Arapça kökenli bu sözcük 'asm',korunaklı kale anlamından uyarlama Tanzimat terimi bir sözcüktür.Asıme,sınır kalesi demektir. Edebiyatımızda M.Akif'in 'Asım'ın nesli' diye yücelttiği islamcı gençliği simgeler.Akif bunu Çanakkale savaşçılarını tanımlamada kullanmıştır.T.Fikret'in Batı görüşlü genç idolu oğlu Haluk'a karşı öncelemiştir. Harim-i ismet'i de Atatürk kullanmıştır.'Düşmanı vatanın harim-i ismetinde boğmak..' Dolayısıyla adı 'İsmet' olan İnönüyü de kutsamıştır. Tarihte 'avasım' olarak geçen çoğul biçimi ise,sınırboyu kaleler anlamındadır.
Haluk Bilginer, Derya Alabora ve Güven Kıraç ' ın oynadığı Zeki Demirkubuz Filmi..Bilginer'in filmin bir sahnesinde - yaklaşık beş dakikalık - hayat hikayesini anlattığı bir bölüm vardır ki, işte orda nefes almayı unutursunuz..ardından kader filmini izlemeniz gerekir. masumuyette geçen hikayenin öncesi vardır çünkü orda..Muhteşemdir her iki film de..
hani biri size çok sinirlendiği zaman bile kıyamıyorsa nedeni masumiyettir insan yüzüne baktıkça sever korumak ister kıyamaz sadece kıskananlar göremez onu...
gizli ama cok carpıcı ve tutkulu bir ask anlatılır bu filmde..bir sahne vardır,çimlerde haluk bilginer güven kırac ve kücük kız cocugunun,haluk bilginer dogaclama götürmüştür olayı ve cok basarılıdır fakat zeki demirkubuz bir röportajında bu sahneden hiç memnun kalmadıgını beyan etmiştir..
doğaçlamaya soğuk bakan, ve taner birsel'in itiraf filmiyle ilgili bir röportajına göre senaryodaki tek bir kelimenin değiştirilmesine bile izin vermeyen zeki demirkubuz'un izleyenini garip eden bir filmi. karakterler yaşadıklarıyla ve kişilikleriyle inanılmaz bir biçimde arabeskler, ama zeki demirkubuz'un mesafeli yaklaşımı arabeskliğin filme bulaşmasını engelliyor.
hikaye yusuf karakterinin gözünden anlatılıyor. film boyunca yusuf'un yanından hiç ayrılmadığımızdan ve hep o anki olaylara şahit olduğumuzdan diğer karakterlerin geçmişi hakkında bilgileri flashbackler veya dış sesler yerine o an yaşanan diyaloglardan öğreniyoruz. haluk bilginer'in bence türk sinema tarihinin en etkileyici oyunculuklarından birini sergilediği kır sahnesinde anlattığı hikayenin varoluş sebebi de bu (daha doğrusu sahnenin varoluş sebebi diyelim) . üstelik bu yöntemle o kadar garip etkiler yaratıyor ki yönetmen (sonradan itiraf'ta da çok ustaca kullanıyor bu hikaye-dedikodu yoluyla karakter yaratma yollarını) . mesela yusuf'un eniştesinin evine ilk ziyaretinde eniştenin depremden sonra anlattıklarıyla yusuf'un kır sahnesinde bekir (h. bilginer) 'e geveledikleri birleşince, gözümüze sokulmadan yusuf'un bütün bir hikayesi seriliyor gözümüzün önüne. veya haluk bilginer kırdaki konuşmayı yaptıktan sonra, otelde yusuf uğur'a masaj yaparken 'hapise girerken sevgilin var mıydı? ' diye sorduğunda uğur, bu sorunun uğur için ne tür bir acı ifade ettiği ağlamalı-sızlamalı bir sahneye ihtiyaç duymadan gösteriliyor. bize gösterilen insanların film zamanı içinde varolup biten insanlar olmaları yerine, filmin hali hazırda varolan bu insanların hayatının içine girip bize sadece ufak, seçilmiş bir parçayı gösterdiği izlenimi oluşuyor insanda.
üstelik demirkubuz bütün karakterlerinin geçmişleri konusunda sezdirdikleri ve verdikleri öyle şeyler ki, duyduktan sonra uzun uzadıya o hikayeleri düşünmeye, hayal etmeye başlıyor insan. hepsi de ayrı bir filme konu oluşturabilecek kadar ilginç zira. hep düşünürüm 'keşke bu hikayeleri alıp üçleme tarzında bir film çevirseymiş adam.' diye...
ismiyle ilintili olarak, 'masumiyetini kaybetmemek', hayat denen bok çukurundan tiksinip vazgeçmemek, uğraşmaya, savaşmaya devam etmekten bahsediyor film. finalindeki küçük 'sürpriziyle' bütün karakterlerinin yazgısını birbirine bağlanmasıyla, 'gariban' bir kadere mahkum olan yusuf'a 'masumiyetini kaybetme, denemekten vazgeçme' diyor bir şekilde.
