary izleyenlerin anlamasydyr. Bunda bütün Yslam alimleri ittifak halindedir.
Peygamberimiz (s.a.s) 'in de, rabyta ve ribat hakkynda söylemi? oldu?u hayli hadis vardyr. O'nun bu hadislerinden bazylary ?öyledir:
_'Bir gün Allah yolunda ribatta bulunmak, dünya ve dünyada bulanan her ?eyden daha hayyrlydyr' (Buharî, Cihad, 73; Müslim, Ymâre, 163; Nesâî, Cihâd, 39; Ybn Mace, Cihâd, 7.)
_'Allah'yn onunla hatalary affedip ba?y?layaca?y, dereceleri yükseltece?i bir ?eyi size söyleyeyim mi? Abdest üstüne abdest almak, camide cemaatle namaz kylmaya devam etmek ve her namazdan sonra di?er namazy beklemek. Y?te ribat budur! . Y?te ribat budur! . Y?te ribat budur! .' (Müslim, Tehâret, 41; Tirmizi, Teharet, 39; Neseî, Teharet,106; Muvatta, Sefer, 55.)
_'Kim bir günlük (yirmi dört saatlyk) ribatta bulunursa, bir aylyk oruç ve ibadetten daha fazla sevap kazanmy? olur' (Nesaî, Cihad, 39; Tirmizî, Fedâilul-Cihâd, 35; Ybn Mace, Cihâd, 7.)
Bütün bu ayet ve hadislerden anla?yldy?y gibi, rabyta, çe?itli manalar için kullanylmy?tyr. Ancak daha çok bir cihad terimidir. Ayet ve hadislerin ço?unda rabyta, Allah ve Peygamberin dü?manlaryna kar?y silahlanma, cihad için hazyrlykly olma, müslümanlarla kâfirlerin arasyndaki hudut karakollarynda nöbet bekleme ve bu duygulara syky sykyya ba?ly olma demektir.
Buna göre ayet ve hadislerde kasdedilen anlamlardan mutasavvyflaryn uygulamasyny destekleyecek en ufak bir i?aret yoktur. Ayet ve hadislerde dile getirilen cihad ruhunu meskenete çevirmekten ba?ka bir ?ey yapmayan mutasavvyflar Kur'an ve hadislerdeki bu ribat kelimesini çok yanly? bir alana çekmi?lerdir. Hiçbir sahabi Resulullah'y aracy kylarak rabyta yapmady?y gibi, hiçbir tabii de sahabe'yi aracy kylarak rabyta yapmamy?tyr. Rabytanyn bu ?ekildeki uygulamasy tarikatlaryn Hicri yedinci yüzyyldan sonraki dönemlerde uydurduklary bir bid'attir.
CYMA ANINDA ?EYHYNY HAYAL, RABITAYA AKLY DELYL!
Tasavvuf camiasynyn sevilen simalaryndan! Cübbeli Ahmed Mahmud Ünlü ise “TARYKAT-I ALYYYE’DE RABITA-I CELYYYE” adly kitabynda Rabytaya deliller bulmaya çaly?tyktan sonra, “Rabyta Hakkynda Akli Deliller “ bölümünde 261. sayfasynda ?u maddeyi delil olarak bizlere sunmu?tur!
“Herhangi bir i?i, severek ve kalbi istila edecek ?ekilde dü?ünmek o i?i yapmak gibi insana tesir eder. Yyilikleri dü?ünmek iyi, kötüleri hayal etmekse kötüdür.Bazy ulema, do?acak çocu?a bereketi sirayet eder ümidiyle ki?inin, cima halinde Salih kimseleri dü?ünmesini güzel görmü?lerdir. O halde dü?ünceyi haram ve mübahlardan çevirip, iyilere yönlendirmek, hiçbir akyllynyn inkara kalky?mamasy gereken ?eylerdendir ki rabyta da bu hayali sohbetten ibarettir.” (Muhammed Salih, Be?iyyetü’l- Vacid, Sh. II)
Cima anynda neler yapylmasy, nasyl hareket edilmesi ehli sünnet kaynaklaryyla bellidir. Rabytayy savunabilmek için akil yoluyla delil bulmaya çaly?an ve bu u?urda mahremlerine 3. bir ki?iyi sokanlaryn ehli sünnete göre delilleri nedir merak ediyoruz? halbuki tam tersine deliller var iken...
