Kültür Sanat Edebiyat Şiir

kuyruklu yıldız sizce ne demek, kuyruklu yıldız size neyi çağrıştırıyor?

kuyruklu yıldız terimi Ger tarafından tarihinde eklendi

  • Pınar Kaya
    Pınar Kaya

    Ahhh bir zamanlar Halley Kuyruklu yıldızı wardı dünyaya çarpacagı söylenen sonra dinazorların yaşadıgı döneme döneğiz gibi tezlerin üretildigi dönem :))

    birde şarkısı wardı bunun Eurovizyona katılmıştık :))

  • Arthas
    Arthas

    Kuyruklu bir yıldız gibi...
    Yoksun...
    Yok…
    Yani hiç kalbin atmamış…
    Yani hiç nefes almamış…
    Yani hiç
    varolmamış gibi…
    Masal gibi…
    Bir varmış…
    Bir yokmuş…
    Varmış...

    Yokmuş...
    YOK….

    Gözlerimin seni ilk gördüğü andan, son gördüğü ana kadar
    olan zaman dilimini, beynimin en kalın duvarları arasına hapsettim. Sadece güzel
    şeyleri ayıklamadan, kendime saklamadan, fazlalıklarını budayıp eksikliklerini
    tamamlamadan.. Nasıl yaşandıysa öyle, işime geldiği gibi değil... olduğu gibi,
    yaşandığı gibi… Kim silebilir? Kim yok edebilir? Ölüm mü? ..

    Tanıştığımız ilk
    günleri hatırlıyorum... Kavurucu sıcaklar altında, genç insanların sağa sola
    savurduğu o elektriği... Gözlerdeki puslu bakışları... Arayışları,
    bekleyişleri... Kaçamak gülüşleri, anlık göz temaslarını... Kafamızın üstünde
    esen kavak yelleri bile o ateşi söndüremiyordu değil mi? .. Benden kaçışların...
    Kovalayışlarım... Bir yıldız kayması kadar kısa bakışların; yakalanınca yüzünde
    beliren pembelik... Başını nereye sokamayacağını bilemezdin; kalbini kime
    vereceğini bilemediğin gibi... Bana teslim olmak ister gibi ama bunu
    kabullenemeyişinin sözleri geliyor aklıma şimdi... “fazla yaklaşıp
    kovulmaktansa, uzakta durup çağrılmak daha iyidir.” Oysaki her bakışımın, her
    sözümün, her yürek atışımın seni çağırdığını bilseydin... Bildin ama zaman aldı,
    bildin ama gittin... Göz görür yürek severmiş... “Sen benim gözümle yüreğimle
    gördüğüm, sen benim gözümle yüreğimle sevdiğim olur musun? ! ” dedim. Oldun...
    Oldun ama zaman aldı... Oldun ama gittin...

    Ölüm ne kadar insafsız...
    Göğsümde keskin bir acının her türlü şiddetini yaşattı bana, varolmaktan
    yokolmak zamanına geçişin... Hala da yaşatıyor değişik şiddetlerde... Artık
    “sensiz” bir hayatın başladığı ilk saniye anladım, durmadan söylediğin o
    cümlenin anlamını... “Her zaman kıyametin arifesindeymiş gibi yaşamalı insan.”
    Ben yapamadım bunu... Şimdi hergün kıyametin ta kendisini yaşıyorum. Şimdi şimdi
    anlıyorum; en güzel anlarda bile içinde taşıdığın sıkıntıyı... En yüksek
    kahkahanın bile içinde sakladığın buruk tebessümü... Kendinden kaçışlarını,
    insanlardan –benden bile- saklanışlarını... Neden insanların, bana acıyarak
    baktıklarını... Neden kendini şeffaf ama geçilmez bir duvarın arkasında
    tuttuğunu... En muhteşem duyguların içinde bile, en acı verenlerinden birer
    damla bulunduruşunu... Neyin önünden kaçtın? Neyin arkasından kovaladın? Hepsini
    anladım; sen ölünce...

    “İnsan ölümlü bir mahluktur.”

    Neler düşündün,
    neler geçti aklından? Herkesin bildiği, benim aşktan kararmış gözümün görmediği
    bu “yokoluş” gerçeğini... Neden? ? ? Neyi istedin? .. Üzülmemi mi, Üzülmememi mi? ..
    “Acıların en acısı kendi kendimize çektirdiğimizdir! ”... İşte seni yokeden de
    buymuş, anladım... Sen beni de yanında sürükledin. Nereye gidersem gideyim,
    nerede olursam olayım, senin ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini
    biliyorum. Gözlerimi kapayıp, sadece bedenimi alıp, geleceğe yürüyemiyorum...
    Affet... Dünyanın hangi penceresinden bakarsam bakayım, hep aynı manzara... Hep
    sen... Nerdesin benim küçük mucizem? Hadi gelip kapıyı çalsana! .. Hadi kokunu
    burnuma, yüzünü elime dayasana...”

