Bir gazetecinin Beşiktaş pazarında portakal sandıklarından yapmış olduğu korunağında donmak üzeye iken tesadüfen bulduğu kendisine para bağlandıktan kıs bir süre sonra gittiği memleketinde ölen kurtuluş savaşının önemli kişilerinden birisi olan kadın.
Kendisi, Kuvva-i Milliye devresindeki hizmet ve faaliyetlerini bir gazeteciye aşağıdaki şekilde hulâsa etmiştir:
-İzmit, Adapazarı, Düzce ve civarına Yunanlılar sık sık baskınlar yapıyordu. Bir gün kumandan Halid Bey beni çağırdı ve şunu söyledi: –Fatma Hanım, senin bugüne kadar yaptıklarından çok memnunum, sana kaymakamlık vereceğim.
Halid Bey’in bu sözlerinden anlamıştım ki; bana gene mühim bir iş verecek.
Şu emri verdi. “–Şimdi adamlarını alıp İznik’e gideceksin! ” “–Ama ben on beş gün önce orada idim.” “–Gene gideceksin, orada bulun, işlerin var.”
Öyle günler yaşıyorduk ki; kimseye inanmak caiz de değildi hani. Bu, düşmanın bir oyunu olabilirdi, nitekim bu gibi hadiselerle çok karşılaşmıştık.
“–Hangi köydensiniz? ” “–Elmacık Köyü’nden.”
Hemen atlardan indik, kıyafetlerimizi değiştirdik. Ben eski püskü bir elbise giymiştim. Köye girdiğimiz zaman manzara tüyler ürpertici idi.
Meydanda bir papaz oturuyordu. Etrafında onbeş, onaltı kadar silâhlı vardı. Türkleri bir araya getirmişlerdi. Papaz, Hıristiyan kadınlara sordu:
“–Nasıl ceza verelim? ”
Kadınlardan biri: “–Onları iyice bağladıktan sonra bize teslim ediniz, intikamımızı biz alırız” dediler. Benden şüphe edilmediği için yanlarına kadar yaklaşmıştım.
Papaz, üç Türk’ün bir ağaca bağlanmasını emretti.
Kardeşime yaklaştım: “–Hali görüyor musunuz? ” dedim. “İyi ki gelmişiz, şimdi tabancamı adamların üzerine boşaltacağım.”
Kardeşim sert sert yüzüme baktı ve yavaş sesle: “–Acele etme, sonra işi bozarız” cevabını kulağıma fısıldadı. Ben bekleyecek halde değildim. Heyecanımdan tir tir titriyordum. Oğlum da benim halimden şüphelenmişti. Yanıma yaklaştı O da fısıldadı:
“–Acele etme ana! ”
Düşmanın rengi küle döndü...
Ağaçlara bağlananların az sonra can vereceklerini anlayan köylüler ağlaşmaya, feryad etmeye başlamışlardı.
Ne olursa olsun fazla sabredemeyecektim. Tabancamı çektim ve:
“–Teslim olun! ” diye haykırdım.
Tabiî adamlarım da silahlarını çekmişlerdi. Bu beklenmeyen hâl, düşmanı öylesine şaşırtmıştı ki... Hemen ağaçlara bağlananların iplerini çözdürdüm ve silahlı düşmanların silahlarını aldırdıktan sonra onları bağlattım.
Papaza dönerek: “–Haydi” dedim, “şimdi siz ölümlerden ölüm beğenin.” Hepsinin de rengi kül gibi olmuştu. Titriyorlardı. Oracıkta düşüp öleceklerdi. Adamlarıma döndüm:
“–Hepsini Halid Bey’e götürünüz” dedim, “cezalarını o verecektir.”
İzmit’e döndüğümüz zaman Süvari Livası Hacı Arif Bey bu muvaffakiyetimizden dolayı bizim için büyük bir merasim hazırlamıştı. Köylüler, coşkun tezahürat yapıyordu. Fakat bu muvaffakiyet ile birlikte beni sükûtu hayale garkeden bir mesele hasıl oldu. Meğer “Kara Fatma tehlikeden sakınmıyor, başımıza bir iş açar” diye beni, geri hizmetlere almaya karar vermişler. Kıyameti kopardım.
