BM Genel Kurulu, 17 Aralık 1996'da yaptığı toplantıda, Ganalı Kofi Annan'ı Genel Sekreterliğe atadı. 1 Ocak 1997'den 31 Aralık 2001'e kadar 5 yıllık bir süre için seçilen Annan ile ilk kez BM örgütünün ıçinde yetişmiş bir kişi genel sekreterliğe getirilmiş oluyor. 30 yıldan uzun süredir BM bünyesınde çalışmakta olan Annan, planlamadan finansmana, mülteci sorunlarından sağlığa değişik görevlerde bulunmuş ve Bosna, Irak Savaş ı gibi kritik durumlarda özel görevler almış. 1938 doğumlu olan Annan, Gana Kumasi Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden sonra Minnesota Macalester Koleji Ekonomi Bölümü'nü bitirdi. Cenevre'de lisans üstü ekonomi eğitimi gören ve Massachusetts Institute of Technology'de (MIT) işletme doktorasını tamamlayan Annan, İngilizce, Fransızca ve birkaç Afrika dili bilmekte. Kofi Annan, hukukçu ve sanatçı Nane Annan ile evli ve üç çocuk babası
Tolkien yaşadığı dönemde her İngiliz aydını kadar Türk düşmanı tabii ki. Bu, İngiltere'de o dönem için normal. Bir de Tolkien, Güney Afrika doğumlu, bu nedenle de ırkçı önyargıları var.
Kofi Annan bana planını çağrışıtırıyor... ANNAN PLANI şu sıralar haberlerde en çok telfuz edilen cümle belki ama büyük çoğunluğumuz ne olduğunu tam olarak bilmiyor bile. TAYYİP Erdoğan ın AKP hükümetinin 'çok güzel olacak Kıbrıslı Türkler AB ye girecek, sonra da biz girecez' diye milleti kandırdığı bir plan.İşin aslı hiç de öyle değil.Okuyalım öğrenelim:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden sonra Türkiye’nin de Rumlar’a kapılarını açması, bazı olumlu yanlarına rağmen, aynı zamanda bazı riskleri de beraberinde getirmiş gözükmektedir. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a sunulan iki raporda, Annan planının siyasal ve ekonomik boyutlarına ilişkin önemli soru işaretleri ortadadır.Türk tarafının çözüm için bugüne kadar ısrarla üzerinde durduğu üç parametre, “iki kesimlilik, siyasal eşitlik ve egemenliğin” belgede ne ölçüde karşılanacağıdır. Bunun yanısıra ekonomik olarak planın Türk tarafına 630 milyon dolar maliyet, ulusal gelirde yılda yüzde 20 kayıp getireceği açıkça ima edilmektedir.
Bu göre Birleşmiş Milletler belgesi, kuzeyde bir “Türk devleti”, güneyde de bir “Rum devleti” öngörmektedir. Bu durum gerçekten de ilk bakışta iki kesimli bir çözüm görüntüsü vermekteyse de, planda zaman içerisinde Türk kesimine yerleşmesi öngörülen Rumların sayısı, iki kesimlilik anlayışını temelden aşındıracak niteliktedir.
Annan belgesi, bir parça devletten diğer parça devlete nüfusun yüzde 28’ine ulaşabilecek bir nüfus akışına olanak tanımaktadır. Dahası, bir parça devletten diğerine geçerek yerleşecek olan kişiler, ikamet edecekleri parça devletin “seçme ve seçilme hakkı” da dahil olmak üzere “iç yurttaşlık haklarına” sahip olabileceklerdir. Plan uyarınca, Türk parça devletinde bir süre sonra her 3 yurttaştan biri Rum olabilecektir.
Plana göre Rumların Türk parça devlet vatandaşlığına geçmeleri ile, yani 4 yıllık moratoryum ve 7 yıllık vatandaşlık süresinin ardından mülk edinmelere sınırlama ise tümüyle kalkacak. Annan planı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AIHM) alacağı kararlara bağlı olarak, Türk parça devletindeki Rumların 25 değil, 15. Yıldan itibaren yüzde 28 oranına ulaşabilmeleri olasılığını da gündeme getiriyor. Böyle bir durumda, Türk parça devletine yerleşmesi öngörülen Rumların oranı 15. yıla gelinmeden de yüzde 28’e ulaşabilecek hatta tüm sınırlamalar ortadan kalkabilecek.
