Kültür Sanat Edebiyat Şiir

peyami safa sizce ne demek, peyami safa size neyi çağrıştırıyor?

peyami safa terimi Bilal Ali Kotil tarafından tarihinde eklendi

  • Betül Güz
    Betül Güz

    Yalnızız romanın kahramanlarından biri olan Meralin intihar etmeden önce yazdığı not beni çok etkilemişti.Sizlerle paylaşmak isterim;
    İntihar ediyorum.Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım...

  • Betül Güz
    Betül Güz

    Peyami safanın birçok kitabını okudum.İçlerinden beni en çok etkiliyeni; YALNIZIZ oldu.Gerçekten çok güzel bi psikolojik roman...

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Fatih Harbiye' si ilk okudugum kitabıydı, daha sonra Dokuzuncu Hariciye Koğuşu..
    Yalnızız romanına birkaç defa başlamama rağmen, sonunu getirmeye muvaffak olamadım.Bunda romanın sıkıcı olması gibi bir durum sözkonusu değildi; sadece ben bu kitabı daha sonra okurum diye erteliyordum, bakalım ne zaman kadar!

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Mütefekkir Peyami Safa

    Aradan on yıl geçince Milli Mücadele ile noktalanan savaşların ateşi sönmüş, hayata hamaset, heyecan değil de akıl ve ihtiyaçlar hakim olmuştu. Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlamalarında Mustafa Kemal’e bir gencin; “Paşam bunlar güzel sözler, ama gençliğe ideoloji lazım” demesi fikir hayatımızdaki boşluğu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.



    İşte bu boşluğu doldurmak için bazı aydınlar Kadro dergisini çıkardılar. İşin anlaşılmaz tarafı ise Marksizm’i rehber edinmiş bu derginin elemanları devletin bünyesinde çalışıyorlardı; bir başka söyleyişle maaşıyla karınlarını doyurdukları devletin kuyusunu kazıyorlardı. Bilerek veya bilmeyerek resmi makamların desteklediği bunlara karşı Peyami Safa yalın kılıç mücadeleye girişti. Felaketi zamanında görüp, fikre ancak fikirle karşı konabileceği şuuruyla kalemi eline aldı. Kadro dergisinin etrafında toplanan aydınlar yapılan devrimleri sosyalizme giden bir aşama olarak telakki ediyorlardı; aksi takdirde yapılanların gardropp devriminden ileriye gidemeyeceğini söylüyorlardı. Bu telakkinin tutarsız olduğunu göstermek için Peyami Safa “Türk İnkılabına Bakışlar” eserini yazdı. İnkılapların mesnetsiz olmadığını, biri medeniyetçilik, diğeri milliyetçilik olmak üzere iki esaslı unsura dayandığını ortaya koydu. Bunları belirten Peyami Safa metafiziksiz bir hayatın çöl olacağını da her fırsatta tekrarlıyordu. Onun merceğiyle modern dünyamızı değerlendirebilseydik, hayatımıza metafizik derinlik katar, yüreğimizin farkına gerçekten varır, daha insanca, her bakımdan tatminkar, şiirsel ahengi bulunan bir dünya kurabilirdik.

    Bir de milletler arasındaki misyonumuzu belirtmek için “Doğu Batı Sentezi”ni yazdı. Bu kitapta bütün büyük medeniyetlerin bir sentez olduğunu belirtti. Ne Doğu’ya, ne de Batı’ya gözlerimizi kapamamamız, oralardaki güzellikleri sosyal bünyemizde mezcetmemiz gerektiğini vurguladı. Bunlar insanlığı tamamlayan iki büyük coğrafya, iki büyük kültür bölgesiydi. Tarihimizin ve coğrafi konumumuzun da bu senteze bizi zorladığını belirtiyordu.