yaydığı o garip, türk milletine has tevekkül duygusuyla her izlediğimde etkisinden kurtulamadığım, çok özel bir film, sanat eseri. (caponsever
Ne istiyorsunuz? (SINIRSIZ GÜÇ KİTABINDAN) En önemli nokta yapabilecekleriniz üzerine hiçbir kısıt koymamanızdır. Anahtarınız da modelleme gücüdür. Taklitle, kusursuzluğa ulaşılabilir. Diğerleri bir şeyler yapıyorlarsa, örneğin; ateş üzerinde yürüyorlarsa, bu kişilerin yaptıklarını aynen modelleyerek, aynı sonuçlara ulaşabilirsiniz. Modelleme nasıl yapılır? Öncelikle, aynı eylemleri yaptığınız zaman, aynı sonuçlara ulaşacağınız gerçeğini fark etmelisiniz. Bir kişinin iç ve dış eylemlerini aynen taklit edebilirseniz; siz de aynı sonuca ulaşabilirsiniz. Bir şeyi yapabileceğinize inanır ya da inanmazsanız; her iki durumda da haklısınız. Kişiler tembel değildir.Sadece, kendilerine esin kaynağı oluşturacak kadar güçlü amaçları yoktur. En uygun fizyolojinizle yoğunlaşarak, inançlarınız aracılığıyla kendi kendinizi bir düzene sokarsanız; kolektif bilince ulaşmanın bir yolunu bulabilirsiniz. Beyin, tanımlanmış bir hedefe sahip olduğunda; amacına ulaşıncaya kadar yoğunlaşmakta, yönlenmekte; tekrar yoğunlaşmakta ve tekrar yönlenmektedir. Tanımlanmış bir hedefi yoksa beynin enerjisi boşa harcanmaktadır. Bildiğiniz gibi sislerin içinde ne yöne gideceğini şaşıran çok sayıda insan vardır. Bir o yöne, bir bu yöne gidip dururlar. Onlar sadece bir yönden diğer yöne kaymaya çalışmaktadırlar. Yani aşağı doğru giderken, yukarı doğru gitmenin planlarını yapmaktadırlar. Problemleri basittir, ne istediklerini bilmiyorlardır. Ne olduğunu bilmeden hedefi vuramazsınız. Bu bölümde sizden hayal etmenizi istiyorum. Fakat burada önemli olan bütün yoğunluğunuzu hayalinize vermenizdir. Bu bölümde sadece okumakla iyi şeyler yapmanız mümkün değildir. Elinize bir kağıt kalem alarak ya da alışıksanız bilgisayar başına geçerek, biraz sonra anlatılacak amaç belirleme sürecinin 12 adımını yazarak, uygulamaya doğru ilk adımı atmalısınız. Öncelikle ne olmak istediğinizi, bununla ilgili fikirlerinizi oluşturmak için en az bir saat harcamayı planlayın. Bu sizin şimdiye kadar harcadığınız en değerli bir saat olabilir.Diğer bir deyimle yaşamınız boyunca seyahat etmek istediğiniz yolun haritasını çıkaracaksınız. Nereye gideceğinizi ve oraya nasıl ulaşacağınızı hesaplayacaksınız. Bu adımları öğrenmeden önce ihtiyacınız olan şey, bilinçli olarak ne istediğinize karar vermektir, çünkü ne istediğinizi bilmek, elde edeceğiniz şeyi belirleyecektir. Dış dünyanızda bir şeyler olmadan önce, iç dünyanızda bir şeyler olmalıdır. 1. Sahip olmak, yapmak, olmak ve paylaşmak istediklerinizle ilgili hayallerinizi depolamakla başlayın: Elinize kağıdı kalemi alıp hemen oturun ve bunları yazmaya başlayın. Yazım işlemi, kaleminizi kaldırmadan en az 10-15 dakika sürmelidir. Sadece yazın. Hiçbir kısıt koymayın. Derhal bir sonraki amaca geçebilmek için mümkün olduğunca kısaltmalar yapın. Bırakın zihniniz serbestçe çalışsın. Ortaya çıkabilecek her türlü kısıt sizin eserinizdir. Onlar nerede ortaya çıkar? Sadece zihninizde. Bu nedenle ne zaman kendi kendinize kısıtlama koymaya kalkarsanız, hemen onu kovun. Bu işi görsel olarak yapın. 2. Yaptığınız listeyi (depoyu) inceleyin ve sonuçlara ne zaman ulaşabileceğinizi tahmin edin: Sonuçlara ulaşmanız altı ay, bir yıl, iki yıl, beş yıl, on yıl, yirmi yıl sürebilir. Hangi zaman diliminde çalışmakta olduğunuzu belirleyin. Uzun vadeli planlar için atılması gereken küçük adımları belirleyin tarih koyun. 