Planın getirdiği çesitli düzenlemeler siyasi eşitlik konusunda Türk tarafının beklentilerini karşılamaktan çok uzaktır. Öncelikle Türk tarafının, “eşit statüye sahip iki devletli ortaklık” önerisi karşılık görmezken, Annan planında yeni devletin kurucu anlaşması niteliğindeki çözüm belgesinin “Kıbrıs Türk tarafı” adına Rauf Denktaş, Kıbrıs Rum tarafı adına da Glafkos Klerides tarafından imzalanacağı belirtiliyor.
Belgede Türk tarafının siyasi eşitlik teziyle uyumlu olmayan bir şekilde Kıbrıs’ın “tek uluslar arası kimliği ve egemenliği” olacağı kaydedilirken de, “Cumhuriyet hükümeti” ifadesiyle öngörülen merkezi hükümetin üniter özellikleri ön plana çıkarılıyor. Siyasi eşitlik konusunda Türk tarafı açısından asıl büyük risk ise, Türk parça devletine yerleşmesi öngörülen Rumlar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Plana göre anlaşmasının imzalanmasının ardından Türk parça devletine geçecek Rumların 11 yıl sonra siyasal haklarını kullanmaya başlayacaklarıdır. Bu hem Türk parça devletinin kendi Meclisinde hem de ortak devletin Senato ve Temsilciler Meclisi’nde Rumların Türk parça devletini temsil etmelerini sağlayacaktır. Böylece parlamentonun oluşumunda iki parça devlete eşit sayıda milletvekili verilmezken, kararların alınmasında “ayrı çoğunluk” ilkesi göz ardı edilmektedir. Bu Türk tarafı açısından 1960’daki haklarından da daha geriye giden bir düzenleme öngörülmektedir.
Türk tarafının bugüne kadar ısrarla üzerinde durduğu egemenlik konusunda plan, beklentileri karşılamaktan çok uzak kalmaktadır. Türk tarafı, iki tarafın “eşit ve birbirleri tarafından kabul gören ve uluslar arası anlamda tanınan” bir egemenliğinin olmasını talep etmektedir. Bunun anlamı da, anlaşmanın imzalanmasından en az 24 saat önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması olmaktadır. Ancak Rum tarafı buna yanaşmazken, planda da Kıbrıs’ın tek uluslar arası kimlik ve egemenliği olacağı vurgulanıyor. Planda diğer yandan egemenlik yalnızca parça devletin içindeki “yürütmenin özerkliği” olarak sınırlı bir şekilde yorumlanıyor.
Annan plânını sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için ekonomi açısından olası sonuçlarını da ortaya koymakta yarar vardır. Kıbrıs Türk makamlarınca hazırlanan ekonomi alanındaki değerlendirmeye göre BM’nin Kıbrıs plânı, Türk tarafına 630 milyon dolar maliyet, ulusal gelirde yılda yüzde 20 kayıp getiriyor. Plan uyarınca toprak oranı gerçekte “yüzde 28.50’ye” düşecek olan Türk tarafı, plandaki haritalara göre verimli topraklarının yaklaşık yüzde 65'ini Rum yönetimine devredecektir. Türk tarafı, bu durumda tarımsal gelirlerinin yüzde 33'ünü kaybedecektir.
55 bin insanın göç etmesi sonucunda yaklaşık 15 bin yeni konut yapmak zorunda kalacak olan Kıbrıs Türk tarafı, en az 390 milyon dolarlık kaynağa gereksinim duyacaktır. Plana göre, KKTC'nin ekilebilir topraklarının yüzde 66.4'ü Rum kesimine verilecektir. Böylece narenciye üretiminin yüzde 67'si, patates üretiminin yüzde 75'i, sebze üretiminin yüzde 50'si ve hububat üretiminin yüzde 70'i kaybedilecektir.
Sonuç olarak, planın ekonomi boyutuyla yalnızca 1 yıl içerisinde 55 bin Kıbrıslı Türkün göçü ve verilmesi öngörülen topraklar nedeniyle ulusal gelir kaybı 200,3 milyon dolar olması bekleniyor. Bu da 908 milyon dolar olan KKTC’nin 2001 yılı Gayri Safi Milli Hasılasının yüzde 22'sine denk geliyor. KKTC topraklarının yüzde 20'sini vermekle, 1,350'ye yakın işyerinin kapatılması ile karşı karşıya kalacak olan KKTC’nin, tarım ve diğer sektörlerde çalışan yaklaşık 13 bin yurttaşı issiz kalacaktır.
