Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? sizce ne demek, Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? size neyi çağrıştırıyor?
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Stoa felsefesinin temel önerilerinden biri olan “Gönüllü zorluğa katlanma” Kiniklerden alınmıştı. En tanıdık temsilcilerden Diyojen’den bildiğimiz üzere Kinikler kendilerini gönüllü olarak zorlarlardı. Kışın soğuk suyla yıkanır, yazın güneşin alnında sıcak kumlarda yuvarlanırlardı. Marcus henüz gençken hayata veda eden Stoacı Epiktetos, geliştirdiği Stoa öğretisinde Kiniklerin çok beğendiği yönlerini de öğretiyordu. Bunlardan birisi “Tahammül et ve feragat et” ya da “Katlan ve sakın” idi. Buna göre insan doğrudan kontrolü dışında olan şeyleri sakinlikle kabullenmeli ve başkalarının hataları karşısında bir şey yapmaktan sakınmalıydı. Resim öğretmeni belli ki Kiniklerden epeyce şey almıştı ancak yine bu Marcus Aurelius’un sarsılmaz bir karakterinin olmadığı anlamına da gelmiyordu. İmparator olduktan sonra ihanetlerle karşılaştığında bile verdiği sözden dönmeyen Marcus, en iyi ilk beş Roma imparatorunun sonuncusu olarak anılacaktı.
Robertson kitapta, bir yandan Marcus Aurelius’un Stoa öğretisiyle şekillendirdiği yaşamının izlerini sürerken bir yandan da Stoa felsefesinin temel prensiplerinin bir terapi yöntemine nasıl ilham verdiğini çeşitli örnekler üzerinden anlatıyor. Örneğin Epiktetos’un “Siz yalnızca bir duygusunuz, temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz şey değilsiniz” söyleminin bilişsel mesafe kazanma konusunda imdada koşarak, böylece dış olaylardan, nesnelere bağlanmayarak kendimizi nasıl ayırabileceğimizi gösteriyor. Bunun yanı sıra şeffaflık prensibinden hareketle, zihnimizden geçen herhangi bir düşünceyi o anda yüzümüz kızarmadan yüksek sesle söyleyebilecek kadar saf ve temiz olma idealinin, kişinin her an kendisini gözlemleyerek öz farkındalık kazandırmaya nasıl dönüşebileceğini anlatıyor. “Çünkü” der Marcus, “bizler kendi aptalca fikirlerimizden ziyade başkalarının fikirlerine daha çok değer veririz.” Kıbrıslı Zenon ise bunu şöyle ifade eder:
“Her şeyde çok dikkatli davranmalıyız, sanki biraz sonra hocalarımıza bunun cevabını verecekmişiz gibi.”
“Yorgun gözlerini kapamak için izin verme uykuya
Gündüzün her işini hesap etmeden:
Nerede yanlış yaptım? Ne yaptım? Ve ne kaldı yapılmadık? Demeden…
O zaman baştan sona gözden geçir
?Ve sonra azarla kendini sefil işlerin için ama zevk de al iyilerinden.”
Sonraları Meditasyonlar kitabında sıklıkla samimiyetsizlik ve yozlaşmadan bahseden Marcus Aurelius, tahta geçerken de söz verecekti. O, İmparator Hadrian gibi olmayacaktı çünkü ona göre gerçek güç, şiddet ve saldırganlıktan değil kibarlık ve şefkat gösterebilme yeteneğinden doğardı.
?Onun yaşama bakışını bilgelikle bezeyen bu düşüncelerin mimarlarından biri resim öğretmeni Diognetus’tu. Henüz on iki yaşındayken tanıştığı bu öğretmen ona zamanını çalan şeylerden uzak durmasını öğütlüyor ve onu açık konuşma (parrhesia), hoşgörülü olma konularında eğitiyordu. Diognetus, aynı zamanda küçük öğrencisine zorluğa ve sıkıntıya sabırla nasıl tahammül edileceğini, özgüvenli olmayı, yaşamda az şeyle yetinmenin gereğini, iftiraya nasıl kulak tıkanacağını, başka insanların işine burnunu sokmaktan nasıl sakınacağını da öğretiyordu. Arenada savaşan gladyatörler arasında taraf tutmamayı da… Öğretmeninin genç Marcus’a öğrettiği düsturlardan biri de “Gönüllü olarak zorluğa katlanma” (ponos) idi.
Zenon, soluğu Kinik Krates’in yanında aldı. 20 yıl kendini yetiştirdi ve sonrasında kendi okulunu kurdu. Önceleri kendilerine Zenoncular olarak adlandıran öğrencileri daha sonrasında Stoacılar olarak anılmaya başladı.
Kıbrıslı Zenon’dan (MÖ 334-262) sonra geç dönem Stoacıları arasına adını yazdırmış olan Marcus Aurelius (MS 121-180) Stoa Okulu’nun bayrağını devralanlardandı. Soylu bir aileden geliyordu ve Roma İmparatoru Hadrian’la akrabaydı. Daha çok küçük yaşlardayken takındığı tavırlarla, açık sözlülüğü ve doğruluğuyla Hadrian’ın ilgisini çekmişti. Hadrian, gözetiminde yetiştirdiği Marcus’u ölmeden önce halefi ilan etti böylece Marcus onun torunu olarak tahtını devralacaktı. Ancak bu durum genç Marcus’u oldukça ürkütecekti çünkü sarayda sürdürdüğü yaşamda siyasetin kirli dünyası ve yozlaşmaya yabancı değildi. İmparator Hadrian’ın gittikçe artan hoşgörüsüzlüğü, şüpheciliği ve kendisini eleştirenleri sürgüne yollaması Marcus’un değerlerine tamamen zıttı.
Yolculuğunun en kazançlı günlerinin başladığı ilk gün bir dilenciydi. Atina sokaklarında yardım dilenirken kendini Delfi Mabedi’nde buldu. Apollo’ya adanmış bu kutsal tapınakta kadın bir kâhin bulunurdu, Pythia olarak bilinen bu kâhin yerdeki bir yarıktan Apollo ile iletişime geçer ve çeşitli kehanetlerde bulunurdu. Zenon, kâhinin konuşmasını dinlerken “Ölü deniz kabuklarının değil, ölü insanların rengini alın” sözlerini duyduğunda afallamıştı. Şaşkın bir hâlde döndüğü Atina’da kendini bir kitapçıda buldu. Ksenofon tarafından yazılmış Sokrates’in Hatırlamaya Değer Şeyleri adlı kitabını okumaya başladığında kâhinin şifreli sözlerinin mührü kırıldı. Kendisinden yıllar önce dünyadan geçmiş bir filozofun öğretisini özümseyerek “ölü insanların rengine” bürünmesi gerektiğini anladı. Heyecanla kitapçıya döndü ve sordu: “Bunun gibi bir adamı nerede bulabilirim?”
Antik dünyanın en önemli okullarından birinin kurucusu Kıbrıslı Zenon tarafından söylenmiştir bu sözler. Bir zamanlar varlıklı bir tüccar olan Zenon, fermente edilmiş kabuklu deniz canlılarından elde edilen ve kralların giysilerini boyamak için kullanılan “kraliyet moru” adıyla bilinen paha biçilmez ürünün ticaretini yapıyordu. Bir gün gemisi fırtınaya yakalandı. Canını zar zor kurtarıp karaya ulaştığında mallarının köpüren dalgalar arasında batışını ve her şeyin geldiği yere, okyanusa geri dönüşünü izliyordu.
Benim en kazançlı yolculuğum gemimin battığı ve tüm servetimi kaybettiğim gün başladı."
Oysa birimize ne çok serzenişte bulunuruz. İnsanlar herbiri ayrı dünya ve farklı kişilikler olduğu için birbirinden farklılaşmaları normaldir. Herbirimiz çeşitli faktörlerden dolayı farklı karakter yapılarına bürünürüz. Bizimki insanda dini aramak değil ki insanı, insanda aramak.
Bana göre ayetler tartışmaya açık değildir. Hem Allah’a inancın tam teslimiyetidir düşünüldüğünde; “ dinler insanı açıklamakla uğraşmazlar” cümlesi. Eğer dinin Allah tarafından gönderildiğine inanıyorsa kişi. Onun zaten bildiği bir varlığı neden araştırsın ve öğrenmeğe çalışsın?
Peki gelelim bu günün asıl soruna; içimiz dışımız ne kadar bir olmalı?
Tüm insanların fıtratı birdir.
ve insanı ancak sahibini bulmak ile mükelleftir.
ve bütün sırları (yaradılış, yaşayış, ahlek, karakter) islam birebir açıklamıştır.
Kaliteli yaşamda ancak dine bağlıdır.
Dinler insanın esrarını çözmeyle ilgilenmez.
Homo absconditus “nvs” kökeninden türemiş insan kelimesini incelemeye değer:)
İnsanın özellikleri doğrultusundan fikirler yürütmek bizler için daha kaliteli ve yaşanır bir dünya oluşturur.
Dünya hayatının misâli şudur: Bir yağmur, onu gökten indiririz. İnsanların ve hayvanların yiyip istifade ettikleri yeryüzü bitkileri o yağmuru emerek boy atıp gürleşir, sarmaş dolaş olur. Derken yeryüzü bütün takılarını takınıp, regârenk süslenerek olanca güzelliğiyle göz kamaştırır hâle gelir. Orayı ekip biçenler bütün bunların kendi güçlerinin eseri olduğuna ve artık onun ürünlerini toplama zamanı geldiğine inandıkları sırada, bir gece vakti veya gündüz oraya azap emrimiz gelir; sanki dün orada hiçbir şey yokmuş gibi, her şeyi kökünden biçiveririz. İşte, sistemlice düşünüp ibret alacak kimseler için âyetleri böyle ayrıntılarıyla açıklıyoruz. (Yunus / 24. Ayet)
İşte ben , içi dışı bir insanı , tabiat ananın şefkatle , özene bezene yarattığı , gerçek , normal insan olarak görürüm. Böyle bir adamı delicesine kıskanırım. Ahmak olmasına ahmaktır; bunun aksini iddia edecek değilim, fakat normal adamın ahmak olması gerekmediği ne malum ? Belki bu halin kendine göre güzelliği bile vardır.
Yeraltından notlar; Dostoyevski
Acaba ne kadar doğru :) gerçekte insanın sınırlı olması gerekmiyor muydu? Ne kadar dışarı yansımalıyız?
Güneş gibi ol şefkatte,merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda,mahviyette.
Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.
Mevlana
Bugün sayfaya nasihatler taşımayı istiyorum. Çeşitli düşünürlerden bakalım neler çıkacak:)
ve dökerken hüznümü gökyüzü
iplik iplik sökülüyordu siman, simamdan
şimdi hiç olmadık kadar yabancıyız
Sen adın su
Ben ise ateş.
Gökyüzü bardak
Boşaldı ağaçlara
Yaprak uyandı
Gönül mahzenimde ismin ruhuma şerik, derdest sitemlerim kelebek kanatlı gamze oyalarına oya oya sevdamlı, rızkımsın mehtaptan yana
Gül soldu rüyalarda, dikenler hasretime ş'ahit
İlmik ilmik tükettim sol yanımı, küllerim lalezar bahçesi
Damla damla yağıyorsun çöl hatifimde, tek damlan okyanus güzelliği
Gülüşlerin şarktan garba uzanan eflatun akşamlar ve gül kokusu
Sen bensiz bir alem ben sensiz bin
Sükût zehrinde iaşesi yok ar’af cümlelerinin artık yüreğin yüreğim tek katre yangın...
Ahşap verandam
Limon ağacım ve ben
Ama güneş yok
Akıp giden zamanda
Nazım zarif ruhunda
Işık senin yolunda
Lütuf nezih us'unda...
Saygılarımla
İyi kilerim, hem varoluşuma hem de insan oluşuma katkıda bulunan değerlilerim iki karanfilim için yazdığım şiirden bir kesit.
Sadece dokuz yılda da büyüyebiliyormuş insanlar…
:)
“Gerçeği bilenler ile onu sevenler hiçbir zaman eşit değildirler.” Der, Konfüçyus
Kendi nazarımda hakikatli bir söz, içimizde bir yerlere dokunan,ruhumuza işleyen, yüreğimizin hafızasına kaydettiğimiz hiçbir şey ölmez.! İyi ki varolmuşlar,iyi ki varlar, nice iyiliklerin güzelliklerine…
Sevgiyle,Aslı…)))
bilemedim ki! yokluğunun acı yıllarında bendeki özlemi,
çölün suya hasreti dillense vahada, ben kadar kurumamıştır kelimeleri dudaklarında.
seni nasıl anlatsam bilemedim.
sen benim lisanım,
sen benim en güzel yanım,
sen benim hayalimden taşan, hayat ağacımsın.
