-babn olsaydı da görseydi, işin vardı -neyi -çektiğin murdarı -sevmezdi evet böyle şeyi -neydi rahmetlide lakin o temizlik, vay vay azıcık benzemiş olsaydı mahdumuda -ay şu babam dan nerem eksik hadi göster bakayım -ama hiddetleneceksen ne suyum var ne sayım yok eğer mum gibi dostdoğru cevap istersen babanın kestiği tırnak bile olamazsın sen -ne nezaketli beyan..hey gidi mum, tıpkı odun -böyle hiddetleneceksen neye razı oldun -oldu ama bu kadar doğrunun olmaz ki tadı selamun aleyküm behey kör kadı seni çok sözlü dedin yetmedi etkdir ettin yine az geld -hayır söylemedim, söylettin -başladın şimdi tahkire kızılmazmı hoca? -zuppelik yok -o ne ben züppemiyim -oldukça.. -vakıa çok severim her ne desen aldırmam bu fakat hazmolunur parça değil..pir ol imamma -sen de pir ol -ama kızdım -ne tuhaf şeysin be bir sözümden kızıyorsun -kime derler züppe -sana derler
...
-bizde az çok pala sürttük -sana cahil demedik yalınız züppe dedik..bak yine baktın dik dik
...
-ya siyasi mi nesin? kendine bir meslek ayır -şairim -olmaz olaydın..o ne yüzler karası bence dünyadaki işsizlerin en maskarsı -affedersin onu -imkanı yok etmem ne demek şiire meslek diye oğlum verilir miydi emek ah vaktiyle gelip bir danışaydın kösene senin oluştu bugün belki kırk altı sene -ama hırpaladın be şşiri -evet hırpaladım çünkü erkep değilim bende mürekkep yaladım ben de tarih okudum alemi az çok bilirim şuara dendi mi birden bire oynar sinirim iyi gün dostu herifler o ne yardakçı güruh o ne müstekreh aramlar hani bakmak mekruh dalkavukluktaki idamanları sermayeleri onlar azdırdı evet başlıca pespayeleri bu sıkılmazlara medh et diye mangır sunarak ne erazil adam oluş oku tarihede bak edebiyata edepsizliği onlar soktu yoks adin namına ahlak taarruz yoktu
...
-beni söyletme neelr var daha -tekmilleyi ver.. sade pek sövme ki peygamberimiz şiiri sever -vakıa inne min eş şi'ri...büyük bir nimet dikakt etsen yine sevdikleri lakin hikmet ben ki attar ile sadi yi okur hem severim başka vadiyi tutmuşlara ancak söverim hem senin şi're müdafi çıkışın manasız sana şair diyen oğlum seni gördüm yalnız..
not:inne min eşşi'ri:öyle şiir vardır ki hikmettir, öyle beyan vardır ki sihirdir....
vay hocam..var gözümün nuru efendimbuyurun hangi rüzgardır atan sizleri....lutfen oturun mütehassirdik efendim ne inayet ne kerem öpmedik afffediniz... -çok yaşa..lakin..veremem. -bütün istanbul un ağzında gezen elelriniz bize naz etmezse olamaz mı efendim veriniz -döktüğün dilelre bittim seni çok sözlü seni
....
hoca rahmetliye bak oğlun abak hey gidi hey -amam tekdir ediyorsun, canım ilkin adamı bir selam ver bakalım böyle selamsızdan mı -selamün aleyküm-aleyküm selam barıştık yüzün gülsün artık imam -hele dur öfkemi tekmilliyeyim -tekmille zaten eksik bir o kalmıştı:hüdayı sille -sanki dövsem ne yaparsın, hocayız birz döveriz gül biter aşk ile vurduk mu -inandım caiz -pek cılız çıktı bu caiz demek imanın yok -dayak amentüye girdiyse benim karnım tok
böyle şeyleri sevmem ama sevgili folteri kıramadım...bi şeyler yazayım dedim...