    Peyami Safa’nın sosyal meseleleri görmezlikten geldiği, sadece ferdin psikolojik sıkıntılarıyla uğraştığı zannedilir. Halbuki onun eksiksiz roman diyebileceğimiz “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu” adlı çalışmasında, sanatını zedelemeden insanı hayrette bırakan konulara el attığını görüyoruz. “Sendika mücadeleleri, milyonlarca iş saatinin kaybolmasından ve maliyet fiyatlarının artmasından başka netice vermediği için, işçiye üretici olarak kazandırdığı zammı tüketici olarak kaybettirir, patrona da ücrette zam olarak kaybettiğini fiyatlara zam olarak kazandırır.” (s.220) Bir sonraki sayfada da şunları okuyoruz: “İnsan, madde planında, kazandığı para kadar hürdür. Çalışmanın sermayeye, çalışanın çalıştırana esir olduğu bir dünyada iktisadi hürriyet, sadece sermayenin hürriyeti demektir. Kendi müesseselerini öteki sosyal müesseselerden de, insan ruhundan da ayrı, müstakil ve mücerret bir kıymetler nizamı sanan hukukçular, siyasi hürriyeti psikolojik hürriyetten ayrı düşünüp sadece fertle devlet arasındaki münasebet çerçevesi içine hapsetmekle sun’i bir tecrit yapmışlardır. İnsanın siyasi hürriyeti ne iktisadi, ne de ruhi hürriyetten ayrı düşünülemez.”

    Onun sağlığında beş üniversitemiz bulunmasına rağmen ilim dünyamızda “Duyularımızın dışındaki idrak”ten söz eden sadece odur. Aydın beyni, zeka fışkıran gözleriyle dünyayı tarıyordu. Üniversite öğretim üyelerimizin pek çoğu yumruklarını sıkarak “görmediğim şeye inanmam” diye bağırırlarken, o, Duke Üniversitesi’nin Parapsikoloji laboratuvarlarının direktörü Prof. Dr. J. B. Rhine’nin E.s.p. olarak ifade ettiği “Duyularımızın dışındaki idrak”in zaman ve mekana bağlı olmayıp iş gören insan ruhunun öldükten sonra yaşadığına inandıracak neticeler elde ettiğini bir kitabında uzun uzadıya konu ediyordu.

    İlmi kafada ideolojiye yer yoktur; çünkü ideoloji öyle bir samyelidir ki düşünce yeteneğini kurutur. Bütün ideolojilerin ortak zaafını yakalayıp, beyninin farkında olan insanlar için hiçbir anlam ifade etmeyeceğini şu cümlelerle ortaya koymuştur: “Yıldızların ve mezarların önünde, sonsuzluk ve yokluk problemlerinin önünde susan ideolojiler, insana kendini aşan gayeler teklif edemedikleri için, onun kendisiyle kendi arasına hiçbir transcedant prensibin ve hiçbir idealin mesafesini koyamamışlardır.”

    Zihin seviyemiz yükseldikçe, şüphesiz ki Peyami Safa gündemimize gelecektir. Ondaki büyüklüğü ve derinliği işte o zaman fark edeceğiz. Tabii aynı zamanda bize neler verdiğinin şuuruna varacağız.

    07.07.2003 / Mehmed Niyazi/ Zaman

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Romancı Peyami Safa

    Peyami Safa, sanat ve tefekkürün atbaşı gittiği bir idraktir; sanatının içinde tefekkürünü, tefekkürünün içinde sanatını eritmiştir. Ama Peyami Safa denince akla romancılığı gelir. Herhalde o da kendisini romancı olarak tanımlardı; çünkü daha çocukluk yaşlarında romana düşkünlüğünü şu sözlerle belirtiyor:



    “On üç yaşımda ‘Eski Dost’ diye yazdığım ilk çocukluk romanımın müsveddelerini hâlâ saklıyorum.” Elbette ki meyil, yetenek önemli unsurlardır; fakat bunların pişirilmesi ve geliştirilmesi gerekir. Bunlarda klasikleri, şişirilmemiş, tabii yankılara sebep olmuş romanları okumanın yanı sıra, hayatın seyri çok önemli rol oynar. Pek çok sanatkarda görüldüğü üzere dramatik olayların mutlu sonuçlar doğurduğuna Peyami Safa’nın hayatında da şahit oluyoruz. “Benim şuurum bir facia atmosferi içinde doğdu. Ben iki yaşında iken babam ve kardeşim Sivas’ta on ay içinde öldü. Böyle kısa fasılalarla hem kocasını, hem de çocuğunu kaybeden bir kadının hıçkırıkları arasında kendimi bulmaya başladım. Belki bütün kitaplarımı dolduran ‘Bir facia beklemek vehmi’ ve yaklaşan her ayak sesinden bir tehlike sezmek korkusu, böyle bir başlangıcın neticesidir.” Tam bir dürüstlük ve yüreklilikle ifade ettiği ‘Bir facia beklemek vehmi’ ve ‘bir tehlike sezmek korkusu’ psikolojik olaylardır. İşte bunlar, sonraki hayat çizgisi romanlarında psikolojik atmosferin esmesine sebep olmuşlardır. Bu da ancak tahlille mümkündür. Dolayısıyla romanımıza tahlilin Peyami Safa ile girmesinin sebebi yaşadıklarıdır.