Aslı Birer
Minnet ve dua ile ruhun şad olsun Mustafa Kemal Atatürk
1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı.
Ataerkil yapının sarsılmasını bugün hazmedemeyen insan tüccarlarına inat tüm insanlar eşittir anlayışını yasalar önünde zaten kabul görmüş, bireysel olarak da herkesin artık sorunsuz kabullenmesi dileğiyle…
Şiirlerini cümle cümle işleyip şiirinizin içine serpiştirince anlaşılmıyor mu? Hırsızlar…
?si=CFE0umjXXCdEE7OG
Seni
anlam
edinen
tüm harfleri
nesneleri ve upuzun yolları
berrak suların tek bir damlasına bıraktım ve
sakladım seni gözyaşı kafesimde göğsümün en ücra derinliklerine
hazan mevsiminde yaprakların dala gücendiği o yer de kabulünüm dedi yüreğim, yüreğine...
Divanesi olduğum hasretliğinin mahşerinde
Etresi, ötresi olmayan görkemden uzak aşk yaralarım
Yıldız sönüklüğünde taşınıyor gönül içlerimden göğünün içlerine
Yokluğunun ser sefilliğinde mecalsiz cümlelerimin kitabesinden
Yüreğinden yana bahaneler diziyorum sancı taşıyan rüzgârların nefesine
Belkıs sultanın tahtının getirildiği şehirde Süleyman aşkıyla sevdim seni en evvelimden ruhların Emir'e sözlendiği o yerde...
Hey bre ağalar
beği şikâyet edelim
söylen çektiğimiz neden
yoğu şikâyet edelim.
Yollar menzilde kalıyor
alçaldıkça alçalıyor
buluttan rüşvet alıyor
göğü şikâyet edelim.
Fezalar dolusu dert var
yalnız köylülerde mert var
boş yere akıyor sular
dağı şikâyet edelim.
Turna bağının gülüyüz
taşlı dağların yoluyuz
göğcelim şimdi ölüyüz
sağı şikâyet edelim…
Yaşar Kemal
"Yüreğimi, gözlerine dökmekten vazgeçtim"...
Esaretin göğüs kafesime bıraktığın esaretten
Siyah güllerin imtiyazlı renginde aldım rengimi
Şafakta ipleri sökülmüş uğultulu karanlık matemin esiyor
Buz tutmuş bozkırlar kadar ölüyüm sevda mevsiminde
Ey kalbimin sızısı…!
Mutluluğum, sırlar kapısı ardında kadifeden diken
Uzat bahar avuçlarını
ya bal, şerbet dökülecek sevda kederimden
ya da zehri hasretim süzecek gözlerine…
Küstüm çiçeklerini bırak bir kenara, sen gülistanlık ruhunda aç artık, zaman bu zaman..!
Sevgiyle :)
Yaşamak sevgiyle mümkün, iyi ki hala; çiçeği toprakta, sevgiyi ise dilden ziyade yürekte bilenler varlar.
Aslı Birer
Güneşin ne anlamı olur, yeryüzünde tohumu işleyecek toprağı balçık olmuşsa…
Sabah doğar, akşam batar işte.
Tıpkı amaçsız insanlar gibi.
Sadaka sevişlerinin rüzgârında yanaklarımda s’üzülüyor saadet muştusu
Yüreğin yüreğim arası bilinmez sütreler…
Kaygısı dağılmıyor dağ başı hüznümün, çoban ateşi gözlerin mehtaptan ala nur
İbret almaz aklım hasretini sürgülüyor fikrime
Kalbim sümeninde kalbin yankılanıyor, ismin aşındırıyor dudak kıraçlığımı
Yağmur duasında toprağa dağlıyorum gözlerin için yüreğimi
Ey gözlerimin örtüsü..!
Hasretim kapın eşiğinde hâlihazırda amaden
Ben kara yazgı tutsağın, sen firak toprağında sılam çiçeği …
Kimdin bilmiyorum belki de yaşamıyorsun artık ama geçmişe dönüp dönüp okuyorum seni ve fikirlerim burada ilk defa biriyle inanılmaz tamamlanıyor…
Keşke bir münazara şansım olsaydı.
Siyah ve beyaz gibi iki ruh ne tesadüf biri yılları yorgan yapmış üzerine hala sayfaları ısıtıyor, diğeri yolun yarısında fikirleriyle sanki kalanını tamamlıyor.