3. Bu yıl için en önemli dört amacınızı seçin: Sizi en çok heyecanlandıran, size en çok tatmini sağlayacak amaçlara kendinizi yöneltin. Açık, kesin ve olumlu olun. Unutmayın neden; bir şeyi yapmaya kendinizi adamakla, o işe ilgi duymak arasındaki farktır. Bazı şeyleri niçin yaptığınızı bilmek, onların nasıl yapılacağını bilmekten çok daha fazla önemlidir. Yeteri kadar büyük niçine sahipseniz, onun nasıl yapılacağını mutlaka öğrenirsiniz. Yeteri kadar nedeniniz varsa eninde sonunda dünyada istediklerinizin hepsini yapabilirsiniz. 4. Temel amaçlarınızı, sonuçları belirlemenin ana öğeleri ışığında gözden geçirin: Amaçlarınıza ulaşınca ne gibi deneyime sahip olacağınızı tanımlayınız. 5. Elinizde bulunan önemli kaynakların bir listesini yapın: Bir inşaat projesine sahip olduğunuzu bilmek zorundasınız. Geleceğinizin görüntüsünü güçlendirmek için de aynı şeyi yapmak zorundasınız. 6. Bu kaynakları ustalıkla kullandığınız zamanlar üzerinde yoğunlaşın. 7. Bu amaçlara ulaşmak için nasıl bir insan olmanız gerektiği üzerinde düşünün. 8. Şu anda istediğiniz sonuçları almanızı engelleyen şeyleri yazın: Eylemlerinize rehberlik edecek her adımı gösteren bir plan hazırlamanız gerekir. 9. Dört temel amacınızın her birine zaman ayırın ve bunlara ulaşmak için adım adım neler yapılması gerektiğini gösteren ilk planınızı yapın: Bir amaçla başlamayı ve kendi kendinize; ” Bunu gerçekleştirmek için ilk önce ne yapmak zorundayım ” sorusunu sormayı unutmayın. “Şimdi beni ne engellemektedir ve bunu değiştirmek için ne yapabilirim? ” 10. Bazı modeller oluşturun onlar sizin yaşam çevrenizden ya da büyük başarılar elde etmiş ünlü kişilerden olabilir. 11. İdeal bir gün tasarlayın: En çok istediğiniz şekilde bir günü nasıl yaşamak istediğinizi belirleyin. 12. Mükemmel bir çevre oluşturun: Zihniniz, istediğiniz her şeyi verebilecek güce sahiptir. Fakat bunu ancak kendisine ulaşan sinyaller açık, parlak, yoğun ve net olursa yapabilir.
“Canım,” “tatlım,” ve de “aşkım; ” sevdanın saç ayağı idi sanki; bulmuş olduğu üç noktanın acı gerçeği ile yüzleşmesine, ruhu dayanamıyordu. “Canım” derken; samimiyet yoktu ve samimi olmama; düşünmeyi engelliyordu; sevgiliye asıl gerekli olanı veremiyordu düşünce. Sebep ise hep aynıydı ve çoğu zaman bencillikti, kimi zaman ise gösteriş merakı idi yaşanamayan mutluluğun sebebi.. Düşünce sonuç vermiyor ve sevgili adına gerçekleştirilebilmesi imkan dahilinde olan iyilikler nedense günışığına bir türlü çıkamıyor ve yalnızlığı ile mümkünleşemeyecek olduğunu sandığı mutlulukları yine de arıyordu. Umut vardı aslında; “tatlım” kelimesini telaffuzunda, sözcüğe ruh kazandırılabilseydi. “Tatlım” kelimesi çıkar kokuyordu ve çirkin emellerine ulaşmak isteyen bir insanın menfaatleri; öpmesi, okşaması ve kendi beden ile ruhunu dinlendirebilme telaşına düşmüş, bir çaresizin, mutluluğu adına dönen dilde; acıyı derinlemesine sezebiliyordu. Düşünmek istemiyor olmasına rağmen; elinde olmadan “aşkım” kelimesine yöneldi ve yalnızlığa iyice hazırlamıştı kendini. Söylenilen “aşkım” kendini unutmayı gerektiriyordu ve sürekli sevgilinin adını tekrarlamayı mecburi kılıyordu. Ne zaman tekrarlanmaya başlansa; “tatlım” ile “canım” kelimesinin ardına “aşkım” kelimesi de takılıyordu. Menfaatlerini düşünen bir dil; ne kadar çok sevdiğini ve sevgilinin unutulamadığını dile getiriyordu. Sahte bir aşk ile dönen, bencillik ile tutuşan, yalancı bir dil; aslında, asıl kendini seviyor ve kendini beğeniyordu yaptıkları ile. Samimiyet yoksa; “canım” demenin anlamı da yoktu. “Tatlım” kelimesine ruh katılamamışsa; bir anlam ifade etmiyordu. “Aşkım” kelimesi ise çıkar ve menfaatti; sadece kendi isteklerinin yerine getirilebilmesi için sevgiliye atılan bir pusu idi sanki. Aşk