Peki Ya Birde “Ölüye Rabyta”ya Ne demeli? (kabirden yardym)
Tarîkatçylara göre yalnyzca sa? olan mür?idden de?il, ayny zamanda ölüden(kabirden) de yardym beklenir. Yani ?eyhin rûhâniyetinden yardym dilemek için onun, sa? ya da ölü olmasy fark etmez. Bu inany? hemen hemen bütün tarîkatlarda vardyr ve «himmet dilemek», «bereket talep etmek», «feyiz almak» «istifâzada bulunmak» ya da «rûhânîyetten istimdâd etmek» gibi çe?itli deyimlerle ifade edilir. Mehmed Zâhid Kotku bu konuda aynen ?unlary kaydetmektedir:
«Bu tarikde ?eyh, kemâl-i marifet ile mütehakkyk olursa, ifâzada (yardym etme konusunda) ölü ile diri müsavi olurlar»
Aslynda müsavi olmaktan da öte, (yine tarîkat rûhânîlerine göre) velî, öldükten sonra bir «tî?-i üryân» gibi, yani kynyndan çykmy? olan bir kylyç gibi çok daha keskin olur ve onu ça?yran insanyn imdadyna çok daha çabuk yeti?ir.
(Mehmed Zâhid Kotku (H. 1313/M. 1897-H. 1401/M. 1980) Tasavvufî Ahlâk: 2/272)
Ölüye râbyta yapma k onusuna, özellikle son dönem Nak?î ?eyhleri tarafyndan çok önem verilmi?tir.
Bu cümleden olarak Abdulhakîm Arvâsî'nin, «Mezarlara Râbyta Keyfiyeti» ba?ly?y altynda a?a?yya alynan sözleri ilginçtir. Arvâsî ?u ö?ütleri vermektedir:
«Mezar ziyaretçisi mürîd, nefsini her türlü dy? alâkadan bo?altyr. Yçini dünya kayytlaryndan uzakla?tyryr. Kalbini ilimler ve naky?lardan ve hadiselere ba?ly duygulardan çekip çykaryr. Ziyaret etti?i mevtânyn rûhâniyetini hissî keyfiyetlerden mücerret bir nur farz eder. O kabir sahibinin Feyizlerinden bir Feyiz ve hallerinden bir hal zuhur edinceye kadar o nuru kalbinde tutar. (...) »
«Feyiz istekçisi ziyaretçi, Feyiz vericinin kabrine yakla?yp selâm verir. Mezaryn ayak ucuna yakyn sol tarafyna durur. Ona kar?y hayattaki tavryny muhafaza eder. Bir fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabynyn mislini mevtâya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirdeki mevtânyn rûhâniyetine teveccüh eder....»
(Abdulhakîm Arvâsî, Râbyta-i ?erîfe Risâlesi s. 23 Sadele?tiren N. F. Kysakürek)
Yine ?u uydurma sözü hadis diye kabul ederler:
“Y?lerinizde ne yapaca?ynyzy ?a?yrdy?ynyzda kabir ehlinden yardym isteyiniz.” (Mahmut Ustaosmano?lu ba?kanly?ynda bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, Ystanbul 1992, c. II, 82.) Bu sözü delil olarak ta Aclûnî'ni Ke?f'ül-Hafâ adly kitabynda oldu?u için kabul etmektedirler.