Halid Bey: “–Bilmiyorum Fatma Hanım” dedi, “ölümden korkmuyorsun, fakat ya şehid olmaz da esir düşersen ne olur? .. Bizimkilerin maneviyatı bozulur, düşmanın maneviyatı kuvvetlenir. Sen hiçbir tehlikeden kaçmıyorsun. Ya, Elmacık Köyü’ndeki düşman kuvvetli olsaydı da sizi esir etseydi? ..” O zaman kim tehlikeyi düşünüyordu... Bundan sonra ihtiyatlı olacağımı vadederek vazifeme devam ettim.”
Karafatma'nın Anılarından......
Bu ülke böyle yürekli insanlar tarafından kazanıldı. Şimdi bazı zibidileri görünce insanın içinin sızlamaması elde değil...; /(
Beş altı gün sonra geldi Kara Fatma–i gazi Nisâlar kahramanı, şeref–razı Beş altı yüz kişiyle geldi o an, Kamusu hep süvâri–i namdarân. Onların nâmı var Türkmen ilinde Kılıç belinde, kargı yollarında. Onlar çok kırdı düşman, döktü kanın Şehid oldu karındaşı nisânun. O hâtun kendi dahi yaralandı Onuldu yarası hoş varlandı. Ömer paşa olup Şumnûda kâim Onlara gönderir cephâne dâim.
Kara Fatma bu harpte yüz bin kişilik düşman ordusunun karşısında geceli gündüzlü harbederek Türk ordusunun en ileri hatlarına kadar giderek askere cesaret aşılamıştı. Bu harpte bir ara yaralanmış ve kardeşini kaybetmişti. Kahramanlığı yabancı eserlere de geçmiştir. Allah şefaatinden mahrum eylemesin
Asıl adı Fatma Seher Erden olup, karafatma lakabıyla ünlenmiş kadın kahramanlarımızdandır. 1888 - 1955 yılları arasında yaşamıştır. Erzurum'da doğmuştur. Subay Derviş Bey'le evlenipBalkan Savaşına katıldı. I. Dünya Savaşı'nda 9-10 kadınla Kafkas cephesine gitti. Eşleri Ermeniler tarafından şehit edilmiş kadınlarımızla birlikte Ermenilerle çarpıştı. Milli mücadele döneminde oğlu, kızı ve kardeşleriyle beraber Bursa ve İzmit'in düşman işgalinden kurtarılması için çalıştı. 300'ü aşkın müfrezesiyle Sakarya ve Başkomutan Meydan Muharebeleri'ne katıldı. Üsteğmen rütbesiyle emekli oldu. Emekli maaşını Kızılaya bağışladı. 1954 yılında TBMM tarafından kendisine yeniden aylık bağlandı. Ertesi yıl da doğduğu yer olan Erzurumda hayata gözlerini kapadı.
Bu satırları yazarken aklıma ^^ Heimiz Ermeniyiz ^^ diyen insanlar geldi birden. Ve eğer hâlâ ^^hepiniz Ermeni^^ iseniz, Kara Fatma lakaplı Sultanımız sizden daha erkekmiş demek geldi içimden...
Kara Fatma'nın sosyalizm sempatizanı olmasıyla bir ilgisi olabilir mesela..hatta emperyalizm işgaline karşı kadınları örgütlemesi, silahlı birlikler kurması...
Fatma Seher ERDEN adında bir kadın kahraman(1888-1955) .................... Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “üstteğmen” rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı.
Bir gazetecinin Beşiktaş pazarında portakal sandıklarından yapmış olduğu korunağında donmak üzeye iken tesadüfen bulduğu kendisine para bağlandıktan kıs bir süre sonra gittiği memleketinde ölen kurtuluş savaşının önemli kişilerinden birisi olan kadın.