vardı. Kendini unutarak sevgiliyi mutlu edebilmeyi düşünen insanlar vardı. Kendi de sevgiliyi mutlu edebilmek için düşünenlerden biriydi; fakat geri alamıyordu verdiği mutluluğu. Kendisi için istediği mutluluğu sevdiğine verdi; “canım,” “tatlım” ve “aşkım” diyerek hitap ettiği sevgilisine; “samimiyet,” “fedakarlık” ve “kendini unutmayı” da verebilmişti. Oysa bir şiir ile, bir mektup ile anlatmıştı kendini vakti zamanında; fakat anlatamadı kelimeler sevdanın tatlılığını. Dikkat çekmeye güç yetiremiyordu; sevgiliye sunulan hayatın anlamı. Bir şiirle kendine hitap etti ve yalnızlığına kitaplardan bulduğu şiiri okumayı tercih etti:
BULUŞMAK ÜZRE
Diyelim ki yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşu kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi su yırtılıyor ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt Meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe Mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerinin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım CAN YÜCEL
3 Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım... NAZIM HİKMET RAN
Sevgiliye, bir şiirle her şeyi anlatabilmek mümkündü aslında. Kendi ruh halini ve de beyninde taşıdığı düşünceyi gösterebilmeliydi yazdıklarıyla. Bu düşünce ile sarıldı kağıda-kaleme ve anlatabilmenin zorluğuna; sevgilinin anlayabilme çabası yeterli gelmeyebilirdi. Bu yüzden açık-seçik olmalıydı kaleme aldığı hisleri. Anlaşılabilmeliydi; zorlanmadan. Yalnızlığından şikayetçiliği de unutmuştu; çünkü kazanımlarının farkına varınca; sevgiliye hitap edebilmenin değişik yollarını da keşfetmişti. Yeni keşiflerle yaşadığı coşkuyla beraber; sevgiliyi kaybetme korkusuna da kapılıvermişti. Sevgili edindiği biricik dostu, kendine dikkat etmeyip, tanımış olduğu diğer insanlara benzemişse eğer, diyerek acı içinde kıvrandı ve kurtarabilirim umuduyla kağıt üzerine yansıttığı yüreğinin sesiyle; yalnızlığını bir kez daha resmetmekte buldu çareyi:
YÜRÜYELİM
Anlaşılabilmeyi isterdik; Yalnızlığın çaresizliğinde, Dönen kalemin dostluğu ile... Omuzlarımızda bir yük; İyilikleri ve de güzellikleri Sunabilmek dostluklara...
Yaşanılan acıların gölgesine; Hasret ateşi düşer Ve yanar insan yoksunlukta. Şimdi, umut; sensiz ve çaresiz. Şimdi, yalnızlık; isyan ve başkaldırı. Tüketmeden geçmişin izlerini; Anlatabilsek aşkın coşku dolu sevincini... Ve yanımda yer sende alabilsen, Ve yeni baştan, uzamsal gerçeklerde; Yol boyu sevinç ve hüzünlerde; kayboluversek... İnatla tutuşan dostluğun çığlıklarıyla; Yine elele ve yine sevinç içinde; Yürüyebilsek akıp giden zamanda... AYŞEN ŞENAY - DOĞAN ÖZCAN
SEVMEK; YAŞAM İÇİ ANLAM VE COŞKUYA ULAŞABİLMENİN YOLU...
"Çok ağladım, bitti."
Peygamberler dışında insana çok da yakıştığını düşünmüyorum.
Bebekler var bir de.
Arapça kökenli bu sözcük 'asm',korunaklı kale anlamından uyarlama Tanzimat terimi bir sözcüktür.Asıme,sınır kalesi demektir.
Edebiyatımızda M.Akif'in 'Asım'ın nesli' diye yücelttiği islamcı gençliği simgeler.Akif bunu Çanakkale savaşçılarını tanımlamada kullanmıştır.T.Fikret'in Batı görüşlü genç idolu oğlu Haluk'a karşı öncelemiştir.
Harim-i ismet'i de Atatürk kullanmıştır.'Düşmanı vatanın harim-i ismetinde boğmak..'
Dolayısıyla adı 'İsmet' olan İnönüyü de kutsamıştır.
Tarihte 'avasım' olarak geçen çoğul biçimi ise,sınırboyu kaleler anlamındadır.
Masumiyet:insanın güvenli iç kalesidir.Güvenkale.
Asım'ın nesli (Mehmet Akif)
Vatanın harim-i ismeti
masumiyet beyin hücreleri gibidir
yaşadıkça azalır
önce bakışların kirlenir
sonra ellerin
unuttuğumuz yada artık değer vermediğimiz kelimelerden.
diğerleri için bakınız:mahremiyet..