Halbuki Aclûnî bu eserini, halk arasynda hadis diye bilinen sözlerin do?rusu ile asylsyz olanyny ortaya koymak için yazmy?tyr. Bu sebeple o kitapta çok sayyda uydurma hadis vardyr. Aclûnî, kitabynyn ba?ynda Hafyz ibn-i Hacer'in ?u sözünü naklediyor: 'Asly olmayan hadisi kim nakletmi?se Buhârî'nin Sülasiyyat'ynda rivayet etti?i, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin ?u sözünün kapsamyna girer: 'Kim benden söylemedi?im bir ?eyi naklederse Cehennem'de oturaca?y yere hazyrlansyn. ' (Ysmail b.Muhammed el-Aclûnî, Ke?f'ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c.I,s 8)
Sonra alfabetik olarak hazyrlady?y kitabynda hadislerin kaynaklaryny veriyor. Ama bu sözle ilgili olarak sadece 'Ybn-i Kemal Pa?a'nyn el-Erbaîn'inde böyle geçmi?tir.' ifadesini kullanyyor. Ybn-i Kemal Pa?a'nyn bu eserine bakty?ymyzda da hadis diye söyledi?i o söz için hiçbir kaynak göstermedi?ini görüyoruz. (Ybn-i Kemal, Pa?a,el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi,1694) .
(Ybn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim'in me?hur ?eyhülislamy'dyr. 1469'da Tokat'ta do?mu?,1534'te Ystanbul'da ölmü?tür. Peygamberimizle arasynda 900 seneden fazla bir fark varken hiç bir kaynak göstermeden ve anlamy da Kur'an'a taban tabana zyt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. Ybn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis oldu?unu ispat için hiçbir dini dayana?y olmayan felsefi izahlara girmi?tir.)
“Allah ölüm esnasynda ruhlary alyr, ölmeyenlerinkini de uykuda alyr. Ölümüne hükmetti?ini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salyverir.” (Zümer 42)
Bu âyete göre Allah, ölülerin ruhunu, belli bir yerde, berzah aleminde tutmaktadyr.
Kabirdekilerle ilgili olarak Allah Teâlâ ?öyle buyuruyor: “Dirilerle ölüler bir olmaz. ?üphesiz Allah diledi?ine i?ittirir. Ama sen kabirdekilere bir ?ey i?ittiremezsin.” (Fatyr 22)
Hz. Ysa aleyhisselamyn ahirette yapaca?y konu?mayy veren ?u âyet üzerinde dü?ünmek gerekir.
“ -Ve Allah demi?ti ki: 'Ey Meryem o?lu Îsâ, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan ba?ka iki tanry edinin' dedin? '. 'Hâ?â, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir ?eyi söylemem bana yaky?maz. E?er demi? olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olany bilirsin, ben ise senin nefsinde olany bilmem, çünkü gayblary bilen yalnyz sensin, sen! '.
- 'Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Yçlerinde bulundu?um sürece onlara ?ahittim. Beni vefat ettirince artyk onlar üzerine gözetleyici yalnyz sen oldun. Sen her ?eyi görüp gözetirsin.” (Mâide 116-117)
Büyük Peygamber Hz. Ysa öldükten sonra ümmetinden habersiz oluyorsa, ölen bir velinin ruhunun kynyndan çykmy? kylynç gibi olmasy nasyl kabul edilebilir? Günümüzdeki en büyük Yslam alimleri, sözünü etti?imiz anlamdaki rabytaya bidat olarak baktyklaryny da burada zikretmeliyiz.
Mesela Ramazan el-Bûtî ?öyle söyler:“?üphesiz tarikat ?eyhlerinin sonradan icad ettikleri rabyta bidattir, çünkü bunun dinde hiç bir dayana?y bulunmamaktadyr”.
Ölüden Yardym Ysteyenlere Örnekler
1- Said Nursî Örne?i
Nurcular ?u ?iiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asyr önce Said Nursi için yazdy?yny iddia ederler:
“Bizi aracy yap, her korku ve darlykda.
Her ?eyde her zaman, candan ko?arym imdada
Ben korurum müridimi korktu?u her ?eyde.
Koruyuculuk ederim ona, her ?er ve fitnede.
Müridim ister do?uda olsun ister batyda
Hangi yerde olursa olsun yeti?irim imdada ”
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2083.)
Bu iddiayy Said Nursî’nin 23 ?akirdi yapar. (Ysimleri ?öyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsym, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rü?tü, Lütfü, ?amly Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavu?, Hâfyz Ahmed, Hacy Hâfyz, Mehmed Efendi, Ali Ryza.)
