mustafa kutlu öykü kitaplarının her birini okumanızı özellikle tavsiye ederim. okuduğunuz her bir öyküde kendinizi bulacak hayatın olağan kısmını (gerçek yönünü) tadacaksınız.
kitaplarını okudukça kendimi buluyorum.tamamen sade ve içimizden kesitlerle bizi anlatıyor.gözüm kapalı tavsiye edebileceğim ender yazarlardan.ve Türk Edebiyatı için büyük kazanç.teşekkürler Mustafa Kutlu.
mehmet niyazinin zamandaki kösesinde bugün yazdigi yazinin konusu mustafa kutlu, buraya alintilayalim dedik:
Günümüzde yaşayan, gelecekte ise kendisinden söz ettirecek olan birkaç kalem erbabımızdan birisi kesinlikle Mustafa Kutlu’dur. Her şeyden önce Kutlu bu milletin, bu toprağın çocuğu olduğunun şuurundadır. İnsanın olduğu yerde mutlaka dert vardır; dertsiz sadece bazı delilerdir. Anlayabildiğim kadarıyla Kutlu’nun telakkisine göre dışardan reçeteler almamıza gerek yoktur. İnsanımıza sorumluluğunu duyurur, onu vicdanının sesini dinler hale getirir, sağlam bir ahlak sahibi yapar, bir de onu çağın idrakiyle buluşturursak, o insan bütün dertlerini çözebilir. Dertler bizden kaynaklandığından, merhemi de bizde mevcuttur. Yıllarca önce yayınladığı “Ya Tahammül, Ya Sefer”, “Yoksulluk İçimizde”, “Yokuşa Akan Sular” ve diğer kitaplarında insanımızı bu anlayışla ele alıyor. Kutlu, bu kitaplarında ne bir vaizdir, ne de toplum mühendisidir. Sadece bir sanatkar kaygısıyla bize sahip olduğumuz hazineleri duyuruyor.
“Bu Böyledir”, “Uzun Hikaye”, “Beyhude Ömrüm”, “Mavi Kuş” eserlerinden sonra yakın bir geçmişte “Tufandan Önce”yi yayınladı. “Uzun Hikaye” kitabını elime alıp, yaslanmış, bitirince kalkmıştım. Diğer bütün kitaplarını da severek, hayatın nabzını duyarak okudum. Eserlerindeki lezzet sadece hikaye tekniğini çok iyi bilmesinden gelmiyor; çünkü bu tekniği her kusursuz kullananda aynı lezzeti bulamıyoruz. Kutlu, ayrıca doğunun çizgilerini, sembollerini ustaca kullanıyor; bize hasretini duyduğumuz atmosferi teneffüs ettiriyor. O, insanı yalnızca bir biyolojik varlık sığlığında ele almıyor; ruh dünyasını, metafizik derinliğini ihmal etmiyor. Onun için kahramanları kuklaları andırmıyor; canlı, ruhlu insanlar olarak karşımıza çıkıyor.
“Tufandan Önce” kitabıyla demokrasinin hayatımıza getirdiği eğlenceli durumu keskin zekası, bugüne kadar pek göstermediği hiciv yeteneğiyle ele almış. Hayattan kopuk, geniş kitlelerin cahilliğini istismar ederek kara mizah yapmıyor. Politikacılarımızı, bürokratlarımızı, hatta halkımızı dikkat çekici bir şekilde önümüze seriyor. Kurulacak bir tesisin etrafında ne fırıldaklar dönüyor; onu herkes kendisine mal etmeye çalışıyor; millet ekmek, politikacılar ve bürokratlar hesap peşindeler. Anlatımı duru ve sade; ama kesinlikle basit, alelade değil; şiirle iç içe girerek kıvamını bulmuş. Bu eserinde edebiyat kaygısını aştığını da görüyoruz. Yer yer hikayeciliğin kuralına bilerek uymuyor; hikaye sanatına yenilik, çeşitlilik, zenginlik getiriyor. Sanatın bu dalına adeta damgasını basarken, idraki olana “Ben de varım” diyor.
"...Mustafa Kutlu, Menekşeli Mektup'ta
Dağın adamı, adımlarını
Usulca atar, her an tetikte
İçe dönük olurlar ve suskundurlar
Diye anlatır, doğrudur bunlar..."
İbrahim Tenekeci
Dergah dergisi öncelikle.arkakapak Yazıları' yla tanıdığım ve külliyatını tez elden okuduğum ender öykücülerden..
