Anneleri onları karınlarında taşırken sürekli gökyüzüne bakmıştır ve dolayısıyla bu kadınlar mavi bir doğum lekesiyle dünyaya gözlerini açtıkları için mavi kadınlar olarak addedilmiştir..
Genç kadın çalmaz, söylemez, fakat musikîyi severdi... Musikî dinlerken, kendini bütün talihi idare eden bir meleğe bırakır gibi bir hali vardı... Molla Bey onun bu halini hem sever, hem de marazî denebilecek bir hassaslığın neticelerinden korkardı... Bununla beraber, onu derinleştirmekten de çekinmezdi... Ona göre esas olan, zaman dediğimiz şeyi insan ruhunun benimsemesi, bir meyva ısırır gibi, kendi izlerini ona kuvvetle geçirmesiydi... Her türlü saâdet ve felâket düşüncesinin üstünde bir talihin kendisini tamamlaması lâzımdı... Istırap insanoğlu için gündelik ekmek, ölümse sadece bir kaderdi... İkisinden de kaçılamazdı... Asıl dâva, derin bir şekilde yaşamak ve kendi kendisini gerçekleştirmek, ölümlü hayata şahsî bir çeşni vermekti... Genç kadın musikîyi seviyordu... Bu belki onu tüketebilirdi; fakat bu kadar güzel bir şeyin içinde onunla beraber tükenmek mukadderse bundan ne diye kaçmalıydı?
Kaç defa kızı gibi sevdiği gelininin eski bir besteyi dinlerken birdenbire yüzünün değiştiğini, ürperdiğini, yakalanması imkânsız olan bir şeyi yakalamak ister gibi tâ içten çırpındığını görmüştü... Beste bitince bu hal de biter, genç kadın olduğu yerde, âdetâ musikîde erimiş gibi kalırdı... Hakikatte bu erimek kendini bulmak, asıl saâdeti yakalamaktı... İnsan bu kartal pençesini teninde duymadan kendisi olamazdı... Onun için genç kadını ömrünün bu biricik saâdetinden mahrum etmeyi bir kere bile aklına getirmemişti...
...
Bilgi, tecrübe, hikmet, bütün ömrünce peşinde koştuğu şeylerin hiç biri, hattâ her çeşit çehresiyle aşk ona şimdi çok donuk görünüyordu... Atiye'nin, ince kaşlarını kaldırarak, yüzünün mânasını her an değiştire değiştire, sırasına göre küçük kahkahalarla veya dikkatlerle anlattığı havadisleri, mânasız dedikoduları dinlerken kendisini çok ehemmiyetli bir şeyin karşısında, âdeta hakikatlerin hakikatini yakalamak üzereymiş gibi sanırdı... Gerçekte ise, sadece bir güzelliğin, genç bir vücuttan, insan tecrübesiyle henüz yıpranmamış bir zekâdan taşan bir yığın esrarın karşısında olduğunu biliyordu...
Anneleri onları karınlarında taşırken sürekli gökyüzüne bakmıştır ve dolayısıyla bu kadınlar mavi bir doğum lekesiyle dünyaya gözlerini açtıkları için mavi kadınlar olarak addedilmiştir..
mavi kadınlarmı bana hiçbirşey çağrıştırmadı..
...
Genç kadın çalmaz, söylemez, fakat musikîyi severdi... Musikî dinlerken, kendini bütün talihi idare eden bir meleğe bırakır gibi bir hali vardı... Molla Bey onun bu halini hem sever, hem de marazî denebilecek bir hassaslığın neticelerinden korkardı... Bununla beraber, onu derinleştirmekten de çekinmezdi... Ona göre esas olan, zaman dediğimiz şeyi insan ruhunun benimsemesi, bir meyva ısırır gibi, kendi izlerini ona kuvvetle geçirmesiydi... Her türlü saâdet ve felâket düşüncesinin üstünde bir talihin kendisini tamamlaması lâzımdı... Istırap insanoğlu için gündelik ekmek, ölümse sadece bir kaderdi... İkisinden de kaçılamazdı... Asıl dâva, derin bir şekilde yaşamak ve kendi kendisini gerçekleştirmek, ölümlü hayata şahsî bir çeşni vermekti... Genç kadın musikîyi seviyordu... Bu belki onu tüketebilirdi; fakat bu kadar güzel bir şeyin içinde onunla beraber tükenmek mukadderse bundan ne diye kaçmalıydı?
Kaç defa kızı gibi sevdiği gelininin eski bir besteyi dinlerken birdenbire yüzünün değiştiğini, ürperdiğini, yakalanması imkânsız olan bir şeyi yakalamak ister gibi tâ içten çırpındığını görmüştü... Beste bitince bu hal de biter, genç kadın olduğu yerde, âdetâ musikîde erimiş gibi kalırdı... Hakikatte bu erimek kendini bulmak, asıl saâdeti yakalamaktı... İnsan bu kartal pençesini teninde duymadan kendisi olamazdı... Onun için genç kadını ömrünün bu biricik saâdetinden mahrum etmeyi bir kere bile aklına getirmemişti...
...
Bilgi, tecrübe, hikmet, bütün ömrünce peşinde koştuğu şeylerin hiç biri, hattâ her çeşit çehresiyle aşk ona şimdi çok donuk görünüyordu... Atiye'nin, ince kaşlarını kaldırarak, yüzünün mânasını her an değiştire değiştire, sırasına göre küçük kahkahalarla veya dikkatlerle anlattığı havadisleri, mânasız dedikoduları dinlerken kendisini çok ehemmiyetli bir şeyin karşısında, âdeta hakikatlerin hakikatini yakalamak üzereymiş gibi sanırdı... Gerçekte ise, sadece bir güzelliğin, genç bir vücuttan, insan tecrübesiyle henüz yıpranmamış bir zekâdan taşan bir yığın esrarın karşısında olduğunu biliyordu...
...
umay umay
güççük garılar gibi bişi sanırım.
yanılsamadan dolayı mavi görünüyordur bu kadınlar.:p
kadınlara bir renk verilmesi gerekiyorsa bu illa mavi mi olmalı...belki siz sadece mavisinizdir..ben gökkuşağıyım....