Kıbrıs çözüm sürecini yakından izleyenler, Annan planının BM tarafından hazırlanan belgeler arasında, Türk tarafının beklentilerine en çok yaklaşabilen metin olduğu gerçeğini paylaşıyor. Ancak Cumhurbaşkanı Denktaş’a sunulan raporların da gösterdiği gibi belge, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri açısından güçlü siyasal güvenceler getirmekten hala uzaktır. Türk tarafının çözüm için üzerinde ısrarla durduğu üç parametre, siyasal eşitlik, iki kesimlilik ve egemenlik, belgede risklere açık hale geliyor. Türk tarafından çözüm ve AB üyeliğine karşılık ağır bir bedel isteniyor.
Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili müzakerelerin başlatılması ve sürdürülmesinin Ankara'nın Kıbrıs konusundaki tutumunun değişmesi için bir baskı aracı olacağına inandığını belirten Rum Lider, Papadopulos, Türkiye’nin böylelikle bir AB ülkesi gibi davranmak zorunda kalacağını, AB ilkelerine saygılı ve özellikle başka bir AB ülkesinin topraklarını işgal edemeyeceğini söylemiştir.
Ayrıca Rum kesiminin AB üyeliğine kabul edilmesiyle Kıbrıs'ın tamamının AB'ye girdiğini, ancak Ada'nın bölünmüşlüğünün bu konuda sorun yarattığını belirterek, “Bölünmüş bir Kıbrıs'ın üye olmasında sorunlar bulunduğunu” vurgulamaktadır.Şimdi tüm bu sözlerin anlamı nedir? Enossis’e atıfta mı bulunuluyor yoksa?
Yunanistan Kültür Bakanlığı'nın 1982 yılında hazırlayıp dünya ülkelerine dağıttırdığı haritada, Ege ve Batı Anadolu Yunanistan'ın, Karadeniz bölgesi Pontus'un, Doğu Anadolu Ermenilerin, Güney Doğu Anadolu Kürtlerin, Güney Anadolu, Suriye'nin toprakları olarak gösteriliyor. Türkiye'ye ise sadece Orta Anadolu yani Ankara ve çevresi bırakılmış. Kıbrıs'ın tümü ise Yunanistan'a ait gösterilmiştir.
2 Aralık 1991 tarihli Simerini, Yunanistan'da Öğrenim Gören Rum Gençlik Örgütü EFEK Genel Kurulu'nda alınan kararı şöyle açıklıyordu:
“İlk hedefimiz, bütün Türk işgal kuvvetlerinin ve sömürgecilerin ayrılması, bütün kayıp kardeşlerimizin akıbetlerinin belirlenmesi, bütün göçmenlerin evlerine dönmesi ile sonuçlanacak bütün Kıbrıs'ın kurtarılması ve bunun ardından kutsal self-determinasyon hakkının kullanılması olmalıdır. Federal bir devlet öngören doruk anlaşmalarından kurtulunmalıdır...”
Türk-Yunan ilişkilerinde Yunanistan, genelde hukuku çiğneyen, hakkı olmayanı alan-yapan taraf durumundadır. Fiili durumlar yaratma peşindedir. Bir anlamda da olayları kendisi başlatmakta ve dolayısıyla önde olmaktadır. Türkiye ise, oldu-bittiler ile karşı karşıya kalmaktadır. Çiğnenmiş hukukunun, ihlal edilmiş bir hakkının teslim edilmesini sağlamak gibi edilgen bir konumda bulunmaktadır. Bu koşullarda Yunanistan’dan istenen hukuka aykırılığı ortadan kaldırması, çiğnediği hakkı teslim etmesi olmaktadır. Oysa, aynı koşullarda, hakkı çiğnenen Türkiye’den, hakkı olanı alabilmesi için ilave tavizlerde bulunması istenmektedir. Yunanistan haksız olarak geldiği pozisyonu terke zorlanırken, Türkiye hakkını almak için farklı alanlarda yeni tavizler vermeye zorlanmaktadır.