Mütevazi,beyefendi bir Hikaye yazarı.Ama Mustafa Kutlu denilince Dergah dergisi aklıma gelir
mustafa kutlu öykü kitaplarının her birini okumanızı özellikle tavsiye ederim. okuduğunuz her bir öyküde kendinizi bulacak hayatın olağan kısmını (gerçek yönünü) tadacaksınız.
kitaplarını okudukça kendimi buluyorum.tamamen sade ve içimizden kesitlerle bizi anlatıyor.gözüm kapalı tavsiye edebileceğim ender yazarlardan.ve Türk Edebiyatı için büyük kazanç.teşekkürler Mustafa Kutlu.
sir adli kitabi en begendiklerimden...en sevdigim günümüz yazari...bu topragin insani...sade,içten ve tutarli...kitaplarini tavsiye ederim
uzun hikayesi muhteşem.onu bir film yapsak ne olur be...
mehmet niyazinin zamandaki kösesinde bugün yazdigi yazinin konusu mustafa kutlu,
buraya alintilayalim dedik:
Günümüzde yaşayan, gelecekte ise kendisinden söz ettirecek olan birkaç kalem erbabımızdan birisi kesinlikle Mustafa Kutlu’dur. Her şeyden önce Kutlu bu milletin, bu toprağın çocuğu olduğunun şuurundadır. İnsanın olduğu yerde mutlaka dert vardır; dertsiz sadece bazı delilerdir. Anlayabildiğim kadarıyla Kutlu’nun telakkisine göre dışardan reçeteler almamıza gerek yoktur. İnsanımıza sorumluluğunu duyurur, onu vicdanının sesini dinler hale getirir, sağlam bir ahlak sahibi yapar, bir de onu çağın idrakiyle buluşturursak, o insan bütün dertlerini çözebilir. Dertler bizden kaynaklandığından, merhemi de bizde mevcuttur. Yıllarca önce yayınladığı “Ya Tahammül, Ya Sefer”, “Yoksulluk İçimizde”, “Yokuşa Akan Sular” ve diğer kitaplarında insanımızı bu anlayışla ele alıyor. Kutlu, bu kitaplarında ne bir vaizdir, ne de toplum mühendisidir. Sadece bir sanatkar kaygısıyla bize sahip olduğumuz hazineleri duyuruyor.
“Bu Böyledir”, “Uzun Hikaye”, “Beyhude Ömrüm”, “Mavi Kuş” eserlerinden sonra yakın bir geçmişte “Tufandan Önce”yi yayınladı. “Uzun Hikaye” kitabını elime alıp, yaslanmış, bitirince kalkmıştım. Diğer bütün kitaplarını da severek, hayatın nabzını duyarak okudum. Eserlerindeki lezzet sadece hikaye tekniğini çok iyi bilmesinden gelmiyor; çünkü bu tekniği her kusursuz kullananda aynı lezzeti bulamıyoruz. Kutlu, ayrıca doğunun çizgilerini, sembollerini ustaca kullanıyor; bize hasretini duyduğumuz atmosferi teneffüs ettiriyor. O, insanı yalnızca bir biyolojik varlık sığlığında ele almıyor; ruh dünyasını, metafizik derinliğini ihmal etmiyor. Onun için kahramanları kuklaları andırmıyor; canlı, ruhlu insanlar olarak karşımıza çıkıyor.
“Tufandan Önce” kitabıyla demokrasinin hayatımıza getirdiği eğlenceli durumu keskin zekası, bugüne kadar pek göstermediği hiciv yeteneğiyle ele almış. Hayattan kopuk, geniş kitlelerin cahilliğini istismar ederek kara mizah yapmıyor. Politikacılarımızı, bürokratlarımızı, hatta halkımızı dikkat çekici bir şekilde önümüze seriyor. Kurulacak bir tesisin etrafında ne fırıldaklar dönüyor; onu herkes kendisine mal etmeye çalışıyor; millet ekmek, politikacılar ve bürokratlar hesap peşindeler. Anlatımı duru ve sade; ama kesinlikle basit, alelade değil; şiirle iç içe girerek kıvamını bulmuş. Bu eserinde edebiyat kaygısını aştığını da görüyoruz. Yer yer hikayeciliğin kuralına bilerek uymuyor; hikaye sanatına yenilik, çeşitlilik, zenginlik getiriyor. Sanatın bu dalına adeta damgasını basarken, idraki olana “Ben de varım” diyor.