asım safahatın altıncı kitabıdır...uzun bir manzum hikaye daha doğrusu bir diyalogtan ibarettir...tamamın ayakın bir bölümü hocazade ve köse imam arasında geçer...(hocazade, mehmet akif temsil eder...köse imamda tahir efendi(akif in babası -babası için şöyled er....babm fatih müderrislerinden ipekli hoca tahir efendi merhumdur ki benim hem babam hem hocamdır(canım babamı hatırladım-kendisi de öyledir..babam ve hocamdır-) ne biliyorsam kendisinden öğrendim....) nin talebesi olan ve akif in hayatta en sevdiği arkadaşlarından ali şevki efendidir...ve şiirde akl-ı selim, sezgi ve hayat tecrübesi olan halkı temsil etmektedir...)
arada ve sonda emin nin ve asım ın kısa konuşmaları vardır....yer yer fıkralar, hatıralar, manzum hikayelerle zenginleşen asım ın bazı yerlerinde dini, mistik ve milli karakterde lirik parçalar bulunur...
diyaloglar, birinci dünya savaşı sırasında çanakkale savaşlarının hemen arkasından, hocazadenin evine gelen köse imamın iki hususta (komşusunda geçen aile faciasıile oğlu asımım ın taşkınlıkları) ona danışması çerçevesinde geçmektedir....bu vesile ile v ebir takım çağrışımlarla başka vak'alar anlatılır...(aile müessesi sarsılmıştır..köylünün sihhati ve ahlakı bitmiştir...millet basiretsiz ve kötü idarecilerin elindedir...) birbirini anlamıyan eski ve yeni nesil, halk ve idareciler mektep ve medrese ikiliği aradaki uçurumu derinleştirmekteir...eski nesli temsil eden köse imamm kötümser görünür.akif i hocazade ise yeise düşmez ümitliidr...ona göre şark ve islam dünyası bu bedbinlikten, uyşukluktan kurtulmalı ve kurtulacaktır...
diyaloğun sonlarına doğru asım ın ve onun neslinin nasıl savaştan savaşa kahramanca koştukları tasvir edilir...ve çanakkale şehitleri için yazılmış şiir okunur....kitap yazılmış şiir okunur...v ekitap asım ve arkadaşlarının avrupanın ilmini ve tekniğini almak için yola çıkma kararı ile biter...
(safahatın en çok sevdiğim ve en çok okuduğum bölümüdür...-geçnken deli kanlı çağlarımda karşılıklı ne çok okurduk arkadaşlarla...ezbere bilirim dermişim-büyük bir bölümünü-okumanız tavsiye edilir...)
Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki heryerde Ne çirkin yüzler örtermiş meğer o incecik perde Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş
tekrar okudumda aşağıdaki şiiri bayağı yanlış yazmışım...(bu hız beni helak edecek) düzeltiyorum....
bana sor sevgili kaari sana ben söyliyeyim ne hüviyette karşında duran şu eş'arım bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri ne tasannu biliirm çünkü ne sanatkarım şi'r için gözyaşı derler onu bilemem yalnız aczimin giryesidir bence bütün asarım
ağlarım, ağlatamam, hissederim söyliyemem dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım
oku şayet sana bir hisili yürek lazımsa oku zira onu yazdım iki söz yazdımsa...
merhum, yasadigini yazmistir ve bu bakimdan en hasbi sairlerimizdendir...o tasannu' yani yapmacik nedir bilmez...muhakkak ki o muthis bir enkazin, dumani bile yanan bir yanginin, temeli basli basina bir saray olan bir harabenin kan aglayan bulbulu idi...ama hep sasarim, ben su rahat denizinde ye's yani umitsizlik icinde her dem bunalmisimdir da O cile pazarinda, namus pazarinda hep umitten ve azimden bahsetmistir...ah elimizde olsa da O'nu zamanin edip(!) lerinin gozunun onune sahsiyet abidesi diye dikebilseydik...
ban sor sevgili kaari sanaben söyliyeyim ne hüviyette karşında duran şu eşarım bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri ne tasannu biliirm çünkü ne sanatkarım şi'r için gözyaşı derler onu bilemem yalnız aczimin giryesidir bence bütün arım
ağalarım, ağlatamam, hissederim söyliyemem dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım
oku şayet sana bir hisili yürek lazımsa oku zira onu yazdım iki söz yazdımsa...