Kendisi, Kuvva-i Milliye devresindeki hizmet ve faaliyetlerini bir gazeteciye aşağıdaki şekilde hulâsa etmiştir:
-İzmit, Adapazarı, Düzce ve civarına Yunanlılar sık sık baskınlar yapıyordu. Bir gün kumandan Halid Bey beni çağırdı ve şunu söyledi:
–Fatma Hanım, senin bugüne kadar yaptıklarından çok memnunum, sana kaymakamlık vereceğim.
Halid Bey’in bu sözlerinden anlamıştım ki; bana gene mühim bir iş verecek.
Şu emri verdi. “–Şimdi adamlarını alıp İznik’e gideceksin! ”
“–Ama ben on beş gün önce orada idim.”
“–Gene gideceksin, orada bulun, işlerin var.”
Emir, emirdi. Derhal hazırlandım, atlarımıza atladık, dağlardan bayırlardan dolu dizgin koşturuyorduk.
Yolda nefes nefese iki köylüye rastladık.
Bizi görünce:
“–Aman” dediler, “imdada gelin, köyümüzü bastılar, hepimizi öldürecekler.”
“–Kimler bastı, köyünüzü? ”
“–Kimler olacak, gâvurlar.”
Öyle günler yaşıyorduk ki; kimseye inanmak caiz de değildi hani. Bu, düşmanın bir oyunu olabilirdi, nitekim bu gibi hadiselerle çok karşılaşmıştık.
“–Hangi köydensiniz? ”
“–Elmacık Köyü’nden.”
Hemen atlardan indik, kıyafetlerimizi değiştirdik. Ben eski püskü bir elbise giymiştim.
Köye girdiğimiz zaman manzara tüyler ürpertici idi.
Meydanda bir papaz oturuyordu. Etrafında onbeş, onaltı kadar silâhlı vardı. Türkleri bir araya getirmişlerdi. Papaz, Hıristiyan kadınlara sordu:
“–Nasıl ceza verelim? ”
Kadınlardan biri:
“–Onları iyice bağladıktan sonra bize teslim ediniz, intikamımızı biz alırız” dediler.
Benden şüphe edilmediği için yanlarına kadar yaklaşmıştım.
Papaz, üç Türk’ün bir ağaca bağlanmasını emretti.
Kardeşime yaklaştım:
“–Hali görüyor musunuz? ” dedim. “İyi ki gelmişiz, şimdi tabancamı adamların üzerine boşaltacağım.”
Kardeşim sert sert yüzüme baktı ve yavaş sesle:
“–Acele etme, sonra işi bozarız” cevabını kulağıma fısıldadı. Ben bekleyecek halde değildim. Heyecanımdan tir tir titriyordum. Oğlum da benim halimden şüphelenmişti. Yanıma yaklaştı O da fısıldadı:
“–Acele etme ana! ”
Düşmanın rengi küle döndü...
Ağaçlara bağlananların az sonra can vereceklerini anlayan köylüler ağlaşmaya, feryad etmeye başlamışlardı.
Ne olursa olsun fazla sabredemeyecektim. Tabancamı çektim ve:
“–Teslim olun! ” diye haykırdım.
Tabiî adamlarım da silahlarını çekmişlerdi. Bu beklenmeyen hâl, düşmanı öylesine şaşırtmıştı ki... Hemen ağaçlara bağlananların iplerini çözdürdüm ve silahlı düşmanların silahlarını aldırdıktan sonra onları bağlattım.
Papaza dönerek:
“–Haydi” dedim, “şimdi siz ölümlerden ölüm beğenin.”
Hepsinin de rengi kül gibi olmuştu. Titriyorlardı. Oracıkta düşüp öleceklerdi.
Adamlarıma döndüm:
“–Hepsini Halid Bey’e götürünüz” dedim, “cezalarını o verecektir.”
İzmit’e döndüğümüz zaman Süvari Livası Hacı Arif Bey bu muvaffakiyetimizden dolayı bizim için büyük bir merasim hazırlamıştı. Köylüler, coşkun tezahürat yapıyordu. Fakat bu muvaffakiyet ile birlikte beni sükûtu hayale garkeden bir mesele hasıl oldu. Meğer “Kara Fatma tehlikeden sakınmıyor, başımıza bir iş açar” diye beni, geri hizmetlere almaya karar vermişler.
