Kelimenin sonunda yazılışı pek güzeldir.. Arabî harflerin yazılışı hakkında pek bilgi sahibi değildim tâ ki bir hattat ile karşılaşıncaya kadar. Bi insan “mim” harfini bu kadar mı mükemmel bu kadar mı zarif yazar? Yazıyor işte.. İlk dikkatimi çeken harf 'mim' dir akabinde 'elif' gelir. Lâkin 'elif'in gönlümüzdeki yeri bambaşkadır :)
A. Süheyl Ünver, Türk Bayrağı (1929) adlı kitabında, bayrağımızdaki yıldızın Zühre (Venüs, Çoban Yıldızı) olduğunu söyler. Nücum ilminde hilâlle yıldızın bir araya gelmesi hayır ve saadete işaret sayılırmış. Bu demek oluyor ki, bayrağımız, temsil ettiği değerlerin yanı sıra iki güzel mesaj da taşıyor: 'Hayır' ve 'saadet'!
Türkiye'nin gerçeği Muhalefet lideri gerginlikten medet umanların tavrı ve telaşı içinde yaptığı konuşmada “A.Gül Cumhurbaşkan'ı, B.Arınç Meclis Başkanı ve T. Erdoğan Başbakan olursa bu Türkiye'nin gerçeğine aykırı olur, Türkiye'nin gerçeği bu değildir” diyordu. Bu konuşmaya göre demokratik hukuk devleti ilkelerine bir de “Türkiye'nin gerçeği” ilkesi eklenmiş oluyor. Seçimler mevcut Anayasa ve kanunlara göre –daha önce de olduğu gibi- yapılır ve ortaya yukarıdaki gibi bir tablo çıkarsa –ki, inşallah çıkacak- bu tablo, Anayasa ve kanunlara uygun olduğu halde “ülkenin gerçeğine” uymadığı için uygun olmayacak, millet buna tepki gösterecek ve önemli sıkıntılar olacakmış. Burada geçen “millet”, bazen “halk” kelimesinden kastedilen de, bu konuşmayı yapan gibi düşünenlerden ibaret.
Muhalefetin diline doladığı bir kavram da “temsilde adalet”tir. Onlara göre seçmen sayısına göre ancak yüzde otuz civarında oy alan iktidar, temsilde adalet ilkesine göre meşru sayılmaz. Bu iddiayı ileri sürenlerin, gerçeği yansıtmayan bir dayanakları daha var, bu da geride kalan yüzde yetmişi iktidarın veya belli bir icraatın karşısında veya kendi yanlarında göstermek. Halbuki bu yüzde yetmişin önemli bir kısmının oyunu kullanması veya başka bir partiye oy vermesinin –iktidar partisine veya onun belli bir icraatına karşı olmak dışında- sebepleri mevcuttur. Mesela başörtüsü yasağını ele alalım; yapılan kamuoyu araştırmaları göstermektedir ki, vatandaşların yüzde seksenine yakını bu yasağa karşı olma bakımından iktidarla aynı tarafta yer almaktadırlar.
Temsil adaleti konusuna gelince, ilgili madde (Ek: 23.7.1995-4121/5 md.) şunu söylemektedir: “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” Bu ifade açıkça “temsilde adalet”in yanına bir de “yönetimde istikrar” ilkesini koymaktadır.
Demokratik hukuk devleti işlerine yaramadığı zaman muhalifler “kamusal alan, Türkiye'nin özel şartları, temsilde adalet, Türkiye'nin gerçeği” gibi kavramlar uyduruyor ve bunlara dayanarak demokratik hukuk devleti kurallarını çiğnemeye kalkışıyorlar.
Bu yazıda özellikle “Türkiye'nin gerçeği” üzerine, sayın muhalefet liderine birkaç soru sormak istiyorum:
Tek parti iktidarları ve darbe ile ülke yönetimine el koyanların idaresi ülke gerçeğine uygun muydu?
Cumhurbaşkanı A.N. Sezer, Başbakan B. Ecevit, Meclis Başkanı da koalisyon partilerinden birinden olduğunda bu tablo Türkiye'nin gerçeğine uygun muydu? Bu üçlünün –muhalefetin temsil anlayışına göre- temsil etmedikleri milyonlar yok muydu?
Dini bayramlarda konuşma yapan, ama yalnızca laiklikten söz eden, bir kere olsun dinden, imandan, Allah'tan söz etmeyen Cumhurbaşkanı ülke gerçeğine uygun muydu? (Eğer “laik ülkede Cumhurbaşkanı böyle şeylerden söz etmez” deniyorsa, dini bayramda niçin konuşuyordu?)
