Kültür Sanat Edebiyat Şiir

neşter sizce ne demek, neşter size neyi çağrıştırıyor?

neşter terimi Kenan Kazancı tarafından tarihinde eklendi

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'Femme Fatale - Öldüren Kadın' (2002)

    Brian De Palma

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Mozart bu liedi de An Chloe ile aynı günde, 24 Haziran 1787'de bir başka şairin, Joachim Heinrich Campe'nin (1746-1818) aynı başlıklı (Abendempfindung - Akşam Duyguları) şiiri üzerine bestelemiş ve lied yine An Chloe ile birlikte, Astaria yayınevi tarafından 1789 Mart'ında 'Zwey Deutsche Arien zum Singen beym Klavier' (Piyano ile söylenmek üzere iki Alman aryası) başlığıyla ilk kez basılmıştır... 4/4'lük ölçüde, ağırca (Andante) tempoda hafif bir piyano girişini izleyen ezgi 'Abend ist's, die Sonne ist verschwunden' (Akşam oldu, güneş kayboldu gitti) sözleriyle başlar ve devam eder: 'Ve ay gümüş gibi parlamaktadır... Böylece yaşamın en güzel saatleri dans edercesine kaçıp uzaklaşmıştır.' Şairin Laura adlı kız için yazdığı dizeler kötümser havada sürer: 'Yaşamın renkli sahneleri birazdan yok olacak ve perde iniyor... Oyunumuz bitti! Dostun gözyaşları mezarımızın üzerine damlıyor bile...'

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Robert Fischer (17.9.1973) 'Australia'

    Roberta Flack (10.2.1937) 'Killing Me Softly' (1973)

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Pervin Çakar - 'Der Rosenkavalier - Güllü Şövalye' (1911)

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Appalachian Spring (Apalaşlar'da Bahar) Aaron Copland'ın dördüncü bale müziğidir ve 'Ballet for Martha' (Martha için Bale) başlığını da taşır... Besteci, Elizabeth Sprague Coolidge Vakfı'nın verdiği bale müziği siparişini 1943-44 yıllarında hazırlamış ve eser Martha Graham'ın Hart Crane'nin bir şiiri üzerine yaptığı koreografiyle 30 Ekim 1944'te Washington'daki Kongre Kitaplığı'nda düzenlenen Coolidge Festivali'inde Martha Graham Dans Topluluğu tarafından ilk kez sahnelenmiştir...

    Bale müziğini aslında 13 çalgıdan oluşan bir oda orkestrası için yazan Copland, eseri daha sonra senfoni orkestrası için süit olarak düzenlerken biraz kısaltmıştır... Yeni şekliyle 25 dakika kadar süren bu Bale Süiti ilk kez 4 Ekim 1945'te New York'ta Artur Rodzinski yönetimindeki New York Flarmoni Orkestrası tarafından seslendirilmiştir... Eserin ilk çalınışından sonra eleştirmen Louis Biancolli, New York World-Telegram gazetesinde şunları yazmış: 'Bu kaliteli toprakta kök salan geçmişin parlaklığını ve havasını tekrar yansıtan gerçek bir Amerikan tarzı... Bazen çabuk bölmelerin bir konser yapısında tırmanışına rağmen, müzik hiçbir aceleciliği hissettirmiyor... Temalar ve armoniler büyük bir dikkat ve kesinlikle kullanılarak doğal ve makul olan yerlerine yerleştirilmiş... İşçilik çok ustaca gerçekleşmiş... Zaman zaman Walt Whitman'ın şiirlerinden aldığınız aynı zevki tadıyorsunuz: Kapının dışındaki keskin soğuk, yeni kesilmiş odunun kokusu, kurumuş yaprakların çıtırtısı.'

