''Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Ortadoğu aç gözlü galipler tarafından farazi sınırlarla parçalandı ve petrole yönelindi. Oysa Ortadoğu'nun maden ve yeraltı zenginlikleri kadar medeni ve manevi bir atmosferi de vardır.Onu sadece Romalılar ve Türkler anladı.'' İlber Ortaylı
. ... ..... ve ömrümü bilmem kaça bölen, zamanın ben merkezlilik kılıcının, keskin yanıyla tenime battığı yerde; gözleri dolu dolu derelerin, eğrile doğrula sapmalarıyla dolan bir gölün kıyısında, medeniyet tasavvuru demli bir yudum bir çay bile, içilemez ve zehir oldu haberin var mı, mülevves ortadoğulu kucaklaşmasından…, ve başlatma şimdi ümmet olma bilincinin, ızdırabından, böyle zırvalık sancılı kasıkların yapacağı doğumdan, nilüfer gözlü, ve asr/ı saadet bereketli bir kız evladın, dünyaya gelişini beklemek; başını suya eğip, içine akan ve cebinde sakladığı kıpırtısız susuşu sessizce derine bırakan..., cuma selamlığı beynamazlarının, mürted haline bakmadan, kadim kelama gösterdiği ihtirama benzer /ah…, ..... ... .
şov yapılırken bir yandan da hamasetin dibi gözükmüyorsa ve bunu da yığınlar çılgınca alkışlıyorsa orası ortadoğudur.kendi akıl ve kalbinize artık ihtiyacınız yoktur.
Batının verdiği bir isim. kime göre orta? kendi zihninde sömürmeyi hedeflediği pastanın ortası.. doğunun ortası yani. 'uzakdoğu' kime göre uzak? şöyle bir dünya haritasını canlandırın zihninizde ve bu isimlerin kimler tarafından konulup, ne maksatla türediği anlaşılacaktır..
Dünyaya barış gelmesi için kurduğumuz hayalleri hep erteliyoruz, ertelemek mecburiyetinde kalıyoruz. Çünkü zalimler var oldukça yeryüzü huzur ve istikrar görmeyecektir. Dünyayı babasının malı gibi gören Avrupa, ABD ve İsrail zihniyeti hüküm sürdükçe mazlumlar hep ezilecektir. Göstermelik barış hamleleri zaman kazanmaktan ibarettir. Bu oyun dün de oynanmıştı, bugün de oynanıyor, yarın da oynanacaktır.
Osmanlı Devletinin dünya egemenliğini elinin altında bulundurduğu zamanlarda insanlık gerçek huzuru yakalamıştı. Üç kıtaya barış ve huzur getiren Osmanlılar dünya barışının teminatıydı. Ne zamanki Osmanlı Devleti zayıflamaya, duraklamaya ve çökmeye başladı, işte o zaman huzurun da adı silindi yeryüzünden. O gün bugündür vahşi Batı’nın ve ABD’nin orman kanunlarıyla hayatımız zindana döndü. Barış ve huzur ulaşılmaz bir hayal olarak kalakaldı. Bundan sonrasından da umudumuz yok.
Osmanlı Devletinin çöküş emareleri gösterdiği dönemlerde iktidara gelen padişahlar, gayret ettiyseler de bir varlık gösteremediler. Çünkü dış güçler zayıflayan devleti akrep kıskacına almışlardı. Her geçen gün zehir, vücuda enjekte ediliyordu. Bununla beraber yaşama işaretleri yavaş yavaş kayboluyordu. Böyle bir durumda devreye giren Mustafa Kemal, Osmanlı’nın enkazı üzerinde yeni bir devlet kurmak için çalışmalara başlamıştı. Altı asır boyunca dünyaya hükmeden Osmanlı’nın mirasçıları düşmana teslim olamazlardı. Sonuna kadar mücadele edeceklerdi. Onun içindir ki gelecekte Atatürk olacak olan Mustafa Kemal, Samsun’a çıkarak kurtuluş ateşini yaktı. Bildiğimiz tarihî hadiselerden ve devrelerden sonra genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atıldı. Türk milleti esir yaşayamayacağını tüm dünyaya ilan etti. Her şeye rağmen bağımsızlığını kazandı.
Osmanlı Devletinin yıkılmasına en çok da bizimle altı asır boyunca aynı çatı altında huzur içinde yaşayan milletler üzüldü. Çünkü onlar Osmanlı hâkimiyeti altında hiçbir zaman ikinci sınıf insan muamelesine maruz kalmadılar. Hiç kimse onları hor ve hakir görmedi. Osmanlı’nın çöküşü sonrasında genç ve dinamik Türkiye’nin kuruluşu onlar için bir anlamda teselli oldu. Fakat Türkiye onlara eskisi kadar sahip çıkamadı, iç ve dış karışıklıklarına müdahale edemedi. Fakat bu demek değildir ki onlar unutuldu. Türkiye gücü nispetinde mazlum milletlere, özellikle Ortadoğudaki Müslüman devletlere şefkat kanatlarını gerdi.