Milletin seçtiği bir milletvekili bayanı, başında örtü var diye Meclis'e kabul etmeyen, kaba kuvvetle onu dışarı çıkaran, yemin etmesini engelleyen bir iktidar, bir Meclis Türkiye gerçeğini yansıtıyor muydu?
Türk milleti adına karar veren idari yargının üst kademelerinin din özgürlüğünü kısıtlayan kararları, yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkenin gereçeğine uygun düşüyor mu?
Oyun bozanlık etmenin anlamı yok, ya demokrat olur, hukuka boyun eğersiniz, yahut da mertçe ortaya çıkar “biz demokrasi değil, bir zümrenin egemen olduğu ve dilediği gibi ülkeyi idare ettiği bir sistem istiyoruz” dersiniz ve halktan gerekli oyu alırsanız dediğinizi de yaparsınız, aksi halde ya hayır söyler, yahut da susarsınız.
hayrettin karaman kısaltmaya kıyamadığım için aynen aldım
DYP ve ANAP'ın ateşle imtihanı… Bugün yeni dönemin ilk, belki de en kritik günü. Saat 15.30'da TBMM, 11. cumhurbaşkanını seçmek amacıyla ilk oturumunu yapacak.
ANAP ve DYP CHP'nin kuyruğuna takılmazsa Türkiye'de “normalleşme”nin ilk büyük hamlesi gerçekleşmiş olacak, Meclis en geç 9 Mayıs günü kimsenin itirazına ve müdahalesine imkân bırakmadan 11. cumhurbaşkanını seçmiş olacak. Muhtemelen bu seçimin hemen arkasından, Türkiye bu kez genel seçim havasına gerecek. Ve normalleşmenin ikinci aşaması start alacak.
Aksi halde, ANAP ve DYP CHP'nin kuyruğuna takılırsa Türkiye kurtulduğu bir krizden hemen sonra ikinci bir krizin ocağına düşecek ve bu, tam anlamıyla bir “siyasetin ve siyasetçinin krizi” olarak karşımızca çıkacaktır…
Bir iki gündür vurguluyoruz: Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı olması yurtiçi ve yurtdışında toplumsal, siyasal ve ekonomik güçler tarafından olumlu karşılandı. Ülke önemli ölçüde sivil aktörlerin ağırlık koymasıyla muhtemel “meşruiyet krizi”nden hızla uzaklaştı. Dahası tepkiler, eşi tesettürlü bir cumhurbaşkanı adayının az çok sindirilmesi, farklılıkların bir arada yaşaması noktasında ülkenin kat ettiği “demokratik mesafe”yi ortaya koydu.
DYP ve ANAP, CHP'nin peşine takılır, Anayasa Mahkemesi de 367'yi gerekli koşul olarak yorumlarsa, TBMM dört turda cumhurbaşkanını seçemeyeceği için kendisini fesh edecek ve erken seçimlere gidecek…
Bu ne anlama gelir? Ne gösterir?
Çok şey…
- Bir kere siyaset mekanizmasının her hangi bir sorunu kendi dinamikleriyle çözemediğini ortaya koyar. Daha önceki uygulamalara bakarak ya da başka temas yollarıyla çözülebilecek bir sorunun yargıç karşısına götürülmesi sadece uzlaşma kültürü açısından değil, demokratik olgunluk açısından da son derece olumsuz bir gösterge olacaktır…
- Cumhurbaşkanlığı seçimleri gizli olduğu, bu konuda grup kararı alınamayacağı için, oturumları parti kararıyla boykot etmek, “oy kullanmamak seçimi etkilediği oranda bir oy ifadesi anlamına geldiği için”, doğrudan doğruya anayasaya aykırı bir davranış olacaktır. Ve bu şekilde ihlal, keyfi davranış, keyfi yorum kapısı açılacak, siyaset her anlamda bir dış hakeme, yargıca ihtiyaç duyar hale gelecektir…
- Bu durum Anayasa Mahkemesi'ni, yargıçları doğal olarak siyasi hüküm vermeye iteceği, siyasallaştıracağı başka bir açıdan da demokratik zafiyet oluşturacaktır.
- Parlamento kararları içerik açısından yargıç vetosuna açılacaktır ki demokratik düzenler açısından olabilecek en sakıncalı durumlardan birisidir.