    Nasıl resimle fotoğraf birbirinden farklıysa, romanla sinema sanatı da birbirinden farklıdır. Fotoğraf, makine ile tespittir. Resimde ise ressam ile resmi yapılanın şahsiyeti, eşyanın özellikleri işin içine karışır. Sanatkar olan ressam, resmini yaptığı şahsın iç dünyasını, eşyanın özelliklerini de yansıtmaya çalışır. Romancı da kahramanlarının ruh dünyalarına girer; onlardaki karanlık dehlizleri ya tahlillerle, yahut da olaylarla günışığına çıkarır. Dış tespite yönelik olan sinema, her ne kadar kahramanın iç dünyası hakkında fikir verirse de bir romancı gibi nüfuz edemez. Roman böylece sinema sanatından ayrılır; tabii aynı zamanda gazetecilikteki röportajdan da.

    Peyami Safa, eşyanın insana göre değiştiğini belirten belki ilk romancıdır. Dünya romanına getirdiği bu zenginliği en çarpıcı şekilde Mustafa Baydar’la yaptığı konuşmada söylediği şu cümlelerden anlıyoruz: “Bir meşhur Amerikan yazarının romanı bir bakkal dükkanının tasviri ile başlar. Burada dükkanın görünüşü, romanın şahıslarından biri olmayan romancının gözüne göredir. Oysaki bir bakkal dükkanındaki eşya oraya giren roman şahıslarından her birinin maksadına, mesleğine göre değişir. Telefon etmek için o dükkana giren adamın gördüğü eşya, sandalye almak için girenin gördüklerinden ve görüş tarzlarından başkadır. Oraya bir katili aramak için giren polisle, dükkanı kiralamak için giren müşterinin görüşleri başkadır. Harici dikkati gelişmiş bir adamla, dalgın ve içine kapalı bir adamın görüşleri başkadır. Roman bu farklılıkları belirttiği zaman canlı ve doğrudur.” Romancının ele aldığı insanın psikolojisini, şahsiyetini, niyetini ortaya koyması bakımından eşyanın değerlendirilmesi gerektiğine bundan daha dikkat çekici bir örnek verilebilir mi?

    Peyami Safa’nın çocuk denecek yaşta ailesinin geçim derdiyle boğuşması, yine o dönemde yıllarını hastahane kapılarında geçirmesi olgunlaşması, hayatı tanıması yönünden çok önemlidir. İnsanın bildiği, yaşadığı konuyu yazması başka, hayal ederek bir konuyu yazması başkadır. Yakasına yapışan rahatsızlık yıllarca onu hastane kapılarında sürüklemeseydi, bir şaheser olan “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”nu kaleme alabilir miydi?

    Peyami Safa, romanı sadece telif planında bırakmadı, şekli, tekniği ve üslubu hakkında çok ciddi makaleler yazdı. Bu vadide otorite kabul edilmeseydi, Behçet Kemal Çağlar ona; “Romana dair yazdıkların gibi şiire dair yaz da önümüzü görelim.” kabilinden mektup yazar mıydı? Romanlarını okuyunca, o konudaki bilgilerinin teoride kalmadığını, eserlerine yansıdığını görüyoruz. “Matmazel Noralya’nın Koltuğu”, “Yalnızız” romanlarının Balzac’ın, Dostoyevski’nin eserlerinden hiç de geri kalan yanları yok. Hatta fazlalıkları bulunduğunu söylemenin de aşırı bir cüretkarlık olduğunu zannetmiyorum. Edebiyattan lezzet almak isteyenler, bilhassa roman ve hikaye yazmayı arzu edenler, sanatla ilgili yazdıklarını, romanlarını döne döne okumalıdırlar. İşte o zaman genç yazarlar ne yaptıklarını ve ne yapmaları gerektiğini daha iyi idrak ederler.