İnanılmaz güzel birşey,beni çok etkiler bunu taşıyan insanlar.Tabi şu zaman da karşılaşmak çok çok zor.
wanted! !
Haluk Bilginer, Derya Alabora ve Güven Kıraç ' ın oynadığı Zeki Demirkubuz Filmi..Bilginer'in filmin bir sahnesinde - yaklaşık beş dakikalık - hayat hikayesini anlattığı bir bölüm vardır ki, işte orda nefes almayı unutursunuz..ardından kader filmini izlemeniz gerekir. masumuyette geçen hikayenin öncesi vardır çünkü orda..Muhteşemdir her iki film de..
Büyüdükçe kaybolan şey...
Allahtan değilmişsin yasık olurdu yoksam adama :)))
en yakışan.....
kesinlikle bakışlarla ilgilidir.biraz başını öne eğeceksin altttan alttan böle utangac utangac bakınca ahaaa derler çok masum :))))))))
nedir yaaa masumiyet sucun kanıtlanmadığı sürece hepimiz masumuz :)))) heheheh
Sende, bende,
masum değiliz.!
masumiyet
nedir biliyor musun..?
çocuk esirgeme
kurumunda.
esirgenen
sevgiye ağlayan
yetim çocuğun
yetim göz yaşlarıdır..
bana seni anlatma
hiç birimiz masum değiliz..
Serkan Turna
hani biri size çok sinirlendiği zaman bile kıyamıyorsa nedeni masumiyettir insan yüzüne baktıkça sever korumak ister kıyamaz sadece kıskananlar göremez onu...
en iyi silahımızdır
gizli ama cok carpıcı ve tutkulu bir ask anlatılır bu filmde..bir sahne vardır,çimlerde haluk bilginer güven kırac ve kücük kız cocugunun,haluk bilginer dogaclama götürmüştür olayı ve cok basarılıdır fakat zeki demirkubuz bir röportajında bu sahneden hiç memnun kalmadıgını beyan etmiştir..
içinde varsa gözlerine yoksa sözlerine yansır....
Masumiyet sadece çocuklara özgü bir haslettir.
Birde Peygamberlere. Ama onlara bunu Tanry bah?etmi?tir.
Arkamyzda Tanrynyn sihirli asasy olmady?y için yeti?kin bir insanda kesinlikle var olmayan bir erdem
Zeki Demirkubunuz'un yazyp yönetti?i, 4 dalda Altyn portakal ödülü alan, ehh i?te dedirten bir film
LSD.....
bir arkadaşın sözü aklıma geliyor
Naifliğin bir ucu gaflete bir ucu masumiyete çikar.Gaflet kısmı şaibeli olsa da bu dünyada masumiyet kadar pek az şehvetengiz şey vardır herhalde.
doğaçlamaya soğuk bakan, ve taner birsel'in itiraf filmiyle ilgili bir röportajına göre senaryodaki tek bir kelimenin değiştirilmesine bile izin vermeyen zeki demirkubuz'un izleyenini garip eden bir filmi. karakterler yaşadıklarıyla ve kişilikleriyle inanılmaz bir biçimde arabeskler, ama zeki demirkubuz'un mesafeli yaklaşımı arabeskliğin filme bulaşmasını engelliyor.
hikaye yusuf karakterinin gözünden anlatılıyor. film boyunca yusuf'un yanından hiç ayrılmadığımızdan ve hep o anki olaylara şahit olduğumuzdan diğer karakterlerin geçmişi hakkında bilgileri flashbackler veya dış sesler yerine o an yaşanan diyaloglardan öğreniyoruz. haluk bilginer'in bence türk sinema tarihinin en etkileyici oyunculuklarından birini sergilediği kır sahnesinde anlattığı hikayenin varoluş sebebi de bu (daha doğrusu sahnenin varoluş sebebi diyelim) . üstelik bu yöntemle o kadar garip etkiler yaratıyor ki yönetmen (sonradan itiraf'ta da çok ustaca kullanıyor bu hikaye-dedikodu yoluyla karakter yaratma yollarını) . mesela yusuf'un eniştesinin evine ilk ziyaretinde eniştenin depremden sonra anlattıklarıyla yusuf'un kır sahnesinde bekir (h. bilginer) 'e geveledikleri birleşince, gözümüze sokulmadan yusuf'un bütün bir hikayesi seriliyor gözümüzün önüne. veya haluk bilginer kırdaki konuşmayı yaptıktan sonra, otelde yusuf uğur'a masaj yaparken 'hapise girerken sevgilin var mıydı? ' diye sorduğunda uğur, bu sorunun uğur için ne tür bir acı ifade ettiği ağlamalı-sızlamalı bir sahneye ihtiyaç duymadan gösteriliyor. bize gösterilen insanların film zamanı içinde varolup biten insanlar olmaları yerine, filmin hali hazırda varolan bu insanların hayatının içine girip bize sadece ufak, seçilmiş bir parçayı gösterdiği izlenimi oluşuyor insanda.