Kıyameti kopardım.
Halid Bey:
“–Bilmiyorum Fatma Hanım” dedi, “ölümden korkmuyorsun, fakat ya şehid olmaz da esir düşersen ne olur? .. Bizimkilerin maneviyatı bozulur, düşmanın maneviyatı kuvvetlenir. Sen hiçbir tehlikeden kaçmıyorsun. Ya, Elmacık Köyü’ndeki düşman kuvvetli olsaydı da sizi esir etseydi? ..”
O zaman kim tehlikeyi düşünüyordu... Bundan sonra ihtiyatlı olacağımı vadederek vazifeme devam ettim.”
Karafatma'nın Anılarından......
Bu ülke böyle yürekli insanlar tarafından kazanıldı. Şimdi bazı zibidileri görünce insanın içinin sızlamaması elde değil...; /(
Sivastopol Destanı’nda Kara Fatma
Beş altı gün sonra geldi
Kara Fatma–i gazi
Nisâlar kahramanı, şeref–razı
Beş altı yüz kişiyle geldi o an,
Kamusu hep süvâri–i namdarân.
Onların nâmı var Türkmen ilinde
Kılıç belinde, kargı yollarında.
Onlar çok kırdı düşman, döktü kanın
Şehid oldu karındaşı nisânun.
O hâtun kendi dahi yaralandı
Onuldu yarası hoş varlandı.
Ömer paşa olup Şumnûda kâim
Onlara gönderir cephâne dâim.
Kara Fatma bu harpte yüz bin kişilik düşman ordusunun karşısında geceli gündüzlü harbederek Türk ordusunun en ileri hatlarına kadar giderek askere cesaret aşılamıştı. Bu harpte bir ara yaralanmış ve kardeşini kaybetmişti. Kahramanlığı yabancı eserlere de geçmiştir. Allah şefaatinden mahrum eylemesin
Asıl adı Fatma Seher Erden olup, karafatma lakabıyla ünlenmiş kadın kahramanlarımızdandır. 1888 - 1955 yılları arasında yaşamıştır.
Erzurum'da doğmuştur. Subay Derviş Bey'le evlenipBalkan Savaşına katıldı. I. Dünya Savaşı'nda 9-10 kadınla Kafkas cephesine gitti. Eşleri Ermeniler tarafından şehit edilmiş kadınlarımızla birlikte Ermenilerle çarpıştı.
Milli mücadele döneminde oğlu, kızı ve kardeşleriyle beraber Bursa ve İzmit'in düşman işgalinden kurtarılması için çalıştı. 300'ü aşkın müfrezesiyle Sakarya ve Başkomutan Meydan Muharebeleri'ne katıldı. Üsteğmen rütbesiyle emekli oldu. Emekli maaşını Kızılaya bağışladı. 1954 yılında TBMM tarafından kendisine yeniden aylık bağlandı. Ertesi yıl da doğduğu yer olan Erzurumda hayata gözlerini kapadı.
Bu satırları yazarken aklıma ^^ Heimiz Ermeniyiz ^^ diyen insanlar geldi birden. Ve eğer hâlâ ^^hepiniz Ermeni^^ iseniz, Kara Fatma lakaplı Sultanımız sizden daha erkekmiş demek geldi içimden...
bir böcek türü...
peyderpey sana ithaf edeyrum tatlım..............hamdolsun ithaf olsun............eyi günnerde ossun..: :))
ağzı açık uyuyan (genelde horlayanlar) insanın hayatı boyunca iki üç defa uykusunda yediği şey.....
afiyet hoş olsun....
hatırlamama gerek kalmadı.................terimin sahibi geldi..:: :)))) ..(bkz.alttaki)
Kara Fatma'nın sosyalizm sempatizanı olmasıyla bir ilgisi olabilir mesela..hatta emperyalizm işgaline karşı kadınları örgütlemesi, silahlı birlikler kurması...
terimi dün ekledim ama neden ekledigimi unutttum yaw............
Fatma Seher ERDEN adında bir kadın kahraman(1888-1955)
....................
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “üstteğmen” rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı.