'...bu defa da,tabiatın ortasındaki bu inzivalarımın bana verdiği bu taşkınlığı,ondan ayıramadığım başka bir heyecan,birdenbire karşıma çıkacak bir köylü kızını kucağıma alıp sıkmak arzusundan doğma bir heyecan karışırdı...Kendisiyle hiç alakası olmayan his ve fikir kaynaşmaları içinde ne sebeple doğduğunu bilemediğim bu arzunun gerçekleşmesinden çıkacak neticede o his ve fikirlerin hepsinden daha üstün bir hazza ereceğimi tahmin ederdim...Bununla beraber,o esnada his ve hayalimi coşturan şeyleri,kiremit damın pembe akislerini,yabani otları,o kadar gidip görmek istediğim Roussainville köyünü,o köyün ormanındaki ağaçları ve kilisenin çan kulelerini; bu yeni heyecandan ayırdedemiyordum; bunu,bütün o sevgilerden peyda olmuş bir aşk sanıyordum ve yelkenimi şişiren bu kudretli,meçhul ve müsait meltemin beni,tekrar onlara doğru itip ulaştırmaktan başka bir gaye gütmediğine inanıyordum...Bu suretle,bir kadına rasgelmek arzusu,tabiatın füsununa daha çok heyecan verici bir hassa ilave ettiği gibi tabiat da,bir kadının verebileceği mahdut zevke,benim hayalimden birçok tadlar katıyordu ve bana öyle geliyordu ki,bu ağaçların güzelliği,onun güzelliğidir ve bu ufukların ve Roussainville köyünün ve o yıl okuduğum kitapların ruhunu,bana en iyi teslim edecek olan onun busesidir...İşte,böylece,muhayyelem şöhret duygularımın temasıyla kuvvetlenerek,daha doğrusu bu duygularım,benim bütün hayali sahalarımı kaplıyarak arzum,artık bütün sedlerden aşıp taşıyordu...Onun içindir ki,tabiatın bağrında murakebeye dalıp kendimizden geçtiğimiz ve bütün itiyadlarımızın hükmünden kurtularak dış aleme dair mücerret mefhumları bir yana koyup içinde bulunduğumuz yerin orjinal ve şahsi hayatına yürekten inandığımız anlarda olduğu gibi arzumuzun çağırdığı kadını da,yalnız 'kadın' sözüyle hulasa edilen bir umumi tip olarak değil,bu toprağın tabii ve zaruri bir mahsulü telakki ediyordum...Zaten,ilk gençlik çağında,olgun adamların tam tersine,kendi mevcudiyetimle ilgili bulunmayan her şeyi,toprağı ve üzerinde yaşayan bütün insanları daha mühim,daha değerli,daha gerçek bir varlıkla canlı bulurdum...Toprakla insanları da birbirinden hiç ayırmazdım...Meseglise'in Roussainville'i,Balbec'i nasıl ve ne derece arzu edersem,Meseglise'li veya Roussainville'li bir köylü kadınla Balbec'li bir balıkçı kızını da öyle ister,o derece arzu ederdim...Yerin ve muhitin şartlarını kendi keyfime göre değiştirecek olsam,bu kadınların bana verecekleri haz gerekliliğini,bütünlüğünü yarıdan yarıya kaybeder ve benim buna inancımdan eser kalmaz diye korkardım...Paris'de Balbec'li bir balıkçı kızla veya Meseglise'li bir köylü kadınla tanışmak,kukaları plajdan uzakta; fujeri,ormanın dışında toplayıp bakmağa benzemez mi? Muhayyelemizin sarıp sarmaladığı şeylerden soyulmuş,yani kendi muhitinin dışına çıkarılmış bir kadının da bize vereceği zevk,bu kadar yavan ve yapma değil midir? Halbuki,Roussainville ormanında bir köylü kadınını kucaklayıp öpmeden bu ormanın derin güzelliğine ve gizli hazinelerine nüfuz etmenin imkanı yoktur...Dallarda yaprakların kafesi dışında tahayyül edemeyeceğim o kız,her kimse,bu yerde biten nebatlardan biridir; fakat,soyca hepsinden üstün olduğu için memleketin en halis tadını ve kokusunu ancak onun nescine yaklaşmakla alabiliriz...Bütün bunlar hayalimizden geçtiği sırada,başka başka kadınlarla tadılan hazzı,mücerret bir fikre çevirmek,yani bu başka başka kadınların hep aynı hazzın nöbet değiştiren aletleri olduğunu anlamak yaşından -daha uzun bir müddet için- çok uzak bulunuyor ve her kadının buselerinde başka türlü bir zevk tadacağımı tahmin ediyordum...Bu zevk,kafamızda,bir kadına yaklaşırken beslediğimiz niyetin ve önceden duyduğumuz helecanın sebebi kadar bile belirtilmemiş,ayrılmamış,düsturlaşmamıştır...Sadece,bir zevk duyacağımızı düşünürüz ve bunun adına kadının füsunu deriz; her şeyi ona mal ederiz; zira,bir aşkta,kendimize bakmayız,yalnız kendi benliğimizden dışarı çıkmak iseriz...Uzun uzun,gizliden gizliye beklediğimiz an gelince yanımızdakinin tatlı bakışlarını,tatlı öpüşlerini yalnız bize mahsus ihsanlar gibi telakki ederiz ve zevk ortağımıza karşı,yalnız bize hasrettiğini sandığımız bu nimetlerden,bu saadetlerden dolayı derin bir minnet ve şükran duyarız...'