Bazılarının zannettiği ve iddia ettiği gibi Mustafa Kemal, Batı’ya yaslanırken Müslüman devletlere sırtını çevirmemiştir. Osmanlı’nın misyonunu gücü nispetinde devam ettirmiştir. O, Batıya açılırken Doğuyu da ihmal etmemiştir. Özellikle Ortadoğu’daki devletlere ilgisini esirgememiştir. Çünkü bu devletlerle dinî bağlarımız vardır. Atatürk Arapların, değişik İngiliz oyunları neticesinde bizlere karşı tavırlarda bulunmasını husumet aracı olarak kullanmamıştır. O, savaşın hileden ibaret olduğunu biliyordu. Bu kandırılma hadisesini de böyle yorumlamış; tarihî bağlarımızı hiçe saymamıştır. Arapların Batının oyunlarına gelmesine üzülerek bu hususta şu ifadelerde bulunmuştur:
“Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız.”
“Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen Peygamber’in son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında (altında) bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.”
Bu beyanatlarda da görüldüğü gibi Atatürk büyük düşünen bir insandı. O bazılarının saptırdığı gibi Doğu milletlerini yok saymamış, aksine onlara ilgi duymuş, şer odaklarının oyunlarına gelmemeleri için gayret sarfetmiştir. Hassas konularda Arapların ve Filistin’in yanında olmuştur. Çünkü Arapların üzerinde yaşadıkları topraklar bizim inancımızda da kutsaldır. Kendileri gaflet içerisindeyse onları uyarmak ve uyandırmak biz Türklerin borcudur. Atatürk de bunu elinden geldiğince yapmıştır.
Bugün Ortadoğu’daki ve Filistin’deki dağınıklık Müslüman ümmetinin mevcut fotoğrafını da yansıtıyor. Osmanlı olsaydı bunların hiçbiri olmazdı. Osmanlı’nın çökmesinde Arapların ve tüm Ortadoğu devletlerinin de payı vardır. Bu yaşananlar, belki de onlara verilmiş bir ceza ve ihtardır. Fakat bizler yine de Türkiye olarak onların yanında ve yakınında olmalıyız. Kim bilir, bir zamanlar onlar imtihan edilmişti, bu sefer de bizler imtihan ediliyoruz. Ne mutlu Allah’ın imtihanını kazanma bahtiyarlığını yaşayanlara! ...
''Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Ortadoğu aç gözlü galipler tarafından farazi sınırlarla parçalandı ve petrole yönelindi. Oysa Ortadoğu'nun maden ve yeraltı zenginlikleri kadar medeni ve manevi bir atmosferi de vardır.Onu sadece Romalılar ve Türkler anladı.'' İlber Ortaylı
.
...
.....
ve ömrümü bilmem kaça bölen,
zamanın ben merkezlilik kılıcının,
keskin yanıyla tenime battığı yerde;
gözleri dolu dolu derelerin,
eğrile doğrula sapmalarıyla dolan bir gölün kıyısında,
medeniyet tasavvuru demli bir yudum bir çay bile,
içilemez ve zehir oldu haberin var mı,
mülevves ortadoğulu kucaklaşmasından…,
ve başlatma şimdi ümmet olma bilincinin,
ızdırabından,
böyle zırvalık sancılı kasıkların yapacağı doğumdan,
nilüfer gözlü,
ve asr/ı saadet bereketli bir kız evladın,
dünyaya gelişini beklemek;
başını suya eğip, içine akan
ve cebinde sakladığı kıpırtısız susuşu
sessizce derine bırakan...,
cuma selamlığı beynamazlarının,
mürted haline bakmadan,
kadim kelama gösterdiği ihtirama benzer
/ah…,
.....
...
.
şov yapılırken bir yandan da hamasetin dibi gözükmüyorsa ve bunu da yığınlar çılgınca alkışlıyorsa orası ortadoğudur.kendi akıl ve kalbinize artık ihtiyacınız yoktur.
aklini kaybedeli yüzyıllar oldu. meğer kalbini de yitirmiş bu coğrafya.
akıl olmayinca kalpte olmuyormuş.
Böl ve Yut.....
http://www.vahdet.com.tr/filistin/foto/foto6/karikat23.jpg
+ 7
Batının verdiği bir isim.
kime göre orta?
kendi zihninde sömürmeyi hedeflediği
pastanın
ortası..
doğunun ortası yani.
'uzakdoğu'
kime göre uzak?
şöyle bir dünya haritasını canlandırın zihninizde
ve
bu isimlerin kimler tarafından konulup,
ne maksatla türediği anlaşılacaktır..
ATATÜRK’ÜN ORTADOĞU’YA BAKIŞI
M.NİHAT MALKOÇ
Dünyaya barış gelmesi için kurduğumuz hayalleri hep erteliyoruz, ertelemek mecburiyetinde kalıyoruz. Çünkü zalimler var oldukça yeryüzü huzur ve istikrar görmeyecektir. Dünyayı babasının malı gibi gören Avrupa, ABD ve İsrail zihniyeti hüküm sürdükçe mazlumlar hep ezilecektir. Göstermelik barış hamleleri zaman kazanmaktan ibarettir. Bu oyun dün de oynanmıştı, bugün de oynanıyor, yarın da oynanacaktır.