    30.06.2003/ Mehmed Niyazi/ Zaman

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Peyami Safa’nın bir yönü

    Mevsimin sıcak bir gününde (15 Haziran 1961) ömrünü milletine vermiş, gencecik yaşta eline aldığı kalemi hiç düşürmemiş Peyami Safa’nın cenaze merasimi vardı. Roman, hikaye, makale, fikir, deneme, inceleme türlerinde pek çok esere imza atmış, milletinin sanat, kültür, ilim hayatına ciddi katkılarda bulunmuş bir dâhi Hakk’ın rahmetine uğurlanıyordu.



    Ünlü bir Marksiste; “Peyami’yi ikna edebilseydik, Türkiye’yi komünist yapardık.” dedirtecek kadar devletin yanında olan bu insanın sevenlerini güvenlik güçleri mezarlığa yaklaştırmıyorlardı. Demokratik rejimi, milletin bağımsızlığını ve geleceğini savunan bir aydına bu muamelenin niçin yapıldığını o zaman anlayamamıştım; aradan kırk iki yıl geçti; bugün de anlayabilmiş değilim. Herhalde aziz milletimize gönül verenlerin, devletimizi ecdat yadigarı kabul edip, onu gözbebekleri gibi koruyanların kaderi budur.

    Toplumumuzda devletin veya ideolojik maksatlarla yabancı devletlerin destekleri olmazsa, kitap telifinden geçinmek mümkün değildir. Onun için Peyami Safa gazetelerde günlük yazılar yazıyor, dergilerde incelemeler yayınlıyor, gece gündüz çalışıp Server Bedi imzasıyla geniş çevreler için eserler hazırlıyordu. Kendisi de bir makalesinde; on sekiz yıllık yazı hayatında bir hafta tatil yapamadığından ve dolayısıyla edebi endişeyle yazdığı kitaplarını bu koşuşturmanın yaraladığından yakınır. Dünyadaki bütün otoriteleri tanıdığı, megalomaniyi de kendisine yakıştıramadığı için eserlerinin yaralı olduğunu söyleyebiliyordu. Belki bu kadar çok yazmak zorunda kalmasaydı, her gün makale yetiştirmenin telaşını yaşamasaydı, eserlerinin üzerinde döne döne durabilseydi, mutlaka çok daha güzel, derin eserler verirdi. Ama bugün sanat ve fikir hayatımız ele alınınca, Peyami Safa’nın, onun çok önemli bir köşe taşı, hatta birkaç dalda zirvesi olduğunu her vicdan sahibi kabul eder.

    Peyami Safa’nın yazı hayatını üçe ayırabiliriz; gazete ve dergilerdeki makaleleri, fikri ve ilmi çalışmaları, roman ve hikayeleri. Devrinin en önemli gazete ve dergilerinde en etkili, en çok okunan yazardı. Karmaşık bir meseleyi, kitaplık çapta bir konuyu, herkesin anlayabileceği bir şekilde, eksiksizce bir gazete makalesine sığdırırdı. Öyle makaleleri vardır ki onlara ne bir kelime ilave etmek, ne de onlardan bir kelime çıkarmak mümkündür. Zaten bunun için bir gazeteden bir başka gazeteye geçti mi on binlerce okuyucu onu takip ederdi. Sovyet Rusya’nın her fırsatta bizi tehdit ettiği netameli, hatta elemli yıllarımızda, onun içimizdeki taraftarlarının üzerlerine bir dev hışmıyla gidiyordu. Onları gafiller ve mahutlar olarak ikiye ayırırdı; gafillerin uyanması için gayret sarf ederdi, mahutları ise Şam kılıcını andıran haşin kalemiyle biçerdi. Ona cevap vermeleri, ondan gelen salvoları göğüslemeleri mümkün değildi, onu ancak iftiracılıkla suçlayarak etkisiz hale getirmeye çalışırlardı. Fakat şurası muhakkak ki o hiç kimseye iftira etmedi, kime “komünist” demişse, ya sicilliydi, yahut da sonradan bağımsız mahkemelerce komünizm faaliyeti yaptığı için mahkum edildi.

    Fıkra, makale yazmak kolay değildi. Fıkrada ele alınan hikmetli bir olayla meseleye yaklaşılırdı; onda bir renk, bir lezzet bulunurdu; motiflerle süslenmiş fıkra, okuyanın zihnine çivi gibi çakılırdı. Dimağda perde aralanır, damakta tad kalırdı. Peyami Safa öyle fıkralar yazardı ki, yıllar geçse de okuyanın unutması mümkün olmazdı. Ciddiyetin ifadesi olan makalede ise ilmi hava eserdi. Kamuyu ilgilendiren herhangi bir konunun eksiksiz bir şekilde çerçeve içine alınmasına dikkat edilir, aklın ışığında ve günün şartlarının muvacehesinde çözüm yolları gösterilirdi. Artık o günler çok gerilerde kaldı; bunun için gazetelerin tirajlarında yazarlar değil de başka unsurlar rol oynuyor.

    “Türk düşüncesi” adındaki dergisinde akademik meseleleri konu edinirdi. Oradaki yazıları muhteva bakımından ne kadar doyurucu, üslup bakımından nasıl da kıvraktı. Bu da bizi onun fikir ve sanat tarafına götürür. Kısmetse bu tarafını haftaya ele alacağımız büyük dâhimizi ölüm yıldönümünde fatihalarla yâd ediyoruz.

    23.06.2003/Mehmed Niyazi/ Zaman

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    Peyami Safa türk yazininda en önemli yerlerden birini isgal eden birisi...
    Romanlari kalitesinin belgesi...
    saga kaymasi hata ise, demek ki insanlar saga kayinca kötü oluyorlar..
    edebi kalite diye bir sey aramiyoruz o zaman.. kaliteli yazarlar diye solculari alt alta dizin..
    kalitesizler diye de sagi alt alta yazin. en alta da necip fazil ile peyami safa'yi koyun...
    Bu yapilan edebi degerlendirme degil düpedüz partizaliktir...

    Insanlarin sahsiyetleri de defolu olabilir ama bu onlarin edebi kimliklerini gölgelememelidir..

    peyami safa'nin edebi kimligine diyeceginiz varsa burada onu deyim..
    diger hikayeleri bir gazetenin forumunda kriminel olaylar, sahsi kazikciliklar veya irtica listesi gibi basliklar altinda dösenebilirsiniz...

    ama burada lütfen edebi kimliklerini seyttiriniz..
    edeb yahu...

  • Oğuzhan Keskin
    Oğuzhan Keskin

    peyami safa.. önceleri Nazım'ın biricik yakınıydı (9.hariciye koğuşunu Nazım'a ithaf etmiştir ve Nazım'ın 'putları yıkıyoruz' adı altında başlattığı akımda Nazım'ın en büyük destekçisi olmuştur) lakin bir gün şappadanak şunu dedi Nazım'a Peyami: 'Nazım, bu paralar nereye gidiyor? hadi hadi gizleme sen nasıl böyle (parasız) geziyorsun? (peyami safa Nazım'ın parasız kalamayacağını düşünmüş; Nazım kim para kim be!) Nazım bu soruya içten içe bozulur ve saçmalama, ok öyle bir şey dese de Peyami Safa inanmaz.. Sonra içten içe bir gerginlik başlar aralarında..Sonra bu patlar ve tamamen karşı karşıya gelirler; Nazım ona karşı 'bir provakatör üzerine hiciv denemeleri'ni yazmıştır.. Peyami Safa ise Nazım'ın hapisliğinin bir adli hata olduğunun kanıtlanmasından sonra bile (harp okulu davası; bütün hukukçular bu davanın taraflı olduğu 8 adlı hata içerdiği konusunda birleşmişlerdir) Nazım'ın hapisten çıkarılmısını af çıkmasının isteenlere karşı ağır yazılar yazmış; Nazım'a karşı olduğunu belli etmek için hukuğu bile yok saymıştır!