İKİ KEZ DÜŞÜNÜN.. . Sevgiliyi Öpmek İçin Bahaneler - Canikom ben gidiyorum +Tamam canım ben de cıkıyordum zaten.. - O zaman ben seni bi öpiyim gitmeden +Ne alaka Sanki ciddi ciddi öpebiliyo. Elektronik öpücüklere karnımız tok taam mı! - Öpmüyorum yaa
+Bil bakalım en sevdigim tatlı ne? - Ne biliyim aşkım neyse ne kadayıf mı? + Evet nerden bildin öpücem valla - Barış geçen de şöbiyet deyip öptün ya hadi bakalım
Sevgiliyi Öpmek İçin Bahaneler
- Geçen dergide okudum öpüşmek insanı gençleştiriyomuş.. - Hımm.. - Daha sonra kalp kanseri riskini azaltan bi etkenmiş öpüşmek - Yaa.. - İnsanı zayıflatan bi özelliği de varmış - Nee Bana şişman mı demek istedin
- Nalan.. +Efendim aşkım.. - Sence bu masum aşkçılık rutine binmedi mi ne biliyim az bi hareket katsak ilişkimize +Ben de hep bunu düşünmüştüm Rıza.. Gelecek haftasonu bungee-jumping olayına girelim beraber atlayalım felan - Ben o manada demedim yavrum.. Yani öpüşsek, koklaşsak, yuvarlansak felan yerlerdee + Hayfansın Rıza harbiden hayfansın yaa
- Seni öpebilir miyim? +Hayır - O zaman öpiyim? +Hayır - Bari öpiyim ya! +Meeeeert - Di şimdi sen bayılsan diyelim.. Sonra ben de sana suni teneffüs yapsam şöle.. + - Cıx Yemedi.
aldım gazı, tekrar çıktım alplerin tepesine, girdim bir mağaraya, daldım müşfik hayallere, göz kırptım scarlett o hara'ya günlerce aç bi ilaç bekledim, bir deri bir kemik seyrettim alpleri, kendimden geçmiş uyumuşum, rüyamda ağlarken gördüm charles baudelaire'i hastanedeymişim iyileşmişim, çağırdım doktoru dedim 'gideyim beni bırak'! olmaz dedi ziyaretçin var, bak kapıda bekliyor sayın jacques chirac. laf uzun ömür kısa, tekrar düştüm yola vardım eve, baktım her şey aynı, o kadar macera yaşadım, paylaşmalıyım deyip aradım david carradine'ı dedim david baba! bık bık bık! nasıl film olur mu bu hikayeden? elbette neden olmasın dedi, keşke yaşasaydı osman f seden
sekreter hatuna takılı kaldım, yine miniminiydi eteği, başıma bela alacam, en iyisi açayım okuyayım aslanlar gibi johann wolfgang von goethe'yi
telgrafın telleri, saygıyla anıyorum bi öztürk serengil olsun, bi yul brynner olsun, topluma mal olmuş bütün kelleri
hava soğuk dikkat et, üşüteceksin arkanı, sakın ha örnek almayasın karda kışta donla gezen altarın oğlu tarkan'ı
çayın tadı güzel, rengi de maşallah koyu, soğuttum tabi, dalıp gidince saatler boyu, sorsan, desen ne var aklında derim hatırlar mısın nasıl koymuştuk nöşetel'e boruyu, o zamanlardı, matah bir şey sanırdık zeynep hanlarova denen karıyı, bir de beyaz gömleğiyle özleyeyazdım sanki sakalına kurban olduğum atilla atasoy'u
murphy yasasıymış dert üstüne dert gelmesi başa ne oldu lan bu arada dayaklık insan atilla taş'a
bahçe sana bağ bana, elma sana eric bana
yedim mis gibi menemeni öptüm steve mcmanaman'i
arada kaaveye gel, açmayalım arayı, lan ciguli de bir tuhaf olmuştu, ilk albümde bulunca parayı
içtim bozayı, öptüm boz ayı içtim portakal suyu, öptüm ruhi su'yu
içtim frukoyu, optum asimoyu
içtim kolayi, optum kompelayi
attım formatı, öptüm hipokratı
ryu'yu hiç almazdım, hastaydım niyeyse ken'e, lan nerden aklıma geldiyse acıdım yine bülent bey diyip kovulan geri zekalı mankene