    Aynı yıl New York Müzik Eleştirmenleri Derneği ile Pulitzer ödüllerini kazanan Copland'ın bu eseri, 19. yüzyılın ikinci yarısında Pennsylvania tepelerinde yeni yaptıkları çiftlik evine yerleşen genç karı kocanın izlenimlerini yansıtır... Adını Apalaş kızılderililerinden alan ve Kuzey Amerika'nın doğu kıyısına paralel olarak, 2000 kilometreyi aşan uzunluk ve yükseklikteki Apalaş Dağları'nda yaşayacak olan genç evlilerin bahar ayında yeni komşularını evlerine davet etmesi, yaşlı çiftçilerin deneyimlerini ve sadakati anlatmasıyla süren ve o yörenin halk danslarıyla süslenen süit, hiç ara verilmeden çalının sekiz bölümden oluşur...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'Laura' (1944)

    Otto Preminger

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'Les Félins' (1964)

    René Clément

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'Zerkalo - Ayna' (1975)

    Andrei Tarkovsky

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    'O gün yeniden doğdum'


    '11 Ağustos' 2008


    Yetiştirme yurdundan, olimpiyat madalyasına uzandığı güne kadar olan zorlu yolda büyük engelleri aştığını ifade eden Sibel Özkan, 'Kürsüye çıktığımda dünyalar benim oldu' dedi...


    'Gümüş' kızımız Sibel


    Pekin’de Türkiye’ye ilk madalyayı bayanlar halterde ikincilik kürsüsüne çıkarak kazandıran Sibel Özkan, amacının olimpiyat şampiyonluğu olduğunu söyledi... 48 kiloda koparmada '88', silkmede '111' kiloluk kaldırışlarla toplamda '199' kiloya ulaşarak gümüş madalya kazanan Özkan dün Pekin’in tarihi ve turistik mekanlarından Cennet Tapınağı’nı gezdi...

    Adeta rüya alemindeydi... Bir ara daldı... Gözü derinliklere gitti... Belki de yaşamının en mutlu günü gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçti... Sibel Özkan o duygusal anı 'Taipeli kaldırsaydı, her şey bitmiş olacaktı... O kaldırışı yaparken ben düşürmesi için Allah’a yalvarıyordum... Kürsüye çıktığımda dünyalar benim oldu' diye anlattı... Cennet Tapınağı bir dilek noktası... Sibel orada 2012 Olimpiyatları’nda altın madalya diledi, şöyle devam etti:

    'Haltere aslında isteyerek başlamamıştım... Annem ve babam boşandığı için 6 yaşından beri yetiştirme yurdunda kaldım... Burada 'Süreyya Horasanlı' hocam tarafından bu spora teşvik edildim... Halterin ne olduğunu bile bilmiyordum... Bir baktım kilonun altındayım...


    'Kilolarla konuşurum'


    İşte halterle ilk tanışıklığım böyle oldu... Kilolar arttıkça halteri de sevmeye başladım... Antrenmanlarda kilolarla konuşurum... Barın önünde ’Bugün beni mutlu edebilir misin? ’ diye sorular sorarım... Yapamadığım zamanlar bazen de kızarım ama onu kesinlikle yere atmam... Hatanın bende olduğunu düşünürüm... ’Neden bunu bana yapıyorsun? ’ diye sitem ederim... Açıkça söylemek gerekirse buraya gelirken antrenörüm ve yakın arkadaşlarım hariç kimse benden umutlu değildi... Ama zoru başardım... İlginç karşılanabilir ama ben tasavvuf müziği ile rap dinlerim...

    Yarış günü benim yeniden doğduğum gündü... Pekin’den aldığım gümüş madalyayı ülkeme hediye ediyorum... Ortamım, insanların bana yaklaşımı çok değişti... Burada Çinlilerin imza almak, birlikte fotoğraf çektirmek ve bana dokunma istekleri mutluluk veriyor... Kişiliğimde ise hiç değişiklik olmadı... Yarıştan önce Sibel neyse şimdi de o... Bir fazlam var... Olimpiyat madalyam...'


    Doping yapan sporcu değildir


    'ÇİN halkından' büyük ilgi gördüğünü ifade eden Sibel, 'Benden imza almak ve fotoğraf çektirmek istiyorlar... Bu büyük mutluluk' dedi... Genç sporcu halterdeki doping skandallarının gün geçtikçe azaldığını da ifade ederken, 'Bunu yapan zaten sporcu değildir... Doping kendine güveni olmayan tek çareyi bunda arayan sporcuların kullandıkları bir zehirdir... Halter gün geçtikçe berraklaşıyor, temizleniyor, bembeyaz, pırıl pırıl oluyor' diye konuştu...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Edmund Callis Berkeley (1909 - 7.3.1988)


    'Computers: Their Operation and Applications' (1956)

    'A Guide to Mathematics for the Intelligent Nonmathematician' (1966)

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'Borderland' (2007)

    Zev Berman

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'The Conversation' (1974)

    Francis Ford Coppola

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    - İsveç’e gitme sebebinizle başlayalım...