Yspat için, cifr denen hayali ?eylere dayanyr ve ?iirde, Abdulkadir Geylânî’nin ?u anlamy saklady?yny söylerler:
“Müridim Said Kürdî, Rusya’da esirken kuzeydo?u Asya’dan bidatçylaryn eliyle Asya’nyn batysyna sürgün edildi?i ve Sibirya taraflaryndan kaçyp çok fazla yeri dola?mak zorunda kaldy?y syrada Allah’yn izni ile ona yardym ederim ve imdadyna yeti?irim.”
Yardymyn nasyl gerçekle?ti?i de ?öyle anlatylyyor:
“Evet Hazret-i Gavs’yn “müridim” dedi?i Said, esir olarak üç sene Asya’nyn kuzeydo?usunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylyk yolu, kaçarak a?my?, çok ?ehirleri gezmi? ama Gavs’yn dedi?i gibi hep koruma altynda olmu?tur.
Üstadymyz diyor ki: “Ben sekiz-dokuz ya?ynda iken, nahiyemizde ve etrafynda bütün ahali Nak?î Tarikatynda ve orada Gavs-y Hîzan adyyla me?hur bir zattan yardym isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykyry olarak “Yâ Gavs-y Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir ?eyim kaybolsa, “Yâ ?eyh! Sana bir fatiha, sen benim bu ?eyimi buldur” derdim. ?a?yrtycydyr ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i ?eyh, himmet ve duasyyla imdadyma yeti?mi?tir.'
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2084.)
http://www.risaleinurenstitusu.com/i...Gaybi&Page=128
Bu inancyn Kur’ân’a aykyryly?yny gösteren âyetler daha önce okunmu?tu. Bir âyet de ?öyledir:
“Darda kalmy? ki?i dua etti?i zaman onun yardymyna kim yeti?iyor da sykyntyyy gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapyyor? Allah ile beraber ba?ka bir Allah my var? Ne kadar az dü?ünüyorsunuz..” (Neml 62)
Güç yetirilemeyen konularda ba?kasyndan yardym alynabilirse artyk kim Allah’a sy?ynyr? Allah Teâlâ ?öyle buyuruyor:
“De ki, Allah’yn dy?ynda kuruntusunu ettiklerinizi ça?yryn bakalym; onlar, sykyntynyzy ne gidermeye, ne de bir ba?ka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Ça?yryp durduklary bu ?eyler de Rablerine hangisi daha yakyn diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabyndan korkarlar. Çünkü Rabbinin azaby cidden korkunçtur.” (isrâ 56-57)
“Allah neyi gizledi?inizi, neyi açy?a vurdu?unuzu bilir.
Allah’yn yakynyndan ça?yrdyklary ise bir ?ey yaratamazlar; esasen kendileri yaratylmy?tyr. Onlar ölüdürler, diri de?il. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)
“Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yaratty? ” diye, kesinkes “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah’yn yakynyndan neyi ça?yrdy?ynyza baktynyz my? Allah bana bir sykynty vermeyi istemi? olsa, onlar bu sykyntyyy fark edebilirler mi? Ya da Allah bana iyilik etmeyi istemi? olsa, onlar onun bu iyili?ini önleyebilirler mi? ” De ki: “Allah bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansynlar.” (Zümer 3 8)
2- Fethullah GÜLEN Örne?i
Fethullah GÜLEN, Peygamberimizin amcasy Hamza’nyn kendine, sayylamayacak kadar çok yardym etti?ini iddia eder ve onlardan birini ?öyle anlatyr:
Ankara’dan Ystanbul’a geliyoruz... “Kartal civaryna kadar geldik. Hava hafif hafif ya?yyordu. Oralarda çukurca bir yer varmy?; tam biz oraya yakla?my?tyk ki, ya?mur olanca hyzyyla ?iddetlendi. Rampanyn dibine indi?imizde de bujileri su aldy ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardy ve bizim arabayy yüzdürmeye ba?lady. Her geçen dakika su daha da kabaryyor ve bir afet halini alyyordu. Öyle ki kysa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonlary bile kaldyryp, sa?a sola sürüklemeye ba?lady. Camy biraz açayym, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de syrylsyklam yslatty. Hemen camy kapattym. Elden bir ?ey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmü?lerdi. Hatta onlardan birkaçy, sa?ymyzdan, solumuzdan geçerken “Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.” diyerek moralimizi de bozdular... Ya araba kyyydaki bariyerlere vurur da parçalanyrsa; halbuki emanet.. durmadan bunlary dü?ünüyorum...
