“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:
"Ama, benim sorum şu: Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?” - Hiçbir şey. - Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu? - Kolunuz ağrımaya başlardı. - Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur? - Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:
- Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?
Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar: “Hayır.”
- Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
Profesör ikinci bir soru daha sordu:
- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda? - Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
Profesör beklediği cevabı almıştı.
Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz. Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan, artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız. Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır. Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız.
Taze bir güne, yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye, ‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”
analiz ve cümleler teorisinden tanıdığım bir profesör ilk aklıma gelen....
Cengiz Aydın...
9 dil bilen ve gerçekten tanıyabileceğiniz ilginç şahsiyetlerdendi kendileri....
profesör olmuştu ama görüşlerinden dolayı ihtilal sonrasında ünvanı elinden alınmış, kapısına ''araştırma görevlisi'' ibaresi sanıyorum zevkle çakılmıştı..:(
gerçi onun isminin önüne getirilen ünvanlarla hiç işi olmamıştı...
şimdi ekşi sözlükte onun hakkında yazılanlara baktım da...
biz insandan anlamıyoruz....:(
gerçekten kendini bilime adamış ve kitap kurdu olarak tanımlıyabileceğim ender insanlardan birisine,bir üniversitede öğretim görevlisi olan insana,onun hakkında yazılanlara baktım....
ne özel hayatı kalmış ne tükürükleri bilmem nesi...:(
bu insanın islam felsefesi üzerine derin araştırmalarından veya cümleler teorisinde gazaliden ve aristodan bahsedişlerinden kimse dem vrumamış...
dinleme zahmetinde bulunmamış sanıyorum kimse... koca ''itü'' ye gelip de cahil insanlar gibi hocalarının arkasından atıp tutan bir üniversite gençliğinden ne beklenebilir ki?
sınavlarıyla, dersleriyle,sohbetleriyle gerçekten görüp görebileceğiniz en ilginç şahsiyetlerdendi kendileri....
bitirme tezimi verdiğim hocamdır kendileri...
yardımları,anlayışı ve sağladığı kolaylıkları ömrümce unutamıyacağım...
o bir insanseverdi....
kendisiyle dalga geçildiğini de anlıyabilecek zekaya sahipti elbette..ama bunu da dert edinecek sığlıkta değildi...anlayabilseydiniz keşke bunu...
Profesörlerimizin dört rahatsız edici özelliği artık fazlasıyla dikkat çekiyor:
1- Profesörlerimiz alanlarındaki uluslararası yayınları okumuyorlar ve branşlarında yaşanan gelişmelerden habersizler.
2- Kendileriyle aynı görüşleri paylaşmayan insanlarla konuşurken gerekli saygılı tavrı korumaktan acizler.
3- Konuşmakta oldukları insanlarla fikir alışverişinde bulunmaya pek yatkın değiller. Daha çok 'ben bilirim' havasındalar. (Ya da öyle görünmeye çalışıyorlar.)
4- Konuşurken inanılmaz mantık hataları (logical fallacy) yapıyorlar ve bu da karşılarındaki insanı ve konuşulan konuyu doğru şekilde anlamalarını (ve dolayısıyla fikir alışverişini) imkansız kılıyor.
(Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama yukarıda yer alanlar, dünyanın ilk 500, Avrupa'nın ise ilk 200 üniversitesi arasına neden bir tek üniversitemizin bile girememiş olduğu konusunda fikir edinmek için fazlasıyla yeterli.)
-nereden gireceğiz biz şimdi? -link vermiş ya hocam işte adamlar... -ne linki? -köprü kurmuşlar... -ne diyorsun kızım sen ya kafamı karıştırma, tane tane söyle... - :)) hocam orada bi web adresi var ya... -eeee? -işte oraya bastığınızda bi pencere açılacak... -ne penceresi? niye açılıyor? -işlemler, başvuru oraya yapılacaktır yazıyor... -hani nerede? -işte burada... -submission ne? -başvuru... -buraya basıcaz öyle mi? -evet... -sana güvendik ya ne olacak bakalım sonumuz... -:-/ -sen nerden biliyorsun bunları? -:S
Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.
Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:
"Ama, benim sorum şu:
Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
- Hiçbir şey.
- Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?
- Kolunuz ağrımaya başlardı.
- Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?
- Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:
- Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?
Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar:
“Hayır.”
- Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
Profesör ikinci bir soru daha sordu:
- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
- Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
Profesör beklediği cevabı almıştı.
Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz. Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan, artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız. Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır. Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız.