beş çayını demledim, donattım masayı keklerle, böreklerle, petit beurrelerle; çağırayım da çay keyfi yapalım, laflayalım azıcık mithat körler’le çok özledim, görmüyorum hanidir kızıl saçlı güzel tori amos duy istiyorum sesimi, en iyi sen anlarsın, bi elle bakim olmuş mu bizim oğlanın kesimi
'adalet hissi mevcuttur insanda doğuştan' der cicero, lakin ne zaman yapsam kapucino kendime, içer o
ne bilimsel kadınmış şu madam curie pierre olmuş ona bir ömürlük eküri
üsttekilerin gürültüsü bitmedi, nedir bu tantana; halbuki ne güzel komşumuzdun sen carlos santana
seyyah oldum dolandım, görmedim böyle bir beşer; sendeki nasıl bir yetenektir ey maurits cornelis escher
yedim maymun beyni öptüm john wayne'i
içtim şerbeti, öptüm frank herberti
içtim espresso'yu, takdir ettim jean jacques rousseau'yu
içtim en şahane suları ben yan pınardan,selamlar getirdim ahmet hamdi tanpınar'dan
425 milyon su faturası gelince telefon açıp küfür ettim iski'ye, sinirimi atmak için baleye gidip alkış tuttum vaslav fomich nijinski'ye
yedim çerezi, hayal ettim olivier martinez'i
geçen gün bi elemana rastladım; dedim ayakkabı yapmışşın, dedi baba ayıp ettin bak: gucci neden bilmem sen aklıma geldin, ne yapıyorsun liv tyler'ı keşfeden güzel kardeşim bernardo bertolucci?
bigün yine havuzdayız; dediler zorunlu, verdik 10 milyon aldık sikindirik bir bone, spagetti western bilmem, bir zamanlar amerika'nın hastasıyım canına yandığım sergio leone
klasik müzik aşkım depreşti yine ah, 20 çocuk yaptığını öğrenince biraz soğudum senden pek sevgili ve de ölü johann sebastian bach
6 yaşında senfoni besteledin, bugün bile müziğin state of the art, karı kızın da hastasıydın, çapkın pezevenk wolfgang amadeus mozart
berlin müzesi müdürünün ahşap yelkenli teknesinin adıymış odin, alemde adın pek geçmez ama garip gönlümde yerin başkadır alexander borodin
50 lerde müzik alemi geçilmiyordu kopuktan itten, hatırlarım, güneş gibi doğmuştun ortama ingiliz besteci benjamin britten
polonya'dan adam çıkmaz diyeni notalarla döven, alemlerin delisi, karı kız düşkünü frederic chopin
italyan olduğun soyadından belli, neden kimse sikine sallamaz seni büyük besteci arcangelo corelli
aslan gibi hatundun yazık oldu sana özbek güzeli şahsenem, sen de dolandırıcı çıktın, hayallerimi yıktın trt'cilerin deyimiyle arjantin eski başkanı temiz yüzlü carlos menem
ne güzelmiş bu böğürtlen çayı, yanılmıyorsam doğadan; bununla kakaolu bisküvi ne güzel gider, hadi isteyelim ali riza binboğa'dan...vardır onda...
aldım elime haydarı, dövdüm winona ryder'ı
yedim elmali turtayı, öptüm costacurtayı
yumuldum şerbetli tatlıya, selam söyledi leo busgaglia
tarlaya ektim darı rüyamda fırın basarken gördüm sevgili ve de pek saygıdeğer uğur dündar'ı
'...içimizdeki hislerin çoğunu,sözle tercüme ve ifade etmek isterken yaptığımız şey bunların hakiki mahiyetlerini bozmak,bunları üzerimizden silkip atarak kendi tarafımızdan bile anlaşılmaz bir şekle sokmaktır...Nitekim,benim için birtakım keşiflerin rastgele bir kadrosu veya zaruri bir ilham kaynağı olan Meseglise semtine borçlu olduğum hazların bir hesabını yapmağa kalkıştığım zaman hatırladım ki kalbimizin heyecanlarıyla bunları anlatmak için kullanmaya alıştığımız ifade vasıtaları arasındaki uzlaşmazlığı,ilk defa olarak,o sonbahar gezintilerimizin birinde,Montjouvain'in fundalıkları yanında,hayret verici bir vuzuh ile sezip anlamışımdır...