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım; Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım. Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı, Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı. Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl... Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl Muhîtin hâli 'insâniyyet'in timsâlidir, sandım; Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd, Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd, 0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu. Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi; Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin; Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin? 0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun; Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun, Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen, Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen. Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın, Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın. Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda; Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda, Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır? Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır? Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım: Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda; Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda! Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı, Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı! Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu, SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu. Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın; Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın! Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın; Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın! Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş! Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)
[Safahât, Yedinci Kitap]
(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız hususiyle Bursa'ya dair elîm haberler geliyordu; tetkikine de imkân yoktu.
1873 yılında İstanbul'da doğdu,27 Aralık 1936 yılında aynı kentte öldü. Babası, Fatih Camii medrese hocalarından Arnavut İpek'li Tahir Efendi'dir. Ortaöğrenimini Fatih Merkez Rüşdiyesi'nde ve Mekteb-i Mülkiye İdadisi'nde gördü, bir yandan da Fatih Camisi'ndeki derslere giderek Arapça ve Farsça öğrendi. Ortaöğrenimini bitirdiği yıl, yeni açılan Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ne girdi, dört yıl süren öğrenimi sonunda baytarlık (veterinerlik) bölümünü birincilikle bitirdi (1893) . Ziraat Bakanlığı'na memur olarak girdi, dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da görev yaptı. Bir süre sonra, ek görev olarak, Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nde kitabet dersleri (1906) verdi.1908'den sonra, arkadaşı Eşref Edip ile birlikte Sırat-ı Müstakim (1908) ve daha sonra Sebil'ür-Reşad (1912) dergilerini çıkardı; bu yıllarda, resmi görevi olan Umur-i Baytariye Müdür Muavinliğinde çalışırken Darülfünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliğine atandı (1908) . Balkan Savaşı'ndan sonra Umur-i Baytariye şubesindeki görevinden (1913) , ardından Darülfünun'daki (1914) görevinden ayrıldı. Meşrutiyet'in ilk döneminde, Ziya Gökalp'in öncülüğüyle başlayan 'Türkçülük' akımına karşı, Mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un (1849-1905) etkisiyle, 'İslâm birliği' görüşünü benimsedi. Sırat-ı Müstakim ve Sebil'ür-Reşad'da yayımladığı makaleler, şiirler, çeviriler ve Fatih, Şehzadebaşı, Süleymaniye, Beyazıt camilerinde verdiği vaazlarla (1912) bu ülküyü yaymaya çalıştı. Birinci Dünya Savaşı içinde İtilaf Devletleri'ne karşı Ortadoğu'da bir İslâm Birliği kurma siyaseti güden Almanya'nın çağrısı üzerine, Harbiye Nezareti'ne bağlı 'Teşkilat-ı Mahsusa' tarafından Berlin'e gönderildi (1914) , burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kamplarda incelemelerde bulundu. Dönüşünde yine birkaç ay kadar da Arabistan'a yollandı, savaş yılları içinde 'Bâb ül Meşihat'e bağlı olarak kurulan 'Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye' başkatipliğine atandı (1918) . Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayı Milliye'den yana davranış ve yazılarından dolayı, Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye'deki görevinden atıldı (1920) . Anadolu'ya geçerek Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Burdur Milletvekili olarak görev yaptı (1920-1923): Konya ayaklanmasını önlemek, halka öğüt vermek için Konya'ya gönderildi. Oradan Kastamonu'ya geçti, Nasrullah Camisi'nde Sevr Antlaşması'nın iç yüzünü, Kurtuluş Savaşı'nın niteliğini anlatan coşkulu bir vaaz verdi, bu vaaz Diyarbakır'da basılarak (1921) bütün vilayetlere ve cephelere dağıtıldı. Yaşamının bu döneminde 'İstiklâl Marşı'nı yazdı (1921) . Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra İstanbul'a döndü; çağdaş ve uygar yeni Türkiye'nin kurulması için zorunlu görülen siyasal ve toplumsal devinim ve devrimleri, kendi inanç ve ülküsüne aykırı gördüğü için Türkiye'den ayrıldı. Mısır'a gitti, Hilvan'a yerleşti, Kahire'deki Câmi-ül Mısriyye' adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı müderrisliğine bulundu (1925-1936) , bu gönüllü sürgün döneminde siroz hastalığına tutuldu; sağaltım için döndüğü İstanbul'da öldü.