Bunun en güzel örneği, gayri askeri statüdeki adaların silahlandırılmasıdır. Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı olarak adaları silahlandırmıştır. Bu konu masaya yatırıldığında, adalardaki silahları geri çekmesi karşılığında, Türkiye’nin Yunanistan’a başka alanlarda taviz vermesi istenmektedir. Yunanistan’ın yaptığı haksızlığın düzeltilmesi için, haksızlığa uğrayanın ayrıca taviz vermesi gibi, “garip” ve “ilginç” bir durum ortaya çıkmaktadır. Yunanistan masaya “başkasının olanı” sürmek gibi bir rahatlık içinde otururken, Türkiye “kendisinin olanı” almak için, yine kendisinin olan yeni bazı şeyleri Yunanistan’a vermeye zorlanmaktadır.
Atatürk'ün de çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi; Kıbrıs'a karşı yüklendiği uluslararası yükümlülükleri olmasa bile, Türkiye, kendi sahillerinin güvenliği açısından Kıbrıs'ın Yunanistan ya da bir başka devletin elinde bulunmasına izin veremez.
Kıbrıs'ın Anamur'dan sadece 40 deniz mili uzakta olduğunu düşünmek ve Yunanistan ile komşu ülkelerin Türkiye üzerinde her zaman için tarihten kaynaklanan yayılmacı emeller beslediğini bilmek bile, Kıbrıs'ın Türkiye için stratejik değerini daha kolay ortaya çıkarır ve Türkiye'nin ENOSİS tehlikesi karşısında niye sessiz kalamayacağını açıkça izah eder.
Türkiye'nin ENOSİS'e bu karşı çıkışı ve direnişe geçen Türk halkına verdiği sarsılmaz destek, adanın Yunanistan'a bağlanmasını önleyip, bağımsızlık kapısını açan en önemli faktördür.
Egemenliğe dayalı, iki devletli, Türkiye'nin etkin ve fiili garantisinin süreceği bir anlaşma şarttır. Kıbrıs'ta çözüm isteyenler, Rumlara tüm Kıbrıs'ın meşru hükümeti muamelesi yapmaktan vazgeçerek, iki tarafa da eşit davranmalıdır. Yalnızca Türkiye’nin fedakarlık yapmasını beklenmemelidir.
Birleşmiş Milletlerin başına geldiğinde inşallah bize Butros Gali'yi aratmaz demiştim. Ne varki arattı... :)))
BM Genel Kurulu, 17 Aralık 1996'da yaptığı toplantıda, Ganalı Kofi Annan'ı Genel Sekreterliğe atadı. 1 Ocak 1997'den 31 Aralık 2001'e kadar 5 yıllık bir süre için seçilen Annan ile ilk kez BM örgütünün ıçinde yetişmiş bir kişi genel sekreterliğe getirilmiş oluyor. 30 yıldan uzun süredir BM bünyesınde çalışmakta olan Annan, planlamadan finansmana, mülteci sorunlarından sağlığa değişik görevlerde bulunmuş ve Bosna, Irak Savaş ı gibi kritik durumlarda özel görevler almış. 1938 doğumlu olan Annan, Gana Kumasi Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden sonra Minnesota Macalester Koleji Ekonomi Bölümü'nü bitirdi. Cenevre'de lisans üstü ekonomi eğitimi gören ve Massachusetts Institute of Technology'de (MIT) işletme doktorasını tamamlayan Annan, İngilizce, Fransızca ve birkaç Afrika dili bilmekte. Kofi Annan, hukukçu ve sanatçı Nane Annan ile evli ve üç çocuk babası
Tolkien yaşadığı dönemde her İngiliz aydını kadar Türk düşmanı tabii ki. Bu, İngiltere'de o dönem için normal. Bir de Tolkien, Güney Afrika doğumlu, bu nedenle de ırkçı önyargıları var.
Kofi Annan bana planını çağrışıtırıyor...
ANNAN PLANI şu sıralar haberlerde en çok telfuz edilen cümle belki ama büyük çoğunluğumuz ne olduğunu tam olarak bilmiyor bile.
TAYYİP Erdoğan ın AKP hükümetinin 'çok güzel olacak Kıbrıslı Türkler AB ye girecek, sonra da biz girecez' diye milleti kandırdığı bir plan.İşin aslı hiç de öyle değil.Okuyalım öğrenelim:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden sonra Türkiye’nin de Rumlar’a kapılarını açması, bazı olumlu yanlarına rağmen, aynı zamanda bazı riskleri de beraberinde getirmiş gözükmektedir.