üstelik demirkubuz bütün karakterlerinin geçmişleri konusunda sezdirdikleri ve verdikleri öyle şeyler ki, duyduktan sonra uzun uzadıya o hikayeleri düşünmeye, hayal etmeye başlıyor insan. hepsi de ayrı bir filme konu oluşturabilecek kadar ilginç zira. hep düşünürüm 'keşke bu hikayeleri alıp üçleme tarzında bir film çevirseymiş adam.' diye...
ismiyle ilintili olarak, 'masumiyetini kaybetmemek', hayat denen bok çukurundan tiksinip vazgeçmemek, uğraşmaya, savaşmaya devam etmekten bahsediyor film. finalindeki küçük 'sürpriziyle' bütün karakterlerinin yazgısını birbirine bağlanmasıyla, 'gariban' bir kadere mahkum olan yusuf'a 'masumiyetini kaybetme, denemekten vazgeçme' diyor bir şekilde.
yaydığı o garip, türk milletine has tevekkül duygusuyla her izlediğimde etkisinden kurtulamadığım, çok özel bir film, sanat eseri.
(caponsever
GERÇEKTEN NE İSTİYORSUNU? ..
Ne istiyorsunuz? (SINIRSIZ GÜÇ KİTABINDAN) En önemli nokta yapabilecekleriniz üzerine hiçbir kısıt koymamanızdır. Anahtarınız da modelleme gücüdür. Taklitle, kusursuzluğa ulaşılabilir. Diğerleri bir şeyler yapıyorlarsa, örneğin; ateş üzerinde yürüyorlarsa, bu kişilerin yaptıklarını aynen modelleyerek, aynı sonuçlara ulaşabilirsiniz. Modelleme nasıl yapılır? Öncelikle, aynı eylemleri yaptığınız zaman, aynı sonuçlara ulaşacağınız gerçeğini fark etmelisiniz. Bir kişinin iç ve dış eylemlerini aynen taklit edebilirseniz; siz de aynı sonuca ulaşabilirsiniz.
Bir şeyi yapabileceğinize inanır ya da inanmazsanız; her iki durumda da haklısınız.
Kişiler tembel değildir.Sadece, kendilerine esin kaynağı oluşturacak kadar güçlü amaçları yoktur.
En uygun fizyolojinizle yoğunlaşarak, inançlarınız aracılığıyla kendi kendinizi bir düzene sokarsanız; kolektif bilince ulaşmanın bir yolunu bulabilirsiniz.
Beyin, tanımlanmış bir hedefe sahip olduğunda; amacına ulaşıncaya kadar yoğunlaşmakta, yönlenmekte; tekrar yoğunlaşmakta ve tekrar yönlenmektedir. Tanımlanmış bir hedefi yoksa beynin enerjisi boşa harcanmaktadır.
Bildiğiniz gibi sislerin içinde ne yöne gideceğini şaşıran çok sayıda insan vardır. Bir o yöne, bir bu yöne gidip dururlar. Onlar sadece bir yönden diğer yöne kaymaya çalışmaktadırlar. Yani aşağı doğru giderken, yukarı doğru gitmenin planlarını yapmaktadırlar. Problemleri basittir, ne istediklerini bilmiyorlardır. Ne olduğunu bilmeden hedefi vuramazsınız.
Bu bölümde sizden hayal etmenizi istiyorum. Fakat burada önemli olan bütün yoğunluğunuzu hayalinize vermenizdir. Bu bölümde sadece okumakla iyi şeyler yapmanız mümkün değildir. Elinize bir kağıt kalem alarak ya da alışıksanız bilgisayar başına geçerek, biraz sonra anlatılacak amaç belirleme sürecinin 12 adımını yazarak, uygulamaya doğru ilk adımı atmalısınız.
Öncelikle ne olmak istediğinizi, bununla ilgili fikirlerinizi oluşturmak için en az bir saat harcamayı planlayın. Bu sizin şimdiye kadar harcadığınız en değerli bir saat olabilir.Diğer bir deyimle yaşamınız boyunca seyahat etmek istediğiniz yolun haritasını çıkaracaksınız. Nereye gideceğinizi ve oraya nasıl ulaşacağınızı hesaplayacaksınız.
Bu adımları öğrenmeden önce ihtiyacınız olan şey, bilinçli olarak ne istediğinize karar vermektir, çünkü ne istediğinizi bilmek, elde edeceğiniz şeyi belirleyecektir. Dış dünyanızda bir şeyler olmadan önce, iç dünyanızda bir şeyler olmalıdır.