Türk edebiyatında 'toplum için sanat' akımının başlıca temsilcilerinden biridir. Halka seslenen, yalın, halkın söyleyiş özelliklerini koruyan, konusu günlük ya da siyasal olaylardan alınmış, gerçekçi ve gözleme dayalı, aruz ölçüsü ile lirik-epik, lirik-didaktik şiirler yazdı.
gerisini kitaptan okuyun..hepsini yazamam dimi...
-babn olsaydı da görseydi, işin vardı
-neyi
-çektiğin murdarı
-sevmezdi evet böyle şeyi
-neydi rahmetlide lakin o temizlik, vay vay
azıcık benzemiş olsaydı mahdumuda
-ay
şu babam dan nerem eksik hadi göster bakayım
-ama hiddetleneceksen ne suyum var ne sayım
yok eğer mum gibi dostdoğru cevap istersen
babanın kestiği tırnak bile olamazsın sen
-ne nezaketli beyan..hey gidi mum, tıpkı odun
-böyle hiddetleneceksen neye razı oldun
-oldu ama bu kadar doğrunun olmaz ki tadı
selamun aleyküm behey kör kadı
seni çok sözlü dedin yetmedi etkdir ettin
yine az geld
-hayır söylemedim, söylettin
-başladın şimdi tahkire kızılmazmı hoca?
-zuppelik yok
-o ne ben züppemiyim
-oldukça..
-vakıa çok severim her ne desen aldırmam
bu fakat hazmolunur parça değil..pir ol imamma
-sen de pir ol
-ama kızdım
-ne tuhaf şeysin be
bir sözümden kızıyorsun
-kime derler züppe
-sana derler
...
-bizde az çok pala sürttük
-sana cahil demedik
yalınız züppe dedik..bak yine baktın dik dik
...
-ya siyasi mi nesin? kendine bir meslek ayır
-şairim
-olmaz olaydın..o ne yüzler karası
bence dünyadaki işsizlerin en maskarsı
-affedersin onu
-imkanı yok etmem ne demek
şiire meslek diye oğlum verilir miydi emek
ah vaktiyle gelip bir danışaydın kösene
senin oluştu bugün belki kırk altı sene
-ama hırpaladın be şşiri
-evet hırpaladım
çünkü erkep değilim bende mürekkep yaladım
ben de tarih okudum alemi az çok bilirim
şuara dendi mi birden bire oynar sinirim
iyi gün dostu herifler o ne yardakçı güruh
o ne müstekreh aramlar hani bakmak mekruh
dalkavukluktaki idamanları sermayeleri
onlar azdırdı evet başlıca pespayeleri
bu sıkılmazlara medh et diye mangır sunarak
ne erazil adam oluş oku tarihede bak
edebiyata edepsizliği onlar soktu
yoks adin namına ahlak taarruz yoktu
...