    - 1978 senesinde İsveç’e okumaya gittim... Okuldan sonra lokanta işletmeye başladım... Lokantacılığın yanı sıra, ırk ayrımı gözetmeden İsveç’teki göçmenlerin sorunlarıyla ilgileniyordum... Irkçılığa karşı...

    - İsveç’te ırkçılık yaygın mı?

    - İsveç’in temelinde ırkçılık ve İslâm düşmanlığı vardır... Biz de buna karşı göçmenlerin örgütlenmesi yolunda öncülük etmeye çalıştık...

    - Zihin kontrolüne tâbi tutulmanız bu süreçte mi başladı?

    - Irkçılığa karşı faaliyetlerde önde olmam İsveç devletini rahatsız etti... Bölgenin, 80 bin tirajlı yerel gazetesinden, “Irkçılığı kıran adam” diye benle röportaj yapmaya geldiler... Gazetecilere, “Beni hedef göstermiş olursunuz” diyerek röportaj isteklerini kabul etmedim... Lokanta müşterilerimden bir polis, İsveç devletinin faaliyetlerimden duyduğu rahatsızlığı dile getirdikten sonra “Seni buzun altına götürecekler” dedi...

    - Tehdit etmek için mi gelmiş?

    - Yok, bir dost olarak uyarmaya gelmiş...

    - Dostunuz olan polisin, “Seni buzun altına götürecekler” dediğinde sizin cevabınız ne oldu?

    - Bunun için bir sebeb olmadığını, vergimi verdiğimi, kanun dışı bir şey yapmadığımı söyledim... O da bana, “Bak göreceğiz” dedi...

    - Dediği çıktı!

    - Evet... 29 Nisan 1991 tarihinde, Göteborg şehrinde 3 arkadaşımla bir lokantada yemek yerken, İsveç gizli servisi tarafından gözaltına alındım... Beni Göteborg Polis Merkezi’ne götürdüler... İfadem alınmadan beni hücreye koydular... Tam yatağa uzanacağım, hücrenin bir tarafından “yavru yavru yükseklerden uçarsın kuma kuşu” türküsü, bir taraftan da “analarıyla cinsel ilişki kurmuş Türkler’den ve Yahudîler’den bıktık; hepinizi kudurta kudurta geberteceğiz” şeklinde küfürler içeren yayınlar başladı... Hemen “Allah Allah” diyerek ayağa fırladım... İlk önce kendimle dalga geçtim; delirdim diye... Ama kendimi iyi tanıyorum, psikolojik bir sorunum yok... Yapılan yayınları kulaktan duymuyorum! Bunları düşünürken yayınların yerleri değişti; nokta yayını yapıyorlar... Aklıma lazerin göz ameliyatlarında kullanılması geldi ve dünya için “Eyvah! ” dedim...

    - Niçin?

    - Çünkü lazer, istenilen noktalara, istenilen güç ve oranda hiç hata yapmadan gönderilebiliyor; yani kontrol edilebilir bir enerji parçası... İnsanların beynini lazerle...

    - Sizin zihin kontrolü hakkında daha önce bilginiz var mıydı?

    - Hiçbir bilgim yoktu...

    - O gece yayın sürekli devam etti mi?

    - Belli bir süre sonra uyudum... Sabah kalktığımda, gece gördüğüm rüya için “Bu rüya bana ait değil” dedim... Ve bunların elinde rüyaları kontrol edebilen bir alet olduğunu anladım...

    - Rüyanın size ait olmadığına nasıl kanaat getirdiniz?