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a sunulan iki raporda, Annan planının siyasal ve ekonomik boyutlarına ilişkin önemli soru işaretleri ortadadır.Türk tarafının çözüm için bugüne kadar ısrarla üzerinde durduğu üç parametre, “iki kesimlilik, siyasal eşitlik ve egemenliğin” belgede ne ölçüde karşılanacağıdır. Bunun yanısıra ekonomik olarak planın Türk tarafına 630 milyon dolar maliyet, ulusal gelirde yılda yüzde 20 kayıp getireceği açıkça ima edilmektedir.
Bu göre Birleşmiş Milletler belgesi, kuzeyde bir “Türk devleti”, güneyde de bir “Rum devleti” öngörmektedir. Bu durum gerçekten de ilk bakışta iki kesimli bir çözüm görüntüsü vermekteyse de, planda zaman içerisinde Türk kesimine yerleşmesi öngörülen Rumların sayısı, iki kesimlilik anlayışını temelden aşındıracak niteliktedir.
Annan belgesi, bir parça devletten diğer parça devlete nüfusun yüzde 28’ine ulaşabilecek bir nüfus akışına olanak tanımaktadır. Dahası, bir parça devletten diğerine geçerek yerleşecek olan kişiler, ikamet edecekleri parça devletin “seçme ve seçilme hakkı” da dahil olmak üzere “iç yurttaşlık haklarına” sahip olabileceklerdir. Plan uyarınca, Türk parça devletinde bir süre sonra her 3 yurttaştan biri Rum olabilecektir.
Plana göre Rumların Türk parça devlet vatandaşlığına geçmeleri ile, yani 4 yıllık moratoryum ve 7 yıllık vatandaşlık süresinin ardından mülk edinmelere sınırlama ise tümüyle kalkacak. Annan planı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AIHM) alacağı kararlara bağlı olarak, Türk parça devletindeki Rumların 25 değil, 15. Yıldan itibaren yüzde 28 oranına ulaşabilmeleri olasılığını da gündeme getiriyor. Böyle bir durumda, Türk parça devletine yerleşmesi öngörülen Rumların oranı 15. yıla gelinmeden de yüzde 28’e ulaşabilecek hatta tüm sınırlamalar ortadan kalkabilecek.
Planın getirdiği çesitli düzenlemeler siyasi eşitlik konusunda Türk tarafının beklentilerini karşılamaktan çok uzaktır. Öncelikle Türk tarafının, “eşit statüye sahip iki devletli ortaklık” önerisi karşılık görmezken, Annan planında yeni devletin kurucu anlaşması niteliğindeki çözüm belgesinin “Kıbrıs Türk tarafı” adına Rauf Denktaş, Kıbrıs Rum tarafı adına da Glafkos Klerides tarafından imzalanacağı belirtiliyor.
Belgede Türk tarafının siyasi eşitlik teziyle uyumlu olmayan bir şekilde Kıbrıs’ın “tek uluslar arası kimliği ve egemenliği” olacağı kaydedilirken de, “Cumhuriyet hükümeti” ifadesiyle öngörülen merkezi hükümetin üniter özellikleri ön plana çıkarılıyor. Siyasi eşitlik konusunda Türk tarafı açısından asıl büyük risk ise, Türk parça devletine yerleşmesi öngörülen Rumlar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Plana göre anlaşmasının imzalanmasının ardından Türk parça devletine geçecek Rumların 11 yıl sonra siyasal haklarını kullanmaya başlayacaklarıdır. Bu hem Türk parça devletinin kendi Meclisinde hem de ortak devletin Senato ve Temsilciler Meclisi’nde Rumların Türk parça devletini temsil etmelerini sağlayacaktır. Böylece parlamentonun oluşumunda iki parça devlete eşit sayıda milletvekili verilmezken, kararların alınmasında “ayrı çoğunluk” ilkesi göz ardı edilmektedir. Bu Türk tarafı açısından 1960’daki haklarından da daha geriye giden bir düzenleme öngörülmektedir.
Türk tarafının bugüne kadar ısrarla üzerinde durduğu egemenlik konusunda plan, beklentileri karşılamaktan çok uzak kalmaktadır. Türk tarafı, iki tarafın “eşit ve birbirleri tarafından kabul gören ve uluslar arası anlamda tanınan” bir egemenliğinin olmasını talep etmektedir. Bunun anlamı da, anlaşmanın imzalanmasından en az 24 saat önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması olmaktadır. Ancak Rum tarafı buna yanaşmazken, planda da Kıbrıs’ın tek uluslar arası kimlik ve egemenliği olacağı vurgulanıyor. Planda diğer yandan egemenlik yalnızca parça devletin içindeki “yürütmenin özerkliği” olarak sınırlı bir şekilde yorumlanıyor.
Annan plânını sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için ekonomi açısından olası sonuçlarını da ortaya koymakta yarar vardır. Kıbrıs Türk makamlarınca hazırlanan ekonomi alanındaki değerlendirmeye göre BM’nin Kıbrıs plânı, Türk tarafına 630 milyon dolar maliyet, ulusal gelirde yılda yüzde 20 kayıp getiriyor. Plan uyarınca toprak oranı gerçekte “yüzde 28.50’ye” düşecek olan Türk tarafı, plandaki haritalara göre verimli topraklarının yaklaşık yüzde 65'ini Rum yönetimine devredecektir. Türk tarafı, bu durumda tarımsal gelirlerinin yüzde 33'ünü kaybedecektir.
55 bin insanın göç etmesi sonucunda yaklaşık 15 bin yeni konut yapmak zorunda kalacak olan Kıbrıs Türk tarafı, en az 390 milyon dolarlık kaynağa gereksinim duyacaktır. Plana göre, KKTC'nin ekilebilir topraklarının yüzde 66.4'ü Rum kesimine verilecektir. Böylece narenciye üretiminin yüzde 67'si, patates üretiminin yüzde 75'i, sebze üretiminin yüzde 50'si ve hububat üretiminin yüzde 70'i kaybedilecektir.
Sonuç olarak, planın ekonomi boyutuyla yalnızca 1 yıl içerisinde 55 bin Kıbrıslı Türkün göçü ve verilmesi öngörülen topraklar nedeniyle ulusal gelir kaybı 200,3 milyon dolar olması bekleniyor. Bu da 908 milyon dolar olan KKTC’nin 2001 yılı Gayri Safi Milli Hasılasının yüzde 22'sine denk geliyor. KKTC topraklarının yüzde 20'sini vermekle, 1,350'ye yakın işyerinin kapatılması ile karşı karşıya kalacak olan KKTC’nin, tarım ve diğer sektörlerde çalışan yaklaşık 13 bin yurttaşı issiz kalacaktır.
Kıbrıs çözüm sürecini yakından izleyenler, Annan planının BM tarafından hazırlanan belgeler arasında, Türk tarafının beklentilerine en çok yaklaşabilen metin olduğu gerçeğini paylaşıyor. Ancak Cumhurbaşkanı Denktaş’a sunulan raporların da gösterdiği gibi belge, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri açısından güçlü siyasal güvenceler getirmekten hala uzaktır. Türk tarafının çözüm için üzerinde ısrarla durduğu üç parametre, siyasal eşitlik, iki kesimlilik ve egemenlik, belgede risklere açık hale geliyor. Türk tarafından çözüm ve AB üyeliğine karşılık ağır bir bedel isteniyor.
Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili müzakerelerin başlatılması ve sürdürülmesinin Ankara'nın Kıbrıs konusundaki tutumunun değişmesi için bir baskı aracı olacağına inandığını belirten Rum Lider, Papadopulos, Türkiye’nin böylelikle bir AB ülkesi gibi davranmak zorunda kalacağını, AB ilkelerine saygılı ve özellikle başka bir AB ülkesinin topraklarını işgal edemeyeceğini söylemiştir.
Ayrıca Rum kesiminin AB üyeliğine kabul edilmesiyle Kıbrıs'ın tamamının AB'ye girdiğini, ancak Ada'nın bölünmüşlüğünün bu konuda sorun yarattığını belirterek, “Bölünmüş bir Kıbrıs'ın üye olmasında sorunlar bulunduğunu” vurgulamaktadır.Şimdi tüm bu sözlerin anlamı nedir? Enossis’e atıfta mı bulunuluyor yoksa?
Yunanistan Kültür Bakanlığı'nın 1982 yılında hazırlayıp dünya ülkelerine dağıttırdığı haritada, Ege ve Batı Anadolu Yunanistan'ın, Karadeniz bölgesi Pontus'un, Doğu Anadolu Ermenilerin, Güney Doğu Anadolu Kürtlerin, Güney Anadolu, Suriye'nin toprakları olarak gösteriliyor. Türkiye'ye ise sadece Orta Anadolu yani Ankara ve çevresi bırakılmış. Kıbrıs'ın tümü ise Yunanistan'a ait gösterilmiştir.
2 Aralık 1991 tarihli Simerini, Yunanistan'da Öğrenim Gören Rum Gençlik Örgütü EFEK Genel Kurulu'nda alınan kararı şöyle açıklıyordu:
“İlk hedefimiz, bütün Türk işgal kuvvetlerinin ve sömürgecilerin ayrılması, bütün kayıp kardeşlerimizin akıbetlerinin belirlenmesi, bütün göçmenlerin evlerine dönmesi ile sonuçlanacak bütün Kıbrıs'ın kurtarılması ve bunun ardından kutsal self-determinasyon hakkının kullanılması olmalıdır. Federal bir devlet öngören doruk anlaşmalarından kurtulunmalıdır...”
Türk-Yunan ilişkilerinde Yunanistan, genelde hukuku çiğneyen, hakkı olmayanı alan-yapan taraf durumundadır. Fiili durumlar yaratma peşindedir. Bir anlamda da olayları kendisi başlatmakta ve dolayısıyla önde olmaktadır. Türkiye ise, oldu-bittiler ile karşı karşıya kalmaktadır. Çiğnenmiş hukukunun, ihlal edilmiş bir hakkının teslim edilmesini sağlamak gibi edilgen bir konumda bulunmaktadır. Bu koşullarda Yunanistan’dan istenen hukuka aykırılığı ortadan kaldırması, çiğnediği hakkı teslim etmesi olmaktadır. Oysa, aynı koşullarda, hakkı çiğnenen Türkiye’den, hakkı olanı alabilmesi için ilave tavizlerde bulunması istenmektedir. Yunanistan haksız olarak geldiği pozisyonu terke zorlanırken, Türkiye hakkını almak için farklı alanlarda yeni tavizler vermeye zorlanmaktadır.
Bunun en güzel örneği, gayri askeri statüdeki adaların silahlandırılmasıdır. Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı olarak adaları silahlandırmıştır. Bu konu masaya yatırıldığında, adalardaki silahları geri çekmesi karşılığında, Türkiye’nin Yunanistan’a başka alanlarda taviz vermesi istenmektedir. Yunanistan’ın yaptığı haksızlığın düzeltilmesi için, haksızlığa uğrayanın ayrıca taviz vermesi gibi, “garip” ve “ilginç” bir durum ortaya çıkmaktadır. Yunanistan masaya “başkasının olanı” sürmek gibi bir rahatlık içinde otururken, Türkiye “kendisinin olanı” almak için, yine kendisinin olan yeni bazı şeyleri Yunanistan’a vermeye zorlanmaktadır.
Atatürk'ün de çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi; Kıbrıs'a karşı yüklendiği uluslararası yükümlülükleri olmasa bile, Türkiye, kendi sahillerinin güvenliği açısından Kıbrıs'ın Yunanistan ya da bir başka devletin elinde bulunmasına izin veremez.
Kıbrıs'ın Anamur'dan sadece 40 deniz mili uzakta olduğunu düşünmek ve Yunanistan ile komşu ülkelerin Türkiye üzerinde her zaman için tarihten kaynaklanan yayılmacı emeller beslediğini bilmek bile, Kıbrıs'ın Türkiye için stratejik değerini daha kolay ortaya çıkarır ve Türkiye'nin ENOSİS tehlikesi karşısında niye sessiz kalamayacağını açıkça izah eder.
Türkiye'nin ENOSİS'e bu karşı çıkışı ve direnişe geçen Türk halkına verdiği sarsılmaz destek, adanın Yunanistan'a bağlanmasını önleyip, bağımsızlık kapısını açan en önemli faktördür.
Egemenliğe dayalı, iki devletli, Türkiye'nin etkin ve fiili garantisinin süreceği bir anlaşma şarttır. Kıbrıs'ta çözüm isteyenler, Rumlara tüm Kıbrıs'ın meşru hükümeti muamelesi yapmaktan vazgeçerek, iki tarafa da eşit davranmalıdır. Yalnızca Türkiye’nin fedakarlık yapmasını beklenmemelidir.
Prof.Dr. Metin AYIŞIĞI