-beni söyletme neelr var daha
-tekmilleyi ver..
sade pek sövme ki peygamberimiz şiiri sever
-vakıa inne min eş şi'ri...büyük bir nimet
dikakt etsen yine sevdikleri lakin hikmet
ben ki attar ile sadi yi okur hem severim
başka vadiyi tutmuşlara ancak söverim
hem senin şi're müdafi çıkışın manasız
sana şair diyen oğlum seni gördüm yalnız..
not:inne min eşşi'ri:öyle şiir vardır ki hikmettir, öyle beyan vardır ki sihirdir....
şu
vay hocam..var gözümün nuru efendimbuyurun
hangi rüzgardır atan sizleri....lutfen oturun
mütehassirdik efendim ne inayet ne kerem
öpmedik afffediniz...
-çok yaşa..lakin..veremem.
-bütün istanbul un ağzında gezen elelriniz
bize naz etmezse olamaz mı efendim veriniz
-döktüğün dilelre bittim seni çok sözlü seni
....
hoca rahmetliye bak oğlun abak hey gidi hey
-amam tekdir ediyorsun, canım ilkin adamı
bir selam ver bakalım böyle selamsızdan mı
-selamün aleyküm-aleyküm selam
barıştık yüzün gülsün artık imam
-hele dur öfkemi tekmilliyeyim
-tekmille
zaten eksik bir o kalmıştı:hüdayı sille
-sanki dövsem ne yaparsın, hocayız birz döveriz
gül biter aşk ile vurduk mu
-inandım caiz
-pek cılız çıktı bu caiz demek imanın yok
-dayak amentüye girdiyse benim karnım tok
asımın kim olduğunud ayazmamışım..o da köse imamın oğlu....
kaçırmışım...ek bilgi..emin: hocazadenin oğlu...
böyle şeyleri sevmem ama sevgili folteri kıramadım...bi şeyler yazayım dedim...
asım safahatın altıncı kitabıdır...uzun bir manzum hikaye daha doğrusu bir diyalogtan ibarettir...tamamın ayakın bir bölümü hocazade ve köse imam arasında geçer...(hocazade, mehmet akif temsil eder...köse imamda tahir efendi(akif in babası -babası için şöyled er....babm fatih müderrislerinden ipekli hoca tahir efendi merhumdur ki benim hem babam hem hocamdır(canım babamı hatırladım-kendisi de öyledir..babam ve hocamdır-) ne biliyorsam kendisinden öğrendim....) nin talebesi olan ve akif in hayatta en sevdiği arkadaşlarından ali şevki efendidir...ve şiirde akl-ı selim, sezgi ve hayat tecrübesi olan halkı temsil etmektedir...)
arada ve sonda emin nin ve asım ın kısa konuşmaları vardır....yer yer fıkralar, hatıralar, manzum hikayelerle zenginleşen asım ın bazı yerlerinde dini, mistik ve milli karakterde lirik parçalar bulunur...
diyaloglar, birinci dünya savaşı sırasında çanakkale savaşlarının hemen arkasından, hocazadenin evine gelen köse imamın iki hususta (komşusunda geçen aile faciasıile oğlu asımım ın taşkınlıkları) ona danışması çerçevesinde geçmektedir....bu vesile ile v ebir takım çağrışımlarla başka vak'alar anlatılır...(aile müessesi sarsılmıştır..köylünün sihhati ve ahlakı bitmiştir...millet basiretsiz ve kötü idarecilerin elindedir...) birbirini anlamıyan eski ve yeni nesil, halk ve idareciler mektep ve medrese ikiliği aradaki uçurumu derinleştirmekteir...eski nesli temsil eden köse imamm kötümser görünür.akif i hocazade ise yeise düşmez ümitliidr...ona göre şark ve islam dünyası bu bedbinlikten, uyşukluktan kurtulmalı ve kurtulacaktır...
diyaloğun sonlarına doğru asım ın ve onun neslinin nasıl savaştan savaşa kahramanca koştukları tasvir edilir...ve çanakkale şehitleri için yazılmış şiir okunur....kitap yazılmış şiir okunur...v ekitap asım ve arkadaşlarının avrupanın ilmini ve tekniğini almak için yola çıkma kararı ile biter...