Bu,rüzgarla karışık bir sağanağa şetaretle karşı koyup da Montjouvain'in gölcüğünün kıyısında,Mösyö Vinteuil'in bahçıvanına birtakım bahçe aletleri deposu hizmetini gören kiremitle örtülü küçük kulübenin önüne vardığım anda vaki oldu...Güneş yeniden çıkmış ve biraz önce gür yağmur sularının yıkadığı altın yaldızları,gökyüzünde,ağaçların yaprakları arasında ve küçük kulübenin duvarlarıyla şimdi,tepesinde,bir tavuğun gezinmekte bulunduğu ıslak damı üstünde yeniden parıldıyordu...Esen rüzgar,duvarların bölmelerinde bitmiş olan yabani otları yana doğru çekiyor,dalgalandırıyordu...Damın tepesindeki tavuğun tüyleri de cansız ve hafif şeylere mahsus bir uysallıkla bu rüzgarın keyfine göre tersine çevriliyor,her biri ayrı ayrı,tel tel uzanıp dağılıyordu...Kiremitli dam,güneşin ışığında yeniden şeffaflaşmış gölün sularını pembe ebru nakışlarıyla işlemeğe başlamıştı...Ben,buna,şimdiye kadar hiç dikkat etmemiştim ve üzerindeki bu renkli halelerin,kulübe duvarına aksederek gökyüzünün tebessümlerine daha solgun bir tebessümle mukabelede bulunmak ister gibi oluşu birdenbire benim şevkimi o kadar taşırdı ki,kendimi tutamayıp kapalı şemsiyemi havada sallamaya ve avazım çıktığı kadar: 'Vay canına,vay canına,vay canına! ' diye bağırmağa başladım...Fakat,aynı zamanda hissediyordum ki,bu koyu ve kaba küfürleri savuracağım yerde,duymakta olduğum neşveyi tahlille ona lazım gelen vuzuhu vermek bu yüksek hayranlık anımda,kendi nefsime karşı ilk göreceğim vazifedir...
Tam bu sırada,yanımdan suratı asık bir köylü geçiyordu ve az kalsın elimde salladığım şemsiye ile kafasına çarpıp keyfimi büsbütün kaçıracaktım...Kendimi toparlayıp, 'Ne güzel hava değil mi? Yürümek için ne güzel hava! ' dedim...Köylü bana baştan savma,soğuk bir cevap verdi...O vakit şunu da öğrenmiş oldum ki,aynı çeşit heyecanların,evvelce tekerrür etmiş bir nizama göre,bütün insanlar arasında aynı zamanda husule gelmesinin imkanı yokur...Nitekim,bundan sonra,çok defa,okumaktan bıkıp da konuşmak istediğim bir anda,yanımdaki arkadaşımı konuşmaktan usanıp okumak arzusuyla kıvranır buldum...Gene bunun gibi annemle babamı şefkatle düşünür ve onları memnun edecek bir harekette bulunmak kararını verirken onlar,benim herhangi bir ihmalime agah olup tam konuşarak boyunlarına sarılacağım sırada sert bir tavırla kabahatimi yüzüme vururlar ve beni azarlardı...'
Sevgiyi ifade etmenin ilk yolu...Bu sevgi; kime? neye? olursa olsun farketmiyor...öncelikle sevgi...nasıl ifade edeceğimiz bence ilk önce öpücükten geçmeli...! ! !
Tek taraflı
'...bu defa da,tabiatın ortasındaki bu inzivalarımın bana verdiği bu taşkınlığı,ondan ayıramadığım başka bir heyecan,birdenbire karşıma çıkacak bir köylü kızını kucağıma alıp sıkmak arzusundan doğma bir heyecan karışırdı...Kendisiyle hiç alakası olmayan his ve fikir kaynaşmaları içinde ne sebeple doğduğunu bilemediğim bu arzunun gerçekleşmesinden çıkacak neticede o his ve fikirlerin hepsinden daha üstün bir hazza ereceğimi tahmin ederdim...Bununla beraber,o esnada his ve hayalimi coşturan şeyleri,kiremit damın pembe akislerini,yabani otları,o kadar gidip görmek istediğim Roussainville köyünü,o köyün ormanındaki ağaçları ve kilisenin çan kulelerini; bu yeni heyecandan ayırdedemiyordum; bunu,bütün o sevgilerden peyda olmuş bir aşk sanıyordum ve yelkenimi şişiren bu kudretli,meçhul ve müsait meltemin beni,tekrar onlara doğru itip ulaştırmaktan başka bir gaye gütmediğine inanıyordum...Bu suretle,bir kadına rasgelmek arzusu,tabiatın füsununa daha çok heyecan verici bir hassa ilave ettiği gibi tabiat da,bir kadının verebileceği mahdut zevke,benim hayalimden birçok tadlar katıyordu ve bana öyle geliyordu ki,bu ağaçların güzelliği,onun güzelliğidir ve bu ufukların ve Roussainville köyünün ve o yıl okuduğum kitapların ruhunu,bana en iyi teslim edecek olan onun busesidir...İşte,böylece,muhayyelem şöhret duygularımın temasıyla kuvvetlenerek,daha doğrusu bu duygularım,benim bütün hayali sahalarımı kaplıyarak arzum,artık bütün sedlerden aşıp taşıyordu...Onun içindir ki,tabiatın bağrında murakebeye dalıp kendimizden geçtiğimiz ve bütün itiyadlarımızın hükmünden kurtularak dış aleme dair mücerret mefhumları bir yana koyup içinde bulunduğumuz yerin orjinal ve şahsi hayatına yürekten inandığımız anlarda olduğu gibi arzumuzun çağırdığı kadını da,yalnız 'kadın' sözüyle hulasa edilen bir umumi tip olarak değil,bu toprağın tabii ve zaruri bir mahsulü telakki ediyordum...Zaten,ilk gençlik çağında,olgun adamların tam tersine,kendi mevcudiyetimle ilgili bulunmayan her şeyi,toprağı ve üzerinde yaşayan bütün insanları daha mühim,daha değerli,daha gerçek bir varlıkla canlı bulurdum...Toprakla insanları da birbirinden hiç ayırmazdım...Meseglise'in Roussainville'i,Balbec'i nasıl ve ne derece arzu edersem,Meseglise'li veya Roussainville'li bir köylü kadınla Balbec'li bir balıkçı kızını da öyle ister,o derece arzu ederdim...Yerin ve muhitin şartlarını kendi keyfime göre değiştirecek olsam,bu kadınların bana verecekleri haz gerekliliğini,bütünlüğünü yarıdan yarıya kaybeder ve benim buna inancımdan eser kalmaz diye korkardım...Paris'de Balbec'li bir balıkçı kızla veya Meseglise'li bir köylü kadınla tanışmak,kukaları plajdan uzakta; fujeri,ormanın dışında toplayıp bakmağa benzemez mi? Muhayyelemizin sarıp sarmaladığı şeylerden soyulmuş,yani kendi muhitinin dışına çıkarılmış bir kadının da bize vereceği zevk,bu kadar yavan ve yapma değil midir?
Halbuki,Roussainville ormanında bir köylü kadınını kucaklayıp öpmeden bu ormanın derin güzelliğine ve gizli hazinelerine nüfuz etmenin imkanı yoktur...Dallarda yaprakların kafesi dışında tahayyül edemeyeceğim o kız,her kimse,bu yerde biten nebatlardan biridir; fakat,soyca hepsinden üstün olduğu için memleketin en halis tadını ve kokusunu ancak onun nescine yaklaşmakla alabiliriz...Bütün bunlar hayalimizden geçtiği sırada,başka başka kadınlarla tadılan hazzı,mücerret bir fikre çevirmek,yani bu başka başka kadınların hep aynı hazzın nöbet değiştiren aletleri olduğunu anlamak yaşından -daha uzun bir müddet için- çok uzak bulunuyor ve her kadının buselerinde başka türlü bir zevk tadacağımı tahmin ediyordum...Bu zevk,kafamızda,bir kadına yaklaşırken beslediğimiz niyetin ve önceden duyduğumuz helecanın sebebi kadar bile belirtilmemiş,ayrılmamış,düsturlaşmamıştır...Sadece,bir zevk duyacağımızı düşünürüz ve bunun adına kadının füsunu deriz; her şeyi ona mal ederiz; zira,bir aşkta,kendimize bakmayız,yalnız kendi benliğimizden dışarı çıkmak iseriz...Uzun uzun,gizliden gizliye beklediğimiz an gelince yanımızdakinin tatlı bakışlarını,tatlı öpüşlerini yalnız bize mahsus ihsanlar gibi telakki ederiz ve zevk ortağımıza karşı,yalnız bize hasrettiğini sandığımız bu nimetlerden,bu saadetlerden dolayı derin bir minnet ve şükran duyarız...'
İKİ KEZ DÜŞÜNÜN..
. Sevgiliyi Öpmek İçin Bahaneler
- Canikom ben gidiyorum
+Tamam canım ben de cıkıyordum zaten..
- O zaman ben seni bi öpiyim gitmeden
+Ne alaka Sanki ciddi ciddi öpebiliyo. Elektronik öpücüklere karnımız tok taam mı!
- Öpmüyorum yaa
+Bil bakalım en sevdigim tatlı ne?
- Ne biliyim aşkım neyse ne kadayıf mı?
+ Evet nerden bildin öpücem valla
- Barış geçen de şöbiyet deyip öptün ya hadi bakalım
Sevgiliyi Öpmek İçin Bahaneler
- Geçen dergide okudum öpüşmek insanı gençleştiriyomuş..
- Hımm..
- Daha sonra kalp kanseri riskini azaltan bi etkenmiş öpüşmek
- Yaa..
- İnsanı zayıflatan bi özelliği de varmış
- Nee Bana şişman mı demek istedin
- Nalan..
+Efendim aşkım..
- Sence bu masum aşkçılık rutine binmedi mi ne biliyim az bi hareket katsak ilişkimize
+Ben de hep bunu düşünmüştüm Rıza.. Gelecek haftasonu bungee-jumping olayına girelim beraber atlayalım felan
- Ben o manada demedim yavrum.. Yani öpüşsek, koklaşsak, yuvarlansak felan yerlerdee
+ Hayfansın Rıza harbiden hayfansın yaa
- Seni öpebilir miyim?
+Hayır
- O zaman öpiyim?
+Hayır
- Bari öpiyim ya!
+Meeeeert
- Di şimdi sen bayılsan diyelim.. Sonra ben de sana suni teneffüs yapsam şöle..
+
- Cıx Yemedi.
öpsem bebek gözlerinden çok ağlatırlar.......
Öpmek duygusal anlamda birbirini seven iki insanın, fiziki olarak dudaklarının birbiriyle teması sonucu oluşan EYLEMDİR.
aldım gazı, tekrar çıktım alplerin tepesine, girdim bir mağaraya,
daldım müşfik hayallere, göz kırptım scarlett o hara'ya
günlerce aç bi ilaç bekledim, bir deri bir kemik seyrettim alpleri,
kendimden geçmiş uyumuşum, rüyamda ağlarken gördüm charles baudelaire'i
hastanedeymişim iyileşmişim, çağırdım doktoru dedim 'gideyim beni bırak'!
olmaz dedi ziyaretçin var, bak kapıda bekliyor sayın jacques chirac.
laf uzun ömür kısa, tekrar düştüm yola vardım eve, baktım her şey aynı,
o kadar macera yaşadım, paylaşmalıyım deyip aradım david carradine'ı
dedim david baba! bık bık bık! nasıl film olur mu bu hikayeden?
elbette neden olmasın dedi, keşke yaşasaydı osman f seden
yedim patates tavayı, andım akira kurosawayı
aradım kayıp kıta muyu, unutmadım kemalettin kamu'yu
içtim bozayı, öptüm mercedes sosa'yı
sekreter hatuna takılı kaldım, yine miniminiydi eteği,
başıma bela alacam, en iyisi açayım okuyayım aslanlar gibi johann wolfgang von goethe'yi
telgrafın telleri,
saygıyla anıyorum bi öztürk serengil olsun, bi yul brynner olsun, topluma mal olmuş bütün kelleri
hava soğuk dikkat et, üşüteceksin arkanı,
sakın ha örnek almayasın karda kışta donla gezen altarın oğlu tarkan'ı
çayın tadı güzel, rengi de maşallah koyu,
soğuttum tabi, dalıp gidince saatler boyu,
sorsan, desen ne var aklında
derim hatırlar mısın nasıl koymuştuk nöşetel'e boruyu,
o zamanlardı, matah bir şey sanırdık zeynep hanlarova denen karıyı,
bir de beyaz gömleğiyle özleyeyazdım sanki sakalına kurban olduğum atilla atasoy'u
murphy yasasıymış dert üstüne dert gelmesi başa
ne oldu lan bu arada dayaklık insan atilla taş'a
bahçe sana bağ bana,
elma sana eric bana
yedim mis gibi menemeni öptüm steve mcmanaman'i
arada kaaveye gel, açmayalım arayı,
lan ciguli de bir tuhaf olmuştu, ilk albümde bulunca parayı
içtim bozayı, öptüm boz ayı
içtim portakal suyu, öptüm ruhi su'yu
içtim frukoyu, optum asimoyu
içtim kolayi, optum kompelayi
attım formatı, öptüm hipokratı
ryu'yu hiç almazdım, hastaydım niyeyse ken'e,
lan nerden aklıma geldiyse acıdım yine bülent bey diyip kovulan geri zekalı mankene
beş çayını demledim, donattım masayı keklerle, böreklerle, petit beurrelerle;
çağırayım da çay keyfi yapalım, laflayalım azıcık mithat körler’le
çok özledim, görmüyorum hanidir
kızıl saçlı güzel tori amos duy istiyorum sesimi,
en iyi sen anlarsın, bi elle bakim olmuş mu bizim oğlanın kesimi
'adalet hissi mevcuttur insanda doğuştan' der cicero,
lakin ne zaman yapsam kapucino kendime, içer o
ne bilimsel kadınmış şu madam curie
pierre olmuş ona bir ömürlük eküri
üsttekilerin gürültüsü bitmedi, nedir bu tantana;
halbuki ne güzel komşumuzdun sen carlos santana
seyyah oldum dolandım, görmedim böyle bir beşer;
sendeki nasıl bir yetenektir ey maurits cornelis escher
yedim maymun beyni öptüm john wayne'i
içtim şerbeti, öptüm frank herberti
içtim espresso'yu, takdir ettim jean jacques rousseau'yu
içtim en şahane suları ben yan pınardan,selamlar getirdim ahmet hamdi tanpınar'dan
425 milyon su faturası gelince telefon açıp küfür ettim iski'ye,
sinirimi atmak için baleye gidip alkış tuttum vaslav fomich nijinski'ye
yedim çerezi, hayal ettim olivier martinez'i
geçen gün bi elemana rastladım; dedim ayakkabı yapmışşın, dedi baba ayıp ettin bak: gucci
neden bilmem sen aklıma geldin, ne yapıyorsun liv tyler'ı keşfeden güzel kardeşim bernardo bertolucci?
bigün yine havuzdayız; dediler zorunlu, verdik 10 milyon aldık sikindirik bir bone,
spagetti western bilmem, bir zamanlar amerika'nın hastasıyım canına yandığım sergio leone
klasik müzik aşkım depreşti yine ah,
20 çocuk yaptığını öğrenince biraz soğudum senden pek sevgili ve de ölü johann sebastian bach
6 yaşında senfoni besteledin, bugün bile müziğin state of the art,
karı kızın da hastasıydın, çapkın pezevenk wolfgang amadeus mozart
berlin müzesi müdürünün ahşap yelkenli teknesinin adıymış odin,
alemde adın pek geçmez ama garip gönlümde yerin başkadır alexander borodin
50 lerde müzik alemi geçilmiyordu kopuktan itten,
hatırlarım, güneş gibi doğmuştun ortama ingiliz besteci benjamin britten
polonya'dan adam çıkmaz diyeni notalarla döven,
alemlerin delisi, karı kız düşkünü frederic chopin
italyan olduğun soyadından belli,
neden kimse sikine sallamaz seni büyük besteci arcangelo corelli
aslan gibi hatundun yazık oldu sana özbek güzeli şahsenem,
sen de dolandırıcı çıktın, hayallerimi yıktın trt'cilerin deyimiyle arjantin eski başkanı temiz yüzlü carlos menem
ne güzelmiş bu böğürtlen çayı, yanılmıyorsam doğadan;
bununla kakaolu bisküvi ne güzel gider, hadi isteyelim ali riza binboğa'dan...vardır onda...
aldım elime haydarı,
dövdüm winona ryder'ı
yedim elmali turtayı, öptüm costacurtayı
yumuldum şerbetli tatlıya, selam söyledi leo busgaglia
tarlaya ektim darı
rüyamda fırın basarken gördüm sevgili ve de pek saygıdeğer uğur dündar'ı
döktüm lavaboya por-çöz'ü
saygıyla andım sevgili petek dinçöz'ü
insanların saklı hazinesi olmalı... :)
izleyin lütfen... ;)
http://www.herbikonu.com/video/haber_oku.asp? haber=254#
* tabii soru işareti sonrası malum eylemi unutmayın :)
'...içimizdeki hislerin çoğunu,sözle tercüme ve ifade etmek isterken yaptığımız şey bunların hakiki mahiyetlerini bozmak,bunları üzerimizden silkip atarak kendi tarafımızdan bile anlaşılmaz bir şekle sokmaktır...Nitekim,benim için birtakım keşiflerin rastgele bir kadrosu veya zaruri bir ilham kaynağı olan Meseglise semtine borçlu olduğum hazların bir hesabını yapmağa kalkıştığım zaman hatırladım ki kalbimizin heyecanlarıyla bunları anlatmak için kullanmaya alıştığımız ifade vasıtaları arasındaki uzlaşmazlığı,ilk defa olarak,o sonbahar gezintilerimizin birinde,Montjouvain'in fundalıkları yanında,hayret verici bir vuzuh ile sezip anlamışımdır...
Bu,rüzgarla karışık bir sağanağa şetaretle karşı koyup da Montjouvain'in gölcüğünün kıyısında,Mösyö Vinteuil'in bahçıvanına birtakım bahçe aletleri deposu hizmetini gören kiremitle örtülü küçük kulübenin önüne vardığım anda vaki oldu...Güneş yeniden çıkmış ve biraz önce gür yağmur sularının yıkadığı altın yaldızları,gökyüzünde,ağaçların yaprakları arasında ve küçük kulübenin duvarlarıyla şimdi,tepesinde,bir tavuğun gezinmekte bulunduğu ıslak damı üstünde yeniden parıldıyordu...Esen rüzgar,duvarların bölmelerinde bitmiş olan yabani otları yana doğru çekiyor,dalgalandırıyordu...Damın tepesindeki tavuğun tüyleri de cansız ve hafif şeylere mahsus bir uysallıkla bu rüzgarın keyfine göre tersine çevriliyor,her biri ayrı ayrı,tel tel uzanıp dağılıyordu...Kiremitli dam,güneşin ışığında yeniden şeffaflaşmış gölün sularını pembe ebru nakışlarıyla işlemeğe başlamıştı...Ben,buna,şimdiye kadar hiç dikkat etmemiştim ve üzerindeki bu renkli halelerin,kulübe duvarına aksederek gökyüzünün tebessümlerine daha solgun bir tebessümle mukabelede bulunmak ister gibi oluşu birdenbire benim şevkimi o kadar taşırdı ki,kendimi tutamayıp kapalı şemsiyemi havada sallamaya ve avazım çıktığı kadar: 'Vay canına,vay canına,vay canına! ' diye bağırmağa başladım...Fakat,aynı zamanda hissediyordum ki,bu koyu ve kaba küfürleri savuracağım yerde,duymakta olduğum neşveyi tahlille ona lazım gelen vuzuhu vermek bu yüksek hayranlık anımda,kendi nefsime karşı ilk göreceğim vazifedir...
Tam bu sırada,yanımdan suratı asık bir köylü geçiyordu ve az kalsın elimde salladığım şemsiye ile kafasına çarpıp keyfimi büsbütün kaçıracaktım...Kendimi toparlayıp, 'Ne güzel hava değil mi? Yürümek için ne güzel hava! ' dedim...Köylü bana baştan savma,soğuk bir cevap verdi...O vakit şunu da öğrenmiş oldum ki,aynı çeşit heyecanların,evvelce tekerrür etmiş bir nizama göre,bütün insanlar arasında aynı zamanda husule gelmesinin imkanı yokur...Nitekim,bundan sonra,çok defa,okumaktan bıkıp da konuşmak istediğim bir anda,yanımdaki arkadaşımı konuşmaktan usanıp okumak arzusuyla kıvranır buldum...Gene bunun gibi annemle babamı şefkatle düşünür ve onları memnun edecek bir harekette bulunmak kararını verirken onlar,benim herhangi bir ihmalime agah olup tam konuşarak boyunlarına sarılacağım sırada sert bir tavırla kabahatimi yüzüme vururlar ve beni azarlardı...'
(devam edecek)
küçükken öpüşünce çocuk olur sanırdım :)
öpmek isterdim...tüm içtenliğimle ve masumluğumla...
ilkokuldayken bi kitap okumuştum..kitaptaki kadın torununa 'bazen bir öpücük ya da bi damla gozyaşı ifade eder sevgiyi ' diyodu...
Sevgiyi ifade etmenin ilk yolu...Bu sevgi; kime? neye? olursa olsun farketmiyor...öncelikle sevgi...nasıl ifade edeceğimiz bence ilk önce öpücükten geçmeli...! ! !
bir çocuk dudağıyla yanakta bir sıcaklık... :))