- Bu tür gelişme anayasanın ruhuna da aykırı olacaktır. Zira 1982 Anayasası, bir önceki dönemin deneyiminden yola çıkarak cumhurbaşkanı seçimlerinin sistemi bloke edici bir rol oynamasını engellemeye çalışmıştır. 367 yeter sayısı yorumu ise sistemi tümüyle bloke eden bir adım olacaktır…
- Bu durum, önümüzdeki dönemleri de etkileyecektir. 367 kişiye ulaşmayan her TBMM kendisini fesh etmek durumuyla karşı karşıya kalacak, bu durum siyasi partilerin elinde tehlikeli bir silaha dönecektir.
- Siyaset mekanizması kendi eliyle siyasi alanı daraltacak, siyaseti çözüm değil, kriz aracı haline çevirecek ve çeşitli dış müdahalelere meşruiyet kazandıracaktır.
- En nihayet böyle bir gelişme siyasi dengeleri toplumsal taleplerle değil toplumsal tepkilerle ilişkilendirecektir. Özetle seçmen davranışı etkileyerek DYP ve ANAP'ı iyice yok olmaya AK Parti'yi ise tepki oylarından istifade etmeye itecektir…
Şunu unutmamak gerekir:
Seçmen çatışanı sevmez, mağdurdan yana durur ve oylarıyla cezalandırır…
Umarız sorumluluk taşıyanların gözleri iyice körelmez, körelmemiştir…
Sorun Meclis'te çoğunluğa sahip partinin aday göstermesi değilse, Abdullah Gül'ün kişiliğine de bir itirazları bulunmuyorsa, bütün istedikleri anayasal yetkilerin azaltılması ve sürenin kısaltılarak iki defa seçilme hakkı tanınması ise, Ak Parti'nin o yönde taahhüt altına sokulmasına hepimiz destek verebiliriz…
yârin dudağının remzi...
putun mimi.
Kelimenin sonunda yazılışı pek güzeldir.. Arabî harflerin yazılışı hakkında pek bilgi sahibi değildim tâ ki bir hattat ile karşılaşıncaya kadar. Bi insan “mim” harfini bu kadar mı mükemmel bu kadar mı zarif yazar? Yazıyor işte.. İlk dikkatimi çeken harf 'mim' dir akabinde 'elif' gelir. Lâkin 'elif'in gönlümüzdeki yeri bambaşkadır :)
Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühu.....
Mim = Muhammed (as)
Tüm servetim..
..
Sevdiceğim..
'Senin aşkın, cana, cihana sığmazken, şaşılacak bir şeydir ki, geldi, benim içime, benim gönlüMe sığdı..
Gönlümü kendisine yer edindi..' Celâleddîn-i Rûmî
..
1= arapçada bir harf
2= K.K de bir durak durmak şarttır.
bir de mimlenmek vardır ki mevlam kul başına vermesin:D
arap harflerinden biri.bir de ***işaret*** anlamı var.
A. Süheyl Ünver, Türk Bayrağı (1929) adlı kitabında, bayrağımızdaki yıldızın Zühre (Venüs, Çoban Yıldızı) olduğunu söyler. Nücum ilminde hilâlle yıldızın bir araya gelmesi hayır ve saadete işaret sayılırmış. Bu demek oluyor ki, bayrağımız, temsil ettiği değerlerin yanı sıra iki güzel mesaj da taşıyor: 'Hayır' ve 'saadet'!
beşir ayvazoğlundan iktibas ile
Türkiye'nin gerçeği
Muhalefet lideri gerginlikten medet umanların tavrı ve telaşı içinde yaptığı konuşmada “A.Gül Cumhurbaşkan'ı, B.Arınç Meclis Başkanı ve T. Erdoğan Başbakan olursa bu Türkiye'nin gerçeğine aykırı olur, Türkiye'nin gerçeği bu değildir” diyordu. Bu konuşmaya göre demokratik hukuk devleti ilkelerine bir de “Türkiye'nin gerçeği” ilkesi eklenmiş oluyor. Seçimler mevcut Anayasa ve kanunlara göre –daha önce de olduğu gibi- yapılır ve ortaya yukarıdaki gibi bir tablo çıkarsa –ki, inşallah çıkacak- bu tablo, Anayasa ve kanunlara uygun olduğu halde “ülkenin gerçeğine” uymadığı için uygun olmayacak, millet buna tepki gösterecek ve önemli sıkıntılar olacakmış. Burada geçen “millet”, bazen “halk” kelimesinden kastedilen de, bu konuşmayı yapan gibi düşünenlerden ibaret.
Muhalefetin diline doladığı bir kavram da “temsilde adalet”tir. Onlara göre seçmen sayısına göre ancak yüzde otuz civarında oy alan iktidar, temsilde adalet ilkesine göre meşru sayılmaz. Bu iddiayı ileri sürenlerin, gerçeği yansıtmayan bir dayanakları daha var, bu da geride kalan yüzde yetmişi iktidarın veya belli bir icraatın karşısında veya kendi yanlarında göstermek. Halbuki bu yüzde yetmişin önemli bir kısmının oyunu kullanması veya başka bir partiye oy vermesinin –iktidar partisine veya onun belli bir icraatına karşı olmak dışında- sebepleri mevcuttur. Mesela başörtüsü yasağını ele alalım; yapılan kamuoyu araştırmaları göstermektedir ki, vatandaşların yüzde seksenine yakını bu yasağa karşı olma bakımından iktidarla aynı tarafta yer almaktadırlar.
Temsil adaleti konusuna gelince, ilgili madde (Ek: 23.7.1995-4121/5 md.) şunu söylemektedir: “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” Bu ifade açıkça “temsilde adalet”in yanına bir de “yönetimde istikrar” ilkesini koymaktadır.
Demokratik hukuk devleti işlerine yaramadığı zaman muhalifler “kamusal alan, Türkiye'nin özel şartları, temsilde adalet, Türkiye'nin gerçeği” gibi kavramlar uyduruyor ve bunlara dayanarak demokratik hukuk devleti kurallarını çiğnemeye kalkışıyorlar.
Bu yazıda özellikle “Türkiye'nin gerçeği” üzerine, sayın muhalefet liderine birkaç soru sormak istiyorum:
Tek parti iktidarları ve darbe ile ülke yönetimine el koyanların idaresi ülke gerçeğine uygun muydu?
Cumhurbaşkanı A.N. Sezer, Başbakan B. Ecevit, Meclis Başkanı da koalisyon partilerinden birinden olduğunda bu tablo Türkiye'nin gerçeğine uygun muydu? Bu üçlünün –muhalefetin temsil anlayışına göre- temsil etmedikleri milyonlar yok muydu?
Dini bayramlarda konuşma yapan, ama yalnızca laiklikten söz eden, bir kere olsun dinden, imandan, Allah'tan söz etmeyen Cumhurbaşkanı ülke gerçeğine uygun muydu? (Eğer “laik ülkede Cumhurbaşkanı böyle şeylerden söz etmez” deniyorsa, dini bayramda niçin konuşuyordu?)
Milletin seçtiği bir milletvekili bayanı, başında örtü var diye Meclis'e kabul etmeyen, kaba kuvvetle onu dışarı çıkaran, yemin etmesini engelleyen bir iktidar, bir Meclis Türkiye gerçeğini yansıtıyor muydu?
Türk milleti adına karar veren idari yargının üst kademelerinin din özgürlüğünü kısıtlayan kararları, yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkenin gereçeğine uygun düşüyor mu?
Oyun bozanlık etmenin anlamı yok, ya demokrat olur, hukuka boyun eğersiniz, yahut da mertçe ortaya çıkar “biz demokrasi değil, bir zümrenin egemen olduğu ve dilediği gibi ülkeyi idare ettiği bir sistem istiyoruz” dersiniz ve halktan gerekli oyu alırsanız dediğinizi de yaparsınız, aksi halde ya hayır söyler, yahut da susarsınız.
hayrettin karaman
kısaltmaya kıyamadığım için aynen aldım
DYP ve ANAP'ın ateşle imtihanı…
Bugün yeni dönemin ilk, belki de en kritik günü. Saat 15.30'da TBMM, 11. cumhurbaşkanını seçmek amacıyla ilk oturumunu yapacak.
Soru ortada: Meclis 367 üyeyi biraraya getirebilecek mi?
ANAP ve DYP CHP'nin kuyruğuna takılmazsa Türkiye'de “normalleşme”nin ilk büyük hamlesi gerçekleşmiş olacak, Meclis en geç 9 Mayıs günü kimsenin itirazına ve müdahalesine imkân bırakmadan 11. cumhurbaşkanını seçmiş olacak. Muhtemelen bu seçimin hemen arkasından, Türkiye bu kez genel seçim havasına gerecek. Ve normalleşmenin ikinci aşaması start alacak.