    - Dünyada en iyi kimi tanırım; kendimi! Rüya bana ait değildi, bundan emindim... Serbest bırakıldıktan sonra, İsveç emniyetinde görevli olan bir doktor tanıdığıma bunu anlattığımda bana, “Sen kimsin, bunu nasıl çözdün? Evet bizde bu tür aletler var” dedi... Hücrede, ellerinde rüyayı kontrol edebilen alet olduğunu çözdüm ama aklıma ellerinde zihni kontrol edebilen bir alet olduğu gelmedi...

    - Niçin gözaltına alındığınızı söylediler mi?

    - Sabah kahvaltıyı getirenler “bir sıkıntın var mı” diye sordular... Onlara akşam yaşadıklarımı anlatmadım... Sabah 8’de üst kata çıkardılar... İfademi alacak olan polis müfettişi Ake Petterson’u, 1979-80’de okuldan tanıyordum... Ona niçin gözaltına alındığımı sorunca, yanımda çalışan bir işçiyi telefonla tehdit ettiğimi söyledi... Kimseyi tehdit etmediğimi söyleyince bana telesekreter kaydını dinlettirdi... Evet, ses benimdi ama konuşmada anlamını bilmediğim bir kelime kullanıyordum... Petterson’a, “Anlamını bilmediğim kelimeyi nasıl kullanırım” diye sordum... Konuşmayı tekrar dinledi ve “Anlamını bilmediğin kelime yalnızca yazı dilinde ve yazışmalarda kullanılır” dedi ve “Senin hiçbir suçun yok, savcılıkta serbest bırakırlar” diye de ekledi... O zaman anladım ki, bunlar insan sesi taklid etmede çok marifetliler... İfadeden sonra beni tekrar hücreye götürdüler...

    - Savcılığa çıkarmadılar mı?

    - Kendisini tutukevi asistanı olarak tanıtan birisi hücreme gelip, bir ihtiyacımın olup olmadığını sordu... Ben de kendisine, gayet iyi olduğumu, rahatımın yerinde olduğunu söyledim... Çıkarken hücrede bulunan gözaltı kâğıdımı alıp gitti... Böylece o gün savcılığa çıkmam engellenmiş oldu... Ertesi gün de 1 Mayıs; İsveç’de resmî tatil... 1 Mayıs’ta çıkartıldığım nöbetçi mahkeme gözaltı süremi, mahkemenin olacağı 15 Mayıs’a kadar uzattı... O gün beni başka bir hücreye naklettiler...

    - Yeni hücrede yayınlar arttı mı?

    - 24 saat kesintisiz ana dilimde yayın yapıyorlardı...

    - Hep hakaret içerikli mi?

    - Genellikle... En sevdiğim Türkçe müzikleri çalıyorlar; Ankara Polis Radyosunun yayınlarını dinlettiriyorlardı... Benle sohbet etmek istiyorlardı...

    - En sevdiğiniz müzikleri biliyorlardı?

    - Evet.

    - Niçin en sevdiğiniz müzikleri dinlettiriyorlardı?

    - Sebebini söyleyeceğim ama o bahse gelmeden önce anlatacağım başka şeyler var...

    - Buyrun.

    - 30 Nisan akşamı yapılan yayında, Götaland’da silâhla yakalandığımı, tatbikat için Götaland’a götürüleceğimi ve orada öldüreceklerini söylediler... 2 Mayıs akşamı televizyonda 19.20 Götaland haberlerini (İsveç’te akşam ana haber saatinden on dakika önce bölgesel haberler yayınlanır) izlerken, bir muhabir bir parkın içerisindeki ağaçlık yeri göstererek, yabancı bir erkeğe ait cesed bulunduğunu anlatırken tarif ettiği cesed ve cesede ait olan giysiler ve giysilerin markaları tıpatıp bana uyuyordu! 3 Mayıs günü hücreme yaptıkları yayınlarda ırkçı hakaretler ve beni öldürme tehditleri artınca bende radyoyu sonuna kadar açıp işkencecilere sövmeye başladım... Bir anda radyo yayını kesildi ve işkenceciler radyodan, onlara ettiğim küfürleri yayınladılar... Böylece 2 Mayıs’taki televizyon haberinin bunlar tarafından hazırlandığını anladım...