(safahatın en çok sevdiğim ve en çok okuduğum bölümüdür...-geçnken deli kanlı çağlarımda karşılıklı ne çok okurduk arkadaşlarla...ezbere bilirim dermişim-büyük bir bölümünü-okumanız tavsiye edilir...)
Bir gün dostlarına:
- Ne mutlu ki bana Peygamberimizin yaşında öleceğim!
Dedi ve altmış üç yaşında irtihal etti...
Haya Sıyrılmış İnmiş
Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki heryerde
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer o incecik perde
Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul
Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul
Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş
Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş
Mehmet Akif Ersoy
'Medeniyet dediğin açmak ise bedeni,
O zaman hayvanlar hepimizden medeni.'
M. Akif Ersoy
tekrar okudumda aşağıdaki şiiri bayağı yanlış yazmışım...(bu hız beni helak edecek) düzeltiyorum....
bana sor sevgili kaari sana ben söyliyeyim
ne hüviyette karşında duran şu eş'arım
bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri
ne tasannu biliirm çünkü ne sanatkarım
şi'r için gözyaşı derler onu bilemem yalnız
aczimin giryesidir bence bütün asarım
ağlarım, ağlatamam, hissederim söyliyemem
dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım
oku şayet sana bir hisili yürek lazımsa
oku zira onu yazdım iki söz yazdımsa...
kaari:okuyucu
eş'ar:şiirler
tasannu:aşırı süslerle yapmacılığa kaçma
girye:gözyaşı
asar.eserler
merhum, yasadigini yazmistir ve bu bakimdan en hasbi sairlerimizdendir...o tasannu' yani yapmacik nedir bilmez...muhakkak ki o muthis bir enkazin, dumani bile yanan bir yanginin, temeli basli basina bir saray olan bir harabenin kan aglayan bulbulu idi...ama hep sasarim, ben su rahat denizinde ye's yani umitsizlik icinde her dem bunalmisimdir da O cile pazarinda, namus pazarinda hep umitten ve azimden bahsetmistir...ah elimizde olsa da O'nu zamanin edip(!) lerinin gozunun onune sahsiyet abidesi diye dikebilseydik...
ve deli üfürmelerinden uzak..çok uzak....
bir hisli yürek..bir hisli şair...
ban sor sevgili kaari sanaben söyliyeyim
ne hüviyette karşında duran şu eşarım
bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri
ne tasannu biliirm çünkü ne sanatkarım
şi'r için gözyaşı derler onu bilemem yalnız
aczimin giryesidir bence bütün arım
ağalarım, ağlatamam, hissederim söyliyemem
dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım
oku şayet sana bir hisili yürek lazımsa
oku zira onu yazdım iki söz yazdımsa...
akif deyince aklıma gelen ilk şiir..paylşacağım...(silinmezse tabii)
olmaz ya tabi..biri insan biri hayvan
asımın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek
işte çiğnetmedi namusunu çiğnetmiyecek...
asim'in nesli'nden maksad nedir?
bir bilen araniyor...
etimolojik olarak seyttirecek kul yok mu?
BÜLBÜL
-Basri Bey oğlumuza-
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli 'insâniyyet'in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)
[Safahât, Yedinci Kitap]
(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız
hususiyle Bursa'ya dair elîm haberler geliyordu;
tetkikine de imkân yoktu.