Aksi halde, ANAP ve DYP CHP'nin kuyruğuna takılırsa Türkiye kurtulduğu bir krizden hemen sonra ikinci bir krizin ocağına düşecek ve bu, tam anlamıyla bir “siyasetin ve siyasetçinin krizi” olarak karşımızca çıkacaktır…
Bir iki gündür vurguluyoruz: Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı olması yurtiçi ve yurtdışında toplumsal, siyasal ve ekonomik güçler tarafından olumlu karşılandı. Ülke önemli ölçüde sivil aktörlerin ağırlık koymasıyla muhtemel “meşruiyet krizi”nden hızla uzaklaştı. Dahası tepkiler, eşi tesettürlü bir cumhurbaşkanı adayının az çok sindirilmesi, farklılıkların bir arada yaşaması noktasında ülkenin kat ettiği “demokratik mesafe”yi ortaya koydu.
DYP ve ANAP, CHP'nin peşine takılır, Anayasa Mahkemesi de 367'yi gerekli koşul olarak yorumlarsa, TBMM dört turda cumhurbaşkanını seçemeyeceği için kendisini fesh edecek ve erken seçimlere gidecek…
Bu ne anlama gelir? Ne gösterir?
Çok şey…
- Bir kere siyaset mekanizmasının her hangi bir sorunu kendi dinamikleriyle çözemediğini ortaya koyar. Daha önceki uygulamalara bakarak ya da başka temas yollarıyla çözülebilecek bir sorunun yargıç karşısına götürülmesi sadece uzlaşma kültürü açısından değil, demokratik olgunluk açısından da son derece olumsuz bir gösterge olacaktır…
- Cumhurbaşkanlığı seçimleri gizli olduğu, bu konuda grup kararı alınamayacağı için, oturumları parti kararıyla boykot etmek, “oy kullanmamak seçimi etkilediği oranda bir oy ifadesi anlamına geldiği için”, doğrudan doğruya anayasaya aykırı bir davranış olacaktır. Ve bu şekilde ihlal, keyfi davranış, keyfi yorum kapısı açılacak, siyaset her anlamda bir dış hakeme, yargıca ihtiyaç duyar hale gelecektir…
- Bu durum Anayasa Mahkemesi'ni, yargıçları doğal olarak siyasi hüküm vermeye iteceği, siyasallaştıracağı başka bir açıdan da demokratik zafiyet oluşturacaktır.
- Parlamento kararları içerik açısından yargıç vetosuna açılacaktır ki demokratik düzenler açısından olabilecek en sakıncalı durumlardan birisidir.
- Bu tür gelişme anayasanın ruhuna da aykırı olacaktır. Zira 1982 Anayasası, bir önceki dönemin deneyiminden yola çıkarak cumhurbaşkanı seçimlerinin sistemi bloke edici bir rol oynamasını engellemeye çalışmıştır. 367 yeter sayısı yorumu ise sistemi tümüyle bloke eden bir adım olacaktır…
- Bu durum, önümüzdeki dönemleri de etkileyecektir. 367 kişiye ulaşmayan her TBMM kendisini fesh etmek durumuyla karşı karşıya kalacak, bu durum siyasi partilerin elinde tehlikeli bir silaha dönecektir.
- Siyaset mekanizması kendi eliyle siyasi alanı daraltacak, siyaseti çözüm değil, kriz aracı haline çevirecek ve çeşitli dış müdahalelere meşruiyet kazandıracaktır.
- En nihayet böyle bir gelişme siyasi dengeleri toplumsal taleplerle değil toplumsal tepkilerle ilişkilendirecektir. Özetle seçmen davranışı etkileyerek DYP ve ANAP'ı iyice yok olmaya AK Parti'yi ise tepki oylarından istifade etmeye itecektir…
Şunu unutmamak gerekir:
Seçmen çatışanı sevmez, mağdurdan yana durur ve oylarıyla cezalandırır…
Umarız sorumluluk taşıyanların gözleri iyice körelmez, körelmemiştir…
Kriz üzerinden siyaset yapılmaz…
ali bayramoğlu
Sorun Meclis'te çoğunluğa sahip partinin aday göstermesi değilse, Abdullah Gül'ün kişiliğine de bir itirazları bulunmuyorsa, bütün istedikleri anayasal yetkilerin azaltılması ve sürenin kısaltılarak iki defa seçilme hakkı tanınması ise, Ak Parti'nin o yönde taahhüt altına sokulmasına hepimiz destek verebiliriz…
fehmi koru
....Mühim..
....Hem de pek mühim..
az ve oz
içinde kendimi buldugum harf
'mim'lenmek kötü bişiy olsa gerek.
Ard árda siralanan üc arsiz noktamin son dizesi!
(Elif, Lâm, Mîm :)