    - Küfürleri sizin sesinizle mi yayınladılar?

    - Evet... İşkenceciler, sesi çıkış noktasında bloke edip konuşan insanın ses tonunun aynısından, konuşmaların içeriklerini kendi istedikleri gibi değiştirerek insanlara aktarabiliyorlardı...

    - İşkenceciler yayın dışında sizi rahatsız etmek için ne yapıyorlardı?

    - Vücudumun çeşitli yerlerine lazer ışını yolluyorlardı... Lazer saldırısına ve yayınlara karşı içimden “Hasbunallahu ve nimel vekil” diyerek nefes alıp veriyordum; bunun çok faydasını gördüm...

    - Sizi öldürmeye yönelik bir teşebbüsleri oldu mu?

    - Bilinen işkence yöntemleri dışında öldürmeye yönelik fiili bir saldırı olmadı... Zaten zihin saldırısı yanında Filistin askısının, falakanın lafı bile olmaz... Beyne falaka çekiyorlar! Lazer saldırısıyla birlikte ellerimin derisi dökülmeye başladı...

    - Vücudunuzda yanma oluyor muydu?

    - Yanma yok ama belimi oynatamıyordum, kamburum çıkmıştı... Beni felç etmek için özellikle omuriliğime saldırıyorlardı; bunu da sonradan örendim... Öldüğüme yönelik televizyondan yaptıkları haberden sonra yayınlarda, “Ailene senin öldüğünü söyledik” dediler ve anne-babamın ağlama seslerini verdiler...

    - Anne-babanızın sesini taklid mi ediyorlardı?

    - Hayır... Anladığım kadarıyla, daha önceden annemle ve babamla yaptığım telefon görüşmelerini kaydetmişler...

    - Verilen yemeklerde bir tuhaflık hissediyor muydunuz?

    - Yok. Yalnız 4 Mayıs akşamı verilen yemeği yedikten sonra rahatsızlandım ve sabaha kadar uyuyamadım... Tahminimce yemeğin içine sinir bozucu ilâçlar koymuşlardı... Sabah olunca, uykusuz hâlde hücrede, içimden “Hasbunallahu ve nimel vekil” diyerek volta atıyordum... Bu esnada bana “senin kilit kelimeni çözdük” dediler... Ben, acaba söylerken dudaklarım mı kımıldadı diye düşünürken onlar, “Yok yok, delirdin o… çocuğu” dediler... Aklımdan geçen düşünceye cevab verdiler! Ben de düşünce yoluyla, “o… çocuğu sizsiniz! Düşüncelerimi konuşma hâline getiriyorsunuz” dedim... Hücredeki cama doğru yürürken aklıma, bunların rüyalarımı da yönlendirdikleri geldi... Ani refleksle yatağı yaktım ve üzerine çıkıp tepinmeye başladım... Hastaneye gitmek için deli numarası yapıyordum...

    - Hastaneye götürdüler mi?

    - Hastaneye götürmeden önce beni küçük bir odaya aldılar ve dışarıdan getirdikleri dazlaklara, beysbol sopalarıyla dövdürdüler... Daha sonrada, ellerim arkadan kelepçeli ve yüzüstü polis piketine yatırılarak Lilhagen Hastanesi’ne götürüldüm... Hastaneye arka kapıdan soktular ve odada iki kişi vardı...

    - Sizi bekliyorlardı...

    - Evet; bir erkek, bir bayan... Erkeğin elinde yarım eldiven vardı... Ensemi ovmaya başladı... Bu sırada polis arabasında olan istihbaratçı, “bunu arabada öldüremedik, burada öldüreceğiz ama kovanları ne yapacağız” dedi... Onlara, “hücreme yaptığınız yayınlar çok güzeldi” dedim... Daha önce hiçbir şekilde onlara yayınlardan bahsetmemiştim... İstihbaratçı, “şimdi yayın var mı” diye sordu... Ben, “evet, var” deyince, yarım eldivenli olan adam sırıttı... Odadaki kadın, elinde beyaz sıvıyı bana uzatarak, “iç” dedi... “İçmem” deyince istihbaratçı silâhını ağzıma sokarak, “içeceksin” dedi... İçmemekte ısrar ettim... Ölümden korkmadığımı söyledim... “O zaman iğne vururuz” dediler... İğneden tiksindiğim için verilen sıvıyı içtim...

    - Sıvıyı içince ne oldu?

    - Kendimden geçmişim... Gece uyandım... Uyandığımda bir sürü aletin bana bağlı olduğunu gördüm... Odanın içinde bulunan kişilere, “siz kimsiniz” diye soracağım ama konuşamıyorum... Konuşma yeteneğimi kaybetmişim... Umursamadım, tekrar uyudum... Sabah uyandığımda odada iki genç vardı... Konuşabiliyordum; “Telefon etmek istiyorum” dedim... Kabul etmediler... Hastanede ne doktor, ne hemşire görmeden beni çıkardılar...

    - Yayın devam ediyor muydu?

    - Aralıksız yayın devam ediyordu...

    - Hastanede kaç gün kaldınız?

    - 2 gün.

    - Gerek hücrede gerek hastanede olsun, yapılan yayınları duyuyor muydunuz yoksa?

    - Duymak yok... Yayınlar, sanki ben düşünüyormuşum şeklindeydi... Yayınlar direk beyne veriliyordu... Hastanede en çok dikkati çeken şey, 2 İranlıydı... Tipleri tam Farslı tipiydi... Bir tanesi bana ismimle hitab edib, “niye yemek yemiyorsun” dedi... Şimdiye kadar beni kimseyle görüştürmeyenler niye İranlılarla görüştürmüşlerdi diye hâlâ düşünüyorum...

    - Niye olduğunu çözemediniz mi?

    - Çözemedim... İsveç istihbaratının elemanları beni hastaneden çıkartıp cezaevine götürürken daha enteresan bir şey oldu... Arabayla giderken kırmızı ışık yandı... O sırada bisiklete binmiş çarşaflı bir kadın arabaya yaklaştı...

    - Bisiklete binmiş çarşaflı bir kadın!

    - Evet. Yüzü seçilebiliyordu... İstihbarat elemanlarıyla bir şey konuşup gitti... Daha sonra bu kadını hapishanede gardiyan olarak gördüm!

    - Niye böyle bir mizansen hazırlama gereği hissetmiş olabilirler?

    - Hem bana hem de daha sonra yaşadıklarımı anlatacağım kişilere, halüsinasyon gördüğüme inandırmak için... Bakınız, bana işkence yapan kadınlardan birisi, İsveç televizyonunun 2. kanalında çocuk programı yapıyordu!

    - Kadınlar da mı giriyordu işkenceye?

    - Evet! Zihin kontrolü ekib işi... Zihin kontrolü yapılacak 1 kişi için 20-25 kişilik ekib gerekiyor... Beni camdan aşağı sarkıttılar... Sonrada “öldün” diyerek tabuta soktular ve bana seyrettirdiler... Camdan sarkıtmadan önce Kur’an-ı Kerîm ve Türk bayrağını getirdiler; üzerlerine işemem için... Kabul etmeyince camdan sarkıttılar... Tüm bunları korkutmak için yapıyorlar... Mevzu tamamen psikolojik... Korkmadınmı, yapılan hakaretlere karşılık verdinmi ve yayınları dinlememeye çalıştınmı zihin kontrolcüler başarılı olamıyorlar... Allah’a inanacaksın ve O’na teslim oldunmu bunlar başarısız olur... Sevdiğim müzikleri yayınlamalarının sebebi de, yayınları dinlememi sağlamak... 15 Mayıs’ta olması gereken mahkeme, beni istedikleri şekle sokamayınca gözaltı süresi uzattılar... 21 Mayıs’ta mahkemeye çıktım...

    - 29 Nisan’da gözaltına alınıyorsunuz ve 21 Mayıs’ta mahkemeye çıkartılıyorsunuz; neredeyse 1 ay gibi uzun bir süre... Sizi hiç arayan soran olmadı mı veya olmamış mı?

    - Beni daha önce uyaran polis dostum, arkadaşlarıma, “öldürecekler, mahkemeye dilekçe verin” demiş... Arkadaşlarım da dilekçeyi vermişler... Dilekçe sebebiyle beni infaz edememişler...

    - Mahkemede neler yaşadınız?

    - Mahkemede de yayın devam etti... Bana kurulan tezgâh orada da sürdü; berat etmem gerekirken şartlı tahliye edildim... Yaşadıklarımı anlattığım arkadaşım Hasan Hüseyin’in yaptığı araştırma sonucu, İsveç’te bu yöntemle Türk, Kürt ve Arab 15 kişiyi delirttiklerini öğrendim...

    - Tahliye olduktan sonra yayın devam etti mi?

    - Etti ve hâlâ ediyor!

    - Türkiye’de de mi?

    - Türkiye’de de... Sizle görüşmeden 2 gün önce Merter’de lazer saldırısına uğradım... Yanımda olan eşim, korkudan 1 saat konuşamadı... Bana gelen bir MİT mensubu, “Evine giren çıkan belli değil, çıkar çevrelerine dikkat et; kendini koru” dedi... Eşim de, “Bu adam tek başına nasıl kendini koruyacak? '

    - Siz ne güne duruyorsunuz...

    - Evet.

    - MİT ve Emniyet yardımcı olmadı mı?

    - Onlardan, “Bıraksın bu işleri” diye haber geliyor...

    - Niçin bu kadar üzerinizde duruyorlar? İsveç’teki doktor gibi sorarsak, siz kimsiniz?

    - İsveç’te bu operasyonu kime yaptıysalar sonuca ulaşmışlar; ben hariç! Serbest kaldıktan sonra yaşadıklarımı İsveç kamuoyuna anlatmaya çalıştım ama olmadı... Beni, “seni buzun altına gönderecekler” diye uyaran emniyetteki dostum, ağlayarak evime geldi... Bana, “Seni oğlum gibi severim. Buradan git, seni öldürecekler” dedi... Ben de Türkiye’ye döndüm...

    - Türkiye’ye döndüğünüzde neler yaşadınız?

    - Türkiye’ye gelmeden önce Bulgaristan’a sağlık kontrolü için gittim... Orada çekilen beyin EGG’sini gören doktor, “Sen nasıl yaşıyorsun, nasıl kalb krizi geçirmedin” diye hayretle sordu... Yaşadıklarımı anlattıktan sonra doktor odadan beni çıkardı, bana yardımcı olan Bulgar arkadaşıma, “Kim bu adam? Anlattıklarının hepsi doğru. Başımıza 2. Mehmet Ali Ağca olmasın” demiş... Türkiye’ye geldiğimde annemin tanıdığı bir beyin cerrahına, Bulgaristan’da çektirdiğim EGG ile gittik... Doktor yanındaki asistanla EGG’ye bakıp, “Ne kadar sağlıklısın” dedi; aynı Kemal Sunal’ın filmi gibiydi! Annemin dediğine göre Türkiye’nin en iyi beyin uzmanı ama hiçbir şeyden haberi yok... Bir de Türkiye’de EGG çektireyim dedim ve Amerikan hastanesine gittim... EGG bölüm şefi Engin Mengü adında bir doktor... Benim EGG’yi çekti... Verdiği raporu onun yanında okuyorum; Bulgar doktorlardan öğrendiklerimle Dr. Mengüye, “Hocam, raporda beyin hasar görmüş gözüküyor... Bu hasar içerden mi yoksa dışarıdan bir müdahaleyle mi olmuş” diye sorunca doktorun eli ayağı titremeye başladı... Dedi ki, “burada bir nörolog Nevzat bey var sen onla görüş” dedi... Annemle Nevzat beyi beklerken, elinde siyah bir çantayla geldi... Anneme, “sen dışarıda kal” dedi... Doktorla ufak bir odaya geçtik... Elindeki çantayı sert bir şekilde masaya vurarak, “Kardeşim bu işin peşini niye bırakmıyorsun, niye uğraşıyorsun? ” dedi... Şaşkınlığım geçtikten sonra, “Beyefendi İsveç’te 1 milyon dolarımı kaybettim, onun peşindeyim” dedim... “2 dakika sonra geliyorum, bekle” dedi ve odadan çıktı... Odada beklerken annem geldi, “Oğlum ne bekliyorsun, muayene bitmiş” dedi... Anneme, vitamin hapı yazdığı bir reçete vermiş ve “Oğlunuz işkence görmüş, onun etkisiyle böyle konuşuyor” demiş... Zaten Bulgarlar, “Türkiye’ye gitme seni rezil ederler” demişti...