1. Sahip olmak, yapmak, olmak ve paylaşmak istediklerinizle ilgili hayallerinizi depolamakla başlayın: Elinize kağıdı kalemi alıp hemen oturun ve bunları yazmaya başlayın. Yazım işlemi, kaleminizi kaldırmadan en az 10-15 dakika sürmelidir. Sadece yazın. Hiçbir kısıt koymayın. Derhal bir sonraki amaca geçebilmek için mümkün olduğunca kısaltmalar yapın. Bırakın zihniniz serbestçe çalışsın. Ortaya çıkabilecek her türlü kısıt sizin eserinizdir. Onlar nerede ortaya çıkar? Sadece zihninizde. Bu nedenle ne zaman kendi kendinize kısıtlama koymaya kalkarsanız, hemen onu kovun. Bu işi görsel olarak yapın.
2. Yaptığınız listeyi (depoyu) inceleyin ve sonuçlara ne zaman ulaşabileceğinizi tahmin edin: Sonuçlara ulaşmanız altı ay, bir yıl, iki yıl, beş yıl, on yıl, yirmi yıl sürebilir. Hangi zaman diliminde çalışmakta olduğunuzu belirleyin. Uzun vadeli planlar için atılması gereken küçük adımları belirleyin tarih koyun.
3. Bu yıl için en önemli dört amacınızı seçin: Sizi en çok heyecanlandıran, size en çok tatmini sağlayacak amaçlara kendinizi yöneltin. Açık, kesin ve olumlu olun. Unutmayın neden; bir şeyi yapmaya kendinizi adamakla, o işe ilgi duymak arasındaki farktır. Bazı şeyleri niçin yaptığınızı bilmek, onların nasıl yapılacağını bilmekten çok daha fazla önemlidir. Yeteri kadar büyük niçine sahipseniz, onun nasıl yapılacağını mutlaka öğrenirsiniz. Yeteri kadar nedeniniz varsa eninde sonunda dünyada istediklerinizin hepsini yapabilirsiniz.
4. Temel amaçlarınızı, sonuçları belirlemenin ana öğeleri ışığında gözden geçirin: Amaçlarınıza ulaşınca ne gibi deneyime sahip olacağınızı tanımlayınız.
5. Elinizde bulunan önemli kaynakların bir listesini yapın: Bir inşaat projesine sahip olduğunuzu bilmek zorundasınız. Geleceğinizin görüntüsünü güçlendirmek için de aynı şeyi yapmak zorundasınız.
6. Bu kaynakları ustalıkla kullandığınız zamanlar üzerinde yoğunlaşın.
7. Bu amaçlara ulaşmak için nasıl bir insan olmanız gerektiği üzerinde düşünün.
8. Şu anda istediğiniz sonuçları almanızı engelleyen şeyleri yazın: Eylemlerinize rehberlik edecek her adımı gösteren bir plan hazırlamanız gerekir.
9. Dört temel amacınızın her birine zaman ayırın ve bunlara ulaşmak için adım adım neler yapılması gerektiğini gösteren ilk planınızı yapın: Bir amaçla başlamayı ve kendi kendinize; ” Bunu gerçekleştirmek için ilk önce ne yapmak zorundayım ” sorusunu sormayı unutmayın. “Şimdi beni ne engellemektedir ve bunu değiştirmek için ne yapabilirim? ”
10. Bazı modeller oluşturun onlar sizin yaşam çevrenizden ya da büyük başarılar elde etmiş ünlü kişilerden olabilir.
11. İdeal bir gün tasarlayın: En çok istediğiniz şekilde bir günü nasıl yaşamak istediğinizi belirleyin.
12. Mükemmel bir çevre oluşturun: Zihniniz, istediğiniz her şeyi verebilecek güce sahiptir. Fakat bunu ancak kendisine ulaşan sinyaller açık, parlak, yoğun ve net olursa yapabilir.
“YÜRÜYORUM DİKENLERİN ÜSTÜNDE YARALIYAM...”
