Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Othmar Pferschy sizce ne demek, Othmar Pferschy size neyi çağrıştırıyor?

Othmar Pferschy terimi Serkan Yürekli tarafından tarihinde eklendi

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Aksiyon/Sayı: 549/

    1935-1940 yılları arasında Türkiye’nin resmî fotoğrafçısı olarak çalışan Avusturyalı Othmar Pferschy, bir yasakla ülkeyi terk ettiğinde küskün müydü? Babasının bir hazine değerindeki arşivini İstanbul Modern’e bağışlayan Astrid Von Shell, ‘Hayır’ diyor, ‘Babam Türkiye’yi hep sevdi.’

    Othmar Pferschy, Türkiye’nin uzman fotoğrafçısı... Bundan 70 yıl öncenin İstanbul’unu ve Anadolu’sunu merak edenler onun arşivine dönmek zorunda. Cumhuriyetin ilk yıllarında, değişme ve gelişme adına atılmış bütün adımları; modern fabrikaları, barajları, devasa binaları, meydanları, stadyumları, üniversiteleri ve sağlık kuruluşlarını kusursuza yakın bir teknikle kaydetmiş. Ve elbette Türkiye’nin yeni çehresini; at binen, tenis oynayan, eskrim yapan, piyano çalan, laboratuvarda çalışan kentlileri ve mutlu köylüleri...

    On binlerce fotoğraftan geriye kalan 3 bin 500 kare şimdi İstanbul Modern Sanatlar Müzesi’nde. Arşivi bağışlayan ise Othmar’ın Alanya’da yaşayan kızı Astrid Von Shell. Babasından devraldığı mirası müzeye teslim ettikten sonra görevini tamamladığına inanan Astrid, “Fotoğraflar Türkiye’ye aitti. Benim evimde durmasının bir anlamı yoktu.” diyor.


    Rica minnet işe alınan bir fotoğrafçı

    Türkiye’de tanındığı ismiyle “Büyük Othmar” kimdi? Cumhuriyetin resmî fotoğrafçısı olma ayrıcalığını nasıl elde etmişti? Ömrünün son yıllarında Türkiye’den niçin ayrılmak zorunda kalmıştı?

    Othmar, 1898 Avusturya doğumlu. 1926’da Türkiye’ye gelişi bir ilânla oluyor. Pera’nın tanınmış fotoğrafçılarından Jean Weinberg’in ünlü stüdyosu Foto Français’de çalışmaya başlıyor. İkinci ilân ise hayatının akışını tamamen değiştiriyor ve onu Türkiye’nin resmî fotoğrafçısı yapıyor. Ülkenin kültür sanat eserleri, tarihî ve turistik güzellikleriyle ilgili ‘artistik’ fotoğrafları toplamak üzere valilere ve belediye reislerine genelge gönderen Dönemin Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör, Othmar’ı neredeyse rica minnet işe alış öyküsünü “Yıllar Böyle Geçti” adlı kitabında şöyle anlatıyor; “Türkiye’nin dört bucağından zarf zarf fotoğraflar yağmaya başladı. Fakat ne fotoğraflar! Aman Allah’ım! Birbirinden gudûbet, birbirinden sâkil, birbirinden zevksiz şeyler. Uykularım kaçtı. Derken İstanbul’dan büyük bir zarf geldi. Açtık baktık, birbirinden güzel ve artistik fotoğraflar. İmza Othmar Pferschy’ye ait.”

    Tör, fotoğraflarına hayran kaldığı Avusturyalı genci buldurmak üzere telefona sarılır ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’a talimat verir: “Beyefendi bu zâtı buldurup birinci mevkî yataklıyla Ankara’ya gönderin.” Othmar birkaç gün sonra çıkagelir; ancak Tör’ün deyimiyle başına konan devlet kuşundan habersiz gibidir. Matbuat Umum Müdürlüğü’nün fotoğraf uzmanı olmayı, Mısır’a gideceği gerekçesiyle kabul etmek istemez; fakat Vedat Nedim Tör’ün kibarca paylamasıyla düşünmek için süre ister. Üstelik Tör kendi maaşının iki katını teklif etmiştir genç fotoğrafçıya. Othmar kısa bir süre sonra döner ve “Umum müdürümü selamlıyorum.” der. Karşılıklı gülüşürler ve gün boyunca “Ya reddederse.” diye içi içine sığmayan Tör derin bir oh çeker.

    ‘Genç Türkiye’nin yeni gözü’ ya da Tör’ün deyimiyle ‘Kemalist Türkiye’nin uzman fotoğrafçısı Othmar, işine dört elle sarılır ve kendisini belge fotoğrafının Cumhuriyet dönemindeki en önemli ve ilk temsilcilerinden biri yapacak kariyerini inşa etmeye başlar. 1935 ile 1940 yılları arasında Türkiye için çektiği fotoğraflar 1936 yılında ‘Fotoğrafla Türkiye’ albümünde yayımlanır. Othmar’ın görevlendirilmesinde, yeni dönemi dünyaya tanıtma isteği vardır ve Münih’te, Türkçe, İngilizce ve Almanca olarak basılan kitap tam da bu amaca hizmet edecektir. Sadece 20 adet basılan kitabın Othmar için yapılan 21. özel baskısı şimdi kızı Astrid’in elinde. “Çocukken hiç elimden düşürmezdim. Babam bu sevgimi bildiği için kitabı bana hediye etti.” diyor. Albüm daha sonra Cumhuriyet’in 75. yılı dolayısıyla yeniden yayımlandı.


    Resmi fotoğrafçı olsa da o bir yabancıdır

    Avusturyalı fotoğrafçının çalışmaları sadece bu kitapta değil, pullarda, kartpostallarda, kağıt paralarda, broşürlerde, ders kitaplarında ve takvimlerde de kullanılmış o yıllarda. En meşhur fotoğraflarından biri, Atatürk’ü silindir şapkası elinde Büyük Millet Meclisine giderken gösteren fotoğrafı, diğeri ise ellerinde üzüm salkımı tutan üç köylü kızı. Manavgat Şelalesi fotoğrafı ise kağıt 5 liralarda kullanılmış.

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    bölüm 2

    Othmar’ın belge fotoğrafında öncü olduğu ve hizmetinde çalıştığı ülkeye değerli bir hazine bırakarak gittiği tartışma götürmez. Ancak mesleğinin ilk yıllarında başına konan devlet kuşunun bir süre sonra onu terk etmesi ve kızının tespitiyle ‘meslektaş kıskançlığı’, Othmar’ın ayrıcalıklı hayatına gölge düşürür. Bir dönem devletin resmî fotoğrafçısı olsa da nihayetinde o bir ‘yabancı’dır ve Türk vatandaşlarına tahsis olunan sanat ve hizmetleri yabancılara yasaklayan ‘küçük sanatlar kanunu’na göre fotoğraf çekmesi yasaktır. Kanunu yürürlüğe sokacak talimatnamenin 24 Mayıs 1934’te hazırlandığı göz önüne alınırsa, Othmar’ın Vedat Nedim Tör tarafından işe alındığı 1935’te de ‘yasaklı’ olduğu anlaşılır. Devlet, hizmetine karşılık, Avusturyalı fotoğrafçıya bir ayrıcalık tanımıştır ve bu özel konumu görevinden ayrılıp kendi stüdyosunda çalıştığı yıllarda da değişmemiştir. Fakat, meslektaşları aynı toleransı göstermezler. O günleri kızı Astrid’den dinleyelim: “Babam uzun yıllar kendi stüdyosunda portre fotoğrafçılığı yaptı, para kazanmak için tanınmış ailelerin düğün fotoğraflarını çekti, yılbaşı için kartpostallar hazırladı. Fakat 1968 yılında, iki meslektaşının onu ihbar etmesiyle kolu kanadı kırıldı. Emniyete gittiğinde, ‘Biz sizi tanıyoruz, hizmetlerinizi biliyoruz; ama kanuna göre para cezası keseceğiz. İkinci bir ihbar gelirse işyerinizi kapatmak zorunda kalırız.’ demişler. Vedat Nedim Tör araya girince Anadolu’ya gitmemek şartıyla İstanbul’da fotoğraf çekmesine izin verildi. Fakat gazetelerde hasta olduğuna dair haberler yayımlanınca bütün müşterisini kaybetti.” O yıllarda 60 yaşını devirmiş bulunan Othmar, 1969’da 45 yıl süren Türkiye macerasına son vererek Münih’e yerleşiyor ve 1984 yılında orada ölüyor.

    Othmar, meslekî yasakların ötesinde bir duvara daha çarpar Türkiye’de. 1951 yılında Türk vatandaşlığına geçmek için yaptığı başvuru kabul edilmez. Astrid Von Shell, “Babam, Atatürk’ü derin bir sevgiyle severdi. En güzel fotoğraflarından birini o çekmiştir. Annem, Rum asıllı bir Türk vatandaşıydı, iki erkek kardeşim, Türkiye’de askerlik yaptı. Ben de Türk vatandaşıyım; ama babam çok istemesine rağmen vatandaş olamadı.” diyor. Astrid’e göre, vatandaşlığın önündeki engel, hükümet değişikliği ve babasının CHP’li Kasım Gülek’i referans göstermesiydi. Peki, Othmar, Türkiye’ye kırgın mıydı? “Babam hiç kin tutmadı.” diyor Astrid, “Alman televizyonunda Türkiye’ye olan sevgisini gözleri yaşararak anlatırdı. Sonra da Vedat Bey’in doğum günleri için geldi buraya. Keşke gidişi böyle olmasaydı.”

    Othmar’ın gitmeden önce Ankara’ya yaptığı tren yolculuğu da enteresan bir karşılaşmaya sahne olmuş. Kompartımanda tam karşısında oturan orta yaşlı bir adam, “Size kendimi tanıtayım.” demiş ve yılların sırrını orada açıklayıvermiş; “Türkiye’ye geldiğinizden beri sizi takip ediyorum. Ancak artık saklamanın gereği kalmadı.”

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    bölüm 3

    Kendimi hiç Alman gibi hissetmedim

    Othmar’ın ismini Anadolu’da yaşatmaya devam eden Astrid Von Shell, Ankara’da doğup İstanbul’da büyümüş. Rum asıllı annesinden ötürü herkesten daha fazla İstanbullu olduğuna inanıyor. O, okula giderken İstanbul’da 800 bin kişi yaşıyormuş. Nüfus 1 milyona yükseldiğinde insanların şaşkınlıkla ‘Oooo’ deyişini dün gibi hatırlıyor. Bir de astragan kürklü kadınların Balık Pazarı’ndaki alışverişlerini ve küfeci çocukları. İstanbul onun için büyük bir köy şimdi. Evlenip Almanya’ya gittikten sonra yine kürkçü dükkanına dönen Astrid için Türkiye vazgeçilmez. “Sen Almansın.” diyenlere, “Hayır, Anadoluluyum.” diyor. 1989 yılından bu yana Alanya’da yaşıyor. Ve geçimini turistler için hazırladığı Alanya kartpostallarından sağlıyor. İngilizce basılan Alanya kitabı da bu aralar iyi satıyor. Ancak onu mutlu eden şey, kartpostallarının üzerine babasının imzasını atıyor olması. Astrid, “Babamın Anadolu’ya çıkması yasaklandığında, onun adını Anadolu’da yaşatacağıma söz verdim. Şimdi her kartla bir mesaj gönderiyorum. Babam Anadolu’da yaşıyor.” diyor.

    Turistler kartpostalların üzerindeki Othmar’ imzasını tanımıyorlar tabii; çünkü o Avrupa’da değil, Türkiye’de tanınan bir fotoğrafçı. Astrid, Avusturya’dan yayın yapan bir radyoda babasının, ülkesi dışında ün salmış insanlar arasında anlatıldığına şahit olmuş. 68 yaşındaki Astrid Von Shell artık huzurlu... Babasının ölmeden bir ay önce kendisine bıraktığı arşivi müzeye teslim ederek ödevini tamamladığına inanıyor.

    Othmar arşivinin İstanbul Modern’e gelmesinde fotoğraf küratörü Engin Özendes’in rolü büyük. “İstemek o kadar kolay olmadı.” diyor Özendes. “Müze kurulduğunda bağışlanan fotoğraf arşivlerinin arasında hep Othmar arşivini de görmek istedim. Teklifi ben götürdüm ve fotoğrafları iyi koruyacağıma dair Astrid’e söz verdim.” Özendes, sadece fotoğrafları değil, Othmar’ın makinelerini, rötuş takımlarını, merceklerini, gazetelerden kestiği kupürleri ve yazışmalarını da getirmiş müzeye. Geride, bir fotoğraf makinesi ve kravatı kalmış. Önümüzdeki yıl sonu bir Othmar sergisi açmaya hazırlanan Özendes, “Bu değerli arşivin bizde olmasına hâlâ inanamıyorum.” diyor.

    HALUK ÇOBANOĞLU:
    VEDAT NEDİM TÖR’ÜN OTHMAR’I SEÇMESİ GAYET DOĞAL

    Othmar’da Alman kalitesini görürüz. İyi bir zanaatkâr, sağlam bir gözü var. Fotoğrafları belge olarak çok önemli; bu yüzden fotoğraf estetiği açısından bakıp yıpratmaya hiç gerek yok. O dönem iyi ki de fotoğraf çekmiş ve iyi ki de çektirmişler. Bu arada gözden kaçırılmaması gereken bir şey var. O dönemde Almanlar ile Rusların görsel bakışları çok örtüşür. Rusya’da Doğu Emekçileri Üniversitesi denen KUTV’da eğitim gören Vedat Nedim Tör’ün bir Alman olan Othmar’daki tekniği keşfetmesi sürpriz değildir. Bugün de devlet, ülkenin sorunlarını ve yeniden yapılanmayı belgelemesi için fotoğrafçı görevlendirmeli. Amerika’da 1930 yılında yaşanan büyük tarım bunalımında devlet yaklaşık elli fotoğrafçıyı ülkenin dört bir yanına dağıtarak fotoğraf çektirmiştir. Biz de depremin hemen sonrasını ve yapılanma aşamasını fotoğraflamalıydık.

    ARİF AŞÇI:
    BRESSON’DAKİ ŞİİRSELLİK OTHMAR’DA ARANMAZ

    Othmar’ın bakışı tamamen teknik bir bakıştır. Bu da onu objektif yapar. Oryantalist bir bakış açısı yoktur. Othmar, Anadolu’yu değil de Viyana’yı çekseydi yine aynı şey çıkardı ortaya. İşte bu yüzden, Beyoğlu’nu fotoğraflayan Selahattin Giz ya da Othmar’ın bıraktığı yerden devam eden Ara Güler’in fotoğrafındaki şiirsellik onda yoktur. Fotoğrafa Henri, Cartier Bresson gibi özel bir ruh katamadığı ortada; ama belge fotoğrafı açısından önemi tartışılmaz. Ayrıca Türk asıllı olmaması hiç mühim değil, önemli olan Türkiyeli olması.