Taze bir güne, yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye, ‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”
bence her 5 yılda bir sınavdan geçmeliler. akıl, ruh ve bilgi üçlemesinden tam not almak şart ;)
analiz ve cümleler teorisinden tanıdığım bir profesör ilk aklıma gelen....
Cengiz Aydın...
9 dil bilen ve gerçekten tanıyabileceğiniz ilginç şahsiyetlerdendi kendileri....
profesör olmuştu ama görüşlerinden dolayı ihtilal sonrasında ünvanı elinden alınmış, kapısına ''araştırma görevlisi'' ibaresi sanıyorum zevkle çakılmıştı..:(
gerçi onun isminin önüne getirilen ünvanlarla hiç işi olmamıştı...
şimdi ekşi sözlükte onun hakkında yazılanlara baktım da...
biz insandan anlamıyoruz....:(
gerçekten kendini bilime adamış ve kitap kurdu olarak tanımlıyabileceğim ender insanlardan birisine,bir üniversitede öğretim görevlisi olan insana,onun hakkında yazılanlara baktım....
ne özel hayatı kalmış ne tükürükleri bilmem nesi...:(
bu insanın islam felsefesi üzerine derin araştırmalarından veya cümleler teorisinde gazaliden ve aristodan bahsedişlerinden kimse dem vrumamış...
dinleme zahmetinde bulunmamış sanıyorum kimse... koca ''itü'' ye gelip de cahil insanlar gibi hocalarının arkasından atıp tutan bir üniversite gençliğinden ne beklenebilir ki?
sınavlarıyla, dersleriyle,sohbetleriyle gerçekten görüp görebileceğiniz en ilginç şahsiyetlerdendi kendileri....
bitirme tezimi verdiğim hocamdır kendileri...
yardımları,anlayışı ve sağladığı kolaylıkları ömrümce unutamıyacağım...
o bir insanseverdi....
kendisiyle dalga geçildiğini de anlıyabilecek zekaya sahipti elbette..ama bunu da dert edinecek sığlıkta değildi...anlayabilseydiniz keşke bunu...
dinlemeden,tanımadan ahkam kesmeyi seven insanımıza ithafımdır...*
Allah Rahmet eylesin..Mekanınız Cennet olsun Cengiz Aydın.
'professor' (bir kimse veya bir fikir lehine konuşmak,
mezhep veya meslek sahibi olmak)
kelimenin kökeni latince ve latincede bu anlama geliyor.
Profesörlerimizin dört rahatsız edici özelliği artık fazlasıyla dikkat çekiyor:
1- Profesörlerimiz alanlarındaki uluslararası yayınları okumuyorlar ve branşlarında yaşanan gelişmelerden habersizler.
2- Kendileriyle aynı görüşleri paylaşmayan insanlarla konuşurken gerekli saygılı tavrı korumaktan acizler.
3- Konuşmakta oldukları insanlarla fikir alışverişinde bulunmaya pek yatkın değiller. Daha çok 'ben bilirim' havasındalar. (Ya da öyle görünmeye çalışıyorlar.)
4- Konuşurken inanılmaz mantık hataları (logical fallacy) yapıyorlar ve bu da karşılarındaki insanı ve konuşulan konuyu doğru şekilde anlamalarını (ve dolayısıyla fikir alışverişini) imkansız kılıyor.
(Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama yukarıda yer alanlar, dünyanın ilk 500, Avrupa'nın ise ilk 200 üniversitesi arasına neden bir tek üniversitemizin bile girememiş olduğu konusunda fikir edinmek için fazlasıyla yeterli.)
15 dakikalık işi 4 saatte yapan insan...
-nereden gireceğiz biz şimdi?
-link vermiş ya hocam işte adamlar...
-ne linki?
-köprü kurmuşlar...
-ne diyorsun kızım sen ya kafamı karıştırma, tane tane söyle...
- :)) hocam orada bi web adresi var ya...
-eeee?
-işte oraya bastığınızda bi pencere açılacak...
-ne penceresi? niye açılıyor?
-işlemler, başvuru oraya yapılacaktır yazıyor...
-hani nerede?
-işte burada...
-submission ne?
-başvuru...
-buraya basıcaz öyle mi?
-evet...
-sana güvendik ya ne olacak bakalım sonumuz...
-:-/
-sen nerden biliyorsun bunları?
-:S
çivileri yerinden çıkmakla kalmayıp kaybolmuş insan tipi ;)
olunması gereken şey...