Bir ara baktym büyük bir kalas bize do?ru geliyor. Aklymdan, ?u kalas bizim ile sütre arasynda dursa hiç olmazsa araba kyyydaki sütrelere çarpmaz diye dü?ündüm ve tam o esnada arkada?lara “dua edin” dedim. Kendim de “Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza! ” diyerek o yüce ruhu, imdadymyza göndersin diye Cenab-y Hakk’a dua ettim. Üzerimize do?ru gelmekte olan kalas, yanymyzdan geçerek gözden kayboldu... Ve hayrettir selin mecrasy birden de?i?ti, hyzy da azaldy... Olayyn ?ahitleri var. Bu de?i?ikli?i ve birden selin hyzynyn azalmasyny fiziki kanunlarla izah imkansyz. Hiçbirimizin ?üphesi kalmady ki, Cenab-y Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardymymyza gönderdi....
(Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi 28 Kasym 1996, ayryca
http://arsiv.zaman.com.tr/1996/11/28...ndi/index.html; (30/11/2003))
Hem “Ya Seyyidenâ Hamza! Ya Seyyidenâ Hamza! ” yani “Efendimiz Hamza, efendimiz Hamza yeti?! ..” diyor, hem de “o yüce ruhu, imdadymyza göndersin diye Cenab-y Hakk’a dua ettim ” diyor.
Bunun neresi Allah’a dua? Sonra ?öyle diyor:
“Ehl-i tahkik, ?ahyslardan istimdat etmeyi mahzurlu görürler. Kanaatimce her meselede oldu?u gibi, bu meselede de ölçüyü iyi ayarlamak, ifrat ve tefritten kaçynmak gerekir. Bize göre büyük ve mukaddes ruhlardan istimdat olabilir; fakat kalbin ibresi her an Cenab-y Hakk’y göstermelidir. Yani bu büyüklere, vesile ve vasytalyktan öte tasarruf adyna hiçbir paye verilmemelidir. Zaten onlary vesile olarak istihdam buyuracak da yine Cenab-i Hak’tyr. O dilemedikten sonra, hiç kimsenin, hiçbir meselede yardymcy olmasy, bir ?ey yapmasy mümkün de?ildir. Ama, Hak tecelli eyleyince her i?i âsân eder; halk eder esbabyny bir lahzada ihsan eder.” Bu hususu da böyle tespit ettikten sonra: Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kur-tulduklarynda, adeta bir melek haline gelirler... Hele bunlardan, canlaryny yüce, yüksek bir ideal ve davaya adamy? olanlar, kendileriyle ayny dü?ünceyi payla?anlary Allah’yn izniyle her zaman destekler, onlara arka çykar ve onlary korurlar. Ama, arz etti?im gibi frekans birli?i ?arttyr”.
Ysa’ya Allah diyen Katolikler de benzeri ifadeleri kullanarak ?öyle diyorlar:
“Ysa kendili?inden bir ?ey yapamaz. Her ?eyi kendisini gönderen Baba’dan alyr. (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak Ylkeleri, par. 859.)
?imdi o, Baba’nyn yanynda Hyristiyanlaryn avukatly?yny yapyyor. Onlar lehine aracylyk etmek için hep canlydyr. Allah’yn huzurunda daima hazyr bulunmaktadyr”(.Katolik Kilisesi Din ve Ahlak Ylkeleri, par. 519) .