    - Haklılar!

    - Hastane maceram daha bitmedi! Aynı hastanede kan tahlili yaptırdım... Sonuçları beklerken, tahlil sonuçlarını değerlendirecek hanım doktora da yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi anlatırken bana, “Bunları bilmek için 5 üniversite bitirmek lâzım! ” dedi... Tahlil sonuçlarında, kanımda olması gerekenden 10 kat fazla radyasyon çıktı... Doktor hanım, “Anlattıklarınız doğru çıktı. Siz İnsan Hakları Vakfı’na başvurun” dedi...

    - Gittiniz mi?

    - Gittim ama benle ilgilenmediler...

    - Bilmediklerinden...

    - Biliyorlar... Beni vakıfta psikolojik testten geçirdiler... Test sonuçlarına bakan profesör hanım, “Sen buradaki herkesten daha zekisin. Sende süper zekâ var. Seni şartlandırmış olmasınlar” dedi... Ben, “Zeki insan şartlandırılmaz” deyince, “Lazerin iletişimde kullanıldığını biz biliyoruz ama sen bunu Türkiye’de anlatma, yanlış anlarlar” dedi... Ben de, “Yanlış anlayan anlasın” dedim... Bana kimse sahib çıkmadı...

    - Son olarak, zihin kontrolünü nasıl tanımlarsınız?

    - Zihin kontrolü, “Tıbbî İdam”dır!

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    'The Headless Woman' (1947)

    Luis César Amadori


    'A Woman Under the Influence' (1974)

    John Cassavetes

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'Severance' (2006)

    Christopher Smith

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Verónica Castro (Yaban gülü)

    Hande Yener - Yarasa (Hipnoz)

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Akseli Gallen-Kallela (1865 - 7.3.1931) 'Boy with a Crow'

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Jelly d'Arányi (1893 - 1966)

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Nikolai Rimsky-Korsakov (1844 - 1908) - 'Scheherazade'


    Yuri Temirkanov (1938 -

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Münevver Ayaşlı - Kıbrıs ve Fetvası...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    William Bouguereau - 'The Lost Pleiad' (1884)

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Haunted - 99...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Evgeny Baratynsky (1800 - 1844) 'The Gipsy'

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    - Giuseppe Verdi's 'I due Foscari' debuts at Teatro Argentina, Rome...

    3.11.1844

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Yahya Kemal Beyatlı (2 Aralık 1884 - 1958)

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Nikolay Rimski-Korsakov (1844 - 1908) 'Altın Horoz'

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Pablo de Sarasate (1844 - 1908) 'Airs Bohémiens'

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Fauré, Mélodie adıyla tanımladığı liedlerinin çoğunu çağdaşı şair Paul Verlaine'in (1844 - 1896) şiirleri üzerine bestelemiştir... Yine Verlaine'in 1918'de yayınlanan aynı isimli bir şiirinden esinlenerek ancak bu kez solo arp için için aynı yıl yazdığı ve anlamını 'Şatonun kulesindeki kadın' olarak dilimize çevirebileceğimiz eserde, orta hızda arpejler eşliğinde balad havasında, hüzünlü, biraz da mistik bir tema işlenir ve sanki pencereden bakan genç kızı görür gibi oluruz...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Ahmet Mithat Efendi (1844 - 1912)

    'Henüz On Yedi Yaşında'

    (1881)

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    - Matthew Flinders recommends that 'New Holland' be renamed 'Australia' (from the Latin 'australis' meaning 'of the south') .

    (1804)

    George Sand (1.7.1804 - 1876)

    Johann Strauss Senior (1804 - 1849)

    Carl Gustav Jakob Jacobi (1804 - 1851)

    Allan Kardec (1804 - 1869) 'Heaven and Hell'

    Ludwig Andreas Feuerbach (1804 - 1872)