    Yazdıklarını buldum... Üzgünüm benden
    istediklerini yapamam! ”Üzülme, bana kızma, acıma, hayatını mahvetme,
    güzellikleri hatırla, ölümü unut! ”... Sana, yaşanmış her şeyi bu kadar boş
    kıldıran nedir? Her zamanki gibi kendini ifade edemeyişin mi yoksa ölümü sindire
    sindire kabullenişin mi? .. Biliyorum ki yine, yazmak istediğin binlerce
    kelimenin arasından bunları seçişin, sadece ve sadece hayata vermek istemediğin
    hesaptan kaynaklanıyor... Ben seni, kendi aleminde, şu anda varolduğun yokluk
    halinde -benden istediğin gibi- mutlu mesut yaşamaya bırakamam! .. Merhaba ile
    elveda deyişinin arasındaki zaman diliminde sıkışıp kalmana izin veremem! .. Bu
    haksızlık! ! ! Benden çaldığın güzellikleri geri istiyorum! .. Benden çaldığın,
    kıyametin arifesindeymiş gibi yaşamam gereken her günü geri istiyorum! Ne
    kalleşçeydi bu gidiş... Bana balonlarımı verip eline iğnelerini aldın...


    Kuyruklu bir yıldız gibi geçtin hayatımdan... Pırıltılarını sağa sola
    savurarak, yüz yılda bir gelen ve bir daha görmek için bir ömrün yetmediği bir
    yıldız gibi... Kısa ama harika bir zaman dilimine beni de dahil ettin... Şimdi
    senin için üzülmememi ve unutmamı mı istiyorsun? Her zaman beni güldürürdün ama
    bir ölü olarak bunu hala yapabilmen çok ilginç... Neresinden bakarsan bak iğrenç
    haldeyim. Ben bu durumdan polyanna’nın bile bir mutluluk kırıntısı bulup
    çıkaracağını sanmıyorum... Tüm hayatı bir sis bulutu arasından seyrediyor,
    dinliyorum... Arasıra o bulutun içine girip güneşi bulmak istiyorum ama
    korkuyorum inan, ya o da beni bırakıp giderse? .. Hayata karşı kahramanca
    savaşamıyorum artık, gücüm yok! .. Bir kez kabullenebilsem senin yokolduğun
    gerçeğini… Yapamıyorum... Eksikler, yaşanmamışlar, her güzel şeyin arkasına
    saklanmış o iğrenç gerçek... Yapmaya tatmaya vakit bulamadığım her şey beni
    rahat bırakmıyor... Kızgınlığımın sebebi bu işte... Eğer karanlığa doğru yola
    çıkacağını bilseydim, her günü kıyametin arifesindeymiş gibi yaşardım ben! Kabul
    edemiyorum bu gerçeği...

    “insan ölümlü bir mahluktur.”

    Hücreler
    dokuları, dokular organları, organlar sistemleri, sistemler organizmayı
    oluşturur. Kalp atmıyor, ciğer solumuyorsa, insan ölüdür... Sen ölüsün...


    Yoksun...
    VARSIN...
    Yani kalbin atmasa da...
    Yani nefes almasan da...

    Yani masal gibi...
    Bir varmış bir yokmuş diye başlayan,
    Kötü başlasa da
    iyi biten,
    İnsanların dilinde, kitapların sayfalarında,
    dünya döndükçe,
    ağızdan ağıza...
    unutulmayan masallar gibi...
    kuyruklu bir yıldız
    gibi...
    yüz yılda bir gelip pırıltılarını savuran
    kısa anlık mutluluklar
    yaşatıp,
    kaybolup karanlığa giden...
    uzaklara ışıklarını saçan
    ve benim
    bir daha göremeyeceğimi bildiğim halde
    beklediğim özlediğim...
    o bir avuç
    pırıltıya ömrümü harcadığım bir yıldız gibi...
    KUYRUKLU BİR YILDIZ GİBİ...

  • Ebubekir Korucu
    Ebubekir Korucu

    bilim adamlarının gözlemleri sonucu bu yıldızın(halley kuyruklu yıldızı) 76 yılda bir dünya etrafında seyir yaptığı öğreniliyor, yani dünyaya 76 yılda bir yaklaşıyor.deyir yönü doğudan batıya doğrudur.
    işin ilginç yanı ise bu kuyruklu yıldızın her dünyaya yaklaşmasında insanlık için önemli bir olayın vuku bulmasıdır.
    mesela 1453 yılında geçtiğinde bilindiği gibi istanbul ecdadımız tarafından fethediliyor.bu yıldız en son 1986 yılında dünya tarafından görülmüştür.tabiki 1986 senesinde de insanlık için önemli olay vuku bulmuştur.bilenler biliyor....

  • Pelin Taş
    Pelin Taş

    2012' de dünyaya bir kuyruklu yıldız çarpması bekleniyor...
    Bilim adamları bunun için ne yapıyor?
    Kocaman bir atom bombası..