“Canım,” “tatlım,” ve de “aşkım; ” sevdanın saç ayağı idi sanki; bulmuş olduğu üç noktanın acı gerçeği ile yüzleşmesine, ruhu dayanamıyordu. “Canım” derken; samimiyet yoktu ve samimi olmama; düşünmeyi engelliyordu; sevgiliye asıl gerekli olanı veremiyordu düşünce. Sebep ise hep aynıydı ve çoğu zaman bencillikti, kimi zaman ise gösteriş merakı idi yaşanamayan mutluluğun sebebi.. Düşünce sonuç vermiyor ve sevgili adına gerçekleştirilebilmesi imkan dahilinde olan iyilikler nedense günışığına bir türlü çıkamıyor ve yalnızlığı ile mümkünleşemeyecek olduğunu sandığı mutlulukları yine de arıyordu. Umut vardı aslında; “tatlım” kelimesini telaffuzunda, sözcüğe ruh kazandırılabilseydi. “Tatlım” kelimesi çıkar kokuyordu ve çirkin emellerine ulaşmak isteyen bir insanın menfaatleri; öpmesi, okşaması ve kendi beden ile ruhunu dinlendirebilme telaşına düşmüş, bir çaresizin, mutluluğu adına dönen dilde; acıyı derinlemesine sezebiliyordu. Düşünmek istemiyor olmasına rağmen; elinde olmadan “aşkım” kelimesine yöneldi ve yalnızlığa iyice hazırlamıştı kendini. Söylenilen “aşkım” kendini unutmayı gerektiriyordu ve sürekli sevgilinin adını tekrarlamayı mecburi kılıyordu. Ne zaman tekrarlanmaya başlansa; “tatlım” ile “canım” kelimesinin ardına “aşkım” kelimesi de takılıyordu. Menfaatlerini düşünen bir dil; ne kadar çok sevdiğini ve sevgilinin unutulamadığını dile getiriyordu. Sahte bir aşk ile dönen, bencillik ile tutuşan, yalancı bir dil; aslında, asıl kendini seviyor ve kendini beğeniyordu yaptıkları ile. Samimiyet yoksa; “canım” demenin anlamı da yoktu. “Tatlım” kelimesine ruh katılamamışsa; bir anlam ifade etmiyordu. “Aşkım” kelimesi ise çıkar ve menfaatti; sadece kendi isteklerinin yerine getirilebilmesi için sevgiliye atılan bir pusu idi sanki. Aşk vardı. Kendini unutarak sevgiliyi mutlu edebilmeyi düşünen insanlar vardı. Kendi de sevgiliyi mutlu edebilmek için düşünenlerden biriydi; fakat geri alamıyordu verdiği mutluluğu. Kendisi için istediği mutluluğu sevdiğine verdi; “canım,” “tatlım” ve “aşkım” diyerek hitap ettiği sevgilisine; “samimiyet,” “fedakarlık” ve “kendini unutmayı” da verebilmişti. Oysa bir şiir ile, bir mektup ile anlatmıştı kendini vakti zamanında; fakat anlatamadı kelimeler sevdanın tatlılığını. Dikkat çekmeye güç yetiremiyordu; sevgiliye sunulan hayatın anlamı. Bir şiirle kendine hitap etti ve yalnızlığına kitaplardan bulduğu şiiri okumayı tercih etti:
BULUŞMAK ÜZRE
Diyelim ki yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşu kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi su yırtılıyor ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt Meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe Mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerinin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
CAN YÜCEL
“MAVİ DÜŞ YOLCUSUNA SEVMEK YAKIŞIR.”
'İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN, YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN'
MAVİ DÜŞ YOLCUSUNA SEVMEK YAKIŞIR
3
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
NAZIM HİKMET RAN
Sevgiliye, bir şiirle her şeyi anlatabilmek mümkündü aslında. Kendi ruh halini ve de beyninde taşıdığı düşünceyi gösterebilmeliydi yazdıklarıyla. Bu düşünce ile sarıldı kağıda-kaleme ve anlatabilmenin zorluğuna; sevgilinin anlayabilme çabası yeterli gelmeyebilirdi. Bu yüzden açık-seçik olmalıydı kaleme aldığı hisleri. Anlaşılabilmeliydi; zorlanmadan. Yalnızlığından şikayetçiliği de unutmuştu; çünkü kazanımlarının farkına varınca; sevgiliye hitap edebilmenin değişik yollarını da keşfetmişti. Yeni keşiflerle yaşadığı coşkuyla beraber; sevgiliyi kaybetme korkusuna da kapılıvermişti. Sevgili edindiği biricik dostu, kendine dikkat etmeyip, tanımış olduğu diğer insanlara benzemişse eğer, diyerek acı içinde kıvrandı ve kurtarabilirim umuduyla kağıt üzerine yansıttığı yüreğinin sesiyle; yalnızlığını bir kez daha resmetmekte buldu çareyi:
YÜRÜYELİM
Anlaşılabilmeyi isterdik;
Yalnızlığın çaresizliğinde,
Dönen kalemin dostluğu ile...
Omuzlarımızda bir yük;
İyilikleri ve de güzellikleri
Sunabilmek dostluklara...
Yaşanılan acıların gölgesine;
Hasret ateşi düşer
Ve yanar insan yoksunlukta.
Şimdi, umut; sensiz ve çaresiz.
Şimdi, yalnızlık; isyan ve başkaldırı.
Tüketmeden geçmişin izlerini;
Anlatabilsek aşkın coşku dolu sevincini...
Ve yanımda yer sende alabilsen,
Ve yeni baştan, uzamsal gerçeklerde;
Yol boyu sevinç ve hüzünlerde; kayboluversek...
İnatla tutuşan dostluğun çığlıklarıyla;
Yine elele ve yine sevinç içinde;
Yürüyebilsek akıp giden zamanda...
AYŞEN ŞENAY - DOĞAN ÖZCAN
SEVMEK; YAŞAM İÇİ ANLAM VE COŞKUYA ULAŞABİLMENİN YOLU...
'İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN, YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN'