Yazar Mahmut Makal,Bizim Köy romanında 1950 öncesini şöyle anlatır: hasat öncesinin son üç ayında,katıksız ekmekte bulamadıklarından insanlar (cacık toplayıp,kaynatıp yerlerdi.) Kısacası otlarlardı.Yoksulluğu alın yazısı gibi yaşarlardı.
'...bunlar, o taşra kasabası odalarındandı ki, (bazı memleketlerde havanın ve denizin bütün bir kısmı gözle görülmeyen milyonlarca protozoerlerin kokuları ve ışıklarıyla dolu oluşu gibi) içerilerindeki havaya sinmiş bulunan birtakım faziletlerin, hikmetlerin, itiyatların ve bütün bir gizli kapalı, fakat için için taşkın ve mânevi bir hayatın bin bir türlü kokusuyla bizi âdeta afsunlar... Bu kokular, şüphesiz, henüz tabiîliklerini tamamıyla kaybetmiş değildir ve komşu kırla aynı saman rengini taşırlar; fakat meyva bahçelerinden, kiler dolaplarına henüz giren taze yemişlerinden yapılmış, o berrak ve nefis pelteler gibi artık eve kapanmış, insanîleşmiştirler... Gene bu kokular, mevsimden mevsime değişmekle beraber, eve aitleşmiş, evin eşyaları sırasına geçmiştir; kâh, beyaz peltenin ekşimtrak tatlılığını sıcak ekmeğin lezzetiyle tadil ederler; kâh bir köyün duvar saati gibi dakika şaşmazlar; kâh ne vakit gelip ne vakit gittikleri bilinmez, kâh sürtük ve kâh yerleşik, kâh kaygısız ve kâh ihtiyatlıdırlar; kâh bir çamaşırcı kadın gibi titiz ve erkenci, kâh manastırdaki bir kız kadar sofudurlar; kâh endişeyi artıran bir sükûn ve kendi içinde uzun müddet yaşamadan geçip giden bir büyük şiir hazinesi hizmetini gören harcıâlem bir edebiyatla bahtiyardırlar... İşte, bu birer ruh kadar canlı kokuların sindiği veya dolaştığı odalar, aynı zamanda öyle nefis, öyle besleyici bir sessizlikle doludur ki, ben oraya giderken âdeta iştihamın açıldığını hissederdim... Bu his, hele, paskalya haftasının henüz serin olan bir sabahı, ilk Combray'e geldiğim gün, halama ilk ziyaretim esnasında, bir oburluk kelimesiyle ancak ifade edilebilirdi... 'Bonjur! ' demek için doğrudan doğruya halamın yanına girmezden önce beni bir müddet bitişik odada bekletirlerdi... Burada, henüz devam etmekte olan bir gecikmiş kış güneşi, sanki ocağın ateşinin önünde ısınmağa gelirdi... Köylerde birtakım 'fırın saçaklar' veya eski şatolarda birtakım kocaman ocak kubbeleri vardır ki bunların önünde veya altında bulunduğumuz vakit, duyduğumuz inziva rahatlığına bir de kışın şiirini ilâve etmek için dışarıda yağmurların, karların yağmasını, hattâ belki de bir tufan âfetinin zuhurunu dileyeceğimiz gelir... Halamın odasındaki ocak da iki tuğla arasında çıtırdayan ateşiyle etrafı is kokularına bulayarak yanarken bana böyle bir arzu verirdi... Halamı, beni kabul edinceye kadar yan odada beklerken Prie-Dieu ile baş dayanacak yerleri daima birer örgü keten parçasıyla örtülü kadife koltuklar arasında birkaç adım atardım... Bu esnada, ocağın ateşi, güneşli bir nisan sabahının nemli serinliğiyle biraz evvel tazelenmiş olmasına rağmen hâlâ o iştah açıcı kokularla zarlanmış bulunan havayı bir hamur gibi pişirir, incecik tabaklar halinde yoğurur, kızartır, kırıştırır, şişirir ve ondan gözle görülmez fakat elle dokunulur bir taşra pastası, bir nevi kocaman chausson meydana getirirdi... Ve ben, baştanbaşa bir hamur tatlısı haline gelmiş bu odada, yerli dolabın, komodinin, kuşlu duvar kâğıdının daha ince, daha tanıdık, fakat, daha kuru aroma kırıntılarını şöyle üstünkörü bir tattıktan sonra daima itiraf edilemez bir açgözlülükle çiçekli yatak örtüsünün biraz kirlimsi, biraz fazla olmuş meyva kokan, hazmı güç, ikisi ortası, yavan kokusuna dönüyor ve bununla daha ziyade avunuyordum...'
rate ilk defa köye gitmiştir..... her akşam gidilmesi gereken misafirlikler, misafirlikte harmana ateş yakmalar, zorla horona kaldırılmalara daha alışkın değildi.....(gerçi hâla öyle =))
rate balkonda oturuyordu....güneş tam karşısında batmaktaydı.....esmerce bi adam gelmekte, ağzında birşeyler yuvarlamaktaydı...