Osmanlı Devletinin dünya egemenliğini elinin altında bulundurduğu zamanlarda insanlık gerçek huzuru yakalamıştı. Üç kıtaya barış ve huzur getiren Osmanlılar dünya barışının teminatıydı. Ne zamanki Osmanlı Devleti zayıflamaya, duraklamaya ve çökmeye başladı, işte o zaman huzurun da adı silindi yeryüzünden. O gün bugündür vahşi Batı’nın ve ABD’nin orman kanunlarıyla hayatımız zindana döndü. Barış ve huzur ulaşılmaz bir hayal olarak kalakaldı. Bundan sonrasından da umudumuz yok.
Osmanlı Devletinin çöküş emareleri gösterdiği dönemlerde iktidara gelen padişahlar, gayret ettiyseler de bir varlık gösteremediler. Çünkü dış güçler zayıflayan devleti akrep kıskacına almışlardı. Her geçen gün zehir, vücuda enjekte ediliyordu. Bununla beraber yaşama işaretleri yavaş yavaş kayboluyordu. Böyle bir durumda devreye giren Mustafa Kemal, Osmanlı’nın enkazı üzerinde yeni bir devlet kurmak için çalışmalara başlamıştı. Altı asır boyunca dünyaya hükmeden Osmanlı’nın mirasçıları düşmana teslim olamazlardı. Sonuna kadar mücadele edeceklerdi. Onun içindir ki gelecekte Atatürk olacak olan Mustafa Kemal, Samsun’a çıkarak kurtuluş ateşini yaktı. Bildiğimiz tarihî hadiselerden ve devrelerden sonra genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atıldı. Türk milleti esir yaşayamayacağını tüm dünyaya ilan etti. Her şeye rağmen bağımsızlığını kazandı.
Osmanlı Devletinin yıkılmasına en çok da bizimle altı asır boyunca aynı çatı altında huzur içinde yaşayan milletler üzüldü. Çünkü onlar Osmanlı hâkimiyeti altında hiçbir zaman ikinci sınıf insan muamelesine maruz kalmadılar. Hiç kimse onları hor ve hakir görmedi. Osmanlı’nın çöküşü sonrasında genç ve dinamik Türkiye’nin kuruluşu onlar için bir anlamda teselli oldu. Fakat Türkiye onlara eskisi kadar sahip çıkamadı, iç ve dış karışıklıklarına müdahale edemedi. Fakat bu demek değildir ki onlar unutuldu. Türkiye gücü nispetinde mazlum milletlere, özellikle Ortadoğudaki Müslüman devletlere şefkat kanatlarını gerdi.
Bazılarının zannettiği ve iddia ettiği gibi Mustafa Kemal, Batı’ya yaslanırken Müslüman devletlere sırtını çevirmemiştir. Osmanlı’nın misyonunu gücü nispetinde devam ettirmiştir. O, Batıya açılırken Doğuyu da ihmal etmemiştir. Özellikle Ortadoğu’daki devletlere ilgisini esirgememiştir. Çünkü bu devletlerle dinî bağlarımız vardır. Atatürk Arapların, değişik İngiliz oyunları neticesinde bizlere karşı tavırlarda bulunmasını husumet aracı olarak kullanmamıştır. O, savaşın hileden ibaret olduğunu biliyordu. Bu kandırılma hadisesini de böyle yorumlamış; tarihî bağlarımızı hiçe saymamıştır. Arapların Batının oyunlarına gelmesine üzülerek bu hususta şu ifadelerde bulunmuştur:
“Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız.”
“Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen Peygamber’in son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında (altında) bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.”
Bu beyanatlarda da görüldüğü gibi Atatürk büyük düşünen bir insandı. O bazılarının saptırdığı gibi Doğu milletlerini yok saymamış, aksine onlara ilgi duymuş, şer odaklarının oyunlarına gelmemeleri için gayret sarfetmiştir. Hassas konularda Arapların ve Filistin’in yanında olmuştur. Çünkü Arapların üzerinde yaşadıkları topraklar bizim inancımızda da kutsaldır. Kendileri gaflet içerisindeyse onları uyarmak ve uyandırmak biz Türklerin borcudur. Atatürk de bunu elinden geldiğince yapmıştır.
Bugün Ortadoğu’daki ve Filistin’deki dağınıklık Müslüman ümmetinin mevcut fotoğrafını da yansıtıyor. Osmanlı olsaydı bunların hiçbiri olmazdı. Osmanlı’nın çökmesinde Arapların ve tüm Ortadoğu devletlerinin de payı vardır. Bu yaşananlar, belki de onlara verilmiş bir ceza ve ihtardır. Fakat bizler yine de Türkiye olarak onların yanında ve yakınında olmalıyız. Kim bilir, bir zamanlar onlar imtihan edilmişti, bu sefer de bizler imtihan ediliyoruz. Ne mutlu Allah’ın imtihanını kazanma bahtiyarlığını yaşayanlara! ...
İsrail' in sahip olamayacagı yer.
kaynayan kazan
medeniyetin doğduğu yer
ve kanla petrolün birbirine karıştığı
peygamberler diyarı