Allah Teâlâ ?öyle buyurur:
“Y?te Rabbiniz olan Allah… Hakimiyet onundur. Onun yakynyndan ça?yrdyklarynyz bir çekirdek zaryna bile hükmedemezler. Onlary ça?yrsanyz, ça?rynyzy i?itmezler; i?itmi? olsalar bile size kar?ylyk veremezler; kyyâmet günü de sizin ortak saymanyzy tanymazlar. Hiç kimse sana, her ?eyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatyr 13-14)
“De ki: “Sizi karanyn ve denizin karanlyklaryndan kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtaryrsan ?ükredenlerden olaca?yz diye ona gizli gizli yalvaryr yakaryrsynyz.”
De ki: “Allah sizi ondan ve her sykyntydan kurtaryr, sonra da ona ortak ko?arsynyz.” (En’am 63-64)
“Gemiye bindiklerinde, ?irkten uzak bir ?ekilde, yalnyz ona boyun e?erek Allah’a yalvaryrlar. Allah onlary karaya çykardy my, bir de bakarsyn ona e? ko?maya kalky?yyorlar.” (Ankebut 65)
Hamza gibi ?ehidlerin ölmedi?ini ispat için ?u ayete dayanylyyor:
“Allah yolunda öldürülenlere ´ölüler demeyin. Hayyr, onlar diridirler. Ama siz bunu fark edemezsiniz.” (Bakara 27154)
Allah, “siz bunu fark edemezsiniz” dedi?ine göre bize söz dü?mez. Onlardaki canlylyk, insanyn fark edebilece?i cinsten olsaydy, öncelikle Peygamberimiz fark eder, Hamza’nyn ölümüne pek fazla üzülmezdi.
Abdullah b. Mes’ud diyor ki; “biz onun, Hamza’ya a?lady?y kadar bir ?eye a?lady?yny görmedik. Onu kybleye do?ru koydu, cesedinin ba?ynda durdu ve sesli olarak, hyçkyra hyçkyra a?lady” (.Safiyyu’r-Rahmân el-Mubârekfûrî, er-Rahiku’l-Mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 255-256.)
Konu ile ilgili di?er âyetler ?öyledir:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Hayyr, onlar diridirler, Rableri katynda ryzyklanyrlar.Onlaryn içleri açylyr; çünkü onlara Allah, kendi ikramyndan vermi?tir. Arkadan gelip kendilerine henüz katylmamy? olanlar adyna da sevinirler. Çünkü onlary korkutacak veya üzülmelerine sebep olacak bir ?ey yoktur.
Allah’yn nimeti ve ikramy sebebiyle de sevinirler. Allah, müminlerin alaca?y kar?yly?y azaltmayacaktyr.” (Al-i Ymran 169-171)
Bir an için “siz bunu fark edemezsiniz” hükmünün olmady?yny ve iyi müminlerin onlaryn farkyna vardy?yny dü?ünelim. Bu durumda fark edilecek tek ?ey, içinde bulunduklary nimetler olur. Bu, onlaryn insanlara yardym edece?ine delil olmaz. Onlardan yardym isteyenlerin durumu, ?u ayette açyklanandan ba?kasy de?ildir:
“Allah’yn yakynyndan kyyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseyi ça?yrandan daha sapyk kimdir? Oysaki bunlar onlaryn ça?rysyndan habersizdirler.” (Ahkaf 5)
Mekke mü?rikleri de tanrylarynda var saydyklary gücü Allah’yn verdi?ine inanyrlardy. Kabe’yi tavaf ederken ?öyle derlerdi:
“Lebbeyk lâ ?erîke lek illâ ?erîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek”
“Emret Allah’ym, Senin hiçbir orta?yn yoktur. Yalnyz bir orta?yn vardyr ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin.”
Bu, delilsiz bir iddiaydy. Bunu bize nakleden Ybn Abbas diyor ki, onlar “Lebbeyk lâ ?erîke lek = Emret Al-lah’ym, Senin hiçbir orta?yn yoktur.” dediklerinde Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ?öyle derdi: “Yazyklar olsun; burada kesin, burada kesin ”.(Müslim, Hacc, 22, Hadis no 1185.)