+efendım, anlayamadım? - heve hübe.....(fln tarzı) [elleriyle gözlük işareti yapmaktaydı, buradan çıkarım yapan rate] +haa dayımı soruyorsun, o merkeze gitti.....
köyün küçük cocukları gülerek
-ehe ehe senin için sağır mı diye sordu....ehe ehe...
ne diyeyim ben sana dilsiz insan? sen anlattın da ben duymadım, tamam öyle olsun.....
_________________
rate köyden aslında korkmaktadır fazlasıyla in/cin/ecinni hikayeleri anlatıldıgından....gece uyuyamamıştır, ama ne kalkıp baska yere gıdebılcek cesaretı vardır; ne de yatakta dönüp annesini rahatsız edebilcek lüksüne sahip değildir......zaten oda da 4 kişi yatılmaktadır(kuzen-anneannem-annem-ben)
anneannemin horlaması baslayınca annem korkudan sıçrar......rate yatıstırmak amaçlı
+korkma anne, annen o senin......
gece gece kopulur....anneannemse horul horul uyuyan kendisi değilmiş gibi
-kız sussanızaaaa
diye bagırır....
ertesi gün: nannanne: ben aslaaa horlamam....(tekrar kopulur)
hani şu koyunların başında duran köpekler var ya benim aklıma ilk onlar geldi bu gerizekalının başkanı köpekler yüzünden hiç kimse koyunlara göz ucuyla bile bakamaz ben bi kere baktım da kendimi elektrik direğinde buldum valla bi de orda saatlerce mahsur kaldım
arabayı park ettim diye gidip başka şeylerle meşgul olmayın..akşam olurr...mal gelir...(efendim büyük başa doğuda mal deriz) ...
sonra bu mal milleti hakikaten maldır(affınıza sığınarak) ...
park ettiğiniz yerde sıfır yanaşmadıysanız duvara, öteye beriye,bu süt çeşmesi inekcikler,düz yol dururken arabayla duvar arasına itişe kakışa sığmaya ve ordan geçmeye çalışırlar...az daha gayret etseler arabayı devirirler galiba :))
Yazar Mahmut Makal,Bizim Köy romanında 1950 öncesini şöyle anlatır: hasat öncesinin son üç ayında,katıksız ekmekte bulamadıklarından insanlar (cacık toplayıp,kaynatıp yerlerdi.) Kısacası otlarlardı.Yoksulluğu alın yazısı gibi yaşarlardı.
'...bunlar, o taşra kasabası odalarındandı ki, (bazı memleketlerde havanın ve denizin bütün bir kısmı gözle görülmeyen milyonlarca protozoerlerin kokuları ve ışıklarıyla dolu oluşu gibi) içerilerindeki havaya sinmiş bulunan birtakım faziletlerin, hikmetlerin, itiyatların ve bütün bir gizli kapalı, fakat için için taşkın ve mânevi bir hayatın bin bir türlü kokusuyla bizi âdeta afsunlar... Bu kokular, şüphesiz, henüz tabiîliklerini tamamıyla kaybetmiş değildir ve komşu kırla aynı saman rengini taşırlar; fakat meyva bahçelerinden, kiler dolaplarına henüz giren taze yemişlerinden yapılmış, o berrak ve nefis pelteler gibi artık eve kapanmış, insanîleşmiştirler... Gene bu kokular, mevsimden mevsime değişmekle beraber, eve aitleşmiş, evin eşyaları sırasına geçmiştir; kâh, beyaz peltenin ekşimtrak tatlılığını sıcak ekmeğin lezzetiyle tadil ederler; kâh bir köyün duvar saati gibi dakika şaşmazlar; kâh ne vakit gelip ne vakit gittikleri bilinmez, kâh sürtük ve kâh yerleşik, kâh kaygısız ve kâh ihtiyatlıdırlar; kâh bir çamaşırcı kadın gibi titiz ve erkenci, kâh manastırdaki bir kız kadar sofudurlar; kâh endişeyi artıran bir sükûn ve kendi içinde uzun müddet yaşamadan geçip giden bir büyük şiir hazinesi hizmetini gören harcıâlem bir edebiyatla bahtiyardırlar... İşte, bu birer ruh kadar canlı kokuların sindiği veya dolaştığı odalar, aynı zamanda öyle nefis, öyle besleyici bir sessizlikle doludur ki, ben oraya giderken âdeta iştihamın açıldığını hissederdim... Bu his, hele, paskalya haftasının henüz serin olan bir sabahı, ilk Combray'e geldiğim gün, halama ilk ziyaretim esnasında, bir oburluk kelimesiyle ancak ifade edilebilirdi... 'Bonjur! ' demek için doğrudan doğruya halamın yanına girmezden önce beni bir müddet bitişik odada bekletirlerdi... Burada, henüz devam etmekte olan bir gecikmiş kış güneşi, sanki ocağın ateşinin önünde ısınmağa gelirdi... Köylerde birtakım 'fırın saçaklar' veya eski şatolarda birtakım kocaman ocak kubbeleri vardır ki bunların önünde veya altında bulunduğumuz vakit, duyduğumuz inziva rahatlığına bir de kışın şiirini ilâve etmek için dışarıda yağmurların, karların yağmasını, hattâ belki de bir tufan âfetinin zuhurunu dileyeceğimiz gelir... Halamın odasındaki ocak da iki tuğla arasında çıtırdayan ateşiyle etrafı is kokularına bulayarak yanarken bana böyle bir arzu verirdi... Halamı, beni kabul edinceye kadar yan odada beklerken Prie-Dieu ile baş dayanacak yerleri daima birer örgü keten parçasıyla örtülü kadife koltuklar arasında birkaç adım atardım... Bu esnada, ocağın ateşi, güneşli bir nisan sabahının nemli serinliğiyle biraz evvel tazelenmiş olmasına rağmen hâlâ o iştah açıcı kokularla zarlanmış bulunan havayı bir hamur gibi pişirir, incecik tabaklar halinde yoğurur, kızartır, kırıştırır, şişirir ve ondan gözle görülmez fakat elle dokunulur bir taşra pastası, bir nevi kocaman chausson meydana getirirdi... Ve ben, baştanbaşa bir hamur tatlısı haline gelmiş bu odada, yerli dolabın, komodinin, kuşlu duvar kâğıdının daha ince, daha tanıdık, fakat, daha kuru aroma kırıntılarını şöyle üstünkörü bir tattıktan sonra daima itiraf edilemez bir açgözlülükle çiçekli yatak örtüsünün biraz kirlimsi, biraz fazla olmuş meyva kokan, hazmı güç, ikisi ortası, yavan kokusuna dönüyor ve bununla daha ziyade avunuyordum...'
Mother Nature's Son...
...
Bu dağlar eze dağlar
Yar gele geze dağlar
Suları şarap olmuş
Çiçeği meze dağlar
...
rate ilk defa köye gitmiştir.....
her akşam gidilmesi gereken misafirlikler, misafirlikte harmana ateş yakmalar, zorla horona kaldırılmalara daha alışkın değildi.....(gerçi hâla öyle =))
rate balkonda oturuyordu....güneş tam karşısında batmaktaydı.....esmerce bi adam gelmekte, ağzında birşeyler yuvarlamaktaydı...
+efendım, anlayamadım?
- heve hübe.....(fln tarzı)
[elleriyle gözlük işareti yapmaktaydı, buradan çıkarım yapan rate]
+haa dayımı soruyorsun, o merkeze gitti.....
köyün küçük cocukları gülerek
-ehe ehe senin için sağır mı diye sordu....ehe ehe...
ne diyeyim ben sana dilsiz insan? sen anlattın da ben duymadım, tamam öyle olsun.....
_________________
rate köyden aslında korkmaktadır fazlasıyla in/cin/ecinni hikayeleri anlatıldıgından....gece uyuyamamıştır, ama ne kalkıp baska yere gıdebılcek cesaretı vardır; ne de yatakta dönüp annesini rahatsız edebilcek lüksüne sahip değildir......zaten oda da 4 kişi yatılmaktadır(kuzen-anneannem-annem-ben)
anneannemin horlaması baslayınca annem korkudan sıçrar......rate yatıstırmak amaçlı
+korkma anne, annen o senin......
gece gece kopulur....anneannemse horul horul uyuyan kendisi değilmiş gibi
-kız sussanızaaaa
diye bagırır....
ertesi gün:
nannanne: ben aslaaa horlamam....(tekrar kopulur)
hani şu koyunların başında duran köpekler var ya benim aklıma ilk onlar geldi bu gerizekalının başkanı köpekler yüzünden hiç kimse koyunlara göz ucuyla bile bakamaz ben bi kere baktım da kendimi elektrik direğinde buldum valla bi de orda saatlerce mahsur kaldım
''bizim mereğe git tereğin öte yanından rapatayı al gel....''
iç ses:
mereği bi bulsam gerisi kolay... ;)
içimin içndeki ses:
mereği bulduk diyelim terek neresinde olur acep?
en iç ses:
mereği tereği koy kenara rapata da neyin nesi?
yüksek dış ses:
sözlük hakkımı kullanmak istiyoruumm!
:)
arabayı park ettim diye gidip başka şeylerle meşgul olmayın..akşam olurr...mal gelir...(efendim büyük başa doğuda mal deriz) ...
sonra bu mal milleti hakikaten maldır(affınıza sığınarak) ...
park ettiğiniz yerde sıfır yanaşmadıysanız duvara, öteye beriye,bu süt çeşmesi inekcikler,düz yol dururken arabayla duvar arasına itişe kakışa sığmaya ve ordan geçmeye çalışırlar...az daha gayret etseler arabayı devirirler galiba :))