1873 yılında İstanbul'da doğdu,27 Aralık 1936 yılında aynı kentte öldü. Babası, Fatih Camii medrese hocalarından Arnavut İpek'li Tahir Efendi'dir. Ortaöğrenimini Fatih Merkez Rüşdiyesi'nde ve Mekteb-i Mülkiye İdadisi'nde gördü, bir yandan da Fatih Camisi'ndeki derslere giderek Arapça ve Farsça öğrendi. Ortaöğrenimini bitirdiği yıl, yeni açılan Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ne girdi, dört yıl süren öğrenimi sonunda baytarlık (veterinerlik) bölümünü birincilikle bitirdi (1893) . Ziraat Bakanlığı'na memur olarak girdi, dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da görev yaptı. Bir süre sonra, ek görev olarak, Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nde kitabet dersleri (1906) verdi.1908'den sonra, arkadaşı Eşref Edip ile birlikte Sırat-ı Müstakim (1908) ve daha sonra Sebil'ür-Reşad (1912) dergilerini çıkardı; bu yıllarda, resmi görevi olan Umur-i Baytariye Müdür Muavinliğinde çalışırken Darülfünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliğine atandı (1908) . Balkan Savaşı'ndan sonra Umur-i Baytariye şubesindeki görevinden (1913) , ardından Darülfünun'daki (1914) görevinden ayrıldı. Meşrutiyet'in ilk döneminde, Ziya Gökalp'in öncülüğüyle başlayan 'Türkçülük' akımına karşı, Mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un (1849-1905) etkisiyle, 'İslâm birliği' görüşünü benimsedi. Sırat-ı Müstakim ve Sebil'ür-Reşad'da yayımladığı makaleler, şiirler, çeviriler ve Fatih, Şehzadebaşı, Süleymaniye, Beyazıt camilerinde verdiği vaazlarla (1912) bu ülküyü yaymaya çalıştı. Birinci Dünya Savaşı içinde İtilaf Devletleri'ne karşı Ortadoğu'da bir İslâm Birliği kurma siyaseti güden Almanya'nın çağrısı üzerine, Harbiye Nezareti'ne bağlı 'Teşkilat-ı Mahsusa' tarafından Berlin'e gönderildi (1914) , burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kamplarda incelemelerde bulundu. Dönüşünde yine birkaç ay kadar da Arabistan'a yollandı, savaş yılları içinde 'Bâb ül Meşihat'e bağlı olarak kurulan 'Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye' başkatipliğine atandı (1918) . Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayı Milliye'den yana davranış ve yazılarından dolayı, Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye'deki görevinden atıldı (1920) . Anadolu'ya geçerek Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Burdur Milletvekili olarak görev yaptı (1920-1923): Konya ayaklanmasını önlemek, halka öğüt vermek için Konya'ya gönderildi. Oradan Kastamonu'ya geçti, Nasrullah Camisi'nde Sevr Antlaşması'nın iç yüzünü, Kurtuluş Savaşı'nın niteliğini anlatan coşkulu bir vaaz verdi, bu vaaz Diyarbakır'da basılarak (1921) bütün vilayetlere ve cephelere dağıtıldı. Yaşamının bu döneminde 'İstiklâl Marşı'nı yazdı (1921) . Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra İstanbul'a döndü; çağdaş ve uygar yeni Türkiye'nin kurulması için zorunlu görülen siyasal ve toplumsal devinim ve devrimleri, kendi inanç ve ülküsüne aykırı gördüğü için Türkiye'den ayrıldı. Mısır'a gitti, Hilvan'a yerleşti, Kahire'deki Câmi-ül Mısriyye' adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı müderrisliğine bulundu (1925-1936) , bu gönüllü sürgün döneminde siroz hastalığına tutuldu; sağaltım için döndüğü İstanbul'da öldü.
Türk edebiyatında 'toplum için sanat' akımının başlıca temsilcilerinden biridir. Halka seslenen, yalın, halkın söyleyiş özelliklerini koruyan, konusu günlük ya da siyasal olaylardan alınmış, gerçekçi ve gözleme dayalı, aruz ölçüsü ile lirik-epik, lirik-didaktik şiirler yazdı.