Allah Teâlâ ?öyle buyuruyor:
“Desen ki: ‘Gökten ve yerden size ryzyk veren kim? Ya da i?itmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çykaran, ölüyü de diriden çykaran? Ya her i?i düzenleyen kim? ’ Onlar: ‘Allah’tyr! ’ diyeceklerdir. Deki; ‘O halde ona kar?y gelmekten sakynmaz mysynyz? ’
Y?te sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakkyn ötesi sapyklyk de?ildir de ya nedir? Nasyl da çevriliyorsunuz? ” (Yunus 31-32)
Hamza’yy, Abdulkadir Geylânî’yi veya ba?kasyny yardyma ça?yranlarla zaman zaman ?öyle konu?malar yaparyz:
- Onlar sizi tanyyor mu?
- Allah tanytamaz my?
- Onlar sizi duyabilirler mi?
- Allah duyuramaz my?
- Onlar sizin konu?tu?unuz dili bilirler mi?
- Allah ö?retemez mi?
Peki onlar ölmemi?ler midir?
- Onlar ölmezler, desem okudu?un ayetlere göre bunun bir faydasy yoktur.
- Demek Allah Teâlâ önce onlara dirilik verecek, sonra sizi ona tanytacak, sesinizi duyuracak, dilinizi ö?retecek ve sizi anlamasyny sa?layacak; sonra da sizin lehinize aracylyk yapmasyna, kendine kar?ysynda sizi savunmasyna müsaade edecek. Size göre ayny anda on binlerce ki?i onlara ba? vurmakta ve yardym istemektedir. Bunlaryn her birini anlamasy ve syraya koymasy da gerekecektir. Bu, ancak hayal aleminde olabilir!
Allah Teâlâ ?öyle buyurur:
“Allah’yn yakynyndan ça?yrdyklarynyz da, sizin gibi kullardyr. E?er haklyysanyz onlary ça?yryn da size cevap versinler bakalym.
Onlaryn yürüyecek ayaklary my var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya i?itecek kulaklary my var? De ki: “Ortaklarynyzy ça?yryn sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtyrmayyn.”
“Çünkü benim velim Kitap’y indiren Allah’tyr. O, iyilere velilik eder.”
“Onun yakynyndan ça?yrdyklarynyz kendilerine yardym edemezler ki size yardym etsinler.” (Araf 191-197)
rabıta da bir tür ibadettir derin düşünmek akıldan herşeyi silip o an sadece şeyhini ölüceni onun mezara konucanı sual zamanı onun sana yardıma koşucanı onun nurunu olurcasına düşünmektir....
“Allah Tealâ’nın zatını tefekkür etmeyin/düşünmeyin. O’nun nimetlerini ve yarattığı varlıkları düşünün. Çünkü siz Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Evsat; Beyhakî, Şuabu’l-İman; Elbanî, Sahiha.)
Bu hadisi inkar küfrü ve sapikligi getirir.
Ama fazla yazmiyacagim degmez, kalbi almiyanlara.
Bazi insanlarin kalbi o kadar kati, pis, kirli olmuski.
Güzeli, dogruyu kabul edemez hale gelmis...
Günümüzde 'reiki' diye adlandırılan, (bir çeşit yoga gibi) hayali canlandırılan kişi ile telepatik yollardan iletişim kurulması biçimidir. Nakşibendi tarikatine bağlı cemaatlerin sıkça uyguladığı, uygulanmasını mürşidin emrettiği, zikirden önceki en önemli safhadır. Nakşibendi tarikatine bağlı mürid, her yer ve her anda (tuvalette bile) şeyhinin cismani şeklini hayaline getirerek onun iki gözünün ortasına bakar. Böylece allaha ulaşmadaki birincil basamak olan, zihinde canlandırma konsatrasyonunu sağlar yahut sağlayamaz. Sağlayana kadar da böle devam eder. Kısaca ne halt yediği belli olmayan müridin yine ne halt olduğu belli olmayan iletişim şeklidir.
aşk, muhabbet bir gönüle girdiği vakit,tüm dünya sevgilinin kisvesi olur,birden kendini onun vücudunda bulursun, onun gibi düşünür onun gibi konuşursun,cinsini unutur,sanki o olursun,sanırım rabıta hali budur
bağ demek ama neyi neye bağladıgınız çok önemli derin bir araştırma mevzuu